|
|
|
Editör'den : Gem iyice azıya alındı!.. |
İyi haftalar,
Yok artık, devenin bale pabucu! Tayyip Bey ve şurekasının, demagoji hoyratlığını kimseye bırakmaya niyetleri yok. Sıcaktan beyni uyuşmuş metin yazarlarının zırvalarını önündeki ekrandan okuyan başbakanın, okuduğunu anlama melekesi de sıfırlanmış anlaşılan. Birbirinden pespaye cümleleri bir kenara koydum da, şu "Vergi vermediler diye Dersim’in köylerini kim bombaladı? O zaman ki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, CHP’nin başındaydı. Yani CHP bombaladı." cümlesini döne dolaşa okuyor, hasretle anıyor ama hırsımı alamıyorum. Atatürk düşmanlığının vardığı son noktadır burası ey ahali. Cahil cesaretinin, sınır tanımazlığın, pervasızlığın önlenemez yükselişidir bu vecizeler. Devlet adamı ciddiyetinden uzak bu adamı saygıyla anıyorum(!?). "Önemli olan boy değil soy" diyen Recep Bey'e, "Sen insanların soyuyla uğraşıyorsan eline bir tane pergel, cetvel al. Gel benim kafatasımı da ölç. Buna da benim itirazım olmaz" diye cevap veren Kılıçdaroğlu az bile demiş. Kibar adam "Sen faşizmin doruklarındasın." dememiş.
Beri yanda Egemen Bağış adlı, kim adına müzakereleri yürüttüğü pek belli olmayan, adamın dediklerine ne diyelim? Vatandaşı olduğu iddia edilen ABD adına mı konuşuyor yoksa Türkiye Cumhuriyetinin, mağduriyet tellalığıyla hayatını idame ettiren hükümetinin sözcülüğünü mü yapıyor dersiniz. Belli ki halka fikir sorulmasına pek içerlemiş. Hele pamuk ipliğine bağlı kaderleri onu daha da içlendirmiş. Bakın ne demiş hazret; "Hayır diyenler tuzu kuru olanlar ve milletten kopmuş olanlardır." Şu AKP iktidardan düştüğünde senin nereden kopacağını hepimiz göreceğiz Mr.Bağış. Tez elden bu memleketi terk edip, AB mi, ABD mi artık Allah ne verdiyse bir yere kaçıp, asıl mesleğine geri dönmezsen gel suratıma tükür. Bu memleket tuzu kuru adamları her devirde gördü, ama sizler gibi hem tuzu kuru olup hem de gözü doymazlara ilk defa şahit oluyor. Gereği yapılacaktır hiç merak buyurmayın.
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Şu Anayasa değişikliği ile ilgili de hemen herkes yorum yapıyor. Eğer gerçek bir inceleme istiyor ve sonuna kadar okuma sabrınız varsa YARSAV Kurucu Başkanı Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU'nun kaleme aldığı analitik incelemeyi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Bağımsız Gündem'in ilgili sayfalarında bulacağınız bu araştırmayı sakın kaçırmayın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
Batı’nın 'müttefik'i yoktur 'müşterisi' vardır
Laik-militer devletten, islami-polis devletine geçiş için, sivil darbeye halktan onay istiyormuş gibi yapıyorlar, biz de oy verip demokratik hakkımızı kullanıyormuş gibi yapacağız. Oysa, AKP için, Washington-Brüksel onayı her türden değişiklik için yeterli ve bu Anayasa değişikliği de zaten onların talimatı.
Her darbeci gibi, AKP de mevcut hukuku askıya alıp kendi hukukunu dayatıyor. Ve her sınırlarının değiştirilmesi planlanan ülke gibi, Türkiye’ye de, AKP eliyle BOP’a uygun yeni Anayasa dayatılıyor.
Aslında AKP’nin bütün mitingleri, bütün propagandası tiyatrodan ibaret. Reklamcısından aldı aklı, meydanlarda “Neden oynamıyor?” demesinler diye oynuyor...
AKP, her seçimde yaptığı gibi, referandum için de seçmen sayısını artırdı. Basit hesapla, 6 milyon hayali seçmenle yüzde 46 aldıysa, artı 7 milyon nabzı atmayan seçmenle yüzde 53’ü garantilemeye çalışıyor.
Son iki seçimde AKP artı yüzde 25’le başlamıştı. Referandum sonuçlarını izlerken dikkat ediniz. İlk sonuçlar açıklanmaya başlandığında, bu sefer AKP yüzde 30 önde olacak. Referandum’da çıkacak ‘evet’ oylarının oranından önce yüzde 30’u, sonra ‘evet’ diyen diğer partilerin oy oranını çıkartın. AKP’nin gerçek oy potansiyeli odur. İddia ettiğinin yarısından az...
BOP Eşbaşkanı bu Anayasa’yı mutlaka değiştirmek zorunda. Çünkü, BOP çerçevesinde sınırları değişecek ülkelere, önceden Anayasa değişimi dayatılıyor.
Yıllardır bu köşelerde, Dolar’a tapınan AKP + tarikat mollalarının Türkiye’yi nasıl Pakistanize ettiklerini anlatmaya çalışıyorum.
Pakistan’daki Aşiretler Bölgesi’nde (NWSP-North West Frontier Province) yaşayan Peştun’larla Güneydoğu’daki ‘ayrılıkçı’ Kürtler arasındaki, Pakistan’lı ‘corrupt’ , İngiliz-Amerikan uşağı politikacılarla AKP arasındaki paralelliğe dikkat çekmeye çalışıyorum. Ve yine, bir kez daha Pakistan’dan bahsetmek zorundayım.
Türkiye üzerinde oynanan tüm oyunlar, önceden Pakistan’da sahneleniyor çünkü...
Batı’nın (ve hassaten ABD’nin) ‘müttefiki’ yoktur, ‘müşterisi’ vardır
2010 Nisan ayında, Pakistan Anayasa’sının 100 maddesi, Parlamento’dan geçip, Senato’nun ve Zardari’nin de onayıyla değişti (18th Amendment).
Pakistan’a Anayasa değişikliğini empoze eden Batı, ‘tarihi reform’ diyerek Zardari’yi göklere çıkardı. Başbakan Gilani’nin yanağından “imkansızı mümkün kılan adam” makasları aldı.
Anayasa reformuyla (...);
-Askeriyenin gücü kırılarak sivil otorite güç kazanacak, askeri reformlar yerini sivil reformlara bırakacaktı.
-Askerlerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçilecek,
-Diktatörlüğe son verilecek, halka daha fazla özgürlük bahşedilecek,
-İslami şovenizm (kadına ve gayrimüslime baskıdan söz ediliyor) tehdit olmaktan çıkartılacak,
-Devlet Başkanı’nın yetkileri kısıtlanacak,
-Yargı’da demokratik reformlar hızlanacaktı.
Nasıl, şablonda benzerlik var mı?
Pakistan İslam cumhuriyeti olduğundan, Anayasa değişikliği simülasyonunda ‘halk’ yoktu. Referandum sandıkları kurulmadı. Batı ‘tak’ dedi, yöneticiler ‘şak’ diye yaptı. 12 Eylül referandumundan sonuç AKP lehine çıkarsa, bizde de bundan sonra olacağı gibi...
Nisan ayından bu yana, Anayasa değişikliğinden sonra Pakistan’da ne mi oldu...!
-ABD himayesindeki Pakistan Ordusu hala güçlü ve elaltından bildiğini okuyor.
-Agresif İslami kurallar dayatan, kadını ‘ikinci sınıf’ vatandaş, gayrimüslimi ‘marjinal’ sayan, Ahmediye mezhebinin yazdığı eski Anayasa’dan bir adım ileri gidilemedi. Kadın yine ikinci sınıf, gayrimüslim yine ‘marjinal’.
-Eyaletlere daha fazla özerklik tanındı. Merkezi otoriteden mali bakımdan daha fazla bağımsızlık kazandılar.
-Pencab Eyaleti üçe bölündü (Potohar, Pencab, Seraeki Waseb). Diğer eyaletlerden de bölünme, isim değiştirme talepleri var.
-Peştun’ların yaşadığı NWSP eyaletinin adı Khyber Pakhtunkhwa (Hayber Peştunya) olarak değiştirildi. Bu isim değişikliğinden Peştun’ların memnun olduğunu düşünen yanılır. Hem Peştunlar hem Hazaralar yeni eyalet ismine şiddetle itiraz ettiler. Aralarında çıkan çatışmada kadın, çoluk, çocuk 70 kişi öldürüldü. İsim cisime uymadı.
Sadece bu eyaletin adını değiştiren Anayasa hükmünün uygulanması, Pakistan’a 103 milyon dolara mal oldu.
-İran-Afganistan sınırındaki, zengin uranyum, bakır ve petrol yataklarının bulunduğu Belucistan Eyaleti’nde çatışmalar şiddetlendi. Türkiye’yi de eksik gösteren şu malum BOP haritasına göre, Afganistan güneyinden de kopartılacak parça ile Büyük Belucistan kurulacak. CIA, İngiliz istihbaratı, Mossad’ın manipüle ettiği Belucistan Kurtuluş Ordusu denilen örgüt, hala ‘bağımsızlık mücadelesi veren gerilla’ olduğunu sanıyor.
-Yetkilerinin kısıtlanacağı vaad edilen Zardari, koalisyon ortağı partinin lideri olarak, hala güçlü bir şekilde hükümeti kontrolu altında tutuyor.
Yeni Anayasa’dan, halkın ve hukukçuların beklentisi; soyguncu siyasetçilerden hesap sorulabilmesiydi (Benazir’in Başbakanlığı sırasında, sadece Zardari 1.7 milyar dolar kaldırdı). Hukukçular yeni Anayasa’dan bu beklentilerini yüksek sesle hatırlatınca, Pakistan People’s Party’den Reza Rabbani dedi ki; “Bu Anayasa’dan daha fazla özgürlük ya da politikacıları hesap vermeye zorlamasını beklemeyin.”
Batı’nın müttefiki yok, müşterisi vardır. Ve Batı, Türkiye, Pakistan gibi müşteri ülkelerde ‘dükkan sahibi’ rolüne hazırlanırken, ‘demokrasi aşkı’(...), ‘Anayasa reformu talebi’ şeklinde tecelli eder.
AKP sivil darbe Anayasa’sından; sivilleşme, yerel yönetimlere mali-siyasi özerklik, otonomi-eyalet sistemi, yargıda reform vs. beklentisi olanlara, Pakistan basınını takip etmelerini şiddetle tavsiye ederim. BOP oyunları bizden önce orada sahneleniyor çünkü... Politikacıları da ahlaken bizimkilere çok benziyor çoook!
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Mehmet Başıbüyük |
Bir Vapur Kalkarken
Müthiş bir yaz sabahı. Güneş beyaz bulutların arkasında dinlenirken rüzgar serin esiyor. Alışkanlık edindiğim gibi mesaimin başlamasına bir saat kala vardım Kabataş'a. Ada vapurlarının kalktığı iskeleye komşu, küçük ama yoğun bir pastane. Sahil yolunun kenarına kurulmuş en fazla onbeş-yirmi metrekare bir kulübe. Etrafına onlarca masa atılmış. Tuvalet için caddenin karşısındaki işmerkezine gidiyoruz. Güvenlik bizleri tanır. "Kimseyle takasa etmeyin ha" diye eklemeden edemezler her seferinde, "başımızı ağrıtmayın sonra bizim."
Üç yılı geçmiştir burada işe başlayalı. Müşterilerden siparişlerini alıyorum ve sonra siparişlerini servis ediyorum. İnsanı sık sık dehşete düşüren bir doğası var garsonluğun. Hele benim gibi ufak tefek meselelerden duyguları kabarıp coşan biri iseniz bu iş kesinlikle size göre değil. Küçük imalar, dudak bükmeler ve cevapsız kalan sözler insanı incitiyor, daha da ötesinde kızdırıyor.
Müşteriler iyi, müşteriler kötü. Biz ise hep aynı kalmak zorundayız. Bazıları size insan olduğunuz hakikatinin bilincinde davranırlar. Sizinle konuşurken hoş bir ses tonu kullanır, içten bir gülümseme ile yorgunluğunuza ortak olurlar. O canım insanlar; ellisine yaklaşmış hafif makyajlı teyzeler, ada gezmesine gelmiş üniversiteli çiftler, sabah kahvaltısı için hergün muntazaman uğrayan güzel ve alımlı kadınlar...Nasıl da arzularım onları. Güçlü görünürler, ki güçlüler. İşleri güzel. İnsana yakışan, temiz, hafif ve kazançlı. Hoş giyinirler hep; hemen dizlerinde biten etekleri ve üstten bir iki düğmesi açık gömleklerine baharda kolsuz ve dar yelekler eklenir. Makyajlarınıı hiç abartmazlar ve saçları bukle bukle dökülür. Babam dört sene evvel evi terketmeseydi bir ihtimal liseyi bitirdikten sonra üniversiteye başlar, dört beş yıl sonra o canım kadınlardan birisiyle evlenir, temiz ve kazançlı işlerinde beraber çalışabilirdim. Müthiş bir rüya, şu yaz sabahı gibi, ölümü dahi hoş kılan rüzgar, kadınlar!
Canımı sıkanlar ise genellikle kısa şortlu ve terli olurlar. Tıklım tıkış otobüslerden inip vapurun kalkmasını beklerken zaman öldürmek için bizi seçen tipler. Masalarına aristokratik edalarla kurulan varoş götlüler. Kim olduklarını biliyorum. Evet, hepsini tanıyorum. Komşularım, aynı mahallelerden çıkarız sabah. Akşam aynı rutubet kokan evlerimize gideriz. Benzer müzikler dinleriz ve hepimiz fakiriz. Gelin görün ki sizleri çalışırken yakalarlar ise haliniz duman. Kendilerinden birisinin karşısında tüm güçleri ile saldırırlar. Mönüden en ucuz içeceği ve yiyeceği seçerken gözleri, sizlerden üstün olduklarını ima etmek için kullandıkları mimikleri izleyin. Tiyatro budur. Psikolojik belki de toplumsal nevroz. Hiçbir mantığa sığmayan sınıfiçi düşmanlık. Ah benim zavallı insanlarım, hep burun kıvrıldılar ve şimdi kendi değerlerini bulmak için yine kendilerini satıyorlar. Keşke intikamlarını almak için benim gibi sistemin kıçı kırık, en alt kademe köleleri yerine daha büyük, kodaman memurlarını seçseler. Neyse diyorum ama her seferinde; "onlar Pavese'ı tanımıyorlar, onlara Fante okuyun diyen de olmadı. Orwell bir yabancı ve Nietzsche bir ateist!" Tek dertleri adaya gitmek ve vapurun hareketine yarım saat olur genellikle.
Sol kol bileğimdeki imitasyon saatime bakıyorum. Çalışırken oraya buraya çarpmaktan camı çatladı. Tam kırk dakika, on saatlik mesaime kırk dakika. Müthiş. Uzak semtten geldiğim bahanesiyle mesaim diğer çalışanlardan bir saat geç başlıyor. El arabasını iskelenin önüne çeken poğaçacıdan bir açma alıyorum. Diğer çalışanlara yakalanmamak için iskelenin öte yakasına sığınıyorum. Her sabah aynı. Üçüncü haftada sıkılmıştım. Yapacak bir şey yok maalesef. O çalmaya çalıştığım bir saat bile kurtarmıyor günümü. Yaşamak istiyorum. Adaya gitmek, güzel bir kızarkadaş edinmek, belki de haftaiçi sinemaya gitmek. Öğlene kadar uyumak istiyorum. Gece kitap okumak. Güzel şeyler bunlar. Yaşamak bu. Boris Vian okumak yaşamak, Rousseau'yu okuyup okuyup anlamamak ve umursamamak. Olmuyor ama, olmayacak. Açlıktan ölmemek ve annemin çenesini dinlememek için çalışıyorum. Açlıktan ölmüyorum, anneme üzülüyorum ve kendime acıyorum. Çürüdüğümün farkındayım. Kirli tabaklar ve soğuk fincanlar arasında yitiriyorum kendimi. Dönüş yolunda otobüslerde uyuyakalıyorum, birkaç durak yürüyorum geri. İşin kötüsü her şeyin farkındayım. Diğer çalışanların keyifleri yerinde çoğu kez. En büyük sıkıntıları o ay ortalamanın üzerinde gelen fatura veya tutmayan bahisler. Hayal kurmuyorlar, her şeyi kabullenmişler ve işlerini sevip sevmedikleri kendilerini dahi ilgilendirmiyor. Ayırdındayım ben ama, arzularımın kölesiyim. Elimdekiler yetmiyor hayallerime. Şehir güzel, deniz dalgalı ve Nihat intihara meyilli. Yolunuz Taş Pastanesi'ne düşerse garson Nihat'ı sorun. Ondan isteyin siparişinizi, gülümseyin ona. Bu hikayeyi hatırlayın ve hüzünlenin. Ada vapurunda martılara simit atarken gelsin aklınıza Nihat. Hayallerini kurduğu Kabataş iskelesinde, onun kurduğu hayalleri yaşadığınızı bilin. Bilin ki ona bir yardımınız dokunsun. Teşekkür edin Nihat'a çünkü o kendisi için yaşamıyor. Hatta ne için yaşadığını dahi bilmiyor. Sadece yaşıyor ve öfkeli. Mesaisine yirmi dakika kaldığını düşünün, Nihat Kabataş İskelesi'nin soluna saklanmış, yirmi dakika.
"On dakika" diyorum kendi kendime. Sonra da pastaneye girip sövmeyi planlıyorum."Usta, çalıştığım kadarını öde, benden paydos." Git kendine rakip pastaneden demli bir çay çek. Hep hayalini kurduğun kadınlardan birisinin çaprazına otur. Masanda bulunan gazeteyi aç ve hiç anlamadığın ekonomi sayfasını oku. Kral benim de, garsonlara bahşiş bırak. Kalkarken çaprazındaki kadına gülümse, ellerin cebinde yürümeye başla sahilde. Anneni evli abinin yanına gönder, serserilik yap biraz. Beş dakikan var ahmak, çabuk karar ver. İstersen hiç gitme, görme onları. Boşver, servis tepsini unut. Senden siparişlerini bekleyen aç müşterilerini unut. Karınları doyar bir şekilde. İskeleyi düşün, ada vapurunun kalkmasına onbeş dakika var.
Mehmet Başıbüyük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Ben "EVET"i Basacağım
Ben "EVET"i Basacağım
"HAYIR"cı kardeşim dur, sinirlenme! Anlayıp, dinlemeden hemencecik celâllenme!
"EVET"ci kardeş, sen de "Yaşasın, bir oy daha kazandık!" diye düşünüp erkenden sevinme!
Çünkü ben "EVET"e basacağım demiyorum, "EVET"i basacağımı söylüyorum. Referandum için oy verirken kullanacağımız mühürde "EVET" yazmıyor mu, işte ben onu basacağım.
Hem "EVET"cilere hem de "HAYIR"cılara söyleyecek bir çift sözüm var. Daha doğrusu onları biraz eleştirmek istiyorum.
Önce "EVET"cilerden başlayalım:
- Sevgili "EVET"ci kardeşim, sahi senin değiştirmek istediğin anayasa 1982 Anayasası mı? Çünkü otuz senede değişe değişe o anayasadan pek bir şey kalmışa benzemiyor da…
- Sevgili "EVET"ci kardeşim, elini vicdanına koy ve söyle: 1982 Anayasası'na "evet" oyu verdin mi vermedin mi? Çünkü bu anayasa yüzde 91 oy ile kabul edilmişti. Verdiysen zorla mı verdin? Zannetmem, çünkü o günleri çok iyi hatırlıyorum; referandumda ne kimsenin boğazına bıçak, ne de kafasına tabanca dayandı. Gittin oyunu attın, geldin. Yoksa bu günlerin modası olan "gömlek değiştirip, değiştim!" modasına sen de mi uydun? Ya da "dün dündür, bu gün de bu gündür" mü diyorsun?
- Sevgili "EVET"ci kardeşim refarundumu etkilemek için kömür, erzak paketi, şapka, tişort ve üzerinde "EVET" yazılı kahve paketleri dağıttın mı dağıtmadın mı? Dağıtmadıysan mesele yok, ama dağıttıysan bu bir nevi rüşvet sayılmıyor mu?
- Sevgili "EVET"ci kardeşim, bu oylanan maddeler değiştirilirse başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylülcülerin yargılanacağına inananacak kadar saf mısın? Hukukcular zamanaşımı nedeniyle bunun mümkün olamayacağını söylüyorlar da…
Biraz da "HAYIR"cıları eleştirelim:
- Sevgili "HAYIR"cı kardeşim, vatandaşa neden "Hayır" demeleri gerektiğini anlatabildiğinize inanıyor musunuz? Çünkü ortada atılmış birkaç slogandan başka, yapılmış tatminkar bir açıklamaya rastlanmıyor da…
- Sevgili "HAYIR"cı kardeşim, referandum için yeterince çalışıyor musunuz? Üç beş yerde miting düzenlemekle bu yarışın kazanılamayacağını göremiyor musunuz? En az rakipleriniz kadar çalışmanız gerektiğini bilmiyor musunuz? Bana kalırsa bırakın rakipleriniz kadar çalışmayı, onların yarısı kadar bile çalışmıyorsunuz.
- Sevgili "HAYIR"cı kardeşim, 12 Eylül 1980 günü bizler çok farklı bir Türkiye'de uyanmıştık, tam otuz yıl sonra 13 Eylül 2010 sabahı da, (şöyle veya böyle) gene çok farklı bir Türkiye'de uyanacağız. Bunun bilincinde misiniz? Bilincinde iseniz uykularınızın kaçması gerekiyor… Oysa sizler çok rahat görünüyorsunuz…
**
Devlet büyüklerim size de bir-iki sözüm var:
- Sevgili devlet büyüklerim, önce bu milleti bilmem kaç etnik gruba bölerek insanlarımız arasına ayrılık tohumları ektiğinizi fark etmediniz mi? Şimdi de geçmişte kalmış, kabuk bağlamış yaraları kaşıyarak Dersimliler'de CHP düşmanlığı yarattığınızı görmüyor musunuz? Görüyorsanız birkaç oy için buna değer mi?
- Sevgili devlet büyüklerim, toplumumuzdaki insanlarımızın çoğunun "geçim derdi" en baş sorunu iken, sun'i gündemlerle bu toplumu oyalamanın, ekranlarda ağlayarak duygu sömürüsü yapmanın Türkiye'nin hangi derdine çare olduğunu söyler misiniz?
- Sevgili devlet büyüklerim, halk oylaması evet 12 Eylül'de olacak, ama bu anlayışla devam edilirse yaratılacak olan toplumsal depremin şiddeti de 12 olacak. Bu deprem şu AKP'li, bu CHP'li, bu MHP'li, şu bilmem neli diye ayırım yapmayıp herkesin hanesini başına yıkacaktır. Çünkü hepimiz aynı fay hattının üzerindeyiz. Vakit geç olmadan bir önlem almayı düşünüyor musunuz?
**
Son Sözler:
Erkan Yolaç'ın yıllarca sunduğu "Evet mi, Hayır mı?" yarışmasında "Evet" dersen de kaybediyordun, "Hayır" dersen de… Acaba referandum sonrası Türkiye'yi bekleyen akibet bu mu? Yani, ey Türk Halkı "evet" dedin ve kaybettin, ama ben "hayır" demiştim. Olsun, gene kaybettin!..
Bir de Kamuran Akkor'dan dinlediğimiz "Evet mi, hayır mı?" diye soran güzel bir şarkı vardı. Burada ise sevgiliden beklenen cevap tabii ki "evet". Çünkü bu şarkının sonunda "evet" demezse sevgili tehdit de ediliyor. Bakın şöyle:
Bir gün başkasını seversem eğer
İnan kabahatli değilim hiç ben
*
Peki benim bu konudaki görüşüm ne? Öyle ya, dakikalarca başınızı ağrıttıktan sonra bir fikir beyan etmeden kaçmak olmaz. Ben diyorum ki:
Referandum sonucu şimdiden TÜRKİYEM için "HAYIR"lı olsun!..
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
SİSTEM KURMAK
Batının ürettiği teknolojik ürünler, -raylı lokomotif dışında- ülkemize özellikle cumhuriyet döneminde girmiştir. Tarım ağırlıklı teknoloji harikası bu aletler öncelikle Çukurova'da boy göstermişti. Bilim ve teknolojiden uzak yarı göçebe Çukurova halkının bu aletlere karşı şaşkınlığı genlere işlemişçesine bir kuşak boyu sürmüştü. Küçükken bu aletleri ilk idrak edişimde büyüklerimin genlerini tevarüs etmişçesine şaşkınlıkla bakakalmıştım. Traktöre biraz aşinalık varken büyük hacimli biçerdöver karşısında küçük bedenim titremiş ve düşünce kutum deveden de iri bu aleti bir yerlere oturtmaya çalışmıştı.
Okul sıralarında teknik bilgilerle aydınlanınca büyüklerimin "gavur" diye ifade ettikleri Avrupalıların, teknik bilgileriyle bir sistem kurup bunu bir alet haline getirdiklerini anlamıştım. Teknoloji ürünleri, ilmi çalışmalar sonucu ulaşılan bilgilerin bir araya getirilerek oluşturulan küçük küçük teknik sistemlerdi.
Zaman içinde algı ve idrakin biyolojik gelişmeyle yerli yerine oturması ve tahsilin ilerlemesiyle bilgi birikiminin çoğalması sonucu bir gerçeği daha görmüştüm: Çukurova'nın yarı göçebe mahzun masum ve perişan kadınlarından babaennemin ifadesiyle "gavur", öyle ilmi çalışmalar yapıp aklediyor ve geleceği hesaplayıp planlayarak ürettiği teknik sistemleri kendi lehine üstünlüğünü sağlama ve koruma adına kültürünü ve yönetimini de sistemleştirip aydınlanma ve modernliğin zorunlu gereği olarak tüm dünyada uygulamaya çalışıyordu. Gavurların bu çabası bugün tüm dünyada tezahürünü gösterip ürünlerini veriyor.
Tanzimattan beri hala bocaladığımız batı karşısında kendimize gelip kendimiz olabilmemiz için gavurların yaptıkları gibi çalışmaya; yeni bilgilere ulaşıp kendimize özgü sistemler oluşturmaya ihtiyacımız var.
Bunu başarabilmek için eğitim, kültür ve yönetim sistemimizi kendimize has kılmalıyız.
Buradan günlük siyasal yaşama geliyorum:
Tanzimat fermanını hazırlayan Osmanlı yöneticilerinin hummalı faaliyetlerini günümüz Ak parti iktidarı döneminde de görüyoruz. Tanzimatın Osmanlı yöneticileri Avrupa'yı yakalama adına yönetimde köklü değişiklikler yapmaya çalışıyorlardı. Tanzimat fermanı bunun bir ürünüydü. Ancak bu değişim tamamlanıp başarılamadı. Süreç ittihat-terakki gibi korkunç bir yönetimi ve sonuçta imparatorluğun yıkılmasını sonuç verdi. Atatürk kurtuluş mücadelesi sonunda öncelikle şeklen Tanzimat sürecini devam ettirdi. Bilindiği gibi sonuçta yepyeni bir cumhuriyet ortaya çıktı.
Son dönem hükümetin faaliyetlerinde, batıyı yakalama ve sonuçta onlara üstün gelme anlamında bir Tanzimat sürecini daha yaşamaktayız. Tanzimat yöneticileri kanunlar yaparak çözümü kalıcı kılmaya çalışırlarken Ak parti yöneticileri kanunsal bazı düzenlemeler yapmakla birlikte daha çok bürokratları değiştirmekle sonuca ulaşmaya çalışıyor izlenimi vermekteler.
Çukurova insanını büyük zahmetlerden kurtaran biçerdöver, gavurun kurgulayıp yaptığı teknik bir sistemden ibaretti. Üzerine kim binerse binsin gavurun sistemini işletiyordu.
Şahıslara oynadığınız zaman bu sizi her zaman geçici kılar.
Hz. Yusuf, Allah'ın ona bir lütuf ve ihsanı olarak kuyudan köleliğe ve zindana, ordan da Mısır devlet yönetiminin en üst makamına kadar gelmişti. Ancak sonraki firavunlar Yusuf benzerlerini bir daha böyle makama getirmedikleri gibi devlet sistemini değiştireceğini tahmin ettikleri Musa'nın gelmesini engellemek için israiloğullarından yüzlerce masum insanı öldürmüşler ve onları sürekli baskı altında tutmuşlardı.
Yusuflar gibi başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları gelir gider. Kalıcı olan kanunlar ve sistemlerdir. Yusuflardan çok Musa'lara ihtiyacımız var. Yusuf olup israiloğullarını Mısır'a yerleştirebiliriz ama Musa(kanun koyucu, sistem kurucu) gelmedikçe hep ezileceğizdir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dediği gibi, bu milletin yeni Tanzimatçıları kalıcı çözüm için en elzem olan anayasayı değiştirme fırsatını kaçırdılara benziyorlar.
Yusuf'un öyküsü bitmez; masum ve mahzun yiğitlerinde.
Masum ve mahzun yiğitler üretipte umutlandırılmakla birlikte sonuçta hep halkı kaybettirmek istemiyor ve gerçekte halkı kurtarmak istiyorsak bilimsel sistemler üzerinde çalışmalıyız.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XXIX |
|
Tanrım, bugün gerçekten de dehşet bir gündü. Yolculuğumuzun başından beri kendimi en kötü hissettiğim gün de bugündü. Dilerim, bundan kötüsüyle bir daha karşılaşmam. Üst üste aksaklıklar, hatâlar, sır ve gizem dolu davranışlar, siyasî entrikalar… Gerçekten de çok bunaldım. Yemek saatine kadar uzandım.
Şu son zamanlarda sinirlerim çok gergin. Bâzen istemeyerek kalp kırabiliyorum. Tanrım, sen beni, istemeyerek yaptığım günâhlardan dolayı hesâba çekme… Akşam yemeğinde Audrey'in kalbini kırdım. Masada su bitmişti ve ondan sürâhiyi doldurmasını istedim, gecikince sinirlendim ve ona sert çıkıştım. Tanrım…
İçine düşmüş olduğum bu buhran dolu günlerde hıncımı Audrey'den almaya çalıştım. Tanrım, sen beni bağışla, bana merhamet göster… Yemeğin ardından onun gönlünü almaya çalıştım; ama olan olmuştu artık. Gerçekten de çok üzgünüm. Onunla ilişkilerimi düzeltip düzeltemediğimi de zaman gösterecek.
Tanrım, sen bana iç huzuru ver; iç huzurum kalmayınca, başkalarını da huzursuz ediyorum. Bu konuda Selmâ benden çok çekti; beni sevmese gücenirdi de ama sevgimiz, bu hareketlerimin üzerini örtecek kadar büyüktü. Ben ne kadar soğukkanlı biri olsam da bâzen fevrî hareketler de sergileyebiliyorum işte. Tanrım…
Sürekli olarak British Museum'da engellenmem, çalışmalarımın sansüre uğraması, mason olduğunu düşündüğüm kimseler tarafından sık sık disiplinsizlik suçuyla ithâm edilmem, hakkımda saçma sapan dedikoduların çıkartılması ve bunun gibi şeyler, Selmâ'yla olan ilişkilerime de yansıyordu. Tanrım…
Kadıncağız, onca sıkıntıyı göze alarak; ailesini, ülkesini, arkadaşlarını arkasında bırakarak binlerce kilometre uzağa; Londra'ya, benim yanıma gelmişti, bense onu fevrî hezeyanlarımla incitiyordum. Kim bilir, belki de Selmâ'yı hiç hak etmemişimdir. Bana kırgın olmadığını biliyorum canım karıcığım; ama, seni kendime karşı koruyamadığım için beni affet…
Yârın, çok yorucu bir gün olacak. Sicilya'ya saat on iki sularında varacağımızı sanıyoruz. Athenagoras'ı alana kadar şu Kaptan Plummer meselesini aydınlatmaya çalışmalıyım. Sanıyorum, bu gizem perdesi şu sandığın içindekileri görürsem biraz olsun aralanacak. Bir yolunu bulup bunları incelemeliyim.
Nick'e bakılırsa, kripteks ve endüljanslar orijinâl. Dilerim yanılıyordur; eğer yanılmıyorsa bile dilerim, bu işin içinde Vatikan yoktur ve Kaptan Plummer, bunları başka bir yoldan edinmiştir. Dilerim, yârın bunu aydınlatmayı başarırım. Dilerim, sonradan bu yazdıklarımı okuduğumda yalnızca güler eğlenirim. Tanrı bana o günleri göstersin…
Belki de şimdilik bunları düşünmemek en iyisi. Düşündükçe, kafamdaki sorular da bir çığ topu gibi büyüyor. Elimden hiçbir şey gelmediğini görmek ise beni daha da fazla üzüyor ve sinirlerimi bozuyor, sonra da öfkemi yakınımdaki insanlardan çıkartıyorum. Tanrım… Belki de biraz kafamı dağıtsam iyi olacak…
Anladığım kadarıyla Normon, çok başarılı bir arkeolog olmasının yanı sıra, aynı zamanda da bir o kadar başarılı bir antropolog. Gerçi, onu pek yakından tanımıyorum ve meslekî başarılarını değerlendirmem biraz haksızlık olur; ben kendisiyle gemide tanıştım. Fakat, sâhip olduğu bilgi ve deneyimlerden oldukça etkilendim ve ona kısa zamanda kanım kaynadı.
Normon, daha önce Çarlık'ın kuzeyinde sürdürülen Türkoloji çalışmalarına katılmış, Türkler hakkında geniş incelemeler yapmış. Ne var ki, ekibin buradaki birtakım faaliyetlerini görünce, onlardan ayrılmış ve döndüğünde de Berlin Krâliyet Müzesi'nden istifâ etmiş, İngiltere'ye; bir ahbâbını ziyârete gelmiş, bir daha da Birleşik Krallık'tan hiç ayrılmamış.
Kendisine, Türkoloji çalışmalarını niçin yarıda kestiğini ve istifâ ettiğini sorduğumda bana özetle şunları söylemişti. Almanlar, Berlin'den Basra Körfezi'ne kadar uzanan coğrafyada siyasî egemenlik kurmaya çalışıyormuş. Hem, Çarlık'ın Orta ve Uzakdoğu ticâreti üzerindeki tahakkümünü de kendi tekellerine almak ve İngilizlerin Hindistan'daki sömürgelerini ele geçirmek istiyorlarmış.
Ne var ki, Çarlık ile İngilizler birleşerek Anadolu'nun kapılarını Almanlara kapatınca, onlar da bu coğrafyayı Berlin-Buhara demiryolu üzerinden Orta Asya'ya geçip buradan Orta ve Uzakdoğu'ya asker sevkıyâtı yaparak ele geçirmeye ve bu yolla Hindistan'ı sömürgeleştirmeye karar vermiş. Tanrım, ne plân ama!
Üstelik, bu projenin gerçekleşmesi için Çarlık'ın kuzeyinde birtakım karışıklıklar çıkartılmalı; burada önemli bir çoğunluk olan Türkler, Çarlık yönetimine karşı kışkırtılmalıydı. İşte, Normon ve ekibi de aslında bu işe hizmet etmek; buradaki Türklere, Türk olduklarını hatırlatarak bölgeyi Çarlık'tan kopartmaya çalışarak Çarlık'ı Türklerle meşgûl olmaya zorlamakla görevlendirilmiş. Tanrım…
Normon, bunu anladığı anda ekipten derhâl ayrılmış ve gerisingeri Berlin'e dönmüş. Ve şüphesiz ki, onurlu bir insanın alacağı en doğru karârı almış. Evet, ben de olsam aynını yapardım. Fakat, ekip ise bölgede yüzey incelemesi görünümü altında Turancılık propagandaları yapmaya devâm etmiş. Tanrım…
Şu Türkler, gerçekten de çok enteresan bir millet. Yetmiş iki millete hükmetmekle övünürler; ama, siyasî entrikalara ve emperyalistlerin kirli oyunlarına o kadar yabancıdırlar ki, aslında kimin kimi, nasıl ve hangi amaçlar doğrultusunda yönettiğini bir türlü anlayamazlar ve başkalarının kirli oyunlarına âlet olurlar.
Ne kadar ilginçtir ki Turancılık, asıl etkisini Çarlık'ın kuzeyinde değil, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da gösteriyor. Ve tâkip edebildiğim kadarıyla, şu son dönemlerde Osmanlı aydınları arasında Turancılık fazlasıyla moda olmuş durumda. İstanbul'da sık sık toplantılar düzenliyorlarmış, bunların haberleri bize kadar geliyor.
Bizim oryantalistler, bu tür entrikalar kurmaya pek meraklı olduğu için bu tür haberlerin Birleşik Krallık'ta müşterisi çok. Özellikle de The Times'da bu konularla ilgili olarak haftada en az dört-beş makâle çıkıyor; zâten The Times, İngiliz yerli ve komprador burjuvasının yayın organından başka bir şey de değil.
Gerçekten de şu Türkler, çok enteresan bir millet ve aydınları ise çok daha enteresan. İçe dönük bir oryantalizm yapmakta olduklarını bir türlü anlamadılar, anlayamıyorlar. Batı emperyalizminin geliştirdiği kavram ve projelerle düşünenlerin, onların sömürgesi olmaktan kurtulamayacağını hâlâ anlayamıyorlar. Tanrım…
Bu o kadar öyle ki, kendi târihlerini bile Batılı târihçilerin kitaplarını çevirerek öğreniyorlar. Bilmiyorlar ki, bu târihçilerin kaleminden çıkan her bir satır, kendi hükümetlerinin jeo-politik ve jeo-stratejik hedeflerine hizmet eder. Ve bu konuda özellikle de Fransız târihçilerinin başarılarına(!) diyecek yoktur(!). Tanrım…
Napolyon zamânından beri başta Balkanlar olmak üzere Orta Avrupa ve Kuzey Afrika'da ne kadar "bilimsel" araştırma yapılmışsa, bunların hemen hepsi, Fransız yönetiminin desteklediği sivil örgütlerle finanse edilmiş ve temel olarak Fransızların kendi kültürlerinin, toplumsal yapılarının, değerlerinin, vb. üstün olduğu tezini kabul ettirmeye yönelmiştir.
Ve hattâ, bazı Fransız târihçileri o kadar ileri gitmiş ki, Afrikalıları atalarının sarışın olduğuna bile inandırmaya çalışmış. Örneğin Louis Narmonte, bu lânet heriflerin önde gelenidir. Sözüm ona, zencîlerin ataları aslında sarışınmış ve Tanrı'ya karşı işledikleri günâhların bedeli olarak ten renklerini kaybetmişler. Tanrım…
Narmonte'ye göre zencîler, bu günâhların bedelini ancak Avrupalılara kölelik yaparak; onların takdîrini kazanarak, onların duâlarıyla Tanrı'ya yakarmalarıyla ödeyecek ve atalarının rengine kavuşacakmış. Tanrım… İşte, şu ilk günâh zırvalıklarının değişik bir formu daha…
Şu insanoğlu, Tanrı'nın her bireyi ancak kendi günâhlarından dolayı sorumlu tutacağını, aksini düşünmenin ne denli saçma olacağını, bunun Tanrı'nın merhametiyle aslâ bağdaşmayacağını bir türlü anlayamıyor. Ey Ulu Tanrım, niçin Barbara gibi zencîlerin sayısını az yarattın!
İşte, böyle çarpık zihniyetli insanları tanıdıkça ve başta bu Fransız târihçileri olmak üzere bu lânet heriflerin kitaplarını okudukça, onların yol açtıkları felâketleri gördükçe, Barbara'ya duyduğum saygı ve hayranlık da katlanarak artıyor. Ah Barbara, seni çok özledim…
Ta öteden beri, şu Alman târihçilerinin en büyük özlemi ve saplantısı, (sözde) Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nu diriltmek ve Almanların dünyâ imparatorluğu kurmasını sağlayacak malzemeleri hazırlamak olmuştur. Ve bu târihçiler de Roma İmparatorluğu'nun ekonomik ve siyasî politikalarını en yüksek değerler olarak sunmuştur/sunmaktadır.
Peki o zaman, Roma İmparatorluğu neden önce ikiye ayrıldı ve sonra da her iki parçası da yok olup gitti? Mesele sâdece, teolojik bir mesele miydi ki, bir mezhep bölünmesiyle bunlar gerçekleşti? Örneğin, Osmanlı ülkesinde de mezhep bölünmeleri var; ancak, orada Şiîler ile Sünnîler niçin ayrı bir devlet çatısı altında yaşamayı istemedi?
Ve hattâ, İmparator Konstantin'in Hıristiyanlık nâmına modern paganlığı seçmiş olmasının nedeni basit bir inanç meselesi değil, Doğuda büyük bir güç hâline gelen modern paganları yanına almak istemesiydi; modern paganlık eğer resmî din hâline getirilirse, Grek paganlığının Roma versiyonunun ve Mısır paganlığının yarattığı karmaşaya son verilecek ve devletin parçalanmasının önüne geçilecekti.
Yâni İmparator Konstantin, dîni siyâsete âlet etmiş ve imparatorluğunun sınırlarını korumaya çalışmıştı. Peki ya, Osmanlı Devleti'nin şu son dönemlerde içine düşmüş olduğu sorunların kaynağı olarak devletin resmî politikalarını gören ve bunların aşılması nâmına Romalıların ekonomik ve siyasî politikalarını model olarak sunan Osmanlı aydınlarına ne demeli! Tanrım…
Şu hâlde, bu aydınlar dîni siyâsete âlet etmeyi, halkın dînî inançlarını ekonomik ve siyasî hedefler doğrultusunda sömürmeyi, vb. öğütlemiş olmuyor mu? Gerek Batı Roma İmparatorluğu, gerekse Doğu Roma İmparatorluğu târih sahnesinde bu kadar uzun tutunabilmesini işgâl ettikleri yerlerde halkın diline, dînine, kültürüne, târihine, vb. yaptıkları saldırılara borçludur. Peki, Osmanlı Devleti böyle mi?
Örneğin, Ermenîlerin modern paganlığı kabul etmesi, Doğu Roma İmparatorluğu'nun üstün bir başarısıdır(!) ve bu başarı onlara, Kafkasların kapılarını da açmıştır. Bu konuda en önemli işbirlikçileri ise (Aziz!) Mesrop Maştotz olmuştur; bu lânet herif de I. Narses tarafından Ermenîleri modern paganlığı kabule hazırlamakla görevlendirilmiş bir işbirlikçiydi.
Nitekim (Aziz!) Mesrop, Kitâbı Mukaddes'i Ermenîceye çevirdi ve bunu yaparken, Ermenî alfâbesi ile Eski Yunanca alfâbesini birleştirdi, Ermenîcenin içine bu dilden yığınla kelime yerleştirdi; Ermenîleri dil, din ve kültür itibâriyle Yunan-Latin boyunduruğuna hazırladı ve o zamandan beri Ermenîler, bu herifin etkisinden kurtulamadılar.
Gerek I. Narses, gerekse Mesrop Maştotz, bu faaliyetlerin vahye dayandığını; Tanrı'nın istenci üzerine Ermenîceyi tanrı kelâmına uygunluklu hâle getirdiklerini iddiâ ediyordu. Yâni, sözüm ona Tanrı, Ermenîleri eski dilleriyle anlamıyormuş, bu yeni dille birlikte kendisine yapacakları yakarışları anlayacak ve onları mükâfatlandıracakmış. Tanrım…
Bu mahlûklar, Tanrı'ya karşı ne büyük bir küfrün içindeler; emperyalist faaliyetleri haklı çıkartmak için Tanrı'yı ve dînî hassâsiyetleri nasıl da sömürüyorlar böyle. Ve ne kadar acıdır ki, Mesrop Maştotz da; bu kültür düşmanı, emperyalizm işbirlikçisi mahlûk da aziz mertebesine lâyık görüldü. Tanrım…
Bu da yetmiyormuş gibi, Ermenîleri dinsel şovenizme hazırlamak için Eski Yunan müziğinden türettikleri yeni bir müzik tarzında ortaya koydukları ürünlere de kutsal kilise ilâhîleri pâyâsı biçildi ve Ermenîlerin kendi kültürlerine yabancılaşmalarını anlatan bu çalışmalar ölümsüzleştirildi. Tanrım…
Oysa Osmanlı Devleti, Batının bunca saldırılarına rağmen hâlâ dipdiri ayakta olmasını, ta öteden beri uyguladığı hoşgörü politikalarına borçludur. Bu o kadar öyledir ki, Osmanlı Devleti'nin siyasî egemenliğinin sona erdiği ülkelerde yerli halk dil, din ve kültür bakımından çok büyük bir sömürüye açık bir hâle geliyor.
Bu aydınlar, kendi târihlerini, kendi dinlerini, kendi kültürlerini, vb. bu oryantalistlerden okumaya ne zaman son verecek! Ya da, son verebilecekler mi! İşte bu oryantalistler, emperyalizmin işbirlikçileridir; yerli halkı, Batının sömürgesi olmaya hazırlarlar. Bu lânet heriflerin aptallık hipnozunda kalan yerli aydınlar da onların taşeronluğunu yaparlar.
Tıpkı Roma İmparatorluğu'nda da yapıldığı gibi, devlet mekanizmaları aracılığıyla din emperyalizmine kalkışılması, Osmanlı Devleti'nde de ciddî karışıklıklar meydana getirecek ve bu yolla devlet zayıflatılarak Batının kucağına oturtulacaktır. Ve bu içe dönük bir oryantalizm yapmakta olan Osmanlı aydınlarının kendi devletlerine, kendi milletlerine revâ gördükleri de budur.
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SİTEM
Kendimi anlatmaya çok uğraştım olmadı,
Bunca çabadan geri bir iz bile kalmadı.
Bıktım artık anlatmam, konuşamam açıkça
Boşunaymış diyorum uğraşıma baktıkça
Gönül dili sesizdir, çığlıkları duyulmaz,
Kırık bir kalp içine sevgi filan konulmaz
Artık son veriyorum bu anlamsız uğraşa.
Kendi içime geçtim mazim ile baş başa.
Şimdi artık sükûnet yaraşmaz mı biraz da?
Bu geri çekilişte sitem de yok naz da,
Şimdi açıkta değil çok derinde saklıyım.
Anlayan olmayınca susmakta da haklıyım.
Yeni bir sayfa açtım, kendimi gizlemeye
Burda imkân bulunmaz, ruhumu izlemeye
Artık sesiz ve sakin, başka âleme geçtim.
Felek sağır olunca, ben de susmayı seçtim
Özcan Sungurçetin
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir BEDAVA yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Bir çok download sitesi deneme sürümü veriyor ama burada tam sürüm program bulabiliyorsunuz. Temelde, her gün bir program ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Bu program üretici firmanın onayı ile minimum 24 saat download edebilmeniz için sitede bekliyor. Hem de tamamıyla ücretsiz olarak. Deneme değil, kısıtlı sürüm değil. Tam bir legal versiyon! Programların kullanıcı sözleşmesinde yer alan kısıtlamalar haricinde herhangi bir kısıtlaması yok…
Televizyonda zaman problemi yüzünden kaçırdığınız dizileri internetten izleyebileceğiniz sağlam bir kaynak http://diziport.com/ Hatta Türk kanallarında oynamayan bir çok dizinin Türkçe altyazılı bölümlerini bulmanız bile mümkün. Özellikle yabancı kaynaklı dizilerin olduğunu söylemekte fayda görüyorum. Mesela "Visitors" yani "V" adıyla oynayan ve Türk kanallarında gösterilmeyen diziyi altyazılı olarak seyredebilirsiniz.
Eğer amatör olarak fotoğraf çekiyor, resim çiziyor ya da ilginç görsel çalışmalarınız varsa ve bu çalışmalarınızı paylaşmak istiyorsanız http://www.deviantart.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle siteye ücretsiz üye olmanız ve çalışmalarınızın görsellerini yüklemeniz başlangıç için yeterli. Eğer örnek sayfa görmek isterseniz benim hazırladığım deneme sayfasına http://akinceylan.deviantart.com/ bakabilirsiniz.
Haberleri internetten izlemeye meraklısınız ama karşınıza "hadi canım, böyle haber mi olur?" dedirtecek türden haberler de görmek istiyorsanız, http://www.zaytung.com web sitesi tam size göre. Mutlaka deneyin. Hatta öyle haberler var ki gerçek sanıp arkadaşlarınızla paylaşmaya bile başlayabilirsiniz. İşte size örnek bir haber: "Ramazan Öncesi Erol Günaydın'ın Eski Ramazanları Unutması, Televizyon Yapımcılarını Sıkıntıya Soktu..."
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|