|
|
|
Editör'den : Komisyon onaylamış Gül kalaylamış!.. |
Merhabalar,
Ermeni yasa tasarısı komisyonda kabul edilmiş. Kanun haline gelmesi için daha vakit var ama ilk raundda aparkatı yemişiz. Baktım da Ankara da bir telaş bir telaş. Hayır ne bekleniyordu ki? Protokol adlı bir komik anlaşmayı imzalamışsın adamlarla ama sonradan bakmışsın pabuç pahalı, hiçbir sözünü yerine getirmemişsin. Kapıyı açacağım demişsin, Azerbaycan "Aç ta görelim." demiş oturup kalmışsın. Efeliğe, delikanlılığa gelince tafranın bini bin para. Ama icraat, soldan da baksan sağdan da baksan kocaman bir sıfır. Şimdi de ağızlarda bir "Yapılır mı bu?" teranesi. Müstahaksın, bal gibi yapılır. Anlamsız, tutarsın dış politikaların, ağızdan çıkanı işitmeyen kulağınla, daha ne bekliyordun ki? Sanki ABD hatırşinas komşun, Obama da enseye tokat arkadaşın. "Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün." demiş bir büyük adam. Oysa ne göründüğümüz ne de olduğumuz gibi davranmışız. Hıristiyan mahallesinde kokoreç, müslüman mahallesinde şuşi satmayı erdem belleyip caka satmışız. Sonunda karar çıkınca, elçiyi geri çağırmışız. Vay anam vay, vay babam vay.
Bir de özür dileyiciler vardı birkaç ay önce. Kimden niçin özür dilediğininden bile habersiz imza atanlar şimdi meyvalarını toplayıp yerler afiyetle. Al birini vur ötekine işte. Ben sonuca şaşıranlara şaşırıyorum, var mı başka şaşıran?
Mersin'de bir grup kadın, konken masasından kalkıp terziliğe soyunmuşlar. Akılları sıra çarşafı protesto ederken, çarşafa dolanmışlar. Hani tam, bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü hikayesi. Hangi akıllı parti yöneticisi bu haltı yemişse, aklına tüküreyim onun. Dangalak bir değil ki, her yerde ibadullah. Baykal çıldırmasında kim çıldırsın? Bu nemenem bir parti disiplinidir bilen beri gelsin. 100 kadını örgütleyeceksin ama yaptığın eylemden merkezin haberi olmayacak. İşte milletin ağızna böyle sakız olursunuz. Çiğner Allah çiğnerler artık. Sen benim aklımı koru yarabbim. Haydi bana müsaade. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KIRLANGIÇLAR -3 |
|
Neyse o akşama geri dönelim. Minibüs etrafı dikenli tellerle çevrili bir mısır tarlası yanında durdu. Her taraf zindan gibi karanlıktı. Arabanın farları sadece aşağıya doğru inen etrafı mısır tarlaları ve fındıklıklarla çevrili bir yolu aydınlatıyordu. Mevlüt Abi kolumdan çekiştirip "Hadi iniyoruz hoca,"dedi. Abi nereye falan demeye kalmadı, beni kolumdan tütüp sürükledi. Minibüsün içi tıklım tıklım eşya ve insan doluydu. Nereye basacağımı bile göremiyordum. Önümdeki pazar çantalarının ve çuvalların üzerine basa basa kendimi minibüsten dışarı attım. Etrafıma bakıntım. Etrafta ne tek bir ışık ne de tek bir ev vardı. Dışarısı soğuktu. Ciddi ciddi serin. Ağustos ayı için fazlasıyla serin. Mevlüt abi çuvalını sırtına vurdu ve "Hoca beni takip et," dedi. Takip edeyim ama nereye. Biz şimdi nereye gidiyoruz? Aklımda alıcı kuşlar gibi dönüp duran sorulara rağmen Mevlüt Abi'nin peşine düştüm. Tel örgüyü atlayıp mısır tarlası kıyısından bir patikaya girdik. Patikayı kaplayan çimenlere çiğ düşmüştü ve yürürken ayağım arada bir kayıyordu.
Benim elimde sadece küçük bir çanta vardı. Kolumda da bir hırka taşıyordum. Üşümüştüm ve hırkamı sırtıma geçirdim. Mevlüt abi sırtındaki çuvalla tazı gibi yürüyordu. Neredeyse arkasından yetişemeyecek, karanlıkta kaybolup gidecektim. İşte o gece ilk kez anladım. Karadeniz insanı çok çevik ve dayanıklıydı. Bu işin öyle makaraya alınacak tarafı yok. Sırtında bir çuvalla gecenin zifiri karanlığında böylesi şaşmaz adımlarla bu küçük patikada yürümek epey bir hüner gerektiriyordu. Bu yetmedi bir derenin üzerinden bile geçtik. Köprü olarak kocaman bir tomruk uzatmışlardı. Mevlüt Abi uyarmasa garanti düşerdim zaten. Benim gömleğime tutum tam arkamdan gel dedi. "Bir tek tel cambazlığımız eksik kalmıştı," dedim içimden. Dereyi geçtikten sonra bir tepe tırmandık. Artık fındık bahçeleri içinden tırmanıyorduk. Patika falan kalmamıştı. Düze çıktıktan sonra uzakta birkaç ışık göründü. Ve yol birden genişleyerek araçların geçebileceği boyutlara ulaşıverdi. Bilmem hiç denediniz mi? Bir süre sonra gözleriniz karanlığa alışıyor. Ve karartılar olarak etrafınızdakileri seçmeye başlıyorsunuz. Ve bir ışık gördüğünüzde görme yetiniz hemen eski haline dönüveriyor.
Mevlüt Abi'nin beni nereye götürdüğünü hala bilmiyordum. "Abi nereye gidiyoruz, muhtarın evi bu tarafta mı yoksa?" diye sordum. "Bize gidiyoruz, muhtarın evi bu mahalleye çok uzak. Bu akşam benim misafirimsin," dedi ve soluklanacak kadar bile durmadan yürümeye devam etti. Havanın serin olmasına rağmen ben terlemiştim. Sırtımdaki hırkayı çıkardım. Peşinden yürümeye devam ettim. Aslında ben kimseye misafir olmak, eziyet vermek istemiyordum. Hatta yola ilk çıktığım saatlerde köye uğrayıp, okulu görüp Ünye'ye geri dönmeyi planlamıştım. Ama şimdi olaylar bambaşka bir yöne doğru kaymıştı. Köy minibüsleri pazardan döndükten sonra sabaha kadar hiçbir yere gitmiyordu. Bunu köye gelirken Mevlüt Abi'ye sormuştum. Kaçınılmaz olana boyun büktüm. Ne çıkarsa bahtıma deyip yürümeyi sürdürdüm.
Yol düze çıkınca geçenin sessizliğini köpek havlamaları doldurdu. Karanlıkta görünmüyorlardı ama bize doğru geldikleri yaklaşan seslerden anlaşılıyordu. "Mevlüt abi köpekler bize doğru geliyor," dedim. "Bırak gelsinler,"dedi ve hiç aldırmadan yürümeye devam etti. Evlere ve ışıklara yaklaşmadan önce üç köpek yolun ortasında bizi karşıladı. Ama saldırmadılar. İhtimal ki köpekler Mevlüt abiyi tanıyorlardı. Çünkü onlardan birisine adıyla sesleniyordu. "Sus bakayım kırmızı, ayıp sus. Yolumuz ikisi ahşap, biri tuğladan üç evin ortasındaki bir küçük alanda sona erdi. Evlerin avluları ortaktı ve ikisinin kapıları birbirine öteki aşağı doğru uzanıp giden yola bakıyordu.
Mevlüt Abi sırtındaki çuvalı evin girişindeki tahta merdiven basaklarının birine bıraktı ve yukarı çıkıp kapıyı çaldı. Evden önce küçük bir oğlan çocuğu çıktı. "Anne babam geldi," diye içeri seslendi. "Babam gelmiş, yanında yabancı bir adam var." Kadın kapıdan şöyle bir baktı. Yüzü asıktı. "Hoş geldin," dedi. Ne bir eksik ne bir fazla. Kadının tavrı hiç hoşuma gitmemişti. Misafir beklemediği ve istemediği açık açık belliydi.
Mevlüt abi bana öncülük ederek "Gel hocam gel, çık çık çık, ayakkabılarını burada çıkarırsın. Dur orda çıkarma," dedi. Beni taş duvarlar üzerine bindirilmiş evin üst katına çıkardı. Odanın içindeki eşyalar bakınca bunun günlük kullanımdan çok misafirler için özenle döşediği belliydi. Kapısının önünden geçtiğimiz mutfakta kuzine yanıyordu. Orası sıcaktı ve kuzinenin içinden yayılan mısır ekmeği kokusu bütün evi sarıyordu. Buyur edildiğimiz misafir odasında da bir soba vardı. Ve bir kibrit çakılarak önceden hazırlanmış odanlar yongaların yardımıyla tutuşuverdi. Bu mevsimde bütün ülke deniz kıyısında tatildeydi. Hatta insanlar çadır kaplarında ılık ağustos akşamlarının tadını çıkarıyordu. Oturduğum divanın az ötesinde gürül gürül bir soba yanıyordu. Ve oda ısındıkça içerisi ancak oturulabilir hale geliyordu. Fakat bu evde normal olmayan bir şeyler vardı. Dışarıdan acayip bir oğultu, kocaman bir gürültü geliyordu. Ve bu ses daha önce duyduğum hiçbir sese benzemiyordu. Ne arabalar, ne uçaklar, ne de fabrikalar böyle bir ses çıkarabilirdi. "Mevlüt Abi bu ses ne?" diye sorduğumda. "Hoca çavlan var, çavlanın sesi bu," dedi. Çavlan dediği şey gürül gürül aşağıya dökülen bir çağlayandı. Ve gecenin karanlığında onu görmem mümkün değildi.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu KUYRUĞUNU KOPARAN TİLKİ |
|
Bizim geleneksel kültürümüz methiyecidir. Osmanlı sarayları tarih boyunca, bir kese akçe için savaşa gitmeyen padişahları şahlar şahı, üzengiye ayağı basmamış sadrazamları şahsüvar ( ata iyi binen) diye öven yalakalarla dolup taşmıştır. Padişah ya da sadrazamlarımız pek sevmiştir bu kaside-gu'ları. Onların yazdıklarını okuya okuya kendilerini zümrüd-ü anka, ülkeyi de her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir masal ülkesi sanmışlardır.
Karganın mandayı babası hayrına bitlediği nerde görülmüş? Malum, övgüsü bal olanın, yergisi zehir olur. Efendi, saltanat kayığından inmeye görsün, kaside-gu bir elinde yeni efendiye övgü, ötekinde de eski efendiye zehir zemberek yergi, el etek öpmeye koşmuştur. Nedense ayılamamıştır övülenler. Nice padişah, nice sadrazam, vezir kaside-gular yüzünden ulaşmıştır kendi uçurumlarına. Bu halk da böyle böyle tüketmiştir yüzyılları.
Bugün bu ülkede, cumhuriyeti yıkma çabaları "özgürlükçülük", kendi anlayışını herkese kabul ettirme fikri,"demokratlık" yaftasıyla kitlelere yutturulabiliyorsa bunun vebali şahlar kadar, onları şahlar şahı yapan kaside-gulardır.
Unutulmamalıdır ki bugün bizi aralarına alsınlar diye kapılarında süründüğümüz ülkeler bugünkü düzeylerine ülkede olan biteni sorgulayan ve sorgulatan yazar ve çizerler sayesinde ulaşmışlardır.
Bir yazar, roman ya da öykü yazıyorsa, neyi yazdığından çok nasıl yazdığı önemlidir. Ancak köşe yazarının neyi yazdığı, nasıl yazdığı kadar önemlidir. Çünkü o, güncelin içinde gözden kaçanları odaklayan kişidir. Onun işi, birçoklarının görmediği, görüp de es geçtiği konuları gündeme taşımaktır.
Uzun zamandır siyasi yazı yazmıyorum; ama patronlarımın iktidar baskısıyla bana kapıyı göstereceği korkusundan değil. Öyle baskılara pabuç bırakacak patronun gazetesinde yazı yazmam ben. Benim kalemim dilenci değneği, hokkam dilenci çanağı değil. Benim işim, doğruları yazmak. Oysa başbakan, her yazarın kendisine kaside yazmasını bekliyor. Gazete patronlarından kaside yazmayan yazarları kapı önüne koymasını istemesi bundan.
***
Fişliyoruz, demiş adamın biri . Benim için gerek yok. Çünkü fikirlerim meydanda, adres açık. Haa, bakın! "Kanım bozuk" olabilir mi diye de bir korkum yok. Ama fişçinin "Eğer biz birazcık tökezlersek bu Ergenekoncular falan bu defa çok kötü intikam alır halktan." cümlesinin ardındaki korkuyu anlıyor, "yanlış anlaşıldım" kıvırtmalarını gülümseyerek değerlendiriyorum.
"Senin yaptığını Çorumlular bile yapmaz" sözünü doğrulayan efendinin Türkçeyi bu kadar bozuk konuşmasını, kanıyla ilişkilendirerek değerlendirmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. Ancak cümlelerini, ÖSS' ye hazırlanan öğrencilere, anlatım bozukluğu sorusu olarak sormaya karar verdim:
"Bu insanın kanı bu ülkenin kanı(ından) mıdır, ben sorarım. ( Ülke toprak parçasıdır. Sanırım "ulusun kanı" demek istedi. Ancak bir insanın kanı, ulusun kanı değildir. Cümle yine bozuk. Haydi bir hamle daha yapalım. Herhalde şunu demek istedi: Bu insanın kanı, bu ulusun kanından mıdır…
Tahlile göndermek lâzım bence. ( Nesne eksikliğinden not kırdım.)
Ve bu kanı bozuk insanlar hayatın her yöresinde olabilirler. (Bak yine olmadı. "Hayatın her yöresi" nden kastınız ne? Ayrıca, İlkokul öğretmeniniz size "ve" sözcüğünün cümle başı bağlacı olmadığını ve bir cümleye "ve" sözcüğüyle başlanılamayacağını öğretmedi mi?)
Vatandaşı fişlediklerini ifşa,
İktidara karşı olanların kanı bozuk olduğunu iddia,
İktidar aleyhine yazı yazan köşe yazarlarının, "dükkân" ın önüne konulmalarını rica eden bu üç kişinin "demokrasi havarisi" olduğunu savunan bir partinin mensubu olması ne yaman çelişki değil mi?
***
"Bir gün kırda bir tilki gördüm dedi avcının biri. Durmadan kendi çevresinde dönüyordu. İyice baktım. Kuyruğunu yakalamaya çalışıyordu. Bir çalı arkasına gizlendim. Saatlerce onu izledim. Tilki sonunda kuyruğunu yakaladı. Ama öyle bir hırsla asıldı ki kuyruk kopuverdi. Bir süre şaşkın şaşkın kuyruğuna baktı. Gökte bir şahin belirdi bir anda. Tilki, kuyruğunu bırakıp koşmaya başladı. Daha beş on adım atmıştı ki tökezledi. Kalktı birkaç adım sonra yine tökezledi. Bir daha kalkamadı. Çünkü şahin pençelerini tilkinin bedenine çoktan geçirmişti."
" Tilki, kuyruğunu koparmasaydı kurtulabilir miydi?" diye sordum.
" Evet. Çünkü kuyruğu onun vücudunun dengesini sağlayan organıdır" dedi.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Temirağa Demir Reflü… |
|
Düşlerinin içersine sığmış, ya da zorla tıkıştırılmış ruhsal boşlukların sesi bu yalnızlık evresi…
Aldatmacada var, bu efkâr-ı dem neyin nesi…
Bırak gitsin… Kolların yorulur, bir düş yılgınını yeniden döndüremezsin…
Korkarlar onlar…
Karar veremezler…
Oldu-bittiye getirirler…
Ama ne oldurabilirler ne de bitirebilirler…
Sindirerek yaşamaktır esas olan…
Çiğnemeden yutarsan reflü...
Sonrası mı ağır ve sancılı bir mide yanması…
Taa gırtlağına kadar…
Çiğneyeceksin tüm yaşadıklarını, yaşamak istediklerinde sabırsız olmayacaksın…
Bir molla olgunluğuna erişmek gibi bir şeydir…
Beklemeyi, sevmeyi, sabretmeyi, bileceksin…
Bildiklerini unutmayacaksın, yeni şeyler ekleyeceksin…
Kendi içsel yanmalarının aleviyle filiz veren tüm sevdaları yakmayacaksın…
Önce kendine inanacaksın, güveneceksin, seveceksin…
Sonra içinde bulunduklarını…
Gerisi oltu tespihi zaten…
Her seferinde başa dönsen de şakırken keyif verecek ellerinde…
Tane tane çekeceksin…
Sabır sabır diyerek…
Akrostiş bir şiir yazılması kadar güç ve aruz olmalı yaşanacaklar…
Yani olgunlaşmalı sevdalar…
Engellerin üzerinden geçerek, iplere tırmanarak, yerlerde sürünerek ulaşılır hedefe…
Savaş hazırlığıdır sevmek…
Mutluluk bir sonraki evresinde…
Mücadelesiz, emeksiz, yılgın düşmek ve hiç durmadan yeni şeyler istemek, sabretmemek yakışmaz içinde "sevgi" geçen sözcük öbeklerine…
…
Boşver, anlatma en iyisi…
Kafasında neleri olduruyorsa nelere inanıyorsa bırak tapsın…
Mübarek türbelerin, duaların, dileklerin önemi yoksa…
Bırak kendi ateşine tapsın…
Anladığında yanmış olacak…
Cennet-i ala da bir yeni serüveni başlayamayacak…
İşte o gün anlayacak söylediklerini, zaman geçmiş olacak…
Kendi batıllıklarının faydasızlığını görecek…
Kısa kalsın bu öykücük…
Belli ki uzarsa, sonu keskin ve ölümlü bir hikâye olacak…
Kahramanları, kahraman olmaktan ürkek…
Sonunda bir intihar kadar saçma ve lanet okunası bir öykücük yaşanacak…
Vururlarsa seni dönüp bakmaz…
Gidiyor işte…
Sessiz kal ve tek kelime etme…
Herkes gibi o da anlayacak…
Senin teliflerini karşılamaz onun yüreğindekiler…
Beşer beşer çeksin oltu tanelerini ve başa döndüğünde kahretsin…
Amacı mutluluk değilse, ibriğine ulaştığında tespihin ne sevaba girer aşk diye, ne de sabır çeker aşık diye…
Çevirir durur elinde…
Hızlı yuttukları reflü yapacak onu…
Gırtlağına kadar yakacak genzini…
Bu öykücük kalsın burada…
Sende kal olduğun yerde…
Giden gitsin…
Gelen zaten tacın olmuyor mu?
Temirağa Demir temiragademir@temiragademir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu ABD ve Çin: Biri kaybediyor, diğeri kazanıyor! -James Petras |
|
Asya'nın kapitalist önderleri Çin ve Güney Kore, küresel güç olma yolunda ABD ile yarışıyorlar. Asya'nın küresel bu güç olma yolundaki çıkışı, dinamik ekonomik gelişmesi ile devam ederken, ABD aynı iddiasını askeri gücüyla imparatorluk inşa ederek devam ettirmeye uğraşıyor. Financial Times'a (FT) üstünkörü olarak bir göz atıldığında bile 28 Aralık 2009 tarihli sayısında imparatorluk inşaasına dair muhalif yazılar bulabilirsiniz. İlgili tarihteki ABD baskısının birinci sayfasında, "Terörle Savaş" başlıklı yazıda, Obama'nın Teröre destek veren ülkeler listesini genişletmesi ve dünyanın diğer köşelerindeki askeri karışıklığa değinilir. Bu konunun tam karşıtı olarak, yine iki ayrı birinci sayfa yazısındaysa, Çin'in dünyanın en hızlı uzun mesafeli trenini kullanıma sunduğunu, Çin'in ihracat işlemlerinde yerel para birimini koruma adına, ABD Dolarına karşılık, Yuan'ı tercih ettiğini görebilirsiniz. Obama, "Terörle Savaş" konusunda Irak, Afganistan ve Pakistan'dan sonra Yemen'de dördüncü cepheyi açmaya hazırlanırken, aynı gazetenin sayfalarında, Güney Kore'nin Birleşik Arap Emirlikleri'nde, ABD ve Avrupalı rakiplerini alt ederek 20.4 milyar dolarlık nükleer santral ihalesi aldığını görebilirsiniz.
FT'nin 2. sayfasında, Çin'in yeni demiryolları sisteminin, ABD'den nasıl üstün olduğunun haberleri görülüyor: Çin'in ultra-modern tren sistemi, aralarında 1,100 km olan iki şehir arasında 3 saatten az zamanda giderken, ABD'deki kardeşi Amtrak, Boston-Newyork arasındaki 300 km'lik yolu 3,5 saatte geçiyor. ABD demiryolu sistemi yatırımsızlık ve bakımsızlıktan can çekişirken, Çin hızlı hatlar için 17 milyar dolar yatırım yapmakta. Çin 2012'ye kadar, 18 bin km'lik yeni tren hatları inşa etmeyi planlarken, ABD eşdeğer miktarda parayı savaş bütçesine ayırıyor.
Çin, üretim sahaları ile işçilerin yaşam alanlarını, limanları, fabrikaları birleştiren çok büyük ulaşım ağları inşaa ederken, FT'nin 4. sayfasında ABD'nin nasıl "Terörle Savaş" ve "İslamcı korkular" arasında sıkışıp kaldığını görüyorsunuz. İslam dünyasına karşı onlarca yıldır sürdürülen bu savaşlar, ABD halkının fonlarda biriken yüz milyarlarca dolar birikimini, halkın yararına olmayan bir savaşa sürüklemek için kullanılırken, Çin bu sürede sivil ekonomisini oldukça iyi duruma getirdi ve modernleştirdi. Beyaz Saray ve ABD Kongresinin, askeri ve sömürgeci İsrail devletini bütün olanakları ve kaynaklarıyla, 1.5 milyar Müslüman toplumuna rağmen desteklediği aynı gazetenin 7. sayfasında anlatılırken, 9. sayfada da Çin'in gayrisafi milli hasılasının 26 yılda 10 kat büyüdüğü haberi yer alıyordu. ABD'nin, Wall Street'e ve askeri harcamalara 1.4 trilyon dolar akıtıp, bütçe açığını ve işsizliği katladığı haberlerine yer verilen 12. sayfada, Çin hükümetin iç üretimi arttırıcı ve teşvik edici ekonomik paketi devreye aldığı, milli hasılayı yüzde 8 arttırırken, işsizliği azalttığı, Asya, Latin Amerika ve Afrika ile ticari bağlarını güçlendirdiği haberleri 12. sayfada yer alıyordu.
ABD'nin,Afganistan ve Irak'taki çürümüş işbirlikçilerinin yeniden seçilmesi ve geçimsiz İsrailli ortağı ile onun aciz Filistinli işbirlikçisinin arasını yapmak için bol bol para ve zaman harcadığı haberi ile, Güney Kore hükümetinin Kore Elektrik Şirketi'nin konsorsiyumu ile o bölgede 20.4 milyar dolarlık nükleer santral ihalesi kazandığı haberi 13. sayfada yer alıyor.
Sayfa 3'e bakıldığında, ABD iç güvenlik uygulamaları ve potansiyel teröristleri takip etmek için 60 milyar dolar harcarken, Çin hükümeti, Rusya ile enerji alanında ortaklık yapmak için 25 milyar dolar yatırım yapıyor.
FT'nin tek bir sayısında bile görülen bu başlıklar ve makaleler dünyadaki bu derin farklılıklara işaret etmektedir. Çin önderliğindeki Asya ülkeleri üretim, ulaşım, teknoloji ve madencilik alanında yaptıkları muazzam yatırımlarla dünya liderliğine oynamaktalar. ABD ise tam tersine, kullandığı askeri yöntemlerle yaratmaya çalıştığı imparatorluk ve spekülatif ekonomisi ile inişte...
1) Washington, Asya'daki ufak askeri çıkarlarını gözetirken, Çin, ticari ve yatırım faaliyetlerini, Rusya, Japonya, Güney Kore gibi büyük ortaklarla geliştirmekte.
2) Washington, iç ekonomik kaynaklarını, deniz aşırı sürdürdüğü savaşını fonlamak için kullanırken, Çin, madencilik ve enerji kaynaklarını, üretim alanında işsizliği azaltmak için kullanıyor.
3) ABD, askeri teknolojiye yatırım yaparak mevcut rejimini korurken, Çin sivil teknolojiye yatırım yaparak rekabetçi ihracat alanında öne geçiyor.
4) Çin, ülkenin iç işlerini yeniden düzenleyip, ekonomisini yeniden yapılandırırken, sosyal dengesizlikleri ortadan kaldıran uygulamalar yapadursun, ABD, mevcut ekonomisini batıran parazitleşmiş finansal sistemini için bütün fonlarını kullanıyor ve karşılığında işsizlik, üretim ve rekabetçilikte en ufak bir yol alamıyor.
5) ABD, Ortadoğu'da, Güney Asya'da, Afrika'da ve Karaibler'de yeni cepheler açıp, asker gönderirken, Çin sadece Afrika'da, 25 milyar dolarlık, altyapı, madencilik, enerji ve fabrika yatırımları yapıyor.
6) Çin; İran, Venezüella, Brezilya, Arjantin, Şili, Peru ve Bolivya ile milyar dolarlık ticaret ve yatırım anlaşmaları yapıp, ihtiyacı olan, dünyanın stratejik enerji, maden ve tarımsal kaynaklarına erişimini güvenlik altına alırken, ABD, Kolombiya'ya 6 milyar dolarlık askeri yardım yapıyor, Venezüella'yı korkutmak adına 7 tane üs açıyor, Honduras'taki askeri darbeyi destekliyor, Brezlya ve Bolivya'nın İran ile ekonomik ilişkilerini eleştiriyor.
7) Çin, Latin Amerika ile ekonomik ilişkilerini arttırıp, güçlendirip, kıtanın yüzde 80'i ile iletişim halinde olurken, ABD, bölgenin en kötü ekonomik performansına sahip Meksika ile ekonomik ilişkilerini devam ettirip, bölgeyi uyuşturucu kartellerine teslim ediyor.
Sonuç;
Çin istisnai bir kapitalist ülke değildir. Çin'in kapitalizminde, emek sömürülmektedir; refah ve sosyal hizmetlere erişimdeki şahlanmıştır, köylüler-çiftçiler mega baraj projeleri nedeniyle yerlerinden edilmektedir ve Çin şirketleri Üçüncü Dünya Ülkelerinde madenleri ve diğer doğal kaynakları çıkarmak için çılgınca bir çaba içindedir. Ancak, Çin, tarihte hiçbir devletin ulaşamadığı bir hızla ve çok daha fazla insan için üretim sektöründe milyonlarca iş yaratmış ve yoksulluğu düşürmüştür. Bankaları, çoğunlukla üretim sektörünü desteklemektedir. Çin, diğer ülkeleri ne bombalamakta, ne işgal etmekte, ne de yıkmaktadır. ABD kapitalizmi ise, küresel bir askeri güce dönüşmüş, kendi ekonomisininin içini boşaltmış, yaşam standartlarını düşürmüş, deniz aşırı topraklardaki savaşları fonlar hale gelmiştir. Finans, emlak ve ticari sermaye ise, spekülasyondan ve ucuz ithalattan kar ederek üretim sektörünü yok saymıştır.
Çin, petrol zengini ülkelere yatırım yaparken, ABD onlara saldırmaktadır. Çin, Afganistan'daki düğün törenlerine çatal-bıçak gönderirken, ABD bomba yağdırmaktadır. Çin, doğal madenlere yatırım yaparken, Avrupalı sömürgeciler gibi davranmayıp, gittiği ülkelerde demiryolları, limanlar inşa etmiş, bölgeye ucuz kredi imkanları sağlamıştır. Çin, etnik ve ırkçı savaşları ve "renkli isyanları", CIA gibi fonlayıp desteklememiştir.
Çin kendi büyümesini, ticaret ve ulaştırma sistemlerini öz kaynaklarıyla finanse etmekte, ABD ise sonu gelmez savaşlarını finanse etmek, Wall Street bankalarını kurtarmak ve milyonlar işsiz kalırken üretken olmayan diğer sektörleri desteklemek için mülti-trilyon dolarlık borç altında ezilmektedir.
ABD, bu sonsuz savaş girdabında iflasa ve iç yıkıma doğru giderken, Çin, gelişmekte ve gücünü piyasalarda deneme şansı bulmaktadır. Çin'in çeşitlendirilmiş büyümesi, dinamik ekonomik ortaklarla ilişkili olup, ABD askeri gücü, uyuşturucudan para kazanan ülkelerle, savaş lordlarının rejimleriyle, göstermelik muz cumhuriyeti olarak adlandırılan ülkelerle ve dünyanın en son ve en kötü ırkçı sömürgeci rejimi İsrail ile temas halindedir.
Çin dünya tüketicilerini baştan çıkarırken, ABD'nin küresel savaşları içerde ve yurtdışında teröristleri kışkırtmaktadır.
Çin ekonomik krizlerle ve hatta işçi ayaklanmaları ile karşılaşabilir ama bununla başa çıkacak ekonomik kaynakları mevcuttur. ABD zaten krizin içindedir ve iç ayaklanma ile yüzleşebilir. Fakat bütün kredisini tüketmiştir, bütün fabrikaları yurtdışındadır, yurtdışı askeri üsleri ve tertibatı bir değer değil, masraf kapısıdır! ABD'deki toplam fabrika sayısı, umarsız işçilerini yeniden istihdam etmek için yeterli değildir: Amerikan işçilerin eski fabrikalarının boş binalarını işgal ettiği bir toplumsal ayaklanma görülmesi muhtemeldir.
ABD'nin yeniden normal bir devlet olması için her şeye en baştan başlamalıyız. Bütün yatırım bankalarının ve yurtdışındaki askeri üsler kapatılması, kendi topraklarına geri dönmesi şarttır. Kendi halkımızın ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde sanayiyi yeniden kurma, kendi doğal doğal çevremizde yaşama, bu imparatorluk sevdasından vazgeçip demokratik sosyalist bir cumhuriyet kurma yolunda bir uzun yürüyüşe başlamalıyız.
Ne zaman, Financial Times'ı ya da bir başka günlük gazeteyi elimize aldığımızda kendi yüksek hızlı trenimizle New York - Boston arasını 1 saatten daha kısa sürede geçtiğimizi okuyacağız? Ne zaman kendi fabrikalarımızda, kendi mamullerimizi üreteceğiz ? Ne zaman rüzgar, güneş veya okyanus tabanlı enerji jeneratörleri kuracağız? Ne zaman askeri üslerimizi kapatıp, o destek verdiğimiz savaş lordlarının, uyuşturucu simsarlarının, teröristlerin kendi halklarıyla yüzleşmesini sağlayacağız?
Bunları hiç Financial Times'ta okuyabilecek miyiz?
Çin'de bütün bunlar bir devrim ile başladı...
Çeviri : Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Kırlara Doğru
Koşsam kırlara doğru
Gelincik çiçeklerinin kırmızıya boyadığı çayırlarda
Lavanta tarlalarında nefesim kesilene kadar
Saçlarım karışarak birbirine
Ve tırmansam yüksek tepelere
Rüzgara yetişmeye çalışsam
Ve yakalasam rüzgarı yeşil doğanın tepesinde
Bulutlar çok yakın olur oralarda
Uzansam ve dokunsam beyazlıklarına
Ve keşke kanatlarım olsa, uçsam maviliklerde.
Şimdi bahar vakti,
Koşsam diyorum bir çocuk gibi yemyeşil tarlalarda
Yeşilin kokusunu, toprağın kokusunu içime çeke çeke
Dilimde neşeli bir şarkı, ıslıkla karışan
Öpsem sarı menekşeleri, kardelenleri,
Sarılsam çiçek açmış ağaçlara
Ve koklasam meyve verecek beyaz çiçeklerini
O tatlı kokularında bayılsam.
Gelse rengarenk kelebekler avuçlarıma
Kır çiçeklerinin üzerinde şarkımı dinleseler
ve çağırsalar kırmızı uğur böceklerini,
onları okşayıp bir dilek tutsam,
uzansam yeşilliğe,
göçmen leylekleri seyrederken tatlı rüyalara dalsam.
ah şu çocukluğuma özlemim!
öldürüyor beni yeşili olmayan şimdiki hayat,
kaçsam şu renksiz şehirden
küçük bir köyde, yeşil doğayla börtü böcekle yaşasam
bahçemde güller, papatyalar, penceremde mor petunyalar
sessizliğin içinde kuş cıvıltıları
ve çocukluğumdaki gibi kırlarda koşsam
ben doğduğum toprakları özledim
gitmem gerekiyor biran önce ruhum hastalanmadan
ilk işim koşmak olacak, özgürlüğümü hissederek
toprak kokulu rengarenk çiçekli kırlarda.
Nevriye Hamitoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|