|
|
|
Editör'den : Sevgilinize, alın verin, verin alın, eğlenin!.. |
Merhabalar,
Bugün gazetelerde manşet; "Yeğenini korumadı" Bravo padişahıma. İşte hakkın bekçisi, işte hukukun ombudsmeni. İğneyi kendine, çuvaldızı vatandaşlarına batıran, halkın sevgilisi, memleketin biricik ve yegâne başbakanı. Tamam biraz abarttım ama, haberi okuyunca siz de bana hak vereceksiniz. Tayyip Beyin öz be öz yeğeni elli kilo esrarla yakalanıyor, yetkililer kendisine haber veriyor, o da; "Gereken neyse yapılsın." diyor. E güzel. Şimdi o manşeti okuyan Tayyip Bey, kıpkırmızı kesilmiş suratıyla; "Ne yani, siz benim yeğenimi koruyacağımı mı sanıyordunuz da bu manşetle şaşkınlığınızı dile getiriyorsunuz? Sizi gibi beni bilmezler sizi. Sizi Meclis başkanı mı sustursun yoksa ben mi susturayım?" diyecek göreceksiniz. Şaka bir yana, manşet olan haberin güzelliğini görüyorsunuz değil mi? Başbakanının yeğenini korumaması olay olmuş. Yok bir de korusaydı!
...
Şu anda saat 03:00'ı çoktan geçti. Bizim aile işlerinden sorumlu bakanımız yurtdışına yaptığı, hem ziyaret hem ticaret gezisinden epeyce geç döndüğü için, matbaayı zamanında açmam mümkün olamadı. O nedenle bana müsaade. Adettendir, gitmeden önce, 14 Şubat sevgililer gününüzü de kutlayayım tam olsun. Sakın ola, pazarlama dehalarının oyununa gelip garip nesnelere para harcamayın. Alın bir tek gül, gidin sevgilinize. Biraz tebessüm, iki çift tatlı söz, hukuka uygun yerlerden öpücük yeter de artar bile. Haydi kalın sağlıcakla ve sevgiyle.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ETEKLERİ ZİL ÇALAN YAZI |
|
Bazen bir rüzgâr eser, kırar bütün dallarımı. Bazen de Şubat ortasında kuş cıvıltıları, kucak kucak çiçek yüklenerek gelir zemheri. Her biri uçuşan pembeler, yakutlardan parlak yeşiller, cam gibi kırmızılar, illa da turuncu ve maviler içinde oynaşır. Eremedim gitti bu dünyanın sırrına diyen ne ilk kişiyim ben. Ne de son kişi olacağım. Zaman tılsımlı bir su, içmeye de mecbursun üstelik. Çiçek demişken şaka yapıyorum sanmayın. Geçen hafta gördüm. Adıyaman'da bademler kışa inat dallarını beyazlarla donatmışlardı. Aziz Nesin'i düşünmeden edemedim. Ne güzel söylemişti Arkadaşım Badem Ağacı şiirini.
"Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Açarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı"
Bu gün acayip bir gündü. Dokuz ayın çarşambası ilk kez güzel bir şeyler için bir araya geldi. Öğrencilik günlerimizden sonra yitirdiğim, bir daha bulamadığım, ulaşamadığım arkadaşımla bir araya geldik. Anıları tozunu dumana kattık. Zaman da sınırlıydı. Konuşacaklarımızın, anlatacaklarımızın hepsini belleğimizin torbasından ve sözcüklerin büyüsünden çıkaramadık. Zihnimizde on binlerce resim saçılıp ortalığa dağıldı. Akşam oldu, o evine gitti. Ben aklımda dönüp duran resimlerle azıcık sarhoş, biraz da şaşkın öylece kala kaldım. Buluşmanın asıl garipliği dağda, taşta, başka şehirlerde aradığım arkadaşımı yanı başımda bulmam oldu. Bir sürü ortak tanıdığımız varmış meğer. Belki günlerce aynı kaldırımları çiğnemişiz, aynı sokaklardan geçmişiz de ruhumuz bile duymamış.
Bu gün akıllara ziyan bir gündü. Arkadaşıma yıllar sonra ulaşmışken bir telefon, "Seni büro da bekleyen bir misafirin var. Buraya gelebilir misin?" "Gelemem arkadaş, misafire kabalık olmasın ama gelemem kine. Yirmi altı yıldır göremediğim bir arkadaşımı güç bela bulmuşum. Onu öylece yüz üstü bırakıp gelemem kine. Halimden anlayın azıcık." Şükür ki benim tavrıma kırılmadı, ayağına üşenmedi kendisi çıkıp geldi.
Gelen kim olsa beğenirsiniz. Yirmi dört yıl önce öğrencim olan ve tayinimiz çıkıp arkamızda bıraktığımız onlarca küçük kızdan biri. Büyümüş, okumuş, öğretmen olmuş. Bununla da yetinmemiş, evlenmiş barklanmış anne bile olmuş. Kocaman kocaman senelere inat bizi unutmamış, ısrarla anılarında taptaze tutmuş. Bir evlat, bir kadın, bir meslektaş işte… Bir sözcük dokunmuş kulak zarına, bir resim ete kana bürünmüş, cana gelmiş. Duyulur da hiç durulur mu? Aramış, sormuş, soruşturmuş, kapılar çalmış, usanmamış gelip beni bulmuş. Bundan daha güzel ne olabilir ki? En son yaşadığım doğum günümde bile bu kadar şımartılmamıştım. Çıkıp gelenler günümün akşama doğru sarkan dilimini bayrama çeviriverdiler.
Bazen bir yağmur yağar, bilirsiniz ki bu yağmurdan öte bir şeydir. Dal dal meyve, başak başak buğdaydır toprağa düşen. Toprak bütün damlaları daha yere inmeden öpüp koklar. Sımsıcak göğsüne bastırır. Gördükleriniz başka, hissettikleriniz bambaşkadır. Üstelik bu hisler içinde çalkalanan bir tek siz değilsinizdir. "Bu yağmur bereket yüklü Hüsmen Aga, toprak da hiç kanacak gibi değil;" diyen insanları duyarsınız. Islanmak, sırılsıklam olmak eziyet olmaktan çok büyük bir zevke dönüşüvermiştir. Sokakların bildik telaşını arayan gözleriniz şaşkındır. Herkes bilir ki bu yağmurun ardında bir gökkuşağı gizlenmektedir. Beklersiniz…
Sihir dalda, ağaçta veya başakta saklı değildir. İnsanın kendisi binlerce tılsımı dağarcığında taşır. Ansızın, hiç umulmadık bir yerde ve hiç beklenmeyen bir zamanda dünya durur. Bir ses duyulur, birkaç sözcük beceriksizce ağızdan dökülüverir, çok eski bir resim gizlendiği yerden çıkıverir. Yaşadığınızı hissedersiniz. Ve yaşamın getirdiği bütün güzelliklerin tadını... Kederli şarkılara, her gün hüznün saçlarını tarayanlara kanmayın sakın. Bırakınlar onlar bildikleri masalların sokaklarında dolaşsınlar. Baktınız ki gece zifiri karanlık. Yalnızsanız ve üstelik çok korkmuşsanız? Çıkarın dağarcığınızda gizlediğiniz tılsımları. Odanın etrafına saçıverin. Ama sakın sihirli sözcükleri söylemeyi unutmayın.
"Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz."
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu DEMOKRASI ve MİLLETVEKİLLERİMİZ |
|
Geçen hafta mecliste yaşanan arbededen sonra önceki gün grup başkanvekilleri ve meclis başkanvekilleri ( CHP'liler hariç) Başkan M. Ali Şahin'in davetiyle bir lokantada önce talaş böreği üstüne de kabak tatlısı yemişler ve olayı kabak tadı vermeden tatlıya bağlamışlar. Aslında bu bir barış yemeği falan değil de görüş alışveriş yemeğiymiş.
Yediklerinin adı ve yemeğin amacı ne olursa olsun biz milletvekillerimizi hep saygıdeğer buluruz. Öyle ya bizi demokrasi adına Mecliste onlar temsil ediyorlar.
Bilindiği gibi meclisteki arbede, AKP'li Aydın İl Genel Meclisi üyesi İsmail Hakkı Eser'in başbakana "peygamber gibi…" demesi nedeniyle olmuştu. Ne büyük anlayışsızlık. Bizim halkımız olgun, hoşgörülü, yapıcı insanlar için "peygamber gibi…"der. Büyük olasılıkla İ. Hakkı Eser de bu benzetmeyi başbakanı kutsamak için değil, olgun, hoşgörülü ve yapıcı gördüğü için yapmıştır. Acaba Eser, bir başka partinin milletvekillerinin üstüne öfkeyle yürüyen milletvekillerini ve kendisinin partiden derhal uzaklaştırılmasını isteyen başbakanı izlerken nasıl bir benzetme hatası yaptığını anlamış mıdır?
***
Çok değerli bir arkadaşım bir ileti göndermiş. İletide birçok ülkenin milletvekili maaşlarıyla ilgili bir araştırma var. İşte o araştırmadan birkaç örnek:
Norveç: Kişi başı milli geliri: 98.000 $. Milletvekili maaşı: 7.500 $.Yan ödeme: Yok.
Emeklilik: 65'ten sonra. Maaşın milli gelire oranı: % 7.6.
İsviçre: Kişi başı milli geliri: 65.000 $. Milletvekili maaşı: 4.200 $. Yan ödeme: Yok.
Emeklilik: Yok. Maaşın milli gelire oranı: % 6.4.
İspanya: Kişi başı milli geliri: 37.000 $. Milletvekili maaşı: 2.312 $. Yan ödeme: 1.500 $.
Emeklilik: Memur gibi. Maaşın milli gelire oranı: % 4.
İki örnek de eski doğu bloğu ülkelerinden verelim:
Çek Cumhuriyeti: Kişi başı milli geliri: 21.000 $. Milletvekili maaşı: 1.900 $. Yan Ödeme: yok. Emeklilik: Yok. Maaşın milli gelire oranı: % 9.
Litvanya: Kişi başı milli geliri: 15.000 $. Milletvekili maaşı: 820 $. Yan ödeme: Yok.
Emeklilik: Yok. Maaşın milli gelire oranı: % 5.4.
Ülkemizi merak ediyorsunuz değil mi?
Türkiye: Kişi başı milli geliri: 10.000 $. Milletvekili maaşı: 5.600 $. Yan ödeme: Harcırahlı. Emeklilik: Yaş sınırı yok. Çifte emekli geliri var. Maaşın milli gelire oranı: % 56.
Rakamların özü şu: Bu yoksul halk, dünyanın en zengin uluslarının bile vermediği parayı milletvekillerinden esirgemiyor. Ancak, bu halkın, "Herkesin gerçekçi olması gerekiyor. Bugün yaşanan ekonomik şartlar ortada.( Abdullah Gül, Tekel işçileri için söylediklerinden) " diyenlerden, bu duyarlılığı beklemek hakkı değil mi?
***
Bület Sarıoğlu'nun Hürriyet'te çıkan bir haberine göre " parlamento, bu dönemde dokunulmazlık dosyalarının rekorunu kırmış. TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu'ndaki son verilere göre milletvekilleri hakkında 608 dokunulmazlık dosyası meclise gönderilmiş. Bu dosyalarda ihaleye fesat karıştırma, görevi kötüye kullanma, hakaret, zimmet, sahtecilik, dolandırıcılık, yaralanmaya ve ölüme neden olma gibi suçlamalar yanında Siyasi Partiler Kanunu'na, Seçim Kanunu'na muhalefet, terör örgütünün propagandasını yapmak gibi devlet düzenine karşı işlenmiş suçlar da var.
Evinde demokrat olamayanın seçeceği milletvekilinde demokratlık aramasını beklemek ham hayalden başka bir şey değildir. Tarihçiliğine saygı duyduğum Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın tam da bugünlerde "Türk toplumunun militarist olması"nı bir meziyet olarak dile getirmesi elbette rastlantı olmamalıdır. Emir komuta ilişkisi içinde yaşayan bir toplumu demokrat yapmak pek kolay değildir. Onlar, itaat kültürüyle yetiştikleri için liderler sultasını demokrasi olarak algılarlar. Bunca parayı alan, dokunulmazlık zırhına sığınıp bunca suçu işleyebilen, bir minik benzetmeye bile tahammül edemeyip birbirini yumruklayabilen, bayan başkanvekilinin odasına paldır küldür dalmada hiçbir sakınca görmeyen bu kişiler, halk istediği için değil, liderler işaret ettiği için oradadırlar. Birçoğu seçim yasasındaki %10 barajı sayesinde milletvekili olmuştur. Bu yüzden tekel işçilerinin direnişini yeniçeri ayaklanmasına benzetenlere: "Peki siz padişah mısınız? Siz padişahsanız, biz neyiz?" diye soramazlar.
Bu milletin, milletvekillerinin aldığı parada gözü yoktur; ama onlardan liderlerinin emir eri gibi değil, milletin vekili gibi davranmalarını beklemek hakkıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi liderlerin hınk deyicisi yargı kaçaklarının sığınağı değildir, olmamalıdır.
Sanal darbeleri gündemde tutarak, "Kürt Açılımı, Alevi Çalıştayı, askere sivil yargı yolunu açma, HSYK'yı kendi müdahalesine açık yapılandırma bulamaçlarını bizlere demokrasi diye yutturmaya kalkışanlar, önce gerçek halk iradesinin Büyük Millet Meclisi'ne yansımasının yollarını açmalıdırlar.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Bir Tutam Lise Günleri - 3 |
|
Çok uzun zaman önceydi. Lisedeki sınıf arkadaşlarımın kulakları çınlasın, iyi insanlardı. Kimsenin kimseyle alıp vereceği yoktu. Tabii ilk zamanlarda böyleydi ama sonraları bazı çatışmalara şahit olmuştuk. Sınıfta değişik gruplar oluşturulmuştu, bunlar birbirlerinin dilinden anlayan aynı mantıkla hareket eden öğrencilerdi. Bir grup vardı ki ben diğer okul hayatımda onlar gibilerini görmedim. Öyle sessizdiler ki onların teneffüste konuştukları bile duyulmazdı. Ses telleri yalnızca sözlüde çalışır ve ancak tahtaya çıktıkları zaman onların sınıfta varolduklarını hissederdik. Zararsız, kendi hallerinde yaşayan, varla yok arası öğrencilerdi. Başka bir grubu ise arka sıralardan başlayarak orta sıralara kadar yan yana oturan uçuk kaçık kızlar oluşturmuştu. Uçuk dedim çünkü bu kızlar okulun katı disiplinine birazcık da olsa karşı koymayı başaranlardı. Biraz havalı, güzel, modern, uçarı, çalışkan denilecek kadar kopyacılıkla sınıfı geçenlerdi. Onlar çuval gibi etek giyip, sınıfta bu çuval eteklerini çıkaran ve altlarındaki mini okul etekleri ile dolaşan kızlardı. Farklı bir tarzda olup, hayatı ve gençliği olabildiğince yaşamaları aslında benim hoşuma gidiyordu. Şimdiki halleri ile geçmişin o güzel günlerin anılarına yolculuk yaptıklarında "İyi ki de yapmışız" dediklerine adım gibi eminim. Diğer bir grup ise isyankardı. Dört beş kişiden oluşan bu kızlar, sınıfın bütün kızlarından ayrı durup, farklı sohbetler içerisindeydi. İsyankar diyorum çünkü okulun alacak verecek konularında asla hiçbir şey için ödeme yapmıyorlardı. Yazılı kağıtlarından tutun da, okul harçlığı, aidat ödemeleri gibi okulun bazen öğrencilerden topladığı paraları asla vermezlerdi. Onların sosyalist yaklaşımları, boş bir dersimizde şarkı söylettiren bir öğretmenimize topluca söyledikleri sosyalist marşı ile kesinlik kazanmıştı. Tabii bu şarkı bazı muhafazakar erkek arkadaşlarımız tarafından yarıda kesilmişti. Her ne olursa olsun onların hiçbir kötülüğünü görmemiştim. Sınıftaki bu gruplardan bağımsız olanlar vardı, birisi de bendim. Grupların içine girip çıkarak herkesle kaynaştığım gibi yalnız başıma olmayı da severdim. Bir elin parmak sayısını geçmeyen sınıftaki çalışkan öğrenciler de grup oluşturmadan bağımsız olmayı tercih edenlerdendi. Onların arkadaşları sadece kitaplardı.
Son olarak bir grup vardı ki onlar benim etrafımda oturanlardı. Sessizlere benziyorlardı ama tam da onlar gibi değillerdi. Onları konuşturan, birbirlerine kaynaştıran ve sonraki yıllarda bile arkadaşlıklarının devam etmesini sağlayan bendim. Çünkü onlar kaplumbağa gibi hayatın tehlikelerine karşı koymak amacıyla sırtlarında taşıdıkları kabuklarına sıkıca yapışmışlardı. Gençtiler, liseliydiler ama evcil korkularının içinde kendi dünyalarında sıkışıp kalmışlardı. Okulumuza çok yakın olan İstiklal Caddesine bir gün okul çıkışında onları götürmek için ikna edemediğim gibi, hayatlarındaki kapalılık yüzünden hayallerinin olup olmadığından bile şüpheliydim. Onlara yardımcı olmak istedim ve oldum da. Evlerine giderek aileleri ile tanışıp içtenliğimi onlara gösterdim. Böylece kabuklarından biraz sıyrılıp, arkadaş edinmeyi öğrendiler ve bu yıllarca sürdü. Ama ne yazık ki kalıplaşmış dar zihniyetlerinin içinde, sığ yaşamlarında kendilerine açılan dostluk kapısının değerini pek bilemediler, çok çabuk unutup bu değerli kapıyı kapatıverdiler. Onları çok fazla suçlayamıyorum, çünkü ailelerinin verdiği kültürel-sosyal değerlerin yoksunluğu ile büyümüşlerdi. Artık görüşmediğimden de sözüm onlar için bu kadar. İtiraf etmeliyim ki zaten lise yıllarında beni bir tuhaf görürlerdi. Ben herkesle diyalog kurabilen, her grubun içine girerek uyum sağlayabilen bir öğrenciydim. Sessizler grubuyla bile muhabbet edebiliyordum. Ama bir özelliğim vardı ki bu da bana artılarımın yanında eksi puan kazandırıyordu. Özellikle lise yıllarında yaşadığım aile sorunlarım, beni iç dünyama sokuveriyordu. Benim en iyi ilacım ve dostum, kitaplarım oluyordu. Teneffüslerde açtığım kitabımı, teneffüsün kulak dolduran anlamsız gürültüsünden rahatsız olmadan, can sıkıcı koşmalardan boğulmadan, her şeyden uzaklaşarak ve tamamıyla olayların içine girerek okuyordum. On ya da yirmi dakikalık bu arada, ben arkadaşlarımdan uzaklaşarak bambaşka bir dünyanın içine gidiveriyordum. Arkadaşlarıma katılımcı kişiliğimi gösteremediğim işte böyle zamanlar, bazen tehlikeli olabiliyordu. Kapalı dünyalarının içinde beni soyutlayabiliyorlardı. Upuzun kantin kuyruğuna girecek bu arkadaşlarıma bana da bir simit almaları için verdiğim para, bazen masamın üzerinde kalıveriyordu. Küçük bir iyilik yapmadıkları için bazen kızıyordum, bazen de onlara hak veriyordum, çünkü bu işe katiyen zorunlu değildiler. Ben bu küçük hesapların peşinde olmadığım gibi karın gurultusu ile dinlediğim derste, kendi düşüncelerimin hülyasında sıramın altındaki romanımın bana sayfalarını açmam için fısıldadığını duyuyordum. Sıkıcı bulduğum bir dersteysem zilin hemen çalması için dua ediyordum. Zil çalınca da kitabımı okumaya devam edip, açlığımı unutuveriyordum.
Öğleden sonraya sarkan ders saatlerimizden önce küçük bir öğlen aramız vardı. Bazen evden sandviç getirirdim. Çok fazla param yoktu, olsa da kantinde tost ve simitten başka bir seçenek de yoktu. Benim gibi bazı arkadaşlarım da evden ekmek arası bir şeyler getirirdi. Hiç unutmam ki bir gün öğle arasında cam kenarında oturan bir arkadaşımın yanına sohbet etmek için gittim. Elinde kocaman bir yarım ekmek tutuyordu. Nezaketle bana da ikram etti ama ben toktum, teşekkür ettim. Sohbet ederken gözüm, arkadaşımın ısırdığı ekmeğin arasından görünen zeytin tanelerine gitti. Başka bir şey yoktu, ekmek ve zeytin. İçim bir tuhaf olmuştu. Yokluğu ve varlığı yaşadığım, bildiğim için bu kıza daha fazla sempati duydum. Zaten onun hiç kimseyle doğru dürüst sohbet etmediğini biliyordum. Sonra tuhaf bir görüntü ile karşılaştım, masasının tükenmez kalemle ikiye bölündüğünü görünce bu çizginin ne ifade ettiğini sordum. Yanında oturan kız onu hor görmüş, sıranın sadece yüzde otuz beş kısmını kullanmasına izin vermiş. Kendisi ise sıranın yüzde altmış beşini kullanıyormuş. "Bu ne saçma iş? O da kim oluyor?" diye sinirlendiğimi hatırlıyorum. Uyanık, düzenbaz kızın derse gelmesini bekledim ve ona hesap sordum. Benim arkadaşım ise öyle sessizleşmişti ki yanında oturan bu düzenbaz kızın ona daha kötü davranacak olmasından korkarak oturduğu yerde daha da ezilip büzülmüştü. Ama korkmasına gerek yoktu, ben ezilenlerin yanında yer alan iyi bir dosttum ve onun ezilmesine asla izin vermezdim. Bu düzenbaz kız sonra bana kafayı takmıştı. Bana kötü kötü bakıyordu, benimle konuşmuyordu ve hatta beni bir defasında beden dersinde fena itmişti. Umurumda değildi, çünkü haksızlığa tahammülüm yoktu. Arkadaşım bana minnettar kalmış mıydı bilmem ama arkadaşlığımız liseden sonraki yıllarda da devam etmişti. Liseden sonra okumamış, staj yaptığı bankada çalışmaya devam etmişti. Çünkü sekiz kardeşten en büyüğü olarak ailesine bakmakla yükümlüydü. Liseden sonra nostalji amaçlı bir arkadaş grubu oluşturdum ve onları belli zamanlarda görüşmek için davet ettim. Bu bankacı olan arkadaşımı da davet ederek diğerleri ile samimiyetini güçlendirdim. Tabii zaman geçti, herkes kendi hayat derdine düştü, bankacı arkadaşım beni unuttu gitti, çünkü yeni arkadaşlar edindi. Sonra da diğerleri aramaz oldu; neden aramadıklarını sorduğumda, bin bir türlü bahaneler uydurdular. Oysa ki benim bahanelerim de o kadar çoktu ki buluşmamak için; ama ben bunları öne sürmüyordum, çünkü değer veriyordum geçmişime, arkadaşlıklarıma. Anladım ki yaptığım onca iyiliklere rağmen dostluğun anlamını meğerse hiç bilmemişler. Lise yıllarında olduğu gibi kalıplaşmış dar zihniyetleri ile yaşadıkları hayatlarında aydınlığı görmeleri mümkün değilmiş. Benim çabalarım boşunaymış, boşuna. Kendim için şükrederim hep, hayatımı aydınlıklarla yaşıyorum. Unutmayanları unutmak gibi bir gaflet içinde bulunmuyorum.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Salı Sallamaları |
|
Belki duymuşsunuzdur; "Halk Takvimi" diye bir konu varmış. Bu takvimin de tıpkı diğer takvimler gibi zamanı; yıllara, aylara, haftalara ve günlere ayırmasının ötesinde günleri de özelliklerine göre ayırması söz konusu imiş. Elbette; yöreden yöreye değişebilmesi, toplumların sosyo-ekonomik yapısı ve doğa koşulları gibi özelliklerin bu günler üzerindeki etkisi inkar edilemez. Günlere yüklenen anlamlara baktığımızda ise; aşağıdaki hususlarla karşılaşıyormuşuz.
Çarşamba :
Dikiş dikenlere, gece iş yapanlara kötülük yapıldığına inanılarak; dikiş dikilmez, çamaşır yıkanmaz ve gecesine de iş yapılmazmış. Türküsünden esinlenerek de; "Çarşamba'yı sel alır" derler.
Perşembe :
Uğurlu gün kabul edilerek, çamaşır da yıkanır, temizlik de yapılırmış. Sadece; yakanın ölüsünün kalkacağına olan inanç nedeniyle erkenden lamba yakılmaması gerekirmiş.
Cuma :
Cuma namazına kadar ne çamaşır yıkanır, ne de temizlik yapılırmış. Mübarek gün olarak kabul görmesine rağmen; ava da gidilmez, hatta kız istemeye bile gidilmezmiş.
Cumartesi :
İnanca göre; dünyanın kurulduğu gün olduğu için çamaşır da yıkanmaz, dikiş-nakış işleri de yapılmazmış.
Pazar :
Genel olarak; gezmeye gidilen, her iş yapılabilen normal kabul edilen bir gün imiş.
Pazartesi :
Hem uğurlu gün kabul edilir hem de çamaşır günü. Yorgan kaplanır, her iş yapılır, her işe bugün başlanır. Ancak; biber, tütün gibi acı şeyler hiç kimseye verilmezmiş.
Salı :
Bugün hiçbir işe başlanmaz, zira sallanır, olumsuz olur. Hatta uğursuz gün bile kabul edilmiştir. Çamaşır da yıkanmaz, boya-badana gibi işler de yapılmazmış. Günümüzde; "Salı sallanır" demişler.
Diğer günler bir yana en iyi yakıştırmanın işte bu Salı gününe verildiğini düşünüyorum. Benim gibi düşünenler olduğunu da hemen hemen her Salı görüyorum :
Çevreyi mahvettiğiniz yetmedi bir de örtülü faşizm uygulamaya kalkıyorsunuz..
Bizler faşizmi bilmeyiz, demokrasinin de çevrenin de danişkasını biliriz, böyle biline ..!
Güldürmeyin, despottan demokrat olur mu yahu ..?
Açılma, boğulursun.. Nerede şu bizim ip ..?
Tahriklere kapılmayacağız, bizim yolumuza tarihi fırsatlar döşenmiştir...
Tarihi fırsatlarmış filan bir kenara bırakın; işçiye, memura, emekliye bakın..
Feşmekan tarihinde gitmişsiniz ama içeri bile almamışlar be, hade ordan ..!
Bunları iddia etmek izan dışıdır. Ayrıca; işçinin kıdem tazminatları bile bankadadır, ekonomi fevkaladenin fevkindedir...
Teğet geçen ateş bacayı sarmış, yangın büyüyor efendiler. Bakkal bile perişan...
Bunda kelli terzi gibi mezuralı olacağız. Sıkıysa 150 santimetre yaklaşın da, bak bakalım nasıl alacağız boyunuzun ölçüsünü...
Dur yahu neresiydi, neresiydi ? Hah, sizi Neröpsikopati Servisi'ne havale ediyorum. Aman yolumuzu kesmeyin, bize dokunmayın da.. Zaten ne kadar mağdur olduğumuz ortada...
Aman aman çok dokunaklı.. Bir dokun, bin ah işit ! Hadi gel, şuna hep birlikte dokunalım. Ne oldu ..? Gelsene buraya ..!
Asıl sen gel hele ..!
Gel ha böyle, gel ha böyle bir yanaaaa...
Bir şey diyeyim sanaaa...
Bir o yana bir bu yana, bir şunaaa...
Hafta içi allama, pullama..
Salı gelince sallama...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay TSK'nın Sabır Taşı |
|
Vicdanlara mı sesleneyim?
Açık mektup mu yazayım?
Dilim döndüğünce elektronik posta mı göndereyim?
Bilemedim…
Bilemeyeceğim de… Kelimeler boğazımda düğümleniyor, düşüncelerimi yazıya dökmekte zorlanıyorum.
Zira bir "Onur intiharı" daha yaşandı. Bu ülke için göğsünü hiç düşünmeksizin siper eden bir vatan evladı daha onursuz saldırılara dayanamadı.
TSK'ya saldırmak, yerden yere vurmak ne dayanılmaz bir haz veriyor ki, her geçen gün inadına devam ediliyor?
Hani hep duyduğumuz bir söylem vardır, Nerede bu devlet? Nerede bu millet?
Onu bırakın da, bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı nerede?
Ülkesinde dönen oyunların farkında mı değiller diyeceğim ama TSK'nın üzerine en çok Başbakan gidiyor hem de dörtnala.
Deniz Feneri ile adı yolsuzluklara karışan Zahit Akman,
Şirketinin adı uyuşturucu işine karıştı diye inceleme konusu olan Dengir Mir Mehmet Fırat,
AKP'li Dişli'nin belgelenen rüşvet olayında,
Sahte vekâletnamelerde,
İhaleye fesat karıştırdığı söylenen belediyelerinde,
Yine Deniz Feneri ile daha birçok kişinin olayında da böylesine saldırgan, karalayıcı yaklaşım var mı?
Elbette hayır.
Deniz Feneri davası yasaklı…
Peki, neden? Neden bu dava TSK'nın içinde döndüğü iddia edilen darbe planları gibi ortaya dökülmüyor, yanlı medyada yer bulmuyor?
Bu soruların cevaplarını aylardır alamadık zaten. Alacağımız da meçhul.
Devlet; en büyük kurum, dışa ve içe karşı toplumun adına hareket edebilen, bu amaçla güç kullanabilen, toprağı ve insanıyla birlikte tüm bir ülkeyi temsil eden, kurum ise…
İktidar; kendi iradesini eğemem kılabilme, başkalarının davranışlarını denetleyebilme, bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya zorlayabilme gücü. Başka bir deyişle başkalarını yönetme gücü, en genel, en kapsamlı, en üstün, toplumu oluşturan bireyler
Üzerine zor kullanma tekeline sahip bulunan bir iktidar biçimi ise…
Bir yerlerde bir şey yanlış işliyor demektir.
Yargı bağımsız güvensiz ve yansız bir hale getirildiğinde hukukun üstünlüğü sağlanamaz. Demokrasi adına söylenen tüm sözler havada kalır bir anlamı da kalmaz.
Sanırım biz şimdilerde bunun savaşını veriyoruz.
Millet bilim üzerine çalışır,
İnsanlık adına yeni icatlar yapar,
Ülkesinin yücelmesini sağlar,
Bilim dünyasında adını duyurur,
Bizse hala yok o kroki, yok bu senaryo, yok bu plan didinip oyalandırılalım.
Yok, plan milan.
Bir şeyi 40 defa söyleyince gerçek olurmuş… Onun planı bu! Buyurun buradan yakın bu da bir plan o halde.
Bu kadar plan yapanlar darbe için neden beklesin?
Kasımpaşa sokakları arasında sanki, futbol maçı yapıyoruz. Kaleciyi ayarladı bir kg. baklavaya sattı maçı. O ona çelme takar, o ona oyun oynar. Camı kırar başkasının üstüne atar.
Çocukken olur böyle şeyler ama artık devlet millet yönetiminden bahsediyoruz. Tüm dünyanın gıpta ile baktığı ordudan bahsediyoruz.
Kurumlar içinde kuruma yakışmayan birileri varsa dahi bu kurumu bağlamaz ki öyle bir durumda TSK zaten gereğini yapacak nitelikte bir kurumdur.
Dişli'nin rüşveti tüm AKP'ye mi mal oldu? Hayır.
Deniz Feneri yolsuzluğu ucu AKP'ye mi dokunuyor? Evet, veya Hayır cevabını yazamam yasaklı.
Hadi TSK'ya karşı psikolojik savaş kazanıldı diyelim (ki rüyada bile görülecek bir şey değil) kime ne kazandıracak?
Adamın biri aşağı mahallede yalan söylemiş, yukarı mahalleye çıkınca kendi yalanına inanmış hesabı.
Olay bu…
Artık bu tren makas değiştirmeli!
Sabır taşının sabrını zorlamanın anlamı yok!
Nuran Talay Talay.nuran@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Asıl Açılım Burada!.. |
|
Başta Tekel Direnişi'nin kalesi Ankara'da olmak üzere 4 Şubat 2010'da, Türkiye'nin greve destek veren bütün işçileri ülkenin tüm kentlerinde kendilerini gösterdiler. O gün yapılan bu eylem bir genel grev degil dayanışma greviydi. Sendikalar da kendi iş kollarında, yapabildiği ölçüde bu eyleme katıldı.
Bu ülkenin beyaz - mavi yakalı her işçisi bilmelidir ki, Tekel işçilerini desteklemek, onların yanında olup 4C'ye karşı durmak, gelecekte kendi başlarına örülecek çoraplara karşı şimdiden önlem almak demek. Dayanışma grevinin başladığı ilk saatlerden başlayarak İktidar ve onun yandaş medyası sürekli şu soruya cevap aradı:
"- Eylem başarılı oldu mu?"
Onların ne yanıt vermeye çalıştığını hepimiz gördük, ama bizim yanıtımız oldukça farklı: eylem başarılı.
Ayı aşan günler boyunca süregelen bu yasal direniş onu ideolojik olmakla suçlayan -ki, olsa ne olacak, yasadışı ilan eden, üstelik doğruyu da söylemeyen AKP iktidarına karşıdır. Başbakana göre, 5000 işçinin Vakıfbank'a yatan parası işçilerce çoktan yatırım hesaplarına aktarılmış, repolara bağlanmış, işçiler nemalanmaya başlamıştı bile! Vay, vay vay... Halbuki Muş çadırından konuştuğumuz işçiler, hesaplarına yatmış paranın üstelik kendi bilgileri dışında, üstelik 20-30 TL hizmet kesintisi de yapılarak, banka tarafından gerçekleştirildiğini, kendilerinin bundan haberleri dahi olmadığını haykırıyorlar. Bravo doğrusu! Böyle bir manevranın bırakın işçileri, hicivci BKM Mutfak ekibinin "Çok güzel hareketler bunlar" adlı gösterisinin skeç yazarı oyuncularının bile hayal edebileceklerini sanmıyorum.
Direnişin yaşandığı çadır bölgesine gelince. Evet, burası ideolojik bir yer: Çünkü aynı amaç uğruna bir arada ortak hareket etmenin, birlik olmanın, dayanışmanın, başka bir deyişle her gün daha da yükselen sınıf bilincini buram buram kokluyorsunuz. Burası bir okul: Eylem süresince işçiler ile sokaktaki sıradan vatandaş dahil onları destekleyen herkes öğrendiklerini yere göğe sığdıramıyor. TKP, ÖDP, EMEP, İP, Halkevleri, TTB, AFSAD gibi STK'lar, öğrenciler, halktan gönüllüler sahada çalışıyor. Gönül isterdi ki bütün muhalefet orada emekten yana yumak olsun. Burada bulunan herkes kazanılmış hakları kaybetmemenin kavgasını veriyor. Açlık grevine yatıp, ölmeyi göze alanların bir kısmı çocukları için bunu yapıyor: 23 yıllık İzmirli bir Tekel işçisi 1200 TL maaş alıyor. Ölürse devlet çocuklarına 1700 TL maaş bağlayacak! "Ölmeye geldim." diyor, "Ölümüm daha kıymetli."
İzmirlisi, Muşlusu, Diyarbakırlısı, İstanbullusu, Türkü, Kürdü, türbanlısı, eşarplısı, açık başlısı herkes hak mücedelesi veriyor. Çevre esnafı, polisin "Bunların arasında aslında PKK'lılar var, TEKEL işçileri aslında evlerine döndü, burada sadece birkaç temsilci ve örgütler kaldı, mesele TEKEL mücadelesinden çıktı." şeklindeki kışkırtmalarına kulak asmıyor. Sabah'a kadar açık dükkanlar, büfeler, çay evleri hep işçilerin yanında. Vitrinlerinde "Direnişi Destekliyoruz." yazıları asılı.
Ocak 2010 Sonar Anketi'ne göre Türkiye'nin en önemli ilk 3 sorununun oranları şöyle:
Ekonomik sorunlar ve Pahalılık %69,73,
İşsizlik ve İstihdam %67,70,
Kürt Açılımı %35,40
Bu rakamlar direnişin en önemli sloganı "İş, ekmek yoksa, barış da yok."u haklı kılmıyor mu?
Açılım da açılım diye zorlayan AKP gelsin görsün. Asıl Açılım burada başladı bile!
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Fotoğraf : Hüseyin TÜRK (AFSAD)
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ANSIZIN DİLDEN DÜŞENLER…
Bir sızı düştü nazenin şu gönlüme
Düşen sızılar gibi bütün bir ömrüme
Ey nurlu bakışlarında cennetimi gördüğüm
Ümidimi çaldılar umutlarım kördüğüm
Aç o baharlara tohum taşıyan elini
Aç ki hoyratlara kurban etme kulunu
Yolcuyum azıksız, yolarımsa engebe
Kim bilir ki şu gece hangi şafağa gebe
Çıkarıp şu gönlümü nazarında yıkasam
Kalır mı zerre kadar bir endişem ve tasam
İstediğim lakin iki damlacık değil
Ummanlara sevdalı bendeki garip gönül
İstemedim yıllardır yalvardığım duamda
Dünyaya talip olmadım kendi küçük dünyamda
Aydınlanacak Sevgili nazarınla günlerim
Dilimde bir türkü ben hep O'nu dilerim…
Ziya Paşa Akyürek
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|