Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.802

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 2 Ağustos 2010 - Fincanın İçindekiler


  • SÖZÜN ÖZÜ ... Bertan Onaran
  • Kara Kaplı Defterden ... Mehmet Başıbüyük
  • SAİD-İ NURSİ'NİN İNTİKAM TİMİ… ... Mete Çağdaş
  • 21. ... Deniz Marmasan
  • William Crosner'in Günlüğü XXIV ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Kahvenin rengi Kahverengi!..


    İyi haftalar,

    AKP'yi Kurtarma Planına HAYIRNevin Yanıt altını alınca, bıcırık bir kızımız Burcu Ayhan yüksek atlama gibi tekniği yüksek bir dalda 1.92 atlayınca, Aslı Çakır kendi rekorunu kırıp Avrupa beşincisi olunca, hele üç altın bir gümüş madalya ile takım halinde Avrupa beşinciliğini alınca, keyiften ne yapacağımı şaşırdım. Elvan'la Alemitu'yu da saymalıyım tabi. Onların genlerinde var atletizm, ya bizimkiler? "Çalışınca oluyor işte"nin kanıtı düpedüz. Sebep olanlara, çalışanlara, başaranlara yürek dolusu teşekkürler. Devamının geleceğinden hiç kuşkum yok.

    Sağ üstteki mührü özellikle koydum, 12 Eylül'e kadar da orada asılı kalacak. Rengimizin kahverengiliğinden referandumda ne diyeceğimiz zaten belli ama, anlamayıp teklif getireceklerin önünü kesmek için gerekli diye düşündüm. Baksanıza ortalık "Evet"çilerin tekliflerinden, şarkılarından geçilmiyor. Şeyho Dayı'nın başına gelenleri okumuşsunuzdur. 12 Eylül 1980'den bu yana protesto için siyah giyinen Şeyho Dayı'ya yandaş medyacılar beyaz gömlek giydirip "Referandumda Evet diyeceğim." dedirtmeye çalışmışlar ama becerememişler. Yandaşlık kolay değil, gazeteci "Evet dedi." diye yazıvermiş. Buna sinirlenen Şeyho Dayı da bundan sonra hep kahverengi giyeceğini beyan etmiş. Eee, bizim her tarafımız zaten kahverengi, oyumuzun rengi pembe olacak değil ya.

    Bir başka uyanıklık hikayesinin kahramanı ise sevgili Erkan Yolaç. Evet-Hayır yarışmasının patentli sahibi Yolaç, AKP çizgisindeki Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER)'den "Açık Çek"li bir teklif alıyor. Açık çek diye telaffuz edilen rakam dudak uçuklatan cinsten. İstedikleri ise "Erkan Yolaç Evete yolaç" sloganıyla Yolaç'a "Evet" dedirtmek. Erkan Yolaç "Benim oyum Hayır, size nasıl evet derim." diyerek teklifi elinin tersiyle itiyor. Kıssadan hisse; Zanaatkarın satılanı değil satılamayanı makbüldür.

    Bagimsizgundem.com bundan böyle sevgili Kıymet Nadir Bindebir tarafından yönetilecek. Kısmet olursa ben de arada sırada yazılarımla orada olacağım. Onun deyimiyle, galiba bir adım öne çıkma sırası artık bende. İnşallah mahçup olmam. Kendinize dikkat etmeyi unutmayın, hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      SÖZÜN ÖZÜ

    Bânû Avar, pek çok dürüst yurtsever insan gibi, bütün kanallardan, bütün iletişim araçlarından dışlandı; ama ülkesini, dünyayı, üzerindeki insanları gerçekten seven bilinçli bencil”lerden olduğu, kendi ben’inin bütün öbür benlere bağlı ve bağımlı olduğunu bildiği için, elinin, aklının erdiği her yolu kullanarak seslenmeyi, uyarıp uyandırmayı sürdürüyor.

    Geçen gün sayardan sayara dolaşan iletisinde, bütün dünyanın bildiği, okuduğu bir ayrıntıyı yeniden herkesin gözüne soktu:

    “John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.

    Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle özetlemişti.

    İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.

    ‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.

    Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır .. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..

    Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!

    Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’

    Daha açık nasıl söylenebilirdi? Ne düşünüyor, ne yapıyorlar, ne yapmayı tasarlıyorlarsa gümbür gümbür söylemiş, söylüyor adamlar (!!!).

    Peki ezilen, soyulan ülkelerdeki okutulmuş sivil asker halk çocukları ne yaptılar, ne yapıyorlar?

    “İyi, Kötü, Çirkin”’deki Clint Eastwood gibi, bir avuç dolar için analarını da, çocuklarını da, yurtlarını da sattılar, satıyorlar.

    Üstelik bunların arasında yukarki satırları yazanların devşirip allı pullu boyadıkları, en gözde terimlerle bezedikleri insanlar da vardı, yine var: özgürlükçüler, ilericiler, solcular, demokratik solcular, demokratik devrimciler (?!).

    Mustafa Kemâl Atatürk’ün dışında, 500 yıldır açıkça oynanan bu amansız, acımasız oyuna karşı çıkan; oyunu bozmak için atılması gereken adımları atan birini getiremedi Türk halkı 1939’dan beri başına, çünkü zavallı sersem sülükler ülkemizi içerden ele geçirebilmek üzere en etkili, en ucuz yolu bulmuşlardı: devşirmeler.

    Kalan canımızı da almak üzere son süslü tuzağı önümüze koydular: zorbalık anayasasının halka onaylattırılması.

    Bakalım o canı da vermek üzere bu zokayı yutacak mıyız?

    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Mehmet Başıbüyük


    Kara Kaplı Defterden

    Çok dövmüşlüğümüz vardı o çocuğu. Hemen hergün döverdik. Volkan'dı ismi ve ailesinin tek çocuğuydu. Orta boylu ve zayıf. Bembeyaz bir teni vardı. Onun kulaklarını kolaylıkla hatırlayabilirdiniz. Çok büyüklerdi. Yetişkinlerin kulakları gibiydiler. Kafasının iki yanını kaplayan iki büyük et parçası. Çok uyumsuz bir çocuktu. Sürekli bir şeylere itiraz ederdi ve biz de şamar atar, tekmelerdik. Alışmıştık onu hırpalamaya. Hatta çoğu kez mahallenin küçük piçlerini salardık üzerine acaba onları haklayabilecek mi diye. Ama sonuç hep hüsrandı. Çocuk tam bir ahmaktı. Kollarını kullanamıyor, bacaklarını isabetli sallayamıyordu. Sadece tepiniyordu birisi onu tokatlarken. Futbol topuyla ağlatmıştım onu bir kez. Üzerine üzerine koşup topu ellerimle abanıyordum karnına doğru,sonra topu yakalıyordum ve tekrar ve tekrar. Onlarca kez fırlatmıştım topu ve en sonunda bağıra bağıra ağlamaya başladı. Annesi cama çıkıp küfretmeye başlayınca kaçmıştım ancak.

    Dövüyorduk, çünkü ondan güçsüzü yoktu. Kendini korumaktan acizdi. Hayvanlara inanılmaz eziyet ederdi sonra. Kedileri usulca yanına çağırıp birden tekmeyi gömerdi. Bir keresinde, keşfettiği bir karınca sürüsünü ateşe verirken yakalamıştık onu. Çıt çıt yanıyordu karıncalar. Sadistlikte üzerine yoktu. Bazen bizim de ağzımıza akla hayale gelmeyen bir biçimde sıçacağını düşünürdük. Neyse ki fazlasıyla korkaktı böyle bir davranış için.

    Annesi fena kadın değildi. Pek evde durmazdı. Çalışıyordu sanırım, giriş katta oturdukları için memnunduk durumdan, gürültüden şikayet edecek kimse olmuyordu böylece apartmanda. Ne zaman bakkala gönderse para verirdi. Angarya koşturmazdı hiç. Konuşurdu da bizimle çocuğuyla iyi geçinmemiz için. "Niye dövüyorsunuz çocuklar, yazık değil mi he." Birkaç gün dövmezdik ama sonra yine aynı terane. Adını hatırlamıyorum kadının. Çok uzun sayılmasa da hepimizin annesinden uzundu. Kızıla boyatırdı saçlarını. Güzeldi de sanki ama o yaşlarda kadınlarla ilgilenecek kadar büyümemiştik. Futbol topu güzeldi mesela, bu kadar.

    Gelişmeye başlıyorduk bir taraftan da. Merakımız boyut değiştiriyordu. İnsanlar vardı, yüzlerce belki de binlerce. Çoğu dışarıdaydı, sokağımızın ve mahallemizin dışında. Evden habersiz keşif turları yapıyorduk. Futboldan bile zevkliydi neredeyse. Gelin görün ki kimse itiraf edemiyordu. Tanrılara ibadet eder gibi futbol oynardık ve başka tanrıya ihtiyacımız yoktu. Ama yeni alışkanlığımız gün geçtikçe daha fazla sarıyordu bizi ve her geçen gün daha uzaklara açılıyorduk.Bol bol sokak ve yüzlerce insan. Gürültü, başka çocuklar ve kavgalar. Tehlikeli olduğunu düşünüyordu ailelerimiz ama şanslıydık hep; akşam eve dönebiliyorduk.

    Volkan daha az dayak yemeye başlamıştı. Yürüyüşlerde fazla sesi çıkmazdı. Yorulduğumuz için dövmekle uğraşmıyorduk. Nadiren birkaç tekme, af yoktu tamamen. Yine turladığımız bir gün. Altı yıl sonra okuyacağım lisenin yakınlarındayız. Yürümekten yorulmuş, gölge bir apartman girişine tünemiştik. Kapıcı ya da apartman sakini kovalar diye gözümüz kapıda. Tam olarak ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Boşluk bir süre ve annesini gördük Volkan'ın. Yanında kocası olmayan birisiyle beraberdi. Kolkola girmişler ve adam sık sık yanaklarını öpüyordu kadının. Çıt çıkarmıyorduk. Sokağın öte yakasından sarmaş dolaş geçtiler öylece. O yaşımıza kadar gördüğümüz en korkunç sahneydi. Hırsızlık yapmıştık, kavga zaten gırla. Okuldan kaçmak favori uğraşımızdı ama hiç korkmamıştık gerçek anlamda. Dehşet. Volkan'a doğru kaçamak bir bakış attım. Gözleri dolmuştu, hiç konuşacak bir hal yoktu çocukta. Hızlıca kalktı yerinden ve annesinin gittiği yönün tersine doğru koşmaya başladı. Takip etmedik, pek konuşmadan mahalleye döndük biz de. Program erken bitti, kavgasız ve hüzünlü.

    Akşam sokakta top oynuyorduk. Hava kararmıştı. Sokağın tepesindeyken bizi gördü ve biz de onu gördük. Bir süre bakıştık ve sırtını dönüp uzaklaştı. Eve gitsek iyi olur diye düşündük, paydos.

    Pencereden bakıyordum. Merak ediyordum ve korkuyorum. Bir anda acınası bir varlığa dönüşmüştü Volkan gözümde. Attığım şamarlar, küfürler hepsi yüzümü kızartıyordu. Annesi yüzümü kızartıyordu ve oğlana acıyordum. Annemin yanına gittim, mutfaktaydı. Yemek yapıyordu. Hep bir şeyler yapardı. Yemek, ütü veya temizlik...Tekrar pencereye gittim. Yarım saat kadar sonra babasıyla birlikte geliyordu Volkan. Pek konuşmuyorlar gibiydi.

    Müthiş bir insan diyebilirdim babası için. Hep çalışırdı ya da biz öyle düşünürdük. Sabah en erken o çıkardı apartmandan ve en geç o gelirdi. Saat onu bulurdu neredeyse eve döndüğünde. İnanılmaz birisiydi çünkü bize hiç kızmazdı.

    Bir gün sonra bizimkilerden biri küfür ede ede tembihledi bizi; "Dövmeyin lan o çocuğu bi daha sakın, s.çarım ağzınıza." Dediyse yapardı, acayip kuvvetli, ayı gibi güçlüydü. Aklımızdan geçmiyordu da. Acıyorduk, üzülüyorduk.

    On gün kadar geçmişti. Çok iyi hatırlıyorum, bir pazar günüydü. Geç kalkmıştık ve sokağa çıktığımda nakliyat kamyonunu görmüştüm. Neredeyse tüm eşyalar yüklenmişti. Taşınıyorlardı. Bir saat kadar sonra gittiler. Bir daha ne gördüm ne duydum onları. Gitmeden önce konuşamadık Volkan'la. O on gün boyunca sokağa hiç çıkmadı. Biz de hiç çağırmadık. Bir iki kez pencere kenarında gördük onu bizi dikizlerken. Hemen içeri kaçıyordu farkettiğimizi anlayınca.

    Gittiler ve her şey unutuldu. Tekrar gezmelere başladık ve bir başka çocuğu dövüyorduk. Eyüp'tü adı, aslında iyi çocuktu Eyüp.

    Mehmet Başıbüyük


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mete Çağdaş

     Kahveci : Mete Çağdaş


      SAİD-İ NURSİ'NİN İNTİKAM TİMİ…

    Adamlar elini kolunu sallayarak geldiler
    Hem de davul, zurna çiçeklerle karşılandılar
    Ayaklarına kadar hâkim savcı gönderdiler
    Parti başkanları gibi çıkıp otobüs üzerinde
    Konuşmalar yaptılar.
    Millet tepki gösterince de
    Tekrar geri çağırıp ifadelerini aldılar
    Göstermelik bir kaçını tutukladılar
    Sonra ne mi oldu?
    Tutuklanmayanlar da geri döndü
    Dağlara çıktılar, ellerini kollarını sallayarak…
    Yine askerimiz vuracaklar
    Yine yol kesip eşkıyacılık yapacaklar
    Bunlar ne yapıyor?
    Görevi başındaki komutanlar için
    Yakalama emri çıkartıyorlar
    PKK ile savaşan generale yakalama emri
    Şimdi siz olsanız ne yaparsınız?
    Nasıl düşünürsünüz bu hükümet için?
    Dünya'nın hiçbir ülkesinde
    Ordusu ile bu kadar uğraşan bir hükümet yoktur
    Asker de moral ne bırakmadılar,
    Milleti gerdiler!
    Ne olacaktı ki?
    Nakşibendî, İsmail ağa cemaati
    Süleymancı, fethullahcı…
    Bunlar yönetiyor ülkeyi
    Siz verdiğiniz oylar ile
    Biz mi yönetiyoruz sanmıştınız
    Vah vah…
    Gülüyoruz ağlanacak halimize!
    Kimse de çıkıp ortaya mertçe konuşmuyor
    "Bunlar ordu ile niçin bu kadar uğraşıyor
    Biliyor musunuz?
    Said-i Nursi'nin intikamını alıyorlar!"
    Böyle demiyor diyemiyorlar.
    Ama ben söylüyorum işte
    Türk ordusunun onuru ile oynayan bu hükümetin
    Tek hedefi var
    O da Ulvi liderleri olan
    Said-i Nursi'nin
    İntikamını almak
    Hatta Adnan Menderes'in intikamını almak
    12 Eylül bunlara bir şey yapmadı ki
    Kenan Evrenden intikam alsınlar
    Zaten onlar türetti bunları
    Yani Özal ve Erdoğan
    12 Eylül ihtilalinin ürünleridir
    Diyeceğim asker
    Kendi aşıladığı canavarın elinden
    Kurtulma yollarını arıyor bugün
    İşleri zor, seyircileri bol
    Allah kolaylık versin

    Mete Çağdaş
    mettecagdas@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,606,606,606,606,606,606,60
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       21.

    Sizi özledim, burası soğuk.. Değişik bir hafta başladı.. Düşünüyorum da çocukluğumdan beri neredeyse hiç doğumgünümde yanınızda olamadım, hep tatilde, 2 senedir burada... İnsana dokunmuyor değil böyle şeyler.. Her gördüğün şeye yüklediğin anlam çocukluğunla, evinle biçimleniyor, kalbine anne kokusu, baba şefkatiyle eklemleniyor. Her duyduğum şeyin ardından "Baba" diyorum, o ne derdi.. Her dokunduğum şey anne sıcaklığını anımsatıyor.. Akşam geldiğin yerde duvarlar var, bir kaç masa, bir kaç yatak. Dostlarla olmak çok güzel, belki hep istediğimiz ama ancak şimdi zamanı gelen.. Yine de eksiliyor insan. Şehrini yitirme duygusu, evinin yolunu bulamama endişesi, yarın telaşı... Mevsimler değişirken annenden gelen "Üzerine bir şey al" uyarısı olmaksızın, yağmurlarda kalmak, kendine sarınacak bir battaniye aramak.. Oysa hep annemiz vardı, üzerimizi örten. Büyümek böyle bir şey mi? İnsan her sokakta oluşunda içi yaralı belki de umutlu, sızlar mı, yeşili en çok ne zaman bu kadar sevmiştim..? Oysa benim evimin balkonu hep yeşildi, bakmamış mıyım, başka şehirler sizi getirsin diye mi saklamışım gözlerimi, yanaştırmamışım onlara? İki yaz önceydi, Merve'yle Akçay'da sabahlıyorduk. "Sen öyle bir insansın ki, sokağındaki elektrik direğini bile nasıl sevip sahipleniyorsun..." demişti. Ben öyle bir insanım ki, kıymetini bilemediğim onca şey var, hiç uzun uzun bakmadığım, babamın öğretip sonradan sorduğu, bilemediğim onca bitki, onca kitap, onca kelime, onca ülke... Annemin her sorduğunda hep fikrimin değiştiği onca zevk, renk.. Öyle kararsız, savunmasız belki.. Gamsız belki, ya da çekingen..

    Buraya gelirken kendime söz verdim "Döndüğümde başka bir Deniz olacağım." diye. Ben mevsimlerin, ben renklerin kızı. Ben sizin müziğinizden, sizin kaleminizden, sizin tarihinizden doğan.. İsmimle taçlandırdığınız ömrüm, hayata layık olsun çok istedim.Bir şeyler yapmak, bir şeyler başarmak. Ama en çok yaşamak. Kara kışı, kavruk yazı, bahardan damlayan gelincikleri, güz sancısından dökülen gözyaşlarını.. Ben en çok deniz olmak istedim, her mevsim deniz... Sizin 21 sene önce söylediğiniz gibi...
    Belki fazla ağırım bu gece, ama biliyorum üzerimden bir tek varlığınız atacak bu 21 yıllık yolların tozunu... Başaramadığım pek çok şey oldu, yaşayamadığım, yaşayıp da tökezlediğim... 20 senede ne, ne kadar öğrenilirdi bilmiyorum, öğrenmeye gayret etmediğim zamanlar da çoktu, öfkelendirdim belki, umutsuzluğa sürükledim sizi. Ama çok istedim, renklerinize bürünmeyi, size denizleri vermeyi...

    Şimdi uzak belki de yakın bir şehirde, olmayı sık sık düşlediğim bir şehirde, sokaklarına ve sularına uzun uzun bakmak istediğim, müziğini öğrenmek istediğim bir şehirde, her adımımı evimin kokusuyla, yokluğunuzun korkusuyla atıyorum. Yaşıyorum, yaşamaya çabalamak değil, kalbime en çok işleyen şeylerle yaşıyorum. Biliyorum, en çok deniz olduğumda, kalbim en çok nasıl ısınırsa öyle yaşamamı istediğinizi... Yoksa babam deniz düşlerini, bu öylesine korktuğu, öylesine kızdığı şehire verir miydi...Belki korkuyorum buraya alışmaktan, benim babam benim Ege halimi sever, Karşıyaka'lı kızını, burnumda körfez, kanımda İzmir havasını.

    Yaşıyorum, her sokak sizi çağırıyor, her yeşil, her kedi, her sıcaklık.. Yeni Türkü dinliyorum sık sık. Sizi bana getiren şeyler o kadar çok ki aslında. Ömrümün her köşe başı sizin, her kelimem, her kalp atışım, her sevdiğim... Köfte yerken beni gülümseten köftenin tadı olmuyor çoğunlukla, anları hatırlıyorum, annemin tabağıma tereddüt etmeden 9 tane köfte koyuşunu. Burada en çok pazar kahvaltılarını özlüyorum, şu hiç sevmediğim peynirleri, mızmızlandığım yumurtayı, asla bitmeyen domatesleri, tadına sadece mandırada muzurluk diye baktığım zeytinleri, vişneleri yenmiş reçeli, Orada uzaktan görünen national geographic aslanlarını. Aptal türkçe pop şarkılarını size zorla dinletişimi. Sulu sıkıntımı. İtiraf etmesek de biliyoruz hepimiz, ben aslında en çok kahvaltılarını seviyorum ömrün. Hele ki günlerden pazarsa...

    İnsan büyüyünce mi özler böyle evini, yoksa sadece büyüdüğünde mi evi özlenecek kadar uzağında olur?

    Bugün Seda'yla düşündük, ne zaman 21 oldum.. Ne zaman babamın anahtar şıngırtısını duymayacağım yerlere gelir oldum? Daha birlikte yeni heyecanlanıyorduk çiçek açışına sevdiğim renklerin, daha yeni başlamıştık birlikte kadeh tokuşturmaya. Ne çabuk geçiyor her şey. Hayatı yaşamaya çalışırken unuttuğum çok şey oldu, ertelediğim çok gülüş, yüklendiğim çok öfke. Pişman değilim, keşkelerim yok hayatta, inandığım her şey için Deniz'sin sen diyorum, o harika insanların çocuğusun, bak gökkuşağı bekliyor dokunup renklerine boyamanı, yağmurlar saçlarını bekliyor dalgalanmak için, sokaklar adımların için uzuyor, vapurlar seni bekliyor sularında uyumak için... En çok bunu isterdi annen, en çok bunu beklerdi baban, kalbine dokunan mevsimlerde yaşamanı, onların alıştığı gibi, yalınayak...

    21 yıl sonra, ilk defa evimden bu denli uzak, ilk defa bu kadar dostların sofrasında, ilk defa bu kadar kendimle baş başayım. İlk defa temmuzun ortasında yağmur yağdığına şahit oluyorum. Belki büyüyorum. Belki hayat ekleniyor soluğuma. En çok sizi özlüyorum. Bana hayat verdiğiniz anı, her sene sizden esirgemenin burukluğu bu belki..

    Daha güçlü, daha renkli, daha hayat kokulu, daha deniz gibi, daha sizinle, sizin olmaya layık bir hayat diliyorum kendime bu yıl. Ve sadece teşekkür edebiliyorum, ruhuma işlenmiş her güzelliğe imzanızı bıraktığınız için. Denizler tükenmez değil mi baba?

    Tüm bunlar.. Kalsın özlemlerde, bizlikte.. Uzakta olmak, yolda olmak, yolcu olmak dokunuyor bana biraz. Kuytumda kalmasın diye... Kapayın sayfaları ve gülümseyin hayata şimdi. Ömrünüzün umudunu bana verdiniz, yarın güzel bir gün olacak, her yeni gün gibi... Mevsimler, renkler, hayat ve sizi sevmek varlığımdaki en güzel şeyler.

    İyi ki doğduk.

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XXIV

    Şu son dönemlerde, başta Orta Avrupa olmak üzere Avrupa'nın hemen her köşesinde sosyalizm hızla yükseliyor ve bu da başta Liberaller olmak üzere tüm karşı grupları endişelendiriyor. Sosyalistler de Yahudi inançlarından devşirme bir yeryüzü cenneti imgesini en yüksek ideal olarak benimsiyor ki, onlara karşı duyulan tepkiler de anti-semitizmi körüklüyor.

    Kenneth Ouchi, Doğu Anadolu kazılarına aslında anti-semitizme karşı kendince mücâdele etmek için katılmıştı. Ama maalesef, bu çabası boştu; Talmud metinlerinin sonradan Mezopotamya kültleriyle yoğrulduğuna, Musâ'ya gönderilen Tevrat'ın korunamadığına, ondaki kanonik parçaların zamanla tahrif edildiğine bir türlü inanamıyordu.

    Musâ'ya müjdelenen Cennet'in sonradan Mezopotamya kültleriyle yoğrularak ganzir kültüyle birleştirildiğini ve ganzirin yeryüzüne çıkartıldığını, çölün ortasında serap gören hahamların Yahudi toplumunun beklentileri doğrultusunda bu işe kalkıştığını bir anlasa… Ganzire su taşıyan ırmaklar kültünün sonradan Aden Bahçesi'ne su taşıyan ırmaklar kültüne dönüştürüldüğünü bir kavrasa…

    Kendisiyle uzun süredir görüşemedim; kim bilir, belki de iknâ olmuştur. Kenneth Ouchi, bir bilimkadını olması nedeniyle, apaçık hakîkatler karşısında daha sağlıklı düşünebilir ve belki günün birinde tüm bu kültlere îmân etmekten vazgeçebilir; ama, Yahudilerin ve modern paganların iflâh olacağı yok gibi…

    İncillere sonradan eklemlenen Vahiy bölümüne bakılırsa, ilk modern paganlara göre Yahova, tüm yeryüzünü cennete çevirmek istedi(!) ve bunun için tüm kötülüklerin yeryüzünden silinip gitmesi için kendilerini görevlendirdi(!). Modern paganlar, bu kötülükleri yeryüzünden silmeyi ancak Armagedon Savaşı'ndan sonra tam anlamıyla başaracak(!). Tanrım…

    Dahası, bu savaştan sonra Şeytan hapsedilecek(!), bu savaştan sağ kurtulmayı başaran inançlı modern paganlar da İsa Mesih liderliğinde Tanrı Devleti'ni; yâni yeryüzü cennetini, yeniden inşâ edecek(!). Bu cennette artık insanlar gençleşecek(!), günâhlarından arındırılacak(!), ölüler dirilecek(!), hastalıklar sona erecek(!)…

    İşte, ilk modern paganların Yahudi inançlarından devşirdikleri cennet imgesine verdikleri yeni biçim ve yeryüzü cenneti zırvalıkları… İşte, ilk modern paganların misyonerlik faaliyetlerine meşrû bir görünüm kazandırmak için uydurulan zırvalıkların en önde gelenleri… İşte, Pavlus ve ondan sonra gelenlerin öteye beriye yazdıkları mektuplarda yaptıkları dâvetlerin gerekçeleri… Tanrım…

    Ta öteden beri Anglo-Sakson vahşîliği, şu Armagedon kültüyle birleşince, başta Avrupa olmak üzere dünyânın hemen her yerinde çok büyük felâketler ortaya çıkmıştır. Ve hattâ, bu amaç doğrultusunda özel birtakım tarikatlar bile kurulmuş, bu felâketler bizzat organize edilmiştir ki, bu tarikatlar arasında biz Anglo-Saksonlar arasında en meşhur olanı, kuşkusuz Beşinci Krallık Tarikatı'dır.

    Ben bu tarikatın ismini, Katoliklik hakkında öğrendiğim tüm diğer şeylerde olduğu gibi, ilk kez babam Henry Crosner'den duymuştum; kendisi de ilk gençlik yıllarında bu tarikatın bir kolu olan Trust Tarikatı'na ilgi duyuyormuş. Ama, hiçbir zaman bu tarikatta aktif bir görev almamış; büyükbabam Heinrich Crosner onu bu tarikattan korumuş.

    İşte, bu Beşinci Krallık Tarikatı'na gönül vermiş modern paganlar, 17. yüzyılın ortalarında Thomas Harrison öncülüğünde örgütlendiler ve I. Charles'ı devirip yerine kendi yandaşlarından oluşan bir hükümet geçirmeye çalıştılar; sözüm ona, bu hükümet azizlerden(!) oluşacakmış ve İsa Mesih yeniden yeryüzüne ininceye kadar iktidârı elinde tutacakmış. Tanrım…

    Bu heretik tarikat, bu amaç doğrultusunda Britanya Adaları'nda emsâli görülmedik bir iç savaş çıkarttı ve üstelik, I. Charles'ı bu olaylardan sorumlu tutarak onun idâm edilmesini ve iktidâra gelmelerini sağlamak için, on binlerce mâsum insanın kanını akıttı. Nasıl bir "azizler hükümeti"ymiş bu! Tanrım…

    Bu heretik tarikat, I. Charles'ı devirmeyi başardı; ama, yerine II. Charles'ın geçmesine mâni olamadılar. II. Charles da bu heretik tarikatın Britanya Adaları'nda bir daha böyle bir işe yeltenmesine fırsat vermemek için ciddî adımlar attı. İlk olarak, Thomas Harrison isimli bu lânet herifi idâm ettirdi, sonra da tarikatın finans kaynaklarını kuruttu, üyelerini hapse yollattı.

    Ancak maalesef, bu tarikatın Britanya Adaları'nda bugün bile ve çeşitli alt kollarıyla birlikte etkin olduğunu görüyorum ve şu Armagedon kültünün yeni bir felâkete yol açmasından ciddî endişe duyuyorum. Tanrım… Ne Yahudilik, ne de modern paganlık... Bunlardan hiç biri, Cennet'in bu dünyâ üzerinde kurulmayacağını hâlâ kavrayamıyor!

    Bütün bu zırvalıkların kaynağında, en temelde, tüm dünyâya hükmedebilme arzusu olmalı. Bu arzu özellikle de modern paganların akıllarını o kadar tahakküm altına almış olmalı ki, Tevrat'ta tasvir edilen Kıyâmet Günü'nün ta M.Ö. 515'te; yâni, Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşâ edildiği ve İsrâiloğullarının yeniden Kral Davut'un soyundan gelen bir kralla birlikte özgürlüklerine kavuştukları Zerubabel zamânında kopması gerektiği gerçeğine yüzyıllardır gözlerini kapıyorlar.

    Ve hattâ, bu ve bundan sonra ortaya çıkan çelişkileri de yeni zırvalıklar uydurarak aşmaya çalışıyorlar. Örneğin, İsa Mesih'in gerçek misyonunu; onun Tanrı tarafından hangi işle görevlendirildiğini unutarak onu "Yahudilerin Kralı" ilân etmeleri bunlardan yalnızca biri. Bu ve bu gibi çabalarla, hahamların çölde gördükleri serapları haklı kılmaya çalıştılar. Hem üstelik, Tevrat'ta anlatılan Kıyâmet Günü'nün İsa Mesih zamânında da gerçekleşmemiş olduğunu da bir türlü görmek istemiyorlar. Tanrım…

    İşte, ilk modern paganlar bu çelişkileri aşmak için de Armagedon kültüne sığınmıştı; ancak, sonradan Vatikan da kendi ekonomik ve siyasî egemenliğini kurumsallaştırmak, korumak ve güçlendirmek için bu kültü de sâhiplenince, işler içinden çıkılmaz bir hâle dönüştü; artık kimse, bu zırvalıkların ardını kurcalamaya yanaşmıyor ve hattâ, bunu yapanları inançsızlıkla suçluyorlar. Tanrım…

    Yüzyıllardır hem Yahudiler, hem de modern paganlar, Tanrı'ya bu ve bu gibi yalanlar atfediyorlar. Ama dilerim, Tanrı kendisine karşı bu denli boş, bu denli hayâl ürünü, bu denli heretik fikirler geliştiren ve kendi sözlerini çarpıtarak, onları tahrif ederek içini boşaltmakta birbirleriyle yarışan tüm Yahudileri ve modern paganları da affeder…

    Kenneth Ouchi ve ben, Lagaş kazıları sırasında Şuruppak'a da uğrayamamıştık; o sıralar Osmanlı idâresinin Tel Fârâ'ya atadığı mültezimler ile yerli halk arasında bazı çatışmalar vardı ve bize, Şuruppak'ta can güvenliğimizin sağlanamayacağı söylenmişti. Biz de bu işin pek üzerine düşmemiştik; çünkü, yalnızca kendimizin değil, onların can güvenliklerini de tehlikeye düşürecektik.

    Hatırladığım kadarıyla, bu çatışmaların nedeni de mültezimlerin Osmanlı idâresinden bağımsız olarak halktan topladıkları verdileri arttırmak istemeleriydi. Ve şu sıralar da Osmanlı Devleti oldukça buhranlı günler yaşamakta. Gerek merkezî idâresi, gerekse mahâllî teşkilâtı günbegün zayıflıyor/zayıflatılıyor. Dilerim, bu süreç içinde Kutsal Topraklar, Batı ve Rus emperyalizminin eline geçmez…

    Biz her ne kadar, Osmanlı idâresi altında misyonerlik yapamamış olsak da eğer bu topraklarda Osmanlı Devleti'nin siyasî egemenliği sona ererse Yahudiler, Katolikler, Ortodokslar ve Protestanlar, buraları ele geçirmek için birbirleriyle amansız bir savaşa girecektir. Ve hattâ, Tanrı korusun, Vatikan yeni bir haçlı seferi düzenleyerek bölgeye yeni bir çapulcu sürüsü yollayabilir.

    Dolayısıyla, burada Osmanlı Devleti'nin siyasî egemenliği hiç değilse, bölge insanının can ve mal güvenliğini sağlıyor. Ve şahsî kanaatim şudur ki, bölgede Osmanlı idâresi gerçekten de şu can ve mal güvenliği konusunda emsâli görülmedik bir güvence sağlamaktadır. Örneğin, daha yakın bir geçmişe kadar Osmanlı idâresi altında bulunan Kafkaslar Çarlık'ın denetimi altına geçince, Rus emperyalizminin ekonomik ve siyasî tahakkümü altında Kafkas halklarının yaşadığı sorunlar ortada. Tanrım…

    Ne kadar üzücüdür ki Çarlık, 1829'da işgâl ettiği Edirne'yi geri verme karşılığında Osmanlı idâresinden Kafkasları almış ve bu bölge, deyim yerindeyse sâhipsiz kalmıştır. Kafkas halkları, toprakları üzerinde Çarlık'ın siyasî egemenliğini tanımayınca Ruslar, bu bölgeyi topa tuttular; ama, kayda değer bir başarı alamadılar. Bölgenin coğrâfî yapısı, Kafkas halklarının doğal bir müttefîki konumunda. Ve Ruslar, uzun zamandır savaşarak denetimleri altına alamadıkları bu bölgeyi, şu sıralar Kafkas halklarının içine sızarak; Ortodoksluk propagandası yaparak, Rusları bölge insanlarına sevdirerek yapmaya çalışıyor.

    Ben bunda başarılı olabileceklerine ihtimâl vermiyorum; Kafkas halkları, Müslümanlığa fazlasıyla bağlı ve bağımsızlıklarına da bir o kadar düşkünler. Çarlık burada, Osmanlı idâresine benzer bir yönetim kurmak istemiyor, burayı sömürmek istiyor. Hem, Osmanlı idâresinin başında bulunan zat, aynı zamanda da halîfe olduğu için bu bölge insanlarının Osmanlılara karşı yakınlığı tabiîdir; halîfe, onların dînen bağlı oldukları en yüksek mercî olduğu için, siyâseten hâmiliğini de üstlenmişti.

    Bu hâmilik bugün yok; ama ben, Osmanlı Devleti'nin başta Çeçen ve diğer direnişçiler olmak üzere hemen tüm Kafkas halklarına yardım ettiğine inanıyorum. Tüm bu nedenlerden ötürüdür ki Ruslar, Kafkasların kapılarını Ortodoksluk propagandalarıyla açmaya çalışıyor. Rus ajanlar, Ortodoksluğu seçen tek tük yerli halka paralar veriyor, kâtipleri bu insanların isimlerini kaydediyor, Pazar Âyinlerine katılıp katılmadıklarını denetliyor.

    İşte, dilerim Kutsal Topraklar'da Osmanlı Devleti'nin siyasî egemenliği aslâ sona ermez; aksi takdirde, kuvvetle muhtemeldir ki bu bölgede, emsâli görülmemiş büyüklükte bir çıkar çatışması ve hattâ, din(ler) savaş(lar)ı yaşanacak ve sonunda olan da yine Müslüman Türklere olacaktır. Tanrım, sen bizleri koru…

    Osmanlı idâresinin yönetilenler üzerinde hak ve adâlet esâsına dayalı uygulamaları, Batı Avrupa insanı için oldukça yabancı. Bizim insanımız, Osmanlıların düşünme biçimini kavrayamıyor. Osmanlılar, biz henüz mezhep savaşlarından kırıldığımız dönemlerde, tüm dînî azınlıklara inanç özgürlüğü sağlamıştı. Bizde farklı mezhepler birbirlerini yok etmeye çalışırken Osmanlı idâresinde tüm dînî azınlıklar barış içinde yaşıyordu.

    Bu o kadar öyleydi ki, 1698'de Mora'nın Venediklilere verilmesi nedeniyle bölgedeki Ortodokslar, buna çok büyük bir tepki göstermişti. Osmanlı idâresi altında buradaki Ortodokslar, din özgürlüğü haklarını rahatça ve sonuna dek kullanabiliyordu. Venedikliler ise kısa bir zaman içinde burayı Katolikleştirmek istiyor, bölgedeki Yunanlılara çok büyük baskılar yapıyordu.

    1718 Pasarofça Antlaşması'yla Mora'nın yeniden Osmanlı Devleti'ne katılmasına en çok Moralılar sevinmişti. Hem üstelik, Osmanlılara ödedikleri vergiler, Venediklilere ödedikleri vergilerin yanında hiçti; Osmanlı Devleti'nde bugün bile yabancı uyruklular, Türklerden daha az vergi ödüyor ki, bütün bunlar Avrupa insanı için aslâ anlaşılamaz politikalar.

    Özellikle de Kostantinapolis'i işgâl eden Fâtih'in, burada Ortodokslara din özgürlüğü hakkı tanıması, bizlerin aslâ kavrayamayacağı bir olaydır. Ve şahsî kanaatim şudur ki, Osmanlıların bu düşünme biçiminin târihsel kaynakları arasında önde geleni Müslümanlıktır. Çünkü, Müslümanlar Kudüs'ü ele geçirdiğinde buradaki Yahudilere ve modern paganlara din özgürlüğü hakkı tanımışlardı, Osmanlılar da bu anlayışı sürdürmüş olmalılar.

    Bu o kadar öyleydi ki, Kudüs'ün işgâlinden sonra Yavuz Sultan Selim'in buyruğuyla, o zamâna kadar modern paganlar tarafından bir çöplük olarak kullanılan Süleyman Tapınağı'nın kalıntıları temizlendi, tapınak yeniden Yahudilerin ziyâretine sunuldu. Ve bugün bile Yahudiler, bu tapınağın bugüne ulaşmayı başaran batı cephesini Ağlama Duvarı olarak özgürce kullanabiliyorsalar, bunu Osmanlı idâresine borçlu olduklarını unutuyorlar.

    Üstelik, bir Yahudi ve modern pagan için Kudüs'te ölmek ve buraya gömülmek, Tanrı'nın en büyük lûtuflarından biridir ve Osmanlı idâresi altında Yahudilere ve modern paganlara bu konuda o kadar büyük bir imtiyaz tanındı ki, Kudüs'ün yaş ortalaması hızla yükseldi ve bu kent, çok kısa bir zamanda bir tür "ölüler diyârı"na dönüştü.

    Dahası, Osmanlı idâresi Kudüs'te haç görevini tamamlamak isteyen hacılara hemen her kolaylığı sağlamıştır. Ve bir modern pagan, ömrü boyunca işlediği tüm günâhların haç görevini tamamlamasının ardından silineceğine; âdeta yeniden doğmuş olacağına inanır ve bu görev onlar için hemen her şeyden önce gelir.

    Dolayısıyla, Osmanlı idâresinin bu uygulamaları, gerçekten de insanlık târihinde emsâli görülmedik bir insancıllığı, çağdaşlığı, hoşgörüyü içinde barındırır ve insanlık değerlerinden yüz çevirmemişler için güzel bir model oluşturur. Bizim insanımız ise yok etmeyi, parçalamayı, bölmeyi, vb. baş değer bilir; haçlı seferleri sırasında hem de tüm günâhlarının bağışlanacağına inanarak Kutsal Topraklar'da cinâyet işlemek onlar için çok tabiîdir. Tanrım…

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    DAMLA DAMLA

    Yıka bütün hüzünleri
    Nasıl bir dala düşüyor da yağmur
    Dal alabildiğince açıyorsa
    Yeşil yeşil

    Yıka bütün hüzünleri
    Bırak kalbini açsın dalda
    Erik ve kiraz
    Al ve yeşil

    Yıka bütün hüzünleri
    Şimdi damıtma zamanı sevgileri
    Bırak içine düşsün aşk
    Damla damla

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
      İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…

    Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.

    Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.

    Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Sil Baştan
    Şebnem Ferah









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100802.asp
    ISSN: 1303-8923
    2 Ağustos 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com