|
|
|
Editör'den : "Eşek arısı sahibini sokmaz."?!.. |
Merhabalar,
Ne de güzel çizmiş Bülent Çelik. Sözünün eri, ciddi, sınırsız sorumlu bir devlet adamına yakışır tavrıyla(!?) alkışı haketti Tayyip Bey, bravo ona. Şark kurnazının kim olduğu hakkında da epeyce ipucu verdi. Bakan Çiçek konuşunca anlaşmıştık üç sekizlik ritmin başladığını. Tayyip Bey uçaktan indi, darbuka soloya geçildi. Altmışşş, yetmişşş, seksen... “Bunlar ciddi şeyler değil, sulandırma hareketi, olumlu yaklaşmayız!” Buyrun burdan yakın. Giderken "Biz varız." gelince yedikule saz heyeti. Üç maddenin önemi artık iyice anlaşıldı. Madem sulh çubuğunu tellendirmeyi reddettiler, o zaman istikamet Anayasa Mahkemesi!.. Haydi buyrun...
...
İkiyüzlü trampet takımı gene meydana çıkıp kafa şişirmeye başladı. Ahmet Türk'ü başkanken adam yerine bile koymayanlar, adam yumruğu yiyince birer asalet abidesi kesildiler. O oluşumun en nitelikli, en lafını bilen adamını feda etmeyin diye defalarca söyledik burada. Ha beni dinleyeceklerinden değil elbette ama dedik işte. O zaman günah keçisi olarak Türk'ü seçenler, bugün adamı yere göğe koyamıyorlar. Baydemir denen adamı dinledikten sonra başlarını sağa sola sallayıp "Yandım anam" türküsü çığırmaya başladılar, akılları başlarına geldi zahir. Tayyip Bey'imiz de hemen geçmiş olsun demiş Türk'e. Desin, tabi diyecek. İyi de Kasımpaşalı delikanlı abim, Türk bir sabık parti başkanı olarak geçmiş olsun dileklerini hakkediyor da, Baykal, en kocaman muhalefet lideri olarak bir iyi dilek mesajını dahi haketmiyor mu? Çifte kavrulmuş standart erbabı Tayyip Beyimiz, sen çok yaşa emi!..
...
Ayıptır söylemesi, Kahve Molası sekiz yılı devirip dokuzuncu yılına giriyor yarın. 17 Nisan 2002'de havai fişek gösterisi ile başlayan yayınımız dokuzuncu yılına ancak bir fincan sade kahve olarak girebiliyor. İlk yıllarda çok sesli korolar eşliğinde kutlardık bu yıldönümünü ama şimdilerde pek sesimiz çıkmıyor, çıkamıyor. Kendimce nedenini durumu kanıksamak olarak açıklıyorum ama sizlerin belki başka fikirleri vardır, paylaşırsanız sevinirim. Önümüzdeki yıldan itibaren farklı bir görsel ve yapısal anlayışla yayını sürdürmeyi, onuncu yılın sonunda da emekli olmayı planlıyorum. Şimdilik kararım bu ama zaman ne gösterir bilemem. Bekleyip göreceğiz. Kahve Molası'na hayat veren sizlere, yapımına ve yayınına emek veren 10 parmağıma teşekkür ediyor, herkese bol güneşli bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu EGE ÖYKÜLERİ |
|
Herodot'un anlattığına göre, Karia'ya saldıran Yunanlılar, babalarını, eşlerini ve erkek kardeşlerini öldürdükleri Karialı kadınları, kendilerine eş almışlar. Ancak Karialı kadınlar, kendi aralarında yeminle berkittikleri bir yasa koymuşlar ve bu yasayı anadan kıza sürdürmüşler.
Bu yasa: Erkeklerle birlikte yemeğe oturmamak, kocalarının adını anmamakmış.
Çimdik: Her zorbalığa başkaldırmanın bir yolu mutlaka vardır.
***
Bir gün doğa filozofu Demokritos'a hizmetçisi bir tabak incir getirmiş. Demokritos incirleri koklamış:
- Hımmm! Ne güzel kokuyor bunlar böyle? Bu incirlerin hangi bahçeden geldiğini bulmam gerek.
Hizmetçi boşboğazlık etmiş, incirlerin hangi bahçeden geldiğini söyleyivermiş.
Demokritos:
- Hay dilini tutasıca! Niye söyledin, demiş.
Bir süre sonra hizmetçiye dönmüş:
- Neyse ki ben, incirlerin hangi bahçeden geldiğini değil, hangi bahçeden geldiğini nasıl bulabileceğimi merak ediyordum, demiş.
Eline asasını almış, incir bahçelerinin arasında dolaşmaya çıkmış.
Çimdik: Asl'olan bilmek değil, bilgiye nasıl ulaşabileceğimizi bilebilmektir.
***
Bu yörenin ünlü bilginlerindendir Thales.
Yine böyle zeytin yıllarından biri olmalı. Thales, o yıl zeytinin çok olacağını anlamış:
- Ey Karialılar, yağhaneler yapalım. Zeytinlerimizi işleyelim. Varlıklarımıza varlık katalım, demiş.
Kimseler inanmamış ona:
- Sen Tanrı mısın ki geleceği söyleyebiliyorsun, demişler.
Thales, halkı uyaramayacağını anlamış. Kendisi yağhaneler kurmuş. Adalardan zeytin eziciler, yağcılar getirtmiş. Herkesin zeytinleri dallarında kalmış, heder olmuş. Thales çok para kazanmış.
Bilge adam neylesin parayı! Kazandıklarını tümünü yoksullara dağıtmış. Bu duruma şaşıranlara da:
- Benim amacım; para kazanmak değil, bilmenin değerini göstermekti, demiş.
Çimdik: Bilge, yalnızca bilen değil, bilmenin erdemlerini yaşam biçimine dönüştürebilendir.
****
Arap gezgini İbn-i Batuda, Aydınoğlu MehmetBey'i ziyaret için Birgi'ye gelmiş. Bey'in huzurunda kadı, medrese hocası ve hafız öğrencilerle birlikte otururlarken yaşlıca bir adam gelerek selam vermiş. Kadı ile müderris ayağa kalkıp onu selamlamışlar. Adam, Bey'in önündeki sedire oturunca hafızlar geride kalmış.
İbn-Batuda, medrese hocasına bu adamın kim olduğunu sormuş. Hoca:
- Bu ihtiyar, Yahudi bir hekimdir. Hepimizin ona gereksinmesi olduğundan, gördüğün gibi ona saygınlık eder ve ayağa kalkarak onu karşılarız, demiş.
İbn-i Batuda, hafızların Yahudi hekimden geride oturmalarını doğru bulmamış ve ona hakaret etmiş. Yahudi hekim, odayı sessizce terk etmiş.
Ama Bey, bundan çok mahcup olmuş.
Çimdik: İnsanları din, dil ve ırka göre ayıranlardan insan olarak utanırım.
***
Mevsim yazmış. Çok uzaklardan gelen bir yabancı bir bahçe kıyısında durmuş,
Bahçe sahibi Mehmet, yaz günü bahçesinin kıyısında soluklanan yabancı yolcuyu , böyle bunalmış görünce bir tabak incir getirmiş. Adam bir incir almış. Daha ilk lokmada içinin yangını sönmüş, canına can gelmiş:
- Bu nedir böyle, demiş; serinledi içim.
- İncir, demiş Mehmet.
- Bundan bana bir kök verir misiniz? Ülkeme götürüp yetiştireyim.
Mehmet:
- Olmaz, demiş. Oralarda cinsi bozulur.
Adam şaşırmış. Mehmet:
- Bu toprağı orada bulamaz, diye açıklamış nedenini.
Adam:
- Toprağı da satın alırım, demiş.
Mehmet:
- Buranın suyunu bulamazsın, demiş bu kez.
Adam:
- Suyu da satın alırım demiş. Parayla değil mi?
Mehmet:
- Bak, yabancı, demiş. Buranın bir havası vardır. Onu, meltem diye bir rüzgâr, şafak
vakti karadan, akşama doğru denizden ese ese eler. Dağların bin bir çeşit kokusuyla, adalar denizinin tuzunu bu meyvelere işler.
- Onu da alırım, demiş yabancı. Sen paradan söz et. Hava dediğin nedir ki!
- Ah be yabancı, demiş Mehmet. Sen paranın her şeyi satın aldığı bir ülkeden gelmişsin belli. Ama bu incirlere düşen bir damla var. İşte onu alman olanaksız.
- Onu da alırım, demiş adam, havayı, suyu, toprağı alan ben, bir küçük damlayı mı alamayacağım?
Mehmet, gülümsemiş:
- O "sevginin teri"dir. Ona paranın hükmü geçmez, demiş.
Çimdik: "Sevgi teri"yle yoğurmadığınız hiçbir şey sizin değildir.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Gezdim Gördüm Öğrendim; İskoçya-5 |
|
İskoçya'nın Dundee kasabasında Edi'nin evinde yılbaşı için son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Edi, noel baba kostümü almış onu giyecek. Gideceğimiz yerde Edi bir saatlik DJ'lik yapacak. Balkan, Polonya, İskoç, Macar, Bulgar müzikleri olacak. Edi'nin bir Türk arkadaşı bizi arabayla almaya geliyor. Onu ilk başta eve davet ediyoruz. Bir şeyler ikram edip tanışıyoruz. Çiftlik sahibi İskoçyalı bir kadınla evli. Çiftlikteki işlerle uğraşıyor ve anladığım kadarıyla bir okulda da eğitmen. Burada insanlar birkaç işi birlikte yürütebiliyorlar. Konforlu arabasına bindiğimizde Edinburgh'a doğru karanlık yollardan gidiyoruz. CD çalarda Türkiye'de hiç duymadığımız ilginç Türk müzikleri var. Tek tanıdık gelen bir iki Karadeniz şarkısı; çünkü bu arkadaş Karadenizli. İskoçya'nın bir köşesinde yaşayan bizim insanlarımızın özlerinden hala hiçbir şey kaybetmemiş olması bize ilginç geliyor. Oysaki Almanya'da bunun tam tersini görmüştük, gençler bırakın Türkçe müzik dinlemeyi, konuşmayı bile unutmuşlar. İskoçya'da ise farklı ülkelerden gelen insanlar sahip oldukları kültürlerini açık bir şekilde dinledikleri müziklerle, kıyafetleriyle ortaya koyabiliyorlar. En iyi örnek, burada yaşayan Pakistanlıların kıyafetleri. Her yerde karşılaşabileceğiniz dükkanlarına girdiğinizde kıyafetlerine bakarak kendinizi Pakistan'da hissedebilirsiniz. Dağınıklıkları da cabası…
Edinburgh'a geldiğimizde arabayı otoparkta bırakıyoruz. Sıra partiyi geçireceğimiz adresi bulmakta… Edi'nin elinde adres, biz de arkasında Edinburgh'un ışıklandırılmış yılbaşı sokaklarına aval aval bakarak yürüyen ve nereye gittiği hakkında hiçbir fikri olmayan uzaylılar gibiyiz… Avrupa'nın en tarihi olan bu şehrin sokaklarından geçerken, ışıklandırılmış süsleri, noeli kutlamaya hazırlanan neşeli kalabalığı seyretmek çok keyifli. Üzerinden geçtiğimiz yüksek bir köprünün aşağısına baktığımızda, aşağıda düzenlenen büyük ve rengarenk şenliği görüyoruz. Birden bire önümüzde patlayan havai fişekleri partinin başladığına işaret. Her yerde güvenlik görevlileri dolaşıyor. Parti için İskoç genç yaşlı erkekler, mavi kırmızı "kilt" eteklerini giymiş. Kızlar süslenmiş, bazıları mini etekli, ayaklarında ise sandaletler var. Bizim gibi etrafı seyreden bir sürü yabancı, cadde başlarında eğlenceyi bekleyen neşeli kalabalıklar… Yılbaşı için binlerce turistin burada olduğunu biliyorum. Çünkü Edinburgh'un tarihi caddelerinde kutlanan yılbaşı gösterileri dünyaca ünlü. Beni bıraksalardı şu caddelerden birinde sadece izleseydim rengarenk havai fişeklerini... Ben onları seyretmek istiyorum. Ama bu gece Edi'nin misafiriyiz ve onun götürdüğü yerde kutlayacağız yeni yılımızı. Edi'nin peşinden giderken ana caddelerden uzaklaştığımızı fark ediyoruz. Karanlık ve büyük bir mezarlığın yanından geçerken iyice ürperiyorum. Hava, çok soğuk ve kuru. Ayaklarımın üşüdüğünü hissediyorum; fakat ses çıkarmıyorum. Şikayet etmek gibi bir durumum asla söz konusu değil. Çünkü buraya macera için geldik. Yürüyoruz. Adres, tren istasyonun yanında. Bulunduğumuz yüksek caddenin aşağısında kalıyor istasyon. Ya geldiğimiz yolu tekrar dolaşacağız ya da dar ve karanlık merdivenlerden inerek kestirme yolu kullanacağız. Merdivenlerden aşağıya inmeye başlıyoruz. Dik ve labirent gibi basamaklar buz tutmuş. İn, in bitmeyecek gibi geliyor bana. Bu kadar dar merdivenleri buraya kim yapmış olabilir ki? İndiğimizde başımı kaldırıp merdivenlerin yukarısına bakıyorum. Karanlıkta fark etmediğim dağın tepesinde karanlık bir şato var. Gördüklerimden daha küçük… Oradaki hali ile bu tarihi şehrin gözcüsü gibi duruyor. Merdivenlerin neden bu kadar dar ve eski olduğunu şimdi anlıyorum. Belki de bu şatonun gizli geçidi, kaçış yoluydu bir zamanlar. Tren İstasyonuna paralel biraz yürüdükten sonra nihayet parti yerine ulaşıyoruz. İki katlı eski taş duvarlı bina. Gündüz vakti görsem harabe olduğunu söyleyebilirim. Ama içine girdiğimizde burasının dekoruyla, müzik tesisatıyla basbayağı disko olduğunu görüyoruz. Edi, DJ olduğu için bize öncelik tanınıyor, ikinci katına çıkıp bir masaya oturuyoruz. İçerisi biraz soğuk ama insanlar yavaş yavaş geldikçe ısınıyoruz. Değişik şapkalı gençler, giysiler, değişik saç modelleri, farklı yüzler, farklı tenler ve hatta farklı parfüm kokuları… Herkes rahat, güler yüzlü , herkes genç. Gençlik var burada; genç olmak, bir daha yaşanmayacak yaşların değerini bilmek ve iyi ki de burada olmak… Gençlik ruhunu hissederek dans etmek… İşte hayatın en kıymetli anı, o anda hayattan zevk alabilmek… Biranda bunları düşünüyorum. Yanımızdaki masaya gelen yine ilginç kıyafetli bir grup ellerinde enstrümanlarıyla bir şeyler çalmaya başlıyorlar. İki keman, darbuka, saksafon, yan flüt, akordeon, gitar… Harika müzik yapıyorlar. Daha çok Polonya müziğine benziyor. Herkes neşeleniyor, ben de… Bu arada üç stant kuruluyor. Birisi Polonya yemekleri, birisi Türk yemekleri, birisi de İskoç yemekleri… Türk yemeklerine şaşırıyorum, çünkü eminim ki orada Türk olan sadece bizleriz. Demek ki Avrupalılar bizim yemeklerimizi seviyor. İnsanlar yemek sevincinde stant başına üşüşüyor. Biz de öyle. Tabağımı dolduruyorum, değişik Polonya salamlarını, Türk sarmalarını, sigara böreklerini ve bardakta sunulan Polonya kapuskasını kaptığım gibi masama yerleşiyorum. Kapuskanın kokusu biraz garip olsa da lezzeti bir harika. Değişik müziklerle dans eden gençlerin arasından birden bire balık etli tombul bir kadın geliyor yanımıza. Boynuna doladığı pembe kuş tüylerinden fuarını sallaya sallaya dans eden süslü kokonanın bu partinin organizatörü olduğunu öğreniyorum. Edi'ye bir şeyler söyledikten sonra mikrofonu alıyor ve alt katta bizi büyük bir sürpriz beklediğini söyleyerek alt kata inmemizi istiyor. İsteksiz toparlanıyoruz ve herkesle birlikte aşağı iniyoruz. Aşağısı gümbürdüyor, güzel ışıklı sahnenin önündeki pistte gençler dans ediyor. Birdenbire müzik değişiyor, kalabalığı üstü çıplak gençler yarıyor. Bellerinde bandolar, ritimli bir müzik çalıyorlar. "Dum da da dumda" diye. Sonra bir halka oluşturuyorlar ve ardından "ta ta ta taaam" işte büyük sürpriz geliyor. Çinli bir dansöz. "Hay Allah" diyorum kendi kendime. Türkiye'de şimdi herkes televizyon başında yılbaşı dansözlerini seyrederken koskoca İskoçya'da biz de aynı görüntü ile karşılaşıyoruz. Bizim ilgimizi dansöz değil, dansözün Çinli olması çekiyor. Bu muydu sürpriz? Bize bu kadar basit gelen dansı İskoçlar çığlık atarak coşkuyla seyrediyor. Her ne kadar iyi kıvırıyor olmasa da onlar için gerçekten büyük sürpriz. Ve nihayet yeni yılın son dakikası geçiyor ve renkli kağıtçıklar havada uçuşuyor. Yeni yıla garip bir şaşkınlıkla giriyoruz. Ama önemli olan daha sonrası. Üst kata çıkıyoruz, masamız bizi bekliyor, yarım kalan tabaklarımız temizlenmiş, önemli değil. Edi, DJ liğine başlıyor ve Bulgar müziklerini açarak bizi coşturuyor. Dans, dans, dans… Genç olmama rağmen uzun zamandır dans etmediğimi fark eden ben, bu anları fırsat bilerek iyi değerlendiriyorum. Harika bir zaman geçiriyoruz. Yeni yılımız inşallah hep böyle neşeli, şen ve dans ederek geçer. En önemlisi de sağlık. Etrafımızdaki Polonyalılar, İskoçlar ve nereli olduklarını bilmediğim diğer gençler, Bulgar müziğine ayak uydurarak içlerinden geldiğince dans ediyorlar. Edi'nin zamanı dolunca da Polonya müzikleri başlıyor. Çok neşeli, bazıları da tanıdık, radyoda duyduklarımdan. Polonyalı bir kız arkadaş bile ediniyorum dans ederken. Kızcağız beni tanımadığı halde içkinin sarhoşluğunda kendinden geçmiş karşımda dans ediyor, sonra bir anda kulağıma bağırıyor: "Balkan- İskoç partisine hoş geldiniz." Turist olduğumuz nereden anlaşılıyor ben fark edemiyorum. Bende de kot pantolonu var ve basit beyaz bir bluz. Yani onlar gibiyim. Belki de tek farkım Bulgar müziklerine karışan Türk ezgilerinde dansımın farklı oluşu…
Sabaha karşı biten partinin sonunda Edinburgh'tan ayrılırken, gecenin en renkli anlarında havai fişekleri seyredemediğim için derin bir iç çekiyorum. Bu şehrin ışıkları yarı sönmüş caddelerine bakıyorum. Yollarda, kaldırımlarda gecenin yorgunluğu ve kalabalığın bıraktığı dağınıklık var. Sarhoş gençler, taksi bekleyen kalabalık gruplar hala şarkı söylüyorlar. Kanları kaynıyor ki bir kızın ayakkabılarını elinde taşıyarak çıplak ayakla yürüdüğünü görüyorum. Oysaki yerlerde hafif bir buz tabakası var. Cesaret, soğuğa karşı kazanılmış bağışıklık ya da büyük bir delilik… Neşeli ve çılgın İskoçlar…
Eve gittiğimizde son günümüzü iyi geçirmek için derin bir uykuya dalıyoruz.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Orantısız Dışkaynak kullanımı! |
|
İşletmelerin gittikçe artan bir biçimde, yalnızca 'sahip oldukları yetenek ve becerileri esas alan işleri' yapmak istemeleri ve temel yeteneklerini kullanılmadıkları işleri, kurum dışındaki başka işletmelerden alma eğilimleri, dış kaynak kullanımı (outsourcing) uygulamasını ortaya çıkardı. İşletmeler bu sistemi kullanarak, kaynak tasarrufu yapıyor, küçük ve yalın bir yapıya sahip oluyor ve çok iyi bildikleri işler üzerine yoğunlaşabiliyor.
Bir kurumun her alanda üstünlük sağlayabilmesi mümkün değil. Eğer kurum herhangi bir alanda bir işlevi yerine yeterince getiremiyorsa veya pahalıya geliyorsa, bunu çok daha iyi yapabilen başka bir işletmeye yaptırabilir. Geleneksel dış kaynak kullanımının temelinde, bir ürünün hammaddesinin dışardan temin edilmesi söz konusuydu. Günümüzdeyse, sadece hammadde de değil, tüm işlerde dış kaynak kullanımı görülmekte. Üreticiler ürünlerini, daha ucuz hammadde ve tedarikçilerin olduğu başka yurt içi işletmelere bazen de yurtdışına yaptırıyor. Bir işletme, anlaşmasını yerel bir işletmeden alıp, 8000 mil uzakta bulunan Uzak Doğu'daki bir işletmeye verebiliyor.
İşte, dışkaynak tanımının "Orantısızlaştırılması"nın temeli burada yatıyor!... Yerel işletmelerden alınıp, yurtdışına ihale edilmesinde. Bunun en güncel örnek girişimini yakın zamanda Akbank'ta görüyoruz, güvenimizin eseri Akbank'ta!
2009 yılında, 2.7 Milyar TL kâr yapan Akbank'ın, TÜİK istatistiklerine göre bilişimcilerinin %20'sinin işsiz olduğu ülkemizde, yeni bilişim stratejisi ile yüksek sayılarda yabancı insan kaynağı çalıştırmakta olduğu ve bu sayıyı sürekli olarak artıracak yeni planlamalar yaptığı görülüyor.
Sektörde 30,000'e yakın bilişim işsizi varken, Akbank'ın, bilişim altyapısı için binlerce Hint kökenli bilişimciye iş imkanları yaratıyor olmasının, Akbank'ın kendisine ve Hindistan'a çok yararlı olacağı aşikar. Ancak Türkiye'nin ülke ekonomisine ve bilişim sektörüne katkı yapmadığı ortada.
Hindistan, hem yerinde, hem de uzaktan bilişim hizmeti verme konusunda lider durumunda. Ülkemizde yıllardır Hindistan mucizesi konuşulurken, bu alanda Hindistan'a benzemek konuşulurken, bırakın Hindistan gibi olmayı, Hindistan'ın büyümesine katkı veren ülkeler arasında olunması nasıl açıklanabilir?
Aranan uzmanlık yüksek teknoloji danışmanlığı, ileri seviye problem çözümü vb ülke kaynaklarımız içinde bulunmayan veya çok az bulunan bir gereksinim olsaydı sesimiz çıkmayacaktı ama öyle değil! Aranan kaynak yurtiçinden de sağlanabilir, üstelik bu kadar bilişimci işsizken!. Gerçi yabancı elemanların getirilme izni alınırken, "yurtiçinde bu sayıda bilişimci yok" ya da "Hint'li bilişimci/yazılımcılar, bizimkilerden daha kaliteli" gibi nedenler uyduruluyor ama birinci neden için % 20,6 işsizliği bir daha hatırlayalım, ikinci nedene ise 20 yıllık bilişimci olarak katılmam mümkün değil.
Akbank'ın Binlerce Hintli İstihdam'ı Yasalara Uygun mu?
4817 sayılı yabancıların çalışma izinleri hakkındaki kanuna göre ülkemizde çalıştırılacak yabancı personel izninin alınabilmesi, "başvurulan iş için ülke içinde aynı niteliğe sahip kişinin bulunmaması" koşuluna bağlıdır. 30,000'e yaklaşan işsiz bilişimcinin Akbank'ın ihtiyaç duyduğu özelliklere uygun olmaması söz konusu dahi olamaz. Bir an bunun doğru olduğunu düşünsek bile, bu durumda da hem Akbank'ın hem de Akbank'a istihdam sağlayan bilişim şirketlerinin yetkin insan yetiştirme konusunda çaba harcamaması ve bu ülkeye yatırım yapmaktan kaçınması doğru mudur?
Elektrik Mühendisleri odası, Türkiye'de gerekli nitelikte bilişimci eksiği olmadığını söylemiştir.
Elde edilen bilişim gelirlerinin %80'den fazlasının yurtdışına aktarıldığı ülkemizde, kalıcı yatırım yapmaktan kaçınan uluslararası bilişim şirketlerinin dış kaynak kullandırma çabaları hem ülke ekonomisi için büyük umutlar bağlanan Türkiye bilişim sektörünün erimesine hem de işsizlik sorununu çok daha fazla artırmasına sebep olacaktır. Bu firmaların ülke değerlerinden istifade etmesi, buna karşın ülke için sorumluluk taşımayan ve salt daha fazla kazanmak adına yapılan çabaların ne kadar etik olup, olmadığı tartışılırken; diğer taraftan 4817 sayılı yasaya rağmen ve bu işsizlik ortamında yabancı çalışan istihdamının nasıl sağlandığı konusu soru işareti olarak durmaktadır.
Akbank bu kararını uygulamayı sürdürürse, kurumsal kârlılığının artacağı süphesiz ama ülke ekonomisine, insanına, işsizliğe, bilişim teknolojisine ve kendi çalışanlarına katkı yapmayacağı da ortada.
Ayrıca, Hasankeyf gibi çok önemli bir "Dünya Mirası'nın" Ilısu baraj projesi nedeniyle yok edilmesini kabul etmeyen Avrupa bankaları projeden çekilirken, "kültürel sorumluluk çalışmaları" ile tanınan Akbank, baraj için eksik kalan krediyi sağlayarak Hasankeyf'in yok oluşuna da önayak oluyor.
Sakıp Ağa hayatta olsaydı, bir aile şirketinden, kurumsala dönüşen, "Güveninizin Eseri, Akbank"ın, bu köklü markanın, gözü sadece para ve kârlılıktan başka birşey görmeyen profesyonellerce alınan bu kararlarla, Türkiye insanına böyle kazıklar atmasına izin verirmiydi acaba ?
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş Yanlış hesap |
|
Kimin burnu kırıldı?
Kürt olan "Türk'ün..."
Kıran kim?
Çaycı...
Tutuklatan kim?
Savcı....
İşe bakın!
Kürt Türk, çaycı ve savcı arasına sıkışıverdi
koca bir ülke
Durum öyle gösteriyor ki
Kavga büyüyecek!
Ne diye bağırmışlar?
" Her kürt Ahmet Türk..."
Şöyle bağırsalarmış ya
" Her Kürt birer Türk...."
Hepimiz kardeşiz yahu!
Şimdi birinin kişisel eylemini
Ülkenin tümü ile özdeştirmek hoş bişey mi?
Öyle bir hava esiyor ki doğu'dan
Sanki Ahmet Türk,
salt kürt olduğu için saldırıya uğradı.
Hayır canım
Beyefendi Terör örgütünün sözcülüğünü yaptığı için
yumruk yedi.
He!
Bu hoş bir durum mu?
Tabi ki değil...
Şiddetin hiç bir çeşidini kabullenmek mümkün değil
Kaldı ki Ahmet Türk yaşlı bir kişi
Bizim örf anenemizde
" Büyüğe el kaldırılmaz"
Fakat büyükler de toparlayıcı,önder
ve akıl danışılandır
Ahmet Türk zaman zaman büyüklüğünü taşıyamıyor
Sonra öyle bir davanın Karadeniz gibi hassas bir bölgede
görülmesi de düşündürücü...
Bir tane rahip öldürülmüş
Gidilmiş İstanbul'da Hrant Dink vurulmuş
Türk milliyetçiliğinin kalesi durumundaki bir bölgede
Pkk davası görülüyor
Bu olacak iş mi?
" Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türk'ün bayrağına"
dizelerinin yazıldığı bir bölge burası
Hassas davaların iyi hesap edilerek
görülmesi gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi de Diyarbakır belediye başkanı çıkmış
Saldırgan için " Deli" deyip geçiştirirseniz
" Bizim de delimiz var"diyor.
Ve çılgınca bir söz ediyor!
Dikkat!!!
Türkiye tımarhane'ye döndürülüyor!
Aman aklımıza sahip çıkalım...
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay İşsizliğe Pembe Çözüm |
|
Aylardır gündeme oturma gayreti savaşında yenik düştü "işsizlik".
Borçları nedeniyle bir birbiri ardında "intihar" edenler,
Ekonomik sorunları nedeni ile "cinnet" geçirenler,
Fabrikalarına kilit vuran iş adamlarının "bunalımı",
Okuyup adam olup elinde ki diplomasını "yelpaze" niyetine kullananlar,
İşyerlerinden maaşını alamadığında evine "aş götüremeyenler",
Dershane parasını ödeyemediğinden hapse atılıp evladını kaybeden "ana yüreğinin feryadı",
Hastane köşelerinde yine sıra beklemeye maruz bırakılan insanlarımızın "çilesi",
.
.
.
Binlerce işsiz, mağdur…
Uzayıp gidiyor…
Bu sorunlara rağmen; işsizlik, ülke gündemine bir türlü oturmayı başaramadı. Temsil ettiği insanlar gibi çaresiz, mutsuz bir şekilde bekleyişine son verdi.
Anayasa Mahkemesinin havada uçuşan maddeleri,
Ermenistan açılımı,
Demokratik adım olarak nitelendirilen Kürt açılımı,
ABD ziyaretleri,
.
.
.
Ve en nihayetinde kapatılan DTP'nin Başkanı Ahmet Türk'e yapılan yumurtalı ve yumruklu saldırı, işsizliğe inat gündeme yerleşti.
Ne çok seveni varmış…
Başbakan dahi aramış…
Binlerce geçmiş olsun mesajı almış…
"Bu güzel kardeşliği sevgiye dönüştürecek bir duruşu göstermemiz lazım. Bunu istemeyenlere rağmen umutluyum, başarabiliriz" , "Bir musibet bazen çok daha hayırlı şeyler getirir. Böyle olayların yaşanmamasını diliyorum. Ders çıkarıp geleceği kardeşçe gerçekleştirecek bir ortak duruş ortaya konulmalı" diyor Ahmet Türk.
PKK'yı baş tacı eden, yurda dönüş törenin ön saflarda yer alan, kutlamalara katılan onlar değilmiş gibi.
Şehit Ahmet'in,
Doğacak çocuğunu göremeyen Mehmet'in,
Öksüz kalan Ali'nin,
Dul kalan Ayşe'nin,
Yüreğine kor düşen gözü yaşlı anaların, babaların günahı, suçu neydi?
Keşke, düşüncelerinde samimi olsalar demeden edemiyor insan.
Yumruk yemiş burun bir haftaya kalmaz iyileşir, (Bu demek değil ki bu tür saldırıları doğru buluyoruz, tasvip ediyoruz. Elbette hayır, bir eleştiri-itiraz varsa, her vatandaş demokratik yollarla hukukla çözmelidir sorunlarını.)
Benzer saldırılara maruz kalan Tekel işçilerine aynı hassasiyet gösterildi mi?
.
.
.
Diğerlerine…
Bildiğimiz kadarıyla hayır.
"Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" atasözü yerinde olur mu bilemedim.
Biz en iyisi pembe gözlüklerimizle bekleyişimizi sürdürelim.
İşsizlikten bunalıma girmiş kredi kartları borçlularının imdadına banka kredileri davullu zurnalı, şarkılı türkülü davetler ile geçici çözümler üretmeye devam etsin,
Maliye bakanın adı spor salonuna verilsin,
Kriz, teğet sözleri ile halen geçiştirilsin
İşsiz insan da derdine yansın…
Çözüm önerimiz: 1 adet pembe gözlük.
1 adet çiçekli/fötr şapka.
1 adet müzik çalar.
Her şey nasılda toz pembe…
Tren gelir hoş gelir (Ley ley limi limi ley)
Nuran Talay Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BU BİZİMKİ
Yıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına
Tutku yükünü.
Bölücü bir aşk,
Ekmeği suyu bölüyor
Günde üç öğün.
Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer
Onunkine polis.
Yasadışı bir aşk ,
Evlenmeyi
Hiç mi hiç düşünmüyor.
Soyguncu bir aşk bu,
En sıradan ezgilerden
Sevinçler devşiriyor.
Kökü dışarda bir aşk,
Dante ile Beatrice'inkine
Fena öykünüyor.
İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor
Başka şey demiyor.
Cemal SÜREYA
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|