|
|
|
Editör'den : Şaşkınlar ordusu marş marş!.. |
Merhabalar,
İki saati aşkın süredir televizyonda Fethullah şovu izliyorum. Birand'ın attığı paslara Gülerce vole vuruyor, eğlenip gidiyorlar. Onbeş senede geçirdiği evrimden girip referandum sonucunda iyileşmesinden çıkıyorlar. Ikınsalar pırıl pırıl bir peygamber çıkaracaklar. Referandum sonucunu "Allahın dediği oldu." diye yorumlayan bir adamı demokrasi havarisi sayıp yere göğe koyamıyorlar, insanın çıldırası geliyor. Ayşenur Aslan'ın birkaç sert şutunu da hep birlikte önlemeyi beceriyorlar. Aslan'ın bir saptaması var ki, çok doğru. "Gülen hareketi kadınsız bir hareket, dolayısıyla demokratik olmasına olanak yok." diyor Aslan. Savunma, kadınların düzenlediği kermeslerle yapılıyor, tabi komik olunuyor. Hoca efendinin son konuşmasından çıkan tek bir sonuç var; "Mission Completed" yani "Görev Tamamlandı". Ve eğer sağlığı elverirse(!?) seçim sonrası memlekette. Bu arada cemaat siyaset değil "hayır işi" yapıyormuş. Kadrolaşma değil doğal gelişme imiş. Allahım ne mutlu bana ki salağın önde gideniyim ve bu palavraları yutuyorum. Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe.
...
Günay rezaleti ile ünlenen Antalya Film Festivali de sona erdi sonunda. Kültürü tartışılır döngel bakanımızın Kusturica'yı kovması Azerbaycan'a yenilen milli takımı bile solladı. Demedim dedikleri ile tukaka ilan edilen ünlü yönetmeni ülkeden kovma cesaretini gösteren bakanın, soykırımcı Beşir'le yediği yemekleri epeyce hazmettiği belli oldu. Perhizi bu olanın lahana turşusu da ancak böyle olur işte.
...
İlla ben açıklayacağım diye milleti beklettiğine değdi Tayyip Beyin. Emeklilere bir zam açıkladı, kaymaklı burma tatlısı. En düşük maaşa günlük 3 liradan ceman 60 gıcır gıcır Türk Lirası zam yaptı. "Yüzde dörtle yüzde yirmi arası..." derken suratının aldığı tavır "Yerseniz" der gibiydi. Bize çok bile. Domatesin 5 lira, etin 30 lira, ekmeğin yüzde onbeş zamlanacağının belli olduğu bir dönemde açıklanan zamma şapka çıkarmaktan başka çare yok. Zam haberinin altında bir başka haber; "100 bin öğrenciye giyecek yardımı". "Allah rızası için şu fakire bir sadaka." Ekonomisi ilk 10 ülke arasına giren bir memleketin diğer tüm konularda ilk yüze giremiyor olmasıyla kimse ilgilenmiyor bile. Cinsiyet ayrımcılığında 126. sıradaki memleketin hükümeti, Anayasada kadına pozitif ayrımcılık verdim diye övünebiliyor. Ve biz salaklar bunu da yalayıp yutuyoruz.
Biz adam olur muyuz? Olmayız. Almanya'dan burada gene 3 yer miyiz? Yeriz. Finale gider miyiz? N.. gideriz. Biz kimiz? Biz Uzak Asya'dan dörtnala gelip, bir kısrak başı gibi Anadolu'ya uzanan, gemi yuları kaptırmış şaşkınlar ordusuyuz. Haydi eller havaya. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan BURAM BURAM BURSA -4 (Son) |
|
Bu kentin bütün ilçelerini görmedim. Mustafakemalpaşa, Orhangazi ve Mudanya'yı kıyısından köşesinden birazcık gezme şansı bulabildim. Gemlik körfezinden geçtim ama ilçede bir tur atmak henüz kısmet olmadı. Bursa istikametinden giderken şair Orhan Veli'nin de dediği gibi birden karşınıza deniz çıkıveriyor. Ve şaşırıyorsunuz. Benim gelip geçtiğim günlerde gemlik körfezi hep durgun ve güzeldi. Limanın bir buçuk iki kilometre açığında iki tane yük gemisi mışıl mışıl uyuyordu. İlçe körfezin etrafındaki yamaçlara u biçiminde yerleşmiş evlerden oluşuyor ve neredeyse yerleşimin tamamı sürekli durgun denizle söyleşirmiş gibi bakıyordu. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Gemlik zeytin memleketi… İlçede bir sürü zeytin ve zeytinyağı üreten işletme var. Ama İznik Gölü kıyısında da körfezde de, Mudanya'da da ağaçlar tamtakır kuru bakır. Bu sene Bursa'da ağaçların hepsi boş… Önce zeytinin yok senesidir diye düşünüyordum. Narlı beldesindeki çiftçilerle kahve muhabbeti sırasında öğrendim. Neredeyse beş yıldır zeytin olmuyormuş. Hatta Yenisölöz Beldesindeki bir çiftçi zeytinin yokluğunu İznik Yolu üzerinde kurulan Cargill adındaki bir işletmeye bağlıyorlar. Gâvurca adının yazılışını bilmediğim bu fabrika o köylünün beyanına göre Avustralya'dan gelen mısırı işleyip mısır şurubu ve diğer mısır ürünlere dönüştürüyormuş. "Mahkemeye verdik," diyor köylü. "Mahkemeye verdik kazandık. Mahkeme fabrikanın çevreye zarar verdiğini tescil etti. Kapatılması yönünde karar aldı. Ama baştakiler hala açık tutulmasına izin veriyor." Bu işin girdisini çıktısını bilmem. Ben söyleyenlerin yalancısıyım. Bu işletmenin bütün Bursa'daki bütün zeytinlikleri etkilemesi mümkün değil. Kış soğuk geçiyor ondan zeytin olmuyor, diyenler de var.
Gezdiğim gördüğüm yerler arasında beni en çok Mudanya etkiledi. Denizin karşısındaki tepelerden başlayarak sahile doğru uzanan ilçeye varmadan önce Güzelyalı adındaki bir beldeye ulaşıyorsunuz. Vapur iskelesi ve sahil boyunca Mudanya'ya kadar uzanan deniz koridoru harika bir gezinti yeri… Bu mevsimde oldukça sakın. Ama yazın bütün Bursa'nın buraya aktığını, cıvıl cıvıl bir yer olduğunu öngörebilmek için zeki olmaya gerek yok. Güzelyalı daha Mudanya yolunda ilerlerken bizi kendine çekiverdi. Mecburen yolumuzu sahile çeviriverdik. Sahilinde otomobilleri bekleyen vapuru ve olta atan balıkçılarıyla karşılaşıverdik. Körfezin karşı kıyısı duru bir aydınlıkta sizi kandırıyor. Çok yakınmış ve iki tepe arasında sanki kocaman bir ırmak akıyormuş hissi uyandırıyor. Mudanya'dan güneye doğru on kilometre indiğinizde cennet gibi bir köye varırsınız. Eski adı Trille olan Zeytinbağı Beldesi buralarda oldukça ünlü bir yer. Genelde ziyaretçiler balık yemek için bu küçük sahil kasabasına gidiyorlar. Kasaba turizm işine çoktan uyanmış. Kasabaya dönüp arabanızı sahile çevirdiğinizde belediye görevlileri yolunuzu kesip sizden üç lira otomobil park parası alıyorlar. Alınan paranın miktarı önemli değil, uygulama hiç sevimli değil. Kasabaya gelenden toprak bastı parası, haraç alınıyor gibi bir etki doğruyor. İskeleye varmadan dizilmiş dükkânlarda Zeytinbağ'lı kadınlar kendi ürettikleri zeytin, salça, turşular ve zeytinyağları satıyorlar. Tahmin etmekte zorlanmayacağınızı biliyorum. Kesinlikle başka yerlerden daha pahallı satıyorlar. İnsanlar neden ayağına gelen tüketiciye böyle davranırlar bilmiyorum.
Mustafakemalpaşa'nın tatlısıyla ünlü olduğunu bilmeyen yoktur. İlçe tam bir tarımsal üretim merkezi... Verimli araziler üzerinde her türlü ürünün yetişmesine uygun iklimiyle eşsiz bir yer olduğunu söylemek hiç zor olmaz. Fakat Orhangazi ile Mustafakemalpaşa şimdiden bir şehir içi trafik karmaşası illetine tutulmuş bile. Sokakları dar ve ilçe yerleşimleri kesinlikle bir imar planına göre yapılmamışa benziyor. Mustafakemalpaşa ilçesinin tam ortasından bir çay geçiyor. Kirmasti Çayı ilçeyi ikiye bölüp Ulubat gölüne doğru uzanıp gitmektedir. Köprü üzerinden her geçtiğimde biraz oyalanıp bu manzarayı içime çekerim. Bu ilçe bana sürekli kıpır kıpır, sürekli hızlı bir devinim içinde gibi gelmiştir. Acayip bir enerjisi var.
Bursa'dan söz ederken bu kentin kültürel geçmişini görmezden gelmek ayıp olur. Hacivat ile Karagöz ile Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu Bursa'yı ülkemizin tiyatro tarihi bakımından eşsiz bir yere taşımaktadır. Bu kentin her sokağında bir tarihi mekâna ve müzeye rastlamadan geçemezsiniz. Söylemekten utanıyorum ama ben henüz müzelerini gezme fırsatı bulamadım. Gelip bu kenti görün demeyeceğim. Çünkü yaşamalısınız. Tophane sırtlarına çıkıp güneşli bir günün akşamında Mudanya'ya doğru balkısınız. Ama mutlaka tavşankanı çayınızı yudumlarken bunu yapmalısınız.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu GÖKTEPE'DEN BAKINCA |
|
10. 10 2010… Numeroloji düşkünleri pek seviyor böyle günleri. Dünyanın her yöresinde binlerce çift de evlenmek için bugünü seçmiş.
Başbakan, Çine Barajının su tutma töreninde "Yüzyıllık rüya gerçekleşti" demiş. Barajın açılışının da böyle bir güne getirilmesi bir rastlantı mı, yoksa numeroloji hastası bir bürokratın işi mi bilmiyorum; aslında numeroloji batılı bir terim. Şimdi tarikatlar, cemaatler dönemi. Malum İslamiyet'te de bu konulara takıntısı olan Hurufilik diye bir tarikat var.
Başbakan, Çine Barajı törenlerine katılmak için kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan vatandaşlar için "Bana Osmanlı'nın Domaniç'ten çıkışını anımsattılar" demiş. Onların arasında ben yoktum. Ben Domaniç'ten değil; ama o saatlerde Akçova'dan çıkıyordum. Irmaklarıma, ovalarıma el konuldukça karaçamlar gibi kendimi rüzgârlı tepelere kaçırırsam rahatlayacağımı biliyorum.
Dırlavan (İkizce) Muğla'nın arkasında bir düzlük. Ahlatlar ham daha; ama itgülleri, kızılcıklar çoktan yanıp tutuşur olmuşlar. Toprak suya hasret. Cevizler yağmuru beklemekten ve domuzların talanından perişan, erkenden uykuya çekilmeye hazırlanıyor.
Bir yanda Yılanlı, bir yanda Göktepe… Aralarda onlarca irili ufaklı, dorukları külrengi, etekleri nefti yeşil tepe. Dağların, tepelerin, ovaların, derelerin ve denizin böylesine iç içe olduğu kaç yer vardır ki bu yeryüzünde?
Göktepe'ye en son sevgili dostumuz Sonia ( D'hondt) ile çıkmıştık. Bugün de iki güzel insan Turgay (Mutlu) ve eşi İnci'yleyiz. Güzel yerlerin tadı güzel insanlarla birlikte gezilince daha bir başka oluyor. Onlar da bizim gibi bu coğrafyanın tutkunu. Bir kür üzümünden, kara taştan onlar da kendilerine sevgi dünyası yaratabiliyorlar.
- Bu yol eskiden Kozağac'a kadar asfalttı. Ya şimdi?
Yolda karşılaştığımız insanlara soruyoruz. Zirveye kadar asvalt olduğunu söylüyorlar. Çocuklar gibi seviniyoruz.
Kozağaç… Adı üstünde kozu (ceviz) bol bir köy. Bir tepenin yamacında sırt sırta vermiş evler, bana Karadeniz'i anımsatıyor. Suyun, yaşam için ne anlama geldiğini bir kez daha anlıyorum. Tepenin arkası Dırlavan (İkizce): kuru, bozkır. Tepenin bu yüzü Kozağaç: Renk çümbüşü: Ceviz, nar, ayva, elma, armut…
- Ya bu ne?
- Cennet Elması…
Tadı adında gizlidir;iyi bilirim.
Çocuk çocuk ceviz silken bir ailenin yanında duruyoruz.
- Ceviz var mı satılık, diye soruyor Turgay.
Genç kadın:
- Benim cevizlerim çetin ceviz; size yaramaz. Komşumun cevizleri güzeldir, onlardan alın, diyor.
İşte benim köylüm diye geçiriyorum içimden.
Kozağaçlılar tüm köylülerimiz gibi cana yakın… Kahvede çayların parasını içlerinden biri çıkarıp veriyor. Gizlileri saklıları olmadan konuşuyorlar.
Bu köy eskiden tütüncüydü, hayvancılık vardı; şimdi emekli köyü.
Sokakta top oynayan yosun gözlü çocuğa " Okula gidiyor musun?" diyorum, Evet anlamında başını sallıyor. Ama köyde okul yok… Birçok köy gibi Kozağaç da öğretmensizleştirilen köylerden.
Müezzin öğle ezanını okurken aklıma Diyanet İşleri başkanının geçenlerde söylediği "Din görevlimiz sadece camide namaz kıldıran bir memur değildir. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır. Bu projede de çok güzel örnekler yaşıyoruz." sözleri geliyor.
Bir zamanlar köy enstitüleri de kanaat önderi insan yetiştirmek için kurulmuştu. Cumhuriyetin kazanımları bu proje sayesinde tabana yayılacaktı. Ama o kurumları yaşatmadılar. Ülkeyi bugünlere taşımak isteyenler, buraları komünist yuvalar olarak lanetlenip kapattırdılar. O günlerde, bu lanetlemenin altında yatan asıl nedeni görmezlikten gelenler, bugün toplumun önüne konan projeleri görüp değerlendirebilecek zekaya sahip olduklarını söyleyebilirler mi acaba?
Soğuksu başına varıp bir tas su içmeden yüreğimizin soğuması zor. Soğuk sudan yukarısı dağ… Ulu çamlar, vahşi kayalar. Kapızlar, kapızlar… Her dönemeçte başka bir yeşil karşılıyor bizi. Çamların rengi zirvelere çıktıkça giderek açık yeşilden neftiye dönüyor. Dallar göğe değil, yere bakıyor. Bilgiçlik taslamak için "Kardan!" diyorum tepe dalları kayalarla buluşmuş bir çama bakarken. Öfkemi aşağılarda bıraktığımı fark ediyorum. Karia'yı bir uçtan bir uca dolaşan rüzgâr, bedenimi sarıp sarmalıyor. An an ruhumun arındığını duyumsuyorum.
Bence Gökçukur, gökyüzünde bir çukurdur. Seslendiğinizde duyulur sandığınız zirveye çıkmak, karşı yamaca geçmek için bir saatlerce yürümeniz gerekebilir. Ormanın çok güzel bir kamp yeri var burada. Kışın, gelip konaklama şansımızın olup olmadığını sormak için birilerini arıyorum. Binanın ışıkları yanıyor; ama kimseler yok. Belli ki görevliler göreve çıkmış. Buralara insanların konaklayabileceği dağ evleri, otelleri neden yapılmaz ki?
İnsan, yaşadım diyebilmek için ömründe bir kez olsun bu dağlara çıkmalı; evine, tarlasına, ovasına bu dağlardan bakmalı. Olmuşu, olmamışı kalp terazisinde bir kez daha tartmalı. Özellikle dünyaya birkaç rakamın penceresinden bakıp evreni kendilerinin sananların, cirimlerini tartmaları için bu dağlara daha sık çıkmalarında ve yedi iklim dört bucağı dolaşan bu rüzgârların sesini dinlemelerinde fayda var.
Göktepe: Menteşe (Muğla) bölgesindeki en yüksek zirve.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş KRİPTO!!! |
|
Devletin Kriptosunu,
Orosbunun tekinde buluyorsunuz!
Bu ne acı bir şey ya!
Bu ne utanç verici bir durum!..
Genelkurmay başkanlığı bizzat açıkladı
" Devlet sırları Fuhuş çetesinin elinde"
Ben şaşırdım vallahi!
İnanmak istemedim hatta
Fakat açıklamayı yapan
Türk ordusu olunca,
Sözcükler "güvenilir" oluyor.
(…)
Düşünsenize…
Okuma yazma bile bilmeyen
Bir kader kurbanı orospu,
Devletin gizli belgesiyle geziniyor(!)
Kim bilir
Kriptoyu sutyenine saklar!
Ya da donuna,
O da olmaz ise
Çorabına…
Öyle ya da böyle
Kriptoyu sokturacak bir yer bulur!
Onu da Devlet düşünsün!
O âleme peçete tutup, vergisini alan devlet
Kriptosunu kaptırdığı fuhuş çetesine de
Faturayı keser elbet!
(…)
Diyeceğim odur ki:
Ben devleti "derin" bilirdim.
Meğer " Delinmiş!"
Baksanıza
Kripto üstünü çıkartmış,
Devlet altında kalmış!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
KERELA - Güney Hindistan
Trivandrum - Kumarakom - Alleppey- Kovalam - Cochin - Wayanad Periyar - Calicut
Ben Paaaristeyken…
Bitti o günler. Şimdi moda "Ben Kumarakom'dayken, PhiPhi'deyken, Bhutan'dayken" Hele Hindistan'ı görmediysen "Dünyayı gezdim" deme bana.
Git Avrupa'ya, 48 ülke dolaş nafile. Binalar aynı, sistem aynı, giyim aynı, insanlar aynı, üç aşağı beş yukarı kültürler aynı. Ana meydanda gotik tarzı bir kilise. Biri "Dom" öteki "Duomo" beriki "Katedral" demiş adına. Al sana Avrupa. Zorunda değilsem adım atmam. Bir millet fakir olabilir, bu nedenle pis, bakımsız da olabilir ama ben hangi memleketi, hangi milleti severim, nedir bunların kriterleri söyleyeyim. 1-Çocuk sevecek, kadını sayacak 2- Tencere yemeği yapacak 3-Kıllarını kesecek 4-Sıraya girmesini bilecek. 5-Kıçını yıkayacak (Kağıdı ıslatır siler-çıkarım. Yok öyle. Sonra boklu dolaşırsın). Hindistan bu kriterlere uyan bir milleti barındırıyor. Hatta abartıp pipilerini bile yıkıyorlar. bknz resim. Yani Hindistan benim kriterlerime yakın üç-beş ülkeden biri.
Bu kez rota Güneybatı Hindistan. Bölgenin Bodrum'u sayılan Goa'yı, Hintli yazar sevgilisi Kiran Desai ile plajda görüntülenen Orhan Pamuk'tan biliyoruz. Asıl amacım hem güney Hindistan plajlarını tanımak hem biraz içerilere yani el değmemiş ormanlara, cangıllara dalıp, paçayı kaptırmadan Puma, Kaplan, Fil ve kuş çeşitlerini görmek ve bölgeye özel Gençleştirme, Zayıflama, Uykusuzluk, Baş, Bel, Boyun ağrısı, Menopoz, Kas, Ruh sağlığı tedavilerinde Ayurvedik terapileriyle meşhur Hint sağlık turizmini yakından tanımak. Sonra da meraklısına pazarlamak.
Hindistan farklı dünya;
1.300.000.000 yazı ile birmilyar üçyüzmilyon kişi barış içerisinde yaşıyor bu ülkede. Hem de 60 ayrı ırk, dil, lehçe ve orantısız gelir dağılımına rağmen. Sihir Hinduizm'de ve Kast sisteminde. Kast; Hindu felsefesinde insanların toplumsal olarak örgütlenmesi amacıyla yaratılmış bir sosyal merdiven sistemi. Üstten başlarsak; Brahmanlar yani Rahipler ve Bilginler, Kşatriyalar yani Prensler ve Askerler, Vaisyalar; Esnaf ve Çiftçiler, Surdalar; İşçiler ve Köleler. Bunların dışında sisteme dahil olmayan Paryalar var. Dedik ya, pek öyle arsızlık, hırsızlık, kavga gürültü yok. Çünkü inançlarına göre kendileri bir sonraki yaşantılarında ya "Mihrace" ya Brahman.
Ayurveda Masajı;
Güney Hindistan'ın olmazsa olmazı "Ayurveda" Bu kelime hayatın anlamı, yaşam stili demek. Her şey ayurvedik burada yani Kerela bölgesinde. Yiyecekler, içecekler ve hatta masaj bile ayurvedik. Pek bi severim masajı. Hele böyle egzotik bölgelerde, Tayland'da Filipinler'de falan. Kerela hükümeti çağırmış bizi. Programda Ayurvedik masaj da var ama o güne kadar bekleyemeyeceğim. Daha ilk gün attım kendimi çarşıya. Karşımda sıra sıra ayurvedik masajı dükkanları. Her birinden topladım broşürleri. Hmmm en sonuncusu en güzeli. Mekan güzel, broşür güzel, broşürdeki masaj yapan kız güzel. Daldım içeri. Yaptım ödememi. Hoop odaya. Tecrübe var. Giydim verdikleri "yırt-at" donu da, yattım masaj masasına bekliyorum. Arkamdan kapı açıldı . Hafifçe döndüm…
-Höst! Sen kimsin lan?
-Masörüm ben.
-Kız… Kız nerde? Bu, bu broşürde ki?
-Bilmem. O sadece manken… Benim adım Sanjeev. Sizin?
parmaklarımla kulaklarıma vurarak cevapladım.
-Ben.. Ağa. Züğürt Ağa… Tööbe töbee.
Anlattı; Hindistan'da cross masaj yasak. Yani erkek kadına-kadın erkeğe masaj yapamıyormuş. too late. Paramı ödedim girişte. Neyse, ben size masajı anlatayım. Hafif göbeğimden etkilenen Sanjeev beni little budha'ya benzetip ellerini burnunda birleştirerek masaj öncesi karşımda dua etti. Sonra da beni karakucak güreşi misali vıcık vıcık yağladı. Vücudumda bulunan 7 adet "Çakra"ları (bedenimizde bulunan enerji merkezleri) hedefledi ve kafamdakinden başlayarak tüm çakralarımın üzerinde avucunun içi ile bastırıp daireler çizdi. Sanki tüm negatif enerjileri, kötülükleri vücudumdan kopartıp, çıkartırcasına avucunu sürükleyerek onları vücudumun sivri yerlerinden yani başımdan, el ve ayaklarımdan dışarı attı. Bir saate yakın süren bu bol yağlı masajdan sonra beni kafam dışarıda kalacak şekilde tahta bir dolaba soktu. Dolabın yanında bir minik tüpgaz, üzerinde de bildiğimiz düdüklü tencere var. Düdüğün yerine de bildiğimiz bahçe hortumunu geçirmişler. Bitki karışımlı su kaynadıkça hortumdan çıkan buharı içinde bulunduğum tahta dolaba veriyorlar. Buhar kaçmasın diye de benim boynumda kalın bir havlu sardılar. Tahta dolap oldu bana buhar odası!. Yağlar da ancak böyle çıktı zaten. Buhardan sonra bitki özlü sabun ve şampuanlarla yıkanma faslı ve işte Ayurvedik masajın sonu.
Burada ki masaj biraz pazar işi. Nasıl olsa devlet yetkilileri beni sağlam bir masaj yerine götüreceklerdir diye düşündüm ama büyük büyük atalarımın çölde bahtsız bedevi! olduğunu unuttum. Bu kez 7 kişiyiz. Biz masörleri değil, masörler bizi seçiyor. Al işte. Geldi beni seçen bıdık kırıta kırıta. Halllooo… Haloo canım hello. Yine dua faslından sonra başladı masaj. Önce kafamdaki çakra'ya dadandı. Saçlara yumuluyor. Hoop dedim bi dakka. Daha yeni ektirdim saçları. Kaç para biliyor musun? Dokunma! Sıra boynumdaki çakraya geldi.. Ameliyatım var. Dokunma! Göğsümdeki çakraya da dokunma! Kıllarım acıyo. Yeni yemekten geldim. Karnıma hiç dokunma! Belim sakat dokunma! Ayaklardan gıdık alırım dokunma!
-"Ama tek bi nokta kaldı bana dokunacak" deyince... Abbas dışarı. Kısaca Hindistan'da Ayurvedik masajdan hüsrana uğradım. Gözünü seveyim Tayland'ın.
Günlük yaşam;
Hint filmlerini bilirsiniz, Video cliplerini de. Nasılda yüzlerce kişi aynı enteresan hareketleri, dansları senkronize olarak yapar. Bir arkadaşım merak etmiş, böyle dans eden milletin porno filmleri de enteresandır diye. Sipariştir, kıramadım arkadaşımı. Aldım. Acep bozuk mudur-çizik midir diye de bakıverdim kıyısından. O ne senkronize hareketlerdir öyle. Hala kendime gelemiyorum.
En lüks restoranda bile elle yemek yiyorlar güneyde. Düşünün. Çok zarif bir kızı yemeğe çıkartmışsın, Mum ışığı, romantik müzik, kırmızı şarap. En şairane duygularla kızın gözlerinin içine bakarak onu ne kadar sevdiğini söyleyeceksin. O ise sağ eliyle avuçladığı yağlı pilavını yağlı sosa batırarak ağzına götürüyor ve dudağının kenarından akan yağları diliyle silerek…
İşsizlik büyük problem, tedbir gerek. Her noktada bir güvenlik görevlisi, otobüsün her kapısında bir biletçi, her tren vagonunda görevli bir "yolcu sıkıştırıcısı", her kavşakta bir trafik polisi. Ama polisi takan yok. Ağızda düdük. Dur! diyor STOP levhasını kaldırıyor. Duran yok. Geç! diyor. E zaten geçiyor adamlar. Sonrada muhtemelen şöyle bağırıyor "bostan korkuluğu muyuz len burda"
Gamalı Haç - Svastika
Türkiye'de nazar boncuğu neyse, Orta asya'da At nalı, Uzakdoğu'da Fil, Kaplumbağa figürleri, İspanya'da kırmızı biber, Arap ülkelerinde Hz. Muhammed'in kızı Fatma'nın (Hamse) eli, Eski Mısır'da "skarabe" (çöldeki hem dişi hem erkek olan hayvan). Hindistan da ise ters Gamalı haç. İsmi bizde yunanca gama (?) harfinden, Hinduizm, Budizm ve Jainizm'de Sanskritçe adı Svastika. Kökeni Mayalar, Navarrolar ve Sümerler'e dayanıyor. Svastika'nın dört kolu, dört kozmik gücü (ateş, su, hava, toprak) simgeliyor.
Bu bölgede iddialıyız. Çünkü;
Hindistan'a her şekilde ve sağ-salim gidebilirsiniz, ama sağlıklı dönemeyebilirsiniz... Her yeri gezebilirsiniz, ama her şeyi göremeyebilirsiniz... Daha da ucuza gidebilirsiniz, ama çok pahalıya dönebilirsiniz… İşte mesele burada yeğen… Zordur Hindistan destinasyonu. Turumuzda Oteller, Yemekler, Araçlar hatta Rehberler her gün bir Alman firması tarafından hijyen kontrolü altında. Turda Saat 06 uyandırma 06:30 kahvaltı 07:00 çıkış. Hulki beyler uyuya kalmış. Eksik olan parmak kaldırsın. Alışverişi sonra yaparsınız. Ön koltuk benim. Burada duramayız v.s. sesleri de yok. Çünkü Hindistan ve Uzakdoğu seyahati grupla murupla olmaaaaz! "Kişiye özel" olur. Herkes kendini Mihrace, Kraliçe, Ekselans, Lord, hissetmeli buralarda. Özel şoför, özel rehber, özel program, özel hizmet. Gitmeden önce detaylı ansiklopedik bilgiyi zaten veriyoruz. Maksat size ortamı birebir yaşatmak. Hindistan'da biraz İngilizce yeterli.
Bu yaz 75 yaşındaki dayımla yaşını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim yengemi Hindistan'a yolladım. "Bana bu saltanatı, bu şatafatı yaşattın kendimi lordlar gibi hissettim ya yeğen. Allah senden razı olsun" dedi. Yetti bana. Ama yine de aldım parasını :)) Uzakdoğu'da yerleşik Türk arkadaşlarımız misafirlerimize hizmet veriyor. Yakında iki Türk arkadaşımızı da Baracuda adına Hindistan'a yolluyoruz. Tur fiyatlar mı? İnanın grup fiyatı ile aynı. Çünkü hem Tayland'dan hem Hindistan'dan özel tanıtım desteği alıyoruz.
Gözlemlerim;
• Pencap bölgesinde Sikh'ler (Sih) var. Kurucusu Guru Nanak Dev (1469-1538) Tek Tanrı'ya inanırlar. İslam ve Hinduizm karışımı bir dini harekettir. İnançları gereği hiç sakal bıyık ve kıl kesmezler. Ne kadını ne erkeği. Saçlarını "türban" içine saklarlar. Bırakın bıyıklarını, kulaklarında ki, burunlarında ki kılları bile burabilirsiniz. Bir ara tüm Alman kızlarının Sih olduklarını düşünmüştüm.
• Erkekleri "Lungi" adı verilen etek giyiyorlar. Sordum. İçi de boş. Ferah yani.
• Biliyorsunuz, inançları gereği ölülerini yakıyorlar. Büyük erkek çocuk bu işle görevli. Yoksa bir erkek akraba. Her tarafına odunu koyuyorlar, adamın ağzına da bildiğimiz beyaz mangal yakacağını tıkıp çakmakla ateşe veriyorlar. Külünü bir kutuya koyup nehire püskürtüyorlar. Zenginler ise Varanasi'de ki kutsal nehir Ganj nehri kenarında yakılıyor. Eğer ölen hamile veya çocuk ise öylece yakılmadan nehre salınıyorlar. Nehirde kuşlar, özellikle kargalar kadınların karnını deşip bağırsaklarını yiyorlar. Kıyıya vururlarsa da köpekler parçalıyor.
• Söz Karga'dan açılmışken en sevdikleri hayvan da Karga. nedeni işte bu leşleri, çöpleri yemesi yani bir nevi çöpçü vazifesi görmesi.
Notlarım;
Sürekli yanınızda kapalı su bulundurun. Açık su içmeyin. Özel bir aşı yaptırmanıza gerek yok. Trafikte 40 km üzerinde gitmek çok zor. Yollar müsait değil. Islak mendil çok gerekli, Yerel hat alın. Çok ucuz. Yanınıza her kapıyı açan "nazar boncukları" alın. Dünyanın her yerinde faydasını göreceksiniz. Mercan'da 100 adedi 5TL.
Diğer detayları ise bir önceki Hindistan yazımda belirtmiştim. http://www.cempolatoglu.org/gezi%20yazilari/Hindistan.htm
Resimler ise http://picasaweb.google.com.tr/baracudacem/KERELAHiNDiSTAN#
Cem Polatoğlu http://www.baracuda.com.tr
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın William Crosner'in Günlüğü XLIII |
|
Tanrım… Ne gündü ama! Yorgunluk tüm iliklerime işledi. Aldığım her nefes, kaburgalarımda birikiyor… Artık bedenim, yorgunluğu kaldırmıyor. Bulmacanın kayıp parçaları da yavaş yavaş çözülüyor, sana şükürler olsun Ulu Tanrım…
Şu an Konsolosluk'un misâfirhânesinde Edward'la birlikteyim. Athenagoras az önce sâhilde yürüyüş yapmak için aramızdan ayrıldı, o gelince yemek salonuna geçeceğiz ve Konsolos ile Roger Mildred'ın anlattıklarını akşam yemeğinde ekiple paylaşacağız, ortak bir görüş birliğine varmaya çalışacağız.
Durum çok vahim! Sorumluluğu tüm ekipçe paylaşmamız lâzım. Küçük bir hatâ, tüm projeyi çıkmaza sokabilir. Sorumluluğu paylaşmamız şart; ancak, ekip üzerindeki denetimimizi kaybetmememiz ve onları, belirlediğimiz yanlış istikâmetlere doğru sürüklememiz de şart; en önemlisi, bunları eş zamanlı yürütmemiz şart.
Bugün işler hiç de öngördüğümüz gibi gitmedi. İzmir Limanı'na akşam saat beş sularında vardık ve Konsolosluk'a gelişimiz saat yediyi buldu. Konsolosluk'ta bizi sıcak bir biçimde karşıladılar. Bizimle, Roger Mildred isimli bir yetkili ilgilendi. Kendisi, Cinaslı köyünden getirilen şu meşhur sikkeleri inceleyen, meseleyi derhâl British Museum'a ileten kişiymiş. Konsolosluk'taki görevi de başdanışmanlıkmış.
Tanışma faslından sonra Roger Mildred, ekibi Konsolosluk'un bekleme salonuna aldı, ben de Konsolos'un odasına çıktım, ona olup bitenleri daha önce kararlaştırdığımız biçimde kısaca anlattım. Birlikte Konsolosluk'un özel telgrafhânesine geçtik, British Museum'a durumu bildirdik. Konsolos, daha sonra Roger Mildred'ı odasına çağırdı ve bana şunları anlattılar.
Cinaslı köylüleri, şu sıralar biz İngilizlere karşı ateş püskürüyormuş. Bundan otuz yıl kadar önce Robert Wilkin isimli bir İngiliz, İzmir ile Aydın arasında demiryolu yapımı için Osmanlı idâresinden izin istemiş ve bu izni kısa zamanda almış. Dört ortağıyla birlikte "İzmir-Aydın Osmanlı Demiryolu Company" isimli bir şirket kurmuşlar, İzmir ile Aydın'ı demiryoluyla birbirine bağlamak için harekete geçmişler.
Kısa bir zaman sonra, mülkiyet sorunlarıyla karşılaşmışlar; demiryolunun yapımı için bölge sâkinlerinin evlerinin boşaltılması gerekiyormuş. Bu konuda yer yer büyük başarılar kaydetmişler; ama, Cinaslı köylüleri Company'e mülkiyet haklarını devretmeye yanaşmamış ve hattâ, Company yetkililerini silâhla kovmuşlar.
Bunun üzerine Robert Wilkin ve arkadaşları, bu işten vazgeçmişler; şirketi iki yıl sonra satıp İngiltere'ye dönmüşler. Company'nin yeni sâhibi George Stark ise demiryolunun yapımına Aydın ilinden başlamış ve 70 km. kadar ilerlemişler. Ancak, Cinaslı köylüleri George Stark ve ekibine karşı da aynı tutumu sergileyince, bölgede silâhlı çatışmalara varan olaylar çıkmış.
Ne var ki, George Stark ve ekibi, projeden vazgeçmeyi düşünmemişler ve projeyi Cinaslı köyünün dışında bir yerlere yönlendirme olanakları da yokmuş. Bölge zâten fazlasıyla dağlık bir bölge olduğu için, olanaklı tek seçenekleri demiryolunun bu köyden geçmesiymiş.
On yıl kadar bir zaman boyunca George Stark ve ekibi, Cinaslı köyü hakkında herhangi bir başarı kaydedememiş. Bir dönem, Osmanlı idâresinin yardımını almayı denemişler; ancak, Osmanlı idâresi bu bölgede Türkler aleyhine İngilizlerin safında yer almak istememiş, George Stark ve ekibini ve aynı zamanda da Cinaslı köylülerini kendi kaderlerine bırakmış.
1860'ların sonuna doğru ise George Stark, köylüleri yüksek bedeller karşılığında mülkiyet haklarını devretmeye iknâ eder gibi olmuş; ancak, bölgede kısa bir zaman sonra patlak veren kolera salgını karşısında tüm hayâlleri suya düşmüş.
Nitekim Cinaslı köylüleri, hem de tam bizim kazı bölgesinde yattığına inandıkları bir evliyânın bu işten rahatsız olduğuna ve kendilerini bu salgınla cezâlandırdığına inanmışlar. Tabiî, George Stark'la yaptıkları anlaşmaları da bozmuşlar ve bunun üzerine proje yeniden askıya alınmış, bir gelişme kaydedilememiş.
Bugüne kadar demiryolunun İzmir ayağı tamamlanamamış; ancak, şu sıralar bu demir yolu, Aydın ile diğer Batı Anadolu kentleri arasında faal durumdaymış. Bundan dört yıl kadar önce de Aydın-Kuyucak ve Kuyucak-Sarayköy hattı hizmete açılmış ve yakın bir zamanda da bölge üzerinde yeni hatların açılması gündemdeymiş.
Ben meselenin önemini anladıktan sonra, Konsolos'a ne yapmamız gerektiğini sordum, bana bir yolunu bulup bizim Company'le bir ilişkimizin olmadığını, barışçıl amaçlarla bölgede birtakım incelemeler yapmak istediğimizi köylülere anlatmamız gerektiğini, buna onları iknâ etmemiz gerektiğini söyledi.
Diğer taraftan Roger Mildred, sikkeleri bulduktan sonra Cinaslı köyüne sık sık ziyârette bulunmuş, kalıntıları incelerken kendisine de pek hoş davranmamışlar. Tanrım… Ne yapacağımızı gerçekten de bilmiyorum. İşler hiç de umduğumuz gibi gitmiyor, giderek daha da karmaşık hâle geliyor. Tanrım, üzerimizden merhametini eksik etme…
Konsolos bizi, bölgeye intikâl edinceye kadar misâfirhânelerinde ağırlamak istediklerini söyledi, ben de nâzikçe teşekkür ettim. Sonra, bekleme salonuna doğru yöneldim. Ekibe de bu akşamı misâfirhânede geçireceğimizi, saat dokuz buçukta tüm ekibin yemek salonunda toplanacağını söyledim. Biz üç kişilik bir oda aldık; Edward ve Athenagoras'la birlikte kalıyorum.
Şahsî kanaatim şudur ki, İzmir-Aydın Demiryolu Projesi, İngiliz emperyalizmi ile Yunan Diasporası'nın ortak bir projesi. George Stark'ın Yunan asıllı bir İngiliz olması, bu demiryolu ile hemen tüm Batı Anadolu'nun en ücrâ yerleşim bölgelerine bile ulaşılacak olması, bu kanaatimi açık biçimde destekliyor.
İngiliz emperyalizminin temeli şu ki, sömürülecek olan ülkeye veya bölgeye ilk önce demiryolu ağı inşâ edilir, sonra bölgede iç karışıklıklar çıkartılarak yerel kuvvetler öncülüğünde bu ayaklanmaları bastırmak adına yerli halk, bu kuvvetlere karşı dolduruluşa getirilir ve bu yolla, İngiliz kuvvetlerine karşı doğal bir sempati yaratılır.
Sonra, komprador burjuva buralara konuşlandırılır, yerli halkın İngilizlere duyduğu sempatiyle komprador burjuvanın emrinde çalışması sağlanır. Ve daha sonra da buralarda ekonomik ve siyasî bakımdan önemli bir nüfuz sâhibi olan bu burjuvaya, başta vergi muâfiyeti olmak üzere birtakım imtiyazlar tanınır, zamanla da bu bölgelerde idârî otonomi görünümü altında siyasî egemenlik kurulur.
Bu yöntem, İngiliz emperyalizminin hüküm sürdüğü hemen her yerde; başta Eski Afrika sömürgeleri olmak üzere Güneydoğu Asya'da ve Antarktika'da aynen bu şekilde işletilmişti. Ve örneğin, Doğu Hindistan Company, bu ülkede İngilizlerin siyasî egemenlik kurmalarını sağlayacak kilit kurumlardan biriydi, görevini tamamladıktan sonra da kendini feshetmişti.
Sanırım, Osmanlı idâresinden bu projeye izin çıkmasının nedeni, bölgede herhangi bir karışıklık çıktığı takdirde, Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye asker sevkıyâtının daha kolay bir şekilde sağlanacağına inanmaları değilse, aralarında bulunması muhtemel masonların Saray üzerine yaptıkları baskı veya manipülasyondur. Athenagoras da benimle hemfikir.
İşte, şimdi bazı taşlar daha yerli yerine oturmaya başlıyor, kafamızdaki bazı sorular cevâbını buluyor. Öyle görünüyor ki, İngiliz emperyalizmi ile Yunan Diasporası, bu kazı projesi aracılığıyla bölgeye sızmamızı, bölgeyi onların eline geçmeye hazırlamamızı beklemiş olmalı. Bu amaçlarına British Museum'u da âlet etmiş olmalı.
Kuvvetle muhtemeldir ki, buradaki Türkleri bize karşı ayaklandıracaklar, bu yolla bir iç çatışma çıkartılacak ve Osmanlı kuvvetleri, bu ayaklanmayı bastırmak üzere Cinaslı köylülerine karşı kullanılacak, bizi korumak adına da bölgeye İngiliz kuvvetleri konuşlandırılacak ve Osmanlı kuvvetlerine karşı İngiliz kuvvetlerine yönelik bir sempati yaratılacak…
Bu kıvılcımı çıkartmak için ekipten birilerinin kullanılacak olması da muhtemeldir ve belki de kriptekste de buna ilişkin bir şeyler yazıyordu. Sonra da bu İngiliz kuvvetleri, başta Cinaslı köyü olmak üzere bölgede yaşayan Türkleri topraklarından çıkmaya zorlayacak ve hattâ, bu amaç doğrultusunda Türklere bir katliâm bile yapacak ve tüm bu coğrafya, Rum yerleşimcilerin emrine sunulacak. Tanrım…
Şu hâlde, Roger Mildred eğer bu sikkeleri bulmamış ve meseleyi British Museum'a bildirmemiş olsaydı da buna benzer bir tezgâh muhakkak işletilecekti. İşin bir diğer iğrenç tarafı ise bu olayı Lordlar Kamarası ve İngiliz Hükümeti'nin kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak ve bizi ateşin ortasına atmak istemiş olması. Tanrım, sen bizleri koru…
İşte, Anglo-Sakson vahşîliği, karşıma bir kez daha açık bir biçimde dikildi! Bu iğrenç oyunlar uğruna bizi ve Türkleri ateşin içine atıyorlar. Lordlar Kamarası ve İngiliz Hükümeti, Yunan Diasporası'nın yanında yer almak, emperyalizmi bu topraklar üzerinde kurumsallaştırmak için bizim ve Türklerin hayatlarını hiçe sayıyor, yaşama haklarımız elimizden alınıyor. Tanrım…
Anglo-Sakson vahşîliği, Amerika'da Kızılderililerin soyunu kurutmuştu, bu vahşîlik günün birinde Tüklerin soyunu kurutmaya da yönelebilir! Hangi hak, hangi hukuk, hangi adâlet, hangi insanlık!?… Biz İngilizler, "üzerinde güneş batmayan imparatorluk"a sâhip olmakla övünürüz; ancak, asıl önemli olan hakkın, hukukun, adâletin, insanlığın ışığının sönmemesi!
Peki, Birleşik Krallık'ta bu ışık acaba hiç yanmış mı? İngiliz emperyalizmi, sâdece Britanya'da İskoçlara veya İrlandalılara bu tutum içinde davranmakla kalmamış, hemen tüm dünyâyı bu ışıktan mahrum etmeye yeltenmiş. Ne adına!?… "Hıristiyanlık" adına mı, "Anglo-Saksonların refâhı" adına mı, "Kraliçe" adına mı!?... Ne adına!?…
Hangi gerekçe, emperyalizmi haklı çıkartabilir? Hangi gerekçe, başta Kızılderililer olmak üzere mazlum halkların dünyâdan silinip gitmesini haklı çıkartabilir? Böyle bir gerekçe arayanlara, bu gerekçeyi benimseyip tatbik edenlere, bütün bunları meşrûlaştırmaya çalışanlara "insan" denilmemesi gerekir. Belki "mason", "modern pagan", "Anglo-Sakson" veya "Amerikalı" denilebilir; ama insan denilemez!
Örneğin, İngiliz Kolumbiası Kolonisi'nde Nootkaların, Kwatiultların, Tsimshianların ve Haidaların birbirine düşman edilerek bölgede emperyalizmin ekonomik ve siyasî tahakkümünün kurumsallaştırılması, Anglo-Sakson-Amerikan ittifâkıyla gerçekleşti ve bu yapılırken, yaklaşık seksen bin civârında yerli katledildi. Tanrım…
Kaptan Cook'la birlikte bölgeye gelen bu çapulcu sürüsü, burada ilk olarak sağlam bir demiryolu ağı inşâ etti; çünkü, bölgede altın rezervi fazlaydı ve çalınacak altın, bölgenin iç kesimlerinden kıyılara ancak bu ağla taşınabilirdi. Daha sonra da yerli halk birbirine düşman edildi, özellikle de Nootkanlar ile Kwatiultları birbirlerine düşürdüler. Tanrım…
Bu yolla İngiliz emperyalizmi, yerli halkların daha önce birlik ve berâberlik içinde ve kardeşçe yaşadıkları bu topraklarda, birbirleriyle savaşmalarını sağladı ve bu çapulcu sürüsüne karşı dirençleri zayıflatıldı. Sonuç olarak da hem topraklarından, hem de ellerindeki mâdenlerden oldular. Tanrım…
Bu ilk çapulcu sürüsünün bu "başarı"sından sonra, bölgeye yine Kaptan Cook öncülüğünde yeni bir çapulcu sürüsü yollandı. Bunlar da İngiliz komprador burjuvasıydı ve Amerikan komprador burjuvasıyla birlikte, Hudson Körfezi Company'i kurdular. Bu Company aracılığıyla da bölgede altın aramayı hızlandırdılar ve bölge, kimyevî zehirlerle dolup taştı, bundan habersiz olan yerli halk ise hayâtını kaybetti.
İşte, İngiliz Kolumbiası Kolonisi'ndeki bu ittifak, yaklaşık seksen bin yerlinin ölümünden sorumludur. Bölgede yerli hayâtın sona erip İngiliz Kolumbiası Kolonisi'nin ilân edilmesi, Hudson Körfezi Company aracılığıyla gerçekleşmiş; İngiliz ve Amerikan komprador burjuvası, yerli halkı kandırarak onları köleleştirmiş ve sonunda da ölüme terk etmiştir. Tanrım…
Bu iç karışıklıklar, yaklaşık elli yıldır sürmekte ve bu ittifak, buradaki yerlileri yok etmekte. İşte, şimdi böyle bir iç karışıklığı, Türkler ile Rumlar arasında da sağlamak istiyorlar; böyle bir iç karışıklıkla bölgeye sızmak ve Türkleri bu bölgeden sürmek veya kazımak istiyorlar. Hâliyle, Batı Anadolu'ya İngiliz komprador burjuvası sızmışsa, Amerikan komprador burjuvasının da sızması yakındır. Tanrım…
Dilerim, Osmanlı ülkesinde hiçbir zaman Anglo-Sakson-Amerikan ittifâkı gerçekleşmez. Dilerim, Kutsal Topraklar'da daha fazla kan akıtılmaz. Ve neyse ki, hiçbir entrika kusursuz değildir, içinde insan unsurunun yer aldığı hiçbir şey kusursuz değildir ve biz onların entrikalarına karşı çok daha sağlam bir entrika geliştirerek bu ateş çemberinden kurtulmayı başarabiliriz.
Lordlar Kamarası ve British Museum, bizim bunlardan haberdâr olup karşı entrika geliştiremeyeceğimizi düşünmüşlerse, çok büyük bir hatâ yapmışlar ki, bu da onların entrikalarının içindeki zaaf. İşte, biz bu zaafı en ideal biçimde kullanmalıyız. Ne yapıp edip kendimizi Türklere sevdirmeli ve bu projeyi tamamlayarak ivedilikle buradan ayrılmalıyız.
Kim bilir, belki de bu kazı projesine Athenagoras'ın dâhil edilmesi de Vatikan'ın isteği doğrultusunda, bu yolla ondan kurtulmak istemeleri nedeniyle gerçekleşmiştir. Ama ne olursa olsun, bu işin içinden elbirliğiyle sıyrılacağız… Athenagoras da sanırım gelmek üzeredir. Ekibe, şu İzmir-Aydın Demiryolu Projesi'ni ve Cinaslı köylülerini olduğu gibi anlatmayı düşünüyoruz, fazlasını değil.
Tanrım, merhametine sığındık. Bize öyle bir çıkış yolu göster ki, bizi kullandıklarını zannedenleri ustalıklı bir biçimde kullanalım, onları kendi silâhlarıyla vuralım! Tanrım, bu bölgede Osmanlı kuvvetleri ile Cinaslı köylüleri ve İngiliz kuvvetleri, aslâ karşı karşıya gelmemeli. Cinaslı köylüleri, bize karşı aslâ hasmahâne bir tutum sergilememeli. Tanrım…
Sana sığındık, Ulu Tanrım; duâlarımızı karşılıksız bırakma… Önümüzde, görünür iki büyük engel var; bizi Company'den sanabilirler ve şu evliyâ meselesi. Bunlardan ilkini aşmak pek zor değil, onları Company'den olmadığımıza iknâ edebiliriz. Ancak, şu evliyâ engelini aşmamız çok zor olacak. Tanrım…
Türklerin dînî hassâsiyetleri, çok yüksek ve bu hassâsiyetleri karşımıza almamıza neden olabilecek her türlü fiilden özenle kaçınmalıyız. Ekip üzerinde çok ciddî bir denetim kurmam ve bölgedeki Türklerin dînî hassâsiyetlerine zarar verilmesini engellemem lâzım. Tanrım, bu ne büyük bir sorumluluk…
Gerçi, bana öyle geliyor ki, bu evliyâ söylemi, topraklarını satmak ve başka yerlerde yaşamak zorunda kalmak istemeyen köyün yaşlıları tarafından uyduruldu ve zamanla buna kayıtsız şartsız inanıldı. Çünkü köylüler, neden ilk önce George Stark'la anlaşmaya varmış olsunlar ki! Bu elbette, böyle olmuştur…
Ne var ki, bölgede gerçekten de bir evliyânın olup olmadığının artık bir önemi kalmadı; eğer bunun böyle olduğuna inanılıyorsa, bizim aksini iddiâ etmek gibi bir olanağımız yok. Şimdi, bu şartlar altında en doğru ve amaçlarımıza en uygun formülü bulmamız gerekiyor. Tanrım, yardımını üzerimizden eksik etme…
- Devam edecek -
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BOŞLUK VE BEN
Başlayan ben miyim yazmaya maziden,
İsimsiz kahramanlıklar mıdır hayatı nağmeleyen?
Randımansız bir öykünün namazsız camisinden.
Başı sonu belli olmayan yenilgilerle yeniden,
Oldumların hamlarında pişmişlik çareleyen,
Şayetleri keşkelerde terzilikle işleyen,
Laf kalabalıklarında anlamayı kelepçeleyen,
Ufak tefek zaman kırıklılıklarındaki sevgiden,
Kumar oynayıp hayatla yazdım BEN...
Ensar Çingay
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Biraz eğlence biraz pratiklik ve zeka için http://zekaolcer.tr.msn.com/ Hata yaptığınız anda en başından başlamak ilk başlarda gerginlik yaratsa bile sonralarda hırs yaparak sonuna kadar kendinizi zorluyorsunuz. Hadi canım bunu görmemiş olamam dedirtecek kadar heyecanla test amaçlı oyunlara devam ediyorsunuz. Şimdiden iyi eğlenceler.
İstediğiniz birinin ya da kendinizin yüz resminizle, fazla uğraşmadan eğlenceli montajlamalar yapmak isterseniz http://www.photofunia.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Daha önceden yapılmış örnekler içinden seçiminizi yapıp, kendi resminizi de yüklediğiniz zaman işin çoğu bitmiş oluyor. Resminizi nasıl yerleştireceğiniz ve nasıl düzenleme yapacağınız size detaylı olarak anlatılıyor zaten. Son işlem oluşan resmi istediğiniz yerde kullanabilmek için kaydetmek.
"bir bir sayıyorum sokak lambalarını, yıldızları birbirine katarak. dünyanın sabırsız dönüşleriyle, akşamı sabah ediyorum. üşüyorum! mevsim şeritlerinden her kış geçtiğinde. yalnız, kir tutmuş gözlerimdeki hayalindi, içimi sıcak tutan..." Şiir severlere hem paylaşım hem de kaynak http://www.siirevim.com
İşinize biraz mola verip kafanızı dağıtmak isterseniz http://www.flash.gen.tr/ Sanırım ne olduğunu açıklamaya gerek yok.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|