|
|
|
Editör'den : Bir soru da ben çakabilir miyim?!.. |
İyi haftalar,
İstenirse oluyormuş, korkunun ecele hiç faydası yokmuş. "Sakla Taksim'i gelir zamanı" diye diye geçen 32 yılın ardından, Cuma günkü dileklerimize tıpatıp uygun bir 1 Mayıs'ı deruhte etmenin derin hazzı içerisindeyiz. "Gerekli önlemleri aldık, 22 bin polisi Taksim'e yığdık." diye böbürlenecekler olacaktır kuşkusuz ama olayın aslının bu olmadığını bilenler bilir. Vaziyet, işi sahibine emanet etmekten geçmiştir. Bunca yıl terörist gözüyle bakılanlar, bıkmadan usanmadan dileklerini haykırmış sonunda da haklarını almışlardır. Yıllarca üç maymunu oynayanların şimdi çıkıp "Biz yasağı kaldırdık." demesi olasılığının baştan bertaraf edilmesi için durumun açıkça anlaşılmasında yarar vardır.
Türk-İş ve Hak-İş başkanlarına yapılan protestoları "Gölge" olarak yorumlayanların da akıllarından çıkarmamaları gereken bir şey var ortada. Bu 1 Mayıs işi bir "Mevlana" geleneği değildir. Hani, "Ne olursan ol gene gel" deyip herkese kucak açılacak, birlik beraberlik mesajlarıyla beyin yıkanacak bir ameliye hiç değildir. "1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı, Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı" diye marş söylenirken, "Devrim" sözünü "Darbe" ile eş tutmaları muhtemel olanların, o marşın önünde söz söylemeye kalkmasıdır, asıl normal olmayan. 1 Mayıs'ın geleneksel sahibi "Sol", Taksim için direnirken, "Aman canım Çağlayan da olur." diyenlerin, Taksim açılınca kürsüde saf tutmaları pek yakışık almazdı, almadı da. Yani ortada yanlış olan birşey yok, sorun tarihte!..
...
"Gemi azıya aldı." deriz gerektiğinde birtakım adamlar için. Pervasızlığın vardığı son noktadır azıya alınan. Cehalet atardamardır, cesaret cehaletin eseridir bu adamlarda. Genellikle etraflarında kümelenmişlerden beslenirler, güç alırlar. Bireysel korkular yerini toplumsal anarşiye bırakır. Tek başına sokakta yerden başını kaldıramayanlar güruh içerisinde panter kesilirler örneğin. Yüzde kırkyediyle memleket idare etmek te böyle birşey işte. Dünya onların çevresinde dönüyor hissederler. "Astığı astık, kestiği kestik" tir hazretlerin. Dünya rüşvet skandalıyla çalkalanırken, ucunun Türkiye'ye dokunduğu da ortadayken soru soran muhalefeti "Çakma gensoru" terimiyle tanıştıran da bu duygudur işte. "Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu"dur aslolan. Hak, hukuk, Allah, yetim hakkı, adil düzen diye oy dilenenlerin vardığı son noktadır "Çakma gensoru." Gensoruya çakma diyen başbakanın bakanı elli milyon dolarlık tersane hüllesi yaparsa bunun adı hak, bunu gündeme getirenlerin davranışı "Çakma" olur bu memlekette. Bilmezler ki, "Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner." Adisyon kabarıyor Tayyip Bey, haberin ola. Kendinize mukayyet olun, şenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
AZMİN ADI AYŞE
"Ben ilkokul beşinci sınıftan ayrılmayım, okuyamadım fakirlikten ,annem ve babam ölene kadar hep evde geçti hayatım ,televizyon seyrettim başkaca da bir şey yapmadım" demişti gülen gözleriyle bana bakan Ayşe.
Ayşe Vanlı'ydı , anne ve babasını kaybedince, 8 kardeşi ile ortada kalmış o sekiz kardeşin beşincisi imiş. Kardeşlerinin bazıları yuvaya verilmiş, bazılarını akrabaları almış Ayşe'de 14 yaşında İzmir'e halasının yanına gelmiş.
Ben ,Ayşe'yi tanıdığımda 23 yaşındaydı, evlere temizliğe gidiyordu , Ayşe ile tanışmamız bir arkadaşımı ziyaretimde gerçekleşmişti.
Ziyaretine gittiğim arkadaşım evine gelmekte biraz gecikince, işlerini bitirmiş olan Ayşe ile benimde bir kahve içimliği kadar vaktimiz olmuş ve ev sahibi gelene kadar onunla sohbete dalmıştım.
Ayşe uzun boylu, iki taraftan örülmüş simsiyah saçları, kömür karası gözleri ve uzun eteği ile bana Sarıkamış'taki okuyamayan kızları hatırlatmıştı, Çok sıcakkanlı ve konuşkan bir kızdı, benimle hemen iletişim kurdu, bende bundan cesaret alarak ona sorduğum sorular sonucunda gülen gözlerin arkasında aslında hüzünlü bir hikayesi olduğunu anlamıştım.
Ayşe bana özellikle okuyup okumadığımı sordu,
Bende dilimin döndüğünce şartlarımı ve nasıl okuyabildiğimi anlattım ona..
Kendini bildi bileli okumak istemiş ancak okuma imkanı olamamış fakirlikten.
Takı yapmaya da çok meraklı imiş, incik boncuğu çok sevdiğini, birilerinin boynunda gördüğü takılara hep iç geçirerek baktığını ve özendiğini anlattı bana uzun uzun.Boynuma taktığım takılarımla ve parmağımdaki yüzüğümle çok ilgilendi.
Ben temizlik işi yapmak istemiyorum, takı kursuna gitmek istiyorum, bu kurslar nerede ? diye sordu.
O güne kadar bu tür kursların varlığından bile haberdar değildim. Araştıracağıma söz verdim , telefonumu da verdim ve bir hafta sonra beni aramasını söyledim. Arkadaşımın gelişi ile bizim muhabbetimizde sona erdi ve Ayşe hemen evine gitmek için ayrıldı.
Ben bir hafta içinde internetten, ve tanıdığım bu işi bilecek herkesten sorup soruşturdum , takı yapımına ilişkin tüm bilgileri toparladım. Ayşe beni on gün sonra aradı . Ben topladığım tüm bilgileri ve telefonları kendisine verdim.
Bu olaydan sonra 6 ay gibi uzun bir süre onu göremedim.
Aynı arkadaşıma, yine bir vesile ile ziyarete gittim. Ayşe'yi sordum, işten ayrıldığını ve takı kursuna gittiğini söyledi, çok sevinmiştim. En azından istediği bir şeyi yapmak için cesaretle adım atmıştı Ayşe.
Aradan bir buçuk yıl geçti. Pazar günü sabah telefonun zili ile uyandım, karşı tarafta heyecanlı bir ses, önce uyku sersemliği ile kim olduğunu anlayamadım ancak birkaç saniye sonra arayanın Ayşe olduğunu anlayabildim.
- Hülya abla benim Ayşe tanımadın mı……..evinde tanışmıştık ya temizlikçi Ayşe,
- Aaa merhaba Ayşe evet hatırladım seni, kusura bakma, uyku sersemi seni önce hatırlayamadım
- Ne kusuru abla, asıl sen kusura bakma , erkenden uyandırdım,
- Estagfurullah Ayşe nasılsın,
- Çok iyiyim abla o kadar iyiyim ki ben takı kursunu bitirdim, şu anda kemeraltında …………takı mağazasında çalışıyorum, iş buldum yani,mağazanın sahibi seni şahsen tanıyormuş arayıp haber vermemi istedi, bekleriz abla dedi ve telefonu kapadı.
Çok şaşırmış ve bir o kadar da sevinmiştim .
Bu konuşmanın üzerinden 15 gün geçmişti ki , kemeraltına gitmem gerekiyordu, gitmişken de Ayşe'yi ziyaret etmek geldi aklıma.
Mağazadan içeriye girdiğimde yazar kasanın başında duran kız beni çok şaşırtmıştı. Beyaz kazağı, kulağında kendi tasarladığı sallanan küpeler ve elinde kocaman taşlı bir yüzük, yüzünde hafif bir makyaj , ojeli, bakımlı tırnaklar ve gülen gözleriyle başındaki müşterilere servis yetiştirmeye çalışan kız Ayşe'nin ta kendisiydi.
Takı tasarımıyla başladığı yeni hayatı onu neredeyse delirme noktasına getiren evin dışına çıkarmış, birde iş bulmuş ve hayatını tamamen değiştirmişti. Yaklaşık beş on dakika onu seyrettim ta ki mağaza sahibi arkadaşım beni fark edene kadar.
Arkadaşımın " Hülya hoş geldin" sesi ile kendime geldim, yüzümdeki şaşkın ama mutlu ifade ile ona baktığımı gören Ayşe'de yanıma geldi, "hoş geldin "dedikten sonra müşterilerinin yanına döndü, müşteriler gidince o da yanımıza geldi ve üçlü sohbete başladık.
Ayşe 4 ay gittiği kursu birincilikle bitirmiş, sertifika aldığı kurs onu arkadaşımın işyerine yerleştirmiş ve iyide bir maaş almasını sağlamışlar." Hem ihtiyacım vardı, hem de halamın maddi durumu çok kötüleşmişti, evde olmak beni daraltmıştı,o yüzden bu iş bana ilaç gibi geldi" dedi Ayşe.
Ayşe bizim yanımızdan bir şey söylemeden aniden uzaklaştı. Beş dakika sonra kahve yapmış elinde tepsi,mis gibi kokan kahveler ile yanımıza tekrar oturdu ve gelecekte yapmak istediklerinden bahsetti bana. Hemen yerinden kalktı ve yazar kasanın yanında duran okuduğu kitabı getirdi bana;
- Bak abla ben Atatürk'le ilgili ve onun kadınlarımız hakkında söyledikleri ile ilgili yazılmış bu kitabı okudum, çokta etkilendim, Ben Atatürk'ü yeterince tanımıyormuşum , o benim hayatıma ışık tuttu ,şimdi ben ortaokulu dışarıdan bitirmek için sınavlara gireceğim, işten fırsat buldukça ders çalışıyorum ,sonrada açık lisemi varmış ne ,onu söyledi…………abla o sınavlara girip liseyi de bitireceğim , eğitimimi tamamlamak ve kaderimi değiştirmek istiyorum dedi.
Ayşe'nin yüzündeki kararlılığını ve gözlerindeki ışıltıyı görünce,
- Neden olmasın Ayşe sen de bu hırs ve azim varken inanıyorum ki Üniversiteyi de bitirirsin, sakın korkma yeter ki okumak iste hem ben, hem de ……..ablan mutlaka sana yardımcı oluruz dedim.
Ayşe bu konuşmadan sonra kendisini daha da güçlü hissettiğini ve mutlaka okumak istediğini yineledi.Onun bu hali bende yeni duygulanmalar yaratmıştı.
Ayşe, aslında Van'da,Kars'ta,Mardin'de,Urfa'da ve diğer illerimizde yaşayan binlerce Ayşe için bir örnekti. İnanıyorum ki çalışamayan ve okuyamayan kadınların çoğunluğu, kendi ayaklarının üzerinde durmak, kendilerine güvenmek istiyorlar.
Onlardan daha şanslı olan bizler de güçlü kadınlar yaratmak için, onlara ekonomik özgürlük sağlayacak ortamlara katkıda bulunmalıyız. Kadınların ruhsal durumlarınında güçlenmesini ve kendilerine güven duymalarını sağlama çabasında olmalıyız.
Kadınlarımızın kendilerini nasıl var edebilecekleri ve onları günlük yaşamlarına nasıl temas ettirebileceğimiz hususunda her birimiz çalışmalar yapmalıyız .
Diyor ki içimden bir ses,
Beni yüreğinin üstüne bir mühür gibi koy
Çünkü ölümden daha güçlü bir sevgiye ihtiyacım var
Geçmişin selvi ağaçlarından, sönen yıldızın ışığından
Köşeyi dönerek kaybolan gençlikten
Kurtulmaya ihtiyacım var,
Bir insan elinin sıcaklığına ihtiyacım var
Hülya Türk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
Brezilya / Rio - Güzel ayaklı kadınlar şehri
THY Sao Paulo'ya direk uçuş başlattı, ben de planımı yaptım. Çölde kutup ayısı yine bizi buldu ve gideceğim hafta Rio'yu sel bastı. 100 ölü. Vazgeçmek yok. Uçakta arkamda Hande Ataizi. Yağmura tedbir yanında da şemsiyesi. Ama Hande sabıkalı, hostesler yanına yaklaşamadı 13 saat. İnişte telefonda aynı cümleyi 3 defa tekrar etmesinden anladık ki enişte Brezilyalı. Brezilya'da Portekizceden başka dil bileni bulmak güç. Bulursanız da takviye yani 3 kez tekrarın yanısıra el, kol, mimik hatta resim de gerekli. Bu nedenle 7 senedir tek kelime Türkçe öğrenemeyen Fenerbahçeli Alex'e kızmamalı. Irsi demek ki. 80'lerde rehber yokluğundan biz ispanyolcacıları koşarlardı Portekizli gruplara. Onlar her dediğimizi anlar ama biz onların ne dediklerini anlamazdık. Hala da öyle. Brezilyalılar ise sanki ben anlıyormuşum gibi nasıl noktasız, virgülsüz, nefessiz konuşuyorlar anlatamam. Hani bunların bi "şalteri", "bi dur kardeşim" düğmesi olmalı diye düşünüyorsunuz. 300 kişilik uçaktan ilk ben çıktım. Bana bakan gümrük memuru Türkiye'de de antrenörlük yapmış efsane "Didi" den başladı. Hikaye bittiğinde havaalanında benden başka kimse kalmamıştı bizim uçaktan. Anlatabildim mi sorunu? Olmadı mı? Peki 2. krizimi anlatayım. Kiraladığım araba gelmedi. 20 dk'lık telefon kartı aldım. Şirketi aradım. 3. kartta şirketle anlaşabildik.
İlk gece konaklama Sao Paulo'da. Ertesi gün kısa bir şehir turu, sonra ver elini Rio de Janeiro (anlamı ocak ayı nehri). Yeahh. İşte hayat burada; Kum, deniz, güneş, yemek, doğa, egzotik meyve ve içkiler, futbol, eğlence, güzel popolu ve güzel ayaklı kızlar. Bilgilisinden önemli not; sırrı, her ikisinin de sürekli açıkta olmasıymış. Kısaca mutlu yaşam için her şey burada. Sel-mel hikaye. Unutulmuş bile. Millet plajda, barda, diskoda, restoranda. Bize benzerlikleri de yok değil. En komiğime gideni de oradada mevcut dolmuş muavinleri. Yemin ederim dolmuştan kafayı çıkartıp şöyle bağırıyorlar; "Copacabanaaa... de la costa" Yani "sahilden copacabana" (İstanbullular bilir Sahilden Bostanciyeaaa dolmuşlarını)
Copacabana plajı muhteşem. 6 kilometre uzunluğundaki nefis kum plajı, içinde ışıklandırmalı futbol, voleybol sahaları, barları, plajda seyyar satıcıları, hemen yol yanındaki kafelerde oturup, joging yapan, mini şort veya bikinili kızları seyrederek hoş saatler geçirilebilecek mekanları. Akşamları ise çeşit çeşit fahişeler sıralanıyor caddede. Zencisi, beyazı, sarışını, melezi ve de dünyaca ünlü "dönme"leri. Akbulut. Sen çok yaşa. O da "bu saatten sonra biz de dönmeyiz" demiş ya. Brezilya'nın Transseksüelleri o kadar güzeller ki kadından farkını ancak "şemsiye" belirliyor. Harbi kadın olan fahişeler kadın olduklarını vurgulamak amacı ile şemsiyelerini açarak müşteri bekliyorlar. (Aman Hande!, bir yanlış anlaşılma olmasın!)
Kendilerine sadece meraktan sorduk. Umarız başımıza bir iş gelmez.
- Quanto costa usta? Yani, "Kaç para?"
- Karşı soru geldi. Ne kadar süre?
- Sana ne! Sen Kahya mısın?
- Ne kahyası...? Söylüyoruz işte; Açılış 30 dakika ve 50 Real, 45 dk 75, saati 100 ve 2 saati 150 Real (1dolar=1,8 Real)
Ne bu ya. Kolunda! taksimetremi var.
Gerçi sonra düşündüm de, aslında bu taksimetre olayı çok mantıklı. Nerde trak orda bırak. Kaç yazdı? Al. Byeee. Bizim Türkler gibi "zebbaha gader" muhabbeti yok. Bazen, hani isim vermeyeyim de işimiz bozulmasın, oraya buraya yurtdışına bayi turları yaparız ya, bir türlü anlamam 60 yaşındaki adamın, dilim varmıyor kelimeye ama elin …..…. ile sabaha kadar odada kalmasını. Ne var amca ya, n'aparsın sabaha kadar? Bırak Allah aşkına kandıramazsın kimseyi… Mavi haplar da kurtarmaz. Ne konuşursunuz, nasıl anlaşırsınız o da meçhul. Onu bırakın, işi abartıp 3 gün kıza otel odasında el koyanları var.
Sabah gelir ağa;
- Kardaş. Bi söylesen de benim odaya kahvaltı tabağı yollasak
- Niyekine? Otur ye işte burada.
- E bizim hatun odada
- Orospu yani?
- Yok öle deme yiğenim. Artık halvet olduk. Yengen sayılır.
- E sal gitsin amca. Bak bir sürü çeşidi var burada
- Olmaz.! Sen şu Osmanı görüyon mu? Hani şu yeşil gravatlı. O bizim oradaki rakip firma.
- Eee?
- Bırakırsam n'apar yapar bulur bu kadını…
- Bulur veeeee … Rezil eder seni bu adam. Ben yolluyorum odaya yengenin 3 günlük kahvaltısını da, yemeğini de..
Hazır elim deymişken "L'uomo" ve "Monte Carlo" erkek klüplerini anlatmam lazım. Kız kısmısı lütfen bir sonraki paragraftan devam etsin.
Öncelikle, klübe kayıtlı birinin referansı olmadan içeri giremiyorsunuz. İlk etap soyunma odası. Size bir anahtar ve bir dolap veriyorlar. Tüm üst baş çıkıyor. Siz, bornoz ve terliklerinizle Fin, Türk hamamının yanı sıra buhar banyosu bölümüne geçiyor ardından arzu ederseniz masaj yaptırabiliyorsunuz. Rio masajı yada biz buna Rio tarzı masaj diyelim. Burada anlatmam. Laf uçar, yazı kalır... Daha sonra her marka krem, parfüm, kokulu sabun ve bazı arkadaşlar gibi salaksanız! traş bıçağı ile bakımınızı tamamlıyorsunuz. Son etap clubhouse bölümü. Mekanın bir prensibi var. İçerideki showgirls sayısının yarısı kadar müşteri alıyorlar. DJ'in samba, rumba, rock tarzı müziği ile erotik dans eden showgirl'ler, barda veya koltuklarda egzotik içkinizi yudumlarken sizi taciz! edebiliyorlar. Klübün bazı müşterileri ise vi-ay-pi… Bornozlarının renginden anlaşılıyor. Pembe. Kalsın! Avantajları; Tüm kızların pembe bornozun önünde referans yapmaları ve yarı fiyatına içki.
Rio'nun hep güzel yanlarını anlattık. Birde kötü yanı var şehrin. Tehlikeli. Asla üzerinizde sahte de olsa takı taşımayın. Ne saat, ne kolye ne de bilezik. Güpegündüz, bir anda favella'lardan yani kentin varoşlarından gelen 5-10 çocuk pirana balıkları gibi etrafınızı sarıyor ve kolunuzdan saatinizi, cebinizden cüzdanınızı alıyor. Başınıza gelirse sakın direnmeyin, panik de yapmayın, çocuklar ne isterse verin. Diyelim bir başkasını soyulurken gördünüz, dümdüz yürüyün. Çaresi?; Cüzdan, pasaport ne varsa oteldeki kasaya. Cepte sadece o gece harcayacağınız bar, restoran parası olacak. Onu da üçe beşe bölün. Ben böyle yere yani Rio'ya asla gitmem demeyin. Gidersiniz.. Dünyanın en güzel 2. şehri burası. Görmeden ölmeyi de asla düşünmeyin!
Rio'ya gitmek için birkaç neden;
- Deniz kum güneş isteyenler için başta Copacabana, İpanema, Leblon ve Barra da Tijuca gibi muhteşem plajları var,
- Eğlence isteyenler için başta LAPA ve Leblon bölgesi tatmin edici
- Erkeklerini bilmem ama dünyanın en güzel kızları burada.
- Futbol, Müzik, Dans. Brezilyada bu üçlüyü hayatınızın içinde hissedeceksiniz.
- Alışveriş için hediyelik eşyalar, yağlıboya resimler ve özellikle pırlanta ucuz (Stern mağazası)
Bir anektod; bir alana bir bedava promosyonuna kapılarak, bir karısına bir de sevgilisine aynı kolyeden alan arkadaşımın gazabını hatırlıyorum. Akmerkez s-cafe'de tesadüfen karşılaşan bu iki kadın birbirlerine nerden aldınız? diye sorarlar veee…… Offf off. Arkadaşımın cezası, 40'ından sonra hayata yalnız ve sıfırdan devam etmek.
Devam. İstatistiklere göre her iki Brezilyalıdan biri dans okuluna gitmiş, gidiyormuş. Zaten Rio festivali de bu dans okullarının gösterisi ile doğmuş. 70-80 seçkin dans okulu 45'şer dakikalık geçit töreni düzeninde, juri önünden geçiyor. Halkın çoşkusu da hesaba katılarak karnaval birincisi seçiliyor. Velakin bu dans okulları konusunda gözlemim şudur; Mektepliler o kadar kurallarla dans ediyorlar ki, dans, sanki ruhunu kaybediyor. Oluyor sana Ront veya modern Folk. Her şey show'a dönük yani. Bu nedenle bana okullular sanki dans ederken eğleniyor gibi değil de "bakın biz ne güzel dans ediyoruz" diye sağa sola hava atmaya çalışıyorlarmış gibi geliyor. Kalabalık pistlerde çok eğlenirim mekteplileri seyrederken. Bir ki üç sol, iki adım öne, iki adım ge... küüt çartptın işte!. Haha. N'aber?
Ne bilim. Kıskanıyor da olabilirim onları. Gerçi ben de okulu denemedim değil. Küçük ablamın bunalım dönemlerinde birlikte Tango dersi almıştım. Aklımda tek kalan, o kadar kızın arasında olmama rağmen birini bile tavlayamadığım. Kurs bitince öğrendim ki hem soyadı benzerliğinden hem de çok kavga ettiğimizden bizi karı koca sanmışlar. Pööh! Umurumdaydı.
Aklıma takılanlar;
- Arabaların büyük bir çoğunluğu "Alkol" ile çalışıyor. Yolda kaldın, gir bara, dök votkayı çalışsın.
- Biralar genelde 1 litrelik şişelerde.
- Havasından mıdır suyundan mı bilinmez ama etlerinin tadı biraz farklı. Aynen sebze ve meyveleri gibi.
- Feijoada popüler yemeği ama içinde domuz ve Hindistan cevizi yağı kullanmaları bize uygun gelmeyebiliyor
- Her mahallenin bir restoranı var. Mahalleli kadın-erkek, çoluk-çocuk her akşam bu restoranlarda.
- Açık büfe restoranlarda fiyatlandırma kilo ile. Kaç gram yediysen o kadar para ödüyorsun
- En popüler içki, kristal şeker ve lime ile yapılan Caipirinha, Çakma Mohito diyebiliriz.
- Eğlence de Beyoğlu'nu arıyorsanız rotanız LAPA, Rio festivali kopyası da Plataforma'da
Nereleri görmeden dönmeyeceğiz?
The Statue of Christ the Redeemer ( Kurtarıcı Isa Heykeli ) :
Dünyanın en ünlü görülmeye değer yerlerinden biridir. 600mt'lik dağın tepesine tramvayla yukarı çıkabilir ve çok güzel bir Rio de Janeiro panoramasına sahiptir.. Her gün sabah 09.00 aksam 06.00 arasında açıktır.
Sugar Loaf Mountain ( Şeker Kamışı Dağı ) :
Teleferiklerle harika bir manzaraya sahip olan Rio de Janeiro' nun en tepe noktasına çıkarır
Maracana Stadium ( Maracana Stadyumu ) :
200.000 kapasiteli dünyanın en büyük Maracana Stadyum'u
Eğlence için;
Plataforma: Rio karnavalının showları var. adresi Rua Adalberto Ferreira, 32 / Leblon, bunun dışında eğlence için Mistura Fina, Club Six, Loco, Mariuzinn, Sacrilegio, Casa de Matriz, 00 ve Bombar'ı tavsiye ederim. Hepsi taksi şoförleri tarafından bildik yerler.
Alışveriş için;
Rio Sul, Fashion Mall ve Latin Amerika'nın en büyük alışveriş merkezi Barra Shopping alışveriş zevkinizi tatmin edecektir.
Resimler için; http://picasaweb.google.com.tr/baracudacem/Brezilya#
Tur için; 6 Günlük tur millerle 369 € http://www.baracuda.com.tr/TurDetay.asp?id=545
Detaylar;
Brezilya Federal Cumhuriyeti Güney Amerika'da yer alan, kıtanın en büyük ve en kalabalık ülkesidir. Uzun bir Atlas Okyanusu kıyısı vardır. Komşuları, güneyden kuzeye: Uruguay, Arjantin, Paraguay, Bolivya, Peru, Kolombiya, Venezuella, Guyana, Surinam, Fransız Guyanası'dır.
Brezilya Bayrağındaki sarı, topraklarından çıkartılan altını, mavi denizi ve yeşil ormanları temsil eder. 1500 yılında Portekizli denizci Pedro Alvares Cabral tarafından keşfedilen Brezilya, Portekiz kolonisi iken 1822 yılında bağımsızlık ilanından sonra Brezilya İmparatorluğu ve 1889 yılında ise başkanlık sistemiyle yönetilen Brezilya Federal Cumhuriyeti haline dönüşmüş.
Resmi dili Portekizce olan Brezilya'da başkan, milletvekilleri, senatörler, valiler, belediye başkanları, eyalet ve şehir meclisleri üyeleri dört senede bir yapılan seçimlerle belirleniyor. 110 milyon seçmenin katıldığı 2002 yılı seçimlerinden itibaren tüm bölgelerde elektronik seçim sandıkları kullanılmaya başlanmıştır.
Nüfusu 1 milyonun üzerinde on üç şehri olan Brezilya'nın en büyük şehirleri Sao Paulo (11 milyon) ve Rio de Janeiro'dur (6,6 milyon).
Kişi başına gelirin 13.000 dolar olduğu nüfusunun %81'i Katolik, %18'i Protestan, %1'i ise Müslüman ve Musevidir.
Beş kez Dünya şampiyonu olduğu futbolun yanı sıra voleybol, basketbol, tenis, yüzme, plaj voleybolu, sörf, otomobil yarışları ve yelkencilik Brezilya'nın Dünya çapında başarılar elde ettiği spor dallarıdır. Ayrıca Capoeira ve samba, özellikle ülkenin Afrika kökenli kültürünün, bütün dünyada dikkat çektiği folklorik etkinlikleridir. Dünya Futbolu'na önemli oyuncular katmıştır ve katmaktadır.
Yüzölçümü: 8.514.877 km², Nüfus: 200.000.000, para birimi Real, 1 Dolar=1,80 Real, Saat farkı : Yaz aylarında 6 saat, kış aylarında 4 saat, Resmi dil: Portekizce, Sıcaklık: tropikal bir iklim hakimdir. Araklıktan-Marta kadar süren yaz ayalarında sıcaklık 25- 40 derecedir. Kış aylarında ise, 20-30 derecedir
Cem Polatoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : H.Tugay Madanoğlu Çark ve Ben |
|
Çark çark çark
çark dönüyor
biri gidiyor
biri geliyor
kimseyi sevemeyen
yosun tutmuş kalplilerin diyarında
kalbimin yosun tutmasına
ramak kala
bırakıyorum herşeyi..
yani
neyim varki aslında?
insanın kendisiyle kalması
güzel bir duygu
kendini tanıması adına
ama ben
kendimden bile korkuyorum
çünkü yıkılan güvenleri
kaldıramıyorum
çok ağırlar
herkesin
isteğine boyun eğmeli miyim?
herkesin ağzında zehirli bir söz
eğlenmene bak
neden bu hedonist toplum
beni içine çekmeye çalışıyor
ha ben varım
ha ben yokum
çarkınız dönmeyecek mi yine
içinde olmasak bile
ezmeyecek mi bizi?
çarka tapanlar
unutmamalı bir gerçeği
herkes eziliyor bunun altında
ama herkes bir tanrıydı velevki
her kederinden
umut doğuran bir yaratıcı
ben bu tanrılar diyarında
tanrımı öldürdüm işte
ondan mı bu yaratamama duygum
ya da kederimin umutsuzluğu
aslında bayılırım umutsuz olmaya
umudun en büyük kötülük olduğunu
öğrendim öğreneli..
kederin içimde yarattığı
boşluğu
doldurmam gerektiğini
düşünmekle başlıyordu varlık
ve ben yine ben olana dek
sürüyordu bu oyun
bu oyunun adı
sizin kulaklarınızda
korkuya da dönüşse
kutsallıkta kazansa
ben seviyorum
tanrıcılık oynamayı
yaratıcı olmanın sonsuz özgürlüğü
epikuros tezini doğruluyor
bu zihinde...
H.Tugay Madanoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Varoluşçuluk Bir Anti-Hümanizmdir I |
|
Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki "hümanizm" kavramı, son derece sorunlu bir kavramdır. Pek çokları bu kavramı "insancıl" anlamında kullansa da "hümanizm" (insan-perest), aslında "burjuva ideolojisi"dir, "insancıl" ise "humanitarian" kelimesinin karşılığıdır. Ancak, dünyânın pek çok dilinde olduğu gibi maalesef bizim dilimize de "hümanizm" kelimesi, çoğu zaman "insancıl" anlamında kullanılmaktadır ve "hümanizm"in aslında "burjuva ideolojisi" olduğunu bilenlerin sayısı da pek azdır.
Fakat, şunu da teslîm edelim ki Jean-Paul Sartre, "Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir!" isimli metninde, aslında târihsel bir gerçeği "kazâra" itirâf etmiştir de. Varoluşçuluk, aslında kendisi bunu bilinçli bir biçimde dile getirmemiş olsa da burjuva ideolojisi olmak bakımından "hümanizm"dir. Bununla birlikte, biz burada "hümanizm"i, "insancıl" biçiminde tanımlayan Sartre'a ve bu yönde yerleşik anlayışa inat, varoluşçuluğu "anti-hümanizm" olarak tanımlayacağız ve bununla, bu öğretinin "insancıl karşıtı" bir öğreti olduğunu göstermeye çalışacağız.
İmdi, "varoluşçuluğun peygamberi"(!) olarak anılagelen Sartre'a göre varoluş, özden önce gelir ve Sartre bununla, öznellikten hareket etmek gerektiğini anlatır. Nitekim, Sartre'a göre önce insan vardır, insan önce dünyâya gelir, sonra tanımlanıp belirlenir ve özünü ortaya koyar. İnsan, kendi özünü kendisi ortaya koyar; dolayısıyla insan, kendisini nasıl yaparsa öyle olur ve özünü belirleyen başka hiçbir şey yoktur. (Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk, Say Yayınları, İstanbul 2002; syf: 29)
Kezâ, Sartre'a göre insan, var olmaya doğru yaptığı atılımdan sonra, kendisini yaptığı gibidir ve insan için öznellik de buradadır. İnsan, öznel olarak kendini yaşayan bir tasarıdır ve bu tasarıdan önce anılacak hiçbir şey yoktur. İnsan, "olmak isteyeceği şey" değildir; istemek, bilinçli bir biçimde karar almaktır, tasarı ise irâdeye dayalı bütün istemelerinden fazlasıdır. Bu tasarı, tüm yaşamı boyunca her defasında yeni baştan belirlenir, değişir. İnsanı, "kendi"sine bağlayan, ona değişmez ve kalıcı bir kimlik ve kişilik kazandıran hiçbir şey yoktur. (syf: 30)
Sartre'a göre varoluşun özden önce gelmesi, onu eylemlerinden sorumlu yapar. İnsan, kendi varoluşuyla yüzleşmeli ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmelidir. Bu sorumluluk, yalnızca kendisine karşı değil, tüm insanlığa karşıdır. İnsan, kendi öznelliğini açığa çıkartırken, aynı zamanda bütün insanları da seçmiş olur; kendisini yaratırken başkalarının da nasıl olması gerektiğini tasarlar. İnsan, hep iyi olduğuna inandığı şeyleri seçer ve herkes için iyi olanın, kendisi için de iyi olacağını düşünür.
Dolayısıyla, insan için bu tasarı, herkes için ve bütün çağlar boyunca geçerlilik iddiâsı taşıyan bir tasarımdır ki, bu da sorumluluğun giderek büyümesine yol açar. İnsan, seçimleriyle yalnızca kendisini değil, başka kişileri de bağlamış olur ve kendisinden sorumlu olması, bütününde bakıldığında tüm insanlığa karşı sorumlu olmasıdır ki, bu da insanı bunaltı yaşantısına sürükler. Seçimleriyle üstlendiği sorumluluklar, hiçbir zaman karşılanmaz; insan hep daha fazla sorumlu hâle gelir. (syf: 32)
Bununla birlikte, Sartre'a göre insan, kendisini aslâ kandıramaz. Öyle ki, "Her koyun kendi bacağından asılır!" diyenler bile, "Ya herkes sizin gibi yaparsa, o zaman ne olur?" gibi bir soru karşısında, "Herkes böyle yapmaz ki!" demek zorunda kalırlar. Ve bu da insanın, kendisinden kaçmaya çalışırken ve yalan söylerken bile, verilen cevapların en azından, "evrensel" bir değer taşıdığının ifâdesidir. Bu "evrensel"in âit olduğu yer ise insanlığın tamâmıdır.
Böylelikle, Sartre'a göre bunaltı, insanın kendi öznelliğinden kaynaklanan Ben-olmaklığı ile sorumlulukları arasındaki belirsizlikten doğan iç sıkıntısıdır. Bunaltı, insan eylemlerinin hiçbir zaman mutlak anlamda doğrulanamaması nedeniyle, kendisinden ve başkalarından hep daha fazla sorumlu hâle gelmesinin yarattığı tedirginlik ve endişe hâlidir. İnsan, varoluşunun sonsuzluğu içinde kendisinden kaçmadıkça, bu bunaltı hiçbir zaman azalmaz, giderek artar. Bu bunaltıdan kaçmaya çalışan insanlar ise maskelerle dolaşmak zorunda kalır. (syf: 34)
Ancak bunaltı, Sartre'a göre insanı, herhangi bir şekilde eylemsizliğe de sürüklemez. Çünkü insan, yaşamını sürdürmek için eylemde bulunmak zorundadır ve "eylemsizlik" hâli, sürdürülebilir değildir. Varoluşunun sonsuzluğu karşısında bu eylemde bulunma zorunluluğu, kişiyi sonunda kendi yalnızlığına ve biricikliliğine götürür. Bu sonsuzluk karşısında kişi, kendi yolunu kendisi bulmalıdır. Bunaltı, kişiyi bir sürü olanakla karşı karşıya getirir ve bunlardan hangisini seçeceğine kişi kendisi karar vermelidir.
Sartre'a göre insan, içinde yaşadığı dünyâya fırlatılmıştır ve kendisine yol gösterebilecek hiçbir şey yoktur. İnsan, ne yapması gerektiğine yalnızca kendisi karar vermeli ve bu karârın sonuçlarını da taşıyabilmelidir. Aldığı her karar, onu öncelikle kendisine, kendi öznelliği içinde de tüm insanlığa karşı sorumlu kılar. İnsan, kendi kararlarını yalnızca kendisi verebilir, kendi sorumluluklarını da ancak kendisi taşıyabilir. Bu sorumlulukları devretmeye çalıştıkça insan, her defâsında kendisini kandırmaya çalışmış olur.
Böylelikle, Sartre'a göre insan, kendi biricikliliğini sürekli olarak yeni baştan belirler. Varoluşunun sonsuzluğu karşısında insan, kendini sürekli yeni baştan tanımlar. Kararlarıyla ortaya çıkan tercihleri, ona varoluşunun sonsuzluğu içinde her defâsında yeni bir öznellik sunar ve bu sonsuzluk içinde "değişmez bir öz" aramak boşunadır. "Değişmez bir öz", varoluşun sonsuzluğuna aykırıdır; onu sınırlandırır ve insan eylemlerine yönelik olarak temel bir belirleyici hâline gelir ki, böyle bir belirleyici yoktur. (syf: 36)
Nitekim, Sartre'a göre insan varoluşu, doğadaki diğer nesnelerin varoluşundan bütünüyle farklıdır ve insan varoluşunu, "geleneksel felsefe"de olanın aksine, diğer nesnelerin varoluşuna ilişkin aynı ilkelerle açıklamak mümkün değildir. Bu durumda insan varoluşu, diğer nesnelerin varoluşuyla bir ve aynı tutulur ve insan "şeyleşir". İnsan söz konusu olduğunda irâde, bilinç, akıl, vb. yetiler, insan varoluşuna başka birtakım özellikler kazandırır ve bu yetilerin sonsuz oluşu, varoluşu da herhangi bir zorunluluk ilişkisine bağlamayı engeller.
Kezâ, insan eylemlerine yol gösterme iddiâsında bulunan tüm değerlendirme ölçütleri, bütününde bakıldığında insanın kendi varoluşuna anlam verme çabasını yansıtır. Oysa, varoluşun sonsuzluğu karşısında bu anlam verme çabalarından her biri, varoluşun sınırlandırılması demektir ve varoluşta herhangi bir anlam yoktur. Varoluş, belirli bir anlamdan yoksun olmak bakımından "saçma"dır. Bu değerlendirme ölçütlerinden her biri, bunları ortaya koyan kişilerin kendi tasarımlarıdır ve insan eylemlerine yön gösterme iddiâsında olmak bakımından, sorumlulukların devredilmesine kılıf hazırlar.
Sartre'a göre insan, bu "hazır", "konmuş", vb. değerlendirme ölçütleriyle hareket ettiğinde, kendi varoluşunun sonsuzluğuyla hiçbir zaman karşılaşamaz. Bu değerlendirme ölçütleriyle insan, belirli türden bir huzur ve mutluluk yaşayabilir ancak, bu yolla aslında kendisinden kaçmış olur; sorumluluklarını karşılamış olduğu yönünde yanıltıcı bir dinginliğe ulaşır ki bu yanılsama, kendisinden kaçmasının sonucudur. Ve bu dinginlik, aynı değerlendirme ölçütünü kullanan kişiler arasında onu "diğerlerinden biri" hâline getirir ve insanın kendi biricikliliği; yâni sorumluluklarını kendi öznelliği içinde karşılamanın sunduğu bu biriciklilik kaybolur.
Bu bakımdan, Sartre'a göre insan, sonsuz bir girişimler zinciridir ve bu girişimleri yaratan bağlantıların toplamı, örülüşü ve bütünüdür. Tanrı düşüncesi ise kişinin kendi varoluşunun sonsuzluğunu, aşkın bir sonsuzluğun sunduğu güvence ve huzurla yenme çabasını anlatır. Oysa, Tanrı olmadığı gibi, Tanrı'nın yokluğunda da her şey mubah değildir. İnsan, neyin iyi ve doğru olduğunu kendisi bulmalıdır ve başka her şeyde özgür olmakla birlikte, özgür olmak konusunda özgür değildir; insan, özgür olmaya mahkûmdur; özgürlük, insanın varoluşsal zorunluluğudur. (syf: 37)
Hâliyle, Sartre'a göre insan, kendi varlığını aşmak zorunda olan tek varlıktır ve bu aşmayla birlikte insan, kendi varoluşuyla, varoluşunun sonsuzluğuyla karşı karşıya gelir. Kendi özgür eylemlerini ve bu özgürlüğün getirdiği sorumlulukları bu yolla üstlenir ve kendi biricikliliğini kazanır. İnsana, kendi varlık bütünlüğünü sunan tüm idealler ya da değerlendirme ölçütleri ise insan özgürlüğünü bir yanılsama hâline getirir ve bu yolla sağlanacak özgürlük saçmadır. Buradaki "saçmalık", "saçmalama özgürlüğü" değildir, bu tür bir özgürlüğün kendisi "saçma"dır.
Sartre'a göre insan, kendi bencilce arzu ve ihtiraslarından da sorumludur; bunların elinde oyuncak olması hâlinde de kendi varoluşunu yine şeyleştirmiş olur ki, insanın tüm değerlendirme ölçütlerinden bağımsız olarak eylemlerini kendi başına belirlemesi, bu arzu ve ihtiraslarına teslîmiyetini anlatmaz. İnsan, kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu sorumluluk ilişkilerinden dolayı bu arzu ve ihtiraslardan kendisini kurtarmalıdır ki, tüm bunları zorunlu hâle getiren başkaları, kişi tarafından kendi "cehennemi" olarak görülür. Kişinin kendi varlığını eriten ve onu varoluşunun sonsuzluğuna taşıyandır başkası.
Böylelikle, Sartre'a göre özgürlük, insan yaşamında elde edilmesi amaçlanan bir üst-amaca ya da bir üst-istenebilirliğe ulaşmak için bir araç değildir, insanın varoluşsal zorunluluğudur. Bu üst-amaç ya da üst-istenebilirliklerin her biri, insan varoluşuna sınır koyarak onu belirli bir amaca ve hedefe doğru sürükler. Oysa, varoluşta hiçbir amaç ve hedef yoktur; böyle olduğunu düşünmek, varoluşu sıkı bir belirlenim altına almak demektir ki, bu da "insanın şeyleşmesi"yle sonuçlanır. Hâlbuki, insan özgürlüktür ve özgürlük, insanın önce kendine, sonra da tüm insanlığa karşı sorumluluğudur. (syf: 35-40)
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
İNFAZ
İnfazımız kazınmış seninle
Baş başa oluşumuz hayal bize
İnfazımız kazınmış seninle
Dağ başında türkü oluşumuz hayal bize
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|