Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.811

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Ağustos 2010 - Fincanın İçindekiler


  • MAVİ MAĞARA ... Sedef Özkan
  • Sürt(t)ük ! ... Levent Bedir
  • (S)ayıklamalar kimbilirkaç. ... Ebru Coşgun
  • Hayırsızdan "Hayır" Çıkmaz ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • 26 Maddenin Tamamına Hayır / Tamamına Evet ve İleri Demokrasi ... Nuran Talay
  • William Crosner'in Günlüğü XXXIII ... Alkım Saygın


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : HAYIR demekten sakın korkmayın!..


    Merhabalar,

    AKP'yi Kurtarma Planına HAYIRTaksim Anıtı'nda Atatürk'ün eline evet yazılı paçavrayı tutuşturan "it"e inat "HAYIR" arkadaş. O ite müsamaha gösteren polisin amirine inat "HAYIR" arkadaş. Sağa baksan evet, sola baksan evet. Devletin, belediyenin, her türlü imkanını kullanan, "HAYIR"a tahammül edemeyen yalaka sürüsüne inat, "HAYIR" arkadaş.

    Moda ya, kendine sanatçı denilen kim varsa mikrofon tutulup fikri soruluyor. 12 Eylül 80'de henüz kıçı annesi tarafından temizlenen kuş beyinli sarışın, "Darbe Anayasası tarihe karışıyor, o yüzden evet." diyor. "Nasıl karışıyor?" diye soracak babayiğit olmadığından da, sözleri kayda geçiyor. Bir diğeri; "Evet dememek için kör olmalı." diyor. Aklı sıra kendi körülüğüyle dalga geçiyor. Fazıl Say olsam, yavşak deyip geçeceğim ama değilim, diyemiyorum. Basket maçında maaile Meksika dalgası yapan başbakandan başlayarak, ona biat etmişlere kadar geniş bir yelpazeye diyeceklerim birikiyor ama tutuyorum çenemi, sandığa saklıyorum sözlerimi. Kendimi "Evet" mührünü kahverengi "HAYIR"a basarken hayal ediyorum, rahatlıyorum.

    Dün, seksensekiz yıldır kutladığımız 30 Ağustos'tu. İnsanlığını unutan nankör kalemleri bizim bahçıvan Ahmet Altan hatırlattı. Gitgide sönükleşen kutlamaları bu sene hiç kaale almayan iki tane sahipli, tasmalı gazeteyi soktu gözümüze. Biri her zamanki duruşuyla Atatürk düşmanı milli gazete, diğeri kadından en çok anlayan Altan yönetimindeki kesekağıdı taraf. Birincisi çok daha şerefli, tavrı apaçık yıllardır. Tarafı apaçık kesekağıdı ise aklı sıra Türk Silahlı Kuvvetlerini protesto ediyor. Oysa yemini suyunu nasiplendiği sahibine hizmette kusur etmediğini cümle alem biliyor. Yazıklar olsun ne diyelim. Bizim Ahmet Altan durumu hemen çizgi haline getirip yollamış biz dostlarına. Sizlerle paylaşmak boynumun borcu.

    Dün bizim ailenin önemli günlerinden biriydi. Prensesimizi gurbete yolcu ettik. Yarın yanına gidip, önümüzdeki beş yılını geçireceği evini kurmasına yardım edeceğim. Demem o ki, 1-9 Eylül arasında, durumu şimdiden kestiremediğim bir halde olacağım. Aksamalar olursa şimdiden özür dilerim. Hepinize hıyarlardan arınmış, "HAYIR"lı günler dilerim. AKP Anayasasına ağız dolusu "HAYIR" diyerek, çocuklarınızın geleceğine bir tuğla koymayı sakın ihmal etmeyin. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Sedef Özkan

     40 Hatırlı Kahve : Sedef Özkan


       MAVİ MAĞARA

    Gölgenin gölgesine dokunabilir misin? Dokunamazsın, hatta göremezsin… Varlığından bile haberdar değilsindir. Oysa sana en yakın o'dur.

    Sen-ben gölgenin gölgesi miyiz?
    ki o'nun gölgesi
    ve o'nun gölgesi var.

    Çağırdı beni. İstedim, çok merak ettim, ürktüm, çekindim…
    Ama çağırdı beni. Dinginliği, rengi; daha önce hiç görmediğim…
    Hiç sesini çıkarmadan çağırdı.

    Sanki bi mırıltı…

    - Hey dede, ne zaman geldin?
    - Buradaydım kızım, hep buradaydım…
    - Neden seni görmüyordum dede?
    - Kabuğumla hemhâl olamamıştım kızım.
    - Kabuğunu nasıl yaptın dede?
    - Çok uğraştım kızım.
    - Kabuğun yokken neden görünmüyordun dede?
    - Kabuk ruhumun elbisesi kızım. Çok kez hissettiğin halde beni, elbisem olmadığından görmedin.
    - Benim de kabuğum mu var dede?
    - Hem de çok güzel bi kabuk kızım.
    - Kim dikti kabuğumu?
    - Sen diktin güzel kızım.
    - Hiç hatırlamıyorum dede.
    - Diktikten sonra, önceki yaşanmışlıkların hatıralar denizine karışır kızım. Hafızalar karaya vurduğunda bazen hatırlar gibi olursun bir yerlerden…
    - Peki artık, hiç kabuğunu çıkarmayacak mısın dede?
    - Bunu şu anda söyleyemem kızım.
    - Neden dede?
    - Bazen kabuğu değiştirmek gerekiyor kızım.
    - Ben de değiştirecek miyim dede?
    - Daha önce değiştirmiştin kızım, eğer istersen yine..
    - Çok uzun zamandır yoktun dede. O kadar zaman yeni kabuğunu dikmek için mi uğraştın?
    - Dinlendim kızım… Eski kabuğumdan çıkmak kolay olmadı. Çok bağlanmıştık… Ondan ayrıldıktan sonra denizlere süzüldüm. Eski kabuğum çok deniz sevmezdi. Meğer çok istermişim suyu… Hasretmişim… Uzun uzun dinlendim kızım. Uzun uzun aktım… Bilmediğim renklerde döndüm. Onlar da beni bilmeye döndüler.
    - Ben de hep denizde olmak istiyorum dede.
    - Kabuğunla da gidebilirsin denize güzel kızım.
    - Kabuğumu atmak istiyorum dede!
    - Acele etme güzel kızım… Çok kez anlaşamayacaksın belki kabuğunla ama onun da anlatmak istedikleri var. Anlayış göstermelisin.
    - Kendim diktiğim halde niye anlaşamıyoruz dede?
    - Çok elbise dikmek gerek kızım.
    - Peki sen başkalarının elbisesini hiç diktin mi?
    - Şışşttt!!!!
    - Ne oldu dede?
    - Bu pek olmaz kızım.
    - Pek olmaz?!
    - Nadiren olur.
    - Peki sen hiç diktin mi dede?
    - Bir kez.
    - Kimin dede?
    - Sen daha tanışmadın güzel kızım.
    - Ne zaman tanışacağım dede?
    - Bir gün sana gelecek.
    - Her şey çok mu karışık dede?
    - Nasıl baktığına, ne gördüğüne bağlı kızım…
    - Nasıl dede?
    - Yıldızlar ne kadar karışık görünüyor değil mi? Oysa hepsi birbirine bağlı. Bir ip gibi dizilmiş olsalar sen-ben konuşuyor olabilir miydik burada?
    - Peki ben başkasına elbise dikebilir miyim dede?
    - Dinlenmen gerekiyor kızım…
    - Ne kadar dinleneceğim dede?
    - Henüz daha hiç dinlenmedin güzel kızım.
    - Hemen dinlensem?!
    - O zaman geldiğinde, bunu söylemene gerek kalmayacak kızım. Zaten hazır olmuş olacaksın.
    - Daha kalacak mısın dede?
    - Yolcuyum kızım. Bugün bir bardak suyunu içmeye geldim.
    - İçince gidecek misin?
    - Benim güzel kızım, benim için anneni öper misin?
    - Öperim dede. Peki sen anneannemi görüyor musun?
    - Bazen.
    - Kabuk değiştirdi mi?
    - Evet.
    - Kime benziyor dede?
    - Güzel bir genç kız. Vişne çürüğü renginde elbisesi var. Bana uzaktan el sallıyor.
    - Onu öpebilir misin?
    - Hayır.
    - Neden?
    - İstemiyor kızım.
    - Suyun dedecim…
    - Su gibi aziz ol güzel kızım…
    - Yine gelecek misin?
    - Geleceğim kızım.
    - Bekleyeceğim dedecim…
    - Kendini iyi dinle güzel kızım. Uzun uzun dinle… Sözcükler çok kıymetli. Onları iyi seç. Diğer kabuklar zarar vermeye çalışsalar da sana, başkalarına; elbiselerine sığamadıklarındandır. Zamana ihtiyaçları var. Onlara sözcükler ver. Onlara dokun. Ve onların en güzel sözcüklerini seç. İçinde sakla. Özenle diz sonra. Kendininkilerle harmanla. Sonra kimin ihtiyacı varsa ona ver. Gözlerin bilecek onları.
    - Peki ekmek dede?
    - Ekmek?
    - Ekmek ister misin?
    - Yemiştim güzel kızım.
    - Çok aç var dede. Çok fazla aç. Sözcükler yetecek mi?
    - Daha fazla sözcük gerek kızım.
    - Ya anlamıyorlarsa dede?
    - Bugün değilse bile anlayacaklar kızım.
    - Dede, çok güzelsin…
    - Ah güzel kızım, hep içimde tütüyorsun…
    - Bana sigara içirmiştin dede!
    - Sen içmiştin!
    - Şimdi o sigaradan yok dede; 'Gelincik' sigarası.
    - Abin nasıl?
    - Seni özlüyor dede…
    - Yakında uğrayacağım ona, şerbet isteyeceğim…
    - Çok tatlı şerbetler pişti evlerinde.
    - Biliyorum kızım.
    - Gidiyor musun?
    - Şimdilik…
    - Ne uzun bi sözcük değil mi dede?
    - Haklısın kızım.
    - Peki dedem, elbisemin üstüne başka bir elbise giyebilir miyim?
    - Belki üzerinde görmediğin elbiseler vardır kızım.
    - Peki sen hepsini görebiliyor musun dede?
    - Neyi ne kadar görüp göremediğimi bilemem kızım. Hem elbise dikmek kolay değil ki… Gördüğün sadece tek vücut. Tek elbise. Katman katman da olabilir, tek kat da… Bilemeyiz. Kaç kat taşıyabilir ki ruhun?
    - Eklersem katları, hapsetmez miyim ruhumu?
    - Ruh kabuklardan hapsolmaz. Önemli olan onun nüfuz ettiği alanı anlaman.
    - Peki ya yaprak, şu yaprak, onun da elbisesi var mı dede?
    - Gördüğün her şeyin kızım.
    - Göremediklerimiz birbirlerini görüyorlar mı?
    - Bazen kızım. Herkesin, her şeyin kabuğu var, her şeyin… İstisnasız… Bazen görünen, bazen görünmeyen. Bazen görebildiğimiz, bazen göremediğimiz. Çok kez çok zaman alsa da, ruh vücuda gelmek ister.
    - Dede…
    - Gitmeliyim güzel kızım.
    - Su ister misin dede?
    - Yudum yudum sen iç arkamdan.
    - Peki dede.

    Yalnızım…

    Ne çok çağırdın beni. Ne kadar dirensem de geleceğimi biliyordun değil mi?

    Ah mavi mağara, ne kadar koyusun lacivert olmadan… Ne kadar yoğun aynı zamanda anlaşılmazsın; kalbin pompaladığı kan gibi… Tek, katıksız varılmış renk; dönmüş dünyalar rengi. İçinde 'huzur', içinde 'sıcak'. Dipte, dipte, dipte… kopkoyu… kopkoyu mavi… katıksız billura çıkan… Döndükçe saydamlaşan…

    Benden başka kimleri ağırladın? Ben keşfetmedim seni değil mi?! Ama gelmeseydim sana, duyamayacaktım dedemi. Sanki dedemin mırıltısı asılı kalmış, sanki başka mırıltılar… Mırıltılar, mırıltılar… Ne çok konuğun var. Mırıltılar, mırıltılar duyuyorum… Mırıltılar, başımı çeviriyorum, başkası, bi başkası… Dinliyorum, dönüyorum… Bi başkası, dönüyorum, mırıltılar, dönüyorum… Dinliyorum.

    Dönüyorum.
    Dönüyorum.
    Mavi mağaramda.

    - Örtün!
    Dönüyorum…

    - Örtün, ruhunu zapt et.

    Mağaramı üzerime çekiyorum. İyice yerleştiriyorum kıvrımlarıma. Birleşiyorum onunla… kabuğum…

    Ruhunu zapt et.
    Çok yorma onu.
    Zaten çok çileli.

    - Örtün!

    Kabuk sadece korumak için; sadece bir şekil.
    İçinle yakmamak için diğerlerini… Ve yanmamak için ötekilerden…

    Bucaksız denizi görüyorum.
    Ufkun ufkunu…

    ki o'nun gölgesi
    ve o'nun gölgesi var…

    Dedemi görüyorum. Şerbet istemek için yola koyulmuş bile. Biriyle konuşuyor; evet, onu hatırlıyorum sanki çok eskilerden bir yerlerden ve onunla yeniden tanışacağımı biliyorum. Dedeme bir şeyler söylüyor; sakin, ağırbaşlı.

    Duyamıyorum.

    ki o'nun yankısı
    ve o'nun yankısı var.


    Sedef Özkan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Budha Bar : Levent Bedir


    Sürt(t)ük !

    Rakı, beyaz peynirini ararken…
    Evlerden birinin lambaları söndü
    İki gölge japon yapıştırıcısına teslim oldu…
    Islak kirpiklerimi tek tek basıp şarjöre
    Acımadan bastım tetiğe…

    Bir sandalye döndü masaya kıçını
    Attı Yıldızını gece…
    İki dudağın ortasındaki bataklıkta
    Diller peş peşe dil çekişirken
    Ben, boğazıma geçen
    Balkon demirinin pembe ipine aşık oldum..

    Park yerinde
    Üç araba birbirine girmişti..
    İkisi erkek, birisi kokoş bir dişi…
    -Önce ipek kravatlı rüstemi,
    Sonra da kuyruk sallayan kediyi gördüm…
    Ve gördüm ki ben hep Köroğlu, kördüm..

    çıplak ayak basarken betona,
    Kimlerin Aya ayak bastığının artık bir önemi yoktu…
    Hangi gecelerdi onlar, orgazma çeyrek kala
    Avaz avaz ismimi haykırdığın…
    Cüzdanımı üzerine bıraksam boşaldığın….

    O gece başını koyduğun yastıkta
    Özne ben değildim.
    Adın, sıfatın, zamirin ne alakası var..
    Sonucu kahpe bir yüklem..
    Ha gayret be Rüstem
    yüklen de yüklen…

    Bacak arana sıvı temas ettiğini
    garanti kapsamından çıktığını söylediler..
    Üzülmedim..
    -garantimi bozanın sen olduğunu
    bildiğim için…
    Üç otuz artı üç' ü böldüm üçe
    Akrebini de yelkovanını da
    sildi spermlerim…

    Rakı madem hala duruyor
    Aç kapını bekle beni balıkçı adil..
    R a k ı,  b a l ı k,  l i m a n …
    L i m a n,  b a l ı k,   r a k ı…….
    Polis, ambulans, acil!
    Alkol zehirlemesinden değil
    Dilime bulaşan küfür mikrobundan…

    Başlığa bakıp zaman kipine aldanmayın
    Şimdi, bir peçetelik sevdalardayım..
    bir dergi aralığına yapışıncaya kadar,
    Çakma bir kaltakla,
    Karantinadayım..

    Levent Bedir


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ebru Coşgun

     Kahveci : Ebru Coşgun


      (S)ayıklamalar kimbilirkaç.

    Bir sarhoşluğun ertesiydi sanırım , içinde bulunduğum çıkmazı kendimle paylaşmaya çalışmıştım. Küçük bir parantez aralığını yaşama arzusuydu bu belki de, Sonuna hiç bir zaman nokta koyamayacağım hep o üç noktalı hal bu demiştim kendi kendime.

    Bazen bir solukta durur da nerden nereye dersiniz ya, tam da o an gözlerimin önünde işte, çok sevdiğiniz bir romanı hiçbir neden yokken yarıda bırakıvermek ve sonrasında yine hiç beklemediğiniz bir anda elinize alıp kaldığınız yerden unuttum sandığınız her şeyi bir bir hatırlayarak yabancılamadan devam etmek gibi sanki herşey…

    yine bir cumartesi, sahildeyim. Hıncahınç insan kalabalığı etrafta. Karşımda eski bir dost ve konu hep dönüp dolaşıp aşk'a geliyor sonunda. Sadece bir kere gördüğü ve km'ce uzak olan bir kadını tutkuyla sevdiğini anlatıyor bana, iki yıl diyor, iki yıldır her sabah ilk işim onun sesini duymak oluyor. Uzağız evet hiç görüşmedik yüz yüze iki yıldır ama, öyle çok şey paylaştık ki, aslında o kadar yanımdaydı ki deyip ekliyor; Biliyor musun onunla hiç birlikte olmadık biz, ama ben onu hiç aldatmadım. Susuyoruz.

    Sanki Oğuz Atay yine Olric'le koyu bir sohbete dalmış , Turgut Uyar yine sarhoş örneğin ve kalemi keskin bıçak, Edip Cansever yok ortalarda muhtemelen Ruhi bey'i arıyor , Cemal Süreya kaybettiği "y' ye" ağlıyor oturmuş bir sahil kasabasında , Bekleme! godot' unda geleceği yok işte üstelik yağmurda göstermiyor kendini bugün, ve yine cumartesi. Sanki bambaşka şehirlerde umudu hüznü yaşayarak bambaşka insanların olduk. sanki yeni hikayelerle geldik birbirimize her defasında. Sanki bizdeki Yüzümüzdeki buruk bir gülümsemenin tadını çıkarma çabası.

    Tamda olduğun yere yeni bir akşam çöküyor olmalı. Bendeyse kendi sesini bir kez daha tam şeffaflığıyla dinleme isteği ve rahatlığı.

    Ebru Coşgun
    ebrucuk6@yahoo.com.tr


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Hayırsızdan "Hayır" Çıkmaz

    Gerektiğinde "Hayır" demeyen/diyemeyen insan ve toplumların başlarına neler geldiğine dair sayısız örnek vardır.
    Mesela:
    - Bir arkadaşınız yasa dışı bir iş yapıyor ve sizden de yardım istiyor. "Hayır" diyemediyseniz siz de suça ortak oldunuz demektir.
    - Genç kız sevdiği adamın bazı isteklerine "hayır" diyemiyor, sonra ömrü boyunca pişmanlık yaşıyor.
    - Eşinizin, çocuğunuzun çok pahalı bir isteğine "hayır" diyemediğiniz için gırtlağa kadar borca giriyorsunuz ve ömrünüz bu borcu ödemekle geçiyor. Kendi toplumumuzda da bazı örneklere bakalım:
    - Batı Osmanlı'dan onlardan borç almasını istiyor. "Hayır" diyemiyor, alıyor ve yıllar sonra bir aldığı borç on, hatta yüz oluyor. Bırakın anaparayı ödemeyi faizi ödeyemiyor Osmanlı.
    - Aynı Batı borca karşı devletin gelirlerine el koymak istiyor, Osmanlı gene "hayır" diyemiyor.
    - Aynı batı Osmanlı İmparatorluğu içindeki etnik topluluklara bağımsızlık istiyor, Osmanlı "hayır" diyemediği için ayrı ayrı devletçikler şeklinde etnik topluluklar bağımsızlık ilan etmeye başlıyor.
    - Yetmiyor, aynı Batı bu sefer Sevr ile Anadolu'yu paylaşmak istiyor, Osmanlı gene "hayır" diyemiyor ve Anadolu işgal ediliyor.
    Ancak tam bu noktada 1919 yılında Samsun'dan yükselen bir "HAYIR" bütün Anadolu'da yankılanıyor ve Türkün Kurtuluş destanı yazılıyor.
    **

    Günümüz Türkiyesinde, bu gün de referandumda "Hayır" denilecek mi, denilmeyecek mi tartışması yaşanıyor.
    - Bir yanda "Hayırcılar",
    - Diğer yanda "Hayıra Hayır" diyenler var.
    Kılıçlar çekilmiş, söylenmesi gerekenler söylenmiş ya da söylenecek…
    Kıyasıya bir mücadele.
    Her şey unutulmuş, referandumla yatılıp referandumla kalkılır olmuş.
    Gariban vatandaş, sonuç ne çıkacak diye düşünmekten açlığını bile unutmuş.
    İşsiz vatandaş, iş aramayı referandum sonrasına bırakmış,
    **

    13 Eylül 2010'da başka bir Türkiyeye uyanmaya hazır olun!
    - Referandum sonucu ne olursa olsun daha fazla ayrışmış, şiddet olayları çoğalmış, bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir Türkiye göreceğiz. Çünkü:
    - "Hayır'a hayır" diyenler kazanırsa, bazıları kendilerini dev aynasında görmeye başlayacak; muhaliflere baskılarını artıracak, Türkiye ile ilgili her türlü tasarrufta bulunma hakkına sahip olduklarını düşüneceklerdir.
    - "Hayırcılar" kazanırsa gene bazıları, zannetmeyin ki pılısını pırtısını toplayıp gitme hazırlığına başlayacaklardır. Aksine direneceklerdir. Zira makamlar bırakılınca hesap sorma ile karşı karşıya kalacaklarını biliyorlar. Bu hesabı millete verme cesaretini göstereceklerini sanmak ise safdillik olacaktır.
    Yani, her iki ihtimalde de bizi zor, çok zor günler beklemektedir.
    **

    Son söz: Türkiyemde "hayırlı" insanların çoğunlukta olmasını temenni ediyorum. Biliyorum ki "hayırsızdan hayır" çıkmaz…

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      26 Maddenin Tamamına Hayır / Tamamına Evet ve İleri Demokrasi

    Velev ki ileri demokrasi diye bir şey olsun, 26 maddenin tamamına tek cevap hakkı tanımak hangi yanıyla bağdaşıyor olabilir ki?

    Yanıtlayalım; elbette hiçbir yönü, yanı ile bağdaşmıyor.

    Seçmene seçenek hakkı tanımayan bir sistem ile yapılacak Referandum, demokrasi ile bağdaşamaz. Olsa olsa demokrasiyi amaç olarak değil araç olarak görenlerin işine yarar.

    Halk zannediyor ki bu bir seçim.

    Seçeneğin olmadığı yerde seçimden söz edilemeyeceğine göre bu bir seçim değil. AKP yine başa gelir yorumları da geliyor sık sık. Neyin başına geliyor, zaten başımızda, bir yere inmedi gitmedi ki çorap örmeye devam ediyor yalnızca.

    AKP Anayasası maddelerinin kişiye özel maddeler olduğunu her fırsatta dile getirmiştik.

    Bu özel maddeleri sevip bağrına basmak isteyenlerin başında PKK terör örgütünün geliyor olması boş yere umutlandıklarından mıdır, yoksa varlıklarını kanıtlamaya çalışmalarından mıdır? Bilinmez.

    E koskoca Başbakan, Cumhurbaşkanı teröristlerle anlaşmaz anlaşmasına da, 10 Kasım'da TBMM çatısı altında sözde demokratik açılımın ön görüşmesini yaparak yüreklendirirsen olacağı budur.

    Silahla, topla, savaşmadan da yenmeyi sorunları çözmeyi bilmelisin bilmesine de muhatap aldığını alenen ortaya serersen varlığını tescillemiş olursun dert olan o.

    Çiçeklerle, ayaklı mahkeme ile havai fişeklerle karşılanan bağırlara basılan teröristlere ne oldu? Yine dağa çıktılar, e dağı bayırı özlediklerinden değil herhalde… Öyle eski hükümlüyü işe aldın derken kucaklanan teröristleri hatırlatmadan edemedim

    Sözü fazla uzatmaya gerek yok diyaloglara dikkat edilmesi lazım. Üstelik samimi de olmak lazım. İkinci 12 Eylül vakasının vuku bulmasından sonra sol gösterip sağ vuracak cinsten yeni maddelere hazırlıklı olmak lazım.

    Yoksa nemelazım bir bakmışız özümüze ait bir madde kalmamış.

    12 Eylül;

    İşsizliğe çare olacak mı?

    Ekonomik kalkınma olacak mı?

    Demokrasi olacak mı?

    Hukuk olacak mı?

    ………………………olmayacak.

    Deniz Feneri davasına yayın yasağı koy, bin bir engelle davanın görülmesi kilitlensin sonrada hukuk var densin. Üstelik hayatımıza girmiş dinlenme, izlenme korkusunu halen yaşanıyorken.

    ***

    Yurtdışına çıkış serbestlik var! İşsiz adama ne fayda.

    İleri demokrasi gelecek! Normali, düzü, gerisi var mı ki ilerisi gelebilsin.

    Kadınların hakları ne olacak?

    Çağdaş medeniyet seviyesinde yükselecek miyiz?

    Şeriat'ın ayak seslerini duyuyor olmak, yanlış algılama sonucu mu?

    Evimizin içine paldır küldür dalmış AKP, tümden ev düzenimizi, tümden evin kurallarını değiştirmek istiyor, ya onun kurallarına uyarsınız ya da uyarsınız durumu var yani.

    Yargı bağımsızlığının olmadığı,

    Ordu gücünün olmadığı,

    İşine geldiği gibi bir maddeler yumağı.

    Siyasi iradenin başarısızlığı sonucunda şansını referandumda arayan dert yumağı.

    Allayıp pullasan ne olur ki eşeğe altın semer vurunca eşek eşekliğinden vazgeçiyor mu ki bu maddelerin barındırdıkları gözleri boyasın.

    Öyle yardıma, yaşlı ete, 40°C sıcakta kömüre tav olup tercihini ona göre belirleyen zaten hayırlı değildir.

    ***

    Ha unutmadan…

    50 küsur yaşına gelmiş Başbakan'ın 12 Eylül'ü sorgulaması 30 yıl sonra aklına neden geldi?

    Madem hukuk var Ergenekon sanıklarına yapılan zulüm açıklansın…

    Demokrasi var ise hakkını arayan kovulmasın…

    Demek ki neymiş laf ile icraat farklı şeylermiş.

    8 yıldır ülkenin geldiği, getirildiği, içine sokulduğu durum, millete yaşatılan huzursuzluk ve sıkıntılar üzerine yağ gibi çıkabilmekte varmış.

    ***

    İki parmağın arasında tutulan tercih mührünün, sadece bireysel değil toplumsal geleceğimizi de etkileyeceğini unutmayınız…

    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Romancı : Alkım Saygın


      William Crosner'in Günlüğü XXXIII

    Athenagoras, bizim kazı bölgesi hakkında çok ciddî araştırmalar yapmış, bundan altı ay kadar önce de bizzat bölgeye giderek yüzey incelemeleri yapmış. Ulaştığı kaynaklarda buranın adı Lysisya olarak geçiyor ve bu kent, gerçekten de eski bir Grek kenti. Ancak, işin son derece ilginç tarafı şu ki, bu kentin sonradan nasıl yok olduğu hakkında kaynaklar hiçbir bilgi vermiyormuş. Tanrım…

    Ona, bunları hangi kaynaklardan öğrendiğini sorduğumda bana söylemedi. Niye söylemediğini anlamadım. Belki, kendisinin de bazı şüpheleri vardır ve beni yanıltmaktan çekiniyordur. Zâten, konuşmamız sırasında ona Edward'ın kopyalarını verdim, bunları ivedilikle inceleyeceğini söyledi. Bu incelemesinde hangi sonuçlara varacağı gerçekten de önemli.

    Athenagoras, yaptığı yüzey incelemeleri sonucu, bölgede büyük bir yangının çıkmış olabileceğini düşünmüş ve bir ara, kent merkezinde kazı yapmaya yeltenmiş. Ama, kısa bir zaman sonra Cinaslı köyünün sâkinleri onu kaymakama şikâyet etmişler. Ben köylülerin, Athenagoras'ı defîne avcısı sanmış olabileceğini düşünmüştüm; ama köylüler, burada bir evliyâ yattığına inanıyormuş ve Athenagoras'ın evliyâyı uyandırabileceğinden rahatsız olmuşlar.

    Athenagoras, burada Romalılar zamânında önemli bir konsülün toplanmış olabileceğine, eğer konsül kararlarını beğenmemişse Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda bu kentin yakılmış olabileceğine ve kaynaklardan bu kente âit bilgilerin sildirilmiş olabileceğine inanıyor. Bu olasılık, gerçekten de mâkûl görünüyor. Zâten, bin yıllık bir süre boyunca bu kaynaklar Vatikan'ın mutlak hâkimiyeti altında kaldığından dolayı bunu yapması zor değildi.

    Ve hattâ, kendi ekonomik ve siyasî rantını koruyabilmek ve güçlendirebilmek için bu kaynakları tahrif etmesi de gerekirdi ve bu, çok basit bir işti; bu yalnızca, bir limon solüsyonuna ve bir de mürekkebe bakardı. Hem, okuma-yazma oranı ta öteden beri çok düşük bir düzeyde seyrettiğinden, bunun farkına varan da çıkmazdı. Farkına varsalar bile, aforoz edilme korkusuyla bunu açıklayamazlardı.

    Ne var ki bu kaynaklar, Roma İmparatorluğu'nun siyasî egemenliği altında olan kent-devletlerinin kütüphânelerinden devşirme olduğu için, diğer kent-devletlerinin kütüphânelerinde Lysisya'ya ilişkin bir şeylerin kalmış olma ihtimâli yükseliyor. Dolayısıyla, nasıl olup da İbn-î Ceydân bin Ekber'in bu kadar çok şey bildiği bu şekilde mâkûl bir nedene bağlanmış oluyor, en azından şimdilik bu böyle görünüyor.

    Bunlar bir tarafa, Athenagoras'ın bu düşüncesi, bir başka bağlamda da Vatikan'ın zihniyetiyle son derece tutarlı görünüyor. Daha üç yıl kadar önce de İskenderiye Kütüphânesi'ni yağmalayan, burada beş yüz bini aşkın kitabı yakan; hem üstelik, kütüphânenin yöneticisi ve aynı zamanda da ünlü bir matematik bilgini olan Hypatia'nın derisini deniz kabuklarıyla soyduran Başpiskopos Kyrillos'u aziz ilân etmesi, bu olasılığı güçlendiriyor.

    Tanrım… Eğer bu olasılık gerçekse, demek ki Vatikan'ın derdi, ben ve Edward'la değil ve aslında, başka bir şeyin peşinde. Kazı ekibinin burada ne bulacağını merak etmişse veya kendi dünyevî ve uhrevî egemenliğini sarsacak bir bulgunun dünyâ kamuoyuna sunulmasına engel olmak istemişse, yanımıza Tapınak Şövalyeleri'ni veya masonları bir şekilde göndermiş olabilir.

    Bu durumda, Lordlar Kamarası'nın bu kazı projesini desteklemesi de muhakkak Yunan Diasporası'nın ve Rum masonların işi. Tanrım… Bunlar gerçekten de mümkün mü? Athenagoras'la altı saati aşkın bir süre konuştuk; ama, yine de kafamda bir dizi soru işâreti var:

    1) British Museum, ekibin başına niçin benim gibi bir Sümeroloğu geçirdi? Eğer Vatikan'ın ve Lordlar Kamarası'nın böyle bir ekibi bu ateş çemberinin içine sokacağını British Museum'da bana cephe alan masonlar öğrenmişse ki, bunu öğrenmeleri hiç de zor olmazdı; bu durumda, benden kurtulmak için bundan daha kolay ve etkili bir yol bulamazlardı.

    Şu hâlde, bu işi kim veya kimler örgütlediyse, karım ile çocuğumun cinâyetinde de onların bir parmağının bulunma olasılığı kesine yaklaşıyor. Peki, bunca entrika çevrilirken bütün bunlar Lord Chodorow'dan nasıl gizlendi veya o da bu işlere şu ya da bu biçimde bulaştı mı, bulaşmak zorunda mı kaldı? Tanrım…

    2) Belki de Lysisya'da ilk yerleşimler, Sümerler zamânında Mezopotamya'dan yapılan göçlerle gerçekleşmiştir. Çünkü biz, Lagaş kazıları sırasında Rubert Pilkington'la, Sümerlerin M.Ö. 1950'lerde Batı Anadolu'ya göç etmiş olabileceği olasılığı üzerinde epeyce durmuş ve bunu British Museum'a rapor etmiştik. Peki ama, British Museum nasıl bu kadar emin olabildi?

    Diyelim ki emin oldu, benim yanıma bir başka Sümerolog daha koymaları gerekmez miydi? Tanrım… Ben Sümeroloji alanında ne kadar iyi olursam olayım, yanımda birikimine güvenebileceğim, kendisiyle tartışabileceğim bir başka Sümeroloğa da ihtiyaç duyarım şüphesiz. Bunu daha önce öngörememişler mi peki?

    Atama karârını duyduğumda, ekipte başka Sümerologların da olabileceğini düşünmüştüm; ayrıca, ekipteki dokuz kişiyi daha önceden tanımıyordum ve bunların, Avrupa'nın değişik bölgelerinde görev yapan Sümerologlar olabileceği ihtimâli bana mâkûl görünüyordu. Bu nedenlerle, bunu merak etmemiştim doğrusu ve ekibin başına geçirilmemi de şüpheyle karşılamadım.

    Hem, Rubert Pilkington emekli olduktan sonra, bu işe benden daha iyi bir aday da yoktu hani. Ama şimdi düşününce, işler hepten karıştı. Tanrım… Yoksa, bir anlık bir bencilliğin kurbânı olarak mı bu duruma bu kadar kayıtsız kaldım? Tanrım… Bir anlık bir bencilliğin sonucu mu kendimi olayların akışına seyirci bıraktım? Tanrım…

    3) Eğer bu kent Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda yakıldıysa, onu bu kadar kızdıran, bu kadar korkutan şey neydi? Örneğin, modern paganlıkta İznik Ukkin Plahrumu'ndan önce veya sonra, Katolikler ile Ortodokslar arasındaki bölünmeye benzer bir ayrışma daha oldu da Vatikan, bu insan kitlesini toptan mı yok etmek istedi?

    4) Belki de sandık, aslında Geary ile Stephen'e âitti ve Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda içindeki kripteksti bizim kazı bölgesindeki komitaya yolluyordu. Çünkü, Lord Chodorow bana, Vatikan'ın son beş yıldır Batı Anadolu'da gizli bir komitayla buradaki Türkler ile Rumları birbirine kırdırdığını ve Türkleri Katolikleştirmekte olduğunu, İtalya'nın da Batı Anadolu'yu Doğu Akdeniz'de bir üs olarak kullanmak istediğini söylemişti.

    Şu hâlde, bu kripteks bir başka yolla Batı Anadolu'ya ulaştırılacaktır. Ama, bu da sâdece bir olasılık. Eğer gemide başka bir mason varsa ki, ben Moses ile Daniel'in de mason olduklarından şüphe ediyordum; bu kripteksi pekâlâ onlara da bırakmış olabilirler. Tanrım… Nasıl bir ateş çemberinin ortasına düştük böyle? Tanrım, sen bize güç ver...

    Atacağımız herhangi bir yanlış adım, tüm bu güçler savaşımının ortasında, işleri daha da içinden çıkılamaz hâle getirebilir ve bu durumda sâdece biz değil, tüm bölge halkları ve Yakın Doğu, dönüşü olmayan bir sürece girebilir. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu ise "dinler savaşı" ve Yakın Doğu medeniyetlerinin sonu olacaktır. Tanrım…

    Athenagoras, Rum masonlar hakkında çok şey biliyor, kendisiyle bunları uzun uzadıya konuştuk. Nitekim, 1814'te Orta Avrupa'da Napolyon'a karşı Prusya ve Avusturya, aralarında sağlam bir ittifak yapmış ve Fransızları yenmeyi başarmışlardı. Bu karışıklık ortamını fırsat bilen Çarlık'ın ise sıcak denizlere inmesini engelleyebilecek bir rakip ortalarda gözükmüyordu.

    Athenagoras'ın söylediğine göre Çarlık, bu târihte Odesa'da gizli bir komita kurdurdu; Filiki Eterya (daha sonraki adıyla, Etniki Eterya). Komitanın başına da Çar'ın yâveri Aleksander İpsilanti'yi geçirdiler. Dört yıl kadar sonra bu komita, demokratik ve meşrû bir cemiyet görünümü veren bir yapıya büründü ve Rumlar arasında Megalo İdea'yı benimsettirmeye çalıştı.

    Athenagoras, bana büyük amcalarından birinin; Horace'ın da bu cemiyette üst düzey yöneticilik yaptığını söyledi; ama, sonradan istifâ etmiş ve kısa bir süre sonra da öldürülmüş ki, bu mesele de başlı başına büyük bir sorun. Zîrâ, Etniki Eterya Cemiyeti'nin faaliyet gösterdiği ilk yıllarda İstanbul'da siyasî birtakım karışıklıklar vardı. Saray, Tepedelenli Ali'nin başlattığı isyanla meşgûlken bu komitacılar, Eflâk ve Boğdan'ı ele geçirmeyi başarmıştı.

    Ve burada Balkan milletlerini, Osmanlı idâresi aleyhine kışkırtmaya ve Rusların yanında olmaya çağırmışlardı. Fakat, Osmanlı idâresi bu isyânı kısa sürede bastırmayı başarmıştı. Bunun üzerine, cemiyetin Mora'da şubesini açmışlar ve bölgedeki Yunanlıları kışkırtmaya çalışmışlardı. Bu sırada örgütün başına da Dimitri İpsilanti geçmiş ve Mora İsyânı'nın öncülüğünü de yine bu zat üstlenmişti.

    Dimitri İpsilanti, kısa bir zaman içinde bölgedeki Ortodoks din adamlarını örgütlemeyi başarmış ve Yunanlılar, Osmanlı idâresine karşı ayaklanmıştı. 1821 yılına gelindiğinde bu isyan, hemen tüm Ege'ye ve hattâ Kıbrıs'a kadar yayılmıştı. Osmanlı idâresinin bu isyâna tepkisi ise çok sert olmuştu. II. Mahmut, ilk olarak onlarla işbirliği içinde olan Fener Rum Patriği V. Gregorius'u Patrikhâne'nin kapısı önünde astırmıştı.

    Daha sonra da Mısır Vâlîsi Mehmet Ali Paşa'dan yardım isteyerek bu isyânı büyük bedeller karşılığında bastırmıştı. Ancak, Çarlık'ın vazgeçmeye niyeti yoktu. 1825'te yönetime geçen I. Nicola, yeniden Megalo İdea Projesi'ni yürürlüğe koymak için Yunanlıları kışkırttı ve Osmanlı Devleti'ni barış müzâkereleri yapmaya zorladı. Bir yıl sonra da Akkerman Antlaşması imzâlandı.

    Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Rus ticâret gemilerine Osmanlı karasularında serbest dolaşım hakkı tanıyacaktı. Ayrıca, Eflâk ve Boğdan'a Rusların önereceği yeni bir voyvoda atanacak, Balkanlardaki Ortodoksların siyasî ve sosyal haklarında birtakım "iyileştirmeler" yapılacaktı. İşte, Athenagoras'ın amcası Horace, Akkerman Antlaşması'na karşı çıkmış.

    Athenagoras'ın söylediğine göre Horace, Proodos Mason Locası'na çalışıyormuş. Bu loca, Fransız obediyansından l'Union D'orient'te bağlı Rum masonlar tarafından 1823 yılında İzmir'de kurulmuş; ancak, sonradan o da Pâdişah Abdülaziz'in direktifleri doğrultusunda kapatılmış ve yeraltına çekilerek faaliyetlerini sürdürmeye devâm etmiş.

    Rum masonlar, Akkerman Antlaşması'nı, Bizans İmparatorluğu'nun kurulmasını engelleyici bir antlaşma olarak görmüş ve cemiyetle görüş ayrılığı içine düşmüşler. Horace da bu nedenle istifâ etmiş ve bu acı olaylar yaşanmaya devâm etmiş. Ve bugün de değişen bir şey yok; bugün de aynı projeler yürürlükte ve aynı kaygılar, aynı tragedyalara dönüşüyor.

    Konuşmamızın bir ânında Athenagoras'a, babasının ve kendisinin de mason olup olmadıklarını sordum. Bana olmadıklarını; ama, olmaları yönünde üzerlerinde uzun yıllardır baskı kurduklarını söyledi. Kendisine, Megalo İdea Projesi hakkında ne düşündüğünü sorduğumda ise beni yine şaşırtmadı, sevgili dostum.

    Yaşının, bilgi ve kültürünün ve bir bilimadamı olmasının verdiği kıvrak zekâ ve analiz yeteneğinin ışığında olsa gerek, bana bu projenin emperyalizmin o iğrenç tuzaklarından biri olduğuna inandığını ve ayrıca, amcasının da böyle iğrenç bir tuzağa katılıp bu uğurda ömrünü adadığına çok hayıflandığını söyledi.

    Sonra da amcasının, Fransız emperyalizmi için Rus emperyalizmine karşı kullanılmasına ve sonunda bu işin hayâtına mâl olmasına çok üzüldüğünü söyledi. İşte, Horace cinâyeti de tam bir bilmece. Kendisi, İstanbul'da güpegündüz silâhlı bir saldırıya uğramış ve hemen oracıkta hayâtını kaybetmiş. Ve bu işi Etniki Eteryacıların mı, Fransız masonların mı, İtalyan masonların mı yoksa bir başkasının mı yaptırdığı hâlâ aydınlatılamamış.

    Athenagoras, bu işin içinde muhakkak masonların parmağı olduğuna inanıyor. Ailesine bu cinâyet, Rum masonları tarafından, Saray'ın işi olduğu yollu düzmece senaryolar anlatılmış; fakat, aile buna iknâ olmamış. Athenagoras ve babası, yıllarca bir ipucu aramışlar; ama, sonunda onlar da hiçbir kanıta ulaşamayarak bu işten vazgeçmişler.

    Athenagoras'a bakılırsa, Proodos Mason Locası, Horace'ın ölümünün ardından hızla etkinliğini yitirmiş; ancak, bundan on beş yıl kadar önce, bu locayı yeniden diriltmeye çalışmışlar ve locanın başına da Kleanti Skaliyeri isimli yeni bir Fransız ajanını geçirmişler. İki yıl kadar sonra da Osmanlı Devleti'nin üst düzey yöneticilerini ve aydınlarını masonlaştırmaya başlamışlar.

    Bunlar arasında Şehzâde Murat ki kendisi, bundan dokuz yıl kadar önce masonlar tarafından Osmanlı tahtına çıkartılmış, sonradan delirdiği gerekçesiyle de tahtan indirilerek yerine şimdiki pâdişah II. Abdülhamid çıkartılmıştı; işte bu zat ve Nâmık Kemâl, Ziyâ Paşa, Mithat Paşa, Mehmet Râgıp gibi aydınlar daha dikkat çekici.

    Bu isimler, şu Turancılık zırvalıklarını da fazlasıyla sâhiplenmiş kimseler. Dolayısıyla, şimdi bu zırvalıkların arkasında Fransız masonların da bir parmağı olabileceğini düşünüyorum. Ve bu konuyu da daha sonra, detaylı bir biçimde araştırmalıyım. Masonların Osmanlı Devleti'nin en tepesini bile kontrol altına almayı başarabilmiş olması, gerçekten de çok kaygı verici.

    Athenagoras'ın söylediğine göre Şehzâde Murat, 20 Ekim 1872 târihinde, Louis Amiable'nin evinde, Kleanti Skaliyeri'nin yönetiminde düzenlenen ergime töreniyle locaya alınmış. Dört yıl kadar sonra da Proodos Mason Locası tarafından örgütlenen bir darbeyle yönetime geçirilmiş ve Abdülaziz'in masonlara karşı yürüttüğü politikaların da intikâmını almaya çalışmışlar.

    Ancak, kısa bir süre sonra V. Murat'ın sağlık durumu kötüye gidince, masonlar ondan ümidi keserek yerine II. Abdülhamid'i çıkarmışlar. Ve ilk zamanlar II. Abdülhamid, masonlara karşı biraz yakın durmuş; yönetimde kilit noktalara kendi ekibini yerleştirmeyi beklemiş. Daha sonra da Abdülaziz döneminde masonlara karşı uygulanan politikaları yeniden yürürlüğe sokmuş.

    Bunun üzerine, masonlar da II. Abdülhamid'i tahtan indirmek için V. Murat'ı gizlice kaçırıp Fransa'da tedâvi ettirip tahta onu yeniden geçirmek için bir plân yapmışlar ve bu işten birinci derecede sorumlu kişi olarak da Ali Suâvi'yi görevlendirmişler. Ancak, bu kaçırma girişimi sırasında Ali Suâvi öldürülünce bunu gerçekleştirememişler.
    Kleanti Skaliyeri'nin bu işten vazgeçmeye hiç niyeti yokmuş, yaklaşık iki ay kadar sonra bu işi bizzat kendisi yapmak istemiş; fakat, o da başaramamış. Ve bu kez de II. Abdülhamid'i öldürme plânları yapıp durmuşlar; ama, bunlarda da başarılı olamamışlar ve yine de vaz geçmemişler. Tanrım…

    Biz son iki yüzyıldır, başta Birleşik Krallık olmak üzere hemen tüm Avrupa'da masonlardan çok çektik ve görünen o ki, masonların yeni hedefi Osmanlı Devleti. Zîrâ Osmanlı Devleti, Avrupa târihi içinde en zayıf dönemini yaşıyor, tâliplisi de gün geçtikçe artıyor. Tanrı, II. Abdülhamid'e üstün bir güç versin…

    Biz kendimizi bu meselelere o kadar kaptırmıştık ki, Edward içeri gelip ekibin benden bir açıklama beklediğini söylemeseydi, sanırım devâm ederdik… Athenagoras'la birlikte, ekibe nasıl bir açıklama yapacağımızı kararlaştırdık ve yemek saatini bekledik. İçeri girdiğimizde, kitaptan aldığım notları dikkatlice incelediğimizi ve kitabın kulaktan dolma bilgilerle yazıldığını, bunlara güvenmememiz gerektiğini onlara îzâh ettim.

    Bana inanıp inanmadıklarını merak etmedim, defîne avcılarından kazâsız belâsız kurtulduğumuz için ekibi Tanrı'ya şükretmeye çağırdım, sonra da konuyu unutturmaya çalıştım. Ve Athenagoras'a, Geary ile Stephen'in kamarasını verdik. Şu sıralar sanırım, kitaptan aldığımız notları inceliyordur. Edward ise çoktan üzerini çıkarttı ve uykuya daldı. Ben de az sonra yanına gideceğim.
    Yârın yine çok yorucu bir gün olacak. Çok bunaldım. Yemek boyunca Dennis ve Carlo'nun şüphe dolu bakışları bizim üzerimizdeydi. Kaptan Plummer ise hâlinden fazlasıyla memnun görünüyordu. Neyse… Çok yorgunum şu an. Bizi yârın kim bilir ne sürprizler bekliyor. Sen bizi koru Ulu Tanrım…
    4 Mayıs 1885


    - Devam edecek -

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Gülendam Oğuz


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    MENEKŞE

    Bir menekşede doğacağım
    Sensiz bir menekşede
    Alabildiğince mor
    Alabildiğince menekşe

    Bir menekşede doğacağım
    Gözlerime duvarların düşecek
    Bir yanımı ellerin yakacak
    Duymayacak kulaklarım kıyamet çığlıklarını

    Bir menekşede doğacağım
    Ne ölüm ağlar ne ölenler
    Menekşeler buna dahil değil
    Dahil değil ölüme menekşeler

    Bir menekşede doğacağım
    Varsa bıraktığım dünyada
    Sevda bilesin şimdi
    Menekşeler de ağlar

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara - Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.

    İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.

    "bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com

    İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Zor - Nev









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20100831.asp
    ISSN: 1303-8923
    31 Ağustos 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com