|
|
|
Editör'den : Vicdan, aklın önüne geçmesin!.. |
İyi haftalar,
Şu mollanın burada işi ne diye aklınıza gelmiş olabilir, söyleyeyim. Fotograf tarafımdan evde çekildi. Devletin yayın organında devlet büyüklerine bitmek bilmez methiyeler düzülürken baktım bir dini cinayet şebekesinin lideri ile de sohbet ediliyor. Nereden nereye değil mi? Bir zamanlar milletin lanet okuduğu hizbullah baş köşede. Sokaklar yeşil bayraktan geçilmiyor. Bu ne aşktır anlamak mümkün değil. Hele, KKTC'yi 36 yıldır tanımayan müslüman kardeşlerin(!?) Türkiye'ye duydukları saygı ve sevgi göz yaşartıcı gerçekten. Bir yandan İslam Dünyasının gösterdiği kadirşinaslıkla övünürken, diğer yandan, Dünyanın terörist dediklerine "Benim için onlar terörist değil direnişçidir." diyecek sonra da pkknın terör örgütü olduğunu anlatmak için ardını yırtacaksın. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demezler mi adama...
Ölenin arkasından konuşmak doğru değil ama 19 yaşında hayatından olan Furkan'ın son dakika notlarını okuyunca tüyleri dikilmeyen kaç kişi vardır acaba şu memlekette? Şöyle yazmış günlüğüne; "Şehadet şerbetine son saatler. Var mı daha güzel şey. Varsa o da sadece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim. İkisinin kıyası çok zor. Şehadet mi annem mi. Salon boşaldı. Şu ana kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı." Bu satırlar, yardım götürmeye niyetli bir insanoğluna mı yoksa ölmeye giden bir cihad savaşçısına mı ait? Haydi bakalım kolaysa tartışın.
Ama bunların bir anlamı var mı acaba? Aşağıdaki haberi okuyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Gazze'yi, Recep Bey'i, Hamas'ı nasıl anlayıp yorumlayabilir ki? Memleketinin en büyük üçüncü kentinin merkezi sayılabilecek bir yerinde, sıradan bir eğitim zayiatıymış gibi gazetelerde yer bulan, aslında en aşağılık cinayetten daha alçakça bir vurdumduymazlık örneğini görmezden gelip, insani yardım şehitlerini anlamak kolay mıdır?
"İZMİR Bornova'daki Seyit Şanlı Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi 3'üncü sınıf öğrencisi 17 yaşındaki Anıl Erdem, ders arasında çıktığı okuluna girmek isterken başı kapanmakta olan otomatik demir kapı ile duvar arasına sıkıştı. Kafatasında kırıklar oluşan Anıl, kaldırıldığı Ege Üniversitesi Hastanesi'nde tüm çabalara karşın kurtarılamadı. Para yüzünden güvenlik görevlisinin işine son verilen okulda, otomatik kapıyı açma görevini nöbetçi öğrencilerin üstlendiği ortaya çıktı."
Şimdi eğer siz, 17 yaşındaki Anıl'ı yok farzeder, 19 yaşındaki Furkan'ın günlüğüyle vicdanları yoklarsanız, olmaz. Ödenek olmadığından güvenlik görevlisini işten çıkarmak zorunda kalmaya merhem olmadan, İsrail'e cihad açmanın anlaşılabilir olmasını bekleyemezsiniz. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
AKP'nin paniği
Yıl 2008, aylardan Temmuz.
AKP panik içinde 'kapatma davası'nın sonucunu beklemektedir. Dışişlerimin Bakanı Ali Babacan'dır.
AKP hükümeti tarihte bir ilki gerçekleştirir ve yolluk, uçak bileti ödeyerek Türkiye'nin 140 büyükelçisini Ankara'ya çağırır.
Dışişleri, bu toplantıyı "Dünyada sadece kapatma davası ve gözaltına alınan paşalarla anılır olduk. Türkiye'nin dış politikasına yeniden şekil vermek için harekete geçtik" diye izah ederse de, dış politikanın 4 günlük bir toplantıda değişmeyeceğini / şekillenemeyeceğini en iyi bilen yine Dışişleri'dir.
Zeka katsayısı oda ısısından yüksek herkes, bu toplantıyı "AKP kapatılırsa, büyükelçilerin bulundukları ülke nezdinde girişimde bulunmasını, Türk yargısının kararına dünya çapında tepki gösterilmesinin sağlanmasını istiyorlar" şeklinde yorumlanır.
---
Yıl 2009, günlerden 11 Mayıs.
Domuz gribi henüz Misak-ı Milli sınırlarından içeri girmemiştir. Sağlığımın Bakanlığı 'tedbir almakta olduklarını' beyan etmektedir. Tedbir dedikleri, hastalığın kendisinden daha tehlikeli olan aşısının ithalidir. Aşıyı Başbakan'dan habersiz ithal edecek olan Sağlığımın Bakanı, ihtimal ki, domuz gribi paniğinden farklı bir panik de yaşamaktadır.
Alınan tedbirleri görüşmek üzere, Sağlığımın Bakanlığı 81 ilin valisini Ankara'ya çağırır.
Ve ilahi bir tesadüf neticesi, aynı gün, ABD'den gelen bir uçaktan İstanbul'da inen Irak asıllı iki turist, domuz gribi şüphesiyle hastaneye sevkedilir. Bir hastaneden diğerine gönderilirken kaçar kaybolurlar.
Kitlesel domuz gribi paniği bu tarihten sonra yayılmaya başlar.
---
Yıl 2010, aylardan Nisan.
Siirt'te küçük yaşta kızlara, hacıdede, kamu görevlisi, esnaf vs. yüzlerce erkeğin iki yıldır tecavüz etmekte oldukları ortaya çıkar. Siirtliler, "adımız kötüye çıkmasın" diye tecavüzlere göz yummaktadırlar. Emniyet, savcılık, soruşturmanın 'gizli' olması sebebiyle bilgi vermemektedir.
Bu 'tecavüz dayanışması' toplumda infial yaratır. Zaten siyasilere, özellikle AKP'ye duyulan tepki had safhadadır.
Halkın, siyasileri protestosu "Ne geldin ulan?"dan bir basamak yukarıya, "Bu sana Türk milletinin yumruğu" aşamasına taşınır.
"Yumruklama" Ahmet Türk'le başlar. Enerji Bakanı Taner Yıldız'la devam eder.
Her yumrukta burnunun direği sızlayan AKP, yine panikler.
Siirt'teki tecavüz ve yumruklama olaylarını istişare etmek üzere, 81 ilin valisini ve emniyet müdürünü Ankara'ya çağırır.
Dikkatinizi çekerim Aziz and Azize okur! AKP'liler her paniklediklerinde, internet, faks, telefon vs. iletişim araçları yetmiyor veya bu araçlara güvenmiyorlar. Büyükelçi, vali, emniyet müdürü, tüm üst düzey görevliler, izinde iseler izinlerini iptal edilip Ankara'ya çağırılıyorlar.
---
Yıl 2010, aylardan Mayıs.
Yine bir 'ilk'e imza atılır ve Sanayimin Bakanı, Türkiye'deki otomotiv sektörünün tüm temsilcilerini Ankara'ya çağırır.
Bakan, konuşmasında "Detroit'in, otomotiv sektörünün merkezi olma özelliğini artık kaybettiğini, Bursa'nın yeni otomotiv merkezi olması gerektiğini söyler.
İki yıl önce İngiltere kraliçesi Bursa'da 'Osmanlı'yla buluştu'ğunda söylenmişti bu cümle "Bursa Detroit olabilir." Otomotiv sektörü temsilcilerinin neyin paniğiyle Ankara'ya çağırıldığını bekleyip göreceğiz (Rıfat Hisarcıklıoğlu ilk anlayanlardan olur tahminimiz).
---
8 Haziran 2010'da Ankara'ya kimler çağırıldı biliyor musunuz? 81 ilin tüm inşaat malzemesi satıcı temsilcileri.
İnşaat malzemesi satıcılarımızın sorunları ve görüşleri dile getirilecek, hükümete rapor verilecekmiş.
Gazze'ye Recep Bey'in ısrarla sokmak istediği gemideki malzeme neydi hatırlıyor musunuz?
İlaç, gıda vs. değil, üzerinde ısrarla durduğu inşaat malzemesidir.
AKP'nin panik halinde son 'çağırma', 'başına toplama' olayı bu da değil.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'sinin yarattığı paniğin boyutu çok büyük. AKP, bastığı zeminin ayağının altından kaymaya başladığını hissetti. Bu sefer bir başka türlü ürktüler ki, 81 il yetmedi, uluslararası çağrılar yapmaya başladılar.
Şimdi başta Hamas olmak üzere, tüm radikal islamcı terör örgütlerini yardıma çağırıyorlar.
AKP'nin elinde, tehlikeli sulara gönderip ölümlerine sebep olduğu insanların kanı kadar, Hatay'da öldürülen Katolik din adamının kanı da vardır.
TBMM'de İsrail'i kınayan deklarasyonu imzalamakta bile zorlanan AKP, 140 büyükelçi, 81 vali, 81 emniyet müdürü, 181 hırdavatçı, 381 papazı Ankara'ya çağırsa panikleri yatışacak gibi değil.
Huzuru radikal islami terör örgütleri, Hamas'ın, Hizbullah'ın, El Kaide'nin kucağında arıyorlar. Hayırlı başarılar!
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı SUÇ KABAHAT |
|
Kabahat gelin olmuş da kimse almamış. Evde mi kalmış? Hayır! Eve de sokmamışlar, sokaklarda yatıp kalkmak zorunda kalmış, itilip kakılmış... Zaten kız bir şey kırarsa kazadır, aynı şeyi gelin hanım yaparsa büyük bir kabahat işlemiştir. Boşuna dememişler "Şoför Nebahat, sende kabahat" diye... Bir de hem suçlu hem güçlü olanlar vardır: Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış! Günah da suçun, kabahatin dince bir adıdır. Kimi din adamları şu günah, bu günah diye insanları tedirgin ederler. Onların sözünden çıkmayanların günah işleyeceğiz diye ödleri kopar, yaşamak zindan olur, diken üstünde otururlar. Bir şiirimde şöyle demiştim:
"Bu günah, şu suç, o ayıp
Derken...
Mutluluk oldu kayıp!"
Şarkılarımız da bu konuya çokça değinirler. Bir şarkıda, "Suç kimin, günah kimin, biliyorsun bunu sen/ Hangimiz dönmüş olduk ettiğimiz yeminden?" deniliyor, bir diğerinde de, "Sevmek günah mı?" diye soruluyor. Yanıtımız şu: Eğer seven kişi ünlü biriyse düzeyli bir ilişki kurmuştur, yoksul ise karalanır, dedikodu çarkları işler, zavallı sevdiğine seveceğine bin pişman olur, sanki bir suç işlemiş gibi utanır. Aldatan sevgililere, "kabahat sende değil, sana gönül verende" denilir. Bir başka şarkıda, "Sevmek seni bir suç ise/ Affeyle günahımı ey sevgili" diye sevgiliden özür dileniyor. Bir manide suçun cezasını sevgilinin vermesi isteniliyor: "Gece uçar yarasa/ Bari işe yarasa/ Eğer sevmek suç ise/ Asacaksa yâr asa"
Suçu başkasının üstüne atmayı pek severiz. Öğrenci dersine çalışmaz, zayıf alır, suçu öğretmenin üstüne atar, futbolcu iki adımdan gol atamaz, suç onda değil, hakemdedir. Kadın bir arkadaşı hakkında dedikodu eder, gerçek ortaya çıkınca, "Ben bunu falancadan duymuştum. Günahı onun boynuna" diye kendini temize çıkarmaya çalışır.
Bu böyle uzar gider. Gelin bu konuyu bir Nasrettin Hoca fıkrasıyla örnekleyelim.
Hocanın evine hırsız girer. Komşular Hocayı suçlamaya başlarlar. Biri, kapıyı iyi kilitlemediğini söyler, öbürü, pencereyi iyi kapamamışsındır, der, diğeri niye derin uykuya daldığını, hırsız içeri girince niye duymadığını sorar. Hoca kızar, "İyi güzel e bütün suç bende mi, hırsızın hiç mi suçu yok?" diye bağırır.
Sanık suç işlediği kanıtlanana dek suçlu sayılmaz ama biz adam suçlamayı pek severiz. Çocuk başarılı olamayınca baba, anneyi suçlar, anne babayı... Babaların günahını çocukları çeker de çocukların suçu, günahı ortada kalır, kimse üzerine almak istemez! Suçlu tek başına değildir, onu suça teşvik eden, yaptığının suç olduğunu söylemeyen, uyarmayan kişiler, suç ortakları, işlediği küçük suçları, günahları görmezlikten gelip daha büyük suç işlemesine neden olanlar vardır. Suçluları hapisten, cezadan çok çektikleri vicdan azabı perişan eder. "Suç ve Ceza" romanındaki Rasnolnikof buna güzel bir örnektir.
Suçlu suçüstü, hukuk diliyle cürmümeşhut halinde yakalanmış. Suçu sabit ama gene de bir avukat tutmuş. Arkadaşları, "Bu durumda avukat ne yapacak ki?" diye sormuşlar. Suçlu, "İşte ben de onu merak ediyorum ya" demiş...
Adamın biri devlet başkanına "öküz" demiş. Umduğundan daha çok ağır bir cezaya çarptırılınca yargıca, "Hakaretin cezası bu mu, verdiğiniz ceza fazla değil mi?" diye sormuş. Yargıç, "Sen hakaretten yargılanmadın ki, demiş. Devlet sırrını açıklamaktan hüküm giydin."
Bir de özrü kabahatinden büyük olmak var. Padişah, İncili Çavuş'a, "Öyle bir suç işle ki, özrü kabahatinden büyük olsun" demiş. Çavuş, padişahın arkası dönükken kalçasına bir çimdik atmış. Padişah hiddetle geri dönünce, "Kusura bakmayın efendim, sizi valide sultan sandım" demiş. Böylece padişahın isteğini yerine getirmiş...
Buna benzer bir fıkra da şu: Çariçe Katerina arkası dönük olarak salonda durup, bahçeye bakarken saray muhafızlarından biri onu hizmetçi kızlardan biri sanarak çimdiklemiş. Çariçe öfkeyle dönerek, "Ne yapıyorsun sen? Diye bağırınca muhafız ne diyeceğini şaşırmış, "Eğer kalbiniz de kalçanız kadar sertse çekeceğim var efendim" demiş. Bu söz çariçenin çok hoşuna gitmiş ve onu muhafızların komutanı yapmış, hiç yanından ayırmamış.
Suçlar çeşitli olduğu gibi cezalar da çeşitlidir ama bu suç işleyenin hünerine, özelliğine, makamına göre değişir. Ziya Paşa'nın dediği gibi milyonla çalan başlar üstünde gezdirilir de, birkaç kuruş çalan beceriksiz kürek cezasına çarptırılır... İşini bileceksin, karda yürüyeceksin de izini belli etmeyeceksin.
Yazımızı bir maniyle bitirelim de kara düşüncelere biraz olsun son verelim:
Zülfümde siyahım var
Bülbül gibi ahım var
Göz gördü gönül sevdi
Benim ne günahım var?
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
GİZLİSİZ, SAKLISIZ, YASAKSIZ, KURALSIZ, OLDUĞU GİBİ, OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ...
Bir sabaha daha uyanıyor nefesim, hissedişlerimin uyuşmaları karıncalandırıyor bedenimi. Nasıl bir haz ki bu, kalbim benden hızlı gidiyor, beynimin fütursuz serzenişlerinde…
Duyduğunu sanıyordun piyanonun klarnet olduğu gerçeğini gördüğünde. Zaten hep tezatlıklar kurbanı deilmiydin kendi doğrularını hırçın bir çocuk edasında anlatırken..
Önyargılarını, toplum diye ad takıp oysa sende yaşayan baskılarını, öğrenmeyi merak etmeyip, hep hazıra konmanın, kolaylıklarını, arzularını, budalalıklarını, kaygılarını hatta ve hatta içindeki fırtınalarını mütahit ana-babana değil de veraset ilanı çıkarılmış bir tapu olduğunu bilmemezliklere neden sığındırıyordun..!
Oysa kelimelere takılmaman gerektiğini, aynaya saçını düzeltmekten çok, memnuniyetlerinin, gururlarının, keyfini izlemek için baksaydın. İltifatlardan çok itirazların olsaydı benliğine. Dilde kalmış ben kelimesiyle başlayan cümlelerinden çok, hayır demeyi ve mütevazi olmayı bilseydin keşke…
Kandırdığını sandığın insanlardan çok, sanılgılarını at …!!Bak kandırdığın aynadaki sensin işte…
Ben yüzünü yıkamak isteyen aynayım.! Seni senden çok bendeki benden sayarım. Şaşkın bakışlarının hücrelerimi nasıl kamçıladığını anlatamam. Salgılarım boyutsuz, sınırsızken ben, neden kendimi kandırayım, bu cümleleri okurken senin örümcek ağıyla çevrelediğin kimliğimdeki çırpınışları almak isterdim.
Oysa senin için yazdığım şu satırları anlayabilmek için değilmi ki zaten bunca sabırlarım…Hey sen.. Çiçeksin demem sana, olsaydın şayet, çiçek kalırdın sen olmadan önce.
FARKINDALIKLARINI FARKET, BEDENİNİ HİSSET, SÜKUNETİNİ KEŞFET, RUHUNLA BEYNİNİ TEMİZLET..!! Sendeki senden ilerde, biryerde…ve sen işte… herhangi bir kimse…
ALMAK istediğine bak şu hayatta, ALGILAMAK istediğinden ötede…
Elif Altınören
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Sivil Toplum ve STK'lar Üzerine II |
|
Reagan dönemine gelindiğinde ise ABD, önemli bir siyâset değişikliğine gitti ve İkinci Dünyâ Savaşı'nın ekonomik ve siyasî bakımdan olumsuz sonuçlarını üzerinden atmayı başaran Batı Avrupa'yla birlikte hareket ederek, Soğuk Savaşı bitirmek yönünde, bizzat sivil toplum hareketlerinden ve STK'lardan yararlanmak konusunda ciddî bir irâde sergiledi. Dolayısıyla, bu siyâset değişikliği, aslında 1945 sonrası ortaya çıkan yeni emperyalizm arayışları içinde gelişen neo-emperyalist stratejinin doğrudan uygulanmaya çalışılması demekti.
Bu bakımdan, Reagan'la birlikte Batı emperyalizmi, öncelikle Soğuk Savaşı bitirmek, ardından önce Sovyet coğrafyası, sonra da tüm Avrasya üzerinde ekonomik ve siyasî egemenlik kurmak istedi ve "demokrasi projesi"ni uygulamaya koydular. Nitekim asıl amaç, "NATO-Varşova Paktı çekişmesinin, NATO lehine çözülmesi ve ardından oluşacak yeni devletler arası düzeni, uydu siyâsetçi ve uydu askerlerle ya da elemanları güderek, uzaktan yönlendirmek yerine, ülke halklarının da canı gönülden onayıyla yerinden ve doğrudan yönetmekti.
Uzun dönemli amaçlara yönelik etkinliklerin kalıcı olması için, yeni kuşakların bu işin önemli bir ayağı, örgütlü akademisyenler tabanı oluşturmaktır. Zâten yıllardır, özellikle dünyânın doğusundan ve güneyinden Amerika'ya çekilen genç insanlara yaptırılan akademik çalışmalarda, onların kendi öz ülkelerinin etnik oluşumu, dinsel-mezhepsel bileşimi, ekonomik ve siyasî yapılanması ayrıntılarıyla işleniyordu. Bu gençlerin bir bölümü, Amerika'da yerleşip öz ülkelerine yönelik grup çalışmalarını sürdürürken, geri kalanları da öz yurtlarındaki üniversitelerde genç kuşağın eğitimini üstleniyor ve onları kendilerine benzetiyorlardı.
Avrupa'nın doğusundan Asya'da Okyanus kıyılarına, Hintiçin'den Afrika'nın Atlas Okyanusu kıyılarına, Orta Amerika'dan Antarktika'ya uzanan anakaralarda, bağlı bürolarla, vakıf-NGO-parti bağlarıyla, devlet yöneticileri ve ticâret-sanâyi odaları ilişkileriyle, yayın dünyâsı dostluklarıyla yürütülen bu operasyona, 1982'de ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından "project democracy" adı verildi." (Yıldırım, 2005:31)
İmdi, Yıldırım'a göre bu demokrasi projesinin özü, hedef ülkelerin iç işlerine, ekonomik ve siyasî ilişkilerine, Batılı istihbârat servisleri elemanlarıyla doğrudan karışmak yerine, "anti-komünizm" ve "demokrasi cephesi" gibi adlarla, hedef ülkede örgütlenen sivil toplum hareketleri ve STK'lar marifetiyle karışmaktır. Nitekim, "örtülü operasyonlardan açık operasyonlara geçişin ilk ciddî adımları, 1967'de atılmıştı.
CIA'nın dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlatılmasıyla kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom) örgütü, CIA'in oluşturduğu yayın ve konferans örtüsünü kullanarak dış ülkelerde bağlantılar ağı kullanmaktaydı. Söz konusu örtünün ana yapısı, CIA tarafından yönlendirilen, Amerikan akademik dünyâsında para karşılığı yarı-gizli anlaşmalar ve raporlarla kurulmaktaydı." (2005:18)
Bu faaliyetlerin ardından, 1983 sonlarında, ABD Kongresi'nin onayıyla NED (National Endowment for Democracy: Ulusal Demokrasi Vakfı) kuruldu ve bu faaliyetlere genel bir düzenleme getirildi. Bundan böyle, hedef ülke üzerinde gerçekleştirilmek istenen projeler, doğrudan veya dolaylı olarak NED'in güdümünde bulunan STK'lar marifetiyle örgütlenecek ve demokratik iktidâr değişiklikleri gerçekleştirilecekti.
NED'in yapısı ve etkinlikleri hakkında genel bir fikir edinmek içinse, NED'in tasarımını bizzat gerçekleştiren kişilerden biri olan Charles T. Manatt'ın şu sözleri önemlidir: "Düşüncemiz ve önerilerimiz, birçok insana yabancı gelmeyecektir. Aslında Federal Almanya Cumhuriyeti'nin vakıflaşmasını ve Üçüncü Dünyâ Ülkeleri'ndeki etkinliklerini modellerden biri olarak aldık. Ve bu bakımdan yalnız değiliz. En azından yarım düzine ülke, son dönemde, politik partilere bağlı ve vakıf olarak finanse edilen kurumlaşmayı benimsemişlerdir."(2005:26)
Bu gerçekleri Soros ise şu şekilde dile getirecektir: "Sovyet sistemi çöktüğü zaman Batı, söz konusu hükümetlere piyasa ekonomisinde oynamaları gereken role soyunmaları yönünde yeterli desteği sağlayamadı ve sonuç olarak da bir geçiş yerine bir çöküş yaşandı. Kapalı bir toplumun çöküşünün otomatik olarak açık bir toplumun ortaya çıkmasına yol açmayacağını ve işlevselliğini kaybeden bir devletin özgürlük ve refâha karşı, baskıcı bir devletin oluşturduğu kadar büyük bir tehdit oluşturabileceğini zor yoldan öğrenmiş bulunmaktayız.
Aynı şekilde, baskıcı ya da yozlaşmış rejimlere yapılan uluslararası yardımların, bu rejimleri kuvvetlendirmeye yol açabileceğini de gördük. Bâzı durumlarda dış yardımlar, bu tür rejimleri besleyen temel kaynak hâline gelmektedirler. Yardımlar, jeo-politik hesaplara dayalı olarak yönlendirildiğinde, bunun olma olasılığını yükseltmektedirler. Bu durum, Soğuk Savaş sırasında sık sık karşımıza çıkmıştır."(2003:46)
İmdi, Soros'a göre Soğuk Savaş döneminde, "gizli kapaklı yöntemlerle" hedef ülkelerin iç işlerine karışma ve onları yönlendirme süreci, pek çok bakımdan büyük sorunlara yol açıyordu. Hâliyle, içinde geniş halk kitlelerinin yer alacağı, bu destekle birlikte demokratik meşrûiyetin sağlanacağı sivil toplum hareketleri, bu gizli kapaklı yöntemlerle alınan sonuçlara oranla çok daha etkili olacaktı.
Üstelik, bu ilişkilerin "açığa çıkması", hedef ülkelerde millî bağımsızlık ve onuruna düşkün yurttaşların gözlerinin açılmasına yol açıyor, hedeflenen amaçlara bütünüyle zıt sonuçların ortaya çıkmasına yol açıyordu. Demokratik meşrûiyetin sağlanması durumunda ise bu hareketlerin başarısız olma şansı neredeyse sıfıra yaklaşıyor, "açığa çıkan" kimseler ise özellikle de medya desteğiyle unutturuluyor, gündemden düşürülüyordu.
Diğer taraftan, Soros'a göre özellikle de Dünyâ Bankası, türlü yardım kanallarıyla birlikte, sosyal nitelik taşıyan belirli birtakım sorunların çözümünde merkezî hükümetlerle kurduğu işbirliğinde başarı kaydetse bile; örneğin, AIDS ve diğer bulaşıcı hastalıkların tedâvisi için ayrılan kaynakların bu yolla etkin kullanımı gerçekleştirilse bile, sermâyenin küresel dolaşımının önündeki engellerin ortadan kaldırılmasında bu yardım kanallarının kullanılması mümkün değildir.
Zîrâ hükümetler, bu yardımları, Soğuk Savaş döneminde açık bir biçimde ortaya çıktığı gibi, kendi ekonomik ve siyasî hesapları doğrultusunda kullanabilmekte, bu da küresel sermâye hareketlerini engelleyici bir rol üstlenmektedir. Bu bakımdan Soros, bu yardımların "ulusaltı birimler"e; yâni STK'lara aktarılması konusunda ciddî bir irâdenin küresel sistemde oluştuğunu ve gözetildiğini açık bir biçimde itiraf etmektedir. (2003:68-9)
Bu mekanizmanın nasıl işlemekte olduğuna ilişkin bir açıklamayı ise Yıldırım, şu şekilde yapmaktadır: "NED'i denetlemekle yükümlü ABD resmî organı GAO'nun (General Accounting Office) raporundan anlaşıldığına göre, yabancı ülkelerdeki, örneğin Türkiye'deki bir kurum ya da kuruluş; yâni vakıf ya da enstitü adı verilen dernek; yâni genel adıyla bir örgüt, "Ben ülkemde, şu "project" işini, örneğin "İslâm ve demokrasi" ya da "kimlik sorunu" ya da "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" gibi projelerle ilgili "workshop" çalışmaları yapacağım. Bu iş ya da işleri bitirince bir rapor, bir kitap, radyo yayını, televizyon belgeseli, hattâ bir roman hazırlayıp size (IRI, NDI, CIPE, ACILS'e) sunacağım; şu tür bir ekiple çalışacağım ve paraları şöyle harcayacağım. Bu işler için, sizden şu denli dolar/sterlin/mark/euro istiyorum" diyerek, başvuru özet-raporu hazırladığında, bu ön rapor bir yabancı devletin Dışişleri Bakanlığı'na, hem de siyasî işler bölümüne verilmektedir. Gerisi artık, NED ile ABD Dışişleri Siyasî Bölümü arasındaki eşgüdümün öngöreceği "ferâsete" kalmış oluyor." (2005:49)
Kaynakça:
Alkım Saygın; 21. Yüzyılda Üçüncü Dünyâcılık, Kemalizm ve Millî Demokratik Devrim Üzerine Tezler, Adımlar Yayınevi, Ankara 2009
George Soros; Küreselleşme Üzerine, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003
Mustafa Yıldırım; Sivil Örümceğin Ağında, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2005
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
NE FAYDA
Harfler hecelerle birleşti
Bu bir isyandı satırlara
Ve satır aralarına
Birleşip bütün harfler hecelerle
Dizeleri oluşturdular ilk yaptıkları
Aşka isyanı öğretmek oldu
Sonra ne aşk iflah oldu
Ne dizeler sustu
Yaptıklarına dizeler de pişman
Oldu ya ne fayda
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|