|
|
|
Editör'den : Madalyonun bir de arkası var!.. |
Merhabalar,
Haberler bir yandan, sıcak bir yandan, sarıp sarmaladı gene bizleri. Bunca harekete dayanabilmek için ne tip bir genetiğe sahibiz diye derin düşünceler içindeyim.
İskenderun'da olan kahpe saldırının nesini yazmak lazım bilmem ki. "Ah oğlum askerliğini rahatça denizci olarak yapacak." diye gurbete gönderdiği oğlunun tabutunu karşılayan İzmirli anneyi gözyaşları içinde seyretmeyeniniz var mı? Sadece kalleş, aşağılık, kana susamış itlerle değil, onların iplerini elinde tutanlarla da hesaplaşmanın zamanı geldi de geçiyor. Tüm şehitlerimize tanrıdan rahmet, geride kalanlara ise başsağlığı ve sabır dilemekten başka birşey gelmiyor elden.
Asıl trajedi İsrail'in yardım konvoyuna yaptığı saldırı elbette. İsrail'in yaptığının, uluslararası sularda ticaret gemisine tam teçhizatlı inen komandoların ettiğinin akıl ve mantıkla açıklanabilir bir yanı yok elbet. Kendi deyimleriyle "Ahmaklık" mertebesindeki bu operasyonu lanetlememek mümkün değil. Ben de lanetliyor ve yazıklar olsun diyorum. Ama!..
1948'den beri varlığını, korunma ve kollanma içgüdüsüyle sağlayan bir sonradan olma devletten, hangi saflıkla, bu sefer daha duyarlı olmaları beklenebilirdi ki? Adamların hiçbir uyarısını dikkate almayıp, gemileri yola çıkaranlar en az gemiye saldıranlar kadar suçludur. Hiç öyle sağa sola yalpalanmaya gerek yok. Bu işin en büyük müsebbibi, Recep Bey ve şürekasıdır. Soyunduğu rolde doruğa çıkmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaya niyetli Recep Bey, İran'la flörtünü bir de Gazze ablukasını yaran adam olarak taçlandırmak istedi ve olanlar oldu. Tüm Dünyayla dalga geçen Ahmedinecad'la ABD'yi altetme düşüncesi elinde patlayınca, konvoyla kaybettiklerini geri almanın hesabını yaptı ama yemediler.
"Bu bir sivil insiyatiftir." safsatasına kendileri bile inanmazken bizim inanmamızı bekleyen, olacakların muhtemel vehameti karşısında çareyi ülke dışına gezi yapmakta bulan devlet düyüklerine ne demeli? "İşte bizle ilgisi yok, bakın biz Latin Amerika'da fink atıyoruz." diyebilmek uğruna, böylesi elektrikli bir ortamda, memleketi neden bırakıp gittiklerini bir açıklasınlar bakalım.
Ha, şimdi ne olacak diye son duruma bir bakalım. Olan hayatını kaybeden masumlara olacak, o kadar. Türkiye batıdan uzaklaşma modunda, araptan çok arap, müslümandan çok müslüman olmaya devam edecek, İsrail alışık olduğu kınamalardan birini daha alacak ve yürüyüşünü sürdürecek. Bir hafta içinde herşey unutulacak ve Dünya bambaşka şeyler konuşuyor olacak.
Herşeyi birbiriyle ilişkilendirme hasletimizden yola çıkıp, yediğimiz haltın memleketimizde açtığı yaraları örtbas etmek için Ergenekon yeniden hareketlendi dersek yalan söylemiş olur muyuz acaba? İskenderun'daki hain saldırı ile, yardım konvoyuna yapılan saldırıyı eşzamanlı olarak değerlendirebiliyorsak, açıklanan bütçe açıklarının kapanamaz yükselişini, İsrail ile kurulan yakın(!?) ilişkileri, CHP'nin yükselen eğrisinin iktidar üzerinde yarattığı olumsuz havayı, Ergenekon'da başlayan yeni gözaltılarla unutturma telaşına düşüldüğünü de pekâlâ söyleyebiliriz. Maksat gündem kaydırmaksa alın size kaymaklı kaydırmanın daniskası. Sizi bilmem ben bu ihtimali düşünürüm ve benim kara kaplı deftere büyük harflerle yazarım. O defter, bunlar başımızdan gidene kadar yetecek mi ben onu merak eder dururum. Haydi hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
Ey insanlık neredesin! Gazze'ye plaza dikemiyoruz!
Belli oldu ki; AKP yakıp yıkarak, Türkiye’yi iç-dış savaşa sokarak gidecek.
Hamas’ın, Hizbullah’ın, El Kaide’nin avukatları, Türkiye’yi Arap-İslam eksenine zoraki zincirleyip de gidecek.
Belli oldu ki; AKP pirincin içine beyaz taşı karıştırıp da gidecek. Arkalarından Kemal Kılıçdaroğlu değil Mustafa Kemal gelse, ayıklayamayacak.
Belli oldu ki; AKP, tüm provokatif gösterilerinde, türbanlı kadınları ve çocukları ön cepheye sürmekten asla vazgeçmeyecek.
Bir kez daha belli oldu ki; AKP, Türk Ordusu’na tuzak üzerine tuzak kurmaktan son nefesine kadar vazgeçmeyecek. Seçimleri biraz daha geciktirebilmek uğruna, Meclis’ten ‘savaş kararı’ çıkartma riskini dahi göze alarak gidecek.
Şimdi kınadılar, kınattılar, kınalar yaktılar. Her ‘çuvalladıklarında’ yaptıkları gibi patlattılar bir Ergenekon dalgası daha, maksat kafalar alkolsüz harman yerine dönsün...
---
Bir kere şu bilinmeli: Gazze’de Filistinlileri esir alan, İsrail’den ziyade Hamas’tır. Çatışmalar da, İsrail’den ziyade El Fetih’le Hamas arasındadır.
Filistin halkı; roketatar yuvalarını, karargahlarını, çok çocuklu Filistinli ailelerin oturduğu apartmanların ara katlarına kuran, sonra da “İsrail çocukları vuruyor” diye ‘mazluma yatan’ Hamas’ın zulmü altında inlemektedir.
Gazze’ye Mısır üzerinden her türlü malzemenin sokulduğu 40 kadar tünel Hamas’ın kontrolündedir.Tünellerden giren gıda, tüketim mallarını halkına karaborsa satan Hamas’tır. İsrail’in ördüğü duvarın çimentosunu İsrail’e satan şirket Filistin Meclis Başkanı’nındır.
Kendi halkına karşı Hamaslaşan, kendi halkını rehin alan, zulmeden, tüccar zihniyetli AKP hükümeti, kendisini Hamas’a, Hizbullah’a ve hatta El Kaide’ye yakın hissettiğini açıkça ifade etmiştir. İslami ‘Error (erör) örgütü’ AKP ile, islami terör örgütleri arasındaki bu yanak yanağalık doğaldır.
Kâbem insan olduğundan ölenlere üzülürüm elbet. Ama şunu da bilirim ki;
O gemide, Van’da bir gün içinde asılmış bulunan dört kadını ‘namus temizlemek’ için öldüren zihniyet de vardır.
O gemide; Yahudi – içki içen – şort giyen komşu istemeyen, ama şeriat özlemi uğruna AB’ye girmek istiyormuş gibi takiye yapan zihniyet de vardır.
O gemide, müslümanın parasını “Bosna’ya, Pakistan’a yardım göndereceğiz” diye toplayıp cebellezi eden, siyasi parti güçlendiren, tv kanalı kuran zihniyet de vardır.
O gemide, Pakistan’da Taliban – Amerikan işgali altında yerlerinden edilmiş 3 milyon müslüman mülteciyi, Taliban’a ve Amerika’ya bok sürmemek için bir türlü göremeyen zihniyet de vardır.
O gemide, zina eden kadını taşlarken cennet hayalleriyle orgazm olan zihniyet de vardır.
O gemide, ‘Şehit olacak çocuklar doğuracağım’ diyecek kadar gözü dönmüş, gelecek kuşaklardan ‘ahirette şefaat’ vaadiyle vazgeçmiş, din uğruna analık hormonlarını kurutmuş zihniyet de vardır.
O gemide, kendi halkına zulmeden Hamas zihniyetinin İsrail’i provoke etmek amacıyla kışkırttığı, kandırdığı ‘niyazi’ler de vardır,
O gemide, TSK’nın onurunu kıran komploların aktörleri, bugün “Ordu göreve” diye manşet atıp, TSK’yı savaş tuzağının içine çekmeye çalışan zihniyet de vardır.
O gemide, TSK’nın kozmik odaları talan edilip, seferberlik planları Amerikan beslemesi medyaya servis edilirken badem bıyığı kıs kıs sırıtan zihniyet de vardır.
O gemide, İsrail’in icraatlarına ‘devlet terörü’ deyip de, AKP’nin devlet terörünü, siyah jeep, villa, dolar karşılığı destekleyen zihniyet de vardır.
O gemide en çok da, ‘yeşil’ inşaat şirketlerine Gazze’de iş alanı açmak için debelenen ‘tüccar’ zihniyet vardır.
Şubat ayında Doha’da (ABD-İslam Forumu) hisli bir konuşması vardı Recep Bey’in.
“Ey insanlık neredesin! Gazze’ye niçin inşaat malzemeleri giremez, niçin inşaatlar yapılamaz!” diye hem ‘nefsine-şahsına’ hem ‘tüm insanlığa’ sormuştu. Bu konuşmayı yaparken, aklında yakın ilişkide olduğu hangi inşaat şirketinin (Y. mi? yoksa İ. mi, TOKİ mi?) menfaatlerini koruma arzusu vardı, ben bilmem beyim bilir. Ne de olsa vatanı ‘arsa’, kendisini pazarlama müdürü zanneden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
---
Tüm terör örgütleri gibi, günün birinde legal zeminde partileşip siyaset kulvarına dalan Hamas, 2006 Ocak ayında ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapmıştır. Çünkü, Recep Bey, tüm dünyanın ‘terör örgütü’ listesindeki Hamas’a destek vermektedir.
Recep Bey’in eylemleri Türkiye’yi bağladığından, Hamas-El Fetih çatışmasında Türkiye’nin Hamas’ı desteklediği görüntüsü verilmektedir.
Recep Bey, Türkiye’yi de ‘PKK’yı tanıma’ gibi bir dayatmaya sürüklediğini idrak edemeden, AKP ile Hamas arasında “Seçimle iktidara geldi. Millet iradesidir” bağlamında parallelik kurmaktadır.
Ocak 2009’da Recep Bey İsrail Başbakanı Olmert’e yalvarıyordu: “Aman Lübnan’da Hizbullah’la bir gerilim yaşanmasın.”
Velev ki Yahudi Cesaret Nişanı alabilmiş tek müslümandır, bir zamanlar Yasin el Kadı’nın dizinin dibinde mutlu, ona da kefil olmuş Recep Bey, radikal islamcı terör örgütleriyle yanak yanağa durmaktan vazgeçecek gibi değildir. Çünkü Recep Bey ve partisinin, ‘demokratik güç’le ‘terör örgütü’nün tanımı konusunda kafaları karışıktır.
---
Gemidekilerden Mazlum-Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal eski AKP Adıyaman milletvekili. Gemideki Türklerin hepsi AKP gibi Milli Görüş’ün elemanları. İHH dedikleri, “Yeniden Ümmet Seferi” diye seferler düzenleyen, nitelikli dolandırıcılık çetesi Deniz Feneri’nin uzantısı. AKP Kadın Kolları Başkanı Havva Girgin “Yayınlanan görüntülerde eşimi sağ olarak gördüm” diyor.
İşler bekledikleri gibi gelişmeyince Bülent Ar-hınç tvlere çıkıp utanmadan “Sivil inisiyatiftir, hükümetle alâkalı değildir. Hükümetin demesiyle gitmiyorlar” diyerek Hamas sempatizanlarıyla aralarına mesafe koymaya çalışıyor.
DTP, BDP ne kadar PKK’lı değilse, bu gemi yolcusu da o kadar AKP’li değildir.
O gemide AKP, o gemide Milli Görüş zihniyeti vardı. Gemi Türkiye değil Komor Adaları bandıralıydı. Ha! Gemideki yabancılar mı? O kadarı PKK kamplarında da var.
“Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü hedef alan” İsrail saldırısı değil, bizzat “iyot gibi açığa çıkan” Recep Bey’in kendisi, partisi ve nitelikli dolandırıcılık tarikatlarıdır.
Bakmayın kınamaya, kınalamaya...
İsrail kurşunu “...ille dostun gülü”dür AKP için. Fena yaralamıştır. AKP ihalelerde İsrail’in ticari çıkarlarını bunca koruyup kollarken, İsrail’in inşaat malzemesine (sonra da şirketlerine herhalde) yol vermemesi üzmüştür civanım delikanlıyı.
Bu işler böyledir. Sen PKK’lı çapulcunun bile bitini kanlandırıp TSK’ya meydan okutursan,
Türkiye’nin görüntüsünü ‘şaşkın-sarsak-yalpalayan’ ülke olarak dünyaya yansıtırsan,
Gemiye provokasyon için bindirdiğin vatandaşının canının önemi yoksa, İsrail ki gaddarlığı tescillidir, gelir sana meydan okur. Olan da her zamanki gibi, gaza getirdiğin türbanlı kadına olur.
Sen de Meclis savaş kararı almış da, seferberlik ilan edecekmiş havalarda ("Son kararımızın hayırlı olmasını diliyorum”) kürsülere çıkıp, hık mık sumak, lamba kümbe der inersin.
Bu hükümetin alacağı en ‘hayırlı’ son karar, derhal TOPLUCA İSTİFA ETMEKTİR.
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BİR BOŞANMANIN ANATOMİSİ
İki yıl önce deselerdi ki, hayatın öyle bir değişecek sen bile inanamayacaksın; aval aval bakar dururdum yüzlerine söyleyenlerin.
Bir mucizeydi beklediğim yıllarca. Hep inanıyordum, böyle devam etmeyecekti, ben kocamla yaşlanmayacaktım. Ama gerçekleşmesi öyle zor bir mucizeydi ki daha yıllar var sanıyordum, yıllar yıllarca bu adamla birlikte olmaya mahkûmdum. Sonuçta idare edip gidiyordum işte. Kendi başıma buyruk, istediğimi yapıyor, gezip tozuyordum. Karışmazdı kocam pek. İstediğim gibi giyinirdim, hatta eteğimin boyu biraz uzun olsa yakışmadığını söyler kısaltmamı isterdi kıskanacağına.
Alıp başımı kardeşimle, arkadaşlarımla uzun tren yolculuklarına çıkardım; niye gidiyorsun demezdi. Beni rahat bırak nereye gidersen git derdi. Çocuğumu da alırdım çoğu kez, ben nereye o da oraya.
Önceleri memnundum bu başıma buyrukluktan. Niye olmayayım ki, tanıdığım kadınlar kocaları istemediği için yerinden kıpırdayamaz, bikini ile denize giremezken benim için bunları yapmak sıradan bir şeydi.
Zaman geçtikçe, yalnız gezmelerim eksiklik duygusu vermeye başladı. Mutlu ve keyifli oluyordum, ama bir şey eksikti. Tanımlayamadığım bir duygu.
Bulmuştum sonunda eksik olanı, paylaşım.
Evet, paylaşım.
İsterdim, kocamla gezeyim tozayım, elini tutayım, yüzüne doya doya bakayım.
İsterdim, beni kıskansın. Şaka da olsa, yalandan da olsa arada sırada söylesin; bu eteğin boyu çok kısa, bu bluzun dekoltesi çok fazla desin. Ben de ona cilve yapayım, kızarmış gibi, ama kızmadan.
İsterdim, bir pazar günü eve kapanıp birbirimizden hiç bıkmadan zaman geçirebilelim. Sevdiği yemekleri yapayım, kahvesini sevgiyle eline vereyim.
İsterdim, yürüyüşe birlikte çıkalım, çene çalıp zamanın nasıl geçtiğini anlamayalım.
İsterdim, işte bu adam benim erkeğim, diyebileyim.
İsterdim, sevebileyim.
Hep yalnızdım, evliliğimin her anında bu yalnızlık duygusundan ruhen ve fizîken kurtulamadım.
Yönetmek güzeldi, idarenin bana bırakılmış olması gurur vericiydi, ama bunun nedeni tembellik, sorumluluk almamak olunca işin rengi değişiyordu.
Dünyayı sırtında taşıyabilecek kadar güçlü hissederken kendimi, işte burada takılıyor ve sırtıma dünyanın yorgunluğunun çöktüğünü hissediyordum bu sefer.
Dünyanın yorgunluğu.
Öyle çok, öyle çok, öyle çok ki; gitgide yere yaklaştığımı, sırtımın yere yapışacağını ve bir daha kalkamayacağımı hissediyordum.
Keşke ilk günlerdeki uyumumuz ya da uyum sandığım şey sürebilseydi, sürdürebilseydim. Biliyorum, istesem sürdürürdüm, istemedim. Bir kez anladığımda artık onu sevmediğimi, belki de başından beri sevmediğimi, istemedim sürsün. Ama bir şey de yapamadım, idare etmeyi tercih ettim.
Güçsüzlük değildi bana bu tercihi yaptıran, başka bir şey, ne bileyim alternatifsizlik, aile bağları, çocuk falan.
Boşanmayı ilk aklıma düşürdüğümde yıllar önce, anne babam, kayınpederim ne der ne yapar, ne kadar çok üzülürler kim bilir demiştim. Beni epey oyaladı bu düşünce.
Sonra, kocam, o kim bilir nasıl şaşıracaktı. Çünkü farkında değilmiş gibi davranıyordu aramızdaki uyumsuzluğun, sevgisizliğimin. O kadar belliydi ki aslında aynı evde yaşayan iki insan için, fark etmiyorsa işine öyle geldiğinden demekti.
Böyle böyle geçirdim yılları.
Önce kırk yaş idrakleri yaşadım.
Sorgulamalar, geriye bakmalar, yaşananları analiz etmeler vb.
Sonra, dış etkenler; işyeri değişikliği. Bu, benim için bir tür yaşam değişikliği demekti. O kadar uzun yıllardır aynı işyerindeydim ki orada yaşlanacağım sanıyordum.
Sancılı bir kopma oldu.
Ama oldu, bitti, eski işyerim diye bir şey kalmadı.
Demek ki olabiliyormuş deyince, her şey bitebiliyormuş, alışabiliyormuş insan deyince bir kez, gerisi geliyor işte.
Bir de, önünde daha kaç yıl olduğunu düşünüyorsun. Bilemediğin süredeki ömrünün geri kalanında hâlâ idare etmeye devam mı edeceksin? Ne için, kim için? Kendin için yaşamadıktan sonra…
Böyle böyle gelişti işte boşanma düşüncesi de.
Gözüm hiçbir şeyi görmedi bir yerden sonra.
Tıkadım kulaklarımı tüm itirazlara.
Kapadım gözümü üzgün, kırgın yüzlere.
Çok yıprandım, yoruldum, ama inatla direndim.
Uzun ve ağır bir süreçten sonra hiç de ummadığım çabuklukta çıktım mahkemeden.
Boşanmıştım.
Bu, inanılmazdı, mucize sandığım şey gerçekleşmişti.
Geriye dönüş yoktu artık, olamazdı.
Ve, özgürdüm.
Ne güzel bir şeydi özgürlük.
Kimseye hesap vermek zorunda olmamak. Eskiden de çok hesap sorulmazdı benden, ama bu bambaşka bir şeydi.
Harika bir duyguydu.
Zamanla değişikliğe uyum da sağlanıp her şey yerli yerine oturunca daha da harika şimdi.
Ama…
Şimdi başka bir yalnızlıkla tanıştım. İnsan yalnızlığı.
Müthiş kalabalık bir aile ilişkisini koparınca kökünden, böyle hissediliyor demek.
Çocuğumla sürdürdüğüm iki kişilik hayatımdan çok huzur duymama, mutlu olmama rağmen insan yalnızlığı çekiyorum.
Biliyordum bir boşluk olacağını hayatımda da, bu kadar yalnız kalacağımı ve bundan şikâyetçi olacağımı düşünmemiştim.
Belki başka başka duyguların eksikliği de buna sebep olmuş olabilir, kim bilir?
Başka başka duygular…
İki yıl önce deselerdi ki, hayatın öyle bir değişecek sen bile inanamayacaksın; aval aval bakar dururdum yüzlerine söyleyenlerin.
Aaah,
Daha neler olur hayatta kim bilir, diyorum şimdi.
Nurten Demirel (Karahasanoğlu)
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
PİYANO İLE MEHTERAN
Geçen hafta İstanbul'daydım. Gerek iş, gerekse biraz tatil olsun diyerekten, dolaştım şöyle bir.
Trenden iner inmez Beykoz'da aldım soluğu. Sabahın yedisi olduğundan olacak ki sokaklar bomboştu. Hava sıcak, bir o kadar da temizdi. Bende bunu fırsat bilerek, güzel bir kahvaltı yaptım boğaza karşı. Sonra da Ortaçeşme'ye doğru yürüdüm. Yol boyunca oltasını sallayan balıkçıları, yürüyüşe çıkan insanları izledim. Burası bence İstanbul'un en güzel, bozulmamış mekânlarından biri. Ne zaman fırsat bulsam, çantamı aldığım gibi burada alıyorum soluğu. Hele de Anadolu Kavağı'nın orası tam anlamıyla bir köy. Bir de bu sahillerde, balık ekmek muhabbeti var ki o da ayrı bir zevk.
Burada birkaç saat dolaştıktan sonra artık gezme faslı bitti, şimdi iş zamanı diyerek kendim için güzel bir ev bakmaya başladım. Ortaçeşme'den Çengelköy'e kadar ki hat üzerinde emlakçılara uğradım. Yaşayabileceğim sakin, temiz, kutu gibi bir ev arıyordum. Ama bulamadım. Birkaç emlakçıya telefon numaramı bıraktıktan sonra Çengelköy de mola verdim. Burada ki meşhur Çınaraltı'nı bilmeyen yoktur. Burası, kızlarla sınavlardan sonra uğradığımız güzel bir mekân. Gerek temizliği, gerekse, yeri açısından harika. Bir bardak çay da burada içtikten sonra vapurla Eminönü'ne doğru yola çıktım. Yol boyunca, aç martılara simit atarak, onların kanat çırpışlarını izleyerek, son iskeleye ulaştım. İstanbul'da ki en güzel şeylerden biride, vapurla karşıya geçmek olsa gerek… Martıların beyaz kanatları, çayın tadı ve simidin lezzeti daha bir başka oluyor sanki.
Eminönü'nden tramvayla Zeytinburnu'na, oradan da Sefaköy'e doğru ilerledim. Sefaköy'e ulaştığım zaman saat altı olmuştu. Armoni Alışveriş Merkezine uğrayıp, biraz alışveriş yaptım. Buradaki fiyatlar çok uygun. Özellikle sezon sonu olan ürünlerde, fiyatlar çok cazip.
Saat yedi sularında, havanın serinlemesini fırsat bilerek, kültür merkezine doğru yürüdüm. Çünkü akşam Tuluyhan Uğurlu ile Mehteran konseri vardı.
Saat sekiz gibi bizi içeri aldılar. Yarım saat sonra, rötarlı da olsa konser başladı. İlk başta Tuluyhan Uğurlu ve grubu çıktı sahneye, iki parça seslendirdikten sonra "Mehteran" da aldı sahnede yerini. Mehteranla beraber salonda ki alkışlar da arttı. Genellikle yaşları genç olan, öğrenci grubu ayakta karşıladı mehteranı. Estergon Kalesi ile başlayan mehter, "Ceddin Deden" ve "Sala" ile devam etti. En son olarak Üsküdar'a Giderken'le son buldu. Üsküdar'a giderken parçasının piyanonu ile uyumu çok güzeldi.
Sonra mehtersiz, piyano ile konser devam etti...
Sinan'ın Kubbeleri adlı parçada Mimar Sinan'ın hayatı, eserleri resimlerle anlatıldı. Belgesel niteliğinde olan slâytlarla, anlatım pekiştirildi. Ardından çok ilginç, bir o kadar da gerçekçi olan "Yeşilçam'dan İstanbul'a Bakış" İsimli eser icra edildi. Bu slâyt hepsinden hoştu. Eski İstanbul sokakları, Türkan Şoray, Ediz Hun, Emrah daha neler neler. Türk Filmlerin dünü, bugünü karşılaştırmalı olarak irdelenmiştir. Kimler yoktu ki burada: Arabeskin Kralları, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur…
Bunları izlerken eski, tek kanallı günlerimiz aklıma geldi. Çarşamba akşamları çıkan, bütün hafta boyunca beklenen, siyah beyaz Türk filmleri. Arada bir televizyon parazitlenir, biz de tepesinde vururduk. Görüntü geri gelsin diye.
Bu parçanın ardından konser sona erdi.
Benim en çok hoşuma giden parçalar; Yeşilçam'dan İstanbul'a Bakış ile Üç Dinin Kardeşçe Yaşadığı Kent'di.
Saat on sularında, salondan ayrılırken, kalabalığın yüzünde mutlu bir memnuniyet vardı. "Geldiğimize değdi!" der gibi…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran ATATÜRK'ÜN BÜTÜN ESERLERİ |
|
Gerçek kitapseverler biliyordur, Şûle Perinçek yönetiimndeki Kaynak Yayınları Mustafa Kemâl Atatürk'le ilgili her belgeyi toplayıp yayınlıyor nicedir; nitekim Bütün Eserleri'nin 1932-9134 arasını kapsayan 26. cildi basılmış, gönderdiler.
Karıştırırken gözüme çarpa şu anıyı paylaşalım; İran Şahı Ankara'ya gelmiş, Atatürk de ona yurdu dolaştırıp Cumhuriyet'in 11 yılda neler başardığını gösteriyor; Soma'yı gezerken, sonra Musiki Öğretmen Okulu'nu bitirip öğretmen olan Mahmure Pekmener'den dinleyelim gerisini:
"Yıl 1934. Ben henüz ilkokulu bitirmiş, on yaşında bir kızdım. Büyük Atatürk'ün İran Şahı ile birlikte Soma'yı ziyaret edeceklerini duyar duymaz, bir coşku seli gibi istasyona akan halk arasında ben de annemle birlikte istasyona gittim. (…)
Tren geldi.(…) Öyle heyecanlıydım ki. Ata trenden indikten kısa bir süre sonra 'Mahmure Şenses' diye adımın çağrıldığını duydum.(…)
Öğretmenlerimden Yaver Bey'e:
'Sesi çok güzel bir kızımız var. Acaba Atatürk dinlemek isterler mi?' diye sormuşlar. Olumlu yanıt alınınca beni aramaya seferber etmişler. Öğretmenim Bahri Osman Bey, (…) beni apar topar istasyon binasına soktu. Biraz sonra Atatürk'ün huzurundaydım. Atatürk'le İran Şahı karşıda, sağda solda bakanlar ve diğer ileri gelenler oturuyorlardı.(…) Atatürk'e başımı öne eğerek selam verdim. O anda Atatürk sımsıcak bir sesle 'Yavrum bize şarkı söyleyecekmişsin, söyle dinliyoruz' dediler. Çok heyecanlanmıştım. Yanaklarım al al olmuştu.
Öğretmenimin bana öğrettiği şarkılardan Bizet'nin 'İnci Avcıları' operasından bir arya okudum. (…)Şarkımı söylerken birkaç bakanın ağladığını, hele içlerinden birinin durmadan gözlüklerini sildiğini görünce çok duygulanmıştım.
Atam beni yanına çağırttı. Kucağına oturttu. Sarı uzun örgülü saçlarımı okşayıp:' Ne kadar güzel sesin var. Seni Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'inde okutayım ister misin?' diye sordular. Öylesine sevinmiştim ki, utanmasam boynuna sarılacaktım.
'Baban var mı?' diye sordular.
'Hayır yok', diye cevap verdim.
'Bir şarkı daha söyler misin?' diyerek örgülü saçlarımı ellerine dolayıp: 'Bunları sakın kesme, çok güzel' dediler.
İkinci kez Offenbach'ın 'Barkarol'ünü söylemek istedim. Ama hemen vazgeçtim. Şarkımda Atamı öven sözler olmalıydı. Sonunda 'Milletlerin tarihinde görmedim ben / Bir kahraman, bir en büyük senin kadar…' sözleriyle başlayan şarkımı söyledim. Şarkı bitince kalktılar, kimi öptü, kimi kucakladı beni ve hepsi 'Seni hiç unutmayacağız' dediler.
Gerçekten de unutmamışlardı. Çünkü ben şarkımı söylerken, Atatürk yaverine: 'Küçüğün adresini al' demiş. Fakat yaver bey unutmuş. Atatürk bir yandan askeri manevraları izlerken, bir yandan da durmadan 'Adresi aldın mı? diye soruyormuş. Yaver Bey çok heyecanlanmış. Halk arasında ağabeyimi buldurup adresimi almış. Bir hafta sonra beni Ankara'dan telgrafla çağırdılar. Böylece Musiki Muallim Mektebi'ne girmiş oldum."
Görüyorsunuz değil mi? Ankara'nın Çankaya tepesinden bütün yurda saçılan ışık, okullarda öğretmenlerin öğrencilerine müzik tarihinin ünlü bestecilerinin operalarından şarkılar öğrettiriyor; ya küçük Mahmure Şenses gibi Atatürk'e şarkı söyleyebilenler ya da Ruhi Su gibi onun açtırdığı parasız eğitim veren okullarda okuyan anasız babasız çocuklar Musiki Muallim Mektebi'ne erişip yeteneklerini geliştirebilme, Türk ulusunun yüz akı yorumcular olabilme fırsatı bulabiliyorlar.
Devrimlerin, çoğu kez sanıldığı gibi bir yakıp yıkma devirme olmadığını, tam tersine eski işe yaramaz olmuş yapıyı tepeden tırnağa değiştirme olduğunu bundan daha iyi ne kanıtlayabilir? Nitekim Atatürk'ün sevgi, bilgi dolu yöntemini kusursuz kavramış olan Fidel Castro da, Devrim'in Havana'yı zorbalıktan kurtarışından bir iki gün sonra Küba balesinin kurucusunun kapısına dayanıyor; kurumunu ve bale sanatını canlandırmak üzere kaç para istediğini soruyor, istenenin iki katını, 200 000 dolar ayırıyor bu sanat dalına.
Küba'da Ulusal Eğitim Bakanlığı'nın yapacağı işi burada Kaynak Yayınları üstlenmiş; Atatürk'le ilgili en küçük bütün belge ve bilgileri toplayıp özenle basıyor.
Emeği geçen herkese yürekten alkış.
Bertan Onaran bertanonaran@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KÖREBE
Garipseme
Bu gece birkaç
Yıldız düşürdüm diye kucağıma
Şu gördüğün iki yıldız arasında
Çember çevireceğim birazdan
Ve ardından bir yıldız kümesiyle
Körebe oynayacağım
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|