Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.726

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 1 Şubat 2010 - Fincanın İçindekiler


  • ÖZELEŞTİRİNİN GÜCÜ ... Bertan Onaran
  • KAFASI KARIŞIK KADINLAR... ... Damla Erarslan
  • Baba ben o kadını seviyorum ! ... Sultan Karaahmetli
  • KAŞ Uçarsu Efsanesi / Yeşil Göl - Uçarsu -1- ... Yaşar Bilgin


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Hepimiz Bakkalız!..


    İyi haftalar,

    Bazı insanları anlamak mümkün olmuyor maalesef. Son yazımda kullandığım "Bu ortamın tek sorumlusu vardır, o da Zimbabwe Devlet Başkanı Robert Mugabe(!?)" cümlesi yüzünden eleştirileceğim hiç aklıma gelmemişti doğrusu. "Türkiye ile Zimbabwe'nin ne ilişkisi var. Siz de bizi salak yerine koyuyorsunuz, utanın." özetli bir mesaj alınca dalga geçildiğini sandım ama temkinli olarak cevap ta vermeyi ihmal etmedim. Meğerse hiç te dalga değil, düpedüz eleştiriymiş iyi mi? Birkaç mesajdan sonra bu entellektüel(!?) tartışmaya son vermek zorunda kaldım. Akabinde aklıma geldikçe güldüm, güldükçe rahatladım. Neyse, ben gene kimsenin anlamayacağı cümlelerime devam edeyim en iyisi.

    Gün geçmiyor ki yeni birşey öğrenmeyeyim. Tabi öğrendikçe sizlerle paylaşmak ta boynumuzun borcu. Mesela, şu şeref fukarası paçavranın ilk günkü balyoz bombasında kullandığı "Cami bombalama" senaryosunun kaynağını öğrendim hafta sonunda. İlişkiler yumağının nerelere vardığını göstermesi açısından ilginç. Aynı olay 1998 yılında 2 Amerikalı yetkili tarafından hazırlanan senaryoda yer almış. Türk askerlerinin de bulunduğu bir toplantıda aynı adamlar tarafından okunmuş. Ve ne ilginçtir ki, askerlerimiz "Böyle saçmalık olmaz." diyerek o toplantıyı terketmişler ve o Amerikalılar bir daha Türkiye sınırlarından içeri girememişler. Ve gene ne ilginçtir ki, o toplantıda böyle bir senaryoyu dinlemeye dayanamayan askerler, oniki yıl sonra aynı işi planlamakla suçlanıyorlar. Komutanın bunu reddetmesi de bir işe yaramıyor. Yeni açılan Poyrazköy davası iddianamesinde yer alan ufacık ama çok önemli bir ayrıntı, paçavranın ilgisini(!?) hiç çekmiyor mesela. Kazılarda mühimmat bulunmasından onyedi gün evvel ABD konsolosluğuna ait bir araç bölgede dolaşıp fotoğraflar çekiyor, jandarma tarafından durduruluyor, bilahare unutuluyor. İlginç ki ne ilginç.

    Silivri davasını bıraktık artık hepimiz elde balyoz kırılıp dökülecek yer arıyoruz. Garabetlik vesikası bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikar. Benim kuş beynimle sıraladığım "İlk olarak yapılması gerekenler" listesiyle, yetkili ağzıların listesi birbirini hiç tutmuyor. Hoş, günlük sahibinin, devrin komutanlarının, "Bizzat ben yazdım" diyenin, darbeyi yapanın serbest olduğu, muhbir vatandaşın bavulla yolladığı kağıtlarda yazılanların gerçek sayıldığı, komutan sözlerinin fasa fiso, çakma padişah sözlerinin fetva bellendiği bir ortamda ben ne bekliyorum ki acaba? Benimki de romantizmin daniskası.

    Bakkal Defteri Baykal epeyce doğru bir laf etmiş. "Bunları darbe değil Tekel götürecek." demiş, iyi de etmiş. Elbette sadece Tekel değil, aldıkları ahın hesabını tutuyorlar mı bilmem ama bir çeteleleri varsa, ki olmalı, işlerinin zor olduğunu pekala biliyorlardır. Bakın şimdi padişahımız efendimiz bir AVM açıyor. Açtığı AVM, aslen orada olmaması gereken, dere yatağı işgalcisi bir acuze mimarlık örneği. Hazret açılışta "Sokak aralarında bakkal olayı bitmiştir." deyiveriyor. Yahu insan çıktığı yeri bu kadar mı çabuk unutur? Çıktığı yumurtayı bu denli hor gören bir horoz olabilir mi? Açlık sınırında yaşayan milyonlarca insanımız için bakkalın ne anlam ifade ettiğini bilmez mi bir başbakan? Kefilsiz, kefaletsiz kredi kurumları olarak çalışan mahalle bakkallarını ne çabuk sildi bu adam? Gazoz simit satarak öğrendiği ticareti ballandıra ballandıra anlattığı günleri çok mu gerilerde kaldı sanar sayın heybetlim? Vatandaşın bakkal defterinde en üst sıralara tırmanmaya başladı ya galiba unutkanlığı ondandır. Haydi kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      ÖZELEŞTİRİNİN GÜCÜ

    Önce, Rebeca Chavez'in Fidel'li Anlar adlı filminden iki sahne:

    Havana'da ünlü Devrim Alanı; hava kararmış; Fidel Castro, alanı dolduran bir iki milyon insanın önünde kürsüye çıkmış, elindeki kâğıtları sallayarak:

    "Bunlar, hani şu tutumbilimin (ekonominin) gizleri denebilecek şeyleri içeren önemli bilgiler; bunları burada bütün dünyanın gözü kulağı önünde okuyup açıklamam, alışılmış bakışla, Devlet gizlerinin açığa vurulması olarak değerlendirilebilir; ve bize düşman olanlar bundan yarar sağlayabilir. Bunun sonucunda yüzlerimiz kızarabilir. Ama eğer biz utancı yürekgücüne, daha iyisini yapma çağrısına, aktöreye (ahlâka) dönüştürmeyi becerebiliyorsak, buyursun gelsin utanç, başımızın üstünde yeri var."

    İkinci sahnede, televizyon alıcılarının karşısında, bir masada oturuyor; Küba'nın güçlenmesi için tasarladıkları bir yılda 10 milyon ton şeker üretimi 8 milyonda kalmış; bunu başarısızlık sayıyor ve bütün inancı, bütün coşkusuyla diyor ki:

    "Saptanan 10 milyon tonluk hedefe ulaşamamanın kusuru halkta değildir; o, bundan fazlasını bile yapacak güçte ve istekteydi; başarısızlığın sorumlusu biz Devrim yöneticileriyiz, evet, biz Devrim yöneticileri başarısızlığa uğradık."

    Sonra, ünlü savsözleriyle bitiriyor konuşmasını:

    "Biz yeneceğiz! Zafere kadar durup dinlenmeden ileri!"

    Bu dediğini, geçen gün sevgili Cüneyt Göksu'nun Latinbilgiden indirip gönderdiği bir haber doğruluyordu:

    "UNESCO'nun da doğruladığına göre, Küba, çocuklarına sahip çıkan; onları aç ve açıkta yaşatmayan; büyükler bin bir sıkıntı içinde olsalar bile, hepsini en güzel, en donanımlı okullara gönderen; en sağlam bilgilerle donatan ülkelerin başında geliyor."

    Ve bunu hemen hemen Devrim'le yaşıt amansız,acımasız ABD kuşatmasına, boğma girişimine karşın başarıyor.

    Başka bir gazete haberinde de (üstelik bizim tartışmasız ABD hayranı, kölesi basınımızda çıkan habere göre) gerek Küba, gerek onun paradan para kazanmayı değil, halklarını insanca yaşatma ülküsünü benimseyen öbür Güney Amerika ülkeleri, yerküreyi kasıp kavuran şu korkunç bunalıma karşın, tutumbilimsel açıdan büyümeyi, gelişmeyi sürdürmüşler.

    Nasıl oluyor peki bu? Yanıtı çok açık: halkın, emekçilerin yarattığı artıdeğer, anamalcılığın pençesinde kıvranan ülkelerin tersine, soyguncuların elinden kurtarılmış; dünyanın yaşanır kılınmasına yatırılmaya başlanmış.

    Bütün bunlar, şu içinde kıvrandığımız sözümona demokrasiyle yönetilen anamalcı zorbalıklarda yürürlükte olan teksesliliğin yerine, Venezüella'yı örnek alacak olursak, Başkan Hugo Chavez'den başlayıp en sıradan ünsüz yurttaşa dek uzanan bir eleştiri-özeleştiri zincirinin yarattığı güçle başarılıyor.

    Venezüella'da, Küba'daki gibi toplumcu düzen bütünüyle egemen kılınamadığı için, paranın değeri düşürüldükten sonra, varlıklarını sürdüren soyguncular halkı bir kez daha acımasızca boğazlamasın diye, büyük mağazalardaki ürünlerin ederlerinin bir gecede yükseltilip yükseltilmediğini denetleme görevi silahları omuzlarında askerlere verilmiş.

    Ülkemize gelecek olursak, ABD'nin, AB'nin, kısacası yerküreyi soyup soğana çevirmeye alışmış olanların demokrasi, insan hakkı, hak hukuk diye diye Atatürk Cumhuriyeti'nin bütün kurumlarına nasıl amansızca saldırdığını görüp yaşıyorsunuz.

    Bu demir kıskaçtan kurtulabilmemiz için, sivil asker, bütün okutulmuş halk çocuklarının şu yalın soruyu yanıtlaması gerekiyor:

    Anlık bireysel rahatlıklar, ayrıcalıklar uğruna bütün toplumun, dahası bütün dünyanın göz göre göre yıkılıp gitmesine razı olacak mıyım?

    Deniz bitti, masal gemisi battı; okuyamamış insanlara bunu sormaya hakkım olamaz, ama sivil-asker bütün okumuşlar kendilerine büyük bir içtenlikle toplumcu düzene geçmeye, ellerindeki olanakları bütün yurttaşlarıyla, bütün dünya halklarıyla paylaşmaya, hem de seve seve paylaşmaya hazır mı?

    İlk bakışta hemen hemen olanaksız gözüküyor bu soruyu Küba'daki, Güney Amerika'daki gibi yanıtlamaları; ama son can çıkarılmadan umut kesemeyiz; bizim görevimiz olacakmış gibi çağrıda bulunmayı sürdürmek.

    Şunu bıkıp usanmadan vurgulamak da öyle: AKP'nin yerine CHP ya da MHP gelse, yaşayacaklarımızda en küçük bir değişiklik olmaz, olamaz.

    Anamalcı ülkelerdeki Amerikan düşü çoktan paramparça oldu; ayağını yeniden yere basma, köklerini kuruttuğumuz Yerli Halklar gibi, tutumlu, sorumlu, dayanışmalı yaşamayı yeniden öğrenme günü geldi çattı.

    Bertan Onaran
    bertanonaran@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Damla Erarslan

     Kahveci : Damla Erarslan


      KAFASI KARIŞIK KADINLAR, DAHA DA KARIŞIK ÇOCUKLAR VE KAYIP ADAMLAR

    Hayatın pusulası şaştı sanırım. Genel bir mutsuzluk durumu hakim her yerde ve herkeste. Evli olanlar da mutsuz, bekarlar da. Evliler boşanma telaşında, bekarlar çocuk yapacak eş arayışında.

    Kimi genç yaşlarda evlenmiş, çocuk yapmış ve geldiği noktada kocasını bulamıyor. Adam başka dünyalarda. Evlilik güvencesi, kadınların kafesi haline gelmiş. Hayatı paylaşmak denen olgu erozyon geçirmiş. Bir yandan çocuk sorumluluğu ile, dengeyi kurmaya çalışan kadınlar delirme ve çılgınca şeyler yapma aşamasında. Aşkla ya da sadece mantıkla da olsa, neden evlendiğini bile hatırlamaz hale gelmiş çoğu. Kadınlara öğretilen evlilik kavramı uyarınca, tırnaklarını geçirdikleri eşlerinin kaçışına anlam veremiyorlar.

    Kimi çocuksuz, boşanmış ya da hiç evlenmemiş, ama vücut saatinin hızla ilerleme sesi kulaklarında. İlla ki yaşanması gereken en güzel deneyimlerden biri için ümitsizce arayışını sürdürüyor. Bulunduğu noktada sırf çocuk için abuk subuk evlilik yapmayı bile göze alan var. Allahım cidden ümitsiz bir durum.

    Evlenmeden sağlıklı tek ebeveynle çocuk yapmanın mı, evlenerek muhtemel boşanma yolunda, güya aile olarak, bir çocuk doğurmanın mı daha doğru olduğu tartışılıyor.

    Peki ya çocuklar? Anne babalarının tartışma ortamında, hayata güvensiz ve dengesiz başlangıç yaptıklarında, ilerleyen hayatlarında nasıl mutlu olmaları bekleniyor? Boşanan ailelerin ikiye bölünmüş çocuklarında ise şaşkınlık hakim. Çocuğun kendini güvende hissetmesi için en önemli şeylerden biri olan yuva kavramı bölünmüş durumda. Hafta arası anne evi, haftasonu baba evi. Kıyafetlerin yarısı orda, oyuncakların yarısı burda. Anneyle iken baba, babayla iken anne özleminde.

    Maalesef arada birkaç nesil harcanıyor. Çünkü bu bir geçiş süreci. Yarının çocukları için aile kavramı, şimdikinden çok farklı olacak. Anne ve babasının ayrı olması, beraber olmasından daha normal algılanacak. Bireyler ne çocuk özleminden mahrum kalacak, ne de sözde aile kavramını korumak adına, mutsuz birliktelikleriyle çocukları yıpratacak. Belki belli sürelerde beraber yaşama, birlikte tatil yapmak ve bireysel hayatlarını devam ettirmek, çocuğa maddi ve manevi güvence ortaklığını sağlamak konusunda anlaşmış, mutlu bireyler ortaya çıkacak.

    Bu süreç en zor kadınlar için maalesef. Özgürleşmek ve bireysel davranmak, henüz çok kadınca davranış tarzları değil. Sahiplenmek, sahiplenilmek ve hayatı paylaşmanın nostaljisi halen ağır basıyor. Bu en çok henüz evlilik cenderesini yaşamamış ya da yaşamış olsa bile doğruları algılama konusunda kendini körleştirmiş olanlarda hakim. Yoksa mutsuz evliliklerinden kurtulmaya çalışanlar resmen evlilik tövbekarı halinde.

    Ha bu arada, kadınlardan evlenmeden, sadece çocuk yapmak üzere, aile yapısı ve genleri düzgün adam arayışında olanlar da yok değil. Sperm bankasından çocuk sipariş etmenin, biraz daha insanca bir versiyonu bence. Hiç de mantıksız değil üstelik. Kendi adıma en tercih edilebilir olanı bu görünüyor. Bu koşullara uygun dünyaya gelmeyi isteyen bir çocuğum da varsa, buyursun gelsin. Ben yerini hazırladım, bekliyorum. Ama gelmeyecekse de, haber versin lütfen. Çünkü beklemekten nefret ediyorum.

    Damla Erarslan
    damlaerarslan@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    [Henüz Oylanmamış]
    0 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Sultan Karaahmetli


    Baba ben o kadını seviyorum !

    Gördüğüm kabusların mı, yoksa yaşadığım kabusların mı etkisinden bilmiyorum baba. Kanter içinde kalktım yataktan. Küf kokan odamdaki lambayı aradım, yaktım, bir de sigara... Seni düşünüyorum şimdi. İlk aşkımı, ilk ihanetimi, babamı... Ben ilk seni sevmiştim baba, ölene dek sadece seni seveceğim sanmıştım yanılmışım. Baba ben o kadını seviyorum....

    Rüyalarımda öğretmenlerimin, arkadaşlarımın, insanların arasından deliler gibi kaçıyordum. Gözlerindeki bakışlar üşütüyor baba! Gece uyuyorum onlar, uyanıyorum onlar, okulda onlar evde sen, annem. Ben aşık oldum baba, her insan gibi birini sevdim, evet bir kadını sevdim, hemde çok sevdim...

    Bana sen osun busun diyorlar, sapıksın diyorlar.. Annem ağlıyor, sen bağırıyorsun. Elimden tutup doktorlara götürüyorsunuz. Ben hasta değilim sadece aşığım! Evet, hem de o kadına! Soruyorum doktora, daha küçük bir kız çocuğuyken okul bahçelerinde beni sıkıştıran o çocuklar mı? Lisede taciz eden öğretmenim mi? Hangisi sapık? Ve tekrar soruyorum, o kadını sevdiğim için boş masalara rezerve diyen garson mu? Aşık olduğum ve bundan utanmadığım için üniversiteden atan prof mu? İş vermeyen müdür mü ? Hangisi hasta? Ne hasta ne de sapık değilim baba! Sadece bir kadına, kadına aşık oldum !...

    Elinden tutup yürümek istiyorum baba! Başımı göğsüne yaslamak istiyorum... Sinemada başımı omzuna dayayıp film izlemek istiyorum... Baloda onunla dans etmek istiyorum ... Birlikte yağmurda ıslanmak istiyorum ... Çok şey mi istiyorum baba? Ben o kadını çok seviyorum !

    Sevmek sevilmek sevişmek istiyorum ...

    Yardım et baba! Onlar kör, sağır, dilsiz. Naylon aşkları. Tut ellerimden baba, ağlama gizlice... Utanma benden ! Kaygılarının algılarını düzmesine izin verme. Aşk özgürlüğümü istiyorum ...

    En çok da beni anlayın, yargılamayın istiyorum. Hani sizin o hümanist halleriniz? Hani özgürlük dediğiniz şey? Gözlerinizi bantlamışlar sizin, kulaklarınızı tıkamışlar, kalpleriniz yosun tutmuş! İnsan bilmediğinden korkarmış baba bana anlatma fırsatı bile tanımıyorlar!

    Gördüğüm rüyanın etkisinden sıyrıldığımda farkediyorum ki beni sıkıştırdıklarını sandığım zindanın dışındaymışım ben. Parmaklıkların içinde kalansa onlar. Şimdi çıplak ayak özgürlüğe, aşka kanat çırpıyorum. Baba ben o kadını seviyorum...

    Sultan Karaahmetli


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Yaşar Bilgin


    KAŞ Uçarsu Efsanesi / Yeşil Göl - Uçarsu -1-

    BİRİNCİ BÖLÜM

    O gün çok sevinçliydi. Eve giderken çarşının içinden koşarak geçti. Çarşının sonundaki taş evlerin önünde Nergis ve mahalleli kızlar durmuşlar konuşuyorlardı. Nergis onu görünce sevinçle ellerini çırptı ve havaya zıplayarak anneannesine,

    - Anneciğim koş gel bugün Timur saat kazanmış diye seslendi.

    Timur şaşırdı. Durdu. Okuldaki yarışmada birinci olmuş ve bir saat kazanmıştı. Bir şey söyleyemedi. Nergis, Timura yaklaşarak, bugün yine tepeye çıkalım mı dedi ve beraberce yürüdüler. Zaten evleri aynı sokakta ve alt altaydı. Nergis hiç okula gitmemişti.

    Tepeye çıkmak için önce yolun kenarındaki dik kayalıkları tırmanacaklar, sonra çalılıkların arasındaki toprak yoldan yürüyerek tepenin ortalarına kadar gideceklerdi. Önde Nergis, arkada Timur, Timurun da yardımıyla dik kayayı tırmanarak küçük mağaraya kadar geldiler. Mağaranın küçük kapısından içeriye girdiler. Mağaranın, iki katta küçük iki odası, taş sedirleri ve duvarlarında minik rafları vardı. Nergis, taş sedirin üzerine örtü serer gibi yaparak Timura sedirde oturalım işareti yaptı. Timur oyunu sevmemişti. Nergise burada durmayalım tepeye çıkalım dedi. Mağaranın üst katındaki pencerelerden dışarıya baktılar. Yan taraftaki kayalıkları geniş dallarıyla örten büyük harnup ağacının dibinde deli Haydarın ini vardı. Deli Haydar, mağaranın önündeki taşların üzerinde oturuyordu. Ona gözükmemek için kapıdan usulca çıktılar. Ama deli Haydar onları mağaraya girerken görmüştü. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve denize doğru dönerek hepinizi bombardımana tutacağım hepinizi bombalayacağım hayt be diyerek narasını attı. Sonra da,

    Evlerimizi mezar yaptık mezarlarımızı ev.
    Kurtarmaya geliyor bizim gemiler.

    diye her zaman dilinde olan şiirini söyledi. Çok seyrek çarşıya inerdi. Kısa beyaz sakalı, mavi gözleri vardı. İninde her yer kararmış kirli giysilerle doluydu. Üstünde yaz, kış hiç çıkarmadığı uzun siyah bir paltosu ve başında siyah kasketi olurdu. Gemiciymiş. Gemisini büyük bombardımanda, baskında parçalamışlar. Deli Haydarın narasıyla beraber yandaki kayaların üstündeki mağaradan dışarıya kara sakallı şişko bir adam çıktı. Deli Haydara doğru baktı. Sonra olduğu yerde dönerek tekrar inine girdi. Şişko adam, Deli Haydarın her narasında dışarıya çıkardı. Buraya yeni gelmiş, hiç kimseyle konuşmazmış ve yabancı bir adı varmış. Timur ve Nergis tepede tırmanmaya devam ettiler. Geven dikenlerinin bir yerlerine batmaması ve sütleğenlerin yapışkan yapraklarına sürtünmemek için çalıların arasından itina ile yürüdüler. Çift damın önüne kadar geldiler. Çift dam tepedeki, en büyük mağaraydı ve içinde hep birileri otururdu. İçeriye bakmaya çekindiler. Çift damın önünden geçerek damın üstündeki yassı kayalara oturdular. Timur, her yeri örten pembe dallı datçalılarından bir demet yaparak Nergise verdi. Nergis, küçük yeşil yaprakları ve ince dalları birbirine geçirerek bir tac yaptı ve Timurun kafasına yerleştirdi. Timur, tacı Nergisin başına koyarak sana daha çok yakıştı, tac kızlar içindir, sende kalsın dedi. Birbirlerine iyice sokuldular karşıdaki denizi ve adaları seyrettiler. Nergis, adaların arkasındaki ufuk çizgisini işaret ederek Timura, annesi, babası ve kardeşi için orada yaşıyorlar dedi. Çalılıkların arasından adaçayı elması, pıynar ağaçlarından pelit topladılar. Kayalardan inmek için el ele tutusarak akşam olmadan evlerine döndüler. Ayrılırken Timur Nergise,

    - Tacı sakın kaybetme. Nergis de ,
    - Hep saklayacağım. dedi.

    Timur bu cevaba çok mutlu olmuş, aşkına karşılık bulmuştu.

    Uçak ona doğru iyice yaklaştı. Uçağın içindeki güleç yüzlü genç adam uçaktan aşağıya eğilerek ona,

    - Adın ne diye sordu. Timur evlerinin arkasındaki şose yolda tel arabasıyla direksiyon ve patinaj hareketleri yaparak dürt düüt vın vın gidiyoruz, gidiyoruz yok mu gelen diyerek arabacılık oynuyordu. Başını uçağa doğru kaldırdı. O da genç adama gülümseyerek,
    - Benim adım Timur dedi. Genç adam,
    - Nereye gidiyorsun? Sen de bizimle gel.
    - Hayır. Ben arabayla gideceğim.
    - Arkadaşın bizimle geliyor. Arkadaki uçakta.
    - Hangi arkadaşım adı ne?
    - Nergis.

    Timur Nergisi görebilmek için arkadan gelen uçaklara baktı. Mağaraların denize indiği yerden rengarenk uçaklar geliyordu. Uçaklar yolun altındaki dut ağaçlarına neredeyse dokunarak ve evlerinin kiremit örtülerinin üstünden geçerek, karşıdaki dağların arasından akıp gittiler. Karşıdaki dağın yamacından tepeyi aşmak üzere duran bir gemi göründü. Geminin uzun sarı bir gövdesi vardı. Birdenbire denizden, adalar üzerinden gürültüler ve uğultular içerisinde bir sürü askeri uçak hızla uçarak dağlara doğru geldiler, sonra aniden geri dönüp geldikleri yerde kayboldular .

    Annesi, kumrular bile "el göçtü biz kaldık" diye ötüyorlar diye söylenerek merdivenlerden yukarıya çıktı. Ona göre kumrular guguklamaya başlayınca artık göçeceksin demekti. Yolun kenarındaki duvara oturdu ve Timuru izlemeye başladı. Boynuz ağacından kumruların guguk guk(el göçtü biz kaldık), guguk guk sesleri , topluca öten cırcır böceklerinin sesleri ile bütün mahalleye yayılıyordu. Herkes yaylaya göçmüştü. Sadece yolun aşağısındaki taş evde torunu ile yaşlı bir kadın oturuyordu. Onlar yaylaya hiç göçmez ve onlarla kimse konuşmazdı. Yaşlı kadın elinde bir tabak dolma ile aşağıdan gözüktü ve duvarın başına gelerek annesinin yanına oturdu. Dolmayı annesine verdi. Yaşlı kadının getirdiği yemekleri evde annesinden başka kimse yemezdi. Herkes gavurun tabağından yemek yenmez, bardağından su içilmez derdi. Annesi yaşlı kadının getirdiği yemekleri alır ve çoğunlukla Deli Haydara verirdi. Deli Haydara kendisi de yemek verirdi.Yaşlı kadın fısıltılı bir sesle konuşuyordu.

    -Bizi buradan gönderecekler. Allahtan Rafet belediyede çalışmış. Onu çok seviyorlar. İstediğimiz yere gitmemize göz yumacaklar.

    Timur konuşulanları duyabilmek için telden yaptığı arabasını duvarın yanından yolun dibindeki kayaya doğru sürüyor ve kayadan yola viraj dönme hareketleri yaparak gidip geliyordu. Birden ayağı takıldı ve kayalara çarparak düştü. Uyandığında babası ona bakıyordu. Elindeki sütlü çikolataları yastığının altına koyarak Timura gülümsedi ve ne o virajı alamamışsın dedi. Timurun dudağı yarılmış ve dudağına hastanede dikiş atmışlardı. Timur babasına Nergisi nereye götürecekler diye sordu. Babası, çocuklar böyle şeyleri konuşmazlar. Bunu sakın dışarıda hiçbir yerde konuşma dedi. Annesi eski taş mutfaktan babasına seslendi.

    - Ben sana artık göçelim diyorum. Sen hareket etmiyorsun. Bu çocuğun arkadaşı kalmadı. Koca çocuk oldu arabacılık oynuyor, çocukluktan kurtulamadı. Bir gün şeytan kandıracak dedi. Babası annesine,
    - Tamam.yarın şeritleri hazırlayalım diye cevap verdi. Daha sonra annesi yanlarına gelerek babasına fısıltıyla
    - Komşu akşam bize gelecek. Seninle konuşmak istiyor. Nergisi size verelim, oğlunuzdan birisiyle evlendirirsiniz diyor dedi. Babası,
    - Olmaz. Sen karışma. Ben konuşurum. Bu sorumluluğu taşıyamam dedi. Akşam yaşlı kadın gelince evde herkes ne söyleyecek diye nefesini tuttu. Babası yaşlı kadına olmaz. Daha çok küçükler diye cevap verdi. O günden sonra onlardan hiç konuşmadılar. Zaten artık onları hiç görmediler. Deli Haydar ve yabancı şişko adam da gözükmediler.

    Sabah daha gün doğmadan uyandılar. Şeritler için kıl çaputlar çıkarıldı. Yatakları şeritlere yük yaparak sardılar. İbrik, sürahi ve kap kacak kasalara konuldu. Radyo ve aynayı yanlarına aldılar. Eşyaları yola çıkardılar ve hep birlikte kamyonu beklemeye başladılar. Kamyon, küçük kasalı ve kırmızı burunlu küçük bir kamyondu. Önce, öte yakadan göçleri alacak, en son kendilerine gelecekti. Eşyaları kamyona, şeritler önde, kasalar arkada olacak şekilde yerleştirdiler. Kadınlar önde şeritlerin, çocuklar arkada kasaların üzerinde oturarak yola çıktılar. Bütün gün sürekli tırmanarak gideceklerdi. Dağları aştılar. Ormanlardan geçtiler. Yolda, karşıdan karşıya koşarak geçen tavşanları, sincapları ve keçi sürülerini seyrettiler. Yaz gelince, sular iyice azalmaya başlayınca hayvanlar kendiliğinden yaylanın yolunu tutarmış. İri gövdeli büyük meşe ağaçlarının olduğu düzlükte mola verdiler. Yolluk için hazırladıkları haşlanmış tavuk, yumurta ve patates yediler. Ardıç ağaçlarının arasındaki çeşmeden su içtiler ve serinlediler. Dar yolda, yolun iki tarafından tepelere doğru ağan sedir ağaçlarının arasından geçerken karşıda Akdağın uzun çıplak tepesini gördüler. Akdağın bütün yamaçları bembeyaz kar örtülüydü. Karın serin sulu kokusunu ciğerlerinde hissettiler. Timur karşıdan önce ardıç, sonra da servi ağaçlarının arasından kendi evlerini bulmaya çalıştı. Evlerine iyice yaklaşmışlardı.

    Eşyaları hep birlikte taşıdılar. Herkes yardıma geldi. Kadınlar evi kireç ile badanalamışlar, sarı tahta boyasıyla boyamışlardı. Adalardan kaçak gelen dikiş makinesini, vitrin süslerini ve ipek kumaşları itina ile yerleştirdiler. Göçün tamamı ertesi gün gelecekti. Timur, göçün gelişini seyretmek için sabah erkenden kalktı ve balkona koştu. Göçün önünde ince kumaştan temiz ceketleri, yakaları iliklenmiş gömlekleri ve en yeni şapkaları ile atlarının üzerinde yaşlı adamlar geçtiler. Ak yüzleri traşlı idi. Her ata bir deve bağlıydı. Develer ve atlar kırmızı siyah örgüler ve gök boncuklarla süslenmiş develerin üzerindeki yükler her evin en yeni kilimleriyle örtülmüştü. Arkadan katırlarının üzerinde kadınlar geçiyordu. Yeni çarşaflarının içinde çiçekli fistanları gözüküyordu. Ak dastarlı ve güleç yüzlüydüler. Kadınların arkasından gençler ve çocuklar yürüyerek geçtiler. En arkada keçi sürüleri, inekler ve atlar sürüler halinde geçiyor, çobanlar sürülerin etrafında koşuşturuyordu. Timur göçten sonra bahçeye indi. Bahçede uzun silindir arı kovanları üst üste dizilmişti. Köşedeki ahırda inekleri ve buzağıları vardı. Katırlar ve atlar yan yana takılıydı. Timur beyaz atın yanına giderek onu sevdi ve ata seninle çok koşacağız dedi. Bahçenin ortasından geçen su arkı bahçeyi ikiye bölüyordu. Ark boyunca kızılcık ağaçları dizilmişti. Arkın yanından geçerken kurbağalar cup cup suya atladılar. Bahçenin alt kısmında tavşan başı elması, şeker armudu ve erik ağaçları vardı. Bahçenin etrafı çayırlarla ve servi ağaçlarıyla çevrilmişti. Timur, kargalar gelmiş midir diye servi ağaçlarının tepesine baktı. Annesi kargaların geçmişten, atalarından haber getirdiğine inanır ve onlara ayrı bir özen gösterirdi.

    Akşam ezan okunurken önce dağlar sessizliğe bürünürdü. Hava kararmaya başlamıştı. Herkes evde toplandı. Timur balkonda oturuyor eve dönüşü seyrediyordu. Yoldan geçen yabancı bir adam,

    - Selamünaleyküm diyerek Timur'a seslendi.
    - Ben oduncuyum dağlardan geliyorum. Geç oldu. Artık tekkeye yetişemem. Akşamlamaya tanrı misafiri kabul eder misiniz diye sordu. Timur bir şey diyemedi.
    Evleri kalabalıktı. Babasının misafirleri vardı. Panayırda alışveriş yapmak için gelmişler, bir haftadır onlarda kalıyorlardı. Babası içeride onlarla oturuyordu. Babasına sordu. Babası,
    - Sorulur mu oğlum diyerek ayağa kalktı ve yabancı adamı birlikte karşıladılar. Evde herkes namaza durmuştu. Yabancı adam abdest alırken Timur ve babası adamın eline ibrikle su döktü. Havlu tuttu. Adamın kırmızı bir yüzü, üzerinde gri uzun bir hırkası, başında kızıl desenleri olan sarığı vardı. . Kuşağından yay gibi kıvrılmış ve siyah sapında kırmızı çiçek işlemeleri olan bir bıçak çıkardı ve Timura verdi. Bu senin olsun. Oduncu bıçağı. Oduncu bıçağı çok az ve zor bulunurdu. Timur bıçağı aldı cebine koydu ve sonra defalarca cebinden çıkartıp çıkartıp baktı. Bıçağı çok sevmişti. Yemekten sonra babasına,
    - Yabancı adam kimmiş diye sordu. Babası
    - Sorulur mu söylemiş ya işte. Tanrı misafiri. Annesi de,
    - Yoldan geçene su verilir, ekmek verilir. Kim olduğu sorulmaz. Belki de hızırdır dedi.
    Sabah kalktığında oduncu gitmişti.

    Ertesi gün önce misafirlerini uğurladılar. Misafirleri panayırdan giysi, kap kacak, çeyizlik alışverişlerini yapmışlar, katırlarını yükleyerek yola çıkmışlardı. Annesi de yıllık ve hediyelik panayır alış verişlerini onlarla birlikte tamamlamıştı. Yayladaki akrabalarına ziyarete gideceklerdi. Bir de düğün vardı. Misafirler gittikten sonra onlar da eşyalarını katırlara yüklediler. Timur ve annesi ve iki kadın ile beraber katırlara binerek yola çıktılar. Yollarda eşkiyalar olurdu. Amcası eşkiya için yeni erzak göndermişti. Eşkiya, erzak göndermeyen köyleri basarmış. Eşkiyalar amcasını da yayladaki akrabalarını da tanıyorlardı. Bu yüzden eşkiya korkusu duymadan dar ve ıssız yolda sürekli tırmanarak bütün gün yol gittiler. Aşağıda sıra dağlar ve uzun bir vadi göz alabildiğince uzanıyordu. Timur kadınların arasında gidiyordu. Tek erkek oydu. İki dağ arasından, kısıktan geçerken yol sadece tek bir katırın geçebileceği kadar daraldı. Sarp ve keskin kayalar, yolun kenarından iki dağın en yüksek tepesine doğru dikleşerek çıkıyordu. Yuvarlak büyük kaya parçaları arasından güçlükle ilerlediler. En arkadaki kadın önünden giden Timura,
    - Arkada yeşil göl var, sakın arkana bakma dedi. Timurun önündeki kadın da,
    - Erkek çocuklar Yeşil Göle bakmazlar. Hiç arkana bakmadan git diye tekrarladı. Timur korkmuştu. Katırını en önde gitmekte olan annesine doğru sürdü. Ona iyice yaklaşarak,
    - Kadınlar yeşil göle bakma diyorlar dedi. Annesi, evet yeşil göldeki kadın, erkek çocukları kandırıyormuş. Sakın arkana bakma.
    Timur en arkada kalmadan ve devamlı kadınlarla konuşarak yollarına devam ettiler. Akşam olmadan yaylaya vardılar.
    Kaldıkları çadırda hiç erkek yoktu. Sabah höşmerim yediler. Çadırın en küçük kızı Timura gülerek yaklaştı. Kızın kurumuş bir yüzü vardı. Elleri çıtır yarıktı. Timur kızdan hoşlanmadı. Kadınlar kızın annesine,
    - Kızın beşik kertmesi var mı diye sordular ve Timurun annesine baktılar. Timurun annesi,
    - Biz çocukların hiçbirine beşik kertmesi yapmadık dedi. Sonra da Timura
    - Haydi beraberce dışarı çıkın. Karlarda kayarsınız ama geç kalmayın, akşama düğün var dedi.

    Kız ve Timur beraberce dışarı çıktılar. Tepelere doğru uzanan kar kütlelerinden eriyen sular, düzlüğün tam ortasında uzun bir kanal oluşturmuş ve düzlüğü ortadan ikiye bölmüştü. Kanalın kenarlarındaki çayırlarda besili yaban atları yayılıyordu. Kanalın iki tarafındaki düzlükte siyahlı beyazlı büyük ve gösterişli çadırlar kurulu idi. Çadırın küçük kızı Timuru kar kütlelerine götürdü. Bir süre birlikte karda kaydılar. Timur kızla oynamaktan sıkılmıştı. Karda kaymayı bıraktılar. Kız,
    - Düzlüğe, çadıra dönelim dedi .

    Timur düzlükteki çadırı kolayca bulabileceğini düşünerek yalnız kalmak istedi. Kız çadırlarına dönünce Timur koşarak kar kütlesinin tepesine tekrar çıktı ve kendi kendine kaymaya başladı. Bir süre sonra yan taraftaki kar kütlesinde bir başkasını fark etti. Timur tepeye çıkınca o da çıkıyor, kayınca o da kayıyordu. Sonra bu aralarında bir yarış halini aldı. Birbirlerine iyice yaklaşarak birlikte kaymaya başladılar. Artık yuvarlanarak, birbirlerine çarparak, birbirlerine sarılarak kayıyorlardı. Kar kütlelerinde kaymak her ikisi için de eğlenceli bir hal almıştı. İyice yoruldular tepedeki ardıç ağacının dibinde oturdular.
    Timur,
    - Senin adın ne dedi. Kızın yanakları al, al, elleri beyaz ve yeşil gözleri vardı.
    - Yeşil. Tepenin diğer tarafını işaret ederek aşağıda kızıl taşta oturuyoruz dedi.
    - Akşam düğün var biz düğüne geldik. Düğüne gelecek misiniz?
    Düğün için düzlüğün ortasında büyük bir ateş yakılmıştı. Erkekler ateşin etrafını daire gibi çevirerek oturmuşlar, bir kısmı arap ile zenne oyununu oynuyor bir kısmı onları seyrediyorlardı. Zenne kaçıyor arap kovalıyordu. Kadınlar kıl çaputlarla ayrılmış alanda oturmuşlar, kaşıkçı ve delbekçi kadınlarla hep birlikte türkü söylüyorlardı.

    Şu karşıki dağda yıldız ışılar.
    Soktular kamayı kanım fışılar.
    Kurtarmaya gelmiyor zalim komşular.

    Timur düğünde Yeşili aradı ama bulamadı. Onu göremeyince canı sıkılmıştı. Timurun huysuzlandığını gören annesi niye etrafına bakınıp duruyorsun, birini mi arıyorsun diye sordu.Timur, Yeşili bekliyorum dedi. Düzlükteki kadınlar Timurun annesine, Samıtın kızı Yeşil. Yeşilin, aşağıda Kızıltaşta, yurtta anesi ile yalnız yaşadıklarını, keçi besleyip yün eğirdiklerini söylediler. Adalardaki bombardımanda, büyük baskında babaları ölmüş. Buralara gelmişler. Topluma girmezler. Kimse ile konuşmazlar. Onlarla da kimse konuşmaz. Dediler. Ertesi gün kadınlar, akrabalara ve gelin gezmesine gittiler. Timur bir yolunu bulup kimseye görünmeden kadınlardan sıvıştı Yeşilin yanına gitti. Yeşil, ardıç ağacının dibinde yün eğiriyordu. Yeşil Timura kendi yerlerini, beyaz mağarayı göstermek istedi. Beyaz mağara Akdağın en büyük kar mağarası idi. Yeşil, kuzularını topladı ve birlikte aşağıya Kızıltaşa doğru indiler.

    Yeşilin annesi kayaların dibindeki yurtta, derenin kenarında keçileri sağıyordu. Yeşil, kuzuları annesine bıraktı ve beraberce Kızıltaşın yanından mağaraya içeri girdiler. Mağara çok büyüktü. Mağaranın içinde her yer kar ile örtülüydü. Mağaranın içinde masmavi bir gökyüzü ve kardan bir dağ vardı. Beyaz dağ güneşin altında parlıyor ve mağaranın aşağılarına doğru uzanıyordu. Mağarada biraz yürüdüler ama fazla ilerlemeye korktular. Mağaradan çıkınca kardan kamaşan gözlerini titreyerek ve oğuşturarak açtılar.Yeşil etrafına bakındı. Biraz ileride kayanın arasından gak guvak gak guvak diye öterek bir kınalı keklik gözüktü. Koşar gibi onlara doğru geldi ve durdu. Timur onu yakalamak için birden kekliğe doğru koştu ama yakalayamadı. Yeşil, Timura, çok hızlı gider onu yakalayamazsın dedi ve keklik gibi öterek onu yanına çağırdı. Keklik ağır ve ürkek adımlarla Yeşile doğru yürüdü. Yeşil onu kucağına aldı sevdi. Bunun adı kınalı keklik onu kimse yakalayamaz. Çok güzel öter, bütün kuşları yanına toplar dedi ve Yeşil ve keklik birlikte ötmeye başladılar. Etrafta kayalıkların arasından önce keklik yavruları sonra kartal yavruları çıkmaya başladılar. Kınalı keklik öttükçe çoğaldılar. Timur kınalı kekliği çok sevdi eline alıp sevmek istedi. Yeşil elindeki kekliği Timura vererek bunu al, koynuna koy. Senin kekliğin olsun. Kimseye verme. Uçmaya başlayınca dağlara doğru sal, o buralara gelir. Sonra Kızıltaşta kayaların üzerine oturarak aşağıda önlerinde uzanan sıra dağları seyrettiler. Kızıl kayalıklar aşağıya kar derelerine kadar iniyor, yukarıdaki dik kayalıkların arasında yeşil göl duruyordu.

    Kızıltaştan ardıç ağacına kadar tekrar beraber geldiler. Timur, Yeşile ertesi gün evlerine döneceklerini söylemişti. Ayrıldılar. Timur kınalı kekliği annesinden ve kadınlardan yol boyunca koynunda sakladı. Evde arkadaşlarından bulduğu bir kafese yerleştirdi. Kınalı keklikle arkadaş oldu. Onunla birlikte öttü, onu bahçede dolaştırdı ve onu her şeyden uzak tuttu. Annesinin kargalara vermek için ayırdığı darılardan yedirdi. Annesi kınalı kekliği fark etmekte gecikmemişti. Yayladaki Yeşili de annesini de biliyordu. Gençliğinde Yeşlin annesi ile arkadaşlık yapmıştı. Birlikte çoban bakacağından yük gemilerinin adalara sefere gidişini ve gelişini seyrederlerdi. Kocası kömür iskelesinde kömür yakar, adalara gemiyle kaçak kömür göderirdi. Büyük baskında, bir taşın arkasından korkuyla savaşı izlemişler ve bombardımanın bitmesini beklemişlerdi. Adalar ve kömür iskelesi gözlerinin önünde yerle bir olmuş, yanıbaşlarına bomba ve top parçaları düşmüştü. Kocası kömür iskelesinde o günkü büyük bombardımanda genç yaşta ölmüş, o da korku ve üzüntüden dilini yutmuştu. Yeşilin annesi o günden beri hep sağır ve dilsizdi. Annesi Timura aman oğlum kınalı kekliğe iyi bak. Avcıların eline geçmesin. Kınalı kekliği, keklik avlamak için kullanırlar. Çok güzel ötüyor. Bütün keklikleri onunla kandırırlar. Onu uçunca dağlara bırak. Kimsenin eline geçmesin, annesinin babasının yanına gitsin diye ikaz etti. Timur Yeşile söz vermişti. Kınalı keklik uçmaya başlayınca onu Akdağa doğru salacaktı. Devam edecek

    Yaşar Bilgin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Malik Gödeliner


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Yarınlar Kaldı Geçmişin Omuzlarında

    Masum bir mutluluk,
    ve onu saklayan kahkaha atan bir hüzün
    Ne kadar sevebildiysek acısını dünün
    raksettik uğultusunda ölümün.
    ve hınzırlaştığımız gecelerin matemi arasında
    kaybolduğumuz umutsuzluk bırakmaz bizi yarı yolda
    hep böyle, acı çaresiz, tatlı çaresiz.

    Bora Saban

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Kol Düğmeleri
    Barış Manço









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100201.asp
    ISSN: 1303-8923
    1 Şubat 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com