|
|
|
Editör'den : Sen istifa etsen ne güzel olur!.. |
İyi haftalar,
Okulların kapanmasına az kala, bizde telaş aldı başını gidiyor. Üçte ikisi sınav, mezuniyet heyecanı yaşayan bir aile ortamımız var. Haliyle hareketli günler yaşıyoruz. Bu dertli ama zevkli günlerde insan fazladan ve haddi olmayarak iyi haberler duymak istiyor. Gelgelelim kolay olmuyor. Sabah gazeteyi açıyorsun, yaptıkları yapacaklarının teminatı bir çalışma bakanının ipe sapa gelmez beyanatı
ile karşılaşıyorsun. "Güzel öldüler." "Oh" ve "a"yı birleştirip ağız dolusu yazmak isterdim ama yapmıyor kendi kendime söylenmekle yetiniyorum. Pes, bu kadarına pes. Altı tanesini mezarından çıkarıp tekrar gömmek zorunda kaldığı, ikisi hala çukurun dibinde yatan toplam otuz cana malolan olayın yorumunu böyle yapıyor çalışma bakmayanı Dinçer Bey. "Yirmi tanesi güzel öldüler." Eee, bu adamlar bize müstehak. İmam yellenir "kader" derse, cemaati de "güzel öldüler" der tabi. Bu nasıl bir patavatsızlıktır, nasıl bir densizliktir, nasıl bir saygısızlıktır izah edebilecek bir canlı kul varsa denesin lütfen.
Yine, yeniden milli gururumuz olmaya aday Eurovison Şarkı yarışmasında Manga ikinci oldu ya, kalplerimiz de sevinçle doldu. Meğerse özlemişiz bu türden dereceleri. Bir gün önce 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası düzenleme hakkını kaçırınca neşemiz kaçmıştı ama bir gün sonra rahat bir nefes aldık, iyi oldu. Aynı anda, hem ağlayan hem gülen ender milletlerden biriyiz vesselam. Aynı saatlerde, İnönü stadında düzenlenen Fetih Şöleninden hıçkırık sesleri yükselirken Kabataş'taki kafede millet bira ve Manga eşiliğinde kahkalar atıyordu. Ayıptır söylemesi bendeniz de Galata Kulesi'nden İstanbul'a tepeden bakıyordum. Kim ne derse desin, tüm pervasızlıklarına, hak hukuk dinlemezliğine rağmen bu memleket gerçek bir cennet, İstanbul da içinde salınan bir huri. Yanımda yarenlik eden martıya bakarken aklımdan bunlar geçiyordu inanın. Hepimize iyi ve başarılı bir çalışma haftası diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
MENDERES'İN KÖPRÜSÜ
İlkokulu bitirdiği yazı, köyünün kırında bayırında dağında oğlak güderek geçirmişti. Sevmiyordu aslında yaz sıcağında tarlalar, çalılar, kayalar arasında düşe kalka oğlak ardında koşmayı. Ama ailesinin kendinden başka oğlak güdecek yaşta kimsesi yoktu. Bunu bildiği için itiraz etmeden ama hoşnutsuzluğunu da belli ederek gidiyordu oğlakların ardına. Pet şişenin bilinmediği, cam şişenin de bulunmadığı köyünde yanına su almadan hemen öğle sonrasından akşam güneş batıncaya kadar susuz kalarak koşturuyordu oğlaklar ardında. En fazla annesinin basma bezden diktiği onunsa boynuna astığı küçük çantaya birkaç parça sulanmış yufka ekmek alırdı. Çok susadığında bu ekmekleri de yiyemezdi.
Oğlaklar ardında hep ortaokula gitmeyi hayal etti. Şehirdeki ortaokula gidecek; zanaatçı yanında kalfa olarak çalışan ağabeyiyle birlikte babasının kiraladığı küçük bir odada kalacaktı. Sabah erkenden akşam geç saatlere kadar çalışan ağabeyiyle yalnızca geceleri birlikte olacaktı bu küçük odada. Kendisi, annesi ve diğer aile fertleri böyle babasının kurguladığı şeyler çok daha farklıydı. Babası, ağabeyinin yanına onu zanaata vermeyi düşünüyordu. Meslek önemliydi. Okuması daha iyiydi ancak maddi imkansızlıklar içinde onca yıl okutabilmeyi göze alamıyordu. Zanaata verirse kısa sürede yetişir, kalfa olup kazanç sağlardı. Bir ara tüm ailede bu kabul görür hale geldi. Oğlaklar ardında okulu değil de marangozhaneyi ve orda çırak olarak çalışmayı hayal etti. Bunlar hiçte iç dünyasında kabul görmüyordu. Diğer açıdan hiç şehir görmeyip keçiler ardında çoban kalmaktan da iyiydi. Beşinci sınıfta annesi davara gitmesi için bir gün izin istediğinde öğretmeni, annesini "en zeki ve çalışkan öğrencimi çoban mı yapacaksın?" diye kızmıştı. Annesi onun okumasını çok istiyordu. O tüm çocukları için aynı şeyi istemişti. Babasının onu zanaata vermeyi düşünüp ısrarla 'çocuk okutamam' demesine rağmen ne olduysa bir süre sonra ona okul yolu görünmüştü.
Tahsil görmesini babası imam-hatibe gitme şartıyla onaylamıştı. Başta amcası olmak üzere çevreden imam-hatibin ders yükünün ağır olduğu bunun için çocuğun çok zorlanacağı görüşleri dillendirilmişti. Öncelikle bu sebepten ikinci olarak ta ağabeyiyle kalacakları evin imam-hatibe uzak olması dolayısıyla küçük bir çocuk için yürüyerek gidip gelmenin güçlüğü düşünülerek kaldıkları yere çok yakın ortaokula yazdırılmaya karar verilmişti. O günler küçük güzel şehirlerinde ne şehir içi dolmuş nede öğrenci servisi vardı.
Köylerindeki üç traktörden biri dayılarının traktörüyle römork üzerinde babasıyla büyük umut ve sevinçle kayıt için şehre gittiklerinde yetişkinliğinde çok sık ancak küçük bir çocuk olarak ilk defa devlet mekanizmasının önlerine koyduğu engelle karşılaşmışlardı. Gökçedam köyü ve çevresindeki köylerden şehir merkezine kesinlikle kayıt yapılmıyordu. Zira Gökçedam köyüne yeni okul yapılmıştı. Oysa ki Gökçedam'la köyleri en az altı kilometrelik yoldu. Taşımalı sistemin hayal bile edilemediği o günler küçük bir çocuk her gün altı kilometre yolu nasıl yürürdü? Devlet işleyişinde bir eksikliğin hatta yanlışlıkların olduğunu o gün küçücükken idrak etmişti.
Römork üzerinde şehre gittikleri o gün babası kayıt için gerekli evrakları hazırlamıştı. Sonra da en önemli evrak için şehrin tek fotoğrafçısı bir fotoğrafçının loş odasında oturtulduğu taburede fotonun uyarılarıyla karşılaşıp nereye niçin bakması gerektiğini bilmeden şemsiye olarak değerlendirdiği iki nesneden birden parlayıp yok olan kuvvetli ışık altında vesikalık fotoğrafı çekilmişti.
Babası onun Gökçedam'a gitmesinin güçlüğünü bildiğinden son bir umutla marangoz ağabeyinin patronuyla birlikte gidip müdürle tekrar görüşmesine rağmen sonuç olumsuzdu. İmam-hatibe kayıt yapıyorlardı; ancak babası Gökçedam'ı tercih etmişti.
Aynı gün şehirden Kadirli arabasına binerek Gökçedam ortaokuluna gelip kayıt yaptırmışlar; kayıt sonrası bu okula devam edeceği bir yıl boyunca tek başına yürüyeceği altı kilometrelik yolu babasıyla birlikte yürümüşlerdi. Yaya yürüdükleri yol boyunca babası, onun kaydını yapan köylüleri memur Miktad'ın hademelikten memurluğa azimle yükselişini anlatmıştı. Bu onun hayatında ilk kez duyduğu canlı azim örneğiydi. Gerçektende o günün memur Miktad'ı yıllar sonra öğretmen olarak emekli olacaktı.
Babası altı kilometrelik yolu yaya yürümelerinden hiç şikayetçi olmamış; aksine bu hallerine şükretmişti. Çünkü daha önceleri biraz önce üzerinden geçtikleri Ceyhan nehrinde köprü yoktu. Nehir ancak salla geçilebiliniyordu. Düz arazide garantili ve rahatça yürümeye alışan köylüler için sala binip inmek hem külfet hem de riskti. Üstelik sal sahibi istemezse salı çalıştırmıyor ya da istemediği yolcuyu sala almıyordu. Tam bir sal tekeli dolayısıyla köylüye zulüm söz konusuydu. Babası bununla ilgili birde anekdot anlatmıştı: kardeşi ve iki amcaoğluyla birlikte şehre gittikleri bir gün ırmağın suyu çok az olduğundan sala binmeden sığ yerlerden yürüyerek karşıya geçmişler. Dönüşte su yükseldiği için mecburen sala binmek zorunda kalmışlar. Salın sahibi gidişte binmedikleri ücreti de onlardan almıştı. Bu zorbalık babasını çok etkilemişti.
Sal güçlüğü ve zorbalığını yaşayan babasına hemen yaklaştıkları köylerine kırk beş dakika yürümek hiçte zor gelmiyordu. "Mekanı cennet olsun! Menderes köprüyü yaptırdı da millet eziyetten kurtuldu". Bu ifadeyi babası, köprüden geçip köye gelinceye kadar bir çok defa söylemişti. Cumhuriyetin başlangıcından Menderes dönemine kadar Kadirli Kozan gibi şehirleri Osmaniye'den ayıran Ceyhan nehri üzerine köprü yapılmamıştı. Bölgenin, bölge halkının bu ihtiyacına ülkeyi kalkındırma projesiyle ancak Menderes cevap vermişti. Bunun için onu sevenler, bu köprüye 'Menderes'in köprüsü' diyorlardı. Hayatı boyunca ilk ve son olarak bir başbakanın halkı tarafından bu kadar çok sevildiğine o günler tanık olmuştu. Bunun için bir çok baba çocuğuna 'Menderes' ya da 'Adnan' isimlerini koymuştu. Babası da küçük kardeşine Menderes adını vermişti.
Amcası da Menderes'i çok seviyordu. Gerçi o, çevresinde Menderes'i sevmeyen yetişkin görmemişti. Köy bekçiliği yapan amcası bulduğu bir Menderes fotoğrafını çerçeveletip yeni yaptırdığı evinde oturma odasına asmıştı. Bu resmi amcasına sorduğunda amcası iç geçirircesine Menderes'in resmi demiş; başını kaldırıp uzun süre duvardaki resme baktıktan sonra da hüzünlü bir sesle "Menderes'i astılar evladım" diye mırıldanmıştı.
Babasının "mekanı cennet olsun Menderes'in köprüsü" sözü ile amcasının acı ve hüzün tonlu "Menderes'i astılar" sözü yaşamı boyunca kulaklarında çınlayıp duracaktı.
Menderes'in köprüsünün biraz ilerisindeki Gökçedam ortaokulunda ertesi öğretim yılının ikinci ayında şehirdeki ortaokula naklini almışlardı. Altı kilometrelik yolu her gün gidip gelmek zorunda kalmamıştı. Çünkü kayıttan hemen sonra Gökçedam köyünden biriyle ablasının sözü kesilmişti. Bir süre sonra da hiç tanımadığı bir ailenin evine ablasından önce gidecek ve bir öğretim yılı kalacaktı. Müstakbel enişte, yaşlı bir baba ve anneden ibaretti bu aile. Köyü boydan boya geçen yolun kenarında bir odası bakkal yapılmış iki odalı kiremit çatılı biriketten yapılma evde yaşlı baba ve anne kalıyor; yolun öbür tarafında bu evin hemen karşısında etrafı yüksek duvarla çevrilmiş girişte küçük bir havlu, altı anbar, merdivenlerle çıkıldıktan sonra hemen sağa dönüşte bir koridorun iki yanında ikişer odadan ibaretti. Bu odaların önü anbar kısmının damıydı ki gerektiğinde balkon olarak kullanılıyordu. Müstakbel enişte bu evde kalıyordu. O da sağ taraf en son odada eniştesiyle kalacaktı. Bu odanın penceresi arka tarafta ırmağa inen ara bir yola bakıyordu. Derslerine bu pencerenin önüne oturup yola ve karşıdaki üstü asmalı eve bakarak çalışıyordu. Gerektiğinde balkon olarak kullanılan salon genişliğindeki anbarın damında genelde gün batımlarında batı tarafı hemen yakındaki Ceyhan nehrini seyrederdi. Özellikle nehrin ortasındaki adacığa ilk defa bu köyde gördüğü camızların yüzerek gidip gelmelerini büyük bir hazla izlerdi. İri gövdeleriyle suda yüzmelerine hayret ederdi. Bazen köyüne, ailesine özlem duyardı. Bu zamanlarda bu damın açıklığında Hemite dağının arkasındaki köyüne doğru yönelerek korku ve acı karışık duygular yaşardı. Bunun sonunda çoğunlukla ağlardı. Bir ucundaki kalesini göremediği Hemite dağını ailesine ulaşmada koca bir engel olarak görürdü.
Bir süre sonra okulda zekiliği ve çalışkanlığıyla tanındı. Öğretmenler, çevre, aile ve okulun imkanlarını göz önüne aldıklarında onun için 'süper zeka'ya sahip yorumu yapmışlardı. Kısa sürede tüm öğrenciler arasında ve çevre köylerde zeka ve çalışkanlığıyla konuşulur olmuştu. Adeta küçük yaşta tanınıp meşhur olmuştu. Bu erken gelen starlık şehirde çabuk sönmüş ve hayatı boyunca bir öğretim yılı süresince yaşadığı meşhurluğu ve starlığı aramıştı. Gündemden düşmesi aslında içe kapanık olan onu daha da içe kapanık hale getirmişti.
Hayatının ilk travmasını da bu yılda yaşamıştı. Daha ilkokul üçüncü sınıftayken küçük kız kardeşinin vefatıyla büyük bir acı yaşamış ve ilk defa ölüm gerçeğini görmüştü. Okuduğu bu köye ve evlerinde kaldığı aileye gelin giden ablasının evlilik hayatı kısa sürmüştü. Eniştenin umursamazlığını, yaşlı kadının kötü yüzünü ve ablasının evlilik heyecanıyla yuvasını sürdürebilme gayretlerini çok iyi gözlemlemişti. Buna rağmen ciddi olmayan basit nedenlerden ablası dışlanmış ve artık bu evlilik süremez hale gelmişti. Bu ayrılık ona ani bir şok, büyük bir hayal kırıklığı hatta evlilik yaşamında hep hatırlayacağı travma yaşatmıştı. İnanıp bağlandığı insanlardan hiç beklemediği bu büyük olay sonrası bu köy okuluna her geldiği gün kendini yalnız, kimsesiz, hamisiz en kötüsü de bir kenara atılmış gibi görüyordu.
Ayrılık olayından sonra eğitim öğretimin son bir ayını kendi köylerine göre daha yakın ve ulaşımı kolay olan ağabeyinin arkadaşının köyünde kalarak geçirmişti. Bu olay sonrası zaten Hemite'de kalamazdı.
İlk baharın sabahlarında yeni yeşillenen otlar ve ekinlerin üzerindeki çiğ ve yol boyu evlerin bahçelerindeki güllerin kokusunu duyarak okula kadar yürürlerdi. Çocuklar bahçelerden dışarı sarkmış güllerden öğretmenlerine vermek için koparırlardı. Dönüşte genelde kum kamyonlarına binerlerdi. Yükseklik fobisi olduğu için bu biniş inişler ona çok güç gelirdi. Hiçte alışamamıştı. Oysa diğer çocuklar çok rahattı.
Ertesi öğretim yılı yaklaşık üç hafta boyunca Kadirli'ye çalışan taksilerle Menderes'in Köprüsünden geçerek ağabeyinin yanında kaldığı şehre gidiş geliş yapacak dördüncü hafta kaydı alındıktan sonra bu okula bir daha uğramayacaktı.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
"KEŞKE"LERİ OLMAYAN "BELKİ"LER
"Belki"ler;
"Belki" koştum rüzgarda denize doğru,
"Belki" bıraktım dalgaların kucağına kendimi, hiç düşünmeden!
"Belki" arkadaş oldum denizin derinliklerinde balıklarla,
"Belki" bekledim denizkızlarını mucizeleriyle,
"Belki" okşadım denizi, avuçlarıma aldım; kaydı gitti avuçlarımdan "belki",
"Belki" ittim elimin tersiyle…
"Belki" yürüdüm yeşilliklerde çıplak ayaklarımla,
"Belki" ezdim bir karıncayı düşünmeden,
"Belki" sessiz kaldım bir haksızlık karşısında,
"Belki" bağırdım avazım çıktığı kadar,
"Belki" doldurdum yüreğimi devası olmayan aşklarla,
"Belki" doldurdum yürekleri devası olmayan aşklarla,
"Belki" sevdim sadece şefkatle,
"Belki" tutkularımın esiri oldum!
"Belki" terk ettim,
"Belki" terk edildim…
"Belki" rüyalarımda kırlarda koştum,
"Belki" gerçekte kırlarda rengi solmuş yeşillerle buluştum,
"Belki" gözlerinin yeşilini kır sandım,
"Belki" denizin mavisini gözlerin…
"Belki" kalbinin denizindeydim,
"Belki" avuçlarındaki denizdim!
"Belki" bir amaç buldum yaşamak için,
"Belki" yaşadım öylesine, belki…
Hilal Bayram
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Sultan Karaahmetli |
Yasaklanmak üzreyiz
özgür aşkların ihtilal zamanlarına
ramak kaldı
yasaklanmak üzreyiz
saniyeler dakikaları kovalarken
özgürlüğümüze kavuşmamıza ramak kaldı
ütopyamızda buluşmamıza
geleceğini bildiğim halde gelemey(iş)lerin bitişlerine
maviyi örte siyah gecelere
yalnız uyandığım ıslak yastığımı teninle değişmeme
dayan sevgilim
tabulu aşkları yıkmaya
üzerime örttüğün örtüleri atmaya
saklandığım kapılar ardından çıkmaya
çok az kaldı
yasaklanmak üzreyiz
beşinci mevsimindeyiz
ihtimal dahilindeki sevdamızın
son demindeyiz ötekileştirdiğimiz zamanların
büyük olasılıkla ölümlere neden olacak bu ihtilal
toplar tanklar geçecek üstümüzden
bir kaç kadın adam yara alacak belki
susuşlarımızın üstünden geçen zaman
çığlıklara dönecek biliyorum
yasaklanmak üzreyiz sevgilim
arkamızdan anneler ağlayacak
ardımızdan geçmiş koşacak
belki kaybolacak
belki unutulacağız
yasaklanmak üzreyiz
belki bir yalanlık örtüye
belki çırıl çıplak bir gerçeğe sarılacağız bilmiyorum
yasaklanmak üzreyiz sevgilim
geçiremeyeceğim zamanlardan
gelecek ihtilallere az kaldı
Sultan Karaahmetli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran GDO: ÇAĞDAŞ KÖLELİK |
|
Yaşamımızdaki pek çok güzel şey gibi, Kenan Demirkol'u da bize Demokritos'un "olasılık-gereklilik" ikilisi kazandırdı; miğde kanaması geçirip hastaneye götürüldüğümde tanıştık bu güzel insanla, daha sonra eşi Mübeccel'le. En yakın dostlarımızdan oldular, o günden beri sağlık konusunda sürekli yardımımıza koşuyorlar; üstelik yalnız bizim değil, ellerinin erdiği herkesin. Sevgi dolu hekimlik bilgilerini yalnız yüz yüze tanıştıklarına değil, bütün Türkiye'ye dağıtmaya da çalışıyorlar; "Gıda Emperyalizmi Kıskacında Akıllı Beslenme" adlı çalışmaları yayınlandığında bu açıdan çok önemli bir adım atmış olacaklar.
Bu arada hiç boş durmuyor elbet Kenancığım; erişebildiği bütün okullarda, bütün kurumlarda anlatıyor bu can alıcı konuyu. Olasılık-gereklilik zinciri ona yeni bir pencere daha açtı, hekim arkadaşı Osman Şadi Yenen'le birlikte Ulusal Kanal'da her Çarşamba bu konuyu ele alıyorlar, kim zaman yalnız ikisi, kimi zaman çok değerli çiftçi konuklarıyla.
O söyleşilerden yola çıkarak bir de kitap hazırlamış, Kaynak Yayınları bastı: "GDO: Çağdaş Esaret." Hemen edinin bu önemli kitabı; ben sonsözünden kısa bir alıntı yapayım neyi nasıl anlattığını göstermek üzere:
"Açlıktan çevre kirlenmesine kadar dünyanın birçok sorununun nedeni, kendi başına buyruk, şirket adı verilen sorumsuz, büyük özel kuruluşlardır. Bu kuruluşlar gezegenimizde yaşayan bütün toplumların demokratik denetimi dışında, diktatörce, sıkı bir hiyerarşik yapılanmaya sahiptir.
Daha iyi ve güvenli bir dünyada yaşayabilmek için bu kuruluşların tekelci yapılarından kopup çalışanların, toplumların ve gelecek kuşakların karar alma sürecinde etkili olabilecekleri bir düzenin oluşturulması gerekir. Biyoteknoloji gibi etkili araçların ancak tekelci yapılardan kurtarılmış bir toplumda insanlığa hizmet etmesini bekleyebiliriz.
Tarımsal biyoteknoloji kuruluşlarının GD(türeyim gözeleri üzerinde oynanmış) tohumlarla elde etmek istedikleri tek şey, ürettikleri tarımsal ilaçları daha çok satmak ve tarım alanındaki egemenliklerini genişletmektir.
Monsanto İletişim Müdürü Phil Angell açıkça söylüyor:' Monsanto, GD besinlerin güvenliği ile ilgilenmez.' 'Bizi ilgilendiren, olabildiğince çok ürün satmaktır.' 'Bu ürünlerin güvenli olup olmadıkları FDA'yı ilgilendirir.'
Ama bu FDA, çokuluslu kuruluşların ağır baskısı, kendi içine sızmaları dolayısıyla, GD bitkiler için ruhsat alınmasına gerek bulunmadığı sonucuna varmıştır.
Thistle, kurumlar arasındaki işbirliğinin bu sınırsız kötüye kullanımını tekil bir olay gibi değil, büyük bir senaryonun parçası olarak görmektedir.
İşin aslı bu kadar yalın. Kuruluşlar ne üretirlerse üretsinler, yalnız satışlarını, yâni kârlarını düşünürler. Daha çok kâr edebilmek için devlet kurumlarına siyasal baskı uygularlar. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, kısacası canlı-cansız bütün varlıklar zarar görmüş umurlarında bile değildir."
Kenan Demirkol, hekim olarak özellikle kalın bağırsak ve dışkılık kanserine eğilmiş; günümüzde gittikçe daha çok can alan bu hastalığın yanlış ya da zararlı beslenmeden geldiğini de görmüş; dürüst ve tutarlı bir insan olarak, hastalığı yok edebilmek için onun doğuran nedeni, nedenleri ortadan kaldırmak gerektiğine karar vermiş, insan kardeşlerini bu yönde aydınlatmaya çabalıyor.
Oysa savaş küresel, öyle iyi niyetli bireylerle önü alınamayacak kadar geniş ve ağır; sürekli yineliyorum, toplumculuğun büyük kuramcılarının iki yüzyıl önce dedikleri gibi, ya hep birlikte toplumcu düzene geçeceğiz, ya da anamalcı yalan-talan içinde inleye inleye can vereceğiz.
Çözümün bireysel değil, toplumsal olduğuna canlı bir kanıt da var önümüzde: Küba.
Fidel Castro ve arkadaşları bu küçük ülkedeki Devrimi şimdiye kadarki bütün denemelerin ötesine geçirmek üzere çok tutarlı, ödünsüz davranmaya yemin etmişler; dirimbilimsel uygulayım (bioteknoloji) orada kullanılıyor elbet, ama çevreye, toprağa, canlı-cansız bütün varlıklara zarar verecek tek bir tohum üretilip kullanılmıyor; akarsular, yer altı suları, hava kâr uğruna kirletilmiyor; sebzeler, meyveler, inekler kesinlikle doğal. Buna bağlı olarak hastalık alabildiğine azaltılmış, eldeki kısıtlı olanaklar ilaca harcanmıyor; ayrıca hasta olmamak üzere tam 38 aşı geliştirilmiş, yalansız-dolansız; isteyen herkese çok ucuza satılıyor, dahası üretimlik kurulmasına yardım ediliyor.
Ancak çok tatsız bir olgu var: doğru yolu bulmuş, öyle yaşayan, bütün insanlığa örnek olan Küba 11 milyoncuk; gizli ya da açık anamalcı yalan-talanın pençesinde kıvrananlarsa 6 milyar. Umalım nicelik değil nitelik ağır bassın
Bertan Onaran bertanonaran@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SARARMIŞ FOTOĞRAFLARIN HİKAYESİ
Ne çok sararmış fotoğraf var
Duvarlarında
Hepsinin bakışı yorgun
Hepsinin bakışı solgun
Belki bundan
Sararıyor fotoğraflar
Belki bundan bitiyor
Sararan fotoğrafların hayatları
Dilleri var
Suskun
Bakışları var
Yorgun
Bir ömür
Bir ömür içinde
Bitirmişler ömürlerini birbirlerinin
İçinde
Düşmüş bakışları yerlere
Düşen bakışlarını toplayan
Topal bir kilim yerde
Kimsesiz sedirin
Ayak ucunda oturan
Ne çok hüzne ortak
Bu oda şimdi
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|