Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.755

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Nisan 2010 - Fincanın İçindekiler


  • KUŞ KANADININ GÖLGESİNDE -2 ... Seyfullah Çalışkan
  • AHA YASA! ... Hamdi Topçuoğlu
  • Gezdim Gördüm Öğrendim; İskoçya-4 ... Nevriye Hamitoğlu
  • Latin Amerika'da Devrimci Mücadeleler ve Medyanın Rolü ... Cüneyt Göksu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Oksijen çarptı beni!..


    Merhabalar,

    Zorunlu, sürpriz, hızlı ve kısa bir iş seyahatinden epeyce geç döndüm. Pek alışık olmadığım bol oksijenin metabolizmama verdiği zarar(!) nedeniyle uyur gezer haldeyim. Bu nedenle bu günlük affınızı rica ediyor, herkese güzel bir haftasonu diliyorum. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KUŞ KANADININ GÖLGESİNDE -2

    Sardunyalar ateş rengi açarken genç bedenler kendini ölümün kollarına bırakılabilir. "Herkesin bir derdi var. Durur içerisinde," Söylenmeden bilemezsin ki… Bir yanımız deli dolu, uçsuz bucaksız bir bahar. Öte yanımız kar, boran. Çelişkinin hangi birini söylesem, hangi birini anlatsam bilemiyorum. İnsanın aklı duruyor. Nizip yollarında fıstıklar püsküllenmiş. Dutlar tırtıl döküyor. Bir öğretmen konuşuyor. "Bu ilçede hiç nüfus kaydı olmayan en az dört veya beş yüz çocuk var. Hiç oyuncak görmemiş, baklavasıyla ünlü bir kentte yaşayıp hiç tatlı yememiş çocuklar… Bir kez olsun öğretmen görmemiş, bulundukları sokaktan ilçe merkezine gitmemiş, çarşıyı görmeden büyüyen çocuklar… Okula gel diyorsun. Okul nedir, öğretmen nedir, orada çocuklar ne yapar hiçbir fikri yok. Çocuk bilmiyor neyse ama anne baba da bilmiyor. Hem böylesi onlar için daha iyi. Para kazanmak her zaman okumaktan iyidir. Eski bir minibüsün içinde on iki kişi yaşar mı? Yaşıyorlar. Ellerini, yüzlerini yıkayacak su yok. Okula gelince tuvaletlerde yıkıyorlar. Seneye okulda uygun bir yere banyo yaptıracağım. Sıcak su ile yıkansınlar doya doya. Okulu bırak bu insanlara bu güne kadar bir kez bile devlet eli değmemiş. Resmi görevli herkesten korkuyorlar.

    "Asıl önemlisi bu çocuklar hiçbir sokağa hiçbir kente ait değiller. Kasım ayında gelirler, mart sonunda giderler. Bir yere, bir topluluğa ait olma duyusundan yoksunlar. Rüzgârın önündeki yaprak gibi savrulup duruyorlar. Dün sabah büyük öğrencilerden birini okula gelirken polis çevirmiş. Tabi üstünde okul forması falan yok. Polis onun ilköğretim öğrencisi olduğunu nerden bilecek? Kimlik sormuş, "nereye gidiyorsun?" demiş. "Okula gidiyorum, ben öğrenciyim," deyince bakmış, bir daha bakmış. "Tamam, hadi git bakalım," demiş ama hiç inanmamış. Bunlara forma giydiremiyoruz biz. Çünkü yaşları büyük ama okula geç başladıkları için sınıfları küçük. Akranları gibi olmak istiyorlar. Biraz zorlayınca yeniden sokaklara dönüyorlar. Okulu bırakıp gidiyorlar. Bu yüzden baskı yapamayız. Çünkü çatışırsak onları kaybediyoruz. Her ne şekilde olursa olsun onlarla bağımızı koparmamak için çabalıyoruz.

    Sanırım söylemeye hiç gerek yok. Resmi yazışmalar, izlenmesi gereken yollar bazen çok zaman alıyor. Er veya geç taleplerimiz karşılanıyor. Çok zaman kaybediyoruz. Devletin birçok kurumu çocuklar söz konusu olduğunda duyarlı davranıyor. Yine de yeterli olmuyor. Giysi, ayakkabı, çanta derken bir bakıyoruz ay geçmiş, haftalar tükenmiş. Daha pratik çözüm yollarımız olmalı. Çünkü geciktiğinizde samimiyetinizi yitiriyorsunuz. En önemlisi de ikna edebilmek için söylediğiniz sözlerin içtenliği uçup gidiyor.

    Nisan gelince birçoğunu zaten yitireceğiz. Kim bilir nerelere gidecekler. Pancara, pamuğa, fındık toplamaya veya belki de büyük kentlere dilenmeye. Göçmen kuşlar yola çıkmadan, her şeyi kış içinde planlamak ve uygulamak gerekli. Düşündüm taşındım. En azından okula getirebildiklerimiz için bir şeyler yapmalıyım. Okul onlar için güzel bir yer olsun. Burada kendi yaşıtları içinde iyi vakit geçirsinler. Çocuk olabilsinler. Ama en önemlisi okulu sevdirmek… Okulda bir bölüm ayırıp oyuncak kütüphanesi yapalım dedik. Oyuncağın kütüphanesi mi olur? Bir başka ilçede, başka bir kentte veya okulda bu hiçbir çocuk için çekici olmayabilir. Ama bizim çocuklarımızın hiç oyuncağı yok. Onlar çocuk olmadan, oyuncaklarla oynamadan büyüyorlar. Yazdık çizdik, bildiğimiz ulaştığımız yerlere telefonlar ettik.

    Tanıdığımız herkesten yardım istedik. Dilimiz döndüğünce meramımızı anlattık. Sağ olsun kimse bizi eli boş çevirmedi. Şu anda bu bölümdeki raflarda iki bin oyuncak var. Açmadığımız ve raflara dizemediğimiz üç koli daha var. Onları yedekte tutmaya karar verdik. Oyuncak bu, kırılıp eskimesi doğal… Kırılanların yerine kolideki oyuncakları çıkarıp raflara dizeceğiz.

    "İsteyen öğrenci kitap alır gibi adını yazdırıp buradan oyuncak alacak. Akşam evinde oynayıp ertesi gün getirip teslim edecek. Oyuncakları iyi koruyan ve sağlam getirenler için ödüllerimiz olacak. Kıranları da elbette cezalandırmayacağız."

    Mehmet Öğretmen, sonra sustu. Gözerini tavandaki plastik yıldızlarda dolaştırdı. Söyleyecek çok sözü vardı. Başımı ağrıtmaktan, çok konuşuyor bu adam denilmesinden korkuyordu. Seni dinliyorum gibisinden yüzüne baktım.

    "Bir şeyler yapmalıyız. Alışılmışın dışında, bildik ve tanıdık olmayan çözümler aramalıyız hocam,"dedi. Çünkü karşı karşıya olduğumuz sorunlar klişe çözümleri, slogan cümleleri yutmuyor... Bir şeyler yapmalıyız. Kafa kafaya verip tartışmalıyız. Ama illa sorunun kaynağına gitmeliyiz, hatta içine girmeliyiz. Çünkü damdan düşmeyen halden anlamıyor hocam…"







    Not: genellikle işimle ilgili konularda yazı yazmamak gibi bir ilkem vardı. Bu kez kendimi tutamadım. Kusuruma bakmayın artık. Mehmet Öğretmene selam, teşekkür ederim.
    Nisan 2010 - Gaziantep


    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      AHA YASA!

    "1982 Anayasası halkın %91.37'sinin kabul oyu verdiği bir anayasadır. İkide bir millet iradesinden söz edenlere öncelikle bunu anımsatalım. Bugün kim, bu anayasaya laf söylüyorsa, ya millet iradesine saygı duymamakta ya da halk oylamalarının her zaman doğruyu ortaya çıkarmadığına inanmamaktadır."

    Biliyorum, biliyorum… O anayasa, darbe anayasası diyeceklerdir. Doğru! Ama o anayasanın darbe anayasası olduğunu necip Türk milleti bilmiyor muydu? O anayasayı da bugünkü anlı şanlı anayasa profesörlerinin hocaları hazırlamadı mı? 1982 Anayasası'nı hazırlayanların başında Prof Aldıkaçtı vardı; bunun başında Prof. Kuzu var.

    O günleri dün gibi anımsıyorum:

    " Oylar belli olacakmış."

    " Hayır, oyu verenler belirlenecekmiş."

    " Darbecilerin başımızdan gitmesi için anayasaya "evet" oyu vermekten başka yol yokmuş."

    " Demokrasiye geçebilmemiz için bu anayasanın kabulü şart!"



    Ben, bunların hiçbirine itibar etmedim. Ne aba altından gösterilen sopalardan korktum ne de "demokrasiye geçiş" havucunu yuttum.

    O Anayasa'ya "evet" oyu vermedim. Yani %8.63'ten biri benim oyum. O Anayasa'ya hayır dememin nedeni; ne anayasa hukukçusu, ne kâhin, ne de asi olmamdır.

    Ben, 1982 anayasasına DEMOKRAT olduğum için hayır dedim.

    Yukarıdan aşağıya sayalım:

    Sayın Cumhurbaşkanımız,

    Sayın Meclis Başkanımız,

    Sayın Başbakanımız,

    Sayın Bakanlarımız,

    Sayın Kuzu, söyler misiniz 1982 anayasasına "evet" mi demiştiniz, "hayır" mı?

    Siz, AKP'nin yeni anayasa taslağına "EVET" oyu vermeye hazır olduğunu şimdiden ilan edenler, sahi siz ne demiştiniz o zaman?



    Siz yanıtlarınızı düşünedurun. Ben size bir hikâye anlatayım:

    " Uzak ülkelerin birinde ben diyeyim binlerce, siz deyin milyonlarca koyunu olan biri çoban varmış. Koyunlar, çobanın kendilerini et ve derileri için beslediğini biliyor ve otlaktan kaçıyorlarmış.

    Çobanın ağzı iyi laf yaparmış. Bir konuşmaya başladı mı akı kara, karayı ak diye satarmış. Zaman içinde koyunlarını;

    kendisinin, sürüsünü çok seven iyi bir efendi olduğuna ve onlar için dünyada her şeyi yapmaya hazır bulunduğuna,

    ölümsüz olduklarına, derileri yüzülse bile onlara bir zarar gelmeyeceğine, aksine bunun, onlar için iyi ve hoş olacağına,

    onlara herhangi bir şey olacaksa bunun hemen o anda, her koşulda o gün olmayacağına, bu nedenle de bu konu üzerinde düşünmelerine gerek bulunmadığına inandırmış.

    Adam, daha da ileri giderek koyunlarının zihinlerine, koyun olmadıklarını yerleştirmiş. Böylece onların bazıları kendisini aslan, bazıları kartal, bazıları insan; hatta bazıları da çoban sanmaya başlamış.

    Artık koyunlar, çobanla ilgili her türlü kuşkudan arındıkları için otlaktan kaçmıyor, onun kendilerine gereksindiğinde, istenenleri kuzu kuzu yapıyorlarmış.

    Pir Sultan yüzyıllar öncesinden ne güzel söylemiş:

    Uyur idik uyardılar
    Diriye saydılar bizi
    Koyun olduk söz anladık
    Sürüye saydılar bizi

    Keşke Pir Sultanları yetiştirmiş olan bu halk, onların söylediklerinin üstünde biraz akıl yormayı öğrenseydi. Ben çobanların "aha yasa!" diye sundukları her yasaya, 1982'de olduğu gibi bugünde "hayır" demeyi "Demokratlığımın bir gereği" olarak görüyorum. Özellikle "demokrat!"lara duyurulur.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Gezdim Gördüm Öğrendim; İskoçya-4

    Sabah saat 5:30 civarı. Birden bire uyanıyorum. Neredeyim ben? İşlemeli tavana bakan gözlerimi hafif ışık gelen pencereye çeviriyorum. Dışarıda beyaz bir sessizlik. Evin önünde duran ağacın üzerindeki noel ışıkları yanıp sönüyor. Yanında yaprakları dökülmüş çıplak bir ağaç ve dallarının arasından görünen yusyuvarlak dolunay… 2009 yılının son sabahı. Yoğun bir gün bizi beklerken, bugünün bitiminde yeni bir yıla adım atacağız. Yeni yılın heyecanından öte hala evimden çok uzakta olduğuma inanamıyorum ama gerçek. Odanın loş karanlığına bakıyorum. Şöminenin önündeki küçük yapay çam ağaçlarındaki ışıklar yanıp sönüyor. Kırmızı top süsler kırmızı yıldızlar gibi parlıyor. Pencerenin önündeki masaya gidip sandalyeye oturuyorum ve defterimi açıp İskoçya'nın beyazlığını karalıyorum.

    Sütlü bir kahve içtikten sonra yürüme mesafesindeki otobüs garına gidiyoruz. Hava soğuk. Ayağımızın altındaki karlar buz olmuş, çıtırdıyor. Saat yedi olmasına rağmen hava alacakaranlık. Gökyüzü parlament mavisinde, birkaç yıldızla birlikte pırıl pırıl… Yanından geçtiğimiz dükkanların ışıkları sokak lambalarının solgun ışığı ile yolları aydınlatıyor. Bizim gibi yürüyenler tek tük… Yokuş aşağı inerken Tay Körfezine akan Kuzey Denizinin sularını masmavi görebiliyorum. Dundee, çok güzel bir kasaba.

    Edinburgh, şehrine gidiyoruz. İskoçya'nın başkenti olan bu şehir, Britanya'nın en güzel şehri olarak söyleniyor. Ben ise Avrupa'nın en tarihi şehri olarak biliyorum. İskoçya'nın kültürel, sosyal ve turistik merkezi… Otobüs terminalinde indikten sonra bizi yine tarih kokulu geniş caddeler karşılıyor. Georgian mimarisinde olan binalara bakarken ağzımı kapatmak neredeyse imkansız. İşte şimdi gerçekten ortaçağ devrine ışınlanmış durumdayız. Yeni olan sadece insanların üzerindeki modern elbiseler. Kar taneleri yağarken burası bir masal şehrini andırıyor. Kabarık elbiseli kadınlar, siyah şapkalı baronlar ve sokak aralarında küçük zillerini çıngırdatarak giden atlı faytonlar eksik. Yüksek binaların işlemeli duvarları ve pencere pervazları, sütunlar ve heykellerle süslü… Bazı pencerelerdeki dantel perdelerin ardında ışıldayan noel ağaçları, caddede yürüyenlere selam veriyor. Bu gece yılbaşı olduğundan öğle saati üçten sonra trafiğe kapatılacak. Çünkü bu caddelerde insanlar noeli kutlayacak. İşin ilginç yanı her caddeye giriş fiyatının farklı olması ve yılbaşını sokakta geçirecek insanların sadece bir cadde için para ödeyebilecek olması. Düşündüm de bizim İstiklal caddesinde yapılacak bir yılbaşı gösterisi için cadde paralı olsa ve ara sokaklardan geçişler tamamen kapatılsa ne olur? Cevabı çok karışık. Şu çılgın Türkler asla rahat durmaz. Edinburgh'un yılbaşı caddelerine giriş 25 pound'tan başlıyor. Karşıdan görüyoruz ki büyük alana dev bir dönme dolap ve çeşitli lunapark oyuncakları kuruluyor. Stantlar düzenleniyor, satıcılar tezgahlarını kuruyor, hatta seyyar tuvaletler bile yan yana dizilmiş bir sokağın köşesinde. Yiyecek içecek satan küçük büfelerden karnımızı acıktıran kokular geliyor. Herkes koşuşturuyor, hazırlıklar yapıyor. Büyük bir bayram yaşanacak bu gece. Öğreniyorum ki Ağustos ayında üç dört hafta süren kültürel etkinlikler çok meşhurmuş. Avrupa'nın en büyük tiyatrosu kurularak, ücretsiz klasik müzik konserleri, askeri bando geçişleri ve çeşitli etkinlikler düzenlenirmiş. Eğer bir daha gelecek olursam bu şehre kesinlikle Ağustos ayını seçerim.

    Şehrin merkezinden başlayan Royal Mil caddesine gidiyoruz. Yokuş olan bu caddede yine sağlı sollu eski binalar var. Kraliçe Elizabet'in İskoçya'daki resmi mekanı olan Holyrood House Sarayı'nın yanından geçtikten sonra St Giles Katedralini görüyoruz. Dışarıdan bakıldığında uzun ince borulardan oluşan bir yapı gibi görünüyor. İlginç bir mimarisi var. İçeriye giriyorum, turistik bir ofis ve karşısında güzel bir kafeterya var. Ayrı bir kapıdan katedrale giriliyor ama yılbaşı tatili olduğu için kapalı. Katedralden hayal kırıklığı ile çıkıyorum. Kötü bir zamanda geldiğimiz için küsüyorum kendime. Caddeden yukarıya doğru yürüdüğümüzde büyük şato, Edinburgh Şatosu karşımıza çıkıyor. Bu arada parça parça kar yağmaya başlıyor. Kar tanelerine dokunmak için avuçlarımı açarken çocuklar gibi seviniyorum. Yüksek volkanik bir kayalığın üzerine kurulan şato görkemli görüntüsü ile Edinburgh şehrini tepeden seyrediyor. Binli yıllara dayanan çok eski bir geçmişi olan şatoda İskoç kraliyet mücevherleri bulunuyor. Giriş kapısından içeri girdiğimizde uzun bir kuyrukla karşılaşıyoruz. İçerisi açık olsa bile girmek mümkün değil. Zamanımız da kısıtlı olduğundan şatoya giremeden hediyelik dükkanına bir göz atıp kaleden çıkıyoruz. Tepeden biraz şehri seyrederken düşen kar taneleri ile beyaza bürünen bu tarihi şehri bir masal ülkesine benzetiyorum. Gülmek ya da büyük bir özlemin ardından ağlamayı istemek gibi bir duygu kaplıyor içimi. Burada olduğum ya da buraya gelebildiğim için hissediyorum bu duyguları. Şatodan bizi şehre doğru aşağı sürükleyen Royal Mil caddesinde güzel bir hediye dükkanı görüyoruz. Birkaç parça hediye aldıktan sonra guruldamaya başlayan midelerimizi doldurmak için uygun bir mekan bakıyoruz. Bir binanın in gibi görünen ahşap kapısından girdiğimizde bizi sıcacık bir ortam karşılıyor. Dekorasyonundan dolayı burayı çok uzun yıllar önce bir meyhane olabileceğini düşünüyorum. Bir zamanlar İskoç adamlarının yiyip içtiği, yüksek kahkahalarla gülüp şakalaştıkları, viski ve siyah biralarını koca kupalarla birbirlerine şerefe kaldırdıktan sonra içtikleri bir yer olmalı… Uzun kirli saçlarını arkaya attırarak giydikleri "kilt" eteklerinin altındaki kıllı bacaklarını hatır hatır kaşıdıkları ahşap sandalyelerde, sabahlara kadar içtiklerini, sarhoşlayıp sızdıklarını hayal edebiliyorum. Bu eski meyhanenin içi şimdi çocuk seslerinin de yankılandığı güzel bir restoran olmuş. Tavana yakın yükseklikte ve duvara boydan boya monte edilmiş raflar var. Bu rafların üzerine antika denilecek çeşitli eski eşyalar konulmuş; porselen bardaklar, eski şişeler, gaz lambaları ve İskoçlara özgü ıvır zıvır eşyalar… İçtiğim çorbanın içinde mercimek, pırasa ve havuç tadı alıyorum. Isınmak için içeceğim çayın yanında ise süt ikram ediliyor. Birazcık deniyorum, tadı pek de bana göre değil. İskoçların yemek kültürleri biraz fakir geliyor bana. Burada bir iki çeşit ise benim ülkemde bin bir çeşit. Kıymetini bilmek gerekir diyorum içimden. İskoçların en ünlü içeceği viski, sonra da şarap. Ünlü yemekleri ise "Haggis", kıyma ve sakatattan çekilmiş bir yiyecek. İyi pişirilerek şarapla birlikte servis ediliyor. Sabah kahvaltısı olarak da küçük taneli kuru fasulye yiyorlarmış. Tatlılarının güzel olduğunu söylediler, ben ise sadece bir tanesini beğendim ve bisküvilerini. Bisküviler tereyağı ile yapıldığından hem kalın hem de çok lezzetli.

    Edinburgh'a sıcak bir ayda, müzelerin açık olduğu bir zamanda gelmiş olmak isterdim. Belki başka sefere. Şimdiki gelişimizin amacı belli; yılbaşı gecesi. 2009 yılının son akşamını geçireceğimiz parti biletlerini Edinburgh'tan satın aldıktan sonra, otobüse binip tekrar Dundee'ye geri dönüyoruz. Akşam olunca bu şehre parti için tekrar geleceğiz.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu

       Latin Amerika'da Devrimci Mücadeleler ve   Medyanın Rolü

    FİDEL'İN VE CHE'NİN KURDUĞU PRENSA LATİNA'NIN BAŞKANI İSTANBUL'DAYDI

    Latin Amerika'nın önemli haber ajansı Küba merkezli Prensa Latina'nın (Agencia de Noticias Latinoamericana - Latin Amerika Haber Ajansı) başkanı Frank González, José Martí Küba Dostluk Derneği'nin (JMKDD) konuğu olarak İstanbul'daydı. Frank González'le, Latin Amerika'da son yıllarda sürdürülen devrimci mücadeleler ve bunların medyadaki yansımaları üzerine sohbet ettik. González'in, İstanbul'dan sonraki durakları Ankara, Mısır, Katar ve Angola!... Küba'nın haklı davasını anlatmak için düşmüş yollara.

    PL, Küba Devrimi'nden hemen sonra, 16 Haziran 1959'da, Devrim'in haber ajansı olarak kuruldu. Fikir Fidel'den geldi, Che organizasyonu yaptı, Arjantinli gazeteci Jorge Ricardo Masetti ise kuruculuğunu ve yöneticiliğini üstlendi. Böylece Prensa Latina yayın hayatına başladı.

    Devrim'in ilk günlerinden itibaren başlayan "karşı devrim" medya kampanyasına karşılık olarak, Küba da "Gerçek Organizasyonu"nu başlattı. Bu kapsamda, Devrim'in hemen sonraki günlerde, 21-22 Ocak 1959'da bütün dünyadan gazeteciler Havana'ya davet edildi. Gazeteciler Fidel'e bir soru yönelttiler, "suçladığı birileri var mı" diye. Fidel'in yanıtı netti: "Enformasyon tekellerini suçluyorum!.."

    Batı medyası Küba, Venezuela ve diğer ülkelerdeki gelişmeleri son derece tek yanlı olarak ele almakta. Son günlerde, açlık grevi nedeniyle hapishanede ölen adlî mahkûmun durumundan yola çıkarak, Küba Devrimi'ni sorgulamaya kadar giden kampanyalar bunun en güzel kanıtı. Emperyalist politikalara karşı mücadele ederken tarafsız bir medyanın gerçek olabileceğinin bir kanıtı olarak Prensa Latina önümüzde. Onun varlığı bizlere KOGA'daki gelişmeleri izleme fırsatı verirken, karalama ve yalan kampanyalarının nasıl işlediğini de gösteriyor.

    Frank González, KOGA'da niçin bu denli yoğun medya saldırısı olduğunu şöyle yorumluyor: "Çünkü burası adeta bir laboratuvar. Petras'a göre eğer bu dünyaya bir Karl Marx daha gelecekse, şu anda Latin Amerika'nın bir lisesinde okuyor! Peki bu devrim hareketliliği, Dünya'nın diğer bölgelerinde niye yok? Çünkü Latin Amerika Devrimcileri 3 hedef gözeterek ortaya çıkıyordu:

    Sömürgeleşmeye son ve siyasi bağımsızlık; Sosyal adalete dayanan devletler kurmak; diğer Latin Amerika ülkeleriyle uzlaşma ve dayanışma içinde olmak yani kısaca Karayipler, Orta ve Güney Amerika birliğini kurmak. Bu 3 maddeyi, Bolívar'da da, José Martí'de de, Chávez ve Fidel'de de görüyoruz.

    "Venezuela'nın önderliğinde kurulan Telesur ise, köklü PL geleneğine zenginlik getirdi, internet üzerine taşıdıkları TV yayını ile Latin Amerika'daki gelişmeleri çok daha yakından ve hızlı izlememize yardımcı oluyor..."

    Prensa Latina, Türkiye dahil 27 ülkede, 400 muhabiriyle 7 dilde yayın yapıyor

    Cüneyt Göksu
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    GÜLÜMSE

    Hadi gülümse bulutlar gitsin
    İşçiler iyi çalışsın, gülümse
    Yoksa ben nasıl yenilenirim
    Belki şehre bir film gelir
    Bir güzel orman olur yazılarda
    İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

    Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
    Çakıltaşlarım vardı benim
    Ama sen başkasın anlıyor musun
    Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
    Tüm şehir bana küskün
    Bir kedim bile yok anlıyor musun

    İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

    Kemal BURKAY

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Lady Laura
    Tamara









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100409.asp
    ISSN: 1303-8923
    9 Nisan 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com