|
|
|
Editör'den : HAYIR demekten korkmayın!.. |
Merhabalar,
Fazla zaman kalmadı. Kısa bir süre sonra bu dalaşın galibi ortaya çıkacak. Çıkmasına çıkacak ta, olaylar durulacak mı? İşte orası meçhul. Siyasetin kendi etiği içinde, siyasilerin dalaşını anlamak mümkün. İkbal arzuları onları şaşırtmaya yeter de artar. Peki, ya diğer şaşılar? En son Nobel'li Pamuk söz almış ve ağız dolusu "evet" demiş. "Evet demek AKP'ye destek vermek anlamına da gelmez." diye de eklemiş. Lütfettiniz sayın Pamuk biraderim. Yaratıcılığın yolu aykırılıktan, özgürlükten geçer. En azından ben öyle biliyorum. Dayatmacı bir iktidar tarafından, gerçek anlamda mutabakat aranmaksızın hazırlanmış bir Anayasa değişikliğine "evet" demeyi içine sindirebildiğinize göre, hazımlı bir sanatçımız olsanız gerek.
Pamuk Bey'i bilmem, ben kendi adıma sözün bittiği yerdeyim. Söylenmemişleri aramaktan helak oldum. Benzer sözleri temcit pilavı gibi önünüze getirmekten de bıktım. Ayrıntılarla uğraşmak isteyen için kaynak ibadullah. Ben tek bir şeyi yinelemekte yarar görüyorum. Bu referandum, demokratikleşme adına atılacak bir adım değil, siyasi kemikleşme için sürülecek tutkal niteliğindedir. Ya AKP'nin pervasızlığına, hak tanımazlığına hoyratlığına "evet" diyeceksiniz ya da sekiz yılın hesabını sormak için AKP Anayasasına "HAYIR" diyecek, çocuklarınızın geleceğine bir tuğla da siz koyacaksınız. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÖFKELİYİM AYARSIZIM |
|
Artık karar verdim. Mütevazı olmak erdem değil bir hastalıktır. Kendimi bir değer olarak sunmayı, ben de herkes kadar özel biriyim demeyi bir türlü beceremedim. Özgüvenim eksik belki de, hatta aşağılık kompleksinden ölüp geberiyor da olabilirim. Koca bir ömrü tüketip bitirdim ama ben de rüzgâra karşı kırk metre işeyebiliyorum demeyi başaramadım. Gerçi nasıl diyeyim böyle bir marifetim mi var? Kime yaklaşsam, kimle tanışsam mübarek Hint Kumaşı… Yirmi beşlik simit gibi kasım kasım kasılmaktan dünyayı göremiyor. Bir ben mi tenekeyim tanrım? Bir ben mi bakırım altın pazarında. Dünyanın merkezini kaça kiraladınız be mübarekler. Samanyolu galaksisinin tamamı mı sizin etrafınızda dönüyor? Ayak uyduramadım, alışamadım, uyumsuzum… Ama bir gün sabrım taşacak. Çok yakındır, hissediyorum. Bıre dingiller, bıre şaşkalozlar, siz farkında değilsiniz ama ben de değerliyim. Tahmin ettiğinizden daha seçiciyim. Türk varlığına armağan olsun desem de çok önemserim varlığımı. Kaf dağının doruklarından inmeyen burnunuzu alıp gidin buradan çabuk. Haydi yaylanın bakim, çekin kapımdan arabanızı. Hadi anam, hadi canım, usul usul git toz kaldırma…
Sen Sevtap Hanım, sen aynaya bakmıyor musun? Hiç güzel değilsin, cidden söylüyorum. Suratının simetrisi seni beklide on üçünde terk etmiş. O yerden bitme halinle kocaman popunu bile zor taşıyorsun. Saç boyamakla, makyaj yapmayla, dar blucinlerle durumu kurtarman mümkün değil. Yüz ve vücut bakım kremlerine, pahallı parfümlere döktüğün paraya yazık. Sana bir önerim var. Kasma be kızım, salla gitsin, ciddiyim,..
Cengiz Bey, bol keseden atmayla yürümez be anam bu peynir gemisi. Daha dün hidayet geldi size. Bir sene oldu olmadı. Bir de baktık karın tesettüre girmiş. Senin bıyıklar tül gibi olmuş. Nur yağmış sanki durup dururken hanenize. Sendikanı da hükümet yanlısıyla değiştirmişsin. Yakında müdür olursun belki ama adam olamazsın. Belli ki bu işlerle bir yere varmayı düşlüyorsun. Bak iki gözüm, bu ülkede neyin ne olacağını önceden kestirmek zordur. Yarın, öbür gün hükümet düşer. Sana Kılıçdaroğlu kasketi de yakışmaz. Bilesin… Referandumda bütün sülalen EVET versin isterse. Akşama kadar niye kafamızı şişiriyorsun kardeşim. Çok mu nasihate açız biz? Çok mu cahil? Çakma akıllarla yürünmez ki bu hayat yolunda. Adam dediğinin kendi rotası olur.
Üzgünüm Şükran Hanım, benim gözümde beş para etmezsin. Hayatımda gördüğüm en rahat, en vurdumduymaz insansın. Kendi keyfin bozulmasın diye her türlü ucuzluğu göze alabilirsin. Senin gibi insanları hiç sevmiyorum. Kocan iyi kazandığı için değil, genlerine egemen olan haylazlığın nedeniyle çalışmıyorsun. İnsanın azıcık yaşadığı ülkeye, dünyaya karşı ilgisi olur. Doğal afetler ve yitirilen yaşamlar seni ırgalamaz. Çevre kirliliği ve savaşlar da. Ülkende ne olup bittiğini zaten umursamıyorsun. Varsa yoksa televizyon dizilerin. Çocuklarına pazardan giysi alan komşularını küçümsediğine tanık olduğum günden beri sizi hiç sevmiyorum. Siz marka giysilerle kaliteli insan olunduğunu sanan zavallı birisiniz. Benim gözümde bir sinekten bile daha işlevsiz ve değersizsiniz. Özel derslere harcadığınız paralara yazık. Senin çocukların okumazlar. Aha da buraya yazıyorum. Eğer birazcık size çektiyseler kesinlikle okumazlar.
İsmail Abi, kusura bakma ama sana da iki çift sözüm var. Güzel abim, canım abim senin hiç bilmediğin, hiç mükemmel yapmadığın bir şey yok mu? Balıktan anlarsın. Arabalar senin uzmanlık alanın. Futbol zaten senden sorulur. Merak ettiğim bir şey var. Örneğin büyük tuvaletini nasıl eşsiz yapabiliyorsun? Büyüğümüzsün, canımızsın diyoruz ses etmiyoruz. Ama sende çok atıyorsun be iki gözüm. Yedin bitirdin koca ömrümü. Beynimi çürüttün gari. Eğitimden anlıyorsun, siyasetten, tarihten, yemekten anlıyorsun baklavadan hatta börekten. Sen yufka açabilir misin örneğin? Sabırla bekliyorum. Bir gün belki yahu ben bu meseleden pek çakmam dersen inan dişimi kıracağım. Canım abim, ukala abim, palavracı abim. Azıcık sus da kafamızı dinleyelim.
Senin yerin bambaşka Hülya Hanım… Sana söyleyecek sözüm yok. Her halinle bana benziyorsun. Sakarsın, beceriksizsin ve insanları, doğayı, yaşamı seviyorsun. Etten, kemikten, kandan, irindensin sen. Senin yemeğinin dibi tutabilir. Saçların rüzgârda dağılabilir. Akşama doğru eteğinin ütüsü de bozulabilir. Sokakta yürüdüğünde ayakkabıların çamurlanabilir hatta. Tanıdıklarına selam vermeden geçemezsin sen. Ay sonunun anca denkleştirebilirsin. Ne yazlığın var güneyde, ne de deniz manzaralı dubleksin. Kocan arada bir içer de üstelik. Neyse ki; kavganız gürültünüz yok. Sana sözüm yok Hülya Hanım… Seni kesmez benim kılıcım…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu 1660 YIL SONRA |
|
Eskihisar Açıkhava Tiyatrosu'nda oturduğum yeri özellikle seçmedim. Alttan üçüncü sıranın başı. Sahneyi tam karşıdan görüyorum.
Bu akşam burada Bodrum Karya Sanat Topluluğu'nun Barok festivali var.
Saat 21.00. Birazdan gösteri başlayacak; ama insanlar alelacele temizlenmiş taşlı tozlu yolları aşarak alana akın akın gelmeye devam ediyorlar.
Akşamüstü kazı başkanı Bilal Söğüt Hoca'nın rehberliğinde yaptığımız antik kent turunun her anını belleğime nakşetmeye devam ediyorum. Bilal Hoca ve ekibinin bu kadar kısa zamanda başardıkları iş her türlü övgünün üstünde olmalı.
Çocukluğumda üstünden geçtiğim halkalı köprüsü de merdivenlerden inip kana kana su içtiğim halkalı pınarı da yok; ama şehrin kapısından girebiliyorum artık. İçim kıpır kıpır. Mutluluk, yeni umutların kapısını aralayıveriyor:
Hani diyorum, ölmeden, tüm görkemiyle tamamlanmış bu kapıda Athena'nın karşısına geçip:
"Sevgili Tanrıça Şu Apollon'la Marsyas'ın yarışını bir de senden dinlesek," diyebilsem…
Sonra gymnazyuma uğrayıp Droseros, Eumelos, Khrysopteros, Khrysos, Vitalis, Amarios ya da adı hiç duyulmayan bir başka gladyatörle sohbet edebilsem…
Ya da çok daha yakın tarihe gelip pazar yerinde çınarların altında Karcı Mehmet amcadan bir bardak ezme istesem,
Varıp Murat Bey Konağına,
"Anlat Bana incir ağacı
Yörük hasan nasıl kaçırdı Saide Hanım'ı" diyebilsem.
***
Kendimi andan soyutlamış, umuttan 1660 yıl önceye ışınlamışım. İçimde kışkırtıcı bir merak:
Tam da benim oturduğum bu yerde, kim oturmuştu acaba son kez?
Sahnede çalan kim, söyleyen kimdi?
Neydi son nota, son söz?.
Hangi yürekte damıtılmıştı eser?
Hani oyunun, en güzel anında burada, tam da benim oturduğum yerde oturup bilgisine bilgi, gönlüne gönül katan yer ortağıma göklerden bir ses:
Sen keyfine bak insanoğlu,
Tadını çıkar şu anın
Birazdan kapanacak perde
Tam 1660 yıl
Yalnızlığı selamlayacak
Bu sahnede ay,
Deseydi ve bir kahin yıldızlara bakarak ekleseydi:
"Adını bir adam güzelinden
Adını çağrıcıdan alan iki kişi
Geceyi gündüze katarak,
Yeniden çıkaracak
Bu şehr-i aşkı.
Atıldığı gayya kuyusundan"
Sözü ezgiyle buluşturup deseydi ki bir şair:
Yine kavşakları
Hekate'nin tuttuğu bir akşam
Bu dağların
Bu suların.
Bu rüzgarların
Ve bu bereketin sevdalısı
Bir adam,
(Belki de ben)
Menippostan kalan
Mayayı hamura katarak
Seni ve
Yüreğini biçimler gibi
Taşı yontan
Ustalarını anarak
Güneşe gül atacak.
Razı olur muydu kaderine, avunabilir mi miydi insanoğlunun bunca yıl sonra var olmasıyla?
Ey taşı yontan usta
Ey sözü zaman denizinde yüzdüren şair
Ey ezgiyi ezgiyle harmanlayan bestekâr
Anladım ki zaman sizsiniz.
***
Konser geç başlamış,
Zevat konser görgüsüne uygun davranmamış…
Bir kısım insanlar "barok" u "börek" anlamış.
Umurumda bile değil. Bazı şeyler ancak yaşanarak öğrenilir, bunu iyi biliyorum.
Miladi 22 Ağustos Pazar akşamı Stratonikeia/ Eskihisar'ın atıldığı gayya kuyusundan çıkacağının işaret fişeğidir.
Bakmasını bilenler, bu işaret fişeğinin her ışığında o gece için emeği geçenleri görecektir.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Feride Özmat Ada Güncesi : Göç Zamanı |
|
Bir sabah uyandığınızda iliklerinize kadar sessizliği duyarsınız.
Leylekler kışı avucunuza terk ederken; kararlı bakışları, hareketsiz kanatları, dimdik boyunlarıyla, gök kubbeyi azimle yarıp önderlerinin ardı sıra güneşe uçmaktadırlar. Gölgelerini hüzünlü gözlerinize bırakarak… Karaltıları usulca süzülüp odanızın yaz güneşinden yorgun düşmüş perdelerine siner.
Bu hazin şölenin ardından huşu içinde bakakalırsınız.
Kocamış ağaçların çıplaklığa hazırlanan dalları bu suskun zamanın sesine kanıp salınmayı bırakır. Rüzgâr bile durup çevreyi dinlemeye koyulur, gidenleri hüzünle uğurlarcasına.
Aylardır görmeye alıştığınız o parlak güneşin yerini solgun, kısık, belki de nereyi ne zaman aydınlatacağını, nasıl ısıtacağını bilemeyen, şaşkın ve ürkek ışıkların aldığını fark edersiniz.
Artık gün dönmüştür.
Bağbozumunu çoktan kutlamış, üzümlerin tadına çoktan bakmışsınızdır. Arka bahçenizdeki nazlı badem ağacı, rüzgârla her salınışında, size en azından bir yemişini armağan eder. Kestaneler yokuş aşağı ayaklarınızın altında yuvarlanırken kargalar tepenizdeki dalları sallayıp cevizleri başınıza döküverir.
Usulca susup hülyalarınızı serbest bırakırsınız.
Kemanın akordeona eşlik ettiği, günbatımı kızılının yüreğinize şiirler karaladığı veya deniz tuzunun dilinizdeki sevdâ ezgilerine sindiği yaz akşamları bir mazîdir artık. Tüm eğlenceler, kahkahalar, hasretler, kavuşmalar ve hatta o en mutlu anlarda dudaklardan fışkıran sözcükler, hatıra defterinizin ölümsüz sayfalarına nakşedilmiştir. Bir daha yaşanıp yaşanmayacağı bilinemeden…
Gece; her zamankinden daha iri bir dolunayın sizi elinizden tutup özlediklerinizin yaşadığı uzak, ulaşmanızın imkânsız olduğu ve hep de imkânsız olacağı diyarlara çektiğini hissedersiniz. O sarı beyaz ışıkta, sırtınıza serin rüzgârları alarak ve hayallerinizin gölgesine gözyaşlarınızı doldurarak, arzuladığınız vuslata yolculuklar yaparsınız.
Gündüzleri, güneş hâlâ umutlarınızı ısıtsa da, elleriniz ve ayaklarınız önünüze serilen soğuğa kanmaya çoktan başlamıştır. Poyraz giderek daha çok üşütür. Şalınıza giderek daha sıkı sarınırsınız. Saçlarınızsa size değil rüzgâra itaat etmeye başlamıştır.
Bir önceki kış boyunca hasretini çektiğiniz, gelmesi için Tanrı'ya yakardığınız, yaşarken hiç sona ermeyeceğini sandığınız ve aylarca yüzünüze gülen, teninizi kavuran hatta sık sık bunaltan o yaz günleri sona ermiştir.
Şimdi göç zamanıdır.
Sahillerden ve yaylalardan şehirlere, özgürlükten esarete ve karmaşaya; o yaşamayı hiç istemediğiniz, elinizden geldiği kadar geciktirdiğiniz ama yine de sürdürmekten kaçamayacağınız, koşuşturma dolu kent hayatına dönme zamanıdır.
İçiniz daha şimdiden özlemle yanar. Dalgaların ve güneşin teninizi okşadığı, sevdiğinizle yan yana olabilme hazzını yaşadığınız, bazen güldüğünüz bazen de zamanın kıymetini bilemeyip sıkıldığınız anları hatırladıkça teniniz ürperir.
Bilirsiniz ki Kestane Karası'nın soluğunu duymanız ve sizi karayele, poyraza bulayacak günlerle sarmalanmanız çok yakındır. Bilirsiniz ki kış boyunca hayallerinizi, şehrin rutin yaşamının size verdiği bıkkınlığa ve o puslu, çamurlu, gürültülü, kalabalık yalnızlıklara gömülmekten kurtarmayı deneyip tekrar umuda bağlamaya çabalayacaksınızdır. Tüm gücünüzle ve olabildiğince…
Kapanan panjurlar, boşalan sokaklar, ıssız ve sessiz balkonlar içinizi acıtır. Uçaklar, size yukarılarda soğuyan havanın kısa zamanda toprağa da ulaşacağını haber verircesine, gökyüzünde uzun beyaz izler bırakır.
Yüreğiniz giderek daralmaktadır.
Pişmanlıklarınız, yanılgılarınız ve gerçekleştiremediğiniz arzularınız, koynunuza bir yavrunun ana sıcaklığına sokulması gibi sığınmışken ve yarınların size ne getirip sizden ne götüreceğini tam olarak bilemeden, isyanlarınızı bir türlü dillendiremezsiniz. Susarsınız.
Bir sabah uyandığınızda, iliklerinize kadar kimsesizliği duyarsınız.
Leylekler kışı avucunuza terk ederken; kararlı bakışları, hareketsiz kanatları, dimdik boyunlarıyla gök kubbeyi azimle yarıp önderlerinin ardı sıra güneşe uçmaktadırlar. Gölgelerini hüzünlü gözlerinize bırakarak…
Geriye, tadına doyamadığınız yaza ait dolu dolu sayfalar kalır yüreğinizde. Hayalleriniz kadar geniş, bir o kadar sessiz...
Feride Özmat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay AKP'nin Hukuku Değil, T.C.'nin Hukuku! |
|
AKP İstanbul İl Başkanlığı tarafından hazırlanan, Anayasa Referandumu 12 Eylül 2010 Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü broşürü incelemesi;
Kapak ve 24 sayfa…
***
Sevdamız Millet, kararımız evet!
İş isteyene aş isteyene ananı da al git diyen bir yürek mi sevdalı milletine…
Devlet millet içindir!
Millet devlet için değil, devlet için ise ve bu değişiklik ile millet devletin nesnesi değil öznesi, devlet de milletin efendisi değil hizmetkârı olmak için maddeye gerek yok ki istemek yeterli…
82 Anayasası sorun çözmez, çünkü kendisi sorundur!
82 Darbe Anayasası ülke sorunlarını çözemiyor ve AKP özel Anayasası milletin tamamını güvence altına alarak çözecekse, iktidar partisinin yarattığı sorunları da uzaylılar çözecek.
Devlet güçsüzün yanında olacak! Pozitif ayrımcılıkta zayıflar korunacak!
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitler, dul, yetim, gazi ve malullere fırsat eşitliği varken askerlik yan yatma yeri olabiliyor.
Devlet şeffaf olacak, vatandaşın kişisel mahremiyeti korunacak!
Şimdiye kadar kaldırılamayan dokunulmazlık ve ortam dinleme, milleti gözleme ile mi mahremiyet korunacak.
Sınır kapılarındaki tutsaklığa son! Yurtdışına çıkış yasağı karasını bağımsız mahkemeler verecek!
Hangi bağımsız mahkemeler bahse konu uzay da mı?. Yargı bağımsız değil baskılar neticesinde iktidara bağımlı durumda. Üstelik yurt dışına suçlu olanda çıkabilecek olmayan da, nasılsa bağımlı mahkeme var.
Çocukların da hakları olacak! Çocuklar devlet güvencesinde korunacak!
Okullarda sabıkalı kişilerin servis şoförlüğü yapması ve kantin işletmesine devam edilmesi ile mi korunacak. Devlet ilgili ve koruyucu olabiliyorsa yurtlarda perişan olan çoçuklar bu adımların atılmasını beklerken çocukluğunu yitirince fayda nasıl sağlanacak. 14-15 yaşında başlık parası ile satılan kızlarımız varken, kızları okutmak yerine evliliğe iten düzen mi güven verecek. Çocukluğunu yitirmişlerin suçu neydi ki 8 yıllık iktidarda adımlar neden atılmadı?
Memura toplu sözleşme hakkı verilecek!
Memur ile hükümet masada eşit hale gelecekse memur olmak neden küçümseniyor? Grev yasağının geldiği yazılmıyor. Tekel işçilerine yapılan muamele halen hafızalarımızda. Toplu sözleşme ve grev hakkı kaldırılıp, toplu görüşme ile değiştirilip eli boş çıkarmak var.
Siyasi partilerin cezalarını milletvekilleri ödemeyecek!
Siyasi partilerin kapatılması halinde milletvekillikleri otomatik olarak düşmeyecek. Zaten parti kapatılmayacak ki düşsün. Üstelik partilerde vekiller bireysel mi iş yapacak?
Kamu denetim altına alınıyor!
Vatandaşın devletin işleyişi ile ilgili olarak karşılaşılacak sorunlarda ombudsmanlık devreye girerken denetim altına alınan kamu mu, vatandaş mı?
Yüksek Askeri Şura kararları yargı denetimine açılıyor!
Durumdan vazife çıkarma vazifeni yap yoksa yargılanırsın diyip sivil mahkeme yolunu açarken, hükümete serbestlik sağlanacak.
Anayasa Mahkemesi çağdaş demokrasilerde olduğu gibi yeniden yapılandırılıyor!
Çağdaş demokrasilerde parti kapatmak var. Eğer siyasi partiler demokrasiyi amaçlamayıp araç olarak kullanıyorsa siyasi partiler bu ayrılıktan ötürü dahi kapatılıyor. İktidar partisi olarak da AKP laikliğe aykırı fiillerin odağına gelmemiş gibi çağdaşlıktan bahsediliyor.
Artık vatandaş da Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilecek!
AİHM'e başvuru yapmadan sorunları yurt içinde çözmenin yolu, sorununu dile getirenin kovulması ile mi olacak. Ayrıca mağdur edebiyatı yapanlar nereye şikâyet edilecek?
HSYK çağdaş ve demokratik bir yapıya kavuşacak, yargıçlara daha fazla özgürlük!
HSYK'da adamım sensin dönemi başlıyor.
Herkes lafını etti, biz yapıyoruz. Darbecilere yargı yolu açılıyor!
Sivil darbecileri, diktatörlüğe oynayanları hangi mercii yargılayacak. 30 yıldır akıllar neredeydi? Darbeci anlayışına dur diyen sivil darbe ile korku imparatorluğu yaratanların olması da ilginç.
Çağdaş ülkelerde durum nasıl? Anayasa değişikliklerine karşılaştırmalı bakış!
Seçim sistemlerinden çok insan haklarına bakılsa çok daha iyi olacak.
***
Ve broşür Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü için! Evet olarak bitiyor.
Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası değil, AKP özel hukuku hayata geçirilmek isteniyor.
***
Ve Referanduma az bir süre kala PKK ateşkes ilan ediyor. PKK'nın ateşkesi BDP'nin ilgisini de çekecektir elbet.
Peki, silahlar ne oldu da sustu?
Terör örgütü anayasa değişikliğini neden destekliyor? Bizim bilmediğimiz bir şeyler mi var yoksa yurda dönüş törenlerinde yanlarında getirdikleri mektubun dikkate alınma ihtimali mi var?
Referandum öncesi yanıtları bilmekte yarar var.
Ne yediğimiz/yiyeceğimiz önemlidir!
(Kuzu kuzu me. Bin tepeme, gel gidelim, Ayşe teyzeme!)
Nuran Talay Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XXXII |
|
Şahsî kanaatim şudur ki Kuran, tarikatımıza İncillerden çok daha yakındır. Çünkü, her şeyden önce aklı ve bilimi dışlamıyor ve Tanrı'yı insanlaştırmayı, insanı da tanrılaştırmayı kesinlikle yasaklıyor, bunları en büyük günâhlardan sayıyor. Ve daha nice değerli görüş…
Belki, Türklerin bu tür bir reform çabası, onlara bizim tarikatımızı da sevdirir. Ama, günün birinde Türkler bu uyduruk dili de bir kenâra bırakarak İngilizce veya Fransızca konuşmaya da başlayabilir. Tanrım… Bu bir bakıma, bizim oryantalistler ile Fransızlarınkinin performansları arasında da iyi bir mukâyese olacaktır(!).
Oryantalizmin anavatanının Fransa olduğunu düşünürsek ve Sylvestre de Sacy'nin Pâris'te kurduğu Ezoles Bes Languages Oriantales'in yaklaşık bir asırdır sürdürdüğü faaliyetleri de dikkate alırsak, Fransız oryantalistleri bizimkilerden önde görünüyor. Ve sanırım, Türklerin Fransızca konuşmaya başlaması, önce Latin alfâbesini kabul ederek bunun alt yapısını hazırlamaya yönelmeleri daha muhtemel görünüyor.
Dolayısıyla, Türkler arasından da bir Mesrop Maştotz; bir modern paganlık işbirlikçisinin çıkması da yakındır. Kitâbı Mukaddes çevirileri üzerinden Osmanlıcaya Yunan-Latin kavram ve deyimlerini sokarak Türklerin zihin faaliyetleri üzerinde tahakküm kurmaya yönelmeleri; modern paganlığı kabul edebilecek bir çarpıklıkta Türklerin zihinlerini yeniden formatlandırmaya yönelmeleri yakındır. Tanrım…
Gerçekten de Tanzîmat Fermânı'nın ilân edildiği dönemden itibâren Fransız oryantalistlerinin Osmanlı idâresinin kilit noktalarında bulunan yöneticilerle kurdukları yakın ilişkiler ve özellikle de Mustafa Reşit Paşa'nın kafakola alınması, sonraki dönemde de Joseph Ernest Renan öncülüğünde sürdürdükleri faaliyetler, bu yarışta Fransız oryantalistlerini bizimkilerin önüne geçirdi.
Ama, bizimkilerin en önemli "avantajı"; avantaj demek istemiyorum aslında; ama, onlar için bu şekilde görünüyor; Fransız oryantalistlerinin şu sıralar Cezâyir'le fazlasıyla meşgûl olmaları ve Osmanlı Devleti'yle yakından ilgilenememeleridir. Onların sâyesindedir ki, Cezâyirli aydınlar arasında Fransızca modası başladı. Kalvinist Papazlar da Cezâyirlilere hızla Fransızca öğretiyor.
Dilerim, Osmanlı aydınları tüm bunlardan ders çıkartmayı başarır. Zîrâ, bugün bir Ermenî, "Ben Ermenîyim." demekle aslında, "Ben Yunan-Latin kültürünün Doğulu bir üyesiyim." demiş oluyor. Bir Türk ise "Ben Türküm." diyemediği gibi, "Ben Osmanlıyım." dediğinde, "Ben kendi kültürümden vazgeçtim; başka kültürlere özenerek kendime karma bir kültür yarattım." demiş oluyor. Tanrım…
Şüphesiz ki bu karma kültür, Batının saldırılarına kendi kültürlerinden daha açıktır; çünkü, ne halk Saray'ı tam olarak anlayabiliyor, ne de Saray halkı tam olarak anlayabiliyor; ne aydınlar halkı, ne de halk aydınları tam olarak anlayabiliyor. Şu hâlde, kendi kültürlerine dönmeleri ve Batının saldırılarından korunmaya çalışmaları gerekirken, oryantalistlerin propaganda metinlerine mutlak hakîkat pâyesi biçen aydınlarına ne demeli?
Dilerim, bu aydınlar daha fazla geç kalmadan kendi kimliklerini kendileri bulabilir; aksi takdirde, şu Turancılık saçmalıklarının arkasında kendi kimliklerini tamâmen yitireceklerdir. Tanrım… Şu sıralar Afgânî, Hindistan'daymış. Belli ki şu sıralar, buradaki Müslümanları İngilizler aleyhine kışkırtmakla meşgûl.
Dilerim, buradaki Müslümanlar bu ajan provokatörün hipnozundan da ivedilikle kurtulur; Thomas Valpy French ve William Mouir'i kovdukları gibi bu mahlûku da ülkelerinden kovarlar. Dilerim, başta Türkler olmak üzere tüm Müslümanlar, İngilizlerin ve Fransızların dış politika alanında bütün bu siyasî entrikalarını anlayabilecek ve bunlara karşı sağlam stratejiler geliştirebilecek bir aklî ve siyasî zekâya sâhip olurlar.
Düşünüyorum da yazmak isteyip de yazmadığım/yazamadığım ne kadar çok şeyim varmış böyle… Bu gemi yolculuğu, gerçekten de zihnimin içini boşaltmamı sağladı. Ve neden bunları daha önce başka bir yerlerde ve başka biçimlerde anlatmadım diye düşünüyorum da ben bunları hiç kimseyle paylaşamayacak olmam nedeniyle, kendimi hep erteledim sanırım. Peki, şimdi değişen ne?
Ben. Evet, ben. Tanrım… Bunları başkalarıyla da paylaşabileceğimi düşünmemden dolayı değil. Ben bunları başkalarıyla paylaşabileceğim doğru zamânı bekledim durdum hep, bunları hiç kimseyle paylaşamayacağımı anladığımda da işte böyle yazdım… Tanrım, evet, bu yolculuğun benim için anlamı buymuş demek…
Gerçekten de insanın hayâlleri, onu özgürleştirebiliyor da özgürlüğünü kaybettirebiliyor da… Biliyorum, bu günlüğü hiçbir zaman yayınlamayacağım. Beni ne Avrupalı aydınlar tanıyacak, ne de Asyalı ve Afrikalı aydınlar. Hattâ, adımı bile duymayacaklar, bu dünyâdan öylece yok olup gideceğim. Ama, hiç değilse içimde bir şey kalmayacak…
En azından ben; en azından Naturalist bir Sümerolog, burada benim kendi kültür ve medeniyetime olan öfkemi görecek ve başta modern paganlık olmak üzere Batının felsefesine, sanatına, bilimine, ekonomisine, siyâsetine, vb. kustuğum öfkeye tanıklık edecek. Evet, bu satırları sâdece William Crosner okuyacak. Benim sır küpüm, can yoldaşım, kader arkadaşım William Crosner. Tanrım…
Demek ki ben, tek okuru olan bir yazarım. Dünyânın en zengin ve en fakir yazarı… Zenginim, çünkü okurumun benim hakkımdaki tüm görüşlerine vâkıfım. Bugün hangi yazar, okurlarının kendisi hakkındaki tüm görüşlerine vâkıf? Ama fakirim; çünkü, her yazar daha geniş halk kitlelerine seslenmek ister; onlara bir şeyler katmak, ufuklarını genişletmek, dünyâlarını aydınlatmak…
Ne var ki, ben tek okuru olan bir yazar olsam da benim için William Crosner söz konusu olduğunda, aynı sorumluluğun içindeyim şüphesiz. İşte, sanırım beni yazmaya motive eden en önemli unsur da bu oldu. Şu hâlde, sevgili okuruma küçük bir not düşeyim; kim bilir, belki yıllar sonra bu satırları okuduğunda, doğru yolu bulması konusunda tereddüt ettiği anlarda bu satırlar, ona yol gösterir.
Sevgili William Crosner,
Bu satırları okuduğunda dilerim, yüzünün akıyla bu kazı projesini tamamlamış ve önemli bulgularla evine dönmüş olursun. Eğer emekli olduysan, benden sana tavsiye, halanın çiftliğine git ve toprakla ilgilen. Sen doğdun doğalı toprağı sevmişsindir zâten. Toprak da sana bonkör davranmış; ektiğin her ürüne karşılık sana 1'e 100 vermiştir…
Yok eğer emekli olmadıysan da artık emekli ol ve yine bu dediğimi yap. Ve yanında Edward'ı da mutlakâ götür; ama, eğer Başpiskopos Baldwin'le kalmak isterse ısrar etme ki, seni reddetmek zorunda kalmasın. Seni reddetmek veya senle onun arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılmak, Edward'ı çok üzecektir.
Yazmayı düşündüğün kitaba gelince; şu hayatta ne yapmak istediğine, gerçekten de ne yapmak istediğine doğru bir biçimde karar ver ve bir kez o karârı verdikten sonra, kendine hiçbir otosansür uygulama. Karârının sonuna kadar arkasından git. Aslâ vaz geçme. Ve bir kez bu kitabı yazma karârı vermişsen, aldığın son nefese kadar bunun gereğini yap. Ben sana güveniyorum…
3 Mayıs 1885
*
Tanrım, ne gündü ama… Bugün sanırım on yaş daha yaşlandım. Hayâtımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar çok siyasî entrikanın merkezinde hissetmemiştim. Başpiskopos Baldwin'le birlikte, karım Selmâ ile oğlum Yusuf'un cinâyetini araştırdığımız dönemde bile etrâfımızda bu kadar çok entrika yoktu. Bu kadar çok cevapsız soru, bu kadar çok oyun, bu kadar çok tuzak…
Sabah kalkar kalkmaz, Kaptan Plummer'in kamarasına doğru yöneldim. Kapısı kilitliydi. Sonra, kaptan köşküne doğru yöneldim. İçerde Gage'yle birlikte konuşuyorlardı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Bugün Athenagoras'ı alacağımız için çok heyecanlı olduğumu ve bu nedenle uyuyamadığımı, onlarla kahvaltı saatine kadar sohbet etmek istediğimi söyledim.
Amacım, Gage'yi bir şekilde oradan göndermek ve Kaptan Plummer'in ağzını aramaktı. Ama, kısa bir süre sonra Kaptan Plummer, güverteye çıkmak için izin istedi. Ben de dikkat çekmemek için Gage'yle sohbete devâm ettim. Gage'ye onu ne kadar zamandır tanıdığını sordum; çok değil, yalnızca iki yıl kadar önce tanıştıklarını söyledi. Daha önceki yolculuklarını nereye yaptıklarını sordum, Filistin'e olduğunu söyledi.
Biz bunları konuştuğumuz sırada içeri Stephen girdi. Onunla yüz yüze geldiğimizde ise ikimiz de şaşırdık. Tanrım… Bana sırtını dönerek Gage'ye, Kaptan Plummer'in nerede olduğunu sordu, sonra da hızla güverteye doğru yöneldi. Ben de Gage'ye, lavaboya gideceğimi söyleyerek güverteye doğru yöneldim.
İkisinin de sırtı bana dönüktü, aralarında fısıldaşıyorlardı. Hiçbir şey duyamadım. Sonra da dışarı doğru yöneldim ve geldiğimde, gözlerimi Stephen'in gözlerine dikerek, sağlık durumunun nasıl olduğunu sordum. Stephen hiçbir cevap vermeden yanımızdan ayrıldı. Kaptan Plummer de konuyu değiştirdi. Tanrım…
Şimdi düşünüyorum da belki de o sırada, Sicilya Limanı'nda gemiden kaçış plânları hakkında son rötuşları yapıyorlardı. Hem, yanlarında İbn-î Ceydân bin Ekber'in kitabını ve Kaptan Plummer'in sandığını da götürmüşler. Tanrım… Günlüğümü almamış veya fark etmemiş olmaları bir şans mıdır yoksa Tanrı'nın bir mucizesi mi bilmiyorum; ama, bu işin sıradan bir defîne avcılığı işi olmadığından artık eminim.
Eğer yanlarında sandığı götürmemiş olsalardı, kitabı sonraki projelerinde kaynaklık etmesi amacıyla götürdüklerini düşünürdüm. Ve sabah Kaptan Plummer'in kapısının önünde sunta parçacıkları görmüştüm; belli ki sandık, Kaptan Plummer'in bilgisi dâhilinde taşındı. Şu hâlde, Geary ile Stephen'in birer Tapınak Şövalyesi olduğuna, gerçek kimlikleri ortaya çıkmasın diye sözde Tapınak Şövalyesi olan iki defîne avcısı gibi davrandıklarına inanmak için haklı nedenlerim var.
Tanrım, ne entrika ama… Nasıl bir yolculuk bu böyle… Kimin kime nasıl bir entrika kurduğu belli değil. Yine işler karıştı… Tanrım… Gemide Tapınak Şövalyeleri'nin işi ne? Sandığın içindekiler nereye gidiyor? Kriptekste neler yazıyor? Sandıktaki elyazması kime âit? Bu şahıslar, ben ve Edward'ın gerçek kimliklerini biliyor mu? Onlar biliyorlarsa, başkaları da biliyor mu?
Peki Vatikan, bu kazı projesinin neresinde? Vatikan ile Lordlar Kamarası arasındaki bağlantı ne? Ayrıca, gemide Moses ve Daniel olmak üzere mason olduklarını düşündüğüm iki Yahudi daha var ve eğer bu böyleyse, Vatikan'ın onlar üzerindeki hesâbı ne? Tanrım, bu soruların zihnimi karartmasına izin verme…
Öğle sularında Sicilya Limanı'na vardık ve Athenagoras'ı aldık. O sırada, geminin arka tarafından küçük bir tekneyle Geary ile Stephen, yanlarında kitap ve sandıkla birlikte kaçmışlar. Yemek salonuna geçtiğimizde, Audrey'e herkesi buraya toplamasını söyledim. Kaptan Plummer ise rotamızı çoktan Mora'ya doğru çevirmiş ve limandan ayrılmıştık.
Herkes toplandı, Kaptan Plummer de dümeni Gage'ye bırakarak yanımıza geldi. Ama Audrey, Geary ile Stephen'in kamaralarında olmadığını söyledi. Biz onlarla böyle konuşmamıştık, gemiden ayrılırken ekibe uygun bir mâzeret bulmalarını tembihlemiştim. Hızla kamaralarına doğru yöneldim, giysilerinin birçoğunu burada bırakmışlar, o beyaz tören kıyâfetleri ise yoktu.
Sonra, kamarama doğru yöneldim; içersi düzgündü, ama kitap gitmişti. Günlüğüm ise her zamanki gibi dolabın içinde; çoraplarımı koyduğum çekmecenin altındaydı. Bunu görmediler mi yoksa almak mı istemediler, bilemiyorum. Fakat, koridordan geçerken gözüm bir ara Kaptan Plummer'in kamarasına takıldı; kapısı sonuna kadar açıktı, içeri girdim. Tahmin ettiğim gibi sandık da gitmişti.
Yemek salonuna döndüğümde, ekibe durumu şu şekilde anlattım, dedim ki; "Geary ile Stephen, aslında birer arkeolog değil, defîne avcısıydı ve İbn-î Ceydân bin Ekber'in kitabını alarak kaçtılar." Tanrım… Bir an içinde salonu uğultular kapladı. Herkes yanındakiyle bir şeyler konuşuyor, kafamın içinde kazanlar kaynıyordu. Ama, içlerinde en çok Carlo gözüme takıldı; kendisi yere çömelmiş, çok bitkin bir biçimde ağlıyor ve gözlerini temizliyordu.
Edward'ı ve Athenagoras'ı alıp kamarama doğru yöneldim. Edward da çok bitkin görünüyor, sürekli olarak "Bu benim suçum!" diyerek ağlıyordu. Edward'ın başını omzuma yasladım ve mendilimi çıkartıp gözyaşlarını temizledim. Sevgili dostumu belki de ilk kez bu kadar üzgün görüyordum, Tanrım…
Kendisi bir ara, Nick için özel bir içecek hazırlamak için mutfağa gitmiş, o sırada Geary ile Stephen kamaraya girmiş olmalılar. Edward da kitabı benim almış olabileceğimi düşünerek, kitabın nerde olduğunu merak etmemiş. "Bir kitaba sâhip çıkamadım." diyerek o kadar ağlıyordu ki, onu öyle gördükçe benim de içimden bir şeyler kopup gidiyordu…
O an duygularım karmakarışıktı. Gemideki Tapınak Şövalyeleri, masonlar, Vatikan'ın ve Lordlar Kamarası'nın siyasî entrikaları, Edward'la benim durumumuz… Tanrım… Bunlardan bir teki bile, kendi bağlamı içinde düşünüldüğünde, yeterince dehşet verici, burada ise hepsi bir arada… Tanrım, sen bize dayanma gücü ver…
İçeri girdiğimde, Athenagoras'ı masaya oturttum ve Edward'ı tesellî etmeye çalıştım. Kitabın şimdiye kadar kopyaladığı bölümlerinin nasıl olsa elimizde olduğunu, bize lâzım olan parçalarının büyük bir bölümünden zâten haberdâr olduğumuzu, bunların bize yeteceğini ve günlüğümün de yine bizde olduğunu anlattım. Sonra da onu biraz temiz hava alması için güverteye yolladım.
Athenagoras için hiç de iyi bir karşılama töreni olmamıştı bu. Oysa, kafamdan neler geçiyordu… Tanrım… Ona meselenin iç yüzünü anlattım. Kendisi, bu tür entrikalara fazlasıyla vâkıf biri. Henüz daha sözlerimi bitirmemiştim ki, bana çok önemli bilgiler verdi ve onun sâyesinde kafamı kurcalayan bazı soruların cevaplarını bulmuş oldum.
Tahmin ettiğim gibi, bizim kazı bölgesi, tüm bu entrikaların merkezinde yer almakta. Nitekim Rum masonlar, Mora İsyânı'ndan sonra Megalo İdea Projesi'nin ilk adımı olan Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasını sağlamışlar, şimdi de ikinci adım için düğmeye basmışlar. Amaçları, Batı Anadolu'nun aslında bir Yunan toprağı olduğunu, Türklerin buradaki işgâle son vermeleri gerektiğini dünyâ kamuoyuna duyurmak ve Batı Anadolu'yu da Yunanistan'a katmak.
Daha önce, Ephesos kazılarında da Rum masonlar aynı amaç doğrultusunda hareket etmiş. Fakat, Carlo'nun anlattığına göre bu kazılar, ödenek yetersizliği gerekçesiyle yarıda kesilmişti. Athenagoras, bu kazıları yakından tâkip etmiş; ama, o da kazıların niçin yarıda kesildiğini tam çözememiş. Ve Athenagoras'a göre Rum masonların diğer adımları ise önce İstanbul'u, sonra da Karadeniz Bölgesi'ni; yâni Pontus'u, Yunanistan'a katmak ve böylelikle, eski Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltmek.
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SAHNE
Karardı sahne aydınlandı yüzler
Üç oyuncu çıktı sahneye
Önce
Ay güneş ve bulut
Ay genç bir çocuk güneş başlarında
Ve bulut sessiz bir dilenci
Tekrar karardı sahne gözler
Yüzleri aradı haykırarak
Boşalmıştı koltuklar ne ay vardı
Ne güneş bir tek bulut
Sessiz bir dilenci
Aldırmadan sahneye ışıklarına
Ve oynanan oyuna
Yürüyorum sokaklarında kararmadan
Karartılmadan sarın ellerimi
Aydınlık yüzlerinizle
Çünkü
Karanlık aydınlığa gebe
Aydınlık hürriyete
Şimdi terimi kuruluyorum hürriyetin
Islak mendiliyle
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.
İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.
"bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com
İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|