Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.803

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 4 Ağustos 2010 - Fincanın İçindekiler


  • Anayasa-Önce kadınlar ve çocuklar! 1. Bölüm ... Kıymet Nadir Bindebir
  • "..Sayılmasam Kaç Olsam…" ... Deniz Marmasan
  • 12 Eylül Tatilciye mi, AKP’ye mi Yararlı? ... Nuran Talay
  • William Crosner'in Günlüğü XXV ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : "Hayır"lı günler!..


    Merhabalar,

    AKP'yi Kurtarma Planına HAYIR

    Milli Görüş'ün yavruladığı AKP zihniyetinin sekiz yılda hayatımıza kattıkları ile alıp götürdüklerinin muhasebesini, hepiniz gibi, ben de yapıyorum. Ne hikmetse, "hayır" olarak kazandırdıkları genel toplamda hep "Zarar" gösteriyor. Sadaka ve ulufe olarak dağıttıkları ile kazandıkları hayırların hayra alamet olmadığını anlamaları için fazla zamanları kalmadığını da biliyorum. İşte bu nedenle, zarar hanesinde zengin gösteren "hayır"larına "HAYIR" katmak, bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu dosta düşmana göstermek için, 12 Eylül referandumunda "HAYIR" diyerek, hayırlara vesile olmak, koşulsuz biat etmiş tüm AKP yandaşlarına hakettikleri cevabı vermek gerek diyorum.

    Ve ayrıca, bu karşı çıkışın, sırf başbakanın önünde duran dev aynasına, seyrek bıyıklarına, denetimsiz uslübuna ve dahi Tuzsuz Deli Bekir tavrına değil, çok daha farklı gerekçelerle olduğunu da iyi anlatmalı diye ekliyorum.

    Geçenlerde, AKP hazırladığı "Anayasa değişiklik paketi ile ilgili sorular ve cevaplar" isimli kitapçıkla 40 soruda il başkanlarına referandumda neden "Evet" denmesi gerektiğini anlattı. Elbette kitapçık, il başkanlarını ikna için değil, onların insanları hangi yalanlarla tavlayabileceklerini göstermek için hazırlanmış. Sorular ve onlara verilen yüzeysel cevaplarla bezeli bu kitapçıktaki birkaç soruya değinmekte yarar görüyorum. AKP'nin kendi kendine çalıp söylediği soru ve cevapları değerlendirirken Anayasa Profesörü Süheyl Batum'un hazırladığı "AKP Anayasası ile ilgili sorular cevaplar" isimli çalışmadan yararlandığımı da burada belirtmek isterim.

    Kitapçıkta yer alan bazı soru cevaplar ve beynimdeki yansımaları;

    S: Anayasa'da değişiklik yapmaya ihtiyaç var mıdır?
    C:
    Türkiye'nin yeni bir anayasaya, bu mümkün olmazsa bazı temel konularda kısmen de olsa anayasada değişiklik yapmaya her şeyden çok daha fazla ihtiyacı vardır.


    Elbette vardır. Bundan kimsenin şüphesi yok. Zaten 1982 Anayasası, bundan önce 16 kez değiştirildi. Bu onyedincisi olacak. AKP iktidarında yapılan değişikliklerin sadece 3 tanesi, bugünküne benzer nitelikleri dolayısıyla tartışıldı, diğerleri aynen kabul edildi. 12 Eylül referandumuna "İlk Anayasa Değişikliği"ymiş gibi davranmak kocaman bir kandırmaca. Ve bugün yapılanın aksine, AKP'den önce yapılan yedi değişiklik tüm partilerin katılımıyla en can alıcı konularda yapılmıştı. Evet, yeni bir Anayasa'ya ya da kapsamlı bir değişikliğe ihtiyaç vardır ama bu, tüm tarafların katılımıyla oluşturulan bir "Toplum Sözleşmesi" olmalıdır. Üç gün süre verilen STK'ların raporlarıyla, muhalefetin bazı maddeleri ayrı tutma teklifine sırt çevirerek Anayasa değiştirilmez, değiştirilmeye kalkışılırsa bunun adı sadece "AKP Anayasası" olur.

    S: Niçin paket, madde madde referanduma sunulmuyor da, hepsi bir bütün olarak referanduma sunuluyor?
    C:
    Bu pakette referanduma sunulan 26 maddenin hepsi daha fazla hak ve özgürlük, daha çok demokrasi ve daha oturmuş hukuk devleti anlamına geldiği için hepsi birbirleriyle doğrudan veya dolasıyla ilgilidir ve ilintilidir.


    Upuzun, 26 metrelik bir yılan, pardon bir yalan. Bir konuda iki kişinin bile uzlaşamadığı, birinin ak dediğine diğerinin kara dediği bir ortamda, 26 maddelik bir değişiklikte tek cevapta uzlaşılmasını istemek ne kadar hakkaniyetlidir acaba? Düşünün, 26 soruluk bir sınava giriyorsunuz, tüm soruların cevabı iki şıklı ama sorulara tek tek değil hepsine toptan tek bir seçimle cevap vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu mudur demokratik yönetim anlayışı? Kaldı ki, muhalefet Meclis'te çakan bir madde ile birlikte, tartışılan üç maddenin paketten çıkarılması halinde kalan 24 maddeyi referanduma gerek kalmaksızın kabul edeceklerini söylemiş, bu da ne hikmetse iktidarın işine gelmemiştir. Maksat kamuflaj değil de demokratikleşmekse, ne geçirsem kardır diyerek muhalefetin teklifini kabul etmeleri gerekmezmiydi?

    S: Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı ve işleyişi ile ilgili olarak yapılan değişikliklerin gerekçesi nedir?
    C:
    1982 Anayasası bir ara dönem anayasasıdır. Yürürlüğe girdiğinden beri anayasada yargı ile ilgili olarak kayda değer bir değişiklik yapılmamıştır. Türkiye kabuk değiştirirken, her alanda ciddi demokratikleşme adımları atılırken, yargının bu sürecin dışında kalması düşünülemez.


    İşte bir içi boş cevap daha. Değişiklikte yapılmak istenen, sadece, üye seçimlerinin iktidar tarafından kontrollu olarak yürütülmesini sağlamaktır. Üye sayılarını artırmak, Meclis'e ve Cumhurbaşkanına daha fazla yetki vermek, hepsi, AYM ve HSYK üzerindeki denetimi artırmak içindir. Maksat, ufukta görünen iktidarı kaybetme zamanı geldiğinde Yüce Divan'ın kapısına kilit vurmaktır. Eğer istedikleri gerçek yargı reformu, bağımsız işleyiş olsaydı, öncelikle, HSYK'yı Adalet Bakanı ve müsteşarının boyunduruğundan kurtarmayı düşünürlerdi.

    S: Anayasa değişiklik paketinin ekonomik olarak ülkeye getirisi nedir?
    C:
    Yapılan düzenlemeler sayesinde ülkemizin "olay riski" azalacak ve ekonomik dinamizm artacaktır. AK Parti'ye karşı açılan kapatma davasındaki siyasi istikrarsızlık olacağı endişesiyle ekonomik hayatın ne tür sarsıntılar geçirdiği herkesin malumudur.


    İşte soru cevap kitapçığının itiraf kokulu, asıl maksadı açık eden soru ve cevabı. Ekonomik çöküşü, kapatmanın yaratacağı istikrarsızlığa bağlayarak, mevcut sorunlardan arınmaya çalışıyor. Yersek tabi.

    Daha birbirine benzer pekçok soru ve hiçbir anlamı olmayan içi boş cevap var kitapçıkta. Ancak bu güne kadar tartışılan; dokunulmazlıklar, cumhurbaşkanının yetkileri, kadın hakları, partilerin iç işleyişlerinin demokratik olmaması, lider sultası, YÖK, yargının dosya çokluğu nedeniyle geç işlemesi, yolsuzluklar, Alevilerin hakları, etnik kökenli vatandaşlarımızın kültürel hakları, sendikal haklar, grev hakkının sınırları, yüzde 10'luk insafsız seçim barajı, kültürel haklar, HSYK'da bakanın ve müsteşarın yer almaları, hiçbiri yok o kitapçıkta ve bu oylayacağımız değişiklik paketinde. Tartışılanın yerine, 2 maddelik yargı fethi ve üzerine serpilen 24 pembe maddeyi önümüze getiren bu iktidarın samimiyetine inanıp inanmamak artık bize kalmış. Ya "Evet" diyecek, din bezirganlığıyla uluslararası pazarda ikizlere takke satan iktidarın ekmeğine yağ süreceğiz ya da "HAYIR" diyerek bu memleketin önünü açacağız. Seçim bizim. "Hayır"lı günler dileğiyle.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


     Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir


    Anayasa-Önce kadınlar ve çocuklar! 1. Bölüm

    Adam sekiz yıldır tek başına iktidarda...

    Önce iktidarı ele geçirebilmek, sonra da elinde tutabilmek için yapmadığı hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık, kalpazanlık kalmamış...

    Ahlaki çöküntüsü yüzüne vuruldukça, kendi ‘ahlak’ tanımının üstüne altın yaldızla İslami cila çekip durmuş...

    İslam da itaatkâr kadınlar, saygılı ve biat etmiş çocuklar istediğinden ve esasen kurbanı cezalandırıp zayıfı baskı altında tutmaya dayalı dogmalar bütünü olduğundan, sekiz yıldır yaptığı tüm icraat önce kadınları ve çocukları vurmuş. Ve ben bu partinin, Anayasa’ya ilave edeceği iki cümleyle kadınlara ve çocuklara pozitif ayrıcalık yapacağına inanacağım öyle mi!

    Yiyen yesin ben yemezem arkadaş!

    Anayasa’nın 10. maddesine eklenecek iki cümle bu: “...Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz..”

    Huzurevi ücretlerini arttırıp, bir günde yüzlerce yaşlıyı nereye gideceğini bilmeden huzurevini terketmek zorunda bırakan bunlar değil miydi?

    İş bulmak isteyen bacağını mayında kaybetmiş takma bacaklı gaziyi bin 500 metre koşturan bunlar değil miydi?

    Medyaya “Şehit haberlerinde ağlayanları göstermeyin” talimatı veren, şehit cenazelerine katılmayan adamlar bunlar değil miydi?

    Şimdi şehidin dul-yetimine pozitif ayrıcalık sağlayacak, bize de “Bunu eşitsizlik olarak algılamayın lütfen” diyecek, biz de inanacağız öyle mi?

    Sizi bilmem, ne yemezem arkadaş!

    Şahsen, cop, tazyikli su ve Kur’an yardımıyla kişisel gelişim kazanıldığına inanmadığımdan, siyasetinin temelleri hırsızlığı hoşgören, zayıfı ezici bir “ahlak” sistemi üzerine kurulu AKP’nin, Anayasa’nın 10. maddesine iki cümle ilavesiyle, toplumsal yaşamda olumlu bir değişiklik yapacağına asla inanmıyorum!

    İnsan hakları ihlallerinde darbe dönemlerini bile mumla aratmış AKP’nin, Osmanlı’nın ölüsüne bile Türk’ün dirisinden daha saygılı olduğunu ve imam olmaya formatlanmış kafalarında yaşama değil ölüme değer verdiklerini bildiğimden insanlar için iyi birşey yapabileceklerine ihtimal vermiyorum. Anayasa 10. maddedeki değişiklik, vantilatör kayışını koparmış adamların, yerine naylon kadın çorabı sarmasından başka birşey değildir.

    Adam hergün bir başka saraydaki toplantıda “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyor yahu!.

    Türkiye’de kadın sığınma evlerinin yetersizliğinden bahsedilince de, “Bu ‘sığınma’ kelimesinden rahatsız oluyorum. Bizim kadınımız sığınamaz” diye tepki gösteriyor.

    Doğru! ‘onların’ kadını sığınamaz elbet. Çünkü kaçamaz. Sığınabilmek için önce kaçmak gerekir. Adam kadına kaçacak delik bırakmayacağını alenen ilan ediyor, sonra da zaten “kadın-erkek eşit haklara sahiptir” diyen bir Anayasa maddesine “Kadına pozitif ayrımcılık yaparsak kusura bakmayın” cümlesini ekliyor.

    Yiyen yesin, ben yemezem arkadaş!

    Bu maddedeki değişiklik; KADINA, ÇOCUĞA, GAZİYE, ŞEHİDİN DUL VE YETİMİNE zaten darbe üzerine darbe vuran AKP’nin son ‘altın vuruş’u olacaktır.

    Son yedi yılda kadına şiddet yüzde 1400 artmışsa, hiç kimse bana o iktidar partisinin kadının iyiliği için manikürlü serçe parmağını oynatacağına inandıramaz.

    “Ne olur bizi bunların eline bırakma” diye Sayın Kılıçdaroğlu’na yalvaran şehit ailelerine de AKP’den fayda olmadığı bellidir.

    Daha önce hiç olmadığı gibi, Afganistan usulü üzerine benzin döküp kendisini yakan, etek giydi diye bacağına asit atılan, yemeği yaktı diye burnu, kulağı kesilen kadınlarımız var artık...

    -Sekiz yıldır harem-selamlık parti toplantıları yapan,

    -kadını Bakan koltuğunda iken dahi karar alma mekanizmasına dahil etmeyen (eski MEB Hüseyin Çelik’in Nimet Çubukçu’ya devrederken “otomatik pilota bağladık” açıklaması),

    -partisinin kadın kollarına helva dağıttırırken, o kadınlarda ‘siyasete katıldığı’ illüzyonu yaratan,

    -İslamiyetin en az dört kadınla yaşanacağına şiddetle inanan,

    -‘aklı baliğ’ (ergenlik çağına giren) herkesin evlenebileceğini söyleyen Diyanet’e 8 Bakanlık bütçesi kadar bütçe bahşetmiş olan AKP’nin kadına pozitif ayrımcılıktan anladığı; kadının çalışmayıp evde oturması, üç çocuğunu büyütürken bir yandan da sepet, kanaviçe örüp ‘üretime (!) katkıda bulunması’dır (ilgili yazı Hepsi de Okumuş Kızlar. )

    AKP, en feminist perspektifli genelgesinde, kadına şiddet sorununu vaazlar yoluyla çözmeyi imamlara havale etmiştir.

    -İnsanların sağlığını ve hatta gelecek kuşakların DNA’sını bozacak genetiği değiştirilmiş tohumların Türkiye’ye girişine izin verip, kurşun içeren bebek mamalarının hangi marka olduğunu bile açıklamayan AKP, daha mutlu ve daha sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek için de parmağını oynatmaz.

    Türkiye’de, AKP iktidarına kadar hiçbir cinsi sapığın, kundaktaki bebeğe tecavüz edecek kadar gözü dönmemişti. AKP’nin vahşi neo-liberal vicdansızlığından önce, hiçbir anne, kundaktaki bebeğininin bezini tecavüzcülere açacak kadar üç kuruşa muhtaç olmamıştı.

    “AKP’nin bir vicdanı kalmadığını” kendi içlerinden çıkma Abdüllatif Şener söyledi. ‘İslami ahlak’ dediklerinin altından neo-liberal, vahşi kapitalist bir vicdansızlık çıktı.

    Bu denli vicdansız bir güruhun, en saldırıya açık (vulnerable) grup olan kadın ve çocuklara zarar vermemesi imkansızdı. Verdiler!

    -Ekim 2010’dan itibaren 18 yaşını geçen çocuklarını üzerinden sosyal güvenlik şemsiyesi kalkacak. 18 yaşını geçen kızlar ya evlenip kocalarının sosyal güvenliğinden yararlanabilecekler ya da babaları prim ödemeye başlayacak. Yani, kızlar aileleri için ‘evlendirilip kurtulunması gereken yük’ olmaya başlayacaklar.

    -AKP çocukların sağlık sigortası primlerini de artırdı.

    -AKP, Hazine’ye para koymak için ne halt edeceğini şaşırdığında silah ruhsatı alma işini de gevşetti. Hergün yüzlerce kişiye silah ruhsatı verilirken olan yine çocuklara oldu. ‘Yan baktın’ kavgalarında, çocuklar ruhsatlı kurşuna kurban gitmeye başladılar.

    -19 yaşındaki (ki bence çocuktur) Furkan’ı Gazze’ye gönderdikleri başına bir iş geleceği çok belli o gemiye, Amerikan pasaportuna güvenip bindirdiler. Oğlan vurulduktan sonra Amerika’ya defalarca “Sahip çıksana, vatandaşındı” mesajları gönderdiler. Amerika tınmadı. İsrail’in vurduğu gemide ölen 9 kişinin ardından 27 çocuk yetim kaldı. AKP tınmadı!

    Cenabetten keramet beklenmez!

    Kıymet Nadir Bindebir
    kiymetnadirbindebir@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       "..Sayılmasam Kaç Olsam…"

    Yamacında bekliyorum güneş yatağının, kum tanelerini sayıyorum ay tenime yansıyana kadar. Gelmiyor özlediklerim, kalbim gelmiyor.
    Nerede unuttuğumu bilmediğim şarkılar var, sözlerini bir çocuğun ceplerine doldurdum, yürüdükçe turuncu dökülür. Şehrine yakın bir yerde sabahlıyorum, haritaya bakmadım, vapur izlerinden gördüm evini. Penceresinden gülibrişimler görünsün isterim, maviliği sonsuzluğun. Onun sonsuzluğunun uyuduğu yeri yeni okşadı kalbim. Üzmeden, penceresindeki hayalim gibi olsun istedim uyku öncesi düşleri, gözlerinden her renkten tuzlar döküldü, benim ellerim ağrıdı. Oysa kıyısındaydım yazın, ortası geçen aylardan ufka yönelmiştik ve belki de gerçekten güneş doğudan doğacaktı biz salıncak üzerinde bulutları öperken. İçimi acıtan detayları yastığımın altına kaldırdım dün gece, yanağımdan uzak kalsın, kirpiklerim de kesmesin diye. Sonra tarçın koktu, ben her tarçın kokusunda göçü düşünürüm. Yine düşündüm, kalbim evine sığmadı. Bakır bir gece aktı oluk oluk, yalnızlığım sırılsıklam kaldı. Kalanlar arasında bileklerim vardı, varlar arasında yok, yoklar sanrılı, sanrılarımdaki dünya başka, başkalık onda saklı. Saklanmış, sarmalanmış dudak ötesi yolculuklardan harfler topladım. Düşeyazdım, düşten yazdım, yazdan düştüm, hem düşte hem yazda öleyazdım. Duymasan da, gazeteleri ölüm ilanı sayfaları olmaksızın sevmeni istedim. Hayat çocuk, ceplerinden nota dökülen çocuk, şair çocuk, canım çocuk.
    Kaybolduğum renkler var, yağmurdan sonra nadiren görülen gökkuşaklarının kokusu başımı döndürür benim, ve bahar yeşerikliğinde eteklerim kiraz taşımak ister, kış masallarından buz çalarım, kış şehirlerinde mavi dondururum, tenim suyun katı halinde portakal kokar. Güzlerde dudaklarımın bordoluğu öpülsün , boynumdan mor günbatımları aksın isterim, ve yağmurun okşadığı toprağın kokusunda akşam..
    İşte çocuk, ben sabahlayarak, mevsimleri renkleriyle kutlayan kadın. Öyle derin kuyulardan çıktım ki güneşe dokunmak için, orkide nasıl ki koklanıldığında solar, öyle korkuyorum şimdi, korktuğumda üzüntü düşürüyorum, hep beklediğim sevinç tanelerine bile. İnanmak istiyorum yeniden sonsuzluğuna şairlerin, çok istiyorum dizelerden doğmayı, daha çok bir Dize doğurmayı hayata..
    Şimdi direndiğim mevsimler var, renkleri isimlerini, isimleri aşkları kıskanır... Ve biliyorum, gelecekler, kalbime taht kuracaklar her gelişlerinde. Güneş damlayacak, kimi zaman usuldan kimi zaman coşkun ırmaklar gibi.. Ve o zaman sanki gerçekten güneş doğudan doğup batıdan batacak ve biz yine bekler olacağız mevsimlerin en güzelini...

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    [Henüz Oylanmamış]
    0 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      12 Eylül Tatilciye mi, AKP’ye mi Yararlı?

    Huzursuz…
    Mutsuz…
    Gergin…
    Öfkeli…
    Kırgın…
    Ümitsiz…
    İşsiz…
    Eğitimsiz…
    Dalgın…
    Alıngan…
    Güvensiz…
    Dertli…
    İsteksiz…
    Sevimsiz…
    Sorunlu…
    Dinlenen…
    Korkan…
    Endişeli…

    Eğer bunlardan en az üç tanesi yaşıyorum diyorsanız o sizsiniz.

    Teğet ekonomisinden…
    Alt kimlik, üst kimlik ayrımından…
    Kürt-Türk bölücülüğünden…
    Elebaşı yol haritası açılımından…
    Babalar gibi satarız tavrından…
    Askerlik yan gelip yatma yeri değildir derken PKK’yı yüreklendiren açıklamalardan…
    Ananı da al git söyleminden…
    Kodumu oturturum kültüründen…
    Dini siyasete alet eden oyundan…
    Devletinin kurumları arasında savaş başlatan çıkarcı siyasetten…
    Korku imparatorluğu ile sindirme politikasından…

    Yani milyonlarca insanın etkilendiği işine geldiği gibi siyaset anlayışının mağduru insan o sizsiniz.

    Evet, evet o şanslı insan sizsiniz!

    Bu yazıyı 12 Eylül Pazar günü saat 13.00’e kadar 70 milyon kişiye ulaştırdığınızda 70 milyon kişinin Hayır’lı dualarını alırsın. Bana da göndermeyi unutma…

    Elektronik posta kutularına sıklıkla gelir üç, beş, arkadaşa gönder dileğin gerçek olsun diye. Bizim ki de o hesap.
    Hayırlı bir ay geliyor Ramazan. Sonra eş dost akraba ve aile ile geçirilecek bayram günleri. Kiminin tatil yapma fırsatı bulacağı arife günü ile dört günlük güney sahillerinde deniz, kum ve güneş ile buluşulacak günler.
    ***
    08.09.2010
    Evlerde tatlı bir telaş… Kimi baklava açar, kimi temizlik yapar, kimi de alışveriştedir. Kimi bavulunun son kontrollerini yapar.
    ***
    09.09.2010
    Bayram namazının ardından, birlikte yapılan kahvaltı. Kapıları tıklayan şeker bayramı çocukları. Ve başlayan ziyaretler.
    Yakıcı güneşin altında bronzlaşan tenler ve serin sulara bırakılan bedenler.
    ***
    10.09.2010
    Bayramın ikinci gününde teyze ve halalar ziyaret edilir. Bol şekerli ikramları bir gün geçer.
    Açık büfe kahvaltı ve deniz.
    ***
    11.09.2010
    Bayramın üçüncü gününde amca ve dayılar ziyaret edilir. Tatlı bir yorgunluk.
    Günlerden Cumartesi yola çıkmak için erken pazar öğleden sonra çıkılır dönüş yoluna.
    ***
    12.09.2010
    Ve iktidar sahiplerinin beklediği gündür artık. Hayırlı bir aydan sonra gelen gün.
    Kimi yorgundur, kimi tatilden dönememiştir. Ancak iktidar sahipleri tam kadro hazırdır oylamaya.
    Kimi AKP Anayasasını bir seçim zanneder kimi ne olduğunun bile farkında değildir ya neyse…
    Evet, şanslı insan işine geldiği gibi siyasete hayır’lısı ile hayır’lara vesile edersin umarım.
    Tatilini mi ertelersin, ananı da alıp sandığa mı koşarsın onu da sen bilirsin.
    Ülkemizi iç savaş eşiğine ben getirmediğime göre, yıllardır ülkeyi bölmeye çalışanların ekmeğine yağ sürmediğimi de eklersek yaşanan tablonun altındaki imza benim değildir.

    Yoksa sizin mi?

    Cevabınızı hayır’lısıyla 12 Eylül 2010’da akşam saatlerinde köşe başına almış olacağım.

    Söz 13 Eylül’de hayırlısıyla ardınızdan bir kova suyu dökerim.

    Hayır’lı günler/akşamlar/geceler/sabahlar…


    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XXV

    Târih boyunca pek çok toplumda farklı etnik gruplar görülmüş; ama, bunlardan pek azı, aralarında belirli türden bir ortak yaşama kültürü geliştirmeyi başarabilmiş. Bu kültürden en çok mahrum bırakılanlar da kuşkusuz Yahudiler olmuş; İsa Mesih'e yaptıklarının diyetini(!) modern paganlar onlardan çok daha iğrenç bir biçimde çıkartmaya çalışmış.

    Ne var ki, Osmanlı idâresi altında bu tür bir ötekileştirme hiç yaşanmamış. Peki ya, özellikle de Kutsal Topraklar'da Yahudiler, Osmanlı idâresi altında din özgürlüğüne kavuşmuşken ve sürgündeki Yahudilerin Avrupa'da mal mülk edinme hakkının yasaklanmasına karşın, Osmanlı idâresinde onlara pek çok ekonomik ve sosyal hak tanınmışken, Yahudi bankerlerin Osmanlı idâresi üzerinde tahakküm kurarak Kutsal Topraklar'ı satın almaya çalışmalarına ne demeli!

    Ama ne kadar ilginçtir ki, Avrupa'da şu sıralar anti-semitizmin hızla yükselmekte olmasına karşın, Türkler arasında bundan eser yok. Türkler, gerçekten de çok enteresan bir millet. Türkler, ötekileştirmeye o kadar yabancı ki, toplumsal genetiklerinde ötekileştirme diye bir kavrayışa imkân tanıyan bir unsurun olmaması içimi rahatlatıyor. Hem üstelik, sanırım onları özellikle de bizim oryantalistlere karşı koruyan en önemli mekanizma da bu genetik yapı.

    Bizim oryantalistler o kadar lânet heriflerdir ki, onlarda Anglo-Sakson vahşîliği açık bir biçimde tezâhür ettiği gibi, bu vahşîliği başkaları üzerinde kurumsallaştırmada da üstün bir performans sergilerler. Bu vahşîlik öyle bir şeydir ki, "Tanrı dünyâyı altı günde yarattı, yedinci gün dinlendi. Dinlendiği bu yedinci günde tuvaletini yaptı. Tuvaletini yaptığı topraklar İrlanda'dır; bu nedenle, İrlandalılar iğrenç insanlardır; bunların dünyâdan silinmesi, İrlanda'nın İngilizlere açılarak "temizlenmesi" gerekir." yollu vahşî bir görüşü üreten biz Anglo-Saksonlar, eski dünyânın paganlarına taş çıkartırız.

    Bu o kadar öyledir ki, Anglo-Sakson vahşîliğinin ve bu tür mitlerin geçmişi Britanya'ya ilk gelişimize kadar eskilere dayanır; M.S. 7. yüzyılda Britanya'ya ilk geldiğimizde buralar Britonların denetimi altındaydı. Onlarla kaynaşık bir biçimde yaşamını sürdüren Gal Keltlerini kullanarak kendimize "yer açmışız", Britonların soyunu yok ederek Britanya'yı Anglo-Sakson yurdu hâline getirmeye çalışmışız.

    Hem üstelik, bu iğrençlikleri kendi mitlerimize taşımışız, bunları anıtlaştırmışız. Örneğin, şu Corineus kültü, bu çabaların bir ürünüdür. Sözüm ona, Tanrı'nın savaşçısı(!) Corineus, Britanya'ya ilk geldiğinde burada Britonların efsânevî kahramanları Goëmagot'u yere serip cesedini günlerce akbabalara yedirmiş. Bunu gören Gal Keltleri, onun hizmetine girmeye iknâ olmuş. Bunda direten Britonlar ise Gal Keltlerinin kendilerine karşı kışkırtılması sonucu yok edilmiş ve kısa bir zaman içinde, Corineus öncülüğünde Anglo-Saksonlar Britanya'yı kendi yurtları hâline getirmiş.

    Yâni Britonlar, sözüm ona, Tanrı'nın emirlerine karşı çıktıkları için bunlara mazhar olmuş; sözüm ona Tanrı, Anglo-Saksonları Corineus öncülüğünde Britanya'ya yerleştirmek istediği için ona böyle bir güç ve görev vermiş! Tanrım… Biz Anglo-Saksonlar, ötekini yok ederek kendimizi dünyânın efendisi yapmayı en yüksek hedef olarak ortaya koyar, bunun gereğini yerine getirmeye çalışırız. Bunları, kendi ırkımıza yapabileceğimiz en yüksek hizmet olarak görürüz.

    Ben işte bu nedenlerle, bir Anglo-Sakson olmaktan hep utanmışımdır. Bizim oryantalistler ise İrlandalılara karşı uydurulan mitlere benzer mitleri Hinduizmden ve Müslümanlıktan hareketle uydurarak Hindistan'ı da dinler savaşının içine soktular. Bununla da yetinmeyerek, Hint Müslümanları arasında mezhep savaşları çıkarttılar ve sonunda Hindistan'da da Anglo-Saksonların ekonomik ve siyasî tahakkümü kurumsallaştı. Tanrım…

    Bizim oryantalistler, Hint Müslümanları arasında yaygın olan değişik mezhepleri araştırmak nâmına, bu mezhepler arasındaki farklılıkları daha belirgin bir hâle getirdiler, onları birbirlerine düşürerek aralarındaki birlik ve berâberliği zayıflattılar. Bununla da yetinmeyerek, daha önce Ortadoğu'da belirgin bazı amaçlar ve hedefler doğrultusunda geliştirilen bazı mezhepleri Hint Müslümanlarına kakalamaya çalıştılar ve bunda başarılı da oldular. Tanrım…

    Bu mezhepler arasında Çiştîlik en önde geleni. Ebu İshak isimli Arap görünümlü bir Yahudi ki, bu lânet herifi Araplar Ebu İsmâil olarak tanıdı; Ortadoğu coğrafyasında Yahudilere "yer açmak"(!) için Arapları birbirine düşürmek ve dikkatleri kendi üzerlerinden çekmek maksadıyla Müslümanlığın inanç akîdelerini bozmaya çalışmıştı. Bu lânet herif, Arapları dünyâ işlerinden el etek çekmeye çağırıyor, onları sonu gelmez bir ibâdet zincirine bağlıyordu.

    Oysa, Muhammet ne böyle bir şey yapmış, ne de böyle bir şeyi öğütlemişti; kendisi de örneğin evlenmiş, çocukları olmuş, tüm zamânını ibâdetle geçirmemişti ve bunları en az benim kadar iyi bilen ve hattâ, benden daha iyi bilen bazı Araplar, başta Ebu İshak olmak üzere onun yandaşlarına karşı çok ciddî bir savaşıma tutuşmuş; ancak, bu kimseler etrâflarındakileri buna iknâ etmeyi başaramamıştı.

    Bu Araplar arasında benim bildiğim en önemli isim, Ebu Mustafa bin Ahmet'tir. Bu değerli insan, ilk defa Yahudilerin Muhammet'in sözlerini tahrif edebileceğini, kendilerini koruma altına almak için Arapları birbirine düşürmekten çekinmeyeceklerini söylemiş, kısa bir süre sonra da masonlara özgü işkencelerle öldürülmüştü. Cesedi, iç organları çıkartılarak sol omzunun üzerine konmuş bir biçimde, evinin kapısının önünde bulunmuştu. Tanrım…

    İşte bölgedeki Yahudiler, Osmanlı idâresi buraya gelmeden önce, Araplardan bu tür entrikalarla korunabilmişti. Bizim oryantalistler ise "İslâm araştırmaları" nâmına bu entrikaların aynısını Hindistan'da tezgâha koydu; İsmâiliği Hindistan'a da Çiştîlik olarak kakaladılar. Bunu da mason olduğuna inandığım Muhammet Abbas'ın yardımlarıyla gerçekleştirdiler. Tanrım…

    Muhammet Abbas, Hindistan'daki mezhep savaşlarının ve 19. yüzyılın ilk yarısındaki Anglo-Sakson vahşîliğinin en büyük işbirlikçisiydi; aynı şekilde, yakın arkadaşı olan Şah Kelimullah Cihanâbadi de böyleydi. Biz Anglo-Saksonlar, bu vahşîliği toplumsal genetiğimizden söküp atmak yerine bunu işleyerek, daha yüksek türden bir estetik formla geliştiriyoruz. Tanrım…

    Görünen o ki, Hindistan'daki Müslümanlar ötekileştirmeye, ötekileştirme faaliyetlerinin dayandığı mitlere, bu tür mesajlara açık kimseler; ancak Türkler, bu genetik yapılarından dolayı bu tür mitlere, mesajlara açık değiller. Dolayısıyla, bence Türkler arasında anti-semitizmin ortaya çıkmamasının temel nedeni bu toplumsal genetikleridir ve Müslümanlık bu genetikle birleşince, ötekileştirmeye karşı sağlam bir kalkan geliştirmeyi başarmışlar.

    Öbür taraftan, Yahudiler Kenan iline geldiklerinde, burada hiç de hoş karşılanmamışlardı; bu toprakları kendilerine Yahova'nın verdiği söylemi karşısında Filistinliler onlara savaş açmış, kendi topraklarına ve tanrılarına saldıran ve bunların bizzat tanrı (Yahudilerin Yahova'sı Filistinliler için Baal'dı) tarafından emredildiğini söyleyen Yahudiler ile Filistinlilerin bu savaşında her iki taraftan da çok ağır kayıplar olmuştu.

    Yahudiler, bu topraklarda tutunabilmek için güçlü bir ekonomik ve siyasî yapılanmaya, bu yapılanma içinde başta güvenlik olmak üzere tüm gereksinmelerini en iyi şekilde karşılamaya ihtiyaç duyuyordu ki, bu yapılanmayı bulmaları da hiç zor olmadı. Çünkü, bu bölgede Sümerlerin geleneksel yaşam biçimleri, aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen sürdürülmekteydi.

    Nitekim, Sümerli köylü ve çiftçi ailelerinde yetişkin bireyler, hemen tüm zamanlarını tarım ve hayvancılıkla ilgili işlerle geçirir, çocuklarıyla yeterli oranda ilgilenemezdi. Hem, toprakların kirâları da o zamânın şartları içinde fazlaydı ve savaş zamanlarında hâne içindeki erkek nüfus azalınca, geçim sıkıntısı daha da fazla hissedilir, bu da Sümerli köylü ve çiftçi ailelerinin çocuklarıyla yeterli oranda ilgilenememelerinin yarattığı hoşnutsuzlukları arttırırdı.

    Bu sıkıntılara bir çözüm önerisi olarak çocuklarını kent tapınaklarına bırakmayı, burada râhip ve râhibeler tarafından yetiştirilmelerini sağlamayı denediler. Böylelikle, çocuklarının tanrılarının koruyuculuğu altında olacağına ve bu yolla en iyi şekilde yetiştirileceğine inandılar. Ne var ki, zamanla fiziksel birtakım sorunlar çıktı; hem üstelik, bu iş için tapınaklara ödenen "bağışlar" da giderek arttı ve sonunda tapınaklarda bu hizmet karşılanamaz hâle geldi.

    Bunun üzerine, Sümerli köylü ve çiftçi aileleri kendi aralarında anlaşarak bu konuda ortak bir çaba içine girdiler. Öncelikle, kendilerine belirli birtakım ortak yaşama alanları inşâ ettiler ve çocuk bakımını da nöbetleşe sürdürdüler. Böylelikle, ilkel komün tarzı bir hayat doğmuş oldu ve zamanla diğer bölgelere de yayıldı.

    İşte, bu hayat tarzını Yahudiler Kenan iline geldiğinde Filistinliler sürdürmekteydi; ancak, Filistinliler bu hayat tarzını daha da komplike bir hâle getirmişti; Filistin Devleti'nin ekonomik ve siyasî bakımdan en alt birimi bu komün aileleriydi ve bu ailelerin devletçe tanınan ekonomik ve sosyal statüleri vardı, aileler içindeki bireylerin statüleri de buradan geliyordu.

    Bu hayat tarzını Yahudiler de benimsedi; ancak, buna kendileri özel bir isim verdiler; kibbutz aileleri. Başta Kenan ili olmak üzere bu bölgede çok sayıda kibbutz kurdular, şu "vaad edilmiş topraklar" içinde kalan bölgeleri işgâl etmek için de kibbutz ailelerinden yararlandılar. Yâni, bu bölgeleri işgâl etmek üzere buralarda ilk olarak kibbutzlar kurdular, sonra bunların güçlenmesini sağladılar ve daha sonra da birtakım ayaklanmalar çıkarttılar.

    Başta Bâbil sürgününde olmak üzere Yakın Doğu'ya, Afrika'ya ve Avrupa'ya göç etmeye zorlanan Yahudiler de kendilerine kibbutzlar kurmaya, bu ilkel komün tarzı hayâtı sürdürmeye devâm ettiler. Hem üstelik, Yahova ile İbrâhim'in kurduğuna inandıkları akdi gerçekleştirme saplantısı, Yahudilerde bu yolla ortaya çıkan kendi öz benliklerini koruma olanağıyla birlikte, ileride hayâta geçirilebilir görünüyordu.

    Gerek Avrupa'daki kibutzlarda, gerek Filistin'de kalanların ta öteden beri yaşatmakta oldukları kibutzlarda ve gerekse de 1872'de başlayan ilk göçlerle birlikte geri döndükleri Filistin topraklarında yeni kurdukları kibbutzlarda Yahudiler, ortak mülkiyet esâsını benimsemişlerdi; bir kibbutzda bulunan her şey üzerinde bütün kibbutz üyelerinin mülkiyet hakkı saklıydı.

    Yemeklerini kibbutz mutfağında pişirirler ve hep birlikte yerlerdi. Giyecek ihtiyaçlarını da kibbutz içindeki terziler karşılar, başka kibbutzlarla alışverişte pek bulunmazlardı. Kibbutzlarda Sabbat günü hâriç haftanın her günü çalışılır, her birey kendi görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde karşılamaya çalışırdı.

    Ne var ki, Osmanlı idâresi altındaki kibbutzların özel bir statüsü olmasına karşın, Avrupa'daki kibbutzlarda değil böyle bir statünün hayâl bile edilebilmesi, bu kibbutzlar şehirlerin gettoları olarak görülür ve hattâ pek çok Avrupalı, zaman zaman ortaya çıkan vebâ salgınlarının bu kibbutzlardan geldiğine inanırdı.

    Avrupalı krallar için bu kibutzlar, hiçbir zaman kendi topraklarının bir parçası olarak görülmemiş; buralardaki Yahudi varlığına katlanma zorunluluğu, onlardan topladıkları ağır vergiler nedeniyle doğmuştur. Fakat, Osmanlı idâresi altında kurulan kibbutzlarda ise Avrupalıların hayâl bile edemeyecekleri ekonomik ve sosyal haklar Yahudilere tanınmıştır.

    Bu o kadar öyleydi ki, kibbutzlarda biriken sermâyeyle birlikte Yahudiler başka alanlara da yatırımlar yapar, buralardan gelen paraları ortak bir havuzda toplayarak çocuklarının en iyi şekilde eğitilmelerini sağlarlar, onları bilimsel araştırmalara yönlendirirler ve insanlık için önemli işler yapmakla görevlendirirlerdi.

    Eğer bugün Yahudi bilginleri önemli buluşlara imzâ atmışsalar, bunu kuşkusuz Osmanlı idâresinin kibbutzlara tanıdığı ekonomik ve sosyal haklara borçludurlar. Osmanlı Devleti isteseydi, Yahudiler kibbutzlardan sürülür, pekâlâ köleleştirilir, ekonomik ve sosyal haklarına pekâlâ tecâvüz edilir, toprakları devletleştirilir ve bunun gibi pek çok hak ihlâli gerçekleştirilebilirdi.

    Benim kanıma en çok dokunan ise şu. Birleşik Krallık'ta, Britanya Adaları'ndan ve Asya ile Afrika'dan gelen on binlerce yerleşimci var, bunlar artık bizim vatandaşımız oldu. Belki, Lordlar Kamarası'nda olması beklenemez ama, Avam Kamarası'nda bu insanların bir tek temsilcisi bile yok!

    Fakat, Osmanlı Devleti'nin meclislerinde Türklerden daha fazla oranda etnik ve dînî azınlık var. Ve hattâ, devletin üst düzey yöneticiliklerine kadar yükselebilmişler; Osmanlı Devleti'nin devşirme politikası uyarınca bu azınlıklara bu yöneticilikler sonuna kadar açılmış ki, bizim insanımızın bunları anlayabilmesine imkân yok. Tanrım…

    Birleşik Krallık'ta bir zencînin değil üst düzey bir yöneticilik yapması, Avam Kamarası'nda yer alması bile şimdilik hayâl gibi görünürken ve bu karşılaştırmayı yapınca, Osmanlı Devleti'nin yönetim politikalarının ne kadar çağdaş olduğu apaçık biçimde ortaya çıkarken, bizim oryantalistlerin çağdaşlık palavralarına duyduğum öfke de artıyor. Tanrım…

    Osmanlı idâresinin de pekâlâ, Birleşik Krallık'taki bu uygulamaları benimsemek ve tatbik etmek gibi bir olanağı vardı, bugün bile var. Ancak bu idâre, hiçbir zaman buna yeltenmemiş ve bugün de yeltenmiyor; azınlıkların kendi demokratik hak ve özgürlüklerine en geniş ölçüde saygı duyuyor ve bunun gereğini de fazlasıyla yapıyor. Tanrım…

    Yahudiler ise kendi târihlerini en iyi bilen toplum olmakla hep övünmüşlerdir; ancak, bu târih hep Tevrat'ta anlatılan târih olmuş, yakın târihlerine dâimâ sırt çevirmişler ve kendilerine tanınan bu hak ve özgürlükleri unutarak, karşı propagandalara ve saldırılara geçmişlerdir. Tanrım…

    Yahudiler bilmezler mi ki, başta Birleşik Krallık olmak üzere Avrupa'nın hemen her yerinde kendilerinin "paryâ gruplarına" dâhil edilirken, Osmanlı Devleti'nde kendilerine yurttaşlık statüsü verildiğini? Gerçekten de şu paryâ grupları meselesi, Anglo-Sakson toplum düzeninin bir sonucudur ve Kıta Avrupa'da anti-semitizmi besleyen bir etki yaratmıştır. Tanrım…

    Biz Anglo-Saksonlar, toplumu birtakım statülere göre tanzim ederiz, bu statüler içinde yer alan insanların değerini de sâhip oldukları toprak miktârına ve ödediği vergiye göre belirleriz. Ancak, etnik ve dînî azınlıklar her zaman ve her durumda paryâ gruplarının içinde yer alır. Bundan kurtulmaları konusunda da hiçbir zaman şanslı değillerdir.

    Yâni bir Yahudi, bir İngiliz'den daha yüksek oranda vergi ödese bile, aslında hiçbir zaman ve hiçbir durumda onunla eşit yurttaşlık haklarından yararlanamaz. Ama örneğin, bir aristokrat, elindeki serveti yitirse bile, sâhip olduğu toplumsal statüsü devâm eder, bu aristokratın sâhip olduğu yüksek statü korunur. Tanrım…

    Osmanlı Devleti'nde de toprak çok önemli; ama, toprak ile insanın değeri arasında böyle bir ilişki hiçbir zaman kurmamışlar, belki bunu hayâl bile etmemişlerdir. Gerçi, mîrî toprak sistemi uyarınca toprakların özel mülkiyetine sâhip değillerdi ve buna teorik olarak imkânları da yoktu. Ancak, onlar da etnik ve dînî farklılıklara bakarak kendi paryâ gruplarını pekâlâ oluşturabilirlerdi ki, buna teorik olarak imkânları vardı. Tanrım…

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    ÜÇ BİN BİR

    Yıl üç bin bir
    Parayı veren düdüğü çalardı
    Düdük müdük yook
    Para çook
    Ama geçmiyooo
    Herkes ıslık çalıyo
    it iti ısırmaz derlerdi
    İt mit kalmamış
    Ne çalıncak mal kalmış
    Ne de yürek
    Ne de us
    Toplarla tüfekler de paslanmış
    Millet cıbıl cıbıl sokaklarda
    Gençle yaşlı birbirine yaslanmış
    Bi gülücük bi kahkaha
    El elle el ele dolaşıyo

    Yürük İyriboz

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
      İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…

    Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.

    Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.

    Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Sil Baştan
    Şebnem Ferah









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100804.asp
    ISSN: 1303-8923
    4 Ağustos 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com