|
|
|
Editör'den : Bana devamsızlıktan kalma yok!.. |
Merhabalar,
Sıcaktan mı nemden mi bilmiyorum ama neye elimi atsam yapışıyorum. Üç beş dakikalık işler uzadıkça uzuyor. Bir ağırlık çöktü ki sormayın gitsin. Bugün devamsızlık yapıyor, köşeyi asıyorum. Pazartesi günü rapor alır gene çıkarım karşınıza. İyi hafta sonları, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan İLKYAZ AKLIMI BAŞIMDAN ALIR -12 |
|
Adı bende saklı kız ile görüşmeyeli on beş günden fazla zaman geçti. Sadece bir, iki not aldım. Yazdıkları daha çok annesinin hastalığına ilişkin ayrıntılardı. Aklımda bir sürü saçma sapan düşünce uçuşup duruyordu. Onu görebilmek için çareler arıyordum. Hatta ziyaret saatlerinde hastaneye gitmeyi bile düşündüm. Bu düşüncemi eyleme dönüştürmeden bereket kadın hastaneden taburcu edilip evine gönderildi. Günler sonra kiremit altındaki özel posta kutumuzdan bir not daha aldım. Sevgilim, yarın kursa gideceğini ve beni çok özlediğini söylüyordu. Babamla bir kez daha papaz olma riskini göze alarak o gün öğleden sonra okulu tamamen kırdım. Büyük bir özlemle onu sokağın başında bekledim. Bana doğru yürürken kalbim yerinden çıkacaktı. Eğer sokakta olmasaydık büyük bir özlemle sarılacaktım. Sarılmak şöyle dursun elini bile sıkamadım. Sadece yürüdük ve konuştuk. Onu Halk Eğitim Merkezine kadar götürdüm. Kursa gidip yarım saat kaldıktan sonra çıkacağını söylemişti. Bahçe duvarının dışında, kapıya yakın bir yerde onu bekledim. Söylediği gibi fazla beklemeden çıkıp geldi. Yine her zamanki gibi kütüphane arkasındaki sokaktaki kahvelerden birine oturduk. Elini avuçlarımın içine aldım. Sesini, konuşmasını, birkaç dakika arayla gözünün önüne gelen saçlarını eliyle kulağının arkasına doğru itmesini bile özlemiştim. Saatlerin nasıl geçtiğini, akşamın gelip çattığını anlayamadım.
Ertesi gün öğleden sonra okula en yakın sağlık ocağına gidip rapor aldım. Sadece onunla buluşabilmek için doktora gittim. Doktor haliyle "Neyin var?" diye sordu. Yaşlı, tonton, gözlüklü bir adamdı. Zayıf olduğum derslerin sınavlarının aynı güne rastladığını, Cuma günü yapılacak sınavlara evde oturup çalışmam gerektiğini söyledim. Yalanıma anlayış gösterdi. Sevgilimle buluşmak istiyordum ve bunu söylesem bana rapor vermek şöyle dursun gülüp geçerdi. Aldığım üç günlük sağlık raporunu götürüp okulun müdür yardımcısına teslim ettim. Elbette onu kuşkulandırmamak için koridorda ve onun odasında bütün oyunculuk yeteneğimi kullanarak hasta rolü oynadım.
Sabahleyin evden okula gidiyormuşum gibi erkenden çıkıyordum. Öğleye kadar orda burada zaman geçirip sevgilimin evden çıkacağı saati bekliyordum. Saatin öğleye varması kocaman bir ömür sürüyordu. Sıkılıyordum, sokak sokak, çarşı pazar dolaşıyordum. Raporlu okul kaçağı olduğum ikinci günü öğleden sonra onu evlerinden birkaç sokak aşağıda bekliyordum. Kızın babası yanımdan geçip yukarıya, evlerinin bulunduğu sokağa doğru geçip gitti. Adam beni tanımıyordu. Ya da tanıyordu ama renk vermiyordu. Bu işte bir gariplik vardı. Çünkü bu adam bu saatte dükkanından ayrılmazdı. Sadece akşamın ilerleyen saatlerinde kepenkleri çekip evine giderdi.
Adı bende saklı kız güle oynaya buluşacağımız yere geldi. Onu yine önce kursa götürdüm. Kursta biraz kaldıktan sonra çıkıp yanıma geldi. Ve biz o gün öğleden sonra onunla sinemaya gittik. O günü ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Sinema biletlerini ben ödedim. O da film arasında bize gazoz aldı. Filmin ne olduğu, konusu falan zerre kadar önemli değildi. Ben ona bu kadar yakın olmaya, saatler boyunca el ele tutuşup oturmaya bayılıyordum. Film bitti ve biz el ele tutuşmuş olarak sinemanın kapısından çıktık. Gözlerim henüz salonun karalığından sokağın aydınlığına alışamamıştı. Kocaman bir el kulağımdan yakaladı. Bir başka el de sımsıkı kolumdan. Dönüp baktım kızın babası. Kaçmaya bile çabalamadım. Öylece donup kaldım. Kulağımdan yakalayan el beni sinemanın kapısından birkaç metre ileriye doğru sürükledi. Adı bende saklı kız olduğu yerde donup kalmış hala sinemanın kapısının önünde, kocaman gözleriyle bana bakıyordu.
Adam bir taraftan sövüp sayıyor bir taraftan Allah yarattı demeden beni dövüyordu. Bana piç diyordu, pezevenk diyordu, ırz düşmanı diyordu, şerefsiz diyordu, namussuz diyordu. Hiç direnmedim. Bıkıncaya, öfkesini alıncaya kadar beni dövdü. Yere düştüm, belimi, karnımı, göğsümü tekmeledi. Ben sadece (adı bende saklı kızı) seviyorum dedim. On kere dedim. Her tekmede, her tokatta, her canım yandığında söyledim. Bunu duyunca adam yeniden çıldırıyordu. Yoruluncaya, usanıncaya kadar beni dövdü. Kızı kolundan yakaladı. "Seninle evde hesaplaşacağız,"dedi. Kız ağlıyordu. Çok ağlıyordu. Yediğim dayaktan daha çok onun çaresizlik içinde çırpınışları canımı acıtıyordu. Kalkıp peşinden gitmek, kızı babasının elinden kurtarmak istiyordum. Yapamadım, yapamazdım… Baba kız gözden kayboldular. Sinemadan çıkanlardan birkaç kişi gelip bana yardım etmeye çalıştı. Yerden kaldırdılar, Üstümü başımı düzelttiler. Kanayan burnuma tampon yaptılar. "Neden âşıkları kimse anlamıyor?" dedim. "Boş ver sen aşkı istersen hastaneye git," dediler.
Hastaneye gitmedim. Eve gitmeyi de istemiyordum. Amcamdan başka gideceğim kimse yoktu. Gerçi ona da kızıyordum. Bizi lunaparkta görüp hemen anneme yetiştirmişti.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu ADA, BOZCAADA, GÖKADA |
|
…ve Tanrı Tenedos'u yarattı ki insanlar daha uzun yaşayabilsin. Herodotos
Dimitri Kakmioğlu, "Anayurt" adlı kitabının bir bölümüne böyle başlıyor. Gerçekten Heredot böyle diyor mu bilmiyorum; ama adanın Ege tarihinde çok önemli yeri olduğu bir gerçek.
Homeros'un dillendirdiğine göre Akhalar, kaçar gibi yapmış ve adanın arkasına saklanmışlar. Savaşı kazandıklarını sanan Truvalılar derin bir uykuya dalmış. Tahta atın içinden çıkan elli savaşçı, Truva'nın kapılarını Akhalara açmış. Akhalar savaşı kazanmış.
Bozcaada Çanakkale savaşlarında da Fransızların üssüymüş. Yaralılar burada tedavi edilir, burada dinlenirlermiş.
Osmanlı döneminde de adanın sürekli el değiştirmenin gerekçesi de buranın stratejik önemi. Çünkü Bozcaada, Çanakkale Boğazı'nın gözetlenmesi ve denetimi için olmazsa olmazların en önemlisi.
***
Odunluk İskelesinden kalkan arabalının yolcuları, arabalı daha limana girmeden ayaklanıyor. Kapaklar rıhtıma değer değmez bir koşuşturma başlıyor. Herkes sanki adada bir yer kapma yarışında. Yaşlı bir adam, birçoklarının duymadığı, duyanların da gülümseyip geçtiği bir sesle: "Merak etmeyin, adada size de yer bulunur." diye söyleniyor. İhtiyarın sözlerinin 36.000 metre karelik bir adayla ilişkisi ne kadar çözemiyorum. Ama 10 yıl önce geçtiğim Kuzey Ege sahillerindeki akıl almaz kıyı yapılaşmasını ve trafiği hatırlayınca bu ada bu denli baskıya ne kadar daha dayanabilir diye düşünmeden edemiyorum.
İskelenin karşısındaki park tıklım tıklım, yolcuların birçoğu parka yöneliyorlar. Adalıların buluşma yeri burası olsa gerek. Biz de parka yöneliyoruz. Haluk Şahin, eşi Belgin Hanım ve Bozcaada Derneği yönetimi karşılıyor bizi. Oturup bir şeyler içiyoruz. Benim tercihim koruk suyu. Üzümleri ve şarapları ünlü Bozcaada'da şalgam suyu içecek değiliz ya!
Bozcaada, henüz kitle turizmi denilen vebaya yakalanmamış. Kale çevresinde sokaklar pırıl pırıl. 12 Eylül'ün armağanı toplu konutları görmezden gelirsek özgün mimarisini koruyor. En önemlisi tabela kirliliği yok bu kasabada. Her dükkânın adı vişne çürüğü bez tenteler üzerine yazılı. Adanın kırmızı şaraplarının bu rengin seçiminde bir payı var mı diye sorguluyorum bir an. Her yerin kendine özgü renklerinin olması elbette doğal. Ama ben tek renkli bir kente katlanamam. Kent dediğin cıvıl cıvıl rengarenk olmalı. Bu yüzden balkonları, merdiven başları çiçekli evler sıralanan, düzenli aralıklara kesişen sokaklara doğru ilerliyor, özgün bir yerleşimde olmanın tadını çıkarıyorum.
***
Belleği olmayan kentlerin kimliği de olmaz diyenlerdenim. Ne yazık ki kentlerimizin birçoğunun belleği yok. Çocuklarımıza bırakın bin yıllar öncesini, kırk elli yıl öncesini bile gösterebilecek mekânlar yaratmanın bile ne denli önemli olduğunu kavramış değiliz.
M. Hakan Gürüney, bence çağdaş bir kahraman. Elimde olsa başka Hakan Gürüneyler yetişmesi için tüm yerel yönetimlere kaynak aktarırım.
Hakan Gürüney, Bir bilgisayar mühendisi. Yıllar önce Bozcaada'ya özgü deniz kabukları toplamak için gelmiş burlara. Sonra Bozcaada'nın geçmişiyle ilgili yazılı belgelerden ev araç gereçlerine ne bulduysa toplamış. Zaman zaman müzayedelerden satın almış. Sonunda Bozcaada'nın belleğini yaratmış. Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi adaya ayak basan herkesin kesinlikle ilk uğraması gereken bir yer.
İnsan, kent müzesini gezerken, kuşlar kurtlar bile aynı toprakları ormanları paylaşabiliyor da farklı kökenden, dinden insanlar neden aynı kasabaları, şehirleri paylaşamıyor, anlamak zor, diye düşünmeden edemiyor. Bir gün sonra Bozcaada şarapçılığı konusunda görüşme yaptığım Talay şaraplarının ortaklarından Sebati Talay 1940'larda ada nüfusunun 800'ünün Türk, 1200'ün Rum olduğunu söylüyor. Şimdilerde ise kala kala 20 Rum ailesi yaşıyormuş. Oysa benim en çok sevdiğim kentler, farklı kültürleri hazmedebilmiş ve ortaklaşa yaşamın payandası yapabilmiş kentlerdir.
***
Süreyya Berfe, sevdiğim, belleğimde birçok şiiri olan şairlerdendir.
"Nemli kumlarda keyifle gezen böcek
Yuvana dön
Donanma geçiyor
Sular yükselecek"
Bir sözcüğün şiire kazandırabileceği boyutları kavramak için ne güzel bir örnektir.
Bu güne dek onunla tanışma fırsatım olmamıştı. Kütüphanemdeki kitaplarından "Hayat ile Şiir"i götürmüştüm. Kitabı görünce eski bir sevgiliyle karşılaşmış gibi sevindi. Akşam salhanede şaraplarımızı yudumlarken kendisinden şiirler dinledik. Dernek bir şiir okuma yarışması düzenleyerek iki öğrenciyi seçmiş. Gençleri dinlerken güzel şiir, güzel okuyanla biraz daha anlam kazanıyor diye düşündüm.
S. Berfe birkaç yıldır Urla İskele'de oturuyormuş. İskele, ünlü şair Yorgo Seferis'in köyü. Beri yanda bugün konut yığınına dönüşen Urla bağlarını, tütün çardaklarını geleceğe anlatan Necati Cumalı var. Türk pop müziğinin gelmiş geçmiş en özgün sesi Tanju Okan da o topraklarda ebedi uykusunu uyuyor.
Urla, bana,
"Bu rengini dağlara,
Soluğunu denizlere dokuyan
Sesini tan yellerine ayarlı bahar,
Bu Asurlu saçların
Bu gülüşü eşkıyalar artığı
Billurlarda durultulmuş yüzün."
…
dizelerini yazdıran sevdanın adıdır. Berfe'yi dinlerken doğrusu aklım hep Urla'ya kaçamaklar yaptı.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-2
- Mantığınla duygularını birbirinden ayrı tut. "Birlikte olduklarında daha iyi sonuçlar alıyorum" diye düşünme. Çünkü bu durumlarda duygularını öne çıkarman gereken yerde mantığın; mantığını öne çıkarman gereken yerde de duyguların baskın çıkacaktır ve sen her defasında yanlış kararlar veren bir zavallı durumuna düşeceksin.
*
- Her "mutluluk" sözcüğü aklına "mutsuzluk" sözcüğünü getiriyorsa, gerçek mutluluk senden çok uzakta demektir.
*
- Mutlu olduğunu bazı insanlara asla söyleme, kıskanırlar ve seni mutsuz kılacak bir şeyi hemencecik buluverirler.
*
- Dostun geçinen yalakalarını mutlu etmek istiyorsan acılarından söz edebilirsin.
*
- Dedikodunun aleyhinde olanlar amma da çok dedikodu yapıyorlar ha…
*
- Dedikodu çoğunlukla terapinin yerine geçer.
*
- Kadının gölgesi ol, ama arkasındaki gölgesi değil.
*
- Bir çılgınlık yaptıktan sonra duyulan pişmanlık en büyük çılgınlıktır.
*
- Sevmeyi kimseye öğretemezsin, boşuna çabalama; kini, nefreti ve düşmanlığı ise kolayca öğretirsin, boşuna gerektiğinden fazla çaba harcama.
*
- Kadını sır dolu bilinmeyen, gizem dolu bir varlık gibi gösterenlere gülerim; şeytan olduğunu söyleyenlere acırım; bir melek olarak düşünenleri ise çocuk olarak kabul ederim.
*
- Aşk, kendisinin dışındaki etkinliklere izin vermeyen bir despottur.
*
- Erkeğinin özgür olmasını isteyen kadın var mıdır? "Ben" mi diyorsun? Hadi canım !…
*
- Kabahatleri başkasının üzerine atmakta usta olanlar, hak etmedikleri başarıları benimsemede de aynı ustalığı gösterirler.
*
- Saygı, karşımızdakinin kişiliğinin yüceltilmesidir, birçok insan gerçekte bunu hak etmese bile.
*
- Yaşarken ölen, daha doğrusu canlı iken ölü özelliği taşıyan insanlar mı var çevrenizde? Matem tutmaya çoktan başlamanız gerekirdi.
*
- Ağacı, direği, duvarı olmayan sarmaşık yukarılara tırmanabilir mi? Bunlardan birincisi kadınsa, ikincisi de erkektir.
*
- Gerçekten affedebiliyorsan, bilgeliğe eriştin demektir.
*
- Herkes iyi ve mükemmel olmayı istiyor; yoksa amacınız dünyayı meleklerle doldurmak mı?
*
- Bu dünya iyilerin olduğu kadar kötülerindir de. Lütfen onlara da yer açınız.
*
- Sık sık gözyaşı döken insanlar, ruh sağlığınızın iyi olduğundan emin misiniz? Cevabınız "evet" ise, kendinizi kandırıp kandırmadığınızı bir düşünseniz!
*
- Zor, olumsuz ya da kötü bir durumla karşılaştığınızda "kader" deyip geçmeyiniz. Evrende her şey sebep-sonuç ilişkisi içinde gerçekleşir. Yaşadığınız bu türden bir olayla ilgili bir tane sebep ya da sonuç bulmaya çalışınız. O zaman göreceksiniz ki "kader" dediğiniz şey o sebep-sonuç bağlantısında gizlidir.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XX |
|
Vatikan'ın, bu çapulcu sürüsüne katılanların tüm günâhlarının affedileceği yalanını uydurması ise dehşet verici. Bu endüljans masalları, bir yönüyle, ta eski zamanlardan beri karşımıza çıkan insanın tanrı olma saplantısının değişik bir formudur ve hattâ, Hammurâbi'den beri çeşitli görünümlerle karşımıza çıkan insanın tanrılara bile hükmedebilme saplantısı Vatikan'da, Papa'nın Tanrı'ya bile hükmedebilecek bir varlık olduğu saplantısı hâline dönüşmüştür.
Bu endüljans uygulamalarıyla birlikte, insanların işlediği tüm günâhların Tanrı tarafından bağışlanacağı yalanı; yâni aslına bakılırsa, Papa'nın Tanrı üzerinde bile hâkimiyet kurduğu yalanı, başta Papa II. Urbanus isimli o mahlûk olmak üzere tüm ardıllarının modern paganlığın Hammurâbisi olma isteğinin resmidir. Tanrım…
Dilerim, Tanrı şu anı kitabı yazarı Matta'nın İncili'ne, "Ardımdan gelecek olanlar geçmişini unutsun, haçını kapıp peşime düşsün; çünkü Tanrı, onların tüm günâhlarını affedecek." (yanlış hatırlamıyorsam Bap 16'daydı) sözünü ekleyerek haçlı seferlerine meşrû bir kılıf uydurmaya çalışan modern paganları da affeder. Tanrım…
Vatikan, kendini çoktan aforoz etmeliydi! Tanrı'nın inâyetiyle Meryem Ana İncili'ni bulduğumuzda bunu biz yapacağız. Ama dilerim Tanrı, Vatikan'ı ve haçlıları da affeder. Dilerim Tanrı, kendilerini seçilmiş insanlar olarak görüp yeryüzünde her türlü bozgunculuğu yapmayı Tanrı'nın isteğiymiş gibi gösterenleri de affeder. Dilerim Tanrı, şu seçilmiş insanlar kültünü ortaya atan Kitâbı Mukaddes yazarlarını ve onlardan sonra gelip bu saçmalıklara îmân edenleri de affeder…
Onlar değil midir ki Tesniye 7; 3-6'da, Filistinlileri katletmenin Tanrı'nın isteği olduğu yalanını ortaya atan ve buna îmân edenler… Sözde Tanrı, Yahudilerin suça azmettiricisi! Bu ne büyük bir iftirâdır ey Ulu Tanrım… Ama dilerim Tanrı, Yahudi yazarlarının bu isteğini daha sonra haçlılar bizzat onlara karşı yerine getirdiğinde, duydukları pişmanlıktan dolayı onları da affeder…
Sözde bu çapulcu sürüsü, İsa Mesih'in kanını döken Yahudilerden bunun hesâbını soruyordu! Tanrım… Bu ne çarpık bir zihniyettir ki Tanrı; yâni sözüm ona İsa Mesih, kendi hukukunu kendisi sağlayamıyor; bu işi bu çapulcu sürüsüne havâle ediyor! Tanrı, bu çapulcu sürüsünden medet umacak kadar âciz mi!
Bu ne çarpık bir zihniyettir ki İsa Mesih; hoşgörüyü, merhameti, bağışlamayı, vb. kısacası insanlık değerlerine bağlılığı öğütlemişken, bu çapulcu sürüsü, hem de onun adını kullanarak ve onun "intikâmı" amacıyla(!) Yahudilere böyle yaklaşabiliyor! Tanrım…
Boşuna dememişler, "Şeytan bile Kitâbı Mukaddes'e atıf yapabilir!" diye. Ne de olsa, Sümerlerin çarpık zihniyetlerinin yazıya döküldüğü, İznik Konsülü sırasında bir kez daha tahrif edilen ve Vatikan'ın ekonomik ve siyasî hesaplarına göre sıkça tecâvüz edilen bir metinden insanlık değerlerine bağlılık gibi bir düstur elde edilemez!
Ama dilerim, Tanrı bu zırvalıkları Pavlus'a yıkmaya çalışan; Koloselilere yazdığı mektuba, "İsa Mesih'in mîrasçıları, kulları, askerleri Tanrı'nın koruyuculuğu altındadır; onlara yeryüzünde diledikleri her yardım yapılacaktır." (yanlış hatırlamıyorsam Bap 3'teydi) sözlerini, bu çapulcu sürüsüne diledikleri türden bir özgürlük kazandırmak istedikleri için yamayan modern paganları da affeder.
Şahsî kanaatim şudur ki, Yahudilerin seçilmiş insanlar kültünün haçlı seferlerine katılan çapulcu sürüsünü motive etmede kullanılışı, Müslümanların cihat inancından esinlenerek geliştirildi. Çünkü Türkler, Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya akın akın gelmeye başladıklarında, Anadolu'daki Türk varlığının artmasını mümkün kılan unsurlardan biri, Türklerin bu cihat inancına olan bağlılığıydı.
Dolayısıyla, modern paganlar seçilmiş insanlar kültü ile cihat inancını birleştirerek, bu çapulcu sürüsünü Türklerin üzerine salmış olmalılar. Ve ne kadar ilginçtir ki, Anadolu'ya geldiklerinde bazı Türk boyları arasında Yahudilik yayılmaya başladı. Tanrım… Bu beni, gerçekten de çok düşündürmüştür.
Öyle sanıyorum ki, Türklerin savaşçı ruhları, bu boyların, Yahudilerin şu seçilmiş insanlar kültünü benimsemesine yol açtı ve zamanla kendi kimliklerini kaybederek Yahudileştiler. Fakat, bir kimsenin Yahudi olabilmesi için tek ve yegâne şart, Yahudi bir kadından doğmuş olmasıdır. Peki bu boylar, nasıl Yahudi oldular! Tanrım…
Yahudi kadınlarla evlenip çocuklarının Yahudi olmasını sağlamış olsalar bile, Tevrat'ın bildirdiği hükümlere göre Yahudi sayılamazlar. İşte, bu boyların kendilerini Yahudi ilân etmesi, sanırım Anadolu'ya geldiklerinde Yahudi yerleşimcilerden öğrendikleri şu seçilmiş insanlar kültüne yakın olmalarından kaynaklanmış olmalı. Tanrım…
Diğer taraftan, bugün gerçekten de çok yoğun bir gündü, asıl önemli gelişme ise öğle üzeri oldu; İbn-î Ceydân bin Ekber'in Seyahatül Emînil Mihmandar isimli kitabı… Bu kitap, tüm kazı programımızı etkileyebilir, bilemiyorum. Ama, henüz olaylar zihnimde tâzeyken, günlüğüme önce şunları not edeyim.
Sabah kalktığımda saat ona geliyordu. Üzerimizi giyindik ve Edward'la birlikte yemek salonuna doğru yöneldik. Ben Miles'a bakmak için kamarasına uğradım, Edward'ı da yemek salonuna yolladım. Geary ile Stephen'in karşılarında beni Edward'la birlikte görmesini istemedim.
İçeri girdiğimde Geary'nin gözleri kan çanağı gibiydi. Stephen de ondan pek farklı görünmüyordu. Miles ise daha iyiceydi. Kendi başına kalkmış ve üzerini değiştirmişti. Kendisine nasıl olduğunu sordum. Bana hızla iyileşmekte olduğunu ve bugün bizimle birlikte kahvaltı yapmak istediğini söyledi. Ben de ona önden gitmesini, Geary ile Stephen'le bir şeyler konuştuktan sonra kendisine yetişeceğimi söyledim.
Miles kapıdan çıkarken, Geary ile Stephen'e iyi görünmediklerini, kamarada kalıp dinlenmelerinin iyi olacağını, kahvaltılarını kamaraya yollatacağımı söyledim. Miles uzaklaşınca da Sicilya'ya varana kadar onları gemide dolaşırken görmek istemediğimi, bundan böyle yalnızca kamaranın içinde vakit geçireceklerini, onlara bir tür hapis cezâsı verdiğimi söyledim.
İkisinin de bana olan öfkesi artmıştı. Ama, bu hapis cezâsının herkesin hayrına olduğunu üçümüz de biliyorduk. Bana karşı çıkmadılar. Ben de hızla koridora doğru yöneldim ve Miles'ın koluna girdim. Yemek salonuna geldiğimizde ise tüm ekip Miles'ı karşılarında görünce çok sevindi.
Biz masaya otururken Kaptan Plummer, Miles'a içirdiği çayın iyi geldiğini söylüyor, göğsünü gere gere İrlandalıların köklü kültürü hakkında kısa bir nutuk atıyordu. Az sonra, Edward içeri girdi ve yanında süt, bal, yumurta, ısırgan otu ve özel bir pekmez türünün bileşiminden oluşmuş bir içecek getirdi, bunu Miles'a ikrâm etti.
Ben servis yapmakta olan Audrey'e, Geary ile Stephen'in bugün biraz rahatsız olduklarını, kahvaltılarını kamaralarında yapmak istediklerini söyledim. Daha sözümü bitirmeden Kaptan Plummer bana, ciddî bir şeylerinin olup olmadığını sordu. Ben de önemli bir şeylerinin olduğunu düşünmediğimi, gemi yolculuklarına pek alışkın olmadıklarından olsa gerek, biraz hâlsiz olduklarını söyledim.
Kaptan Plummer çok heyecanlanmıştı. Gösterdiği tepkiye bir anlam veremedim. Doğrusu, Kaptan Plummer'in daha önce gözümden kaçmış birtakım hareketleri de şimdi daha bir dikkatimi çekmeye başladı… Sonra, çayını bile bitirmeden onları görmeye gideceğini söyledi ve hızla masadan kalktı.
Biz geldiğimizde Moses ile Daniel aralarında fısıldaşıyor, Carlo ile Gelis şu meşhur Eros Tapınağı hakkında şakalaşıyor, Clark ile Paul da kadınlar hakkında konuşuyordu. Benim sağımda Edward, solumda da Miles vardı, onun yanında da James oturuyordu. Tam karşımızda da Evans ile Aleksander vardı ve siyasî içerikli bir tartışma yapıyorlardı.
Bir ara Evans, Bismarck'ın Avusturya seferini öven birkaç söz söyledi. Aleksander ise bu seferin milliyetçilik adına yapılan bir toplu katliâm olduğunu söyledi. Ginn, sanırım ortamı yumuşatmak için olsa gerek, Napolyon'un eşcinsel olup olmadığı hakkında bir tartışma başlatmak istedi. Dennis ise bu konuşmaların anlamsız olduğunu, ekibin üzerinde yoğunlaşması gereken daha önemli sorunlar olduğunu ve ivedilikle bir toplantı düzenlememiz gerektiğini söyledi.
Ben de Dennis'e katıldığımı, uzun zamandır benim de kafamı kurcalayan bazı sorunların olduğunu; ancak, bunları konuşmak için Sicilya'dan Athenagoras'ı almayı beklediğimi, tüm ekip hazır olunca bu konular hakkında ortak bir toplantı yapmak istediğimi söyledim.
Athenagoras, çok değer verdiğim bir dilbilimci. Onunla tanışıklığımız da çok eskilere dayanır. Kendisi Eski Yunanca, Latince, Rusça, Arapça, Farsça, İbrânice ve birtakım Eski Mezopotamya dillerini çok iyi biliyor. Kendisi, uzun yıllar İzmir'de yaşadı. Yunan İsyanları sırasında ise İzmir'i terk etmek zorunda kaldı. Aslen Rum asıllıdır ve bölgenin târihi ile kültürünü de çok iyi bilir.
İşte, ben bu toplantıyı yapmak için Athenagoras'ın da aramızda olmasını bekledim. Hem iyi de olmuş. Yoksa, Geary ile Stephen'e bol miktarda malzeme vermiş olurduk. Üç gün sonra Sicilya'ya varacağımızı sanıyoruz. Toplantıyı Pazartesi yapmayı kararlaştırdık.
Bunları konuştuğumuz sırada içeri Kaptan Plummer girdi. Yüzünde tuhaf bir endişe okudum. Sanki, kendisine teslîm edilmiş bir emâneti koruyamamış bir çocuk gibi bakıyordu. Yüzündeki bu ifâdeyi daha önce Jeffrey hakkında konuşurken de görmüştüm. Belki, Geary ile Stephen ona Jeffrey'i hatırlattı, bilemiyorum…
Kahvaltı biterken James'e, Miles'ı kendi kamaralarına alıp alamayacağını sordum. Miles çok şaşırdı ve buna gerek olmadığını söyledi. Ben de henüz yeni iyileşmekte olduğunu, James'in yanında daha iyi bakılacağını söyledim. Asıl amacım Miles'ı, Geary ile Stephen'den olabildiğince uzak tutmak ve ekibi bu ikiliden korumaktı.
James, bu önerimi candan karşıladı ve Audrey'e, Miles'ın eşyâlarının ve yatağının kendi kamaralarına taşınması tâlîmâtını verdi. Bir an, Kaptan Plummer'le göz göze geldiğimizde, bana kızgın bir bakış yöneltti. Sanırım, kendisine danışmadan böyle bir değişiklik yapmak istememize bozulmuş olabilir.
Kahvaltıdan sonra, Miles'ın taşınma işlerini tamamladık. Böylelikle Miles; James, Carlo ve Nick'le aynı kamarada ve daha da önemlisi, huzur ve güven içine alınmış oldu. Zâten, Miles ile Nick de ilk günden beri iyi anlaşıyor, şimdi yatakları da yan yana. Artık Nick, Carlo'nun şu kayıp Eros Tapınağı hikâyelerini Miles'la birlikte dinleyecek…
İşimizi hâllettikten sonra, Edward'ı kamaraya gönderdim. Ben de Dennis'in kamarasına doğru yöneldim. Dennis, Max'la birlikte kalıyor. İçeri girdiğimde Max yoktu, güverteye çıkmıştı. Dennis'e daha önce konuştuğumuz konular hakkında kafasında yeni bir şeyler olup olmadığını sordum. Bana olduğunu söyledi ve kahvaltı sırasında şu toplantı fikrini bu nedenle ortaya attığını söyledi. Ben de bunu tahmin ettiğimi söyledim ve onu dinledim.
Finisterre'de yarım günlük mola verdiğimiz gün Aleksander, George, Anthony ve Nagel, kentin eski sahaflarından çeşitli kitaplar toplamıştı. Anthony ile Nagel, bu sahaflardan birine henüz daha yeni adım atmışken, altmış beş-yetmiş yaşlarında bir ihtiyar, sahafa eski bir elyazması satmak için yanlarından geçmiş.
Kitap, eski bir gezi rehberi; Arap seyyahların yazdığı türden bir seyahatnâme. Yazarı, İbn-î Ceydân bin Ekber. Nagel, böyle şeylere meraklı olduğu için adamın elinden kitabı hem de yüksek bir fiyata almış. Kitabın adı Seyahatül Emînil Mihmandar.
Nagel, bu kitaptan Dennis'e de bahsetmiş; çünkü, İbn-î Ceydân bin Ekber, kitapta antik kentler hakkında pek çok şey söylüyor ve onun nasıl olup da bu kadar kesin konuşabildiği Nagel'i şüpheye düşürmüş. Hem üstelik, bu kentler hakkında pek çok şeyin henüz daha arkeoloji dünyâsı tarafından bilinmiyor olmasına karşın…
Dennis, kitabı şöyle bir incelemiş ve kendi bilgileriyle karşılaştırması sonucu herhangi bir yanlışa rastlamamış. Bu olağanüstü bir şans mı, Tanrı'nın bir lûtfu mu, Lordlar Kamarası veya Vatikan'ın gizli bir entrikası mı, yoksa birilerinin kötü bir şakası mı, gerçekten de bilmiyorum…
Ama, eğer İbn-î Ceydân bin Ekber diye bir kimse yaşamışsa ve Seyahatül Emînil Mihmandar isimli bir kitap yazmışsa bu kitap, büyük bir olasılıkla, ta öteden beri Konstantinapolis'i ele geçirmek isteyen Müslüman Arapların Anadolu'ya çeşitli dönemlerde düzenledikleri seferler sırasında bu coğrafyadaki kütüphâneleri basmaları sonucu elde ettikleri târihsel kaynaklara dayanıyor olabilir.
Bu baskınların en önemlisi, sanırım 900'lü yılların ortalarında, Kilikya'ya düzenlenen baskındı ve Müslüman Araplar, Kilikya Kütüphânesi'nden iki bine yakın kitabı gasp etmişti. Ve antik kentler hakkında bugünkü bilgilerimizin neredeyse tamâmını edindiğimiz Strabon'un bu kaynaklara ulaşamamış olduğunu varsayarsak, ortada bir çelişki yok.
Ben bunları Dennis'e söylemedim, onu umutlandırmak istemedim. Her olasılığa karşı, bu kitabın kulaktan dolma bilgilerle yazılmış olabileceğini ve kitaba çok da itibâr etmememiz gerektiğini söyledim. Kitabı incelemek için istedim ve ekipte bunu onlardan başka kimsenin bilmemesi konusunda onu uyardım. Sonra da kendisiyle ve gerekirse ekiple daha sonra konuşacağımı söyledim.
Şimdi kitap, masamın üzerinde duruyor. Şöyle bir göz attım da. Eski Arapçayla yazılmış, beş yüz altmış iki sayfa. Dilerim, bizim kazı bölgesine veya yakınlarındaki kentlere dâir bir şeyler de vardır içinde. Öte yandan, diğer antik kentler hakkında da dilerim önemli bilgiler vardır. Fakat, böyle bir kitabın Krâliyet Kütüphânesi'nde olmaması ve bundan British Museum'un haberinin olmaması, gerçekten de şüphe uyandırıcı…
Krâliyet Kütüphânesi yetkilileri, yaklaşık bir milyon kitaba sâhip olmaktan övünüyor; eğer bu kitapta umduğumuz bilgiler varsa, buna sâhip olamadıktan sonra nerede kalır Krâliyet Kütüphânesi'nin muteberliği! Yok eğer, bu kitap orada varsa ki, olma ihtimâli de çok yüksektir; çünkü bizim oryantalistler böyle şeylere bayılırlar; o hâlde, bu kitaptan British Museum'un da haberi olmalıydı; peki ama, bundan bize niçin bahsedilmedi?
Neyse, vakit geçiyor… Bir an önce şu kitabı incelemeye başlayayım ve kendi sorularıma kendim cevap arayayım. Böyle soru sormaya devâm edersem korkarım ki, hiçbir soruma cevap bulamayacağım. Sic ad nauseam!
1 Mayıs 1885
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Gereksiz gelirmi
Gereksiz gelirmi ama çarelerim
Susmaksa çare gelir elden
Unuttun mu dediğin bir yol çizgisi
Çıkar önünde çizilir bir gün
Ya durup dururken bağlanmak bir içkiye
Ya da sana ya da en önemlisi hayata
Herşey kanatlanıyor sanki gözümde
Ya korkulacak bir şey yoksa hayattan
Kim yıldırır seni sevmekten
Söyle içindeki insana
Sabretsin güneş geliyor
Açacak üstümüzde.
Ne yol uzun gelir hayatı sevene
Ne yaşamın küçük agresif yönleri
Yıldırır seni.
Ben sana demedim mi
Yalnız olamazsın diye
Hayat öyle yorar ki bazen
Kimsin unutursun başta
Sus dersin olmaz der hayat
Ama yeter dediğinde
Sabretmiştir sana o da
Çoğu kez.
Hayatı sevene güzel bazen hayat
Unutulmuşsa dediklerim silinir çoğu kez…
Erdinç Sidat
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Hani bir çocuk şarkısı vardı. Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de örmesek de, o köy bizim köyümüzdür. Türkiye başta olmak üzere görülmesi gereken bir çok yerin panoramik görüntülerinin bulunduğu http://www.360tr.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Gitmeseniz bile görmedik dememeniz için mutlaka ziyaret edin.
Yakın zamanda yurtdışına gitmeyi ya da yurtdışından bir şeyler almayı planlıyorsanız bu web sayfası işinize yarayabilir. http://www.yugidi.com/ Bu platformu kullanmak için öncelikle üye oluyorsunuz. Daha sonra araştırma ve görüşmeler başlıyor. Sayfadaki açıklama aynen şöyle: "YUGİDİ yurtdışından alışveriş yapmak isteyen insanlar ile yurtdışına bir süreliğine gidecek insanları bir araya getirmek amaçlı kurulmuştur. Kişiler site üzerinden iletişime geçip anlaşarak yurtdışından istedikleri ürünü getirtebilirler. "
İnternete bağlı bilgisayarınızdan online müzik dinlemek için yeni bir kaynak http://nvine.net/ Gördüğüm kadarıyla ciddi bir arşive sahip. Siz şarkıcı ya da şarkı ismi yazıyorsunuz. Önünüze arşiv dökülüyor. İstediğinizi seçiyorsunuz ve birkaç saniye içinde şarkı tamamen iniyor. Tabi ki siz de keyfinize göre dinleyebiliyorsunuz.
http://tiltshiftmaker.com çektiğiniz manzara resimlerini minyatür görseline çevirmenize yarayan bir site. Resim üzerinde dilediğiniz bir bölgeyi daha belirgin hale getirip diğer bölgeleri flulaştırmanızı ve resme bakan kişinin odaklanmasını istediğiniz yere yönelmesini sağlıyorsunuz. Bu sayede tüm resim içinde belirlediğiniz bölgede kalan objeler sanki bir minyatür ortamında gibi görünüyor. Ben çok beğendim..örnek resimlere göz atmak için; http://tiltshiftmaker.com/tilt-shift-photo-gallery.php web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|