|
|
|
Editör'den : İmam Recep Bey, afiyettesinizdir inşallah!.. |
İyi haftalar,
Pervasızlık almış başını gidiyor. Devleti sekiz yıldır yönetenler, hatta bir o kadar daha yönetmeye talip olanlar, en sorumsuz halleriyle pervasızlığın daniskasını yapıyorlar. Sadece onlar değil, onların bu vurdumduymazlığından cesaret alanlar da meydanlarda at koşturmaya devam ediyorlar.
Mesela başbakan, beyninin kıvrımlarına saklanmış duygu ve düşüncelerini, eline verilen metin dışına çıkmayı becerdiği her ahvalde dışa vurmaktan çekinmiyor. Örneğin "Memur Kemal Bey, SSK'yı batırdı." diyebiliyor ve birinin çıkıp "İmam Recep Bey, Allah yolunda, simit ticaretiyle başladığı iş hayatını siyasete devşirince Dünyanın en zengin beş politikacısından biri oldu." demesinden korkmuyor, çekinmiyor. Ya da, AYM'nin iptal ettiği türban ile doğrudan ilgili değişikliği, 26 maddelik değişikliğin içine soktuklarını itiraf etmekte bir beis görmüyor. Aksine bundan nemalanmaya çalışıyor.
Her yeri aksayan, düzgün tek yeri bulunmayan eğitim sisteminin başında bulunan bakan Çubukçu, kız erkek ayrı okulların düşünüldüğünü söyleyebiliyor ve bunun için gerekçeli kararını açıklarken, Türkan Saylan'ı da ağzına alma cesaretini gösterip, muhafazakar kızları okula çekmenin yolunun bu tür okullardan geçtiğini, bunun da tartışılması gerektiğini öne sürebiliyor. İşte bir pervasızlık örneği daha. Saylan kim sen kim? İhtiyaç bölgelerini sen mi seçeceksin? Muhafazakar mahalleleri sen mi belirleyeceksin? Peki bunu neye dayanarak yapacaksın? Yoksa içinden çıkamayıp bunu da halka referandumla mı soracaksın? Kendisine, "Acz ve beceriksizliğin yüzünden, birer cinsel obje haline getirdiğin küçücük kızları erkekten uzak tutma bahanesine kulp takmaya çalışacağına, otur da, yıllardır atanamayan öğretmenlerin, sınavlarla deneme tahtasına dönen çocukların, üniversiteden mezun olup ne yapacağını bilemeyen gençlerin dertlerine derman ol." denmesinden hiç çekinmiyor. Milli eğitimde en büyük sorun namusmuş gibi bekçiliğine soyunabiliyor. Çocuklarını çağdaş okullara göndermeyen ana babaları ikna edeceğine, arka bahçeye militan yetiştirecek okul modelleri üzerinde çalışabiliyor.
Sadece iktidar mı? Onun açtığı yolda hergün biraz daha palazlanan terör örgütünün sözde siyasi kanadı, düzenlediği kongrede teröristler için saygı duruşu yapıp, özerklik istediklerini tekrarlayabiliyor. Onlarla verdiği mücadelede hergün birkaç şehit veren ordumuz ise, kendi saygınlığını koruma mücadelesi vermekten yorgun düşüyor. İktidar ise, askerliğin temeli olan hiyerarşinin ümüğünü sıkıp astla üst arasındaki bağı koparmaya çalışıyor. Bütün bunlar, kirli bir oyunun aşılması gerekli merhaleleri. Ya olan biteni, "daha fazla demokrasi gelsin diye çalışıyoruz" diyen aslen sivil darbecilerin gözünden göreceksiniz, ya da gözünüzü açıp, bu pervasızlığa bir son vereceksiniz. Evet ya da HAYIR, seçim sizin. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Mehmet Başıbüyük |
Mermerin Gölgesinde
Dünyayı umursamadığımız zamanlar olur. Kendimizden bile ümidimizi kesmişizdir. "Tamam" deriz hani, "buraya kadar." Amaçsız adımlarımız örseler kaldırımları ve akşam sıkı bir bacak ağrısıyla gireriz yatağa. Anlarız ki büyüklük bize göre değil. Acı çekmek için fazlaca korkağız. Rahat düşkünlüğümüz, toplumsallığımız, cinsel sapkınlıklarımız zincirlemiş bizleri. Ne mutlu tutsaklık!
Kaldırımlar sıkıcıydı ve yürümekten usandım. Konuşmuyorlardı o gün. Aslında her zaman anlatacak hikayeleri vardır kaldırımların. Ait oldukları muhitin sakinlerinden, semtin yabancısı bir yolcudan bahsedebilirler size. Kulak kesilmenize ya da meditasyona ihtiyacınız yok. Kafanızı boşaltmak için akşam serinini bekleyin, en rahat ayakkabılarınızı giyin ve çıkın sokağa, konuşacaklardır.
Bir gün ahşap bir evin önünden geçerken anlatmaya başlamışlardı. Evi yaptıran beldenin ileri gelenlerinden. Eski subay ve yüksek memurluk da yapmış. Parası neyse peşin ödüyor, bir sene sonra evi teslim alacağını söylüyor. Kışın çıkmasına yaklaşık bir ay var ve bu sürede de araziyi temizliyor çalışanlar. Çoğu yörenin işsiz gençleri. Başlarında da bir usta. Kış bitmiyor ama. Ne yağmur ne kar çekiyor elini çalışanların üzerinden. Güneşe hasret, bataklıkta debeleniyorlar. Ev bitmiyor tabi süresinde. Bey kükrüyor ve ustayı kadıya şikayet ediyor. Sözünde durmadı diye adam malından mülkünden ödüyor; köydeki tüm tarlası ve iki de büyükbaş. Ev iki buçuk ay gecikme ile başka bir usta tarafından bitiriliyor. Saim Ağa Konağı üç katı ve bahçesiyle İncirli Caddesi'nde yıkılmayı bekliyor. Hiçbir olağanüstü olay gelişmiyor. Ustanın oğulları da amelelikten ustalığa yükselme gayesi ile hayata atılıyorlar. Bey konağında can verdiğinde 93 yaşında. Hayat; adil değil ve yaşayanların pek umursadığı yok.
Önceden de söylediğim gibi o gün suskunlardı, anlatacakları kötü bir hikaye bile yeterdi bana oysaki. Küfretseler dahi olurdu. Belki uyuyorlardı. Aklıma cami geldi. Orada iç sesiniz konuşur, mermer sütunlara yaslanırsınız ve soğuklukları ürpertir sizi. Binyılların inançları beyaz mermere gölge gölge işlemiştir, tüm o karartılar size Tanrı kadar ebedi gelir, bir o kadar doğal ve içten. Yaratılışın ve doğumun görkemli izleri. Tanrı'yla kuşanırsınız içeride, teslimiyet içinde yükselirsiniz, çıktığınızda ilahi bir duş almışsınızdır dualarınızla.
İyi fikir dedim, çevreme bakındım ve gözüme yakın görünen bir minareye doğru yol aldım. İkindiye yaklaşık iki saat vardı ve içerisi boştu. Diz çöküp etrafıma bakındım. Soluğum olağan temposundaydı ve aklımda hiçbir şey yoktu. Bekledim, ne bedenim kımıldadı ne de ruhum, ve olmadı. Esnemeye başlayınca dışarı çıktım. Kaldırımlar hala suskundu.
Tuvalete gittim ve orada da sonuç hüsran. Mesaimi erken bitirmeye karar verip evin yolunu tuttum.
Her zamanki sokak ve her zamanki ev. Annem olağan anneliği ile yemek hazırlamaya koyuluyor aç olup olmadığımı sormadan. Hikaye çıkmıyor semtten, siftahsız esnaf misali somurtuyorum. Akşama çok yok, sofra hazırlanıyor ve ekmek almaya çıkıyorum. Hadi diyorum, yüzümü kara çıkartmayın, susmayın. Fısıldayın bana, yalnız bırakmayın en ahmak dostsuzu. Konuşun, konuşun üzerinizde tepinen şu yırtık çoraplıyla ve ona birkaç hikaye hediye edin. Anlatın siz, anlatın ki yazsın ve unutulmasın yaşadıklarınız. Anlatın ki anlatayım ben de, ve ben de unutulmayayım.
Mehmet Başıbüyük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Ebru Coşgun 111 |
|
Yine nerden başlayıp nereye gideceğini bilmediğim bir yazının başındayım …bir zamanlar olric demiştim ve yazmaya başlamıştım..yazı bittiğinde simurg 'dum artık … işte yine öyle bir durum…
Benim için tamamen baca temizliği olup güçleneceğimi bildiğim bi yazı bu… yazmasaydım intihar ederdim diyenlerdenim bende… sufi mi? olurum safi mi? kalırım sonunda bilemem elbet.
Sana bakmanın şerefine diyerek başlamak istiyorum bu yazıya, zaten herşey de böyle başlamadı mı..?
Anı yazmak ölümün elinden bir şey kurtarmaktır der Andre Gıde.. şimdi burda benimde tek yapmak istediğim bu belki. Yaşanılan hissedilen her ne varsa yanılsama olmaktan çıkarma çabası bendeki..yazılanlar gerçeğimizin kanıtı olarak kalsın hiç olmazsa. Insanın zihniyle gördüklerinin değil bedeniyle hissettiklerinin asıl efendisi olduğunun kanıtıydı yaşadıklarımız!
Can ; kulaklarımda çınlıyor söylediklerin
- Can bir şey düşünmemeye çalış.bunu gerçekten söylüyorum. Kimsenin umrunda değiliz.hatta aşkın bile!
Önceliği aşk olmayan hiç bir şeyin umrunda değiliz evet! ve dediğimiz gibi artık kaybedecek hiç bir şeyimiz kalmadığında tamamen özgürüz...
Üstümde ağlamaya hazır bir insanın aşırı gerginliği var, ama ağlayamıyorum.. Kumdan kaleler, kağıt evler sırça köşkler ,arnavut kaldırımları , güneş , deniz , kum ,tüm aşk şarkıları… 105 , 207 , 408 ,111 ve onca yol. Yıldızlar , kara ağacın dereye yansıması , gözlerindeki aşk , her şeyi bir bir siliyorum senin gibi. Senin istediğin gibi.. Bir aşkı , bir başka aşka bırakıp gitmek. Dahada acısı kendine basa basa gitmek. sen gittin aşk şimdi sıra ben de deyip yola çıkıyorum. Hangi yollara çıkacağım gözlerimi sahiplenip. Hangi ellere varacağım. Sen aslında sönmekten ürken bir ateş gibiyken , sen aslında sahiplenmemişken, bu veda , kanlı ilkel bir bıçak değil mi ? susmasana! Bu senin ilk beyaz cinayetin , bu biriktirilmiş lal akşamları seninde ayinin! Dedim ya geri çekiliyor aşk , ardında düş çalışmaları , ilk bahar tınıları , baktığımla dokunduğumun kesiştiği yerde ki kesiği bırakarak..Dudakların, gözlerin , ellerin ne ki olsa olsa şurdan üç beş adım. Ben intiharın öteki yanın da yatıyormuşum senin yanında yatarken. Arkana bakmadan gittiğinde anladım bugün. Hep aramızda küflü bir hançer yatıyormuş , sen kullandın işte bu hançeri Aşkın geri çekilme haliyle.
Bütün yitik sevgililer gibi yanıtsız ve zamansızdık. Çalınmış zaman aralıklarına sıkıştırılmış birer bombaydık pimi çekilmiş. ve yılların biriktirdiği hangi yıkımları barındırıyorduk bünyemizde çok iyi biliyorduk aslında…çok iyi tanıyorduk birbirimizi…şimdi gelen , dokunan , hissettiren ve sürekli konuşandan geriye susmalara teslim olmuş bir yabancı kaldı Tüm bilmecelerin çözümünü bana yükleyerek.
Tanıdık bir acı bu. Alışılmış hızıyla kalbime bütün korunmasızlığımla yerleşiyor. Yıldıza ulaşmak için güneşten vazgeçmek gibi tuhaf bir aykırılık! Bütün saatlerin gecikmiş zamanlara ayarlandığı ve bulduğun an da yitirdiğin gerçeği tam da karşımda duruyor. Oysa Benim ki ; görkemli bir an da birlikte sadeleşebilmek arzusuydu. Şimdi gri bir girdaptan taş merdivenleri iniyorum bir bir. Ağlarken ya da donuk ağlayamazken suç üstü yakalanıyorum. Söylesene , neyin temazsızlığı var ? bu kesik kesik nefes ve ışık da neyin nesi...
Acıların bodrumunda yaşayan kesif bir iç çekiş , büyük uçurumların altında kurulan kor bir şehir ve dalgalar gibiyim. Dalgalar karanlık ve sonrası var aklımda. Ellerimin sana verdiği o sırrı unutma olasılığın vuruyor beni. Vuruyor bir şiirin tam da sonundan! Şimdi ey aşk kendini dağlara vur. Unut bütün anları. Bütün şiirleri yak. Sustuklarını haykır ya da öl işte. Söylenmemiş kalbur üstü sözlerle birlikte! ( yine ela..ah ela ve firak zamanı ).Sen herşeyden sıyrılıp kendi affına kendi pişmanlığına sığınıyorsun , oysa hataysa bu senin nezdinde bu hatayı yapmakta güzel/di. Bunu bir gün anlayacaksın..madem gittin şimdi orda kal. Sakın dokunma arka bahçelerime diyen bir bendeyim şimdi…( bilirmisin en güzel aşklar arka bahçelerde yaşanır )
Yine avuçlarımda cesedimi taşıyorum , bıraksam düşecek bir yaprak bıraksam tekrar tekrar kendime çekilecek çok cinayetli bıçağım. Zehirli sarmaşığım sürekli kendini zehirleyen. Ki amacım bir öpüşmeyi sahibine teslim etmekti , amacım ; ellerini ellerimde biriktirmekti..Öldürüldüm . ve intihar süsü verdim cinayetime.
J.Edgar Hoover in bir sözü geldi aklıma." Der ki ; küçük çocuklar gibi olamazsan hiç bir zaman Tanrıyı göremezsin.." hayat aslında seçimlerimizi kendimizin belirlediği bir oyundur! Oyun küplerinden ev inşa eden bir çocuk onu fazla yüksek yaptığında onun yıkılacağını ve bunun bir başarsızlık olduğunu bilir (deneyimleyerek) , fakat yıkılacağı zamanı bilmenin başarı olduğunu da bilir.. aynı zamanda tüm bunların sonucu olan oyuna yeniden başlayacak olmanın heyecanı sevinci ve korkusuzluğu vardır çocuk da. Çok karmaşık gibi görünse de hayat basittir aslında. Kendi seçimlerinle inşa et . bir sonraki adımı gör/bil. Korkma . kabullen ve yaşa...tekrar tekrar yaşa! Şimdi kendi ellerimle inşa ettiğim sırça köşkümü yıkıyorum..bu sonu kabullendim ben.
Herkesin bir zayıf noktası vardır , herkes herhangi bir şeylerle sınanır hayatta..bense her defasında aşkla sınanıyorum..her ne olursa olsun aşk bende yaşamın başka anlarında da yinelenmeye devam edecek..okuduğum bir kitapta şöyle diyordu ; bir kez değil dersini alana dek defalarca acı çekersin ( ama yok adam olmam ben) her yeni gelen aşk daha fazla daha şiddetli bende , daha öncekinin büyüklüğünü düşündürmeyecek kadar büyük! ( hala şaşırtıyormuyum seni canım sevdam hep dersin ya sendeki bu kalabalık beni şaşırtıyor ne büyük bi kalbin var) Keşke bende korkak aşkı satan önce kendini koruyanlardan olsaydım diye düşünüyorum zaman zaman..."güçlü olmak artık beni yoruyor diye yazmıştım sene 2005 di" dejavu sene 2010... güçlü olmak istemiyorum! Hiç bir şey olmamış gibi üstelik karşımdakini anlayıp hatta ona hak verip hayatından öylece çekip gitmek istemiyorum...bu hakmı haksızlık mı?
Neden aşk olduğum her insan da korkuya neden oluyorum? Oysa sadece maddesel nesneler korkuya yol açmaz mı? Insanın ne kadar çok kaybedecek maddesi varsa o kadar çok mu korkuyor yani...nasıl oluyorda ruh dışındaki her şey ön planda olabiliyor..nasıl oluyorda insanlar kaybetmeyi/kendinden vazgeçmeyi göze almak yerine aşkı satıyor! Keşke benimde önceliğim aşk olmasaydı diyorum bu aralar sık sık. Şimdi sen onca koşuşturma ve hayat kargaşası içinde önceliği aşk olmayan biri olarak ne kadar da çabuk atlatacaksın bu durumu.
sevmek vazgeçmek midir olric?
- vazgeçmektir.
vazgeçtiyseniz sevebiliriz efendimiz.
...
Ve ben olric düşmeseydim düşlerimin sırtından zaten inecektim...
Oğuz Atay - tutunamayanlar
Üzerime yapışmış her şeyi kesip atmak istiyorum..bir an durup kendimden nefret etmek istiyorum..bedenimden, ellerimden , gözlerimden , bana dokunduğun her yerimden..olmuyor! EL TEBER diyorum böle zamanlarımda EL TEBER! Sen iyi bilirsin can ..derviş çeyizidir ya teber ...küçük elle işlenmiş bir balta! Ruhani anlamda seni üzen kıran yoran ağırlaştıran her şeyi kesip atmak için kullanılır...eksilmek için! Tek tek eksilmek ve hiç olmak..
Üstat nasıl yazmıştın sen bana bir gün yine benim için ; Senin yürüyüşünde kelebek özgürlüğü var renkli büyüleyici hayat dolu ama azıcık ürkek bahar rüzgarı kadar ılık rahatlatıcı ölesiye özgür kısa ömürlü ama ölesiye özgür. "acaba benim gerçek sorunum aşk olan her kişinin ömründe kısa ömürlü kalmam mı gerçekten" uzun ömürlü kalma ihitimalim mi korkutuyor insanları..dik başlılığımmı gücüm mü..deliliğim mi…sonra şöyle devam etmiştin yazına; kediyi koynuna alıp uçsuz bucaksız denizi izlerken onu okşamak gibi bir huzur var sende . Beyaz kedi mavi deniz sarı güneş sevincin turunculuğu.. "huzur değil mi hep duydum bu huzur verme halini"
Sonra sen yine ;balık olmalıydın sanki daha bir ayrı dünyanın varlığı başka türlü soluyan başka türlü kokan iyot gibi canlılık veren, bilinmeyende yaşayan . Suyu içine çekip içinde oksijen yapan ayrı bir şey olmalıydın . Ama deniz ya da okyanus balığı değil hadi bunlardan olsun olsun yunus olurdun ya da fok sevimli tatlı yumuşak ama illaki akvaryum balığı olmalıydın kırmızı uzun kuyruklu beta gibi yada mavi sarı pembe calı kıpır kıpır başka birşey. Demiştin bana "denedim üstat balık olmayı denedim ama yüzme bilmediğimi unutmuşum korkusuz dalarken o ummanlara…elimden tutan olmayıncada öldüm."
Varlığını duyumsamam için ödediğim en ağır bedeldir bu bendeki , nice karanlıkları bütünleyince senin hayaline ancak ulaşmanın beni ne kadar yorduğunu anlatmadım sana hiç. Hüzün tortuları yüklenerek her gün biraz daha burkulmalarımızla alışmaya başladığımızı unutmaya başladığımızı belki hiç anlayamıyacağız. Yaşamın içimize bütün vahşetiyle karıştığını anladığımızda bitmiş olacağız birbirimizde...Daha çok yara ve daha çok güç...kendi gelişimimi inciye benzetmeye başladım şu sıralar..yara ne kadar büyükse o kadar güçlü olur incinin dışı, zırhı kabuğu. Çok güçlüdür fakat çok sevdiğin ve hergün giydiğin kıyafetinin zamanla aşınıp herhangi bir yerinden yırtılıp dağılıvermesi gibidir bu güç. Hiç olmadık bir anda beklenmedik bir tepkiyle dağılıverirsin..mesela herhangi bir filmin herhangi bir saçma sahnesinde ağlamak gibi bir anda ..sonra tekrar toparlansanda her dağılma bir iz bırakır insanda...anlattım bunu sana.Aşk bir yakalanmaydı , aşk sesinde bilinmedik yenilgiler taşımaktı ,aşk gidilmedik bir ülkeydi yasaktı , aşk görülmemiş bir kuşatmaydı , gelinmez yollardan geldim sana durduk yere, bıraksan tepeden tırnağa sen olacaktım. Aşk sonunu bildiğim tanıdık bir finalde tekil kalmamdı..sonrasında gözlerini kolayca kaçırmalarından yakalayacaktım seni.
Senin gözlerinde aşkı gördüğüm de hayatında ilk kez beyaz adam gören aztekler gibi sevindiğimi söylemedim sana hiç değil mi :
Bir an için durup bir şeyler yapmam gerek diye düşünüyorum aklımdan geçen fikirlere bakalım hadi hep birlikte ; hindistana gidip budistlerle inzivaya çekilmek istiyorum bir süreliğine ( belki seninle sevişirken ulaştığım nirvanaya ordada ulaşırım). Aborijin kabilesine katılıp onları anlamak , susmayı , telapati yoluyla konuşmayı tekrar tekrar deneyimlemek istiyorum (oysa defalarca ulaşmaya çalıştım sana telepati yoluyla ama hiç duymadın...sürekli ismini tekrarladım sürekli)..kızılderililerle ateş etrafında dans etmek istiyorum yada ne bilim gidip bi kiliseye aşk orucuna mı girsem ...rahiplerin perhizde olmalarını şimdi daha iyi anlamaya başladım..sürekli canımı acıtmak istiyorum ..sürekli acıtmak..anlayabilirmisin bunu?
Ne çok anlatmadığım şey var sana , hep böyle yakalarım ben kendimi aşk geldimi yada gitmeye yeltendimi...en başından ,her şeyi en başından anlatma isteği bendeki...taa cenin halimden :.. en sevdiğim kitaptan bahsetmek isterdim sana ve olric'ten..neden siyahla beyazı bu kadar çok sevdiğimden...sevdiğim bir müziği dinlerken nasıl kendimden geçtiğimden ..acaba sen ne kadarımı gözlemledin..ne kadarı mı biriktirdin benim ? yada biriktirdin mi? Hep diyorum aşk "seni kim biriktiriyor" sorusuna verebildiğin cevaptır.. en çok gitmek istediğim yerlerin başında prag geldiğini söylemişmiydim sana...ne kadar çok şey var anlatmak istediğim sıkıştırılmış zamanlarda sıkışıp kalan ne çok şey var..mesela beyrut'a gitmek istiyorum sonra babil'e ha bide floransa'yı merak ediyorum çünkü beni floransayla özleştiren bir aşk var.. Neden çakıl taşlarını toplamayı çok sevdiğimi onlara neden anlamlar yüklediğimi hiç anlatmadım sana değil mi? Sonra evimin duvarına astığım o büyük eyfel kulesi resmini görüpte aaaa behlülün resmi bu diyen geri zekalı beyinlerden nasıl nefret ettiğimide anlatmadım sana...eyfel kulesinin bana babil kulesini çağrıştırdığını anlatmadım..kule : haddini aşma imi , başkaldırışın simgesi , herşeyin bir olduğunun kanıtı , kendine tepeden bakabilmenin aynası...kule: erkeğim!... hep bi fenerde yaşamak istediğimi söylemiştim sana sanırım..
Mıloz'un "kasım senfonisi" şiirinde şöyle der ; soluk eflatunlara bürüneceksin , güzel keder! Şapkan da üzgün çiçekler olacak küçücük...bu şiiri tamda bu mısrasını okuyorum defalarca bizim için...gözü yaşlı bir geçmişi uzak bir geleceğe yansıtan , artık var olmayanın hüzünle anılmasını , gerçekleşmesi imkansız bir vaadin iç parçalayan kederine dönüştüren gramatikal biçim bu birlikte aldığımız hal...Bu yıldızlı gece bu dalgalı deniz canımı yakıyor , intihar niyetine çıkarıp suya atıyorum acımın eseri tenimi. Nasıl olsa içtim. Nasıl olsa sarhoşum. Bu yüzden hüznü/mü hoş gör! Nasıl olsa yarın orda da cumartesi(mi?)... Hangi sıradan günün mucizeye saplı hançeriyiz? Hangi sabahın boş kızıllığı , karşılaştığın ilk fırtına da acıyla yenilip dönmek aşk mı? Dönen herşey çıldırmaz mı? Ruh gibi...girdap gibi...kalp gibi...
Bu yara iyileşir mi ? zaman mı tek çare , zamanmı deyip yine zamana küfrettiğim anlar geliyor aklıma..bu yaranın iyileşmesini istiyormuyum önemli olan bu sanırım..seni unutmak ,yok saymak , silip buruşturup atmak istiyormuyum? Yine okuduğum bir kitapta şöyle diyordu ; "iyileşmenin zamanla hiç bir ilgisi yoktur. Iyileşmede hastalıkda bir an içinde oluşurlar " bu satırları okuduğumda gözümün önüne yokuş aşağı hızla yuvarlanan bir bedenin düzlüğe gelince aniden yuvarlanmayı kesmesi geliyor.
Önümde uzanan onca yeşilliğe boş gözlerle bakıp rüzgarı sadece rüzgarı hissetmenin nasıl bir şey olduğunu bugün bir kez daha öğrendim. Hiç bir yerde duramayışımın kendimi yollara atışımın nedenini nasıl anlatabilirim ki. yol deyince amaç varmak değil hep gitmek oldu benim için..şimdi baktığımda fark ettiğim şey şu ; ne kadar gitmeye hazır seviyormuşum ben ne kadar gitmelere hazır yaşıyormuşum her şeyi , en başından ağırlığını hissederek bile bile.
Nefes alamıyorum..nefes almak canlı olmayı belirlemezki zaten. Bu sadace öteki insanlara hangi bedenin gömülüp hangi bedenin gömülmeyeceğini göstermeye yarar o kadar! Her nefes alan yaşıyor demek değildir. Ölmeden öldün mü sen hiç! Ölmeden kendini öldürdün mü? Içim dışım sağım solum önüm arkam yine ceset..inadına yeni benler doğurcağım yine bunu biliyorum..yenilikler ancak onlar için yer açtığınızda girmezmi zaten yaşantımıza...ah ela..ahh ne kadar kazısam hep pentimento..daha ne kadar dibe inebilirm ki..daha ne kadar eskiz..biz senle tamda şairin dediği gibi "ekinoksuz", geceyle gündüzün her yerde aynı anda bir olması durumu!
Benim aşkım bir bumerang etkisiyle senin yaşantını çıkmaz sokağa dönüştürebilir evet. Ya benimkini ? şimdi eylül sonunda bir yaprak gibiyim ha düştü ha düşecek. Oysaki böyleydi ;sevda çekilen bir kılıçtı kınından veya suya yazılan bir yazı. Ötelerden hep ötelerden giden bir yol...sen o yol da Gözüme bakıyorsun o en bilindik çekingenliğinle. Bakma diyorsun sonra, bana öyle bakma! Öylesine bakılmadık bir sevdadayız şimdi. Bıçağın her iki yanıda keskin ve ne tarafa dönsen karanlık gölge.
Tamam , Sen beni boşluğa kaymaya bağla yada bir yıldız kaymasına. Yokum ki aslım yok benim. Fuzuli işgal ya da yanlış park durumundayım ve elbetteki şehrin son çıkışından arıyorum seni ,senin gidişinden gidiyorum demek için. Gözlerimi ve ellerimi masanın üstüne bıraktım giderken. At gitsin. Nasıl der Edip Cansever "Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke , Bir iki sallandı durdu"
Gelemeyişini ve gel diyemeyişini hangi kalem yazardı , hangi mutlu an derman olurdu bana adresler yanlışsa. "yaşantına keşke hiç girmeseydim der gibi susarken" neleri darmadağın ettiğini anlamalıydın. Oysa hiç kimseyi öpmemiştin beni öptüğün gibi senin lafın bu. Sadece laf mı. Aşk yanyana dizilmiş üç harf olmamalı.
Sende ne kadar olduğumu hiç düşünmeden telefona sarılmalarımda seni yaşamaktı aslolan. Hep hesapsızım işte. Söylesene şimdi söylenmemiş sözler mi biriktireceğiz içimizde. Vaad edilmemiş zamanlar mı düşleyeceğiz? Geç olacak anlamak/n belki ama , en çok bu zamanlarda ayrı düştüğümüzü anlayacağız bir gün. Çünkü biri öldüğünde yada öldürüldüğünde artık ölü olması değil , en çok söyleyemediğin şeyler acıtır canını. Bunu Unutma. Ben hangi boşluğu dolduruyorum sende? Yada hangi boşluğu dolduramadım da böyle çabuk pes ettin hiç anlatmadın bunu bana. Gözlerinde sakladığın bir umut var mı hiç anlatmadın. Aşk aslında belkide o umuda aldanmanın bedelidir. Aşk şimdi bende düş kırıklığı boğazımda kitlenip kalan.
Hayalin ilk kez bu gece hiç gülümsemedi bana. Beni sende yaşamaya ikna eden o tılsımı görmemeye kararlı görünüyorsun. Odamın karanlığında deniz fırtınalarına benzer görüntülerle bir görünüp bir yitiyorsun. "sana kapılıp gitmekten korkuyorum diyorsun" yüzün puslu oluyor böyle anlarda tanımakta zorlanacağım kadar yabancısın. Susuyorsun. Çok incindiğini anlamak zor olmuyor. Incindik! Buna rağmen içimde o kadar masumsun ki. Seni yaşamak adına nasıl bir direnişi üstlendiğimi kimseye anlatma zorunluluğu hissetmiyorum.
Şimdi böyle son derken mutluluk değil neşe diliyorum sana ve bunu söylerken aslında tam olarak ne anlatmak istediğimi söylemedim. Mutluluk nesnelere öznelere eylemlere bağlıdır. Aldığın bir şey , gördüğün biri yada yaptığın bir şey mutlu edebilir seni. Oysa neşe tamamen bağımsızdır insanın içindeki ışıktır , ruhtur! Hiç bir şey olmasına gerek yoktur neşelenmek için. dış etkenlere bağlılığı yoktur. Içten taşandır . senin ben de bu hissi uyandırdığını söylemedim sana hiç..sonuçta Aykırı bir direnişten öteye geçemiyoruz. Birbirimize her gelişimiz yeni bir veda sahnesine hazırlanmak gibi. Sen son sahnede nasıl bir kimlik taşıyordun söylesene bana? Böyle kötü bir finali uygun gördükten sonra gözlerimi geri vermeliydin bana / yapmadın. Aslında her aşktan söz ettiğimizde yine kendi kaçışlarımızın ve kendi iç kargaşamızın ne anlamlar barındırdığını keşfedecek kadar doğru algılıyorduk kendi gerçeğimizi. Sen kendine itiraf ettiğin her ne varsa anlatmalıydın bana da. Olmazı oldurmadık mı biz seninle sevişirken. Seni yine sana emanet edip yaşantından usulca çekilip gideceğimi bilmeliydin.
Usulca akan bir göz yaşı gibi sevişmek seninle , kasıklarında tatmak aşkın tuzunu ,sonra ellerinden kabusun matarasını kapıp içmek kana kana , jiletin öteki yanına yatmak gibiydi. Şimdi ayrı yataklarda ikimizde ağlıyoruz. Meselemiz malum : AŞK .. bense Telaşa kapılmış bir bıçağım şimdi kendi tenini kesmeye yeltenen. Elimde değil , elimde değil ama ; sevişmek de yasak şimdi efkarlanmakta!
Neyse , ben gidecekmiş gibi hazırlanayım (nereye?): gitmezsem sevinirim.
Oğuz Atay/Korkuyu Beklerken
Ebru Coşgun ebrucuk6@yahoo.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
LeğenKarnasyon
Çamaşır leğenini boşaltırken 17 yaşımın yepyeni hırkası'ndan yola çıktım.
Bizi nelerin içine atıp temizlediler astılar kurudu geçmişimiz.
Ortalıkta yeni hiçbir şey yoksa, yalnızca eskiler varsa; Demek ki beynimize oynanan bir oyun var.
Yaşamış bir çocugu doğurmaya kalkarsa, onu baştan yaratmanın sancısını duyar insan.
Ah şu eski defterler bi dönüp geriye baksa, Güneşin 500 kere dönüşünden önce, kitap bizdeki eski simgeleri gösterse.
Düşünüyorum da , ilkin nasıl yazıya döküldüyse düşünce, Acaba eski dünya neler demiş? görsek.
Onlar mı üstün, biz mi, bu işin ustası kim?yoksa dönüp dolaşıp geldik mi aynı yere..
Hiç kuşkum yok, gecmişte ne sivri akıllılar benden değersizlere ne övgülerde bulundular..
Nisa Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XXVII |
|
Ukkin plahrum geleneğinin modern paganlığa konsül geleneği olarak geçmesinde, Yahudi inançlarının da etkisi kuşkusuz büyük olmuştur; ukkin plahrumdaki tanrıların sayısını azaltan Yahudiler olmuştur. Nitekim 82. Mezmur, bize bunları apaçık anlatıyor; burada Filistinlilerin tanrısı El'in yönettiği "tanrısal meclis"e katılan Yahova'nın, tüm ilâhların ilâhı olduğu, diğer tanrıların zamânı gelince öleceği ve yeryüzünün tek sâhibinin ancak Yahova olarak kalacağı yazıyor.
Böylelikle, ukkin plahrum geleneği, tek tanrı(!) inancına geçiş süreci içinde Tanrı ile insanlar arasında görüş alışverişi yapılması geleneğine dönüştü ve Vatikan Hıristiyanlığı da konsül geleneğini, işte bu zırvalıkların üzerine oturttu. Ve modern paganlıkta ukkin plahrum geleneği, zamanla piskoposların bir araya geldiği ve ilâhî, siyasî ve kilise içi yönetsel meseleleri tartışarak karâra bağladıkları bir plâtform hâlini aldı.
Modern paganlık, önceleri bu konsüllere katılan piskoposların kendi özgür irâdelerince karar aldığına îmân etti, İznik Konsülü'nden sonra ise konsüllerin aslında Kutsal Ruh'un gözetiminde düzenlendiğine ve Kutsal Ruh'un her an tartışmaların seyrini yönettiğine îmân ettiler. Sonunda da konsül kararlarının evrensel olarak bağlayıcı olduğunu, bunların tartışılmasının tanrı kelâmının tartışılmasıyla eş değer olduğunu ilân ettiler. Tanrım…
Görünen o ki, İznik Ukkin Plahrumu'nda Tanrı, Meryem Ana ve İsa Mesih arasındaki ilişkiler hakkında pagan inançlarını dirilttikleri yetmediği gibi, bir de aldıkları kararların da aslında Tanrı isteği olduğuna kendilerini inandırdılar, Hıristiyanları bu saçmalıklara inanmaya zorladılar; böylelikle, Ekur râhiplerinin zırvalıklarını da yeniden dirilttiler.
Tanrı ile İsa Mesih arasında iletişimi sağladığına inandıkları Kutsal Ruh'u şimdi bir de kendileriyle iletişime soktular ve İsa Mesih'ten yüz çevirmeleri kolaylaştı. Artık, ukkin plahrumlarda alınan kararlar, İsa Mesih'in sözlerinin ve öğretisinin önüne geçecek ve modern paganlık, Hıristiyanlığa iyice yabancılaşacaktı.
Böylelikle Vatikan, kendi ekonomik ve siyasî tasarruflarına uhrevî bir temel sağladığı gibi, bunları uygulamasına karşı çıkanlara gösterdiği tepkilere de uhrevî bir temel sağlamış oluyordu. Örneğin, Bordeaux Konsülü kararlarını tanımayacağını ilân eden Avila Piskoposu Priscillianus ve berâberindekilerin Şeytan'a hizmet etmekle suçlanarak diri diri yakılması ve Senato'nun buna kayıtsız kalması, bu dönüşümün örneklerinden yalnızca biridir.
Her ne kadar, İznik Ukkin Plahrumu'ndan sonra Hıristiyanların, Katolikler ve Ortodokslar olmak üzere ikiye bölündüğü zannedilse de aslında ikiye bölünen modern paganlıktı. Ortodoksların yalnızca ilk yedi konsül kararlarının evrensel ve ilâhî olduğuna inanmaları bile, ukkin plahrum kararları ile tanrı kelâmını bir ve aynı tutmak değildir de nedir!
Aslında, tüm konsül kararları reddedilmesi gerekirken Ortodokslar bundan kaçınmakla, kendi mezheplerinin modern paganlığın biraz değişik bir versiyonu olduğunu da kabul etmiş oldular. Ama, bizim tarikatımız onların yapamadığını yaptı; tüm konsül kararlarını, Vatikan'ı, Vatikan Hıristiyanlığının bütününü reddetti.
Tizard, tüm varlığıyla modern paganlığa cephe aldı ve sonunda da aforoz edildi. Dolayısıyla, Tizard'ı ve tarikatımızı Katolikler aslâ anlayamayacak olduğu gibi, Ortodokslar da aslâ anlayamayacak. Çünkü, her iki mezhep de insanın tanrı olma isteğinin resmidir ve bizim tarikatımızda bu saplantıya aslâ yer yoktur.
Ve her iki mezhep de bu saçmalıkların farkına varmış olmalıdır ki, değişen zaman ve şartlara bağlı olarak konsül kararlarını sık sık gözden geçirmek ve onlarda birtakım düzeltmelere gitmek zorunda kalmışlardır. Peki, mâdem bunları değiştirecektiniz de ta Avila Piskoposu Priscillianus ve berâberindekilerden bu yana, bu kararların tanrı kelâmı olmadığını söyleyenleri niye yaktınız! Tanrım…
Ne kadar acıdır ki, her iki mezhep de hâlâ tanrı kelâmının aslâ değiştirilemeyecek hükümde olduğunu ve hiç kimsenin tanrı kelâmı niteliğinde bir söz söyleyemeyeceğini, böyle bir görüş ortaya koyamayacağını anlayamıyor. Hiç değilse ilk Protestanlar, bu ukkin plahrum geleneğinin iğrençliğini anlamış gibi oldular; ama, sonradan onlar da bu geleneği değişik formlara sokarak devâm ettirdiler, kendi ukkin plahrumlarını kurdular.
Ukkin plahrum geleneğinin Tapınak Şövalyeleri'ne geçmesiyle birlikte bu gelenek, artık hemen tüm insanlık değerlerinin açıkça çiğnendiği; ekonomik, siyasî, kültürel, toplumsal ve askerî birtakım meselelerin görüşülerek alınan kararların bizzat Tanrı'ya affedilmesi sûretiyle meşrûlaştırıldığı; yâni, Tanrı'nın bu iğrençliklere ortak edildiği çok daha tiksindirici bir niteliğe büründü.
Tapınakçıların ukkin plahrumlarından başta yağma, talan ve işkence olmak üzere, hemen tüm insanlık suçlarına onay çıktı. Ancak maalesef, bu suçların hesâbını soran çıkmadı; hem üstelik, bu suçlar ilk önceleri Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda örtbas edildi, sonra da yine bizzat Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda haçlı seferleri sırasında Müslümanlara ve Yahudilere karşı, Avrupa'ya döndüklerinde de biz Naturalistlere karşı gerçekleştirildi.
Başlangıçta Paynslı Hugues ile Saint Omer'in örgütlediği özel bir ekibin koruyuculuğu altında, Kudüs'ün Caesarea ve Hayfa yerleşim birimleri arasındaki dağlık arâzîyi koruyan Tapınakçıların koruyuculuğu altında haç görevini yerine getiren modern paganların güvenlik gereksinmeleri zaman içinde artmış ve doğal olarak, bu ekip içinde birtakım değişiklikler ortaya çıkmıştı. Eleman sayısı arttıkça da örgüt içi disiplini sağlamak zorlaşıyor, örgütten beklentiler de katlanarak artıyordu.
Kudüs'teki modern paganları korumak için Patriğin önünde yemin etmelerinden sonra Kudüs Patriği onlara, belirli türden bir özerklik tanıdı; belirli bir miktar toprağı, gelirlerini pay etmek üzere onlara tahsis etti. Daha sonra da bu örgüte, Süleyman Tapınağı'nın Davut Kulesi tahsis edildi ve örgüt, İsa Mesih'in Yoksul Şövalyeleri adıyla anılmaya başlandı, zamanla da Tapınak Şövalyeleri adını aldılar.
Örgütlenme modellerini de kesin ilke ve esaslara dayandırdılar ve bunlara mutlak itaati öngördüler, bu ilke ve esasların Kilise tarafından olumlanmasını sağlayarak bunlara kutsiyet atfettiler. Daha sonra da bu ilke ve esasları (Aziz!) Bernard öncülüğünde Kurallar adlı bir broşürle yazıya döktüler, Tapınakçılara yapılan maddî yardımların bizzat Tapınakçıların istek ve hedefleri doğrultusunda özgürce kullanılmasını mümkün kıldılar.
Vatikan, yanlış hatırlamıyorsam 29 Mart 1139'da yayınladığı Omne datum Optimum isimli bildiride, bu özerkliği artık resmen tanımış ve ilân etmiş oluyordu. Böylelikle Tapınakçılar, istedikleri hemen her toprağa el koyma hakkına da sâhip oluyor, başlattıkları din emperyalizmi Kudüs ve civârında terör estiriyordu. Tanrım…
(Aziz!) Bernard, bu Kurallar'da Sümerlerin hemen tüm tapınak kültlerini modern paganlara duyurmuş oldu. Bu kültleri nereden öğrendiğini tam olarak bilmiyorum; ancak, Kudüs'teki Talmud yazarlarından veya sözde Yahudi bilginlerinden öğrenmiş olma ihtimâli çok yüksek. Çünkü, bu yazarlar ve bilginler, eski tapınak kültlerini başta Süleyman Tapınağı olmak üzere hemen tüm sinagoglarında devâm ettirmişlerdi.
Tapınakçılar da bunları öğrenmiş ve sürdürmüş olmalılar; örneğin, tapınak kardeşliğine bir kadının alınması açıkça yasaklanmış olduğu gibi, Tapınakçıların evlenmeleri ve hattâ, bir kadına el sürmeleri bile açıkça yasaklanmıştı. (Aziz!) Bernard, Tapınakçılara tahsis edilen Süleyman Tapınağı'nın başına bir baş râhip, sonradan verilen isimle; Büyük Üstat atanmasını öngörmüş ve onu tapınaktaki hemen her işten birinci derecede sorumlu tutmuştu.
Sümerler ise bu baş râhiplere en derlerdi; enler, tanrıların özel işlerinden birinci derecede sorumlu râhiplerdi. Tapınakçılar için de Büyük Üstat, düzenledikleri ukkin plahrumlarda Tanrı'dan emir alır(!), bunu onlara bildirirdi(!). Sümerlerde enler, aynı zamanda da tapınağa alınacak râhipler hakkında son karârı veren kimselerdi. Bu râhiplerin kayıtlarını da şatamlar tutardı. Tapınakçılar da bu şatamlara tapınak komandörü adını vermişti.
Tapınakçılar için de Büyük Üstat, tapınak kardeşliğini benimseyen bir kimse hakkında son sözü söylerdi. Ayrıca, hem Sümerler için, hem de Tapınakçılar için tapınak içinde herhangi bir nedenle herhangi bir anlaşmazlığa düşülürse, daha önce benimsenmiş olan ilke ve esaslar bu baş râhiplerin özgün yorumlarına göre yeniden değerlendirilir, baş râhibin ağzından çıkan her söz mutlak hakîkat kabul edilirdi.
Sümer tapınak kültlerinde şatamların bir diğer görevi de tapınağa yapılan bağışların kaydını tutmaktı. Bu işi Tapınakçılar da tapınak komandörlerine tahsis etmişlerdi. Bu komandörler, tuttukları kayıtları belirli periyotlarla düzenlenen ukkin plahrumlarında Tapınakçılara sunar, bağışların ne şekilde kullanılacağı Büyük Üstat'ın öncülüğünde karâra bağlanırdı.
Sümer tapınak kültlerinde dînî törenleri düzenlemek, büyülerden korunmak, kehânette bulunmak, rüyâları yorumlamak ve yemek pişirmek de ayrı ayrı râhipler tarafından yerine getirilir, tapınak içinde bu râhipler arasında özel türden bir hiyerarşi bulunurdu. Ve bu hiyerarşi, günlük davranış kalıpları arasındaki farklılıklarla sürekli canlı tutulurdu.
Sümerler, dînî törenleri düzenlemekle sorumlu râhiplere paşişu, büyülerden korunmakla sorumlu râhiplere aşipu, kehânette bulunmakla sorumlu râhiplere maş-şu-gid-gid, rüyâları yorumlamakla sorumlu râhiplere şa-ilu ve yemek pişirmekle sorumlu râhiplere de nuhammitu demişler, bu râhipler arasında yukarıdan aşağıya bu sıradan oluşan bir hiyerarşi kurmuşlardı.
Aynı hiyerarşi, şu sıralar hahamlar arasında da uygulanmaya devâm ediyor mu, bilmiyorum. Ancak, Kenneth Ouchi'ye bakılırsa, bu hiyerarşi erken dönemlerde sinagoglarda da benimsenmiş ve haçlı seferlerinin yaşandığı dönemlerde de başta Kudüs olmak üzere Trablusşam ve Antakya gibi Yahudi yerleşim birimlerinde de aynen sürdürülmüş.
İbn-î Ceydân bin Ekber, Bâbillilerin en önemli dînî merkezlerinden biri olan Borsippa'nın, İsin'in kuzeybatısında, başkent Bâbil'in de güneyinde kaldığını söylüyor. Eğer doğruysa, bu kentte de yerleşimler çok eskilere dayanıyor olmalı; ancak, kenti Hammurâbi'nin ele geçirmesinden sonra burası Bâbillilerin kutsal mekânlarından biri hâline gelmiş.
Rubert Pilkington, Lagaş kazıları sırasında bana Borsippa'nın koruyucu tanrısının Nabium, tapınağının da Ezida olduğunu ve bu kenti Hammurâbi ele geçirdikten sonra Ezida'yı Marduk'a adadıklarını söylemişti. Kuvvetle muhtemeldir ki, Nabium'un Marduk'un oğlu olduğu inancı bu dönemde doğmuştur; çünkü Ezida râhipleri, Nabium ile Marduk arasında sağlam bir bağ kuramamış olsalardı işsiz kalırlardı!
Erken dönemlerde Nabium, Sümerli lugalizlerin koruyucu tanrısıymış. Sümerler için lugalizlerin görev ve sorumluluklarının önemi, zamanla Nabium kültünü geliştirmelerini sağlamış olmalı. Benim şahsî kanaatim bu yönde. Sümer ülkesinde lugalizlerin en temel görevleri ise kent krallarının emir ve buyruklarını yazıya geçirmekti.
Hem, krallarına ilişkin methiyeler yazmak ve bunları korumak, boş zamanlarında da tapınaklara gidip kayıt tutmaları sırasında şatamlara ve dînî törenlere ilişkin esasları, ilâhîleri ve birtakım ahlâk kurallarını yazıya geçirmekte olan paşişulara yardım etmek de lugalizlerin göreviydi. Dolayısıyla lugalizler, Sümerler için geçmiş ile gelecek arasında bir köprüydü.
Sümerler, Nabium'un lugalizleri ifritlere ve gidimlere karşı koruduğuna inanmışlardı. Lagaş'ta bulduğumuz bir silindir mühür bize bunları açıkça gösteriyordu. Hem bu mühürde, Nabium'un simgesi olarak kama belirlenmiş, Nabium'u yarı yılan, yarı ejderhâ garip bir canlının üzerinde göstermişlerdi ki, bu canlı aracılığıyla lugalizleri ifritlere ve gidimlere karşı koruduğuna inanmış olmalılar.
İbn-î Ceydân bin Ekber, Kiş kentinin Borsippa'nın kuzeyinde, Eridu'nun da kuzeybatısında olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Kiş, Bâbil'in doğusunda olmalı. Ve İbn-î Ceydân bin Ekber'e bakılırsa bu kent, Tufan'dan sonra Sümerlerin ilk başkentliğini yapmış. Kuvvetle muhtemeldir ki Kiş, bu dönemde büyük bir ticâret ve kültür merkezi hâline gelmiştir ve Kiş kralları da büyük bir itibâr kazanmıştır.
Ama maalesef, bugün itibâriyle arkeoloji dünyâsı, Kiş hakkında da fazla bir şey bilmiyor. Biz Lagaş'ta, Kiş krallarından biri olabileceğini düşündüğümüz Etana'ya ilişkin bir methiye bulmuştuk. Tablete de Etana Destânı Tableti adını vermiştik. Ve ne yazık ki tablet, çok kötü bir hâldeydi ve bu methiyeyi tam olarak sökmeyi başaramadık. Ama, söktüğümüz kadarıyla Etana, kısırlığı ortadan kaldıracak bir bitki bulmayı başarmış ve bunu halkıyla paylaşmış.
İbn-î Ceydân bin Ekber, Sippar kentinin Bâbil'in kuzeyinde, Kiş'in de kuzeybatısında olduğunu söylüyor. Hammurâbi zamânında bu kent de oldukça önemli bir kentmiş, Elâm Kralı Nahhunte tarafından yağmalandıktan sonra ise eski önemini kaybetmiş. Kentin en önemli yapısı olan Şerida Tapınağı'nı da Kral Nahhunte yıktırmış. Daha sonra Bâbil Kralı Nabuapaliddina, tapınağı yeniden yaptırmış.
Sümer mitolojisine göre Şerida, Utu'nun karısıdır. Utu da Larsa'nın kent tanrısı olduğuna göre, Sipparlılar ile Larsalılar arasında ya çok sıkı bir ticâret ilişkisi vardı, ya da birinden biri diğeri üzerinde siyasî egemenlik kurmuş ve tanrılarını birbirleriyle ilişkilendirmişlerdi. Ama maalesef, bu konu da şimdilik belirsiz.
Aman tanrım! Saat sabahın dördü olmuş. Yazmaya dokuz buçuk gibi başladığıma göre, altı buçuk saattir yazıyorum demek ki… Zamânın nasıl geçtiğini hiç anlamadım doğrusu. Ama, bu doğaldır; uzun zamandır hiçbir şey yazmamanın verdiği açlıkla, kendimi bu işten alıkoyamadım. Seyahatül Emînil Mihmandar, biz Sümerologlar için gerçekten de bulunmaz bir hazîne…
Şu an tam karşımda duran kâğıt yumağına bakıyorum da Edward, kitabın Mezopotamya bölümünü kopyalamayı bitirmiş ve bunu bana yatmadan önce söylemiş olmalı, ama duymamışımdır. Ben de üstümü çıkartıp Edward'ın yanına gideyim. Yârın; yâni bugün, bunları Pazar Âyininden önce Carlo'yla konuşmalıyım. Daniel'le de konuşacaklarım var. Onlara kitaptan bahsetmeyi ise şimdilik düşünmüyorum. Neyse. Şimdi yatacağım…
3 Mayıs 1885
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
NEYLERSİN BE ÜSTAD…
Kelimeler, Beynimden Çıkacak Sözler Tükendi Artık…
Ne Şarkılar beni anlatabiliyor,nede Aşk Üzerine yazılmış cümleler…
Bir İki Atasözü ,araya özlü sözler şarkı olmuş,nasıl avutsunki beni…
Yoruldum Üstad,Role giremiyorum motivasyonumu kaybettim…
Hep bir roman yazıyorum,Ölümüne Kadar Giderim Diyorum..
Ama nerde be üstad,Pat bir tekme yerde buluyorum kendimi…
Ayağa kalkıp yola devam etmesi biraz zaman alıyor bende üstad…
Bende hiç yalan yok biliyormusun üstad,Neyi görüyosam ona inanıyorum…
Annem söylemişti ama üstad,Seni kandırırlar olum İcraatı olmayan sözlere inanma…
Bir Delikanlı bu devirde kolay yetişmiyor üstad,Ama çok kolay harcanıyor…
Sana bir sır vereyimmi Üstad; Benide Harcadılar Hemde Çok Fenna…
Ahh Ahhh çözemedimki, ben başroldeyim zannediyodum,ama figüran bile değilmişim…
İyilik Yap Denize At Derler Üstad,Bizde Deniz Dalgalı Atıyorum Kaybolup Gidiyor,
Varmı Karşımda Durabilecek,Toplayın Bütün Hokkabazları,Nasıl Kaybediyorum Hepsini..
Boş ver be üstad,Biz Delikanlı Adamız Kimsenin Umudunu,Hayallerini Kırmak Bize Yakışmaz..
Benden Adam Olmaz Üstad,Onların Beni Kırcağını Bile Bile Yinede Yapamayız..
Olmadı Mı Bir Daha, Oldurana Kadar Denicez Neylersin be Üstad…
Biliyorum Çok Kızıosun Bana, Diyorsunki Bile Bile Ateşe atarmı insan kendini,
Kahramınlığı Kahpeler Yazar Olmuş Üstad,Bıraktım Onlara Bakalım Nereye Kadar Yazacaklar..
Hayalimde Robot Resmini Çizdiğim Sevgiliyide Buldum Ama,Dışı Beni İçi Seni Yakar Be Üstad…
Sen ve ben Az şey geçirmedik,Neleri Atlattık ama bu seferki ağırdı be üstad…
Bizim Son Kullanma Tarihimiz Çoktan Geçmiş Be Üstad..
Şimdi Bizim Bütün Baharlarımız Açsa Ne Yazar, Açan Bütün Güllerimiz solmuş Zaten..
Sen ve ben bir çok düzyazı olan şiirlerin altına imzamızı attık..
Ama Gel Gör ki Üstad, Ben Bir Şairim Ama Kendimi Yazamıyorum…
Muharrem Enes DENİZ
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…
Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.
Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.
Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|