|
|
|
Editör'den : Kederliyiz!.. |
İyi haftalar,
Acı kaybımız nedeniyle üzüntümüz büyüktür. Dolayısıyla bugünlük dükkanımız kapalıdır.
Not: Taziyetleriniz için çelenk gönderilmemesi, timsah yürüyüşü yapılmaması, hamsiden bahsedilmemesi önemle rica olunur.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı NARLI YAZI |
|
Bir zamanlar yüzüne kimse bakmazdı ama gazetelerde, dergilerde kendisinden o kadar söz edildi ki, birden medyatik oldu ve değeri artı, her yerde nar suları içilir oldu. Oysa İngiltere'deki Reading Üniversitesi ve St. George Hastanesi uzmanlarının yaptığı araştırma, süper gıda denilen nar suyunun çok fazla içildiğinde hücre tahribatına yol açabileceğini ortaya koydu. Uzmanlar özellikle nar konusunda yanlış inanışlar olduğunu belirterek şu açıklamayı yapıyorlar: "Narın yeşil çaydaki antioksidanın 8 kat fazlasını içerdiği ve hücreleri serbest radikallerden koruduğu söyleniyor. Ancak narın etkisi sadece bir saattir. Daha sonra kandan atılır." Truva kralının oğlu Paris, güzellik konusunda tanrıçalar arasında anlaşmazlık çıkınca hakem olarak seçilir. Her tanrıça çeşitli vaatlerde bulunur ama o, aşk vaadinde bulunan Afrodit'i yeğler ve tanrıçaların en güzelini belirlemek için elindeki narı ona verir. Yani nar güzelliğin ve aşkın meyvesidir. Narı dünyaya tanıtan eski Romalılarmış. Kartaca savaşından sonra narı anavatanından alıp Roma'ya götürmüşler. Nar, Mısırlılar tarafından bereket ve bolluğun simgesi sayılmıştır. Nar, toplumsal hayatta egemenlik gücü olarak da algılanmıştır.
İngiliz bilim adamları günde bir elma ya da portakal yenilmesini öneriyorlar.
Derken gazetede bir yazı daha çıktı. Kiraz kalp hastalığıyla iki koldan savaşıyormuş. Hem kolesterolü hem de kan şekerini düşürmeye yardımcı oluyormuş. Kirazda kırmızı ve mor meyvelere anthocyani maddesi bol miktarda bulunuyormuş.
Yandık desene. Kiraz da yüzümüze bakmaz, havalarda gezer artık. Ateş pahası olur, yanına yaklaşılmaz.
Neyse, bu ihtimalin gerçekleşmemesi için dua edelim de narlı bilmecelerle sizi baş başa bırakalım. Bakalım atalarımız narı nasıl dile getirmişler:
Mini mini fincan, içi dolu mercan.
Ağaçta vurdum karga, içi dolu kavurga.
Çarşıdan aldım bir tane, eve vardım bin tane.
Hanım uyandı, cama dayandı, cam kırıldı, kana boyandı.
Bir karı ile koca. Mırmır eder her gece. Kadın der ki: "Hey koca İstanbul nice?"
Koca der ki: "İstanbul bucak bucak, çevresi mermer ocak, içinde bir sandıcak, içi dolu boncucak."
Bir türkümüz de narlıdır:
Nar ağacı narsız olur mu/ Yiğit olan yiğit yârsiz olur mu/ Benim gönlüm sensiz olur mu?/ Nar ağacı ulam ulam/ Yâr yitirdim gülüm nerde bulam/ Kırk güzel içinde / Gözlerinden bilem/ Nar ağacı biçim biçim/ Ben ölüyom gülüm senin için/ Hep dostlarım düşman oldu/ Bir tek seni sevdiğim için."
Bir manimizde de sevgilinin koynunda nar olduğu belirtiliyor ve ona şöyle sesleniliyor:
Şu zülfünü tara kız
Atma beni dara kız
Baban bekçi tutmaz mı
Koynundaki nara kız!
Göğsün nara benzetilmesi şu dörtlükte de görülüyor:
Kaya dibi kar gider
Dibinde hurma biter
Nazlı yârin bağında
El değmedik nar biter.
Ne mutlu o bağın narına el değdirenlere, sevgilinin nar bahçesinde gezebilenlere.
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YAĞMURLAR
Ne yağmurlar durdu, ne de ben durmasını istedim. Bırak yağsınlar. Alıp götürsünler kirimizi, temizlensin gökyüzü içimizdeki kirler gibi.
İsterdim bir bebek kadar günahsız olmayı. Bir melek kadar saf. Cennetteki yerimi hiç kaybetmemeyi çok isterdim. Kirlenmeden yaşamak isterdim ve kirletmeden.
Gökyüzü yağmurla temizlenir elbet. Akıtır içindeki kiri, çamurla gökyüzüne bırakır içindekileri. Sokaklar, arabalar, yollar çamur olur biraz. Ama gökyüzü olur tertemiz.
Biz kirimizi nereye akıtsak? Bırak içinde kalsın demek isterdim. Zaten batmış dünya, insanlar… Kendine zarar verdiğin yetmiyor mu başkalarına akıtasın zehrini.
Bırak alıp götürsün yağmurlar işte…
Şehrazat Ufuk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran SARTRE'IN KÜBA İZLENİMLERİ |
|
Sartre Havana'ya ilk kez 1949'da gitmiş; ne kadar kaldığını bilmiyorum, ama ülkedeki yoksullarla bir avuç varsıl arasındaki korkunç düzey ayrımını kolayca görmüş.
Sierra Madre'deki devrimcilerin Batista'yı devirip Havana'ya girişlerinden altı ay sonra, Haziran 1960'da, Beauvoir'la birlikte yeniden gelmiş. İzlenimlerini France-Soir gazetesinde bir dizi yazıyla dile getirmiş: Şeker Üzerinde Kopan Kasırga. Bu yazı dizisi, ünlü dergisi Les Temps Modernes'in 649. Nisan-Haziran sayısında yeniden basılmış.
Daha önce kitapçılara ısmarlasak, Paris'e giden herkese rica etsek de edinememiştik bu yazı dizisini; sağolsun, Cüneyt Göksu'nun orada yaşayan bir arkadaşı Seine kıyısındaki kitapçılarda buldu, getirdi, bizim ev boyanırken sığındığımız Nilgün'de okudum.
Şimdi size bu yazı dizisinin en çarpıcı bölümlerini birkaç yazıda aktaracağım.
Biliyorsunuz, Devrim'den sonra başka bir usta, Nâzım Hikmet de gitmiş Küba'ya, ve o da izlenimlerini unutulmaz, eşsiz bir şiirle dile getirdi: Havana Röportajı.
Ülke aynı, bakan gözler, algılayan beyinler ayrı; Sartre, sıra dışı bir insan olsa da, küçük kentli; duygusal olarak çakışarak bakamamış Küba'ya, Nâzım bir Kübalıdan ötesini başararak kucaklayabilmiş Fidel'i ve yurttaşlarını.
Ama hakkını yemeyeyim, Sartre da işin can alıcı noktasını görebilmiş: Kuzey Amerikalı şaşkın, kurnaz, gözü doymaz beyazlar, 400 yıl iliğini kemiğini sömürdüğü adaya, öteden beri yaptıkları, bugün de sürdürdükleri gibi, size özgürlük ve bağımsızlık getiriyoruz diye yalan atarak gelmişler; ancak, İspanyolların kaba, asıp kesmeye dayalı sömürüsünün yerine çok daha incesini geçirmişler: dönence kuşağında yer aldığı için inanılmaz derecede verimli Küba'daki ürün çeşitliliğine çaktırmadan son vermiş; pirinç gibi temel besin, tütün gibi başlıca gelir kaynaklarını yok etmek üzere halka şeker kamışını dayatmışlar. Ormanları kesmiş, otlakları kapatmış, yalnız göz alabildiğine şeker kamışı ektirmişler.
İlk bakışta zavallı Küba halkını kurtaracak gibi gözükmüş şeker kamışı; ama hiç öyle olmamış elbet, çünkü kamışı işleyip şeker elde etmeyi Kübalılara bırakmamış açgözlü Beyazlar; kamış Kuzey Amerika'da işlenip şeker olarak adaya satılmaya başlamış. Besin kaynakları da kurutuldu ya, ada halkı ürettikçe borçlanıp yoksullaşır olmuş. Nâzım'ın güzelim dizesinde dediği gibi, "altı yılda Amerika Birleşik Devletler'ine 1 milyar dolardan fazla gelir sağlarken" kendileri açlıktan, veremden sapır sapır dökülmüş.
Neyse ki, güzeller güzeli Mustafa Kemâl Atatürk'ün özdeyişini kendilerine uygulayarak "ne mutlu Kübalıyım diyene" diyebilmiş iki İspanyol kökenli, José Marti ile onun öğreti ve ülküsünü benimseyen Fidel Castro düşmüşler bu soylu halkın önüne. Özellikle Fidel, halkın boynuna vurulan yeni boyunduruğu bütün boyutlarıyla görmüş, gereğini yapmak üzere canını ortaya atmakla kalmamış, çok daha önemlisi eski yapının yerine hangi yapının geçirileceğini çok iyi saptamış.
Sartre, ömrünü eylemden çok kuramla geçiren bütün Avrupalı benzerleri gibi, Kuzey Amerika'nın bu soylu ve onurlu halkı kıskıvrak bağlamak üzere uyguladığı yöntemi görüp söyleyebilse de, alıştığı kalıplarla akıl yürüttüğünden, yazı dizininin başında Küba'da devrimin toplumcu öğretiye uygun olarak işçilerle değil, köylülerle gerçekleştirilmesine epey şaşıyor. Sierra Madre'ye sığınan 12 gözüpek savaşçının köylülerin güvenini, desteğini kazanmak üzere onlar gibi yaşamasını, davranmasını, ellerinde maşat şeker kamışı kesmeye girişmesini epey yadırgıyor. Avrupa'daki gibi, emekçi yığınlarının önüne düşen aydın görüntüsünden kurtaramıyor kendini; bunun, tıpkı Mustafa Kemâl'inki gibi, gerçek, gösterişsiz bir özdeşleşme olduğunu anlayamıyor, kavrayamıyor.
Küba gezisi sırasında Che Guevera ile de görüşüyorlar elbet; nitekim Beauvoir'la birlikte çekilmiş bir resimleri var; bu resimde Sartre'ın ayakları utangaç kızlar gibi kıvrılıp üst üste konmuş durumda. Che ise iskemlesine yaslanmış, purosu ağzında.
Düşünün, o yiğit devrimciler dağdan ineli daha topu topu altı ay olmuş; üstelik Batista giderken bütün hazineyi alıp götürmüş; Sartre'ın her biri ayrı yöne bakan gözleri göre göre, gazinolarda kollu kumar makineleri kalkmış olsa, hâlâ kumar oynandığını görüyor; oysa aş için o yeşil çuhalı masalarda kartlar dönse, zarlar atılsa da, işletme artık devlete geçmiştir, elde edilen gelir halka dönecektir.
Neyse, ilk yazı için bu kadarı yeter. Kendi gözlemleri böyle eksik gedik olsa da, Sartre'ın Fidel'le, Küba halkıyla ilgili izlenimlerini aktarmayı sürdüreceğim.
Bertan Onaran bertanonaran@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Neo-Emperyalizm: Finans Kapital ile STK'ların İttifâkı Üzerine I |
|
Avrasya'da bir hortlak geziyor; emperyalizm hortlağı. AB ve ABD'nin bütün güçleri; NATO, BM, AGİT, IMF, Dünyâ Bankası, Dünyâ Ticaret Örgütü, vb. bu hortlağın hizmetinde, Avrasya'da emperyalizmin ekonomik, siyasî, askerî ve kültürel tahakkümünün kurumsallaşması için faaliyet gösteriyor. Avrasya toplumlarının hemen tüm örgütlü kesimleri, bu hortlağın pençesine düşmüş durumda ve başta medyabaz "aydın(cık)"lar ile kakademisyenler olmak üzere bu etki ajanları, gerek alt-yapıda, gerekse de üst-yapıda radikal bir değişim yapmayı önlemek için canhıraş bir biçimde faaliyet gösteriyorlar.
Bu hortlakla mücâdele edebilmek içinse öncelikle onu çok iyi tanımamız; gücü, potansiyelleri, sınırları, vb. hakkında doğru tespitler yapmamız gerekir. Çünkü dünyâ değişirken, bu hortlak da değişiyor; kendisini yeni şartlara uygunluklu hâle getiriyor, kendisini her defasında yeni baştan yaratıyor. Bu bakımdan, neo-emperyalist sistemin en önemli bezirgânlarından biri olan George Soros'un şu sözlere bir kulak verelim önce:
"Dünyâyı daha iyi bir yer hâline getirme yönünde aktif olarak uğraş vermekteyim. 'Açık toplum' kavramına adanmış bir vakıflar ağı oluşturdum. Küresel kapitalist sistemin, küresel açık toplumun çarpık bir versiyonu olduğuna inanıyorum. Varolan çok sayıdaki finans piyasaları uzmanından sâdece bir tanesiyim; ancak, insanlığın geleceğine olan ilgim, beni diğerlerinin çoğundan ayrı bir konuma getiriyor." (2003:x)
İşte, neo-emperyalist stratejinin betimlenmesinde Soros'un bu sözleri, şüphesiz ki sağlam bir referans noktasıdır. Zîrâ, on dokuzuncu yüzyılın sonlarından beri dünyâ finans piyasalarında türlü oyunlar çevrilmekte ve finans kapitalin güdümündeki sermâye, dünyâyı yaklaşık her on yılda bir ciddî krizlere sürüklemekteydi. Ancak, Soros ve finans kuruluşlarının para hareketleri incelendiğinde, bu faaliyetlerin basit bir "kapitalist aç gözlülük"e ya da "daha fazla kazanma isteği"ne veya "kolay yoldan kazanma isteği"ne dayanmadığını rahatlıkla tespit etmek mümkündür.
Nitekim, Soros ve finans kuruluşları, belirli türden bir ekonomik ve siyasî irâde doğrultusunda, küresel kapitalizmin hedef ve amaçlarını gerçekleştirmek için mâlî piyasalar üzerinde tahakküm kurmuş durumdadır. Ve bu tahakkümlerini, sivil toplum hareketleriyle birlikte, siyasî iktidarlar üzerinde ekonomik ve siyasî baskı amacıyla kullanmaktadırlar ki, aralarındaki fark da buradadır. Soros ve finans kuruluşları, "sermâyenin dolaşımının önündeki engelleri ortadan kaldırmak" amacıyla "küresel açık toplum idealini", STK'lar aracılığıyla yaymakta ve güçlendirmekte, bunu ise küresel kapitalist sistemi ayakta tutmak için yapmaktadırlar.
Bu bakımdan, Mustafa Yıldırım'ın da belirttiği gibi, özellikle de "demokrasi ve liberal ekonomi perdesinin arkasında örülen ağın nereye ulaştığını bilmeden, olayları algılamak ve olabilecekleri öngörmek olanaksızdır. Salt düşünsel, bilimsel, siyasî ilişkilerde durumu aydınlatmak da olanaksızdır. Sivil ilişkileri besleyen para akışını görmek gerekiyor." (2005:3) Örneğin, bu para hareketleriyle hedef ülkede yaratılan yapay krizler, STK'lar marifetiyle siyasî bir baskı mekanizmasının kurulmasını sağlıyor ve iktidâra Batı yanlısı kişiler getiriliyor, bu yolla "sermâyenin dolaşımının önündeki engeller ortadan kaldırılıyor" ki, bu da "iktidâr değişiklikleri" olarak ortaya çıkıyor.
Kezâ Soros'a göre, "sorunların önceden dile getirilebileceği ve bunlarla ilgilenecek kuruluşların varolduğu açık toplum yapılarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Çatışmalar, açık toplumlarda da ortaya çıkabilir, ancak bunların kan dökülmesine yol açma ihtimâli daha düşük olacaktır. Dünyâdaki hükümetlerin niteliklerini geliştirmek ve açık toplumları desteklemek, ABD'nin ve diğer demokratik ülkelerin güvenliğini sağlama açısından büyük öneme sâhiptir. Açık toplumları geliştirmek, askeri gücün yerini tutmaz, ancak askeri güç kullanma zorunluluğunun duyulması olasılığını azaltabilir." (2003:12)
Neo-emperyalist stratejiyi daha yakından mercek altına aldığımızda ise küresel kapitalizmin güvenliği açısından gerçekleştirilmek istenen temel hedeflerin şunlar olduğunu tespit etmek mümkün görünmektedir:
a) Hedef ülkeler üzerinde millî devletlere alternatif olmak üzere idârî ve siyasî bakımdan paralel egemenlik ağı kurmak.
b) STK'larda istihdam edilen nitelikli işgücü marifetiyle bu ağın demokratik meşrûiyetini tesis etmek.
c) Bu meşrûiyeti, mevcut iktidâra karşı kullanmak ve kendilerine yakın kişilerin halk nezlinde popülaritesini arttırmak, arkalarında güçlü bir halk desteği oluşturmak.
d) Hedef ülkelerde anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı söylemlerin omurgasını bükmek, bu eğilimlerin güçlenmesini özellikle de etkin bir medya ağı ve kakademik destekle engellemek.
e) Millî devletlere karşı etnik milliyetçilik kartının kullanılması sûretiyle devletin milletiyle olan bütünlüğünü zedelemek ve ayrılıkçı faaliyetlere demokratik meşrûiyet yaratarak millî devletler üzerinde baskı kurmak.
f) Toplumsal olgu ve olaylar karşısında geniş halk kitlelerinin demokratik ve siyasî reflekslerini, ürettikleri yeni alımlama dizgeleri ve yarattıkları dille, kendi amaçları doğrultusunda kullanmak.
g) Millî devletlerin toplumsal ve kültürel yapıları hakkında doğrudan istihbarat toplamak.
h) Medyada ve kakademik çevrelerde, yerel yönetimler ve sendikalar ile diğer kamu kuruluşlarında etki ajanları ve sempatizanları yaratmak.
ı) Millî devlet içinde millî duyguları ve târih bilincini zayıflatmak.
i) Ekonomik yardımlar ve burslar aracılığıyla devşirme bir gençlik yaratmak.
j) İnsan hak ve özgürlükleri söylemleriyle devlet otoritesini yıpratmak.
Ve bütün bunların bir sonucu olarak, eskilerde "câsusluk" olarak nitelendirilen pek çok uygulama, özellikle de Soğuk Savaş sonrası dönemde, "demokrasi için ortak çalışma" adı altında rahatlıkla yapılabilmekte ve geniş halk kitlelerinin etkin katılımı sağlanarak bu faaliyetlere demokratik meşrûiyet kazandırılabilmektedir. Bu STK'lar aracılığıyla örgütlenen halk, kendi demokratik hak ve özgürlüklerini kullandıkları sanısının arkasında, aslında neo-emperyalist stratejinin gerçeklik kazanmasına hizmet etmektedir. (Yıldırım, 2005:6-10)
Zîrâ, Soros'a göre "kamuoyunu herhangi birşeye karşı harekete geçirmek, herhangi bir şey için harekete geçirmekten her zaman daha kolay oluyor. Yapıcı bir gündem, insanların özlemlerini ifâde edebilecek kadar genel, ancak, aynı zamanda, etrafında bir koalisyon oluşturabilecek kadar da belirgin olmalıdır. Böyle bir gündem, tek bir kişi tarafından oluşturulamaz; bunun için sivil toplum hareketlerinden yararlanılmalıdır." (2003: xi)
Hâliyle Soros, şu îtirafları yapmaktan geri durmayacaktır: "Benim sivil vakıf ağım farklı bir şekilde işlemektedir. Misyonu, açık toplumların gelişmelerine katkıda bulunmaktır. Başka ne tür eksikleri ya da artıları olursa olsun, çok açık olarak, yardım alanların ihtiyaçlarına hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Mümkün olduğu kadarıyla, eylem alanı olan ülkelerin vatandaşları tarafından idâre edilmektedir. Ülke vatandaşlarından meydana gelen bir kurul öncelikleri belirler.
Mümkün olduğu durumlarda, hükümetlerle ortaklaşa; mümkün olmadığı zamanlardaysa bağımsız olarak çalışmalar yürütürler, bâzen net bir şekilde muhalif duruma düşerler. Vakıflar, hükümetlerle işbirliği içersinde oldukları zaman, daha etkili olabilirler; olmadıkları zaman, sivil toplum için alternatif bir fon kaynağı teşkil ettiklerinden, eylemlerine daha fazla ihtiyaç vardır ve daha değerli hâle gelirler. Genel bir kâide, hükümet ne kadar kötü olursa, vakfın, sivil toplumun bağlılığını ve desteğini almasından dolayı daha başarılı olduğudur." (2003:18)
Dolayısıyla, emri altında bulunan "Açık Toplum Enstitüsü'nün son derece âdem-i merkeziyetçi bir çalışma biçimi vardır. Açık toplum teorisinin temel birtakım ilkeleri olmakla birlikte, her toplumun daha açık bir toplum olma yönünde evrilmesinin farklı yolları ve öncelikleri olabileceğinin ayrımında olan Açık Toplum Enstitüsü, çalıştığı ülkelerde, o ülkelerin önde gelen kişilerinden oluşan yönetim kurulları ya da danışma kurulları rehberliğinde hareket eder." (Altınay, 2008:7)
Ne var ki, Mustafa Yıldırım'ın da belirttiği gibi, "dünyânın hiçbir ülkesinde, hiçbir devlet bunu kabul edemez. Çünkü, paralel egemenlik demek, o ülkede yeni bir güç odağı oluşturarak, yeni ve etkili bir ortak yaratmak, erki anayasal sorumluluk taşımayanlara devretmek anlamını taşır. Yurttaşlar, bu iki başlılık arasında sıkışıp kalır. Hukuksal eşitliğin yerini, paraleldeki örgütün sunacağı ayrıcalıklar alır. Yeni egemenlik merkezlerinin güdümüne girenler, devletin egemenlik alanından ayrılırlar. Bu ayrılış, ilk bakışta "özgürlük" gibi algılanırsa da ülkedeki yurttaşların arasındaki geleneksel ve yasal ilişkileri parçalar. Giderek bir tür cemaat, dernek, vakıf derebeylikleri oluşur." (2005:39)
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ACI ÜZERİNE
-I-
geçen her gün,
benden birşeyler götürür,
o zaman kalıntılarımla
uykuya dalmak korkutur beni.
-II-
ben bir şişe misali
içimdekiyle yaşarım yıllarca.
hala sapasağlam bir şişeyim
ama içimdeki meret
bozuluyor gün geçtikçe.
murathan
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|