|
|
|
Editör'den : HAYIR'da HAYIR var!.. |
Merhabalar,
Gurbetlik devam ediyor. Gecikmeli de olsa, referandum öncesi bir sayı daha yayınlamanın telaşıyla yazıyorum bu satırları. Kısıtlı imkanlarla hazırladığım bu sayıda başınızı ağrıtmak değil ama önemli bir durumu bir daha hatırlatmak istiyorum. Referandumu sakın ola boşlamayın. Sandığa gidin ve "HAYIR" deyin. Çocuklarınızın geleceğine "HAYIR"lı bir tuğla koyacağınızı unutmayın. Kendinize iyi bakın, yuları kaptırmış aydın bozuntularına, yalan üstüne yalan söyleyen, söylediğine kendisi de inanan uçan balon siyasetçilere aldanmayın. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
Baydemir Erdoğan'a Diyarbakır mitingi için ne şart koştu
1-Diyarbakır Belediye Başkanı Hastir Osman Bey, Erdoğan'ın mitingine saatler kala, bir tv kanalında Başbakan’dan Diyarbakır’a uluslararası havaalanı sözü istedi. Baydemir’in konuşma tarzından öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın yapacağı mitingde ‘güvenlik sorunu’ çıkmamasının şartlarından biri .Diyarbakır'a uluslararası havaalanı sözü. Tarih: 3 Eylül.
2-Ulaştırmamın Bakanı, İstanbul’a 60 milyon yolcu kapasiteli havaalanı projesinden bahsetti. Tarih: 30 Ağustos.
3-Ulaştırmamın Bakanı, Elazığ Havaalanını 5 kat büyütecek terminalin açılışını yaptı. “Şimdi yapılan bu terminal, Elazığ’ın nüfusu 5 kat artsa bile ihtiyacını görecek bir terminal.” dedi. Tarih 30 Ağustos.
4-Antalya’da havaalanı genişletmesi için kamulaştırılması düşünülen iki mahallede 1000’in üzerinde evde yaşayan 5 bine yakın mahalleli ayaklandı. İstimlak için ön keşif yapmaya gelen heyeti “Bir daha mahallemize gelmeyin” diyerek kovaladılar. Tarih: 15 Temmuz.
Antalya’nın Yeşilköy ve Güzelbağ mahallelerinde kamulaştırılacak arazinin 5 bin hektarı birinci sınıf tarım arazisi.
5- 27534 sayılı Resmi Gazete’de Karar Sayısı: 2010/258. "Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü yatırım programında 2009E030210 proje numarası ile yer alan Adana Çukurova Bölgesel Havaalanı Projesinin gerçekleştirilmesi amacıyla ekli planda gösterilen taşınmazların Ulaştırma Bakanlığı (Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü) tarafından acele kamulaştırılması…” Tarih:27 Mart.
Acele kamulaştırılması Cumhurbaşkanı’nın onayından geçip Resmi Gazetede yayınlanan havaalanının aciliyetini anlamakta Adana kamuoyu zorlanır. Son günlerde Adana’da herkesin bir birine sorduğu soru "Nereden çıktı bu yeni havaalanı fikri"?
Adana’da kamulaştırılacak arazi 8 milyon metrekare.
6-Uşak ve Kahramanmaraş Havaalanlarındaki pist genişletme çalışmaları Temmuz’da tamamlandı.
Erzincan, Sivas, Hatay, Batman havaalanlarında genişletme çalışmaları devam ediyor.
---
Bütün bunları AKP’nin ‘havacılığa ilgisi’ ya da ‘ülkenin altyapısını düzeltme merakı’na bağlayamayız.
Çünkü:
2005 yılında, Türkiye-İran sınırındaki Yüksekova'da Aksu ve Akalı köylerinin toprakları "Havaalanı yapılacak" denilerek istimlak edildi. İstimlak bedelleri köylüye hemen ödendi.
Köylüler, Amerikalı ve İsraillilerin “Havaalanı yapılacak” denilen arazide dolaştığını görüp de havaalanının ABD için yapılacağını öğrenince “Biz arazimizi Devlet’e sattık. ABD’ye üs, havaalanı yaptırılacağını bilmiyorduk, parayı ödeyeceğiz, arazimizi geri istiyoruz, kandırıldık” dediler ama, gitti gider. İşte İran sınırına sıfır noktasındaki, o vakit 2008’de hizmete gireceği bildirilen havaalanı, Aksu ve Akalı köylüleri dolandırılarak yapılan bu Amerikan üssüdür.
Ve yine çünkü;
ABDullah Gül Dışişleri Bakanı iken, TBMM’de kabul edilen Modernizasyon Tezkeresi’nin çerçevesi ".... Türkiye’deki askeri üs ve tesisler ile limanlarda yenileştirme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmaları ile altyapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla ABD’ye mensup teknik ve askeri personelin üç ay süreyle Türkiye’de bulunmasına....” dair idi.
---
Haa! Diyarbakır’a ‘uluslararası’ havaalanı neden mi yapılır? (Pakistan) Peşaver’de neden uluslararası havaalanı varsa aynı sebepten.
Peşaver’de bazı halı tezgahlarında, beyaz ip yerine, içine beyaz toz doldurulmuş ince şeffaf borular kullanılır. Sonra Peşaver havaalanından direkt uçuşla Amsterdam’a halı (…) ihracatı yapılır. Yoksa Peşaver dediğin bir milyona yakın nüfuslu, köhne dökük bir kasaba. Halkının öyle uçağa binip uluslararası yolculuk yaptığı falan yok. Bizdeki Lice’nin karşılığı yani.
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BARBAROS'U İZLERKEN |
|
8.ULUSLARARASI BODRUM BALE FESTİVALİ
Geçen haftaki yazımda, bu günlerde Bodrum'da sanat ve kültür etkinliklerine yetişebilmek olanaksız, demiştim. Sağ olsun Dilek Cebeci her hafta üşenmez "Bodrum'da Bu Hafta" adını verdiği kültür, sanat bültenini gönderir. Bu hafta için de tam beş sayfa etkinlik bülteni göndermiş. Seçmek, ayırmak bile bir sorun. İnsan, hangi etkinliği kaçırsa başka üzülecek.
Geçenlerde sanatsever bir dostum yakınıyordu: "Bu etkinlikleri birbirleriyle koordineli hazırlasalar olmaz mı? Birini seçtiğimizde çok değerli bir etkinliği kaçırabiliyoruz."
Bu, kasabalar için geçerli bir dilek olabilir, ama kentler için değil. Bir kentte aynı anda onlarca yüzlerce kültür sanat etkinliği gerçekleştirilir sanatseverler onların içinden istediklerini seçer.
Bodrum, bu açıdan bakıldığında birçok büyük şehir tabelasına sahip şehirlerimizden daha da nitelikli, daha zengin.
Sanatseverlerin özlemle beklediği festival bu yıl bizden bir gösteri, Barbaros'la başladı. İlk gün olmasından mıdır bilemiyorum kale gösteri merkezinde tek kişilik boş yer yoktu.
Pırıl pırıl bir gökyüzü altında, zaman zaman okşayıp geçen ince bir meltem ve gök gürültüsünü andıran bir müzik, sonra ansızın sokuluveren dalga ve martı sesleri… Andan ve mekândan azadesiniz artık. Sert, kararlı; ama hiç de korkutucu olmayan korsanlar arasındasınız. Her kavuşma ayrı bir sevinç, her vuruşma bir başka ayrılık.
Dansın dili çok farklı. İyi bir dansçıyı izlerken eğitilmiş insan bedeninin nasıl bir estetik şölen sunabileceğini anlıyorsunuz. Sahnede 50 eğitilmiş bedenin uyum içinde dansı ise insan olmanın bir başka yönünü, ortaklaşa yaratmanın erdemini anımsatıyor bize.
Söz, her zaman en değerli anlatım değil. Bunu Barbaros'u izlerken bir kez daha anladım. Barbaros, bir tiyatro ya da opera eseri olsaydı ne olurdu diye düşündüm. Birden derinlik büyüsünün yiteceğini fark ettim. Söz, bizi kendi anlam alanıyla sınırlıyor. Dans öyle değil; bir öyküyü anlatsa bile, bize özgürce algılama ve yorumlama olanağı veriyor.
Dans, bedene hükmedebilme gösterisi. Ancak ezgisiz bir danstan söz etmek olanaksız. Dansla müzik siyam ikizi. Barbaros'u izlerken olanaksızlığını bile bile, Mercan Dede müzikleri yaptı, oyun da bu müziğin üzerine mi yazıldı, diye geçindim içimden. Bale, bireysel bir yaratı değil, Koreograf Beyhan Murpy ile Mercan Dede günlerce kafa kafaya, gönül gönüle vermiş olmalı.
Barbaros, Türk tarihinin en önemli denizcilerinden biri. Bir tarihi şahsiyetin, tarihin tozlu sayfaları arasından seçilip alınması, günümüzün değerleri ve algılarıyla yorumlanması ha deyince yapılacak işlerden değil. Akdeniz'i Türk gölüne çeviren leventlerin gözü pekliği sizin hamasi duygularınızı kamçılayabilir. Tutsak alınan, başka bayraklı gemilerde forsalığa mahkûm edilen yiğitlere üzülebilirsiniz. Bunlar, bir savaş kahramanının yaşamını izliyorsanız yaşayabileceğiniz en doğal duygulardır. Ancak Barbaros'u izlerken sizi saran çok önemli bir duygu daha var: Kardeş sevgisi.
Sırt sırta, omuz omuza vermek, sevinci olduğu kadar acıyı da iliklerinde duyabilmek… Hızır Reis ( Barbaros Hayretten Paşa) ve Oruç Reis, eminim gösteriyi izleyen herkese "kardeş" sözcüğünün anlamını bir kez daha hissettirmiştir.
Kara… Düşmana uygun düşen renk, kötülüğün simgesi. Andrea Dorya ve savaşçılarına da siyahlar giydirilmiş. Onlar gerçekte de siyah mı giyiyorlardı bilmiyorum. Ola ki bu renk sahne dengesi açısından da seçilmiş olabilir. Bu durumda bir sözümüz olamaz. Ancak Barbaros, evrensel bir oyun olarak düşünülmüşse, ki öyle olmalıdır, oyuna başkalarının gözüyle de bakmak gereklidir.
Oyundan çıktıktan sonra Başkan Kocadon ve eşi harika insan ülya Hanım'la rıhtım boyunca yürürken Bodrum'u diğer turizm beldelerinden ayrıcalıklı kılan özellikler üzerinde durduk.
Bodrum, kimliğini "kültür ve sanat kenti" olmak üzere kurmalıdır. Çünkü onun bu kimliğini besleyen çok değerli doğası, tarihi geçmişi ve çok nitelikli insan kitlesi var.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Referandum öncesi Kürt Yurttaşlara Mektubumdur… |
|
İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, sosyal ve çalışma hayatındaki yozlaşma; cemaatleşme, çeteleşme, mafyalaşma, tarikatlaşma ve bunların işbirliği; mavi ve beyaz yaka çalışanlarının, kadınların, çocukların köleleştirilmesi; sağlık ve eğitim sistemindeki derin ve kemikleşmiş sorunlar, siyasi kadrolaşma, ulusal yerüstü ve yeraltı kaynakların özelleştirme adı altında yerli, yabancı sermayeye aktarılması, yargının siyasallaşması, ABD ve AB'nin dayatmaları, insan hakları ihlalleri, vs, vs… Bunlar ülkemizde uzun süredir karşı karşıya olduğumuz ve birebir yaşadığımız sorunları içeren büyük listenin yalnızca küçük bir kısmı!
Bu sorunları yaşayan ve bunlarla mücadele etmek ya da katlanmak zorunda olanlar kim? Bu ülkede yaşayan hepimiz; yani etnik kökeni, inancı, iş kolu ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşları.
Ülkemizde geçmişte beri bazı siyasi iradeler bu sorunlara çözüm üretme çabası içindeyken, bazıları da özellikle günümüzde yalnızca etnik siyaset yapmayı tercih ediyor. Çözüm üretme çabası içindeki siyasetlerin hedef kitlesi kim olmalı? Hepimiz, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün yurttaşları olmalı, öyle değil mi? Hiçbir etnik köken, inanç, mezhep gözetilmemeli.
Bunları bir kenara koyup, bir parantez açalım:
Yirminci yüzyıl insanlığın sömürüye ve emperyalizme karşı verdiği mücadelelere ve bunların sonucu olan devrimlere sahne oldu. Bolşevik başta olmak üzere devrimlerin amacına bakıldığında, ezilen dünya ülkelerindeki halkların sorunları bağımsızlaşma ve eşitlik-kardeşlik temelinde çözümlenmeye çalışılıyordu.
Ekim 1917 Bolşevik Devrimi, Marx'ın Manifestosu'nun Lenin tarafından teoriden pratiğe geçirilmiş ilk halidir. Toprak ağaları ve sermaye sınıfına karşı eşitlik ve kardeşlik temelinde sınıfsız, bağımsız bir toplumu yaratma öngörüsüyle yapılmıştı Ekim Devrimi; ama 1990'larda, küreselleşmenin yan ürünleri olan Glasnost (açıklık, şeffaflık) ve Perestroyka (yeniden inşa) kavramlarıyla da yıkıldı.
Çin'in faşist lideri Sek ve komünistler arasındaki iç savaş sürerken, Japon'ların Çin'i işgale başlaması ve Sek'in düşmana yönelmek yerine komünistlere saldırmaya devam etmesi, Mao'nun Büyük Yürüyüşü'nü tetiklemiş, Çin Devrimi'nin temellerini atmıştı. Bu yürüyüş, Çin komünistlerinin, 2. Dünya Savaşı bitip de Japonları da ülkeden attıkdan ve Sek'e karşı verdikleri savaşı kazandıktan sonra, 1949'da iktidara gelip Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurmaları ve bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla sonlacaktı.
Batista'yı deviren Küba devrimi, Fidel Castro liderliğinde yeni bir Küba devleti kurdu. 26 Temmuz 1953 Moncada Kışlası baskınıyla başlayan devrim süreci 1 Ocak 1959'da Devrimci güçlerin Havana'ya girmesinden beri günümüzde de bütün varlığını sürdürüyor. Küba Devrimi de incelendiğinde, Küba'da olan biten, emperyalizmin güdümündeki yöneticilerin halkı, ülke kaynaklarını sömürmesi, katletmesi sonucunda ortaya çıkan halk hareketinin iktidarı ele geçirerek, sosyalist, tam bağımsız yeni bir düzen kurması olarak özetlenebilir.
1919'da emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşı ile başlayan dönem; 1930'lara kadar aralıksız süren siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel değişiklikler, feodal imparatorluktan, eksiği ve fazlasıyla Cumhuriyet'e geçiş. Genç Cumhuriyet'in çağdaş devrimlerine göre eksikleri olsa da, yaptığı atılımlardaki hedefi, 700 yıllık yıpranmış, emperyalizmin emrine girmiş feodal imparatorluk kalıntılarından ve görülmemiş bir emperyalist işgalden kurtulmak, tam bağımsız ve eşitlikçi bir Cumhuriyet kurmaktı.
Sözünü ettiğimiz 20. yy devrimlerinin en temel ortak noktaları tam bağımsızlık karakteri ve devrim mücadelesinde sömürüye, emperyalizme karşı halkın büyük kesiminin desteğini almasıdır. Bu devrimler gelişimini sürdürürken, dünyanın üzerinde anlaşamadığı bir konu da sanayi devriminin oluşturduğu ekonomik eşitsizlikti ki bu da henüz sanayileşememiş ve sanayisini tamamlamış ülkelerin boyunduruğu altında yaşayan sömürge devletlerin bu eşitsizlikler karşısında ulusal bağımsızlık savaşlarına kalkışmalarına yol açtı.
Bunları da söyledikten sonra açtığımız parantezi kapatıp konumuza dönelim.
Emperyalizmin yüzlerce yıldır silahlarla kurmaya çalıştığı hükümranlığını sürdürmesinin yeni aracı, 1980'lerden itibaren küreselleşme modeli olarak adlandırıldı. Bu model yerkürede parçala - sömürgeleştir - yönet şeklinde işletiliyor; hedef devletin önce ayrıştırılmasını, sonra çözülmesini, sonra da neredeyse her etnik veya inanç gruplarına ayrı bir "devletçik" vaad edilmesini öngörüyor. 90'lardan sonra tanıklık ettiğimiz Doğu Avrupa bölünmeleri bunun en yakın örnekleri arasında sayılabilir.
Kürt Sorunu'na şu ana kadar söylediklerimiz ışığında bakarsak, 1923'de kurulan Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'dan devraldığı Kürt sorununu, Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki elverişli koşullara; ek olarak o dönemde, Dünya'daki devrimci yükselişe rağmen ne yazık ki çözemedi. Yıllar boyu bir türlü çözülemeyen bu sorun, dünyada küreselleşmenin yaygınlaşması, içeride de Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan veya bu soruna çözüm getiriyormuş gibi yapıp, üstünden kazanç elde eden emperyalist işbirlikçiler tarafından hep kullanıldı.
1991'de bölgeye gelen ABD, başta PKK olmak üzere bölgedeki bütün ayrılıkçı yapılanmaları himayesine alıp, Türkiye'nin "yerel" sorunu olan "Kürt Sorunu"nu, "küreselleştirdi".
Kürt sorunu 1991'de ortaya çıkmamıştı, yukarıda bahsettiğim gibi hep vardı. 1923'ü milat alırsak, o dönemden beri bu sorunu sahiplenip, çözüm için kafa yoranlar, özellikle de devrimciler ve yurtseverler, bu sorunu günümüzde küreselleşmenin ve emperyalizmin araçlarıyla çözmeye çalışanlar gibi, emperyalizme hizmet etme tuzağına düşmediler.
Son zamanlarda, Kürt yurttaşlarımızı temsil ettiğini söyleyen siyasi irade, aslında bu küreselleşme tuzağının içine düşmüş, onun ürünü olan bir kurum olarak da görülebilir. Böyle bakıldığında bu irade, henüz devrimini tamamlamamış, demokrasi kültürünü oturtamamış olan ülkemizde, emperyalizmin küreselleşme modeli ve iktidarın dini de kullanarak hızlandırdığı karşı devrim faaliyetlerinin bütün oyunlarına alet olma tehlikesini görmemektedir. Türkiye Cumhuriyet'inin bir parçası olan Kürt halkının, küreselleşme modeline uygun bir şekilde ayrışarak, çözülerek, emperyalizmin oyuncağı haline getirilme gayreti vardır.
Şimdilerde Kürt sorununu sahiplendiğini söyleyenler geçmişte bu topraklardan yetişen devrimciler ve yurtseverlerin yolundan gidip etnik kökenleri, inançları bir kenara iterek, sınıf bilincini, emek mücadelesini, emperyalizm'e karşı, "Türkiye'nin bağımsızlğından başka bir şey istemedik. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsünler.!" diyerek sonsuzluğa giden Deniz'ler gibi olabilselerdi. O zaman, belki de toplumun daha geniş kesiminden kabul görürlerdi. Bu ülkede bir hesaplaşma olacaksa, emperyalizmle ve onun işbirlikçisi yerli uzantıları ile olmalıdır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XXXIV |
|
Tanrım… Ne zaman bitecek bu kâbus! Tanrım, hikmetinden suâl olunmaz; ama, ben artık çok yoruldum. Artık taşıyamıyorum, artık dayanacak gücüm kalmadı! Oyun içinde oyun, entrika içinde entrika… Tanrım… Ama çok şükür, bugün kafamdaki bazı soruların cevâbını buldum. Tanrım, sen benim aklımı koru!
Athenagoras, bütün gece kopyaları incelemiş. Sabah saat sekiz gibi, kamaramıza geldi ve benimle konuşmak istediğini söyledi. Kahvaltı saatine kadar konuştuk. Kopyalarda İbn-î Ceydân bin Ekber'in Güney ve Batı Anadolu hakkında söyledikleri, Athenagoras ve amcasının incelemeleriyle birebir örtüşüyormuş.
Athenagoras, bugün benimle daha açık konuşmaya başladı, daha detaylı bilgiler verdi. Amcası Horace, daha önce Vatikan'dan bir yetkiliyle güç belâ görüşüp ondan Biblioteca Apostolica Vaticana'da; yâni şu dillere destan, nice efsâneye konu olmuş Vatikan Papalık Kütüphânesi'nde, bazı kayıtları incelemek için izin istemiş.
Amacı, Batı Anadolu'da Katolikliğin kutsal mekânları olması nedeniyle kütüphânede buraya ilişkin var olduğuna inandığı kayıtları taramak ve bölgedeki Yunan varlığının çok eskilere dayandığını, Türklerin bu bölgede işgâlci olduğunu; dolayısıyla, bu bölgenin de Yunanistan'a katılması gerektiğini dünyâya kanıtlayacak belgeler bulmakmış.
Horace, Vatikan'a ise amacını, bölgedeki Katoliklerin yakın ve uzak târihini incelemek olarak bildirmiş. Vatikan ise bu işe ilk önce pek yanaşmamış; ancak, kısa bir süre sonra, Horace'a gerekli izin çıkmış. Athenagoras, bu iznin Rum masonların İtalya'daki uzantıları tarafından sağlandığına inanıyor, muhtemelen haklıdır da.
Böylelikle Horace, Vatikan Papalık Kütüphânesi'nde altı ayı aşkın bir süre boyunca, çok ciddî birtakım incelemeler yapmış ve sonunda amacına ulaşmış. Glead isimli eski bir modern paganlık târihçisi, Grek Sanatı ve Hıristiyanlık isimli elyazmasında, bölgedeki eski Grek yerleşim birimlerinden bahsediyor ve onların sanatsal faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı açıklamalar yapıyormuş.
Glead, bizim kazı bölgesinde Lysisya isimli bir kent-devleti olduğunu, bu kent-devletinin de İonya'nın kolonilerinden biri olduğunu yazmış. Horace, yine bu kütüphânede, Yonatan isimli eski bir Yahudi târihçinin yazdığı Yahudiler isimli elyazmasında da Lysisya'nın Greklerden önceki sâkinlerinin Mezopotamya'dan göç etmiş bir kavim olduğunu, bu kavmin Mezopotamya'yla ve Yahudi tüccarlarla ticâreti sürdürdüğünü yazmış.
Yonatan'a bakılırsa Lysisya, Kaystros ticâret yolunun batı ucu olan Ephesos'tan bir önceki durakmış ve bu ticâret yolu Lydyalıların eline geçmeden önce Lysisya, çok zengin bir kent-devletiymiş. Kopyalardan incelediği kadarıyla İbn-î Ceydân bin Ekber de Kaystros ticâret yolu hakkında aynı bilgilere vâkıfmış.
Athenagoras, bana başka şeyler de anlattı, onları da bir bir not ettim, daha sonra bunları da günlüğüme geçeceğim. Ve Athenagoras'a bakılırsa Vatikan, Horace'ın Lysisya'yı yeniden gün yüzüne çıkartmasından endişe etti; bu bölgede eski bir Grek kent-devletinin olduğu bir kez duyulacak olursa, bu kent-devleti hakkında araştırmalar yapılacak ve Vatikan'ın örtmeye çalıştığı bir târih açığa çıkacaktı çünkü.
Athenagoras'ın babası bir ara, Horace cinâyetinde Vatikan'ın bir parmağı olabileceğini ve hattâ, bu işin bizzat Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda İtalyan masonların İstanbul'daki uzantıları tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini düşünmüş. Ve bu olasılığın üzerine gitmişler; ama, hiçbir kanıta ulaşamamışlar.
Athenagoras bana, Horace'ın günlüğüne gerek Lysisya, gerekse diğer İonya kolonileri hakkındaki bilgileri ayrıntılı bir biçimde kaydettiğini söyledi. Ona bu günlüğün nerede olduğunu sordum, emin ellerde olduğunu söyledi. Bana bunları dün niye anlatmadığını sorduğumda ise dünkü olayların ardından beni bir de bunlarla rahatsız etmek istemediğini söyledi. Tanrım…
Kazı bölgesinin bir şekilde Sümerlerle ilgili olabileceği tahmînimde haklı çıktım. Hem üstelik, bunun British Museum tarafından biliniyor olduğu ve bölgede elde edebileceğimiz bulguların Lordlar Kamarası tarafından birtakım siyasî amaçlara âlet edilecek olduğu tahmînimde de haklı çıktım. Lordlar Kamarası; Yunan Diasporası ve Rum masonların etkisiyle buranın Yunanistan'a katılması gerektiğini kabul ettirmek isteyecektir.
İngiliz Hükümeti ise Yunanlılar ile Ruslar arasındaki ilişkide Rusların yerini almak ve Çarlık'ın sıcak denizlere inmesini engellemek isteyecektir. Anglikan Kilisesi de Lysisya'ya ilişkin Vatikan'ı sarsacak bir bulgu elde etmeyi başarırsak, bunu ona karşı bir koz olarak elinde tutmak isteyecektir. Ve Vatikan'ın Athenagoras'tan haberi olmuşsa, onun da yer aldığı bir projenin amcasının hayâlini gerçekleştirmeye hizmet edeceğini düşünerek, yanımıza Tapınak Şövalyeleri'ni veya masonları sokmuş olabilir.
İşte, içine düştüğümüz ateş çemberi… Tanrım… Athenagoras'la tüm bu entrikalar arasında British Museum'un da aslında ne elde etmek istediğini epeyce tartıştık ve bazı sonuçlara ulaştık. Zîrâ, Fransızlar ile İngilizler arasında, eski Doğu medeniyetlerinin gizemini çözmek konusunda amansız bir yarış var. Bu yarışta Fransızlar, Jean François Champollion öncülüğünde epeyce ilerlediler.
British Museum, Thomas Young öncülüğünde şu meşhur Rosetta Taşı'nı yıllarca inceledi; ancak, kayda değer bir başarıya imzâ atamadılar. Aslında, bunun böyle olacağı en başından belliydi. Çünkü Thomas Young, bir dilbilimci olmaması nedeniyle, hiyeroglifleri basit bir matematiksel tekrarla, Eski Yunanca üzerinden çözmeye çalıştı. Jean François Champollion ise Eski Kopt dilinin hiyerogliflerle ilişkisini buldu ve bu yazıları okumayı başardı.
İşte, bu amansız yarışta Jean François Champollion'la birlikte hiyeroglifleri okumayı başaran ve Eski Mısır medeniyetini gün yüzüne çıkartan Fransızlar, İngilizleri geçmeyi başardı. Louvre Müzesi, hemen tüm Avrupa'da British Museum'dan daha prestijli bir konuma yükseldi. Ve öyle sanıyoruz ki British Museum, bizim kazı bölgesinden elde edeceğimiz bulgularla eski prestijini yeniden kazanmak isteyecektir/istemektedir.
Ne var ki, bu bulguların ne kadarının dünyâ kamuoyuna duyurulacağı ve ne kadarının arşivde saklı tutulacağı da ayrı bir mesele. Arşivde geçirdiğim uzun yıllar boyunca, bunun sayısız örneklerini tecrübe ettim. Hem, Lordlar Kamarası'nın finanse ettiği bir kazıda elde edilecek bulguların onların izni olmadan dünyâ kamuoyuna duyurulması da çok zor.
Bu bakımdan Louvre Müzesi, British Museum'dan hep bir adım önde olmuştur ve sanırım, bundan sonra da hep bir adım önde olacaktır. Çünkü Louvre Müzesi, Kalvinistlerin ekonomik ve siyasî hâmiliği altında ve bu müzenin elde ettiği bulgular, modern paganlığa ne kadar aykırı olursa olsun, bunları yayınlama konusunda Vatikan'ın dünyevî ve uhrevî otoritesini karşılarına almaktan çekinmiyorlar.
Ancak, British Museum maalesef Lordlar Kamarası'nın denetimi altında. Yer yer onlardan bağımsız projeler gerçekleştiriyorlar; ama, elde edilen bulguların yayınlanması son adımda hep Lordlar Kamarası'nın izniyle oluyor. Ben gerek Musul kazılarında, gerekse Lagaş kazılarında bunları bizzat tecrübe ettim ve özellikle de Lagaş kazıları sırasında elde ettiğimiz bulguları yayınlayamadık.
Çünkü bu bulgular, modern paganlığın temellerini deşifre ediyor ve Mezopotamya kültlerinin modern dünyâyı esir almış olduğunu apaçık bir biçimde gösteriyordu. Gerçi, bundan altı-yedi yıl kadar önce British Museum'dan bazı arkadaşlar, Lordlar Kamarası'nın üzerlerindeki bu hâkimiyetini sona erdirmek için ve Louvre Müzesi ile Kalvinistlerin arasındaki ilişkiye öykünerek, British Museum'un Anglikan Kilisesi'nin kontrolü altına geçmesi için yoğun bir çaba sarf etmişti.
Ancak, ben onlara bu çabanın ne kadar boş olduğunu, yeri geldiğinde Anglikan Kilisesi'nin de British Museum üzerinde Lordlar Kamarası'nın kurduğu baskı ve denetime koşut bir denetim kuracağını, Anglikan Kilisesi'nin diğer Protestan kiliseleri arasında Vatikan'ın dünyevî ve uhrevî egemenliğine en çok bağımlı kilise olduğunu ve bu nedenlerle bu çabalarının boş olduğunu onlara anlatmayı denemiştim. Sonuçta ise değişen bir şey olmadı.
Bizim tarikatın British Museum'u hâkimiyeti altına alma gerekçelerinden en önemlisi de budur zâten. Bizce şu an için Kıta Avrupa'da hiçbir müze, British Museum'un sâhip olduğu imkânlara sâhip değil ve burası bizim kontrolümüz altına alındığında, modern paganlığın köklerini daha sağlıklı bir biçimde inceleyeceğiz; hem üstelik, tüm arşivlerimizi açıp bu bulguları dünyâ kamuoyuyla paylaşacağız.
Öte yandan, bizim kontrolümüz altında Birleşik Krallık'a bağlı sömürgelerin târihî eserlerinin yağmalanması da son bulacak ve arkeolojik incelemeler görünümü altında başta Mezopotamya olmak üzere bu coğrafyaların petrol ve diğer doğal kaynakları da artık yağma edilmeyecek. Biz bu coğrafyalardan sözde İngiliz arkeologlarını def edeceğimiz gibi, sözde Fransız, Alman ve Amerikan arkeologlarını da def edeceğiz. Tanrı bize güç versin!
Bu kazı projesinden Vatikan'ın umduğu hiçbir sonuç çıkmamalı. Ve hattâ, Vatikan'a karşı Rum masonları bir şekilde kullanabilirim. Ama, bunu yaparken Osmanlı Devleti'nin Batı Anadolu'daki hükümranlık haklarına zarar vermemeliyim. Belki de Rum masonları Fransız ve İtalyan masonlarıyla birbirine kırdıracak bir formül en iyisi. Off… Kafam karmakarışık… Belki bir süre yazmaya ara versem iyi olacak.
5 Mayıs 1885
*
Tanrım, ben bıraksam da günlük beni bırakmıyor… Sabah yine erkenden Athenagoras kamarama geldi ve Lysisya hakkında konuştuk. Dün akşam yemeğinden önce, güvertede Carlo'yu tesellî ediyordum. Bir ara ona, Kaystros ticâret yolu hakkında bazı şeyler sordum ve çok önemli bilgiler elde ettim. Sabah bunları Athenagoras'la da konuştum. Carlo bana özetle şunları söyledi.
Bu ticâret yolu, Pers İmparatorluğu'nun doğu sınırı olan Baktria'dan başlayıp oradan güneye; Persis'e gelip buradan Ninova'ya geçip Ephesos'a uzanıyormuş. Carlo'ya bu yolun, Ephesos durağından önceki en önemli durağının neresi olduğunu sorduğumda bana Galatya olduğunu söyledi. Carlo'ya bakılırsa Lydya Kralı Kroisos, bu ticâret yolunu denetim altına almak istemiş ve Ephesos üzerinde siyasî egemenlik kurmaya çalışmış.
Ephesos, Kimmer saldırılarından sonra zayıflamıştı ve Kral Kroisos için bu iyi bir fırsattı. Ancak, İonya kolonilerinde Ephesos'tan Kimmerleri çıkartmak için olağanüstü bir seferberlik başlatılınca Kral Kroisos, Ephesos'u bu yolla işgâl edemeyeceğini düşünmüş. Bunun üzerine, Ephesos'a haber göndermiş, Kimmer saldırılarına karşı Lydya ordusunun emirlerinde olduğunu söylemiş ve kısa bir süre sonra bu teklîfi olumlu karşılanmış.
Böylelikle, Ephesos'a ilk Lydya birliği sızmış ve zamanla bu kentteki Lydyalıların sayısında ciddî artışlar meydana gelmiş. Ephesoslular, Lydyalıları Pion Dağı'nın eteklerine yerleştirmiş. Başta Artemis Tapınağı olmak üzere kentin en gözde mekânlarını ve kent surlarını koruma görevi de Lydya birliklerine verilmiş. Ve zamanla Artemis Tapınağı'na Lydyalı râhipler yerleştirilmiş, kent yavaş yavaş Lydya'nın siyasî egemenliğine hazırlanmış.
Ephesoslular, Kimmer saldırılarının üstesinden gelmesine gelmiş; ama, bir daha bu tür saldırılara fırsat vermek istemeyen Persler, bu kenti ele geçirmek ve burayı İonya bölgesine açılan kapıları olarak kullanmak istemiş. Sonunda Pers Kralı II. Kyros, Ephesos üzerinde siyasî egemenlik kurmuş ve Kaystros ticâret yolu da güven altına alınmış.
Fakat, kentteki Pers egemenliğine karşı Lydyalılar, Ephesosluları ayaklandırmayı başarmış, sonunda da bu kent üzerinde siyasî egemenlik kurarak Kaystros ticâret yolunu kendi denetimleri altına almayı başarmışlar. Bundan böyle bu ticâret yolu üzerinde Persler ile İonyalılar arasında bir köprü konumuna gelmişler ve bu ticâret yolu, uzunca bir dönem kullanılmış.
Carlo'ya bu bilgileri nereden edindiğini sordum, bana Homeros'tan ve Strabon'dan öğrendiğini söyledi. Ve bugün bir kez daha anladık ki, Athenagoras'la tahminlerimizde haklılık payımız çok yüksek. Gerçekten de bu kaynaklar, Lysisya'dan hiç bahsetmiyor. Ephesos ile Persler arasındaki ticâret yolu üzerinde Ephesos'tan bir önceki durağı Galatya olarak gösteriyorlarsa, bu kaynakların sonradan tahrif edildiğini ve Lysisya'nın silinmiş olduğunu düşünmemiz için gerçekten de haklı nedenlerimiz var.
Yonatan, Lysisya'nın Lydyalıların eline geçmeden önce çok zengin bir kent-devleti olduğunu yazmıştı; şu hâlde, bu kenti Lydyalıların sömürmüş olabileceğini düşünebiliriz. Ama, bu noktada şöyle bir olasılık daha var; eğer Persler ile Lydyalılar arasında Kaystros ticâret yolunu denetim altına almak için Lysisya'da bir savaş yapıldıysa, Lysisya bu savaştan sonra da önemini kaybetmiş olabilir ve bu durumda kenti Persler veya Lydyalılar yakmış veya yaktırmıştır.
Ne var ki, bu olasılık bize pek mâkûl görünmüyor; çünkü, burada Romalılar zamânında önemli bir konsülün toplanmış olabileceği, eğer konsül kararlarını beğenmemişse Vatikan'ın direktifleri doğrultusunda bu kentin yakılmış olabileceği ve kaynaklardan bu kente âit bilgilerin sildirilmiş olabileceği olasılığı bize daha mâkûl görünüyor. Hattâ, bu kentin duyulmaması için Vatikan'ın gösterdiği çabaları da düşününce…
Sonunda, Athenagoras'la bu konuyu artık askıya almaya karar verdik; bölgede incelemeler yapmadan kesin bir sonuca varmamız mümkün değil ve bu olasılıklar üzerinde düşündükçe, kendimizi daha fazla yıpratıyoruz. Tanrım… Dilerim, Lysisya'nın kent tapınağını bulmayı başarırız ve burada günümüze ulaşmayı başaran bir analla karşılaşırız…
Lysisya, her ne kadar Romalılar zamânında modern paganlığa geçirilmiş olsa da ki, bu olasılık çok güçlüdür; yine de tapınaktan bu analı yok etmiş olamazlar. Eğer tapınak enleri ve şatamları dirâyetli olmayı başarmışsalar, bu kayıtları korumayı da başarmış olmalılar. Kim bilir, belki de şu Eros Tapınağı da Lysisya'nın kent tapınağıdır ve buraya gelen ilk Sümerlerin, İonya kolonistleri tarafından siyasî egemenlik altına alınmalarından sonra Lysisya'nın kent tapınağının adı değiştirilerek bu ad konmuştur…
Tanrım, gerçekten de her şey karmakarışık; iç içe geçmiş bir dizi olay, bir dizi entrika ve tüm bunların arasında sıkışıp kalmış iki Naturalist ve Athenagoras ve bir de diğer mâsum arkeolog arkadaşlar… İleride yazmayı düşündüğüm "boşluk doldurmaca"mda bu kadarını zihnimde kurmayı başaramazdım sanırım. Tanrım…
Bu günlükte yazdıklarım, kendi başına müthiş bir kurgu zâten; ama, tek farkı var ki, kahramanları gerçek ve bu olayların akışında en ufak bir olumsuz gelişmenin bedeli çok ağır olacak. Ve bundan, koca bir imparatorluk ve milyonlarca mâsum insan; tüm bir Yakın Doğu, en kötü biçimde etkilenecek. Tanrım…
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
YAĞMURLARI ANLAT BANA
Böyle oluyor gökyüzü
Kararıyor
Uzanamazsan sararıyor bulutlar dalında
Böyle oluyor hep havalandırma saatleri
Hangi kıyıda köpüksün
Takipte değil ömrüm seni
Hangi dalda bir yapraksın şimdi
Siyahı atıp kaçamıyorum benden
Bir burada tutukluyum
Bir gözlerinde
Çıktığımda yağmurları anlat bana
Gökyüzünde bırakmıştım umut yüklü
Bulutları ondandır merakım
Çıktığımda yağmurları anlat bana
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.
İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.
"bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com
İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.5 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|