Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.804

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Ağustos 2010 - Fincanın İçindekiler


  • KADINLAR DENİZİ ... Seyfullah Çalışkan
  • Anayasa-"Biz yiyiciyiz abi!" 2.Bölüm ... Kıymet Nadir Bindebir
  • ONLAR MUTLU OLSUN ... Nurten Demirel
  • William Crosner'in Günlüğü XXVI ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bu iş "YAŞ" arkadaş!..


    Merhabalar,

    AKP'yi Kurtarma Planına HAYIRBu iş nereye varacak merak içindeyim. Hoş, içinde miyim yoksa dışında mı onun bile farkında değilim pekçoğunuz gibi. Oynanan adeta bir satranç oyunu. Son olaylar onu gösteriyor ki, herşey pek planlı programlı. Aylar evvelinden her türlü senaryonun üzerinde titizce çalışılmış. A planı, B planı, C planı, hepsi hazır görünüyor. Ancak, oyunun tarafları mide bozuyor. Bir tarafta sekiz yıllık iktidar, öbür tarafta, Cumhuriyetle yaşıt kabul edilse, seksenyedi yıllık Türk Silahlı Kuvvetleri. Emir komuta zincirinin, hiyerarşinin, ast üst ilişkisinin, teamüllerin, vatan aşkının egemen olduğu, bilmem kaç asırlık gelenekten gelme saygın bir kurum, TSK. Harp okullarından mezun olurken içtikleri anda sadık kalan, bir ortak bilinç etrafında toplanan, ama yerleşik kurumlar arasında belki de yeniliklere kendini en çabuk adapte etme becerisini gösteren tek ocak. İçindeki çürük yumurtaları ayıklama yeteneğini, siyasetin aksine, cesurca, eyvallahsız sergileyebilen, bu yurdun temel taşı, atanmışlar.

    Peki ya iktidar? Nitelikle, niceliği bilinçli olarak birbirine karıştırmış, oydan aldıkları gücü, palazlanlanmaya tahvil eden, kurnaz, göz boyamacı, içten pazarlıklı, içi dışı ayrı tellerden çalan, seçilmişler. İşte satranç bunların arasında. Seyirciler şaşkın. Demokratikleşme, asker vesayetinden kurtulma, olası darbeleri önleme, atanmışa atanmış olduğunu hatırlatma, hepsine eyvallah. Ama bunun arkasında olanların elleri, beyinleri temiz mi? İşte can alıcı soru bu. Korkulan, yaralanan bir kurumun caydırıcılık yeteneğini yitirmesi.

    İç işleyişini de ele geçirebilmek üzere sahneye konulan oyun gerçekten "YAŞ". Ordu elbette başsız, komutansız kalmaz. Ama çarka bir kere çomak soktun mu, düzeni altüst etme olasılığın artar. Bu ordunun gücü, siyasetin silahlı memuru olduğundan değil, genlerindeki Atatürk ve vatan sevgisinden gelir. Bunu değiştirebileceğini sanan, bugün var yarın yok siyasetçiler, sürekliliğin, emir komutanın ne demek olduğunu anlayamazlar, çünkü işlerine gelmez. Emir komutadan anladıkları, kurdukları korku imparatorluğunun padişah ve tebasından ibarettir. Biat edip kul olmakla, saygı duyup emri yerine getirmeyi aynı kefeye koyarlar ama yanılırlar. Gün gelip hesap verdiklerinde pişman olurlar ama artık çok geçtir.

    ...

    Bu yazı burada bitmeyecekti ama benim pilim bitti. Tamamlayıp Bağımsız Gündem'de yayınlamayı planlıyorum. Hayırlısı artık. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KADINLAR DENİZİ

    Sabahları severim. Yeni bir güne çimenlerin üzerindeki çiğ damlacıkları uçup gitmeden önce başlamayı… Güvercinlerin korkusuzca ve kimseye aldırmadan kaldırımlarda dolaşmalarını, denizin kıpırtısız ve uykulu halini, güneşin yükselmeden önce gökyüzünde oluşturduğu kırmızı, kocaman örtüyü de. Sabahları severim. Yarı uykulu ağaçları, henüz uyanmamış sokakları, bir bir açılan dükkânların kepenk seslerini de. Sabahları sahilde olmayı severim. Kimsenin ayağı değmeden önce ıslak kumlara basmayı, yengeçlerin kayaların üzerindeki beslenme telaşını, yavru balıkların sürekli ve aniden yön değiştirerek kıyı boyunca yüzmelerini de.

    Bu saatte denize gelmek için ya sabahları çok sevmek gerekir, ya da ev kaçkını olmak. O hangisiydi bilmiyorum. Onunla dün sabah Kadınlar Denizi'nde karşılaştık. Belki de konuşacak kimsesi yoktu. Ya da benim gibi gevezeydi. Deli deliyi görünce çomağını saklarmış. Ben sustum o anlattı.

    "Denize sabahın ilk saatlerinde gelirim. Bu yıllardır böyle. Zaten sadece hava sabahları güzel olur buralarda. Öğleden sonra dönüverir, rüzgâr çıkar, dalgalanır, bulanıverir. On gündür gelmiyordum. Kulağımda enfeksiyon oluşmuş. Doktor birkaç ilaç yazdı ve denizden de olmuş olabilir dedi. Mecburen kestim denizi. Hani yasak ya… Birden denizin kıymeti artıveriyor. Bakıp girememek acayip koyuyor. Dayanamadım artık. Çıktım geldim bu sabah. Kulaklık takmıyorum ama peçeteye gliserin damlatıp kulağıma tıkaç yapıyorum. Su kaçmasın diye. Kulak ağrısı ne beter şeymiş. İnsan yaşamadan bilemiyor. Geceleri uyku uyutmadı namussuz. Her nabız atışında ince bir kıvılcım gibi çakıp durdu beynime. Böyle ağrı görmedim arkadaş."

    Kadınlar Denizi'nde bu adamı daha önce de birkaç kez görmüştüm. Ama tanımazdım. Hayır, gereksiz biri değildi. Sadece gereğinden fazla samimiydi. İnsan her önüne gelene kendini böyle sermemeli. Biraz ölçülü, üstü kapalı kalmalıydı. Beyaz saçları ve kendi haline bırakılmış sakalları aynı renkteydi. Kırklı yaşlarının üzerinde, birçok erkek gibi göbekliydi. Sabah denize gelmesi sağlığı için çok iyi bir şeydi ama denizden her çıkışında mutlaka bir sigara yakıyordu. Bir iki kez elindeki sigaraya dikkatlice baktığımı görünce açıklama yapma gereği duydu.

    Farkındayım artık benim sigarayı bırakma zamanım geldi de geçiyor bile. Ama çok seviyorum zıkkımı. Babam rahmetli " Sigara kötüdür ama kötü dosttan da iyidir," derdi. Artık sigara içmenin devri de kapandı biliyor musun? Devlet büyük paralar harcayıp sigarayı lanetleme kampanyaları düzenliyor. Başbakan insanlara sigara bırakma sözü verdirip, pakete de el koyuyor. Gazeteler, filmler, kitaplar da öyle. Artık sigara içen insanlara geri zekâlı gözüyle bakılıyor. Zaten sayımız da iyice azaldı. İkinci sınıf vatandaş olmaya razıyım dinozor olduk artık biz. Eskiden artistler gibi dumanı çekip burnumuzdan çıkarır, sokaktakilere sigara ile caka satardık. Şimdi fiyaka yapmayı bir yana bırak utanarak içiyoruz. Bu meretin de zevki kaçtı. Dünya sağlık teşkilatı sigara ile savaşı hiv virüsü ile mücadelenin bile önüne koymuş. Sigara içmenin akıllı bir tarafı, savunulabilir bir yanı yok. Ama öyle bir hale geldi ki sanki sadece sigara insanları öldürür. Sigara içmeyen herkes sağlıklı ve mutlu uzun bir ömür geçirecekmiş gibi algılanır oldu. Oysa insanı fakirlik de öldürür, hava kirliliği, hileli gıdalar, bakkal mantığı ile açılmış hastaneler, yağlı ve boyalı gıdalar, öfkeli bir futbol taraftarı, örneğin trafik, muhafazakâr siyasi anlayışların sokaklara egemen olması da öldürür. Neyse sigara için gereksiz ve uzun bir konuşma oldu. Başını ağrıttım kusura bakma.

    Ne kusuruna bakacağım sanki. Söyledikleri de pek yabana atılacak şeyler değil hani… Adam konuşurken telefonuma mesaj geldi. Çantamdan çıkarıp baktım. Üç G'li telefonlar için kampanya başlatılmış, sudan ucuzmuş. Hey reklamının ebesini… Kadınlar denizi artık koca karılar denizi olmuş. Otuza yakın ileri yaşlı kadın geliyor sabahları. Kocaman bir ekip oluyorlar. Bellerine kadar denize girip suyun içersinde sabah sporu yapıyorlar. Aralarında bir tane bile kırkın altında bayan yok. Bir de rahatlar ki imrenmemek elde değil. Gülüşmeler, konuşmalar gırla gidiyor. Bazıları termosla çay bile getiriyor. Ve denizden çıkınca mis gibi çay keyfi ve sohbet…

    Herkesin bir öyküsü vardır. Onun'da vardı. İnsan öyküleri gereksiz yere sınıflanır. Gizemli, hareket ve heyecan dolu, sıra dışı gibi tanımlamalar sadece ilginç bulunsun diye söylenir. İnsan öyküleri insanlara özgüdür ve her biri sıradandır.

    Sabahın erken saatlerinde Kadınlar Denizi'nde oturup konuştuğum adam buralı değilmiş. Bir gün her şeyden, her yerden uzağa kaçmak istemiş. Önüne bir Türkiye haritası koymuş. Gözlerini kapatıp parmağını havada dolaştırmış, dolaştırmış ve harita üzerine koymuş. Valizini toplamış ve bulduğu ilk otobüse atlayıp buraya gelmiş. Emekli maaşına uygun ölçülerde bir ev kiralamış. Yaklaşık üç aydır Sinop'da yaşıyormuş. Yaklaşık üç aydır bütün alışkanlıklarından, bütün tanıdıklarından ve yaşadıklarından uzakta… Nedenine gelince;

    Emekli olunca işini bıraktığı gibi eşini de bırakmış. "Ne oldu bize hiç anlamadım. Birden her şey alt üst oldu. Eşim dediğim insanı hiç tanımadığımı ve bana çok uzak olduğunu fark ettim. Kavga, gürültü falan yok. Evimizi ve bütün eşyalarını onlara bıraktım. Valizimi alıp evden çıktım. Anlaşarak bir celsede boşanıverdik. Şimdi o iki kızımla Denizli'de yaşıyor. Bense buradayım. İçki yok, başka kadın veya kumar yok. Hayır, insanların ilk anda aklına geliveren sorunların zerresi bile yok. Hiçbir şey zoruma gitmedi de geçenlerde küçük kızım nişanlandı. Büyüğü zaten yıllardır evli. Beni nişanında görmeyi istememiş. Şeytan görsün yüzünü o adamın demiş. Oysa ben her zaman iyi bir baba olmaya özen gösterdim. Çocuklarımı her zaman çok sevdim ve onları hiç incitmedim. Sadece annesinden boşandığım için bu kadar öfke dolu olmasını anlamıyorum. Tamam, madem öyle istiyor, öyle olsun..."

    Bu cümleleri söylerken adamın gözleri doldu. Başını öne eğdi ve susuverdi. Kendi kendine başladığı öyküsüne, kendisi nokta koydu. Birlikte sadece uzun uzun sustuk. Denizden çıkıp sahilden ayrılırken ona "İyi günler,"dedim. Hepsi o kadar.

    Sabahları severim. Çarşaf gibi denizin üzerinde sıçrayan kefalleri, Yalı Kahvesi'ndeki salkım söğüdün kayıklar arasına düşen gölgesini de… Sokak köpeklerinin köşe başlarında uyuklamalarını, karagözlerin keskin kokusunu, vapurdumanlarının şaşkın maviliğini de severim. İlk minibüslerin sokaklarda uykulu gözlerle dolaşmalarını, çorbacıların sabah telaşlarını, ben bu kentin en çok sabahlarını severim.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir


    Anayasa- "Biz yiyiciyiz abi!" 2.Bölüm

    En son “cenabetten keramet beklenmez” demiştik değil mi ey okur!

    AKP hükümetinden kadına, çocuğa, yaşlıya, gaziye, malule neden fayda gelmeyeceğini anlatıyorduk (10. madde değişikliği).

    -Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 18 yaşına kadar olan işçileri ‘çocuk işçi’ kabul ediyor. AKP yasalarına göre ‘çocuk işçi’ 15 yaşına kadar. 15-18 yaş arası ‘genç işçi’. Böylece uluslararası kuruluşların istatistiklerinde çocuk işçi sayısını düşük göstererek, Türkiye’nin sıralamasını Zimbabwe’den yukarı çıkartıyorlar.

    Türkiye’de çocuk istihdamı konusunda gerçek durum şu: 2006’dan sonra, TÜİK bu konuda istatistik veri yayımlamadı.

    ILO rakamlarına göre ise, 1999 yılında Türkiyede çalışan 6-17 yaş grubu çocuk sayısı 1 milyon 635 bin. Oysa Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in 2010 Temmuz ayında beyanı şöyle:

    Çocuk işçi sayısı arttı. 2009’da Türkiye genelinde 6 bin 964 çocuk ve genç işçi tespit edildi, çocuk ve genç işçi ayrımı yapılarak gerçekleştirilen bu yılki (2010) teftişlerde ise 6 bin 116 çocuk, 3 bin 165 genç işçi saptandı”.

    AKP tarafından TÜİK çalışanlarına gizlilik yemini ettirildi. İstatistik veriler ya yayımlanmıyor ya da doğrusu yayımlanmıyor. Enflasyonun yüzde 7.58 olduğuna inanıyorsan, 1999’daki 1 milyon 635 bin çalışan çocuk sayısının ‘artarak’ 9 bin 281 bine indiğine de inanacaksın.

    Sırf Ankara’daki sanayi sitelerinden bir günde 4 bin kaportacı çocuk toplarım. Gerisini saymıyorum...

    AKP ‘çocuk’ derken 15 yaştan bahsediyor, ILO 18 yaştan. AKP, seçim sonuçlarından enflasyon oranına kadar her rakamla oynadığı gibi, çocuk istihdamı verilerini de kendince yamultuyor.

    Sekiz yıllık iktidarı döneminde kadına ve çocuğa şiddetin ‘vahşet’ düzeyine yükseldiği, kadın-erkek eşitliğine inanmadığını açık açık itiraf eden ve 2004 yılında Türk Ceza Kanununda değişikliğe gitmek isteyip Meclis’e ’reform’ olarak sunduğu yasa tasarısında;

    Kadını ikinci sınıf gören,

    şiddet törelerine prim veren,

    tecavüzü ancak mağdurun ‘şikayeti’ halinde dikkate alan,

    tecavüzcüyü, kadın kaçıranları koruyan kollayan değişiklikler öneren AKP,
    ‘kadına-çocuğa, yaşlıya, malule, gaziye pozitif ayrımcılık’ öneren 10. madde değişikliğini, yine kendi zekerinin keyfine göre değiştirecektir/yorumlayacaktır.

    ANAP ve AKP Türk milletinin ahlakını, aile terbiyesini bozmadan önce, o pozitif ayrımcılık zaten bizim kültürümüzde, töremizde vardı. Onlara rağmen yine de var.

    Türk olduğumdan mıdır nedir, AKP’den Türk’ün, Türkiye’nin yararına hiçbir hareket bekleyemiyorum.

    13 Eylül’den sonra kreşler kapanabilir, küretaj yasaklanabilir, kadın büyük ölçüde iş hayatından kopartılıp eve hapsedilebilir.

    Neden mi işkilleniyorum?
    Yasama-Yürüme ve Yargı’nın Sultanı (..) Recep Bey’in “Çocukların bakımı annenin sorumluluğundadır, kreş eken, huzurevi biçer, kadından anneliği çıkartırsak geriye ne kalır. Kadın ve erkek eşit olamaz.” demesinden huylanıyorum...

    -“Kadına her ay 5 gün regl izni vereceğiz” dediler, sadece bir tekstil firması (Sanko), 4 bin kadın işçisini işten çıkartmak zorunda kalacağını bildirdi.

    -Yabancı uyruklu uzman, akademisyen vs.yi kollayan, Türk vatandaşlarını ezen yasalar çıkarttılar.

    -200 bin öğretmen atama bekler, işssizliği protesto için açlık grevi yaparken, Ardahan’da polislere liselerde öğretmenlik yaptırdılar.

    -Sonu SS’le biten binbir çeşit sınav icat edip, deneme yanılma yöntemiyle ‘maarifi’ idare ederken çocukları sınavlara soka çıkara sersem ettiler. Evlatlarımızın çocukluğunu, gençliğini çaldılar.

    -Siirt’teki tecavüz olaylarını bahane edip yatılı bölge okullarında ‘taşımalı eğitim’ (ne demekse) diye bir sistem icad ettiler. Okulları kız-erkek diye bölmenin ilk adımını attılar.

    -Faydaları olduysa bir ‘taş atan’ çocuklara oldu. Filistin, Bosna olmaya özenen PKK'lıların, ellerine taş verip, metal tanrılarına kurban etmek için sokağa saldığı çocuklara faydaları oldu. Onları affeden yasayı da uyurken geçirdiler Meclis’ten.

    -Okullardan fen dersini kaldırıp din dersi koydular. Okulları Pakistan medreselerine döndürüp, sonra da utanmadan Aspendos Gladyatör Okulu diye okul açtılar yahu! Gladyatör öğrencilere atlarla birlikte eğitim verilecekmiş.

    -Tarımı öldürdüler, köylüyü bitirdiler, büyükşehir varoşlarında işsiz hayatlara mahkum ettiler...sonra da dalga geçer gibi Samsun’da Amazon Köyü kurdular. Amazonların hayatı o köyde canlandırılacakmış...

    -Müzeleri talan ettiler, 3 bin yıllık kalıntının üzerine metrobüs uğruna beton döktüler, sonra kendi fıtratlarınca müze kurdular. ‘Din Adamı Kıyafetleri Müzesi.’ Dünyada ilkmiş...Mübarek olsun.

    Ha! Tarihin üzerine beton dökülmesine direnen arkeologu da ‘tayinen’ İstanbul dışına sürdüler.

    - Türkiye’de son sekiz yılda intiharlar yüzde 35, 2003-2007 arası, anti-depresan kullanımı yüzde 85 arttı. Maruz kaldığımız her türden AKP şiddeti ve özellikle ekonomik şiddet insanların ruhunu çürüttü.

    Memlekette yabancı bankalara ipoteksiz tarla, icralık olmayan sulama trafosu kalmadı.

    Görünen o ki; AKP’nin Türk halkından intikam alması son bulmayacak. Hız sınırının 90’dan 110’a çıkartılması bile bu hınçlarının bir yansımasıdır.

    “Kucaklayıcı olacak” dedikleri her icraattan sonra biraz daha ayrıştık, bölündük. “Güzel şeyler olacak” dediklerinde, günde 10 bayrağa sarılı tabut almaya başladık. “Komşularla sıfır sorun” dediler, KKTC’yle, Azerbaycan’la aramız açıldı yahu! Hangi bir çuvallamalarını, hangi bir ihanetlerini sayayım...

    Şimdi kendi derin devletlerine meşruiyet kazandırıp kurumsallaştırsınlar, bu vatana ihanetlerini yargılayacak Mahkeme’yi gönüllerince şekillendirebilsinler diye ‘evet’ deyip yollarını açacağız öyle mi!

    Bunların halktan ‘evet’ oyu istemesindeki yüzsüzlük, bana sur dibinde beygir keserken yakalanan adamın polise ifadesindeki yüzsüzlüğü hatırlatıyor: “Biz yiyiciyiz abi!”

    Bu arkadaşların o at kasabından farkı, hem ‘yiyici’ hem ‘satıcı’ olmaları.

    Yine de...yine de...

    ”bu dönemde hiç bir şey göründüğü gibi değil” prensibinden hareketle,

    -bu referandumun iptal edilmesi,

    -biz Güneydoğu’ya bakarken, aslında Trakya’nın, İstanbul’un elden gidiyor olması,

    -“Eyvah TSK yıpratılıyor” diye düşünürken, TSK’nın bu süreçten güçlenerek çıkması da mümkündür.

    Obama üç gün evvel açıkladı. Irak’ta en fazla 50 bin asker bırakıp, çoğunu Ağustos sonuna kadar geri çekecek (Irak’ta 142 bin askeri var). Büyük ihtimalle Türkiye üzerinden geri dönecekler ve AKP’nin ABD’ye bu konuda vaadleri, mecburiyetleri var.

    Şimdi 102 komutan için yakalama emrinin, AKP’nin, ABD askeri gelmeden önce ‘mıntıka temizliği’ olması da ihtimal dahilindedir.

    Taciz tecavüzün ağababasıdır Aziz and Azize okur!

    İçinizde son sekiz yılda, AKP tarafından, bir şekilde tacize uğramamış, hakları-hürriyetleri gasp edilmemiş bir allahın kulu var mı??

    Varsa buyursun ‘evet’ desin Anayasa değişikliğine! Ama, 40 yıl çalışıp alabildiği 2 göz odalı eve, mendil kadar arsaya, belediyelere tanınan ‘yağma yetkisi’yle el konulursa zırlamasın...”Şeriatın kestiği parmak...” deyip üzerine soğuk içsin ki, AKP durdurulamazsa hakikaten şeriat kesecek o parmağı.

    Kıymet Nadir Bindebir
    kiymetnadirbindebir@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Nurten Demirel


    ONLAR MUTLU OLSUN

    Alışman gerekmiyor muydu yalnızlığa Azime?
    Unutman gerekmiyor muydu o mendeburu?
    Elli yıl oldu neredeyse. Elli yıldır yalnızsın, Kenan yok artık, belki öldü, kim bilir. Ya o gudubet karısı, Fatma, yaşıyor mudur? Senden küçüktü, güzeldi. Yok be, ne güzeli, boyalı güzeldi, sen onun sabah yataktan kalktığı halini de bilirsin. Çipil gözlü şey. Ah almak iyi değildir. Aldı ahını merak etme.
    Ölümün kıyısına yaklaşmışken hâlâ onları düşünüyorsun. Hiç yakışmıyor sana Azime, hiç. Şu kapı duvar yüreğin bir susup oturmadı yerine. Kapattın kapılarını sıkı sıkı da çenesini bağlamayı bilemedin.
    Durmadan konuşuyor, hatırlıyor, kırılıyor, kızıyor, ileniyor, tekrar, tekrar.
    Ara vermiştin bir ara hani, tamam demiştin, bitirdim, unuttum artık, ne oldu?
    Nasıl çıktı hatıralar, karşına kanlı canlı?
    Sanki bilmiyorsun, Gamze yüzünden, bütün o unuttun sandıklarını getirip karşına koyan o. Boşanmasaydı kocasından sen de hatırlamayacaktın. Değil mi? Öyle değil mi? Bakma boş boş sokağa, yok kimse, gelmeyecek, bu akşam Gamze de gelmeyecek sana. Oturacaksın penceresi istinat duvarına bakan odanda tek başına. Belki biraz televizyona bakacaksın, sonra biraz uyuyacaksın belki, ama kısa sürecek, bir kâbus bölecek uykunu, kalkıp kan ter içinde salona gidip pencereyi açacak, sabah ezanına kadar sokağı seyredeceksin. Gelmeyecek beklediklerin, onlar öldüler belki, bilmiyorsun. Gamze de gelmeyecek. Anlatacak kimsen yok onları. Kediler gelir, aç bıraktın kedileri, kapının önünde beklerler seni, bir tek onlar.
    Niye boşandı ki Gamze? Sordun da, anlattı sana, fakat bir türlü anlayamadın. Ne iyi bir kocası vardı. İçkisi, kumarı, karı kızı, dayağı köteği yoktu.
    Senin zamanında böyle kocayı boşamazdı kadınlar.
    Kenan gibi olsaydı, demek ki çocuk bile doğurmadan boşardı adamı.
    Boyu devrilisice, Allah cezasını veresice, yapmadığını koymadı, içki de içerdi, kumar da oynardı. Köyün dışındaki o düşkün Feriha'ya gittiğini bilmeyen mi var? Senin gibi taze gelini soğuk yatakta yalnız ve üşür bırakıp giderdi o orospuya. Ne kadar gençtin oysa, tazecik, dipdiri, dupduru. Yetemedin, engel olamadın gitmesine.
    Yetmek için ne kadar da uğraşmıştın. Ne isterse yapmıştın. Canın acımıştı çok kez, azgındı, bir boğa gibiydi, her gece isterdi, gıkını çıkarmazdın.
    Yeter ki gitmesin o kadına. Az rezil olmamıştın boynundaki, kolundaki morluklardan, kayınvalide, kayınpeder, kayın biraderine. Umurunda mıydı? Hayatta sade kendi keyfini düşünürdü o.
    On dördündeydin, ayın on dördü gibi parlıyordun Azime. O sıcak ağustos günü öğle vakti tarladan eve dönerken kıstırdı kuytuda, kapattı ağzını, sürükledi kendi evine. Sen, istemem diye bağırdıkça, o seni tekmeleyip durdu. Ayın on dördü gibi parlayan tenin çürük içindeydi sabahına. Dokunmamıştı daha sana, annene haber vermiştiniz, o gelecekti. Geldi, "bu adam seni buraya getirdi ya kızım, artık adın çıktı, evleneceksin" dedi. Ne desin? Haklıydı, baban yoktu, göğüsleyemezdi çıkacak dedikoduları tek başına.
    Hemen hoca nikâhı kıyıldı, bir ay sonra da resmi nikâh. Canlı cenaze gibiydin, gelinlik bile giydirmediler sana, bırak düğünü. Bu yaşına geldin, içinde hep ukde, beyaz gelinlik.
    Dölsüz bıraktılar seni.
    Gamze'ye ne dedin geçen gün; kızım dua et senin çocuğun var, aslan gibi bir oğlan, artık kocan da her şeyin de o senin. Hayırsız bile çıksa bir ümit olur içinde her daim. Ümitsiz yaşamak nasıl zordur, sen bilmezsin. Yalnızlık ne zordur, hiç bilmezsin.
    Sen bu adamı sevdin sonra Azime. Nasıl sevdin, o mendebura nasıl çiğnettin tertemiz duygularını? Tamam, sana el kaldırmadı hiç çok şükür, ama rezil rüsva oldun be Azime? Bütün köyün dilindeydi o aşüfteyle aşna fişneleri. Nasıl kaldırdı miden? Hayır, biliyorum gidecek yerin yoktu, gidemezdin, ama sevdin adamı. Anlayamadım bunu. Bekledin çok geceler sabaha kadar, ne oldu, takdir mi aldın? Ya harcadığın gözyaşlarının karşılığı? Sadece hakaret, küçümseme.
    Değmezdi. Ama gönlüne de söz geçmezdi, değil mi?

    Sen, bence şimdi kalk git mutfağa, Gamze'nin geçen gün getirdiği yeni moda poşet çaylardan yap kendine çabucak, otur küçük balkonuna, mutlu yıllarını düşün. Tekel'deki yıllarını. İkindi molasında denize karşı içiyor ol çayını, tıpkı o günlerdeki gibi.
    Mutluydun, işçiyken Üsküdar'daki o tütün fabrikasında. Ne çok arkadaşın vardı. Senin gibi boşanmış olan da, hiç evlenmemiş olan da, evli olan da. Fark etmiyordu, hepsiyle anlaşıyordun. Hiç boş geçmezdi akşamların, hep bir iki arkadaşınla, ya sende ya onlarda mutlaka toplanırdınız. Satardınız anasını dünyanın, kahkahalarınızla. Kışın evlerin içinde, yazın sokaklarda, gazinolarda.
    Genceciktin daha, istesen evlenebilirdin de yeniden. İstemedin.
    Bu kadar mı sevmiştin bu adamı? Hem de çocuğun olmuyor diye üstüne bir de kuma getirmişken, Fatma'yı. O kardeş gibi sevdiğin Fatma'yı. Senin odanda, senin yatağında hem de. Aldatmışlardı seni. Gözlerinin yaşı kurumamıştı günlerce, yine de gitmek istememiştin, kopmak istememiştin ondan.
    Aptalmışsın sen Azime, çok aptal.
    Ağabeyin gelip seni tekme tokat alıp götürmeyeydi yaşayıp gidecektin demek onursuzca o evde, onlarla birlikte.
    Kızıyorsun hâlâ ağabeyine, öldü gitti, affedemedin yıllardır. Oysa sana ne büyük iyilik yaptı o. Adapazarı'ndan İstanbul'a getirdi seni, Tekel'e işçi olarak girdin, emekli oldun, ev aldın. Kabahat sende, aklını kullanaydın, yeniden evlenirdin, çocuğun olabilirdi.
    Bir yerde haklısın da Azime, Tekel'e başvurduğun gün yediğin dayak unutulur gibi miydi? Nasıl da çakmak çakmak olmuştu gözleri ağabeyinin; "orospu mu olacaksın başımıza kaltak?" diye bağırıp vurdukça vurmuştu narin bedenine. Tıpkı Kenan'ın seni kaçırdığı günkü gibi, çürümüştü her yanın.
    Çalışmak niye kötü olsundu ki? Her çalışan orospu mu oluyordu sanki. Köyde, senin yaşındaki kızlar fingirdeşirken oğlanlarla sen dönüp bakmazdın bile kimseye. İstemiyordun, Kenan'la bilmiştin bir erkeğin yakınlığını, temasını. Şimdi de öyle olacaktı, bakmayacaktın kimseye. Aptal. Bakmadın da ne oldu? Harcadın sen hayatını.
    Orospu olmayacaktın elbet, ama adam gibi bir adam çıkmaz mıydı karşına? Almaz mıydı seni nikâhına? Zordu o yıllarda dul yaşamak bir başına İstanbul'da. Bak, Gamze, evlenmem artık diyor, evlenmez tabi, eskisi gibi değil ki şimdi, ama sen öyle miydin, evlenmeliydin. Geçmiş ola.
    Şimdi bir tek şeyle avunuyorsun değil mi? Boşuna avunuyorsun ya, seni mutlu ediyorsa devam et tabi avunmaya.
    Bu Kenan mendeburunun Fatma'dan da çocuğu olmayınca gelip yalvarmıştı sana, ayaklarına kapanmıştı. Fatma'yı bırakacağım, seni tekrar alacağım, ben senden başkasını sevmedim diyerekten. Almanya'ya gidecekmiş, seni de götürecekmiş, ne olur gelseymişsin. Bir gün, gene böyle pazarın sokağında yalvara yakara arkandan gelirken dayanamayıp dönmüş, tükürmüştün yüzüne; "tükürdüğümü yalamam ben" demiş, çekmiş gitmiştin. Orada öylece kalakalmıştı, bir daha da gelmemişti, son görüşündü onu. O kadar seviyordun ki, ama o kadar da öfkeliydin ki, öfken galip geldi, sevgini delip geçti.
    Yaptığın tek iyi şeydi Azime, aferin, ama avuntu olacak şey değil be üzgün kadın.
    Gideceksin neredeyse yarın öbür gün bu dünyadan, bırak şu adamı artık, düşünme, hatırlama, üzülme boşuna.
    Kalk, kalk git mutfağa çabuk, yap çayını otur balkona, gelirler birazdan kediler de, doyur onları.
    Bari onlar mutlu olsun.

    Nurten Demirel (Karahasanoğlu)


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XXVI

    Ne kadar acıdır ki, tâkip edebildiğim kadarıyla şu sıralar Osmanlı idâresinde dînî azınlıklar birbirlerine karşı dolduruluşa getiriliyor. Eskiden bu azınlıklar ile Türkler aynı mahâllede birlikte yaşama kültürü geliştirebilmişler; ancak, şimdilerde her azınlık, kendi yerleşim bölgesine çekiliyor; yüzyıllara dayalı birlikte yaşama kültürü sona erdirilmek isteniyor. Maalesef, Osmanlı Devleti de bizim Ortaçağ'da yaşayıp geride bırakmaya çalıştığımız deneyimlerin içine çekiliyor.

    O dönemler bizde Katolik Prensliklerden Protestanlar, Protestan Prensliklerden Katolikler, her iki prensliklerden de Yahudiler göç ettirilmeye zorlanmış; bir hiç uğruna insanlar, doğup büyüdükleri topraklardan çıkmaya zorlanmıştı. Ve ne kadar acıdır ki, uzun zamandan beri bizim oryantalistler, Asya halklarına bu iğrençlikleri bile çağdaşlık olarak yutturmaya çalışıyor ve bunda başarılı da oluyorlar. Tanrım…

    Bence asıl çağdaşlık, toplumsal farklılıklara saygı göstererek tüm bireyler arasında hak ve adâlet esâsına dayalı bir birlikte yaşama kültürü geliştirmektir. Fakat, bir taraftan bizim oryantalistler, bir taraftan da Ruslar, Osmanlı yöneticilerini hipnotize ederek, zâten öteden beri mevcut olageldiği ve çağdaş temellere dayalı uygulamalarının sona erdirilmesi için ellerinden geleni yapıyor. Bizim oryantalistlerin en yakın müttefîki de kuşkusuz Lordlar Kamarası.

    Mora İsyânı'na kadar Osmanlı Devleti'nin kendi içişleriyle ilgilenmeyen Lordlar Kamarası, bu isyândan sonra Rusların Akdeniz'e açılmasına fırsat vermeden tüm bu karışıklıkları kendi lehine kullanmaya çalışmak için, Osmanlı Devleti'ni birtakım reformlar yapmaya zorlamaya başlamıştı. İşte, bizim oryantalistlere en büyük destek de onlardan gelmişti ve sanırım bu destek hâlâ sürüyor.

    Dilerim, Osmanlı yöneticileri daha fazla vakit kaybetmeden, bu hipnozun tesirinden kurtulmayı başarır. Dilerim, bizim oryantalistlerin kaleminden çıkma şu Tanzîmat Fermânı'nı ve Londra Konferansı kararlarını feshetmeleri gerektiğini ivedilikle anlarlar. Tanrım, sen Osmanlı yöneticilerine akıl ve sağduyu bağışla…

    Görünen o ki, modern paganlığa koşut bir biçimde bizim oryantalistler de bu tür belgeleri birer endüljans olarak yutturuyor; bu belgelerde yazanları yapmaları durumunda tüm toplumsal sorunlarının çözüleceğine, içinde yaşadıkları toplumu cennete dönüştüreceklerine Asya ve Afrika halklarını inandırıyorlar. Tanrım…

    Dilerim, Osmanlı yöneticileri modern paganlığın endüljans geleneğine karşı gösterdikleri tepkileri, oryantalistlerin endüljanslarına karşı da gösterme zorunluluğunu daha fazla geç olmadan kavrar. Kezâ, yolculuğa çıkmadan kısa bir süre önce, Lord Chodorow'la tüm bu meseleleri tartışmıştık ve bir ara bana, İngiliz Hükümeti'nin Batı Anadolu Projesi'ni anlatmıştı.

    Lord Chodorow'a bakılırsa Hükümet, Yunan Diasporası'nın Megalo İdea Projesi'ne destek vererek, İtalya'nın Ege'de ve Doğu Akdeniz'de güç kazanmasına engel olmak için bölgedeki Ortodoksları kullanıyor. Son on beş yıldır İtalyanlar, bölgede Katolikliğin propagandasını yapıyormuş. Amaçları, bölgedeki Katoliklerin sayısını arttırmak ve otonom bir bölge kurmak. Bu bölge, Batı Anadolu'daki tüm kutsal mekânları kapsayacakmış.

    Şu son dönemlerde Ege Adaları'ndaki hareketlilik de İtalyanların işi olsa gerek. Ve Lord Chodorow'a bakılırsa Vatikan, son beş yıldır gizli bir komita teşkilâtıyla birlikte, bölgedeki Türkler ile Rumları yine birbirine kırdırıyor. Zâten, Mora İsyânı'ndan beri Türkler, Rumlar üzerindeki baskı ve denetimlerini arttırdı, küçük bir kıvılcım çakmaları yeterli oluyormuş.

    Bu komitaya Spranao Mason Locası da yoğun bir destek veriyormuş. Bu loca, İtalyan obediyansına bağlı olarak 1867'de kurulmuş; ama, Pâdişah Abdülaziz'in direktifleri doğrultusunda kapatılmış, sonradan yeraltına çekilerek faaliyetlerini sürdürmeye devâm etmiş. Lord Chodorow bana, bu locanın şu sıralar Türk subayları üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu da söylemişti. Dilerim bu subaylar, emperyalizmin oyuncağı olmaktan ivedilikle kurtulurlar.

    Vatikan, Türkler ile Rumları birbirlerinden ayırarak Türkleri Katolikleştirmek ve bölgeyi Katolikliğin ikinci büyük merkezi yapmak istiyor. Zâten, Mora İsyânı sırasında Fransızların da yardımıyla bölgedeki Rumların önemli bir bölümü Yunanistan'a sürüldü, geriye küçük bir azınlık kaldı. İşte, bu azınlığı yok ederek bölgedeki Ortodoks varlığını sonra erdirerek bu merkezi kurmak istiyorlar. Tanrım…

    Lord Chodorow'a bakılırsa Hükümet, Vatikan'ın bu projesine ve İtalya'nın Ege ve Doğu Akdeniz'e açılmasına fırsat vermemek için, Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katacak Megalo İdea Projesi'ni destekliyor. Lord Chodorow bana, Hükümet'in Rumlara maddî yardımda bulunduğunu ve silâh desteği sağladığını da söylemişti. Ama bu silâhlar, Vatikan'ın gönderdiği komitacılara karşı değil, Türklere karşı kullanılıyor.

    Dolayısıyla, Rumlar asıl düşmanlarına karşı değil, asırlardır birlikte yaşadıkları Türk komşularına karşı dolduruluşa getiriliyor. Ve Fransızların da Yunanlılara verdiği destek sürüyor olmalı; anladığım kadarıyla onlar da Yunanlılar ile Ruslar arasındaki dirsek temâsını keserek Yunanlıların hâmiliğine soyunmak istiyor; böylelikle, Rusların sıcak denizlere inmesini engellemeye çalışıyorlar.

    Zâten, I. Petro zamânından beri Ruslar, sıcak denizlere inmenin ve bu amaç doğrultusunda Osmanlı Devleti'nin topraklarını parçalamanın ve boğazları siyasî egemenlikleri altına almanın peşindeler. Bu nedenle Ruslar, Balkanlarda Fransızların kışkırtmalarıyla başlayan milliyetçilik hareketlerine destek yağdırdı ve yağdırmaya da devâm ediyorlar. Ve sonunda, sıcak denizlere inebilmek için Yunanistan'ı Osmanlı Devleti'nden koparmayı da başardılar.

    Görünen o ki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus emperyalizmi, Balkanlarda çok müthiş bir çıkar çatışmasının içine girmiş durumda ve bu konuda Rus emperyalizmi, diğerlerinden oldukça önde. I. Petro'dan sonra Çarlık'ın bu politikasını hayâta geçirmek için II. Katharina, önemli bir adım atmıştı ve şimdi Ruslar, bunun meyvelerini topluyorlar.

    II. Katharina, Karadeniz'in kuzeyini ele geçirdi ve Balkanlara doğru yürüdü, İstanbul'a kadar geldi. Küçük Kaynarca Antlaşması'yla birlikte de Ortodoksların hâmisi olduğunu gerek Osmanlı Devleti'ne, gerekse Batıya gösterdi. Şu Megalo İdea Projesi'nin doğuşu da aslında bu dönemlere rastlar. Amaçları, eski Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltmek, İstanbul'u başkent yapmak ve bu yolla sıcak denizlere açılmak.

    II. Katharina, Avusturya Kralı II. Jozef'le gizli bir antlaşma yaptı ve bu projeyi birlikte yürürlüğe soktular. II. Jozef de Balkanlar üzerinden sıcak denizlere açılmak istiyor, Yunanlıları Osmanlı idâresine karşı kışkırtmak konusunda Ruslara destek sağlıyordu. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, ilk olarak Çarlık'a karşı savaş açmıştı. Fakat Çarlık, bu savaşta günbegün Osmanlı Devleti'nin topraklarını işgâl ediyor, hızla güneye doğru ilerliyordu.

    Neyse ki, Avusturya ile Çarlık arasındaki bu işbirliğinin ömrü uzun olmadı; Balkanların Çarlık'ın siyasî egemenliği altına girmesi ve kendilerine sıcak denizlere giden yolun kapanması olasılığı karşısında burada güçlü bir Rus varlığına karşı zayıf bir Osmanlı idâresinin daha uygun olacağına inandılar ve Osmanlı Devleti'yle Ziştov Barış Antlaşması'nı imzâladılar, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana oldular.

    İşte, tüm bu nedenlerle şu an bizim kazı bölgemizde neler olup bittiğini, bizi nasıl bir tablonun beklediğini çok merak ediyorum doğrusu. Zâten, bu kazı projesi hakkında çok ciddî kuşkularım vardı ve şimdi bunları da düşündükçe, bu projeye Lordlar Kamarası'nın verdiği destek beni daha da fazla kuşkulandırıyor. Tanrım, sen benim aklımı koru!

    Diğer taraftan, İbn-î Ceydân bin Ekber, antik İsin ve Adap kentleri hakkında pek fazla bir şey söylemiyor. Bunlardan İsin'in, Irak'ın Divâniye kentinin yakınlarında kurulduğunu, Şuruppak'ın kuzeybatısında ve Nippur'un da güneyinde kaldığını ve Amorîlerin ilk başkentli olduğunu söylemekle yetiniyor.

    Bugün itibâriyle arkeoloji dünyâsı, İsin hakkında pek fazla şey bilmiyor. Ancak ben, Kral Urgakina Kânunları'nın prelüt bölümünde, İsin Kralı Lipit İştar'a gönderme yapıldığını; İsin'de Lipit İştar'ın sağladığı düzenin övüldüğünü görmüştüm. Dolayısıyla İsin kenti, Kral Urgakina zamânında canlı ve zengin bir kent olmalı.

    İbn-î Ceydân bin Ekber, Adap'ın da İsin'in hemen doğusunda kaldığını ve bu kentin M.Ö. 1900'lerde canlılığını yitirdiğini söylüyor; ama, bunun nedeni hakkında bir şey belirtmiyor. Şahsî kanaatim şudur ki gerek İsin, gerekse Adap, ticâret yollarının üzerinde olmalı ve bu kentlerde canlılığın sona ermesi de ticâret yollarının zaman içinde değişmesiyle gerçekleşmiş olmalı.

    İbn-î Ceydân bin Ekber, Adap'ta Kral Lugalanne Mundu'nun yaptırdığı Ninhursag Tapınağı'nın oldukça ünlü olduğunu söylüyor ki, eğer bu tapınak bahsettiği üzere gerçekten de bu kadar ünlüyse, Adap'ın ve dolayısıyla İsin'in eski ticâret yolları üzerinde olma ihtimâlleri kesine yaklaşır. Ve eğer böyleyse, tapınağın yeri hakkında bazı olasılıklar şimdiden gözümde beliriyor.

    İbn-î Ceydân bin Ekber, Nippur kentinin Lagaş'ın 30 km. kadar kuzeybatısında olduğunu söylüyor ki bu doğrudur. Hem, bu kentte eski bir yazı okulunun olduğunu, Sümerli lugalizlerin (yazıcıların) burada yetiştirildiğini söylüyor ki, biz Lagaşlı lugalizlerin Nippur'da eğitildiğini de biliyoruz. Lagaş kazıları sırasında bu sonuçlara biz de ulaşmıştık.

    Ama maalesef, Nippur da çatışma bölgesinde kaldığı için, Zî Kâr gezimiz sırasında burayı da ziyâret edememiştik. Fakat, kent tanrısı Enlil ve tapınağı Ekur hakkında Lagaşlı lugalizler pek çok tutanak tutmuş. Ve görünen o ki Enlil, zamanla Nippurluların kent tanrısı olmaktan çıkarak Sümer panteonunda baş sıralara oturmuş.

    Bu tutanaklardan bir kısmı, Ekur'da kurulan ukkin plahruma (tanrılar meclisi) âitti. Nitekim Sümerler, tanrıların Ekur'da bir araya gelerek önemli birtakım kararlar aldığına, sonra da bu kararları Ekur râhiplerine ilettiğine inanıyor, yılın belirli dönemlerinde tören alaylarıyla tanrılarını Ekur'a taşıyor, bu meclisleri topluyorlardı.

    Şahsî kanaatime göre ukkin plahrum geleneğinin ortaya çıkışı ise şu şekilde oldu. Nippur ile Eridu arasında o dönemler önemli bir çekişme vardı. Ekur râhipleri Nippur'u, Eridu'dan daha önemli bir kent yapmak istedi ve kendi tanrıları Enlil'e büyük değerler atfederek onu Sümerlerin gözünde bir numara yapmaya çalıştılar.

    Lagaş kazıları sırasında bulduğumuz iki tablet, bu değişimi apaçık gösteriyordu; bunlardan ilkine Enlil'in Kızı İnanna Tableti, diğerine de Göklerin İmparatoru Enlil Tableti adını vermiştik. Bu iki tablet, yaklaşık olarak yirmi yıl arayla yazılmış ve her ikisinde de Enlil'in görevleri kaydedilmiş. Ama, ikinci tablette bu görevler fazlasıyla şişirilmiş.

    Demek ki, Ekur râhipleri Nippur'u, Eridu'dan daha önemli bir kent yapmak konusunda ciddî bir başarı sağlamış! Öte yandan, Enlil'in değişen bu konumu, Ekur'u ve râhiplerini de zenginleştirmiş olmalı. Sümerler, Ekur'a ne kadar çok hediye getirirlerse Enlil'i o kadar memnun edeceklerine inanmış olmalı.

    Ve zamanla Enlil'in değeri o kadar artmış olmalı ki, diğer kent-devletlerinin yöneticileri de kendi tanrılarını Ekur'a getirerek Enlil'e kutsatmak istemiş olmalı. Böylelikle Ekur, tanrıların toplanma yeri hâline gelmiş olmalı ve aldıkları kararları insanlara tebliğ edilmek üzere Ekur râhiplerine ilettiklerine inanmış olmalılar. Dolayısıyla, tüm Sümer ülkesinin neredeyse bütün ekonomik ve siyasî tasarrufları üzerinde Ekur râhiplerinin parmağı olmalı. Tanrım…

    Bu nasıl bir iştir ki, ekonomik ve siyasî meselelere sıra gelince tüm mekanizmaların başında bulunan tanrılar, sıra bir yerden başka bir yere seyahat etmeye gelince, yarattıkları(!) insanlara muhtâc oluyor! Dahası, Sümerler zigguratların üst bölümlerine özel birtakım odalar yaparak buralarda tanrılarının özel birtakım ihtiyaçlarını karşılamışlar; örneğin, tanrılarına banyo yaptırmışlar, elbiselerini değiştirmişler ve hattâ, onlara tuvalet bile yaptırmışlar!

    Biz Lagaş kazıları sırasında, Kral Urgakina Kânunları'na gönderme yapan bir methiye bulmuş ve bu tablete de Büyük Kral Urgakina Tableti adını vermiştik; anladığımız kadarıyla Kral Urgakina, tapınak râhiplerinin görev ve sorumluluklarını ayrıntısıyla belirlemiş ve işini iyi yapmayan baş râhiplere; yâni enlere ve yönetici râhiplere; yâni şatamlara, ağır cezâlar getirmiş.

    Ayrıca, tanrılarının evlilik törenlerini ve hattâ "gerdek gecelerini"(!) de zigguratların bu özel odalarında gerçekleştirmişler ve bu törenlerde enlerin ve şatamların uymaları gereken kuralları da ayrıntılı bir biçimde belirlemişler. Bunları çiğneyenler içinse, ölüm cezâsı da dâhil olmak üzere, çok ağır cezâlar öngörmüşler. Tanrım…

    İşte, Sümerlerin tanrı tasarımı, böyle çarpık bir tasarımdı. Peki ya, modern paganlıktaki konsül geleneğine ne demeli! Modern paganlığın en önemli mucidi Pavlus, henüz daha İsa Mesih'in göğe yükselmesinin hemen ardından bir ukkin plahrum toplayarak, kendisine Tanrı'dan vahiy geldiğini, sözde Hıristiyanlığı yaymak için Tanrı'nın kendisine ihtiyâcı olduğunu ve tüm inananları örgütlemesi için kendisine görev verdiğini söylememiş miydi!

    Pavlus'un düzenlediği bu ukkin plahruma katılanlar onu, İsa Mesih'in ardılı olarak görüp sonra da sözlerini tanrı kelâmı kabul edip onu yüceltmemiş miydi! Ondan sonra gelenler de Pavlus'u aziz ilân edip, öteye beriye yazdığı mektupların kutsal metinler olduğuna inanıp sonra da bunları İncillerin arasına eklemlememiş miydi! Tanrım…

    Bu insanlar ne kadar çarpık bir zihniyete sâhip ki, şu günâhkâr Pavlus'u bile aziz ilân ettiler ve öteye beriye döküp saçtığı mektuplarını da tanrı kelâmıyla bir tuttular! Gerçi Sümerler, bu çarpıklığı anlayabilecek ve aşabilecek bir zihin yapısına sâhip değillerdi, ama, Pavlus ve ondan sonra gelenlere ne demeli! Tanrım…

    Peki, İznik'te düzenledikleri ukkin plahrumda; yâni, İznik Konsülü'nde Tanrı'nın bir bâkireden çocuk doğurtmaya gücünün yetemeyeceğine karar vermelerine ve bu ukkin plahrumda kabul edilen hemen tüm ilke ve esasların asırlardır sorgulanmadan bağnazlık derecesinde sâhiplenilmesine ne demeli! Tanrım…

    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Aktı Yüreği Çılgın

    Kızıl kahve tonlarına büründü
    Sırtında hüzün Sonbahar
    Damladı yapraklardan
    Kristalleşmiş sabah çiyi
    Hem aynı hem değişikti her şey

    Oturdu devrik ağaç gövdesine
    Üşüdü, iyice büzüşüp küçüldü
    Parlak Ekim güneşi
    Boşluk duygusu yarattı içinde

    Bir koşu tutturdu sonra
    Kırmızı toprakta çıplak ayakla
    Renkler, gölgeler, ışıklar
    Hızla aktı ağaçlar

    Deli bir derenin kenarında
    Varsaydı kendini
    Ulaşmak için bir an önce çaya
    Salkımın son tanesini
    Atar gibi ağzına
    Aktı yüreği öylesine çılgın

    Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan - Ocak 2008 -

    Hatice Bediroğlu

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
      İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…

    Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.

    Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.

    Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Mother of Mine
    Neil Reid









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100806.asp
    ISSN: 1303-8923
    6 Ağustos 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com