|
|
|
Editör'den : Gidecek mi, Kalacak mı?!.. |
Merhabalar,
Durumun ayırdına henüz varamadık. Pazartesi günü birşeyler dedik, bir tane mektup aldık. Sağolsun bir hanım arkadaşımız ahlak anlayışımızı sorgulamış. Hakkıdır konuşacak ama dedik ya durumun ayırdına varamamış. Biz ne demişiz o ne anlamış. Bizi gerçek gündemden koparıp bir düzenbazlığı konuşmak zorunda bırakan, önemli günlerin arefesinde siyasi arenayı beşik gibi sallayan o alçak görüntülerin içeriğine takılmak yanlıştır, dedik, "Ama" ile başlayan cümlelerle ahlak dersi aldık. Yazık.
Beş dakikalık bir görüntünün, yetmiş milyonluk bir koca memleketin geleceğini bu denli etkilemesine izin vermek midir doğru olan? Yoksa bunu fırsat bilip Baykal'dan kurtulma planları yapmak mıdır ahlaki olan? İkisinin de cevabı "Hayır" olmalıdır. Biz istifa etmemeli dedik, istifasını isteyenler kazandı, adam en vakur haliyle doğru bildiğini yaptı. Şimdi gamlı baykuşlar gibi bundan anlam çıkartmaya çalışmanın ne alemi var? İstifa etti mi? Etti. Taban isterse geri dönecek mi? Elbette dönecek. Dönmeyecek te ne yapacak? Seçime bir yıl, referanduma üç ay kala, meydanlarda, dönen dolapları anlatacak birini bulmak kolay mı CHP için? İktidara alternatif yaratmanın eşiğindeki CHP, bu tür komplolardan kendini korumak için gönülden istemese de, bir genel başkan değişikliğine cevaz vermeyecektir. Erken sevinip şampiyonluk turu atanlar bunu göz önüne almalıdır.
Dün, bugün, bir önemli misafir ağırlıyor Türkiye aslında. Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev Türkiye'de, çok önemli pazarlıklar için bulunuyor ama Türkiye, bir alçağın internete koyduğu beş dakikalık görüntüyü tartışıyor. Bu da bizim kaderimiz olsa gerek. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
ZAMANSIZ OYUNCAK KELİMELER
Kardanadam yapmayacağım ellerim dondu, kızakları kaldır kaymak istemiyorum artık. En sevdiğim siyah misketimi akvaryumun dibine sakladım, belki çöpçü balığı kocakafa birgün görür de kendi yansımasına aşık olur. Kırmızı topaç kanepenin altına kaçtı, iplerini de kestim. Yakantop oynamayacağım asla, neden hep ilk ben yanıyorum?
Dipçiği kahve tonlarındaki ucu kırık tabancanla sarı saçlı barbie bebeğimi ben vurdum, parça kumaşlardan ona elbise dikmekten çok sıkılmıştım çünkü. 9 taşın hepsini tek atışla devirdim hem de hile yapmadan.
Uzaktan kumandalı arabanı da kırdım, pilleri akmıştı zaten. Biliyor musun sabah ataride oyunu bitirdim evet; mario kurtardı prensesi ama sen göremedin. Patateslere şekil verebilirsin belki suluboyayla yine boyarım onları. Saklandığın dolabı biliyordum zaten ama yine de bilerek sobeleniyordum. Hani kumbaramdaki tüm parayla bana sormadan saat almıştın, az önce akrep ve yelkovanını söküp bahçeye gömdüm. Haa bu arada komidinin çekmecesindeki son şekeri de ben yedim.
Şirinleri izlemeyeceğim artık, herzaman nasıl oluyor da hataları düzeltebiliyor ki şirin baba? Çekmecendeki renkli kalemlerin uçlarını kırdım hep, kalemtraşını da attım.
Son olarak bu gece portakalı soymadan yatacağım…
Ya da herneyse…
Elif Altınören
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BULUTLANMIŞ HAYALLERİM
Bulutlanmış hayallerim denizin içinde yosunlanmış kayalar gibi
Yaşanmış ve bitmiş dipte birer kara bulut misali
Uzaklarda bilinen birer sevdam, birer sevgili
Hepsi benden uzakta hepsi birer yalan olmuş şimdilerde
Aradığım, kaybettiğim aşkı sadece yeniden bulmaktı oysa
Dillere destan bir aşkı bulmaktı uzaklarda zannettiğim
Vazgeçtiğim umutlarımı yeniden bulmaktı uzaklarda
Unuttuğum özgürlüğümü yeniden bulmaktı sadece
Acılardan, gerçeklerden uzak bir masal yaşamaktı sadece
Yaşayamadığım zannettiğim gençliğimi yaşamaktı oysa
Ya yaşamamıştım ya da yaşayıp kaybetmiştim
Yaşanmışlıkların ortasında bulduğumu zannettiğim sevgilerde, tutkularda, aşklarda
Yalan da olsa, gerçekte olsa uzaklarda çoooook uzaklarda şimdilerde,
Benden uzak, düşlerimden uzak, hepsi birer oyun, birer bitmiş sevda, çok uzaklarda
Hala arıyorum ne aradığımı bilmeden, hala arıyorum ne istediğimi bilmeden
Ne kaçabiliyorum ne de kalabiliyorum…en zoru da bu olsa gerek, hiçbir yere ait hissetmemek
Hep uzakları düşünüyorum sanki ben buraya ait değilmişim gibi, sanki ben burada yaşamıyormuşum gibi
Başka yerlere aitmişim gibi, düşlerimdeki yerlere, istediğim yerlere, heves ettiğim özgürlüğüme…aitliğime, benliğime, gerçek hayallerime…
Bekliyorum sanki bir şey olacakta kavuşacağım, bir şey olacakta gideceğim, bavulum her daim hazır, hayallerim her daim hazır gitmeye, çok uzaklara…
Hep istediği özgürlüğüne…..sensizliğe dair her şeye…
Tek eksiği bir türlü bulamadığı cesareti benliğimin….
O olsa da gitse çok uzaklara, istediği, uçmak istediği yerlere, hayallerinin sarhoşluğuna…
Gitse de ulaşsa hayatı boyunca isteyipte yapamadıklarına, ideallerine…..coşkularına…
Gene yazıyorum nafile biliyorum hepsi de eksik cesaretiyle benliğimin bana defalarca oynadığı oyunlardan bıkmışlığım var artık…
Defalarca bana söz verse de hiç gerçekleştiremedi yapmak istediklerini, inanmıyorum artık ona…ve kendime….düşlerime….
Düşler sadece düşlerde kalacak ömür boyu….adı üstünde birer düş olarak kalacak
Ömrü biterken benliğim keşke diyeceği anlarda bile geriye dönüp yapamadıklarına hayıflanacak ve bitmeyen pişmanlıklarına geri dönecek…..
Düşlerim hep birer düş olarak kalacak içimde…sevgilerimde….hayallerimde…
Özlem Köseoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay Deniz Baykal'ın İstifa Hamlesi |
|
Deniz Baykal iki haftalık komplo sonucunda özel hayatına ilişkin görüntülerinin ortaya çıkması ile bugün genel başkanlıktan istifa ettiğini açıkladı.
Sözde görüntüler Deniz Baykal'a ait mi değil mi soruları hala kafalarda soru işareti olarak dolaşırken, kimsenin özel hayatının kimseyi ilgilendirmeyeceği akıllara gelmiyor.
Kim, kiminle gezmiş,
Kim, kiminle kimi aldatmış,
Kim, kiminle yasak aşk yaşıyormuş,
Kimin veya kimlerin imam nikâhlı birden çok eşi var,
Bize ne?
Yani en azından bunlar beni sade bir vatandaş olarak ilgilendirmiyor. Herkesin özel hayatı kendini varsa eşini veya hukuku bağlar. Kaldı ki bu kadar ucuz bir komployu da çocuklar bile anlar.
Herkes işine baksın…
Siyasette rekabet ne zaman bu kadar ahlaksızlık boyutlara gelip, bel altından vurmaya döndü anlayamıyoruz.
CHP kimleri neden rahatsız ettiyse saldırının mimarları istifa kararından son derece memnun olmuş olmalı. Ancak göremedikleri bir gerçek var ki o da CHP'nin artan güçle mücadelesine yine Baykal ile birlikte devam edeceğidir.
Deniz Baykal CHP'nin Genel Başkanlığından istifa ederek hiçbir korkusu olmadığını göstermiş ve ayrıca CHP'yi kirli tezgâhlara karşı korumak için bu kararı almıştır.
CHP'ye karşı yürütülen ahlaksız karalama kampanyası yapanlar ne kadar aciz, çaresiz bir biçimde kalmışlar ki bu tecavüze imza atmışlardır.
Yazık ki adam gibi adam, adam gibi siyaset yapanlar azaldıkça karanlıktan aydınlığa çıkmayı ve yükselip yücelmeyi kimse beklemesin.
AKP Anayasasının değişiminin istenilen süreçte gitmemesi ve referandum sürecinin hızla gelmesi ve CHP'nin karalama süreci kimlerin hesabından neden geçmiştir?
Yaşanan tüm süreç ülkemizin bütününü ilgilendiren kara bir saldırı niteliğindedir. Bunun ardında kim, kimler vardır? Tüm bunlara adı karışanlar yakın zamanda yargı önüne çıkacaktır.
Ahlaksız iftiracılar ve azmettiricilerinin hesap etmediği bu istifa karşında ne yapacaklarını da merakla bekliyor olacağım.
Evet, Baykal'ın hamlesi bu…
Bundan sonraki süreçte Genel Başkanlığa adaylığını kim koyar, Baykal tekrar aday gösterilir mi? Sorularından önce çözülmesi gereken; ahlaksız - bel altı siyaset taraftarlarının bu tür kirli malzemeleri servis edememesidir.
Sonuç olarak Baykal Partisine yönelik saldırılara karşı kendini siper etmiş ve bir parti liderinin yapması gereken duruşu sergilemiştir.
Gerisi lafı güzaftır.
Nuran Talay Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Emperyalizmin Târihsel Kabuk Değişimi Üzerine II |
|
Emperyalizmin târihsel süreçteki kabuk değişimine karşın, bugün bile pek çok ekonomist, "neo-emperyalizm" kavramını aslında "post-emperyalizm" anlamında kullanmaktadır ki, bu ayrım üzerinde dikkatle düşünmek gerekmektedir. Zîrâ, klasik emperyalizm ile post-emperyalizm arasında yöntem farkı yoktur. Sâdece, "emperyalizmin kaymağını yiyen sektör" olarak klasik emperyalizmde ön plana çıkan sanâyi ve finans sektörünün yerine, post-emperyalizmde çok uluslu şirketlerin geçmesi gibi bir farklılık vardır.
Kezâ, Lenin'in çözümlemelerinde klasik emperyalizmde, serbest rekâbetin en hâkim olduğu dönem, mal ihrâcının arttığı dönemdir ve kapitalizmde tekellerin ortaya çıkmasıyla birlikte, mal ihrâcının yerine sermâye ihrâcı geçmiştir. (Lenin, 2008: 89) Târihsel bakımdan önce sanâyiciler, sonra da bankacılar emperyalizmin motor gücü hâline gelmişlerdir. 1870-1880 arası dönemde ise mâlî sermâye güçlenmiş ve bankacılar, sermâyenin yoğunlaşması ve merkezîleşmesine bağlı olarak emperyalizmin motor gücü hâline gelmişlerdir. (2008: 158-164)
Oysa, kendileri "neo-emperyalizm" kavramını kullanmış olsalar da aslında "post-emperyalizm" başlığı altında düşünülmesi gereken görüşleriyle Sweezy ve Baran'a göre ise İkinci Dünyâ Savaşı'ndan sonra sanâyiciler ve bankacılar, emperyalizmin motor gücü olma özelliklerini yitirmişler ve bu konumlarını çok uluslu şirketlere devretmişlerdir. Özellikle de ABD kaynaklı bu şirketler, bankalara olan borçlarını ödemişler ve savaş sonrası dönemde mâlî bağımsızlıklarını kazanarak bankalar üzerinde denetim kurmaya başlamışlar, tekelci kapitalizmin temel birimleri hâline gelmişlerdir.
Dahası, bu şirketlerin sermâye yapıları, sanâyi ve banka sermâyelerinin yapısından bütünüyle farklıdır. Bu şirketler, tek bir alanda yoğunlaşmazlar, ana şirketin yan sanâyi dallarında gelişmesine özen gösterirler, merkezî karar alma mekanizmaları yerine çoğulcu birtakım mekanizmaları devreye sokarak yerel ekonomilerin her türlü imkânını sonuna kadar kullanırlar ve en önemlisi, yerel ekonomileri "içeriden" ele geçirmeye çalışırlar. (Sweezy / Baran / Magdoff, 1975: 125-135)
Sweezy ve Baran'a göre, bu şirketlerin uluslararası arenada yayılması da son derece kapsamlı ve karmaşıktır. Yerli ortakları aracılığıyla bu şirketler, hammaddeyi ülke dışına çıkartmaktan ve ağır gümrük vergileri ödemekten kurtularak yerel ekonomiler içinde güçlenme yolunu seçmişlerdir. İç piyasada rekâbet kapasitelerini arttırmak için yerli üreticilere karşı siyasî iktidarları harekete geçmeye zorlamışlardır. Kârları ise ana şirketlerin bulunduğu kapitalist ülkelere götürmüşlerdir.
Dolayısıyla, Sweezy ve Baran'a göre sermâyenin organik bileşimi, İkinci Dünyâ Savaşı'ndan sonra daha karmaşık hâle gelmiştir. Savaş sonrası dönemde ABD'de çeşitli kapitalistler, denizaşırı ülkelerde yatırım yapmanın, ABD'de yatırım yapmaktan daha kârlı olduğunu görmüşler ve sermâye ihrâcını hedef ülkenin ekonomisini kendi gereksinmelerine göre yapılandırmak için kullanmışlardır. Öyle ki, klasik emperyalizm çözümlemelerinde anlatılan mal ya da sermâye ihrâcı durmuş, bu şirketler tarafından gerçekleştirilen üretim yerel ekonomiler içinde gerçekleştirilmiş, bu ise emperyalizmin yeni bir kavranışını gerektirmiştir. (1975: 135-140)
Ne var ki, Sweezy ve Baran'ın bu tespitlerinde spekülatif para hareketleri ve mâlî piyasaların önemi gözden kaçmıştır. Nitekim, bahsettikleri şirketlerin bir ülkeye sökün etmesinin ön koşulları bunlarla sağlanmaktadır. Özellikle de korumacılık önlemlerinin baskın olduğu ekonomilerde, doğrudan yabancı sermâye yatırımlarının önce "içeride" kabul edilmesi ve geniş halk kitleleri nezlinde, bu şirketlerin, iç piyasada üretimi arttırıp ekonomiye katma değer kazandıracağı yollu bir kanaatin oluşması gerekmektedir. Ve bu kanaat, bu ülkelerin mâlî piyasalarına sızan finans kuruluşlarının ekonomi üzerinde oynadıkları oyunlarla ve sivil toplum kuruluşları marifetiyle sağlanmaktadır.
Kezâ, bir gecede kurla aşırı bir biçimde oynanmakta; hedef ülkede ekonominin, bu şirketlerin yapacakları yatırımlara muhtâc olduğu yollu bir algılama yaratılmaktadır. Başka deyişle, bir ülkede çok uluslu şirketlerin varlık koşulu, bizzat bu para hareketleri ve sivil toplum kuruluşlarına bağlıdır. Örneğin, bir ülkeden çok kısa bir zaman dilimi içinde çok yüklü bir sermâyenin bir anda ve kontrolsüzce çekilmesi, bu ülkenin ekonomisini dumura uğratmakta ve bu ülkeler çok ciddi ekonomik ve siyasî krizlere sürüklenmektedir. Bunların arkasında ise çok uluslu şirketler değil, spekülatif para hareketleri vardır. Bu farklılık ise neo-emperyalist strateji içinde finans kapital ile sivil toplum kuruluşlarının ittifâkını açık bir biçimde tespit etmeyi sağlamaktadır.
Diğer taraftan, Harry Magdoff'a göre ise neo-emperyalizmi klasik emperyalizmden ayıran iki temel özellik vardır. Bunlardan ilki, on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında kapitalist-emperyalist sistemin motor gücü olan İngiltere'nin artık bu konumunu taşıyamaması ve bunu ABD, Almanya, Fransa ve Japonya'ya devretmesi ve bu güçler arasında zorunlu bir ittifâkın ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise sanâyileşmiş ülkelerin kendi içlerindeki ekonomik güçlerin, göreli olarak az sayıdaki büyük bütünleşmiş endüstriyel ve mâlî firmaya doğru kaymasıdır. (Magdoff, 2006: 27)
Öbür taraftan, Prabhat Patnaik'e göre de neo-emperyalizmin özgül ayırt edici özelliği, kapitalist dünyânın gerek ileri gitmiş, gerekse de geri kalmış kısımlarıyla geriye kayarak bir "talep kısıtlı" duruma girmesidir. Kapitalizm, târihinde mukâyese edilebilir hiçbir dönemde görülmemiş yükseklikte büyüme oranları elde edilmesine bağlı olarak, birincil mallar arzında önemli baskıların oluşması ve kriz dönemlerinde metropol ekonomilerde alınan önlemlerin çevre ülkeleri daha fazla bağımlı hâle getirmesiyle yeni bir hegemonya ortaya çıkartmıştır. (Patnaik, 2005: 47-9)
Ne var ki, bu araştırmacıların ortaya koyduğu tezler, şu ya da bu biçimde, kapitalizmin tekelci aşamasına da atfedilebilir görünmekte ve bu nedenle, neo-emperyalizmde yeni olanın ne olduğu konusu belirsiz kalmaktadır. Oysa, neo-emperyalizmde yeni olan, kapitalist sistemin, kendisini, Birinci Dünyâ Savaşı döneminde olduğundan farklı olarak savaş ve savunma endüstrisi üzerinden değil, "insan hakları" nosyonuna dayalı özel bir dil üzerinden ve finans kapital ile STK'ların ittifâkıyla kurmasıdır.
Bu süreçte Batı emperyalizmi, insan haklarını basit bir söylem retoriğine dönüştürmüş ve asıl hedefleri olan "sermâyenin dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması"nı sağlamak için bu amaçlar doğrultusunda uluslararası bir oligarşi (Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, NATO, IMF, Dünyâ Bankası, Dünyâ Ticaret Örgütü, vb.) kurmayı başarmıştır.
Bu oligarşinin desteğiyle, özellikle de Soğuk Savaş sonrası dönemde, eski Sovyet coğrafyası başta olmak üzere, dünyânın değişik coğrafyalarında iktidâr değişiklikleri bizzat demokratik ve meşrû mekanizmalar marifetiyle gerçekleştirilmiş, bunların kiminde başarı sağlanamamış olsa da bu mekanizma, emperyalizmin klasik kavranışından ve post- emperyalizmden daha farklı bir kavranışına duyulan zorunluluğu açık bir biçimde ortaya çıkartmıştır. (Yıldırım, 2005: 21-5)
İmdi, burada da açık bir biçimde ortaya çıktığı gibi, şu üç kavramın birbirinden özenle ayrılmasında ve kullanımlarına da özen gösterilmesinde büyük bir zorunluluk vardır. Klasik emperyalizm: 1870'lerden 1900'lerin başlarına kadar kapitalist sistemin zorunlu sonuçları. Post-emperyalizm: İki dünyâ savaşı arası ve sonraki dönemde kapitalizmin aldığı genel biçim. Neo-emperyalizm: İkinci Dünyâ Savaşı'ndan sonra oluşan ve "insan hakları" nosyonuna dayalı demokratik ve siyasî irâde ki, Soğuk Savaş sonrası dönemde birbirinin peşi sıra ortaya çıkan şu "renkli devrimler", târihsel bakımdan aslında bu irâdenin ürünleridir.
Kezâ, bu ayrım o kadar önemlidir ki, pek çok araştırmacının tespitlerinde de görüldüğü gibi, aslında "post-emperyalizm" başlığı altında düşünülmesi gereken değerlendirmeler, çoğu zaman "neo-emperyalizm" başlığı altında değerlendirilmektedir. Ve hâl böyle olunca, "emperyalizmin kabuk değişimi" gerektiği biçimde incelenememektedir.
Bu değişimin önemi ise uluslararası oligarşinin yarattığı bu fanustan kurtulmanın olanaklı koşullarının araştırılmasından gelmektedir. Çünkü, "insan hakları" nosyonu ve yaratılan bu dil, her kullanılışında, bizzat bu oligarşinin dümen suyuna girilmektedir. Daha da kötüsü ise kendilerini "anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı"(!) olarak tanımlayan birtakım çevrelerin bile böyle bir mücâdeleyi bu referans noktaları üzerinden kodlamaya çalışmalarıdır.
Dolayısıyla, bizim bu görüşlerimize karşı çıkan bu sinekler, bize karşı böyle vızıldayıp dururken, aslında bu fanus içindeki oksijeni bitiriyorlar. Ve bizim endişemiz şudur ki, bu sineklerle birlikte tüm mazlum milletlere yazık oluyor.
Kaynakça:
Alkım Saygın; 21. Yüzyılda Üçüncü Dünyâcılık, Kemalizm ve Millî Demokratik Devrim Üzerine Tezler, Adımlar Yayınevi, Ankara 2009.
Harry Magdoff; "Yeni Emperyalizm", Monthly Review, Sayı: 5, Mayıs 2006, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul 2006.
Helmunt Rönnefarth / Heinrich Euler; Konferenzen und Vertage, Worzburg 1979.
Mustafa Yıldırım; Sivil Örümceğin Ağında, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2005.
Paul Sweezy / Paul Baran / Harry Magdoff; Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975.
Prabhat Patnaik; "Yeni Emperyalizm", Yeni Emperyalizmin Ekonomisi, Simurg Kitapevi, İstanbul 2005.
Vladimir İliç Lenin; Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm, Evrensel Basım Yayın, Ankara 2008.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BAKARKEN
Muhtemel
Yarın gün doğacak
Bir kaç çocuk olacak sokakta
Oyun oynayan ağlayan
Muhtemel
Bir kaç el birkaç göz
Buluşacak bir yerlerde
Çılgınca sevda oyunu oynayarak
Muhtemel
Yarın doğan günde
Yine sen geleceksin bana
Aklımda ruhumda gezinmeye
Muhtemel
Ben bununla yani
Hasretinle özleminle mutlu olmaya
Çalışacağım sokakta oynayan
Çocuklara camdan bakarken
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|