Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.793

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 12 Temmuz 2010 - Fincanın İçindekiler


  • Ördek… ... Temirağa Demir
  • Şehir, Vişne, Gece ... Deniz Marmasan
  • Sevgi Üstüne Düşünceler ... Mehmet Salih
  • William Crosner'in Günlüğü XV ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Viva İspanya!..


    İyi haftalar,

    Gol yoksa heyecan olsa ne yazar. Tatsız tuzsuz bir maç olmaya ramak kalmışken sonunda tek golle kupa İspanya'nın oldu, iyi de oldu. Hollanda beceriksizliğinin kurbanı oldu. Boğalar da pek becerikli değillerdi ama sonunda golü atmasını becerdiler. Almanya-Brezilya finali hayal ederken Hollanda-İspanya'ya razı olunca tuttuğunmuz takımı da değiştirdik haliyle. O yüzden "Viva İspanya" . Yanarım yanarım bu kupada olamayışımıza yanarım. Endonezya Terim'e talip olmuş, "Gel bizi Dünya starı yap." diyormuş. Giderse yatırlara mum dikmeyen top olsun. Dünya Kupası bitti, tüm hanımlara hayırlı uğurlu olsun. Dizilerin kupasında buluşmaya devam.

    ...

    Geçen haftanın en önemli konusu şüphesiz AYM'nin aldığı karardı. Ama arada kaçırdığımız öylesine acı durumlar var ki, onlara sessiz kaldıktan sonra AYM toptan kaldırılsa ne olur iyice bir düşünmek lazım. Okulda lavabonun altında kalıp hayatından olan minik Efe'yi nasıl es geçebiliriz örneğin. Bilirkişi raporunu açıklamış ve okulun ihmali olmadığına karar vermiş. Bunun hangi anlayışın ürünü olduğunu anlamak için Efe'nin annesine söylenen sözleri dinlemek yeter de artar. "Kaderinde varmış ölüm, onun yeri artık cennet.Ne yapsanız kaderin önüne geçemezsiniz." Mink Efe'nin yeri cennet olmasına cennet te senin yerin neresi be adam? Böylesi kaderciliğe lanet olsun.

    ...

    Bir ilginç haber de sabık TDH hareketinden, Sarıgül CHP'yi destekleme kararı aldıktan sonra hareketin düştüğü durum Gırgır'a kapak olacak cinsten. CHP'ye alternatif olmak adına örgütlenen bir siyasi oluşum, feshedilir edilmez AKP saflarına yelken açıyor. Geçenler de sıradan insanlar değil ha, il başkanları, yönetim kurulu üyeleri, gençlik kolları başkanları ve üyeleri, vesaire. Sarıgül'ü bilmesem tongaya basmış diyeceğim ama onun maldan anladığını iyi bilirim. Galiba CHP'yi bölme planlarına masa altından destek veren AKP, iş sarpa sarınca yavrularını geri çağırdı. Bu durumda, havada bulut, Sarıgül sen CHP'yi unut be birader!..

    ...

    Baktım da epeydir Recep Bey'le muhabbet etmemişim. Tek taraflı da olsa hoşuma gidiyor onunla hasbihal etmek. Hem böylesi daha iyi, karşımda olup ta bana güzel(!) şeyler söylese korkudan bir yerlerine inme iner diye korkarım. Bosna'ya giderken ayak üstü yeni bir veciz soru sormuş; "Şimdi hangi yüzle milletin karşısına gidecekler?" Üstüme vazife değil ama gene de ben cevap veriyorum, sizin pek alışık olmadığınız akça pakça bir yüzle gidecekler. Sizin gibi memleketin dibine kibrit suyu ekmekten sabıkalı kayış suratların aksine, yapılması gerekenleri yapmış ama başarılı olamamış, onurlu bir suratla halka gidecekler. Ve aklı karışmamış, yarattığınız büyülü Dünyanın nimetlerinden nemalanmamış herkese "Hayır"ın hayırlı olacağını anlatacaklar. Demem o ki, yüzleri karıştırmayalım sonra pişman oluruz Haydi kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Temirağa Demir

     Kahveci : Temirağa Demir


      Ördek…

    Dünyanın yalan olduğu falan yok…
    Hep söylenir ya türkülerde şarkılarda "Yalan dünya" diye…
    Bu değildir acıtan…
    Üzen…
    Üzdüren…
    Sezdiren…
    Asıl acı olan bu dünyanın "gerçek" olmasıdır…
    Her duyguyu iliğine kadar hissetmendir…
    Kendi hücrelerine hapsolmandır…
    İnançlardır…
    İnançsızlıkların…
    Doğru olduğuna eminken bile inanmak istemediklerin…
    Kendinden korkularındır…
    Ama asla yalan değildir…
    "Yalan" olanlar acıtmaz çok fazla… Yalandı her şey der geçersin…
    Ama gerçek olduğunu bilmek, gün gibi, güneş gibi olduğunu gözlerinin içiyle buluşturmaktır asıl üzen, efkârlandıran, sinirlendiren, küstüren…
    Yoksa keşke yalan olsa…
    Ama çok gerçek dünya…
    Ayrılıklarda, başlangıçlarda, sevdalarda öyle…
    ….
    Sen boş ver her şeyi…
    Bunca gerçekliğin içinde kandırmaya çalışanlar olacak…
    Gözünün içine bakarak yalan söylemeye uğraşacaklar…
    İki küçük ördek gibi çaresiz önüne koyulacak yem ve sudan başka bir beklentinin olmasını sağlamaya çalışacaklar…
    Unutma senin yüzme kabiliyetin doğuştan, Allah vergisi…
    Kimseye bir vergi ödemek zorunda değilsin taraklı ayakların için…
    Ama bunun bile hesabını sormaya kalkan haddini bilmezler olacak…
    Önündeki yemi ve suyu dahi almak isteyecekler…
    Pervasızca havaya büyük cümleler kurduklarına bakma sen ördek…
    Bunca gerçeği yalana çevirmek istiyorlar…
    Daha neler olacak…
    Senin içinde bulunduklarını önemsemeyenler…
    Mızıkçılar olacak…
    Bahaneciler…
    Yalancılar…
    Gerçek dünyanın içindeki hilebazlar…
    Cambazlar…
    Sen çırp ayaklarını karaya ulaşacaksın biliyorum…
    Görüyorum bu gökyüzünün boşluğunda sizin göremediklerinizi…
    Hatta tadını bile alıyorum bu su kadar çelişik yapıda olan lezzetlerin…
    Sansürsüz bir film izlemek gibi geçecek her şey…
    Televizyonun kenarında herhangi bir uyarı çıkmayacak…
    Bir Çingene hayatın kızgınlığını kemanın tellerinden alacak…
    Hüznünü paylaşacak seninle…
    Sonra hilebazlar olacak…
    Yılmayacaksın…
    Olmaması gereken ne varsa onların hepsi olacak…
    Birisi antipsikotik ilacının zamanında içmeyip anlık ruhsal sorunlarını sana yansıtacak…
    Kendiyle olan sinir harbinde her şeyi mubah sayacak, haram olduğundan habersizce…
    İşte böyle yeni günler dönecek daha…
    Pişman olacak…
    Özürdilemek ağır gelecek…
    Karanlık gecelerde sanallıklarda huzur arayacak…
    Bulamayacak…
    Yalınayak, yalın şeyler yaşayamayacaksın…
    Ama ölmeyeceksinde...
    İşte böyle ördek büyük olacaksın…
    Rengin beyaza dönecek…
    Zamanla beyazlaşacaksın…
    Bir gelin gibi…
    Kanatların daha çok büyüyecek…
    En derin sulara korkmadan dalmaya tam hazır olduğunda…
    Bakacaksın ki….
    Bir suyu ve yemi hatta daha neleri neleri paylaştığın arkadaşın yok yanında…
    Yoldaşındı oysa…
    Küçük kaseye konulan su içinde birbirinize şakalar bile yapmıştınız…
    Ve ne büyük sözler vermişti sana…
    Bu kadar gerçekliğin içinde yalnız bıraktı seni…
    Şimdi bu tuzlu okyanusla kendin mücadele etmek zorundasın…
    İlk doğduğunda yüzmeyi yeni öğrendiğin gibi…
    Ama bu kez yemin ve suyun yok önünde…
    Kendin bulmalısın tüm gereksinimlerini…
    Baş etmelisin…
    Her zamanki gibi…

    Temirağa Demir
    temiragademir@temiragademir.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       Şehir, Vişne, Gece

    Oluk oluk nefes çarpışıyor. Işıklar gözlerimize saplanıp göğüs kafesimize toplanıyor. Kimse düz bir çizgide yürümüyor. Tramvay emekliyor şehri çiğneyen ayaklar arasında. Birbirlerinin bilmedikleri dillerinin coğrafyasında kol geziyor insanlar. İnsanlar yoksun, insanlar ihtişamlı, herkes biraz dev biraz cüce. Gecenin dokunduğu arka sokaklarda imarın mühürlediği bina dipleri, teli eksik keman, gamlı bağlama, biraz idrar biraz yasemin kokusu. Sokak, sokak olduğunun, gece, gece olduğunun farkında. En gösterişli giysileriyle dolanıyorlar kana ve sorgusuz sualsiz sevişiyorlar yeni yetmelerle, iblislerini göz kapaklarının kulisine iten yosmalar taşırıyor renklerini derzlerden. Sokak fasıl kokuyor, sokak ağıt... Küf kokan mahalle paspasları rutubetini bırakıyor ten yarasına. Kalbimiz maziyle sözlü. Yarı baygın genç kızların üzerinde eğreti bir gelinlik gibi duran alkol, günün esmer saatlerine bırakıyor metal ayazını. Sırtımızdan rayların soğukluğu, kanımızdan unutmanın yangını geçiyor. Kimliğimizi yaktığımız kent çöplükleri cesetlerimize yer açıyor; düşsüz bırakmayan, kırık da olsa tarihimizin masum başlangıçlarına işlenen fasülyeden günahlar arasında.

    Kendi tanrısının celladı meleklerdik, kan olduk, kanda boğulduk, hayatla öpüşmek için arka sokaklarda yosma olduk.

    Zihnimde boy veren ısırgan otlarını şehire tüküren büyük adamlara saldım. Boğazladım sulara teneke çalanları kaktüs zırhımla. Dudaklarımdan Boğaz'a bırakamadığım her bir dize için başka bir cinayet planı hazırladım, eskizinde gözyaşı kabarıklığı, maktul gözlerinden şehrin bekaretine kem akıtan satıcı.
    Siyah taşıyan kadınlar ve şarap rengi teninden kayan kadınlar şimdi mücevher bakışlarını erik rengi ormanlardan geceye teslim ediyorlar. Bir rüya için ağıt (*) yakılıyor. Gündüzsüz yakarışlara acele bacı helvaları karıştırılıyor. Bu şehir ayakkabısının tekini metroların yürüyen merdivenlerinde kaybediyor. Her mevsimden baharı koparıp, saçına erguvan damlatıyor, damıtıyor rafine dişiliğini.

    Vişne bahçelerindeki diken omuzlarıma giriyor, kan oluk oluk hazza sarılıyor, şehrin binaları sırtıma dayanıyor, mesafesizlikte kayboluyor uyku, derinden uyuşuyor, zihnimin kapıları pasını gıcırtılarla atıyor, bağırıyor kulaklarımda darben, taşıyor tenimden parmaklarının biçimlendirdiği notalar. Ruhum kayıp bir seferde, aya tapınıyor, suya, dişlerinin saplandığı vişne rengine.

    Esmer saatlerde çıkıyorum sokağa, dizlerimi örtmeyen mevsimi rüzgâr savuruyor; hayatla öpüşmek için yosma oluyorum Beyoğlu'nun arka sokaklarında...

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


      Kahveci : Mehmet Salih


    Sevgi Üstüne Düşünceler

    Yazar José Ortega y Gasset 'a göre ("Ortega y Gasset, Nietzsche'den sonra belki de en büyük Avrupalı yazardır." -Albert Camus-) sevgi incelemesini yalnızca erkeklerle kadınların birbirleri için geliştirdikleri duygulara indirgemek, konuyu daraltmak olur; kaldı ki Dante, "Dünyayı döndüren, güneşi ışıldatan ve hepsini yerinde tutan tek bir kuvvet vardır o da aşktır!" diye aşkı yüceltirken ve insan bedeninden çıkartırken güneşle öteki gezegenleri sevginin yönettiğine inanıyordu.

    Bu astronomik boyutlara çıkmadan, sevgi olgusunu kendi içinde taşıdığı çeşitli yönlerden ele alalım. Bizler erkek olarak kadını, kadın olarak da erkeği sevmekle kalmayız; sanatı ve bilimi de severiz; anne çocuğunu sever; dindar kişi Tanrıyı sever.

    Sevgi nesnelerinin sonsuz çeşitliliği ve birbirinden uzaklığı, sevgiyi oluşturan belli özellik ve nitelikleri düşünürken uyanık olmaya götürmelidir bizi; bunlar sevginin kendisinden değil de, sevilebilecek değişik nesnelerden gelen özellikler ve nitelikler olabilir.

    Öncelikle güzel bir özelliği etkin olan tüm canlı ve cansız varlıklar da sevilir. Bir çiçeği çok güzel bir kokusundan veya çok güzel bir renginden veya yaprağından dolayı da sevebiliriz.

    Ama, bir erkeğin kadına olan sevgisi her zaman farklıdır,daha etkilidir.İşte, bu sevgide ulaşmama da aşk olur. Şimdi ki gençlere bakıyoruz hemen ''Ben aşık oldum'' diyorlar. Niye, kime, nasıl ve de ne zaman aşık oldun? Bildiklerini sanmıyorum. Sonra bakıyorsun ki bir ay sonra geliyorlar,'' ben başka birisine aşık oldum'' diyorlar.

    Bir arkadaşım geçen gün '' bu gençliğin çoğu POP-TOP genci, bunların içinde okuyan, yazan, düşünüpte tartışabilen o kadar az ki'', diyordu. Sevmek için sevgi üstüne okuyup, düşündün mü?

    Sevmek sabır işidir, sevmek kavuşamayacağını bile bile ondan başkasını düşünememektedir. Sevmek sevdiğin yanında yokken yemek yemeyi bile unutmaktır. Ona kavuşamama olasılığını düşünmekten uykuyu yitirmektir.

    Veya da bir kitaptan aldığım aşağıda ki paragrafta ki gibi;'' Eğer çok zengin olmak istiyorsanız bütün işinizi bırakıp nehir yataklarında altın aramaya çıkın, eğer umudu yakalamak istiyorsanız, dört duvarın arasına kapatın kendinizi ve bir çatlak arayın güneşi yeniden görebilmek için, ne kadar ürkütücü olsa da... Eğer tanrıyı bulmak istiyorsanız, yüksek bir yere çıkıp dua edin ne kadar uzun sürse de, eğer her şeyinizden kurtulup özgür olmak istiyorsanız, en bulutsuz günde yağmur olmayı deneyin, eğer ulaşılmaz olmak istiyorsanız, yıldızlara ulaşmayı deneyin ne kadar imkansız olsa da, eğer ölümle yaşam arasında durmak ve birinden birine sürüklenmek istiyorsanız hekim olmalısınız eğer sürekli mutlu olmak istiyorsanız, sürekli çocuk kalmalısınız, ama siz aç gözlüyseniz ve bunların hepsini tek bir seferde ve en kısa yoldan elde etmek istiyorsanız AŞIK olmalısınız!

    Çünkü hiçbir kelime aşkın insana verdiğini anlatmaya yetmez ve hiçbir kelime ki kullanan kim olursa olsun; aşkı, bir kızın masmavi gözlerine dalıp gidildiğinde duyulan sonsuzluğa ait olmanın tarifsiz huzuru kadar iyi anlatamaz!!! ''

    Yani, kısacası sevmek, sevdiğin için sevgin için acı çekebilmektir.

    Herkesin bu kadar sevebilecek bir sevgili bulması dileğiyle...

    Mehmet Salih


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,859,859,859,859,859,859,859,859,859,85
    13 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XV

    Ben bunları yazdığım sırada Edward, üzerini çıkartıyor ve yatmaya hazırlanıyordu. Az önce bana çok güzel bir şey söyledi, dedi ki; "Daniel bizi Tanrı'yı insanlaştırmakla suçluyor; ama, Tevrat'ta Yahova'nın Lût kavmini helâk etmeye giderken yolda tâkâtinin azalıp dinlenmek için İbrâhim'in çadırına gittiği yazıyor. Peki bu, Tanrı'nın insanlaştırılması anlamına gelmiyor mu? Biz İsa Mesih'in tanrılaştırılmasına karşı çıkıyoruz, bize karşı çıkanlar ise bize atfettikleri yanlışları bizzat kendileri yapıyor!"

    Hem, Sabbat gününde dinlenmek, bu günü kutsal saymak... Yorulan bir tanrı imgesi, insânî özelliklerin Tanrı'ya atfedilmesi; Sabbat gününde Yahova'nın yaptığını yapmak, ona öykünmek… Sanırım, Daniel'in superbiası bunları kabul etmesini engeller. Ama dilerim, Tanrı onu da affeder.

    Edward'a bunları niçin Daniel'e söylemediğini sorduğumda bana "Est res magna tacere!" dedi. Evet, haklısın Edward. Ve Sümeroloji çalışmalarım sırasında, bunu temellendirecek argümanlar buldum. Sümerler, tanrılarının yeryüzüne indiklerinde insan bedenine büründüklerine inanıyordu. Sümerlerde her kent-devletinin kendi tanrıları ve bu tanrılar için inşâ ettikleri kent tapınakları vardı. Bu tapınakların yanına da kuleler; yâni zigguratlar dikiyorlar, tanrılarını yeryüzü gezintileri sırasında(!) buralarda misâfir(!) ediyorlardı.

    Eski devirlerde, Sümerler için tanrılar soyut bir imge değil; halkla birlikte yaşayan, halkın sorunlarına ortak olan ve hattâ, evlerinde misâfir edebildikleri varlıklardı. Zamanla baş râhibin kral olması gerektiği inancı doğdu ve bir vakit sonra krallar kendilerini tanrı ilân etmeye, tanrıların soyundan geldiklerini halka kabul ettirmeye başladı.

    Ben Lagaş kazıları sırasında Kral Naram-Suen'in hayâtını anlatan bir tablette buna bizzat şâhit olmuştum. Rubert Pilkington'la da bu meseleyi epeyce tartışmış, sonra da görüş birliğine varmıştık. Kralların kendilerini tanrı ilân etmeye başlamalarından sonra Sümerler, kendilerine soyut bir tanrı imgesi geliştirdiler, krallarının emrinde bulunan râhipler tarafından bu imgeyi içselleştirmeye zorlandılar.

    Böylelikle, halk ile tanrılar arasındaki yakınlık mistik bir hâl aldı, kralların siyasî egemenlikleri de zamanla uhrevî bir boyut kazandı, sonra da tanrılarını gökyüzüne çıkarttılar. Fakat, kent kralları siyâseten tanrıların hâmiliğine ihtiyaç duyuyordu; aldıkları kararlarla ilgili olarak bu hâmilik bir zırh oluyordu. Ve râhipler, tanrıların yeryüzüne belirli dönemlerde indiği, kendi soylarından geldiğine inanılan kralların emir ve buyruklarının yerine getirilip getirilmediğini sınadıkları türünden birtakım yalanlar uydurdular.

    Bu o kadar öyleydi ki, Sümerli köylü ve çiftçilere râhipler tarafından kirâ edilen topraklar arasındaki sınırları çizen ve üzerine kirâ sözleşmelerinin kazındığı taşların; yâni kudurruların üzerine, Sümer panteonundan belli başlı tanrıların simgelerini kazıdılar, bu kudurrularda yazılanların yerine getirilip getirilmediğinin bu tanrılar tarafından denetleneceğine ve bunları yerine getirmeyenlerin onlar tarafından cezâlandırılacağına inandılar.

    Ve hattâ, şahsî kanaatim şudur ki, Yahova'nın İbrâhim'e ve soyuna toprak vaad ettiği inancının temelinde de Tammuz kültü vardır. Bu râhipler, toprakların sâhibinin Tammuz olduğuna, onları istediğine verip istediğinden almakta özgür olduğuna, bu topraklar hakkındaki devir işlemlerinin Tammuz'un direktifleri doğrultusunda kendileri tarafından üstlenildiğine Sümerleri inandırmıştı. İşte, bu inançlar biçim değiştirerek Yahova kültüne de aksettirilmiş olmalı.

    Tammuz kültünde de toprakların devrine ilişkin olarak alınan ilk ürün, Tammuz'a hediye edilirdi; yanlış hatırlamıyorsam, Tesniye 26; 9-12'de de Yahova'nın İsrâiloğullarına şu "vaad edilmiş topraklar"ı hediye etmesinden dolayı toprağın ilk mahsulünün hahamlar tarafından ona hediye edileceği yazıyor. Ve tanrılar ile insanlar arasındaki ilişkide bu gibi bir konum değişikliği, Kitâbı Mukaddes'te apaçık bir biçimde ortaya çıkıyor.

    İbrâhim'in çadırına giden(!), onun misâfiri olan tanrı imgesi, zamanla kayboluyor ve Musâ'ya Sînâ Dağı'nda dev bir ateş çemberi içinde görünen bir tanrı imgesi hâline geliyor. Musâ, Yahova'yı değil misâfir etmek, ona bakamıyor bile. Artık Yahova, onlar için o kadar gizemli, o kadar bilinemezdir ki, onun adını tam olarak zikretmeyi bile yasaklıyorlar; onu YHWH şeklinde anıyorlar.

    Görünen o ki, İbrâhim'in Yahova'yı çadırında ağırlamış olduğu inancı ile İsa Mesih'le insan bedenine girmiş bir tanrı imgesi, aynı pagan inanışlarının iki değişik versiyonudur. Hem, yine Tekvin'de anlatılan Yâkup'un Beer-şeba'dan çıkıp Harran'a giderken yolda "yer üzerine dikilmiş ve başı göğe eren bir merdivenden" Yahova'yla konuşması olayı (sanırım Bap 28'deydi) ile onunla yeryüzünde karşılaşması olayı da (bu da sanırım Bap 32'deydi) Sümerlerin ziggurat kültünün bir yansımasıdır ve bunun temelinde de yine aynı pagan inanışları vardır.

    İlk modern paganlar da Tanrı ile insanlar arasında yeniden bir yakınlık kurmayı denemiş, âdeta İbrâhim ile Yahova ilişkisini andıran bir sıcaklığı yeniden tesis etmeye çalışmış olmalılar. Örneğin, Sînâ Dağı'nda Tanrı'nın bir bulutun üzerinde yere inmesi ve İsa Mesih'i kutsaması anlatısı, bu imge değişikliğine duyulan ihtiyâcın bir yansıması olsa gerek. Ancak, İznik Konsülü'nden sonra bu anlatı da değiştirilerek bir "evlât edinme töreni"ne dönüştürüldü ve mevcut anı kitapları bir kez daha tahrif edildi.

    Tüm bu inanışlar, değişik formlarla, değişik toplumlara da yayılmıştır; örneğin, Greklerin Priamos'u da aynı pagan inanışlarının Grek kültürüne adapte edilerek sürdürüldüğünü apaçık gösteriyor. Ve bugün de Sümerleri anlamamızı sağlayan en önemli kaynak Tevrat'tır; çünkü Tevrat, Mezopotamyalı kavimlerin ve bu kavimlerle ilişki içinde olan diğer kavimlerin inanç haritasıdır.

    Öte yandan, modern paganlığın da önemli bir esin kaynağıdır. Göklerin egemenliği, gökyüzü krallığı, vb. söylemler, bu râhiplerin kendi krallarının siyasî egemenliklerine meşrûiyet kazandırmak ve güçlendirmek için geliştirdiği söylemlerdir. Ve modern paganlık, Romalılar devrinde bu uydurmaları da aynı nedenlerle sâhiplenmiştir. Ne var ki, sonradan işler tersine dönecek, İmparator Jüstinyen hem Papa, hem de Caesar olmak isteyince, Vatikan'ın etekleri tutuşacaktır.

    Görünen o ki, Mezopotamya kültlerinin modern paganlığa geçişinde Yahudiler kilit bir rol üstlendiler ve ilk modern paganlardan itibâren bu kültler, Roma İmparatorluğu'nun kendi şart ve koşullarına uydurularak sürdürüldü, yer yer de değişen şart ve koşullara göre biçim değiştirdi. Ve Yahudilerin özellikle de Yahova kültü, tüm bu geçiş sürecini ve bunun nedenlerini açık bir biçimde gösteriyor.

    Yahudilerin bu kültü geliştirmelerinde ise Mişkan kültünün büyük bir önemi oldu. Nitekim Musâ, Yahudileri Mısır'dan çıkarttıktan sonra, Kenan iline gelmeleri yıllar sürdü. Bu sırada kendisine On Emir gönderilmiş, İsrâiloğulları tek tanrı inancını kabul etmeye çağrılmıştı. Ancak, Yahudiler henüz Mısır paganlığının etkisinde olduğu için, böyle bir tanrı imgesi onlara çok yabancıydı. Bu o kadar öyleydi ki, Musâ'nın Sînâ Dağı'nda geçirdiği kırk gün içinde yeniden eski inançlarına dönmüşler, altın bir buzağıya tapınmaya başlamışlardı.

    Bu yeni dönemde Yahudiler, bu tanrı imgesini kabule yanaşmıyordu. Sonunda, Kenan iline yolculukları sırasında tapınma ihtiyaçlarını karşılamak üzere, çadırdan bir tapınak yapmaya karar verdiler, adını da Mişkan koydular. Mişkan'ın Yahova'nın evi olduğuna inandılar; yâni, Yahova'nın yeryüzü yolculukları sırasında ziyâret ettiği evi.

    İşte, bu Mişkan kültünün temelinde de Sümerlerin tapınak ve ziggurat kültü var. Mişkan'ın yapımını Yahova'nın buyurduğuna inandılar. Buradaki saçmalık, onlar için henüz bir çelişki değildi; kendine yeryüzünde konaklamak için ev yapmalarını buyuran bir tanrı imgesi, hem de tanrıya çadırdan bir ev yapmalarını buyuran bir tanrı imgesi, onlar için çelişki değildi.

    Yahudiler, Mısır'dan çıkışlarının ikinci yılında Mişkan'ı tamamlamıştı. Mişkan, iki bölümden oluşuyor; ilk bölümde meşhur mihrap, yedi kollu altın şamdan ve altın bir masa bulunuyordu. İkinci bölümde ise Musâ'ya taş bir levha hâlinde gönderilen On Emir, bir sandığın içinde; sonradan verdikleri isimle Ahit Sandığı'nın içinde saklanıyordu. Ve bu ikinci bölüm, Yahova'nın istirahat ettiği mekândı(!).

    Sözde Musâ, Yahova'yla bu mekânda konuşarak Yahudilere, kardeşi Hârun aracılığıyla sesleniyordu(!). Yahova kültü o kadar pagan temellere dayanıyordu ki, On Emir'in yazıldığı levhaların bile bizzat Yahova'nın elinden çıktığına inandılar; Yahova'yı, emrindekilere buyruk veren yarı insan, yarı tanrı bir varlık gibi; tıpkı bir firavun gibi, algılamaya devâm ettiler.

    Bu saçmalıklara o kadar inandılar ki, Musâ'ya Sînâ Dağı'nda dev bir ateş çemberi içinde görülen Yahova'nın bu çadırda nasıl olup da ikâmet edebileceğini sorgulamadılar. Ve belli ki, çölün ortasında inançsız, kimliksiz, kişiliksiz, tanrısız kalan İsrâiloğulları, şu ya da bu biçimde, belirli bir tanrının kucağında olduklarına; onun şefkatli kolları arasında olduklarına, onun himâyesi altında güven içinde seyahat etmekte olduklarına inanmak istemişlerdi.

    Hele bir de Mısır'dan çıkışları sırasında Ramses'ten gördükleri baskıları hatırlayınca... İşte, Musâ'ya Sînâ Dağı'nda dev bir ateş çemberi içinde görünen bir tanrı imgesinin sonunda Mişkan'ın içinde ikâmet eden bir tanrı imgesine dönüşmesinin kaynağında bunlar olmalı. Ve Yahudiler, Kral Davut zamânına kadar Mişkan kültünü sürdürmüşler.

    Ancak, Kral Davut'un Kudüs'ü işgâl etmesiyle birlikte Yahudiler, deyim yerindeyse altın çağlarını yaşadılar ve artık Yahova kültünün Mişkan'da yaşatılamayacağına, Yahova'ya daha görkemli bir tapınak yapmaları gerektiğine inandılar. Ve Kral Davut bu işe soyundu; ama, kâhin Nathan ona, Yahova'nın bu tapınağı kendisine oğlu Süleyman tarafından yaptırılmasını istediğini söyledi.

    Tapınak, Kral Süleyman tarafından yaklaşık olarak M.Ö. 970'lerde inşâ edildi. Ve Tevrat'ın anlatımına göre Kral Süleyman, tapınağın inşâsı bittikten sonra şunları söyledi: "Yahova koyu karanlıkta oturduğunu söylemişti, oturması için ona ebedîyen mesken tutacağı bir yer yaptım". (sanırım I. Krallar Bap 8'deydi.)

    Görünen o ki, Süleyman'la birlikte Yahudiler, Mısır paganlığından hareketle geliştirdikleri Mişkan kültü ile Kenan ilinde ta Sümerlerden beri sürdürülegelen tapınak kültünü birleştirerek, Mezopotamya paganlığını tek tanrılı(!) bir dîne özgü hâle getirdiler. İşin ilginç tarafı ise bu kültleri bugün de yaşatmaya devâm etmeleridir.

    Sümerlerde, her kent-devletinin bir koruyucu tanrısı vardı ve kentin en görkemli yapısı da bu tanrıya adadıkları tapınaktı. Ve Yahudiler de Kral Davut zamânında, kendi toplumlarının koruyucu tanrısı olarak Yahova'yı kabul etmiş, onun mekânı olarak en görkemli yapı olarak Süleyman Tapınağı'nı da bu amaçla dikmişlerdi.

    İşte, bu yeni dönemde Kenan ilinde Yahova kültünün gelişimi bu şekilde oldu. Fakat, bu noktada Sümerler ile Yahudiler arasında önemli bir farklılık dikkat çekiyor. Sümer ülkesinde, bir kent tanrısına başka kent-devletlerinde de tapılır, bu tanrının ünü özellikle de tapınak râhipleri tarafından diğer kent-devletlerine de duyurulurdu. Sümerler, kendi kent tanrılarına başka kent-devletlerinde de tapınılmasını övünülecek bir durum olarak görür, bunun olanaklı koşullarını hazırlarlardı.

    Sümer mitolojisinde bu durumu betimleyen çok sayıda örnek olmalı. Biz Sümerologlar, bugün itibâriyle ancak Enlil'in ve Ekur'un Sümerler için anlamını göreli olarak daha kesin bir biçimde çözebiliyoruz. Yahova kültü ise yalnızca Yahudiler tarafından benimsenmiş ve Yahudiler, bu kültü başka kavimlere benimsettirmeye çalışmamış; Yahova, yalnızca Yahudilerin koruyucu tanrısı olarak kalmış.

    Yahudilerin henüz erken dönemlerden itibâren başka kavimlerden kız alıp vermeleri yasaklanınca Yahudiler, olanaklı olduğu ölçüde en geniş oranda "saf" kalmayı başarabilmiş bir kavim. Şu hâlde, akla şu soru geliyor: Yahudilere göre Yahova, Rabb; yâni kâinâtın yaratıcısıysa, o zaman niçin Yahudi olmayanların Rabb'be tapınma hakkı ve hattâ yükümlülüğü olmasın!

    İşte buradaki çelişki, Talmud metinlerinin henüz Musâ zamânından itibâren değişen coğrâfî, siyasî ve kültürel ortamlara her defasında yeni baştan uyarlandığını, bu metinlerin Mezopotamya mitolojisinden hareketle Yahudi şovenizmine uydurulmaya çalışıldığını gösteriyor. Bu o kadar öyle ki, kendi soylarından olan Araplara bile Yahova'ya tapınmayı yasaklamışlar.

    Şahsî kanaatim şudur ki, Kabala ile Yahudi şovenizmi bir bütündür; biri anlaşılmadan diğeri aslâ anlaşılamaz. Yahudilerin Yahova kültünü benimsemesi ise hiç kolay olmamıştır. Özellikle de Mısır'da geçirdikleri üç yüz yıl boyunca Mısır panteonunu benimsemiş, henüz Kral Davut ve Süleyman zamânında bile yeni yerleşmekte oldukları coğrafyaların pagan inanışlarına yakın durmuşlar ve hattâ, Mısır panteonunun yerine Filistin ve Bâbil panteonunu koymayı bile denemişlerdir.

    Bu bakımdan, Kral Süleyman'dan sonra aralarındaki birlik ve berâberliği kaybetmelerinin en temel nedeni, Yahova kültünü benimseyen Yahudiler ile Filistin ve Bâbil paganlığını benimseyen Yahudiler arasındaki çekişmelerdir. Ve zamanla Bünyaminoğulları ile Yahudaoğulları arasında da Filistin ve Bâbil paganlığı etkili olmuş, İsa Mesih zamânına gelindiğinde ise yeniden inşâ edilmiş olan Süleyman Tapınağı'nda başta Baal olmak üzere Filistinlilerin ve Bâbillilerin tanrılarına tapınılmaya başlanmıştır.

    Süleyman Tapınağı'nda Tanrı'ya tapınılması için ilk ve en önemli adımı ise Meryem Ana atmış; ancak, başarılı olamamıştır. Onun yarım bıraktığı işi İsa Mesih tamamlamaya çalışmış; ama o da Yahudilerin gazâbından kurtulamamıştır. Yine de Yahudilerde tek tanrı inancının yeniden oluşmaya başlaması, İsa Mesih'le birlikte gerçekleşmiş; fakat, İsa Mesih onları Tanrı'ya inanmaya dâvet etmişken Yahudiler, yeniden Yahova'ya tapınmaya başlamışlardır.

    İşte, Yahudiler bugün Yahova kültünü hâlâ yaşatabiliyorlarsa, bunu da aslında Süleyman Tapınağı'ndan Filistin ve Bâbil tanrılarını kovan İsa Mesih'e borçlu olduklarını kabul etmeliler. Oysa Yahudiler, İsa Mesih'e karşı ne kadar da merhametsiz ve ilgisizler böyle. Ve Tanrı'yı inkâr etmek için ne kadar da büyük bir öfkeyle dolular. Tanrım..

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Saatler

    Saatler göz pınarlarından sızan davetsiz vedalara sürükledi yaz güneşini…
    günbatımı alacası dudaklarını son kez öptü nefesim..
    şeffaf perdelerin ardından adım adım süzülürken ruhun başka bedenlere doğru..
    sensizliğin güncesini tutmaya başladım…
    geceler boyu susuşlarımızla seviştik…
    bulutların suyunu sıkıp vaftiz ettik içimizdeki şeytanı…
    masumiyeti işledik ilmek ilmek gecenin koyu lacivert duvarlarına..
    yeşilini sonbaharın sesizliğinde kalan soluk tonlarına bıraktın gidişinle…

    Ayşe Hatip

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
      İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    New Kid in Town
    Eagles









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100712.asp
    ISSN: 1303-8923
    12 Temmuz 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com