Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.735

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Şubat 2010 - Fincanın İçindekiler


  • HANGİ DÜNYA DÜZENİ? ... Bertan Onaran
  • Telve… ... Temirağa Demir
  • Büyüklere masallar... ... Özge Yıldız


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Camii duvarlarının dokunulmazlığını kirletmeyin!..


    İyi haftalar,

    Babamla konuşuyoruz, 60 öncesi demokrat parti iktidarından söz ederken "Bakkal, sen altı kazıktansın sana yağ yok diyordu." diyor. Yani bölünme, ayrışma oralara kadar varmıştı demeye getiriyor. Bugünlerde durum sanki biraz daha farklı. Vatandaşlar arasındaki bölünmeden ziyade kamunun parça pinçik oluşundan söz edilmesi daha doğru gibi geliyor bana. F tipi yapılanmanın gaz verdiği bölünme artık her köşe başında kendini gösteriyor. Hayret etme dönemi de çoktan aşıldı. Şu sıralar küçük dil yutmaca, karnımıza ağrılar girmece safhasındayız. Senin ordun, benim ordum. Senin yargın, benim yargım. Senin medyan, benim medyam...

    Hala şüphelerim var. Ben iktidarın bu denli mankafa olamayacağını düşünmek istiyorum. Hatta, bunun da altında bir çapanoğlu olabilir diye tırsıyorum. Yoksa, bugüne kadar olduğu gibi, bu işten de tereyağından kıl çeker gibi kurtulabilirlerdi diyorum. Mesela, her haltı yedikleri halde, savcıyı tutuklamasalardı ne olurdu acaba diye epeyce kafa patlattım. Cevabı dün "Her açıdan" programında en yetkili ağızlardan aldım. "Gene sıyırırlar ve müsamere devam ederdi." diye tercüme edilebilecek bir cevap verdi Osman Şirin. Bu programı önemsiyorum. Çanak sorulara cevap veren başbakan ve bakanlarla değil, işin gerçek erbablarıyla, sorular sorup cevaplar alınan birkaç saygın programdan biri kanımca. Örneğin dün, Yargıtay Ceza Kurulu Onursal Başkanı Osman Şirin, tutuklu savcı Cihaner'in avukatı, işinin ehli Turgut Kazan, 55 yıllık siyasetçi Cindoruk ve Kocasakal vardı. Kazan'ın ağzından olayın teferruatını dinlediğinizde, kendini hukukçu diye tanıtan zevatın ne denli zavallı olduklarını anlamak güç olmadı. Ellerindeki kanun maddesini okumayı bile beceremedikleri anlaşılan, daha doğrusu işlerine öyle geldiği için öyle yorumlayan, alaycı tavırlarıyla karşılarındakileri küçümseyen bu arınçvari adamların artık yatacak yerlerinin bile kalmadığı anlaşıldı. Tabi ki önemli olan bunu, su samuru demokratlarla, yağlı kayış rantiye liboşların da anlaması. Umdukları dağlara yağan karlarla kartopu oynamayı daha ne kadar sürdürecekleri epeyce bir merak konusu artık.

    Tutuklu başsavcı Cihaner'in, kimlerin tavuğuna kışt dediği konusunda bir fikrimiz vardı ama yeni bir şey daha öğrendik Kazan'dan. Konu sadece cemaate açılan soruşturma değilmiş meğerse. Bir de ortada altın madeni olayı varmış. Şu anda yandaş medya sahibi bir başbakan yakini tarafından işletilmeye çalışılan bu has altın madeninin kimlere ne gibi rantlar sağladığı konusunda da çalışıyormuş aynı savcı. Ne büyük tesadüf değil mi? Pislik kavramı bunlarınkilerin yanında değerini yitirdi sanki, artık irin akıyor icraatlarından irin. Hesabını verecekleri güne kadar da akacak o irin, belli oldu. Eskiden ciddiye alır, duydukça sinirden tepinirdim ama artık rahatım. Şu saatten sonra, herşeyi beklediğim insanların hiçbir icraati beni şaşırtıp sinirlendiremez. Siz de ciddiye almayın bu adamları, eceli gelenin cami duvarına işemesini hatırlayın, gülümseyin. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      HANGİ DÜNYA DÜZENİ?

    Bu, sevgili Bânû Avar'ın son kitabının adı; her zamanki gibi, televizyon için hazırladığı metinleri biraz daha geliştirip kitaplaştırmış; çok da iyi etmiş elbet, çünkü TRT'deki "Sınırlar Arası'nın ardından, ART'deki çarpıcı belgeselleri de kesildi.

    Aslında olup bitenler, can çekişirken, milyonlarca insanın canı pahasına sürdürmek istediği dünyaya egemen olma, tek bir imparatorluk (?) kurma düşünü gerçekleştirmeye çalışan bir avuç (şimdilik etkili) çılgının aldıkları ve buradaki gönüllü maşalarına uygulattıkları küresel baskının sonucunda yaşanıyor, biliyorsunuz. O çılgınca düşe engel olacağını düşündükleri kişi ve kurumları şu da bu yoldan susturuyor, yok ediyorlar. Bânû'cum bu saldırının ilk kurbanlarından biridir, dolayısıyla çok çarpıcı bir simgedir: günümüzün en etkili iletişim aracı televizyonu gerektiği gibi çarpıcı, sarsıcı, yalın bir dille kullanmayı başaran ender insanlardandır.

    Bakın ne diyor yaşadıklarımız ve kitabı konusunda:

    "2009 yılı, yabancı güçlerin ve içerdeki işbirlikçilerinin gemi azıya aldıkları ve bunu açıkça ilan ettikleri yıldır…2009, tarihe bu şekilde geçecektir…"

    Başımıza örülen çorapları gözler önüne sermek üzere çok tutarlı, bilinçli bir yaklaşımı ve anlatımı var sevgili Bânû Avar'ın:

    "En kârlı iş: savaş.

    Nazilerin en büyük destekçisi Almanya'nın silah fabrikası Farben'di. Savaşta büyük kâr etti. Peki bu şirketin ortağı kimdi? Rockfeller'e ait Standart Oil Company! Her iki şirket de savaşın üzerinden zenginleşti.

    II. Dünya Savaşı sonunda yüz binlerce insan can verdi. Ama birileri kazanmıştı. Rockfeller, savaşın sonunda, yüzlerce milyon doları kasasına atmıştı. Savaş ABD'ne 30 milyar dolara mal oldu. Bu para Dış İlişkiler Konseyi'nin denetimindeki Amerikan Merkez Bankası'ndan bor alınarak harcandı. Amerikan Merkez Bankası bir şirketti. En tepedekiler Dış İlişkiler Konseyi üyeleriydiler. Her bir dolardan büyük kâr elde etmekteydiler. Amerikan bankacılık sistemi eşittir tefecilikti (aslında bütün dünya bankaları için geçerlidir bu söz,B.O.). Savaşlarda en çok onlar kazandı.

    Savaş sırasında New York'taki bankalar kat be kat büyüdüler. Onlar Nazilerin paralarını aklıyorlardı. Bu bankalardan birinin başında Preston Bush adında bir adam vardı. Savaştan en çok o kârlı çıktı. Daha sonra oğlu ve torunu da onun izinden gidecek, servetlerine servet katacaklardı…Tüm Bush sülalesi, CFR'nin (Dış İlişkiler Konseyi'nin), kafatası ve kemikler olarak bilinen gizli ırkçı örgütlerin üyesiydiler.

    Torun Bush, 2001'de ikiz kuleleri bahane ederek, Afganistan ve Irak'ı kana bulayacak, milyonlarca dolara el koyacaktı.

    Savaşlar çok kârlıydı!

    Bahaneler yaratılır.

    Savaşlar için geniş kitleleri ikna edecek bahaneler lâzımdır. I.Dünya Savaşı'nda bir Amerikan gemisi feda edilmiş,gerekli bahane yaratılmıştı.II.Dünya Savaşı'na girebilmek için Amerika, Pearl Harbour'un senaryosunu önceden yazmıştı…

    Vietnam'a girerken bahane Amerikan gemilerine saldırıydı. Ama daha sonra bu yalanlandı.

    Ortadoğu ve Orta Asya'ya girmek için de bir bahane lâzımdı ve 'yeni dünyacılar' 11 Eylül bahanesini ellerindeki medya çarkıyla halka sahneledi…

    Şimdi size 'Uyan Amerika' adlı belgesel filmden bir bölüm aktaracağım.

    Belgeselde film yönetmeni Aaron Russo ile yapılmış bir telefon röportajını yer verilmiş.

    Russo, Rocfeller ailesinden Nicholas'la yakın dost…Aralarında geçen ve dostluklarını bitiren tüyler ürpertici konuşmayı şöyle aktarıyor:

    Tarih, Kasım 2000. Yani 11 Eylül'den 11 ay önce.

    'Bir gece beni aradı ve 'bir şeyler olacak' dedi. Afganistan'a gireceğiz. Hazar'dan boru hattı geçireceğiz. Irak'a gireceğiz, petrole kavuşacağız, oraya konuşlanacağız.

    Venezülla'ya gireceğiz…' diye devam etti.

    'Söylediklerinin ilk ikisi gerçekleşti…Gülerek bana: 'oralara hiç bulamayacağımız birilerini aramaya gideceğiz…'diyordu. 'Terörle savaş' lâfını tekrarlıyordu. 'Malum' diyordu, 'terörle savaşı kimse kazanamaz! Ama bu bahane sana çok şey imkân yaratır…" Gülüyordu.

    'Herkesi nasıl bu kadar saçma bir bahaneye inandırabilirsin ki?' diye sordum.

    'Medyayla' dedi. 'Unutma, bir şeyi çok tekrarlarsan, herkes inanır!' diye ekledi."

    11 Eylül şokundan sonra dünyanın her tarafında onlarca bilim adamı bu anlaşılmaz olayı anlatmaya çalıştı. Kimse anlayamadı…Amerikalı araştırmacılara göre, medya, 11 Eylül'ü paketledi ve Amerikan halkına sattı.

    Gerçek ve yalan birbirine karışmıştı, ikiz kulelerle ilgili tüm deliller karartılmıştı. Öyle ki, New York Belediye Başkanı Giuliani, deliller araştırılmadan, binalardan kalan her şeyi ortadan kaldırmıştı. Olay yerinde inceleme yapılmasına imkân tanımamıştı. Bir olay, oldu, bitti! Sonuç mu?

    Amerikan ordusu Afganistan ve Irak'taydı!

    Uyku ilaçları ve küresel planlar.

    El Kaide ile Usame Bin Ladin, Rockfeller'in dediği gibi, hiç bulunamadı.Medya insanların beynine 'El Kaide, Taliban, Terör, Savaş' kelimelerini kazıdı. Şimdi korku vardı…Yeni terör yasaları vardı, faşizan baskılar vardı.

    Adım adım ilerleyen senaryoya göre, büyük kriz kapıdaydı. Kriz, küresel seçkinlere yeni fırsat kapıları açacaktı.

    Dünyada boyun eğmeyen uluslar vardı, kriz bu ulusları yola getirecekti…Rockfeller'e göre, Yeni Dünya Düzeni topyekûn bir değişimle gelecek, küresel kriz bu değişimi tetikleyecekti! 1994'te şöyle diyordu:

    'Küresel bir değişimin eşiğindeyiz! Beklentimiz, tam zamanında gelecek bir bunalımdır. Uluslar Yeni Dünya Düzeni'ni o zaman mecburen kabul edeceklerdir!"

    Goethe'nin sözünü biliyorsunuz: nedir en zor şey? Görmek, gözünün önünde duranı.

    Buna belki şunu eklemek gerekiyor artık: ve işitip anlayabilmek açıkça söyleneni!

    *

    Bânû Avar'ın hepimize görüntülerle, yazılarla gösterip anlatmaya çalıştığı bu Yeni Dünya Düzeni'ni yerküreye dayatanların başında gelen ünlü CFR'yi (Dış İlişkiler Konseyi'ni) Türk okuruna bıkıp usanmadan, bütün ayrıntılarıyla açıklamayı görev edinenler arasında sevgili Erol Bilbilik da var elbet.

    Nitekim bu ay ar arda yayınlanın iki kitabı bu konuyu işliyor: Dış İlişkiler Konseyi, CFR- Türk Bildergbergleri ve Derin Dünya Devletinin Adamları. İlkini Dama yayınları, ikinciyiyse Kırmızıkedi yayınevi basmış.

    Gelin bunlardan da birkaç satır okuyalım birlikte; ilk alıntı yine Rockfeller'den:

    "Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve aydınları olan bir avuç seçkin'e geçecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur."

    İkinci yönerge, belki bin yıldır insanlığın tepesinde oturan birinden, Henry Kissinger'dan:

    "Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler'e ve Avrupa'ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak gözükmektedir. ABD'nin Avrupa'nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır."

    Bakın George Kennan amca çok daha açık sözlü:

    "Dünya servetinin %50'sine, buna karşılık nüfusunun %6,3'üne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlıklara hedef olmamız gayet normaldir. Önümüzdeki dönemde bu ayrıcalıklı konumun sürmesini sağlayacak bir ilişki ağı kurmalıyız. Korku salarak dünyayı sindirmeliyiz.!"

    Eh, yerli destekçi de gerekir elbet özlenen bu düzeni oluşturabilmek için, alın size Rahmi Koç:

    "Dünyada yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünyanın en büyük 5 ekonomisi artık devletler değil, özel şirketlerdir."

    Bütün bunlar bu kadar açık seçik söylenirken, iletişim araçlarındaki görevli yorumculara düşen, işittiklerimizin, okuduklarımızın bizim anladığımız anlama gelmediğini, şunu şunu demek istediğini, epey yüksek bahşişler karşılığında sabah akşam yinelemektir.

    *

    Bânûcuğum, hem kitabını anlatmak hem ülkemizin başındaki sorunları konuşmak üzere art arda pek çok kanala konuk oldu; bu söyleşiler sırasında bir ara söz Atatürk'ün temellerini attığı ulusal çözümler karşısında beliren Batı hayranlığına, Batı'ya öykünmeye da geldi; bu bağlamda, Köy Enstitülerini kanımca yanlış değerlendirdi.

    Özellikle çok sevdiği, hayran olduğu iki yazara, Atilla İlhan ile Kemâl Tahir'e dayanarak, bu okulları "çocuklara mandolin tıngırdatmayı, Shekespeare oynamayı öğreten" okullar olarak nitelendirdi.

    Gerçekten bu kadar sığ, özentili kurumlar mıydı o okullar? Ve hangi amaçla açılmışlardı?

    Atilla İlhan'ın, Paşa İsmet'e yeğlediğini sık sık vurguladığı, ama nedense bir türlü Atatürk diyemediği Mustafa Kemâl'in: "ben socialisme d'état (devlet eliyle yürütülecek toplumculuk) istiyorum" sözünü benim gibi Bânûcuğum da biliyordur. Ama önce Kurtuluş Savaşı'nı verdiği, sonra Cumhuriyetimizi kurduğu yol arkadaşlarının hangisi, Kapkarabekir Kâzım mı, Çakmak Fevzi mi, hattâ Fransız lisesinde okumuş Cebesoy Ali Fuat mı inanıyordu devlet eliyle toplumcu düzen kurulmasına?

    Köy Enstitüleri, 600 yıl savaşıp şehit olmak üzere imparatorluğun dört bir yanındaki cephelere sürülmenin dışında kendi yazgısına bırakılmış Anadolu köylüsünü, bu toprakların asıl sahiplerini ışığa, aydınlığa, çağdaş uygarlığa kavuşturmak üzere günün koşulları içinde düşünülmüş en gerçekçi, en işlevsel çözümdü: henüz hiçbir alanda temel eğitim okullarını kurup açamamış bir ülkede, hiç değilse askere alınan uyanık köy çocuklarına kimi temel becerileri kazandırmayı; sonra onları doğdukları yere gönderip uyanışı kökten sağlamayı amaçlıyordu.

    Afrika'da Kalahari çölünde yaşayan çalıadamları gösteren belgesellere rastladınız mı bilmem? Evi bırakın, çadırları bile olmayan bu göçebe insanlar yaşadıkları bölgedeki ağaç ya da bitkilerden ok-yay, giysi, araç gereç yapmayı biliyor; yediden yetmişe hepsi balık tutmayı, tuzak kurmayı, avlanmayı beceriyor; hangi meyvenin yeneceğini, hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğini de biliyor.

    Köy Enstitüleri, en son Kurtuluş Savaşı'nı da başardıktan sonra sözün tam anlamıyla yoksul ve yoksun kalan Anadolu halkını, onları yok etmeye yemin etmiş sömürgeci Batılılara el açmadan, kendi ayakları üzerinde duracak, kendi ekmeğini ve ışığını kendisi yaratacak donanıma kavuşturmak üzere açılmıştı. Nitekim görenin kahkahalara boğulduğu çorak topraklar üzerinde kendi okullarını kurdular, sularını getirdiler, elektriklerini yaktılar, bağlarını bahçelerini yeşerttiler, kendilerini besledikten başka artan üründen gelir ile elde ettiler.

    Sevgili Mustafa Kemâl Atatürk'e ayak uydurup güzelim onurlu, yalnız ülkemizi devlet eliyle toplumcu kılma atılımını (CHP'nin altı oku bu iş içindi) desteklemek yerine ellerinden gelen her yolla kösteklemeye çalışan yerli baltacılara Amerikalı iyiliksever (?) danışmanlar da eklenince, Paşa İsmet, daha önce söylediği, ak kâğıda geçen bütün övücü sözleri bir yana bıraktı, Türk toplumunu bence Moskova'daki denemeden daha büyük bir hızla daha adil, daha uygar bir düzene geçirmenin temel taşlarını önce tutucuların, gericilerin saldırılarına karşı yalnız bıraktı, kapatmaktan beter duruma düşürdü; bununla da yetinmedi, şimdi ilericilerin bütün günahını tutucu, sağcı siyasetçilere yükledikleri okulların, İmam Hatiplerin ilkini kendi eliyle açtı.

    Dolayısıyla,Köy Enstitüleri'ni değerlendirirken,Mustafa Kemâl Atatürk'ün Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ülküsünü unutmamak gerekir.

    Atilla İlhan ile Kemâl Tahir hangi duygusal gerekçelerle bu düşünsel yapısı sağlam, gerektiği gibi sahip çıkılmamış okullara karşı olduklarını bilemem elbet; boş kestirimlerde bulunmak da istemem.

    Ama ne kadar sağlam, gerçekçi çözüm olduklarını hepimiz sayısız kanıtla gördük ömrümüz boyunca; bir ara, o okulların bize kazandırdığı pırlantalardan Fakir Baykurt ile Atilla İlhan arasında yaşanan çatışmayı çok iyi anımsıyorum: Köy romanı-köy yazını konusunu tartıştılar.

    Oysa, konu başlığı yanlıştı bence, Fakir Baykurt'un da belirttiği gibi, romanın, yazının köylüsü kentlisi olmaz, olamaz; köyde ya da kentte geçen roman ya da öykü olur. Nitekim Atilla İlhan'ın kimi kahramanları Paris'te yaşar, kahvelerinde, içkievlerinde dolaşır; ama bu romanlar Türk yapıtıdır. Fakir Baykurt'un roman, öykü kahramanlarının çoğu köylüdür elbet, ama onlar da yerelden yola çıkıp evrenseli yakalamayı başarmış üstün yapıtlardır.

    Köy Enstitüleri oralara gelebilen talihli Türk kızlarıyla oğlanlarına öyle iş olsun diye mandolin, keman çalmayı değil; müziğiyle, dansıyla, tiyatrosuyla, şiiriyle yaşamın bütününü öğretmeyi, yaşamı sanata çevirmeyi öğretmek üzere açılmışlardı. Bütün engellemelere, baltalamalara karşın, yaşadıkları kısa dönemde verdikleri ürünler hâlâ toplumun yüzakıdır.

    Bânûcuğum unutulmaz bir belgeselle değerlendirdiği Küba'da, Fidel Castro, Havana'ya gelişinin daha ikinci günü, Batista'nının yüzüstü bıraktığı bale kurumunun yöneticisini görmeye gelir; adamcağız, kurumunu diriltmek üzere 100.000 dolar isteyebilmek için kıvır kıvır kıvranırken, hazinesi o iğrenç zorba tarafından soyulmuş ülkenin 200.000 dolarını avucunda buluverir.

    Bu parayla ilkin elbet Giselle, Kuğu Gölü oynayacaktır balecileri; ama iki gün sonra Küba'ya özgü danslar, ezgiler de girecektir nasıl olsa balelerine; nitekim girdi de; bugün örneğin İngiliz Krallık Balesi Küba'ya geldiğinde, Kübalı ya da evrensel yapıtları büyük bir ustalıkla yorumlayan insanları görüp alkışlıyor.

    Evrensel dilleri öğrenip uygulamakla kör, sığ öykünmeciliği birbirine karıştırmamak gerekiyor, öyle değil mi?

    Günün birinde oyunuyla Küba'da tiyatro ödülü kazanacak bir Güngör Dilmen yetiştirebilmeniz için, önce Moliére, Çehov, Brecht oynamayı öğrenmeniz gerekir. Sözümüzü Köy Enstitülerinin bize kazandırdığı Ali Yüce'nin bir şiiriyle bitirelim

    NÜFUS CUZDANIM

    1928'de
    Yamyassı bir çocuktum
    Yorgun argın bir anadan
    Ekin tarlasında doğdum
    Yürümeye başladığımda
    Keçilere çobandım ben
    Tanımazdım uygarlık kim
    Yabandım ben

    Köy Enstitüsüne gitmezden önce
    Molla Osman'ın yanında
    Fes giyer sarık bağlardım
    Atatürk kim bilmezdim ben
    Bilmezdim Türk olduğumu
    Sevinince Farsça güler
    Üzülünce Arapça ağlardım
    Beğenmezdim dünyayı ben
    Öte dünyalıydım ben

    1938'de
    Atatürk selam göndermiş Hatay'a
    Aydınlık göndermiş bize
    Çağdaş uygarlık göndermiş
    Öğrendim Latin abece'sini
    Fesi attım şapka giydim ben
    Korktum aynaya bakınca
    Ürktüm kendi görüntümden
    Boyumca günaha battım
    Kovdum kendimi cennetten

    Yıl 1946
    Düziçi Köy Enstitüsünde
    Bu dünyaya ayak bastım ben
    Ekmeğime ışık sürdü Tonguç
    Eşitlik özgürlük sürdü beynime
    Bin yıllık uykudan uyandım
    Bir gramcık bilgi için
    Tırmanmadık yokuş koymadım ben
    Saz döktüm ömür tükettim
    Öğrenmeye doyamadım ben

    Öğretmenlerimin öğretmeni
    Hasan Âli Yücel
    Ve İsmail Hakkı Tonguç
    Ne desem size bilmem
    Dilim varmaz ne söylesem
    Beğendiniz mi yaptığınızı
    Köy Enstitüsüne gitmeseydim eğer
    Teneke yitirsem altın bulurdum
    Elimde kapı gibi cehalet diplomam
    Ve safsata patentimle
    Dörtnala koşardım ortaçağa
    Demokrasi şampiyonu olurdum


    Bertan Onaran
    bertanonaran@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Temirağa Demir

     Kahveci : Temirağa Demir


      Telve…

    Yerler yarılacak bir sabah vaktinde…
    Güneşin yönünü merak edeceksin…
    Kıyamet alameti mi diye…
    İşte o sırada bir kadın çıkacak karşına…
    Gözleri eski bir sevdadan kalma, yorgun, ama bir liseli kadar heyecanlı, kocaman gözleri, kirpikleri kıvrık, böyle, uyurken su içmeye kalkan bir eda ile bakacak sana, alabildiğine içten ve mahmur, bir o kadar parlak…
    Biraz geç kalınmış sevdaların olacak…
    Tüm kurallar yıkılacak…
    Kadın sokak boyu elini öyle bir tutacak ki o samimiyeti iliklerinde hissedeceksin…
    Sonra zaafları olacak…
    Zaafların…
    Vazgeçemediklerin…
    Vazgeçiremediklerin…
    Zaman akacak üzerinizden…
    Yeni, farklı, tecrubeli, olsun, genç, cahil, bilgin… Anlar yaşayacaksınız…
    Her birinin tadını ayrı göreceksiniz… Hiç yaşamadığın ve yaşayamayacağın heyecanların olacak…
    Öpecek seni apansız…
    Ürkeceksin…
    Birileri görmesin diye elinle kapacaksın dudaklarını…
    Yemek yerden izleyeceksin onu, uyurken izlemeyi hayal edeceksin…
    Arzulayacaksın…
    Hiç olmadığı kadar değişik hisler peydahlanacak içinde…
    Onun içersinde uçan kuşun yüzündeki izlerini izleyeceksin…
    Yüzünde tebessüm olmak için çabalayacaksın…
    En çok o kadın sahiplenecek seni…
    Bazen regl öncesi tüm streslerini, sıkıntılarını, sancılarını sana yaşatsa da çekeceksin onları…
    Sabrın el verdiği sürece katlanacaksın…
    Samimiyetine güvendiğince yanında olacaksın…
    Çok kadın tanıyacaksın daha…
    Öncekiler gibi…
    Sonrakiler gibi olmayacak…
    Olmadığından emin olacaksın…
    Tıpkı seninde olmadığın gibi…
    Yeni yerlere gideceksiniz…
    Kısaltma harflerin açılımlarını düşüneceksiniz…
    Sabahın sekizinde uyanıp yazılar dökeceksin…
    Uyurken hangi yana döndüğünü düşüneceksin…
    Yine zorlu yollara giriyorsun…
    Engebeli…
    Çetrefilli…
    Düz yolların sonunda yaşanan düz şeyler mesut etmiyor seni…
    Yokuş üstlerini seviyorsun sanırım…
    Farkında olmadan alışacaksın…
    Ne olacağını düşüneceksin…
    Kadın sana tutkuyla bağlanacak…
    Söylediklerinden çıkmayacak…
    Sen, adını yazmasından okumasından seslendirmesinden keyif alacaksın…
    Sıradan bir hitap gibi görmeyeceksin bu ismini haykırmasını…
    Kadın saçlarını değiştirecek…
    Önce sana soracak…
    Sonrası umurunda olmayacak…
    Bazen saçmalayacak…
    Şarkılar yollayacak sana…
    İlerde yazacakta belki…
    Senin uykuların kaçacak…
    İçinde yeni dürtüler açacak…
    Kavramları karıştırmadan, ezmeden, büzmeden, süzmeden yaşamak isteyeceksin onu…
    Bazen yaşamamak…
    Akışına bırakacaksın olacakları, kendi iç tedbirlerini alarak…
    Yıllar kovalayacak birbirini…
    Ya da iki haftalık bir serüven olarak kalacak…
    Kadının gözlerindeki perdeyi kaldıracaksın…
    Çıplak gözle aşka ve sana bakmasını öğretmek isteyeceksin…
    Sonra yollar olacak…
    Kahve falları…
    Bir balık çıkacak telve şekillerinde…
    "Kısmet" diyecek sana…
    Kafanla onaylayacaksın onu, orta şekerden sonra…
    Daha neler olacak, bilmiyorum çocuk…
    Falını gözlemem gerekiyor…
    Ama dikkat et yine aşk varsa her şeye gebe bu yollar, yolluklar, yokluklar, yola çıktıkların…
    Merak etme sen yine ölmeyeceksin…
    Yine kıyamet kopmayacak…
    Ama sen cenneti de cehennemide görebileceksin…

    Temirağa Demir
    temiragademir@temiragademir.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Özge Yıldız


    Büyüklere masallar...

    Çok zaman geçti anlatmayalı, yaralara, yokluklara, yıkımlara, korkulara inat ayakta başı dik durmayalı, çok zaman geçti unutalı dizkapakların yere asla değmeyeceği vaadini.

    Zaman geçti nehirler aktı yataklarında, sonra durdu nehir durunca çamur bürüdü her yanı sinekler üşüştü nehrin içinde çürüyen balıkların yosunların üzerine. Masumca esen meltem durdu pis bir bataklık kokusu kapladı zamanın deli nehrinin üzerini.

    İnsanlar görünce nehrin o halini şöyle bir çabaladılar, yanını yöresini yokladılar nehrin, uyansın diye adaklar adadılar, göğe bakıp işaretleri okudular, dualar edip yakardılar. Nafileydi çaba bohçalarını toplayıp evlerinin kapısını kilitleyip başka bir nehir aramak üzere yola çıktılar.

    Bir belaydı ki yalnızlık, öyle bir belaydı ki durağanlık coşup akamamak sinekleri böcekleri kovalayamayıp cıvık bir bataklığa dönüşmek. Ceylanların su içtiği pınarların kuruması öyle bir belaydı ki....

    Karlar, yağmurlar yağdı Tanrı ağladı nehrin haline şefkatli elini uzattı, nehir alamadı Tanrı'nın yüce şefkatini üzerine ağladı için için, kaynamaya çalıştı defalarca kaynayamadı balıkçısı kayıp nehir.

    Yıllar geçti belki de asırlar derler ki üstü çamur, bataklık da olsa nehir kayıp balıkçısını beklermiş hala.

    Masal bu ya bitmeliymiş burada, bitemezmiş aslında. Kaldırmış nehir başını bir göğe bakmış bir de kendisine anlamış ki balıkçı değilmiş nehri nehir yapan. Kendisiymiş aslında yıllarca coşup çağlayan, umut gelmiş içine bir yosun yeşermiş hafif ürkekçe. Nehir karar vermiş yoluna devam etmeye...

    Özge Yıldız


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    MANDOLİN

    Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
    Kır kahvesinde çocuklara çalardı
    Temmuz örerken evini sarmaşıkla

    Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
    Serilince bahçeye rakı sofrası
    Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları

    Ne yalnızlık kalır ne aşk
    Ne gizlice bildiği av şarkıları
    Ay dudağında kuruduğu zaman
    Ve ne zaman görse çocukları

    Serin yaz geceleri penceresinden
    Balkona akınca gölgesi
    Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
    Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

    Şimdi kış ve uykusuz çocuklar
    Uzak bir mandolin kulaklarında kalan

    Ergin GÜNÇE

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Sil Baştan
    Şebnem Ferah









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100222.asp
    ISSN: 1303-8923
    22 Şubat 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com