|
|
|
Editör'den : Başka yolu var mı Allah aşkına!.. |
Merhabalar,
Siyasette üslup tartışması giderek büyüyor. Son derece iyi niyetli pekçok yazar, düşünür, bilim adamı da her yerde aynı mesajı vermeye çalışıyor. "Memur Kemal Efendi" "Recep Bey" gibi zararsız sıfatların yanında, hakarete ramak kala dönülen kelimelerin çokluğu gözden kaçmıyor. Recep Bey'in bu konudaki duyarlılılığını(!?) iyi bilenler asıl Kemal Bey'e kızıyor. Hatta ben de bir önceki yazımda bundan dem vurmuştum. Sataşmalara cevap vermek için harcadığı mesaiyi, "Neden Hayır Denmeli?" tanıtımları için kullansa daha iyi olur demiştim, yalan yok.
İyi de, devletin her türlü olanağını "Evet" kampanyaları için fütursuzca kullanan, "temel atma" "açılış yapma" gibi gerekçelerle gezilerini kılıfına uyduran, mitingleri bedavaya getiren, kalabalık etsinler diye tüm üst düzey devlet memurlarını seferber eden, memurları otobüslerle meydana taşıyan, ellerine verdiği bayrağı, kumanyayı bütçeden karşılayan, üstüne üstlük, mikrofonu eline alınca en iyi bildiği şeye sarılıp, sadece çamur atan, Recep Bey'imizin bizzat kendisi değil mi? Sadaka hegemonyası altında şakülü şaşmış sıradan vatandaşın, eline geçen üç kuruştan da olmamak adına o meydanlara gelip şakşakçılık yaptığını, köy köy, mahalle mahalle dolaşıp, "Evet" oyu vermeyenin yeşil kartlarını iptalle tehdit edildiklerini sağır sultan bile duymadı mı? Ramazanda iftar çadırlarını kaldırıp yerine sefertası servisi koyanların, birebir beyin yıkmaktan başka ne gibi bir amacı olabilir ki?
Bunları, demokratik bir ortamda yapılan propaganda hakkı olarak yorumlayanlara bir çift sözüm var. Kafanızı kaldırıp ağaç dallarına bir bakın, tek bir "HAYIR" pankartı var mı? Oysa, belediyesinden, spor kulubüne, sütüçüsünden kasabına, irili ufaklı her yalakanın bir "Evet" pankartı asılı en görünür yerlerde. Bu da yetmiyor, devletin valisi "HAYIR" propandası yapıp halkın seçme hakkına saygısızlık edileceği gerekçesiyle, TKP'nin stand açmasına izin vermiyor. İstanbul'un yeni valisinden söz ediyorum elbette. Eskisinin gösterdiği üstün muvaffakiyet(!?) sayesinde bir üst rütbeye yükseltilmesinden feyz almış olacak ki, daha dakka bir gol bir tavır koymaktan geri kalmamış.
Hoş, ben boşa konuşuyorum. "Ben bu davanın savcısıyım." diyen başbakanın yargıyı etkilememiş(!?) sayıldığı bir memlekette, alınan bir kararı eleştirdi diye yargıyı etkilemekle suçlanan eski ana muhalefet genel başkanına fezleke düzenlenmeye çalışılıyor, elimizden birşey geliyor mu? Gelmiyor.
"12 Eylül'le hesaplaşıyoruz." yalanını millete fütursuzca söylemeye devam edenlere, "Nasıl hesaplaşıyorsun, bir göster hele." diye yekten diyebiliyor muyuz? Birazcık dediğimizde de, asıl anlaması gerekenlere ulaşabiliyor muyuz? Hayır. "27 Nisan bildirisini bizzat ben yazıp internete koydum." diyen paşayla ölümüne sırdaş olabiliyor, bunda bir beis görmüyor, ama 30 yıl önce elini ayağını öptüğü paşalarla Anayasa değişikliği yaparak hesaplaşıyor, öyle mi? Güldürme bizi Recep Bey güldürme. Bunlar "kankalık" müessesinin de içine ettiler. Biri devlet sırrı açıklanamaz derken diğeri, özel konuşmadır, benimle mezara gider diyebiliyor. Amcalar, hele önce aranızda bir karar verin, özel midir, devlet sırrı mı? Çifte standartlı nalıncı keserleri her yerde kol geziyor. YAŞ çekişmesinin sonucu "balyoz" rafa kalkabiliyor ama 2 yıldır, neyle suçlandıklarından bile bihaber öğretim görevlileri, gazeteciler, bilim adamları içeride tutuklu yatıyor. Bunun siyasetle ne ilişkisi var diyen tatlısu demokratlarına sesleniyorum. Haklısınız hiç ilişkisi yok, bu siyasetin ağa babası. Peki ya sendikal örgütlemenin önünü açmak için Anayasa değişikliği yaptığını söyleyen Recep Bey'in, "HAYIR" deyip kendini eleştiriyor diye uluslararası platformlarda kabul görmüş yargıç ve savcı örgütlenmesi YARSAV'a savaş açmasına ne diyorsunuz? O vakit kulağınıza su kaçıyor değil mi?
Ne diye başladık nerelere geldik. Laf lafı açtığına göre belli ki hepsi birbiriyle içiçe aslında. Birileri tarafından çok önceleri yazılmış, kurgusu yapılmış senaryo, devlet destekli, festival garantili filme çekiliyor. Set bedava, oyuncular kulluk sınavında. Yönetmenin elinde megafon, sağa sola saldırıp küfrediyor, olmayanı varmış gibi gösterip yapımcıya yaranmaya çalışıyor. Sonra biz kalkmış Kemal Bey'e "Üslup" dersi vermeye kalkışıyoruz. Başka yolu var mı Allah aşkına? Bu adamlarla başka türlü baş etmenin, garip vatandaşı uyandırmanın bir başka yolu var mı? Anladıkları dilden, anladıkları üslupla cevap vermezsen bu sefer de "pısırık" damgasını yiyecek Kemal Bey'den başka ne yapmasını bekliyorsunuz? Elbette Recep Bey'e hakkettiği cevabı verecek. Aslında bu cevap Recep Bey'e de değil, vatandaşa verilecek. Okuma özürlü vatandaşlarımızın duyma yeteneğine bir katkısı olması dileğiyle Kemal Bey'in tavrına sonuna kadar destek veriyorum. Eh bu durumda kendisinden, biraz daha aktif, en az takunya cemaati kadar örgütlü bir çalışma istemek te hakkımız. Bakın Hüseyin Çelik'e, bir televizyon programında referandumda "HAYIR" diyeceklerini beyan eden sanatçıları bizzat arıyarak "Gerçekten mi? Sanırım aslında öyle demek istemediniz(!?)" diye sormuş. Var mı bundan öte pespayelik? Özgürce fikir beyan etme hakkı bile olmayan sanatçılarla kahvaltı etsen, suşi yesen kaç yazar Bay Çelik? Kandırılmaya, sömürülmeye sonuna kadar "HAYIR".
Hayırlı Ramazanlar, serin günler dileğiyle, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SABAHA METHİYE |
|
Eskiden uykuyu gecenin dolambaçlı yollarında kaybedince yatakta boş yere dönüp durmaktansa oltayı alıp limana balığa giderdim. Şimdi internette gazete sayfalarını dolaşıyorum. Uyku bazen her şeyden daha inatçı çıkar, bir türlü gelip bedenimizi teslim almayı istemez. İşte bir kaç gün önce öyle sabahların birinde sessizce çıkıp gittim evden. Uyuyanların kan uykuları bozulmasın. Limana gitsem bütün bahçeler kapalı. Bahçeleri bırak daha çorbacılar bile açmamışlar üstelik. Ne yapsam ne yapsam diye düşünüp dururken vurdum kendimi ada burnuna. Sis düdüğünün üzerinden denizin uçsuz bucaksız açıklığında güneşin doğuşunu izlemeyi seçtim. Günün ilk ışıklarında biraz göz gözü seçer olduğunda martılar uçuşmaya başladı. Bu hayvanlar son yıllarda bir acayip oldular zaten. Gece bile kentin üstünde uçup duruyorlar. Oysa yarasa ve baykuş hariç diğer kuşlar gece göremez diye öğretmişlerdi bize. Demek ki yanlışmış...
Romantizmin fotoğrafında bir erkeğin tek başına güneşin doğuşunu izlediğini göremezsiniz. Mutlaka bir de kadın olmalı. Hatta azıcık birbirine sokulmalılar. Ayaktaysanız illa kadının eteklerinde, erkeğin paltosunun kenarlarında oynaşan hafif bir rüzgâr da olmalı. Oysa ben bir başımayım ve ayağımda şort var. Mevsim yaz, başka ne giyilebilir ki zaten? Romantizmden kurtulup kendi başına buyruk bir gün doğumu da inanın çok şey anlatıyor. Tan yeri ağamaya başlarken deniz üzerindeki cilalı kapkara kıpırtılar hızla renk değiştirmeye başladılar. Önce gri oldular sonra birkaç dakika içinde laciverde dönüşüverdiler. Güneşin doğacağı yer kendini göstermeye başladı. Denizin üzerinde bir bölge usul usul pembeleşmeye başladı. Deniz sanki kocaman bir günü doğuracaktı. Ben geldiğimde çalıların tepe yapraklarında oynaşan hafif bir rüzgâr vardı. Ansızın bıçak gibi kesildi. Her yer, her şey sus pus oldu. Sadece kayalığın aşağısındaki sık çalılıklarda bir bülbül ötüyordu. Denizin yüzü renkten renge koşarken bir süre pembede takılıp kaldı. Bülbülün sesi, denizin pembesi buluşup bir mucizeye can verdiler. Güneş küçük bir aralıktan denizin üzerine sızmaya başladı. Bunu daha önce de görmüştüm. Karanlık bir odaya tahta kapının aralıklarından sızar gibiydi. Güneşin denizin üzerine dökülen ilk huzmeleri denizin üzerindeki pembeliği önce turuncuya daha sonra kırmızıya çevirmeye başladı. Bu güneşin doğuşunun resmi değildi. Sanki denizin karnı kanıyordu. Önce deniz kızardı, sonra sahildeki kayalar, çalılar ve otlar, ardından deniz feneri… Benim yüzüm, ellerim, ayaklarım hatta saçlarım bile kızardı. Ben, deniz, ağaçlar, martılar, açıktan geçen gemi ve fener bir bütün olduk. Güneşin doğuşuna, kırmızıdan bir çağlayana karışıp gittik.
Güneş kırmızı havlusunda kurulana kurulana, santim santim çıktı denizin koyu maviliğinden. Can evini bırakıp yükselmeye başladı. Gökyüzünü grisini kırmızıdan sonra sarıya boyadı. Yıldızları kucakladı, toplayıp bohçasına attı. Sonra maviler saçtı bir de beyaz bulutlar sabahın üstüne. Bir ben gördüm, bir deniz feneri, bir da Gazi Kayası açıklarından geçen Rus bir gemici. Yarım saat içinde on binlerce sihir geçip gitti. Belleğimde binlerce resim, içimde çocuksu bir heyecan kaldı geriye. Bunu en kısa zamanda yeniden yapmalıyım dedim. En kısa zamanda, hatta yarın sabah yine bu saatlerde burada olmalıyım.
"Sen sabahlara benzersin sevgilim," diye bir cümle okumuştum zamanın birinde. Bu kesinlikle yalan ve çok abartılı. Hiçbir kadın küçücük zaman dilimlerinin denize, denizin buluta, bulutun martıya, ağaçlara, bülbülün sesine karıştığı bu büyülü ve kısa zaman dilimi kadar güzel olamaz. Bu cümle hemen düzeltilmeli. Sen güneşin ilk ışıklarında yıkanan Karantina Koyu'na benziyorsun, sevgilim denilebilir örneğin… Denizin üzerinden sabahın ilk ışıklarında geçen geminin çizdiği resimlere. Kıpır kıpır, değişken ve uçarı… Şunu söylemek istiyorum. Sabahın tek bir görüntüsüne benzesin sevgili, sözümüz yok. Ama sabahın bohçasındaki bütün tılsımlara, bütün güzelliklere benzetilmesin sakın. Sabaha ayıp, kadına yazık, güneşe haksızlık olmasın…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu ULUSLARARASI 8. BODRUM BALE FESTİVALİ |
|
Bodrum'da kültür ve sanat etkinlikleri son günlerde zirve yapmış durumda. İnsan hangi etkinliği seçeceğini bilemiyor.
Önümüzdeki cumartesi akşamı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 8. Uluslar arası Bodrum Bale Festivali başlıyor. Bodrum Belediyesi'nin de destek verdiği program 1 Eylül'e dek sürecek.
Genel Müdür Prof. Rengim Gökmen Sunuş kitapçığında : "Dans, insanoğlunun binlerce yıllık gelişim serüvenine eşlik eden en olağanüstü anlatım dilidir. Bu anlatımın yüreği sekiz yıldır ağustos ayında Ege Denizi'nin incisi Bodrum'da atıyor." sözleriyle duyuruyor etkinliği. Festival Sanat Yönetmeni Zeynep Odabaşı bu yılki festivalin temasının "Ülkeler Buluşması" olduğunu belirtiyor.
Festival Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünün sahnelediği "Barbaros" la başlayacak.
Barbaros, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatını ve 16. Yüzyıl Akdeniz Türk Akıncılığını çağdaş dans ve tiyatro üslubuyla anlatan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlü ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının ortak projesi.
Eserin özgün yaratısı Beyhan Murphy'e ait. Beyhan Murphy, Londra Dans Okulu mezunu. Uzun yıllar yurt dışında çalıştıktan sonra Modern Dans Topluluğunu kurmak üzere 1992'de Türkiye'ye davet edilmiş. O zamandan bu yana birçok projeye imza atmış biri. Post, Afife( Afif Jale'nin hayatı) Seyahatname, Güldestan ve Hüsn-ü Aşk'a Dair bu eserlerden bazıları.
Eserin müziklerini de benim de hayranı olduğum Mercan Dede yapmış. Erkeklerin oynadığı bir bayanın eserinin Türk tarihinin şanlı bir ismini gündeme getirmesi bile çok güzel.
Tango'dan Sirtaki'ye Festivalin ikinci gösterisi. 17 Ağustos akşamı sahnelenecek olan bu gösteriyi İtalya'dan Ulusal Raffaele Paganini Topluluğu gerçekleştirecek. Raffaele Paganini aynı zamanda oyunun koreograflarından biri, bir diğeri de Luigi Martelletta.
Bodrum 20-21 Ağustoş akşamları İspanya'dan "Flamenko Kanı" izleyecek. Bu gösterinin koreografları Carlos Rodriguez ve Angel Rojas. Bu sanatcılar aynı zamanda oyunun baş dansçıları. Oyunun tanıtım broşüründe " Flaman Kanı, birbiriyle iç içe geçerek gösteriye özel bir dinamizm katan bir 'palos flamencos' ( bulerias, tangos, zapatead, jaleos, martinetes vs. ) dizisidir." Denilmekte. İzleyip öreceğiz.
24 Ağustos akşamının konukları ise Kore'den . Koreliler bize Bach'tan Günümüze Bale Adımları'nı sunacak. Gösterinin üç koreografından biri İsviçreli, oldukça deneyimli bir sanatçı Heinz Sproerli; diğeri de Amerikalı William Forsythe; üçüncüsü de Ohad Naharin'dir. Bach'ın müzikleriyle harmanlanan Amerika'dan Kore'ye uzanan bakış açılarıyla oluşturulmuş bu gösteri bize sanatın evrensel gücünü bir kez daha gösterecektir.
28 Ağustos akşamının konukları bizden. İzmir Devlet Opera ve Balesi Otello'yla sahne alacak. Oyunun koreografı Uğur Seyrek. Otello, Shakespeare'in , birçok sanatseverin yakından bildiği bir oyun. Bence herkesin bildiği bir oyunu oynamak cesaret ister. İzmirli dostlarımızın bize gerçek bir sanat ziyafeti sunacaklarından kendi adıma eminim.
31 Ağustos ve 1 Eylül akşamlarının sunusu Sofya Opera ve Balesi ve İrek Mukhamedov tarafından gerçekleştirilecek. Onlar da sanatseverlerin yakından bildiği bir eseri sahneleyecekler: Zorba
Oyunun baş koreograf İrek Mukhamedov, Kazan'lı bir sanatçı. Bolşoy Balesi'nde yetişmiş. 1996'da da İngiliz vatandaşlığına geçmiş. Lorca Massine de gösterinin ikinci koreografı.
Zorba, Ege'nin karşı yakasından, Nicos Kazancakis'in ünlü romanı. Eserde Aleksi Zorba'nın yardımıyla nazari yaşamdan kaçıp kurtulma ya çalışan bir genç Yunanlının öyküsü anlatılıyor. Eser 1964'te aynı adlı bir filme 1968'de de bir müzikale uyarlanmış. İzleyeceğimiz bale gösterisinin müzikleri ise bir başka büyük usta Teodorakis'e ait.
Böylesine zengin ve düzeyli gösterilerden dilerim Yatağanlı, Muğlalı Milaslı sanatseverler de yararlanır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Hacivat'ı Büdü olanın Karagöz'ü Edi'dir - 3 |
|
- Hay-i hak ..! Aaah ah ..! Ne zaman geldi geçti Recep, ne zaman bitti Şaban, bir de bakıverdim hayırlısıyla gelivermiş Ramazan. Muhterem Karagöz'üm; şahsınızda tüm Kahve Molası eşrafına bir selam, sizinle de 3-5 kelam edeyim demiştim...
Bunca laf yerine bir tepsi baklava getirsen çoktan yemiştim Hacı Cavcav..
- Olur mu Karagöz'üm olur mu ? Zaten göbeğin olmuş tepsi gibi, hangi yüzle istersin baklava ?
Az kaldı şimdi kafana geliyor oklava ..!
- Editör'üm Karagöz'üm; nedir bu hiddet ve celal, bak sonra tuttuğun oruç sayılmaz helal. Gel iniver şu kapının önüne bir cümle, sen söyle ben dinleyeyim, ben söyleyeyim sen dinle !
Hacivat'ım Enişte'm, yine ipe sapa gelmez laflar edeceksen baştan patlatayım istersen ensende okkalı bir sille ..!
- Haydi Karagöz'üm, sensin benim ömrümün hasılı...
Sen de benim burnumun geçmek bilmez mayasılı ..! ( Homur homur )
- Yapma böyle, konuşacağına homur homur, haydi gel kahve yaptım buyur...
Patlama geldim mendebur, senin yaptığın kahveden de gelmez hayır ..!
- Eline sağlık, evet pek güzel olmuş diyeceğine; mendebur diyorsun, hayır diyorsun ? Hiç kahve yaptın mı, bunları nereden biliyorsun ?
Tutturdun ille de tek başıma yapacağım bu kahveyi diye, niye evet güzel olmuş diyeyim söylesene bu aşureye niye ?
- İlahi Karagöz'üm, aşureyi nereden çıkardın ?
Hacı Cavcav, kahvenin içine kahve konur, isteğe göre şeker konur. Seninkisi gibi içine 40 tane malzeme katarsan aşure olur..
- Olur olur haklısın ama Karagöz'üm bu seferlik olur de işte, n'oolur...
Demeyeceğim işte ! Ayıkla şu taşları, pirinçleri öyle gel karşıma çık. Kahvenin içinde bu pislikler varken cevabım cık ! Cık cık ..! Hatta; cık cık cık ...!
- Efendim, iştah açsın diye koymuştum içine ben o zeytinyağlı dolmaları..
Açmış açmış, daha önce de açmıştın zaten Hacivat. Hatırla ne çıkmıştı açtığında içinden ? Minare gölgesi, davul tozu.. Bu da ayarsız kantar topuzu...
- Ah be Karagöz'üm, herşeyi ayarlamak istedik zaten ince ince..
Bak bu doğru, buna evet derim işte Hacı Cavcav..
- Vallahi de billahi de çok hoş oldu, çok hoş.. He de sende..
Velakin hem içi boş hem tadı mayhoş... Nasıldı o Dilruba'nın kantosu; hade hade hade hadeee...
- Şahane motif, güzel desen. Ölür müsün yani, he desen, deyiversen ?
Heh heh hee ..! derim de he demem. Şark kurnazlığı derim desem desem, hadi naş naş..
- Olmadı Karagöz'üm olmadı bak. Gözlerime bak gözlerim doldu, iki gözüm yedi çeşme, sular seller gibi yaş. Ben de bu işe kesin taş koyarım, taş. Nah, şuraya yazdım..
Anlaşıldı Hacivat'ım, seninle ayran içip ayrı düşeceğizbelli oldu, o gözyaşlarına benim bile neredeyse gözlerim doldu...
- Şu perde bir cefadır, zevk-ü safa değil, hem de vallahi yalan değil..
Sana hazırladığım halis meşe odunu geliyor, vakit varken eğil ..!
- Ahhh ..! Karagöz'üm yine yıktın perdeyi, eyledin viran..
Öyle uykum geldi ki, atsana şuraya bir divan...
- Divan deme bana, en iyisi varıp gidip sahibine haber vereyim heman...
Gerek yok, naklen yayın aracı kapıda hazır, hem de her zaman...
Ramazan geldi tüm eşrafa hayırlar ola,
Bol köpüklü Kahve, keyifler dolusu Mola...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Nil Demirçepken Sokol |
DOLUNAY
Ay şahit oldu son çırpınışlarımı , sonsuz yalvarışlarımı akıtırken göz pınarlarımdan;
Avuçlarımın arasında yüreğim ; sorgusuz sualsiz sana gelişime ay şahit oldu.
Korku içinde yanan bir bedenin buz kesişine,
Hükmü baştan verilmiş bir sevdanın sessiz boyun eğişine ay şahit oldu..
Sana gelmiştim ...
Avuçlarımda yüreğim...
Ellerinse terliydi..
Dudaklarında başka dudakların izleri...
Gözlerin başka gözlere sürgün...
Sana gelmiştim ... Ama tutuldu dilim , ellerim bağlandı zincirlerle,
Kendi bedenime sarıldım senmişcesine...
Ay şahit oldu bir sevdayı sessizce kurşuna dizişime...
Ve bir düş gördüm o gece,
Sarılmak istedim sana ..
Sarılışım yarım kaldı...
Bir şeyler söyledin sanırım
Duymadım...
Duyamadım
Tek hatırladığım sarılışımın yarım kalışı...
Gözlerimi açtığımda,
Çaresizliğin elleri boğazımda soluksuz kalışıma ay şahit oldu..
Ve utancından denize düştü ay.
Karanlıklarda boğuldum.
Sen de bilmiyordun ya ..
Başka gözlere sürgün gözlerin,
Başka dudaklara tutkulu dudakların ,
Terli ellerin katilim oldu
Ama TEK ŞAHİT YOKTU...
Nil Demirçepken Sokol
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş ABRA KADABRA! |
|
Recep Beye söyleyin…
12 Eylül'de bir şartla " Evet" derim
Üçlü kararnamelerde benimde imzam olacak
Yani vatandaşın katılımıyla dörtlü kararname olacak
Böylelikle "demokrasi dörtleyecek!"
Öyle bana sormadan Emniyet müdürümü alamayacaksın
Valime dokunamayacaksın…
Yaş'ta benimde söz hakkım olacak
Hangi general ile çalışacağım
Ona ben karar vereceğim…
Bilmiyorsan öğren
"Demokrasi böyle olur recep bey…"
Var mı senin Anayasa'nda bu?
(…)
Anayasa " Demokrasi "
Demokrasi " iyi bir Anayasa " demektir.
Ve yasalar o ülkenin bireyleri içindir!
Madem ben bu ülkenin vatandaşıyım
Seçme ve seçilme hakkım var
Askere gidiyor, vergimi veriyorsam.
Anayasa'da ses hakkım değil,
Söz hakkım olacak…
Bana dayatma yaparak, söz hakkı veremezsin
Ona " sus"
Yediğine de " Kul " hakkı denir!
(…)
Yani senin yaptığın gibi değil
Keserim atarım yok!
İşine gelen Emniyet müdürünü tut
İşine gelmeyen valiyi sür
Emir komutandaki savcıların atamasını yap
Seni tınlamayan hâkimleri emekliye ayır
Onun için 12 Eylül'de,
Bende diyeceğim ki " HAYIR"
Ümüğü, sümüğü bilmem
Bu kez gümleyeceksin!
Yok öyle sihirbazlık, abra kadabra
Kimse senin numaranı yemez Recep!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XXVIII |
|
Sabah kalktığımda başım çatlıyordu. Gözlerimi açmakta da epeyce zorlandım. Edward bana âcilen kalkmam gerektiğini, bugün Pazar Âyini yapılacağı için herkesin önünde çakı gibi görünmem gerektiğini söylüyor, bir taraftan da bana masaj yapıyordu.
Gözümü açtığımda, komodinin üzerinde özel bir içecek buldum. Edward, benim bütün gece yazı yazdığımı bildiği için yorgun düşeceğimi tahmin etmiş ve bunu hazırlamış. Ve yataktan kalkar kalkmaz, kendimi banyoya attım. Soğuk bir duş iyi geldi.
Sonra, Edward'la birlikte hazırlanarak yemek salonuna doğru yöneldik. Girişte Dennis'i gördüm. Yüzünde de tuhaf bir merak okudum. Daha günaydın bile demeden, bana kitap hakkındaki görüşlerimi sordu. Küçük, mâsum bir çocuğun heyecânı vardı gözlerinde.
Bense, ayaküstü bir şeyler söyleyip geçiştirdim; henüz yeterli bir inceleme yapamadığımı, biraz daha zamâna ihtiyâcım olduğunu söyledim. Kısa bir süre sonra, masada herkes yerini almıştı. Geary ile Stephen ise tembihlediğim üzere salonda değildi.
Harold, Audrey'e nerede olduklarını sordu. Kaptan Plummer de Geary ile Stephen'in durumlarında bir değişiklik olmadığını, biraz daha dinlenmeleri gerektiğini söyledi. O an için, Geary ile Stephen'in Kaptan Plummer'i kendilerinin rahatsız olduğuna inandırmış olabileceğini düşündüm; ama, şu an böyle düşünmüyorum. Tanrım…
Ortada muhakkak gizli kapaklı bir şeyler dönüyor ve gün geçtikçe içimi kaplayan şüphe atmosferi büyüyor. Neyse, bu meseleye az sonra tekrar dönerim. Dennis, kahvaltı sırasında hemen hiç konuşmadı. Benim tam karşımda oturuyor, sanki hareketlerimi okumaya çalışıyordu.
Sağımda Edward, solumda da Carlo vardı. Bir ara Carlo'ya, kahvaltıdan sonra kendisiyle bir şeyler konuşmak istediğimi söyledim. O an Dennis, gözlerini büyüterek bize öyle bir baktı ki, sanki kendisinden gizli bir şeyler çevireceğimizi düşünüyordu.
Belli ki, benden daha doyurucu bir cevap bekliyordu ve onu geçiştirmem kafasını bulandırdı. Tanıyabildiğim kadarıyla Dennis, aslında çok soğukkanlı bir insan; fakat, bâzen çok fevrî hareketler sergileyebiliyor. Özellikle de işiyle ilgili konularda son derece hassas. Ben onu anlayabiliyorum.
Batı Anadolu'da yaşadıkları, onca acı ve sıkıntıya katlanmak zorunda kalmış olması, Dennis'i mesleğine daha da fazla bağlamış ve hassaslaştırmış olmalı. Ve düşünüyorum da onu ayaküstü geçiştirmekle hatâ ettim. Aslında amacım iyiydi. Hem, Athenagoras'la da görüşmem lâzım. Ama, bunu daha uygun bir dille anlatmalıydım.
Kahvaltımızı tamamladıktan sonra Edward'la birlikte kamaramıza doğru yöneldik. Koridorun bitişiğinde, Nick bana seslendi ve bir şey konuşmak istediğini söyledi. Ben de ona şu an meşgûl olduğumu, Pazar Âyininden sonra kendisini dinleyebileceğimi söyledim. İçeri girdiğimizde de üzerimizi çıkarttık ve Edward'la birlikte mutat şükür duâmızı yaptık.
Sonra da giyindik ve ben, Edward'ı aşağıya; kilere gönderdim ve orada kimseye görünmeden kitabın geri kalan kısımlarını da kopyalamasını söyledim. Az sonra kamaraya Carlo geldi. İhtiyar kurt, hiç vakit kaybetmiyor; belli ki, kendisiyle şu kayıp Eros Tapınağı'yla ilgili bir şeyler konuşabileceğimi düşünmüş olmalı.
İbn-î Ceydân bin Ekber, benim incelediğim bölümde Güney ve Batı Anadolu ile Mezopotamya ve özellikle de Persler arasındaki üç ticâret yolu hakkında geniş bilgiler veriyordu, bunları Carlo'ya danıştım. Carlo ise kitaptan aldığım notları gördü ve bunları nereden bulduğumu sordu. Ben de yolculuğa çıkmadan kısa bir süre önce, British Museum'un arşivinden derlediğimi söyledim.
Carlo'nun yüzünde belli belirsiz bir hayâl kırıklığı vardı. Sanırım, kendisiyle şu Eros Tapınağı hakkında konuşacağıma o kadar inanmış olmalı ki, bana sitem dolu bakıyordu. Yine de Carlo'yla, kitaptan aldığım notlar hakkında uzun uzun konuştuk ve Dennis'in haritaları üzerinden epeyce tartıştık.
Carlo, İbn-î Ceydân bin Ekber'in Pasargad, Hasede ve İpsos ticâret yolları hakkında söylediklerini yanlışlayabilecek hiçbir şey söylemedi ve hattâ, bu bilgileri kendisiyle niye daha önce paylaşmadığım konusunda bana sitem bile etti. Ben, onu da birkaç beylik cümleyle geçiştirmeyi denedim; ama ihtiyar kurt, bana iknâ olmadı.
Aslında, biraz daha dirensem, susmayı kesinlikle başarabilirdim; fakat, İbn-î Ceydân bin Ekber hakkında ivedilikle konuşmak istiyordum; dün bütün gün ve gece boyunca zihnimden geçenleri, kendisine güvendiğim Carlo'yla paylaşmak konusunda kendime daha fazla engel olmamalıyım, diye düşündüm ve sonunda ona durumu anlattım. Tanrım…
Ben konuşurken Carlo'nun beni ne kadar dinlediğinden emin değildim; daha ilk cümlemden itibâren ellerini ovuşturuyor, arada bir Tanrı'ya duâ ediyordu. Carlo, İbn-î Ceydân bin Ekber ve Seyahatül Emînil Mihmandar isimli kitabından haberdâr olmamızı, bunun bu şekilde gerçekleşmiş olmasını Tanrı'nın inâyeti olarak görüyor ve bu yolla, tüm ömrünü adadığı şu kayıp Eros Tapınağı'nın yerinin kendisine Tanrı tarafından sunulacağına inanıyordu.
Bana, kitabı incelemek istediğini söyledi, ona bunun henüz mümkün olmadığını; ama, uygun bir zamanda kitabı ona verebileceğimi söyledim. O sırada içeri Edward geldi ve âyinin başlamak üzere olduğunu, bizi beklediklerini söyledi. Kamaradan çıkarken de Carlo'ya, ağzını sıkı tutmasını ve bunlardan kimseye bahsetmemesini tembih ettim.
Carlo, o kadar heyecanlı ve sevinçli görünüyordu ki, bunu ağzı yapmasa bile sanki gözleri yapacakmış gibiydi. Hele, bütün gün ondan Eros Tapınağı hikâyeleri dinleyen Nick ve Miles'ın Carlo'yu bu hâlde görür görmez bir şeyler sezebileceğini düşündüm ve Carlo'ya âyine katılmayabileceğini söyledim. Bana bu konuda kendisine güvenebileceğimi söyledi, kontrolünü kaybetmeyeceği konusunda temînat verdi; ama, işler maalesef öyle gelişmedi. Tanrım…
Salona geçtiğimizde yine Moses ve Daniel ile Gage hâriç tüm ekip ve mürettebat oradaydı. Biz de yine ilk sıradaki yerimizi aldık; yine sağımda Edward, solumda da Carlo vardı. Kaptan Plummer de yine elindeki İncil'le birlikte duvardaki İsa Mesih portresinin önünde yerini almıştı. Ve maalesef, Geary ile Stephen de yine en arka sırada yerlerini almıştı. Onlara o kadar tembih ettiğim hâlde kamaralarından dışarı çıkıp ekibin arasına karışmışlardı.
Sonradan öğrendim ki, onları oraya Kaptan Plummer zorla getirmiş. Kaptan Plummer'in bu ikiliye olan ilgisi, gerçekten de çok dikkatimi çekiyor; kendisi ekipte başka hiç kimseye göstermediği ilgiyi onlara gösteriyordu. Eğer Geary ile Stephen onu hasta olduklarına ustalıklı bir biçimde iknâ etmemişlerse, ortada muhakkak benim bilmediğim bir şeyler dönüyordu.
Kim bilir, belki Geary ve Stephen ile Kaptan Plummer'in tanışıklıkları çok eskilere dayanıyordur ve belki de Kaptan Plummer de onlarla işbirliği hâlindedir. Neden olmasın ki, şu hayatta olmayacak şey var mı ki! Hele bir de Nick'le konuştuktan sonra, bu konudaki kaygılarım daha da kuvvetli bir hâle geldi. Tanrım…
Âyin bittikten sonra, tam dağılmak üzereyken Gelis, Carlo'ya yine o mutat şakalarından birini yaptı; ama, Carlo'nun buna tepkisi alışıldık değildi; bir hışımla arkasına döndü ve gözlerini Gelis'in gözlerine dikerek ona, Eros Tapınağı'nın bizim kazı bölgesinde olduğunu, kazılar sırasında bu tapınağı bulacağımızı söyledi. Tanrım…
Carlo o kadar sinirli, o kadar kendinden geçmişti ki, sanki her an Gelis'i dövebilirdi. Tanrım… Belli ki kafasından, tüm ömrünü aslında bir hiç uğruna adamadığını, bu kazı sırasında ne kadar büyük bir arkeolog olduğunu kanıtlayacağını geçiriyor, bunun öfkesi ve sevinci dışarıya yansıyordu. Tanrım…
Gelis ona, nasıl bu kadar kesin konuşabildiğini sorduğunda ise Carlo, her şeyi anlattı. Tanrım… İşte, sonunda Carlo yapacağını yapmıştı. Tanrım… En olmayacak anda, en olmayacak şey bir anda oluvermişti… Ekip içinde ise homurtular yükseldi; her kafadan bir ses çıkıyor, bana kuşkulu bakışlar yöneltiyorlardı. Tanrım…
Ben de pencerenin önüne doğru yürüdüm ve ekibi susturdum. Onlarla konuşmak için Athenagoras'ı almayı beklediğimi, yârın Sicilya'ya vardığımızda geniş bir toplantı yaparak kendileriyle konuşacağımı, şimdilik bu konuyu kapatmaları gerektiğini söyledim ve Edward'la birlikte yemek salonundan dışarı çıktık. Tanrım…
Gerçekten de Carlo'ya o an için çok kızdım; ekibin İbn-î Ceydân bin Ekber'i ve kitabını ilk benden duyması gerekirdi. Ama, şimdi düşünüyorum da Carlo'nun içinde bulunduğu durumda böyle bir şeye kalkışması hiç de anlaşılamaz değil. Ve şu an, kendi kendime şunu soruyorum; acaba, günün birinde ben de kayıp Meryem Ana İncili'ni bulursam, bunu Başpiskopos Baldwin'e veya Edward'a danışmadan açıklar mıyım?
Ve hattâ, Vatikan'ın aforoz karârını bizzat kendi ellerimle yazıp bunu St. Simeon Kilisesi'nin kapısına asar mıyım? Bilmiyorum… Günün ikinci büyük olayı ise Nick'ten geldi. Kamaraya döndüğümüzde ben tekrar kitabı incelemeye koyuldum ve Güney ve Batı Anadolu'ya ilişkin bazı notlar aldım. Bunları da daha sonra günlüğüme geçeceğim.
Bir süre sonra kapı çaldı; gelen Nick'ti. Bana müsâit olup olmadığımı sordu. Ben de eğer İbn-î Ceydân bin Ekber ve kitabı hakkında değilse, müsâit olduğumu söyledim. Bana Kaptan Plummer hakkında konuşmak istediğini söyleyince, onu içeri buyur ettim ve kitabı da kopyalamaya devâm etmesi için Edward'a verdim, onu yeniden kilere gönderdim.
Doğrusu, Nick'in söyleyeceklerini çok merak ediyordum; zâten, kahvaltıdan hemen sonra da benimle konuşmak istediğini söylemişti, onu bu kadar hareketlendiren şeyin ne olduğu benim için dikkat çekiciydi. Ve sonunda anladım ki, Kaptan Plummer hakkındaki endişelerimde aslında hiç de haksız sayılmam.
Dün akşam, Nick'in midesi fenâ hâlde bulanmış ve Kaptan Plummer'in kamarasına giderek, kendisine daha önce Miles'a ikrâm ettiği bitki çayından yapmasını isteyecekmiş. İçeri girdiğinde Kaptan Plummer, orta büyüklükte bir sandığın içine bir şeyler tıkıştırıyormuş. Nick, durumunu anlattığında Kaptan Plummer, sandığı açarak çay için gerekli malzemeleri çıkartmış.
Ne var ki, o sırada Nick, sandıkta bir adet kripteks ve eski bir elyazması ile iki adet Tapınak Şövalyeleri'ne özel olarak tahsis edilen endüljans görmüş. Sandığın içinde başka şeyler de varmış; ama, onları seçememiş. Nick, Kaptan Plummer'e bunları nereden bulduğunu sormuş. O da birdenbire endişelenmiş ve Nick'e bunların eski bir aile yâdigârı olduğunu söylemiş.
Nick, kripteksi incelemek için sandığa doğru yöneldiğinde Kaptan Plummer, onu sert bir dille uyararak bunu yapmamasını söylemiş. Konuşurken alnından da terler damlıyormuş. Malzemeleri alarak kamaradan birlikte çıkmışlar. Ve Nick, bu olup bitenlere bir anlam verememiş, bunları benimle konuşmak istemiş.
İşte, durum iyice karmaşıklaşıyor. Zâten, başından beri bu kazı projesi hakkında çok ciddî kuşkularım vardı, artık kafam almıyor. Gemideki ilk Tapınak Şövalyesi deneyimimden sonra, Nick'in anlattıklarına karşı biraz daha temkinliyim ve kafamda, Kaptan Plummer ile Geary ve Stephen arasındaki ilişkilere dâir bazı olasılıklar uçuşuyor. Bu sis perdesini dağıtmak içinse şu iki soruya ivedilikle cevap bulmalıyım.
1) Kaptan Plummer, bir Tapınak Şövalyesi mi yoksa onlara sempati duyan sıradan bir Katolik mi? Eğer bana söylediği doğruysa; yâni gerçekten de evlenmişse, şu hâlde Tapınak Şövalyesi olma ihtimâli azalıyor; fakat, bu sefer de mason olma ihtimâli artıyor.
Kaptan Plummer, İrlanda meselesi hakkında masonlardan yardım istemek için onlarla ittifak kurmuş olabilir; ailesinin başına gelenler nedeniyle masonların koruyuculuğa sığınmak istemiş olabilir. Ve bu olasılık gerçekse, bu gemi yolculuğunun da bir tür silâh kaçakçılığıyla ilgisi olabilir; belki de bölgeye kaçak silâh taşıyoruzdur. Tanrım…
Hem üstelik, eğer bana söylediği gibi, daha önce silâh kaçakçılığı konusunda başarısız olduysa ve bu da yetkililerce biliniyorsa, Birleşik Krallık'a girmesinin de yasaklanmış olması gerekir; şu hâlde, içinde Lordlar Kamarası'nın parmağı olan bir projede, İrlanda meselesinde aktif bir rol oynamış bir kimsenin yer alması, Lordlar Kamarası'ndaki masonların bir başarısı olabilir. Tanrım…
2) Yoksa Kaptan Plummer de Geary ve Stephen gibi bir defîne avcısı mı ve aralarındaki samîmiyetin kaynağı bu mu? Belki de Kaptan Plummer, Geary ile Stephen'le çok daha öncelerde tanışmıştır ve bu bölgede önemli bir defîne bulacaklarına inanmışlardır ve ben, Geary ile Stephen'i deşifre edince de çok büyük bir hayâl kırıklığına düşmüşler, bana karşı çok büyük bir nefret duymaya başlamışlardır.
Bu durumda, Kaptan Plummer'i bu projede görevlendiren kişi veya kişiler de Geary ile Stephen'i bir arkeolog gibi gösterip bizim aramıza yollayan kişi veya kişilerle aynıdır. Ve dolayısıyla, Kaptan Plummer'in mason olduğunu düşünmek için haklı bir neden kalmaz; şu hâlde, sandığın içindekiler de sıradan bir aile yâdigârıdır. Tanrım…
En kötü senaryo ise şu. Belki de Anglikan Kilisesi, Lordlar Kamarası ve Vatikan arasında çok iğrenç bir hesaplaşmanın tam ortasındayız. Tanrım, sen benim aklımı koru! Ancak, Nick'i telaşa düşürmek istemedim ve Kaptan Plummer'in ağzını arayacağımı, durumu ivedilikle aydınlatıp kendisine haber vereceğimi söyledim ve onu yatıştırdım.
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…
Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.
Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.
Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|