|
|
|
Editör'den : Cumhuriyete sahip çık ey seyirci!.. |
Merhabalar,
Cumhuriyetimizin 87.yılını kutladığımız bir zamanda yukarıdaki başlığı atma gereği hissettiğim için kendimden utanıyorum. Utanmazların yerine de olsa, utanıyorum. Atatürk'ün engin öngörüsüyle kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetinin, seksenyedi yıl sonra tartışılıyor olmasını, dini siyasetin ayrılmaz parçası haline getirenlerin, memleketi bölmek isteyenlerle at pazarlığı yapanların, uluorta "Laiklik yeniden yorumlanmalı" diyebilmesini hazmedemiyorum.
Oysa ki, o yeniden yorumlanmasını istedikleri laiklik anlayışı nedeniyle dini İslam olan tüm Dünya ülkelerinin arasında "Tek örnek" olmayı başarabilmiş yegane memleket Türkiye. Bunu içine sindiremeyenlerin, kendilerine biat etmiş ya da 2 torba kömür, 3 paket makarna ile kandırılmış, bindirilmiş kıtalardan güç alanların, artık çoğunluk olmasından nefret ediyorum.
Cumhuriyetin 87. yılında, bir Avrupa ülkesinde hırsızlıktan, dolandırıcılıktan hüküm giymişlerin, benim memleketimde egemen olmasını, hukuk tanımazlığını kabullenemiyorum. Millete dürüstlük dersi verenlerin gelmiş geçmiş en ahlak fakiri insanların arasında olmasını hayretle karşılıyorum. Çevrelerinde günler geçtikçe yükselen surları, koruma kalkanlarını, nokta atışlı özel(!?) kanunlarını görüp, duyup kahroluyorum. Yapanın yanına kar kalacağından korkuyorum.
Aynı noktaya bakıp, farklı farklı şeyler görünce, bundan haz alanların, artık birbirinin kuyusunu kazdığına şahit olup çok üzülüyorum. Utanmadan televizyonlara çıkıp ne kadar büyüdüğümüzden bahsedenlerin, sınırların dışına çıkamayan saçma ve yalan beyanlarına katıla katıla gülüyorum.
İşte tüm bu karmaşık duygularla, demokrasiye sonuna kadar inanmış, Cumhuriyete altını oymadan bağlı, ikincisinin üçüncüsünün arayışında olmadan, Atatürk'ün emaneti bu Cumhuriyeti ilelebet yaşatacağına kendi kendine söz vermiş herkesin Cumhuriyet Bayramını kutluyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu RAP MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE SEMA |
|
Eminim, başlığı okuyanların kimisi " Hoop! Ne oluyoruz?" diye irkilmiştir. Eğer yazının başlığı, " Rap Müziği Eşliğinde Göbek Dansı" olsaydı, o tepkiyi gösterenlerin çoğu irkilmeyecek, aksine "Neden olmasın!" diye düşünecekti. Eğer başlığım "Rap Eşliğinde Sema" ya da "Rap Eşliğinde Göbek Dansı" olsaydı, bu kez ilk algılar tersine dönecekti. Bir sözcüğün anlatıma yüklediği anlamlar açısından ilginç bir örnek ama bu yazının konusu bu değil.
Bodrum 22. Ahşap Yat Yelkenli Yarışlarının son günü, Londra kökenli Oojami grubunun Halikarnas Disko'daki konserinde dansözle, semazeni andıran dansörü izlerken sema ve göbek dansı gibi bu bölgeye özgü kültürel değerlerin rap müzikle ilişkisine kafa yorup durdum.
Sema, mistik müzik eşliğinde yapılan bir ayin; ama özünde o da dans. Ancak buradaki dansa ısınamıyorum. Acaba, bu, Mevlevi'lerin Tanrı yolunda ruhlarını arıtmak için döne döne esridikleri bu dansa kutsal bir değer yüklediğimden mi, diye soruyorum kendime. Ama göbek dansı da sarmıyor beni. Bu danslarla, bangır bangır bağıran bu müzik aynı ruhun ürünü değil. Aralarında kan uyuşmazlığı var.
Halikarnas Balıkçısı dans için, "İnsanın gövdesiyle, yani kendisiyle ifade etmek istediği sanatların kaynağıdır" der. Ona göre dans, bir sevginin, bir iş görmenin ürünüdür. Ancak hemen ekler: "Musiki notalarının savruluşu ta derinimizdeki ve en özümüzdeki o kocaman enerji kasırgasına uyması… gereklidir. (Düşün Yazıları, Bilgi Yayınevi, s. 25)
Aslında, hayat böyle. Farkında olmasak da içinde yaşadığımız doğa ve toplumla sürekli dans ediyoruz. Giyinirken, beslenirken, barınırken, konuşurken, çalışırken yaptığımız hep hayat dansıdır. Kim bu dansı daha iyi becerebiliyorsa o, daha mutlu ve sağlıklı yaşama şansını yakalıyor demektir.
Bazı gemiciler, yelkenlerini rüzgârla doldurdukları anda kendilerinin finişe hemen varacaklarını sanırlar. Aldanırlar… Bazı rüzgârlar vardır ki kırk gün rüzgâr bekleyen gemiciye keşke kırk gün daha bekleseydim dedirtir. Bu gerçek, devletin hangi mevkisinde olursa olsun, kendilerini toplum mimarı olarak görenler için de geçerlidir. Bugün seçimlerde akla hayale gelmedik yöntemlerle oy toplayarak devletin tüm kurumlarına hakim olmak isteyenler, şimdi yelkenlerini dolduran rüzgâr, ansızın durduğunda ya da yön değiştirdiğinde, o rüzgârla dans etmenin ne menem şey olduğunu anlayacaklardır. Bize göre deniz rüzgârlarını iyi bilmeyen bir denizcinin, gemisini bir limana ulaştırabilme şansı ne kadarsa, Demokrasi kisvesi altında saltanat inşa etme çabası içinde olanların hedeflerine varma şansı o kadardır.
Bodrumlu denizciler denizle dans etmeyi iyi bildikleri için teknelerini kazasız belasız limana ulaştırdılar, ya yelkenlerini oyla doldurup Rap müziği eşliğinde sema yapmaya kalkışanlar?
Rap eşliğinde sema, ya da göbek dansı bize ilk bakışta çekici gelebilir; ama bir süre sonra yapılanın özden ve özgünlükten yoksun olduğunu anlarız. Kim bilir, o arada bir salgına da dönüşebilir bu dans; ama sadece bir dönemin modası olarak kalmaya mahkumdur.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran "MADENLER VE EMPERYALİZM" |
|
Çalışkan Kaan Turhan, yeni bir kitap hazırlamış, Asya Şafak yayınları bastı: Madenler ve Emperyalizm.
Kaan, bilinçli bencillerden olduğu için, yurdunu, dünyamızı güneş soğuyana dek yaşatabilmek için çabalıyor sürekli; ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara değiniyor, insan kardeşlerini uyandırıp ölümün yerine dirimi savunmaya çağırıyor.
Adı üstünde, bütün öbür yaşam kaynakları gibi, madenlerimizin yüzlerce yıldır dünyamızın iliğini kemiğini sömürmüş gözü doymaz soyguncular tarafından çatır çatır elimizden alınışına parmak basıyor yeni kitabında.
Bu amansız kavgayı izleyenler biliyordur, bu savaşımın öncülerinden Dr. Necip Hablemitoğlu bu uğurda şehit edilmişti. Daha Aralık 2003'te bakın neler demiş Hablemitoğlu:
"Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi'ne ötede beri karşı olan AB ülkeleri, GAP çerçevesinde yapılacak barajların altında Zeugma ve Hasarkeyf gibi 1135 antik kentin kalacağını iddia ederek Türkiye'yi kültürel Vandalizmli suçlamaktadırlar. Ancak Türkiye'nin AB'ne aday üyeliğinin söz konusu olmasıyla bu söylemde daha ileri giden AB üyeleri, Türkiye'nin bu barajlarla açıkça 'Kürdistan'ın ya da en azından Mezopotamya'nın tarihini yok etmeye çalıştığını iddia etmeye başladılar. O kadar ki, 50 Kürt (!) köyünün yanı sıra, efsanevi (?) Kürt lideri Abdullah Öcalan'ın doğup büyüdüğü köyün de sular altında bırakılacağını, dolayısıyla bir ulusun tarihinin yok edilmeye çalışıldığını; bunu da Türk hükümetlerine Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dayattığını öne sürdüler. Avrupa basınında insan haklarıyla özdeşleştirilen ayrılıkçı Kürt terörizmini himaye kapsamında, söz konusu antik kentlerin malzeme olarak kullanılmasından vaz geçecekleri konusunda en küçük bir belirti görünmemektedir… Dicle üzerindeki en kapsamlı hidroelektrik barajı olarak yapımı öngörülen Ilısu barajı, İsviçre'den Sulzer Hydro, İngiltere'den Balfour Beatty, Türkiye'den Nurol firmalarının başı çektiği uluslar arası bir şirketler birliğine 'yap-işlet-devret' yöntemiyle Refah Partisi iktidarı tarafından verilmiştir. 2008 yılında bitirilmesi öngörülen 1200 megavat gücündeki barajın yaklaşık 1.5 milyar dolara mal edilmesi tasarlanmaktadır. İnşaatın finansmanıysa ağırlıklı olarak İngiltere ve İsviçre'nin yanı sıra, Almanya, ABD, İtalya, İsveç gibi ülkelerin finans kurumlarınca karşılanacaktır."
Görüldüğü gibi, yurdumuzun, özellikle de Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan Türk-Kürt yurttaşlarımızın geleceğini güvence altına alacak; insanlara iş, aş, eş, barış getirecek bu büyük tasarı da, bütün öbürleri gibi, küresel çıkar oyunlarına oyuncak edilmiştir; bir yandan en korkunç masalları uydurup en utanmaz yalanları atarken, öte yandan hem yapım aşamasında, hem sonrasında orada yaratılacak artı-değeri güle oynaya paylaşmaktadır bir avuç küresel sülük. Elbette yerli ortaklarına trilyon tutan kırıntılar bağışlayarak.
Kitapta bu konuda sayısız olay ve ayrıntı var; bunlardan biri de, ülkemizde bolca bulunduğu saptanan toryumun uranyum yerine kullanılmasıyla çekirdek enerjisi üretimini düşünen Prof. Dr. Engin Arık'la çalışma arkadaşlarının, Kürt sorununu ABD'nin dayattıklarının dışında yollardan çözmeye çalışan Org. Eşref Bitlis gibi, bile bile düşürülen bir uçakta öldürülmesi.
Sevgili Ünal Endoğan, Ulusal Kanal'da anlata anlata dilinde tüy bitti: bırakın çekirdek enerjisini, rüzgardan falan elde edilecek elektriği, yalnız Karadeniz bölgesindeki (hani şimdi üzerlerine HES'ler kurup hem çevreyi, hem orada yaşayanları perişan edecek olan ) akarsulardan, küçük üretimliklerle elde edilecek gelirin Türkiye'nin bütün dış borçlarını ödedikten sonra, yılda milyarlarca dolar kazanç sağlamak olası. Ama küresel yağmacılar, buradaki sivil-asker yetkileri (?) avlayıp tavlayarak yurdumuzu, insanlarımızı bu doğal, tehlikesiz olanaktan yoksun bırakıyorlar. Hem de en cicili bicili laflarla, insan hakları, demokrasi, kalkınma, uygarlık falan diyerek.
Aslında en az 1492'den beri oyun da, oynayanlar da belli; üstelik şimdi, geçmiş yüzyıllara göre, ellerinde çok etkili uyutma araçları var.
Bakalım yaşama içgüdüsü mü, bu uyutma mı ağır basacak?
Hep söylüyorum ya, bu yapılan düpedüz KÜRESEL HARAKİRİ'dir; ama son can çıkarılmadan umut kesemeyiz elbet.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Buket Çetin INTO THE WILD - YABANA DOĞRU 2 |
|
Chris'in kendi tercihleri ile düşlediği ve kurmaya çalıştığı ama sonuna baktığımızda bir dram özelliği gösteren yaşamı bizleri Chris'in içinde yetiştiği aile ortamına, bu ortamda yaşadığı iç sorgulamalara ve yaşadığı çatışmalar nedeniyle kendince bulduğu çözümleri sorgulamaya götürür.
Tüm filmi ve yaşanılan süreçleri filmin baş kahramanı Chris açısından ele aldığımızda Öncelikle Chris'in kendi özellikleri ile karşılaşırız. Chris zaten çok küçük yaşlardaki anıları ile maceracı yönünü bizlere gösterir. Daha dört yaşındayken yaşadığı kaçamakları onun bu yönüyle diğer çocuklardan ayrılan sıra dışı bir özelliği olduğunun göstergesidir. Ardından lise yıllarında ailesi ile ilgili gerçekleri öğrenmek için ailesinden uzaklaşarak akrabalarını ziyaret etmiş ve ailesinin kendisine anlatılandan çok daha farklı bir yapıda olduğu gerçeğiyle yüzleşmiştir. Bu yüzleşme Chris'in aslında daha öncesinde ailesine karşı yaşadığı güvensizliğin ve bu güvensizlik neticesinde aklındaki soru işaretleri ile maceracı ruhunun da birleşimi sayesinde uzakta olan akrabaları ile iletişime geçmesine neden olmuş itici bir güçtür. Bu güç ile başladığı yolculukta aslında kuşku duyduğu ailesinin gerçekleriyle yüzleştiğinde ise ihanete uğradığı duygusunu ve onunla birlikte derin bir üzüntü duygusu yaşadığını anlarız.
Yaşamında önemli bir rol oynayan kaçışların öyküsü ilk olarak bu ihanete uğrama duygusu ile başlar.
Chris'in yaşadığı derin üzüntü ve ihanet ise ailesinin kendisini aldattığına ilişkin hisleriyle başlar. Çünkü Chris gerçekleri öğrenene kadar ailesi ona ve kız kardeşine evliliklerine ilişkin olarak üniversitede tanıştıkları ve tıpkı diğer çiftler gibi bir süre sonra evlendiklerini, mutlu bir yaşamları olduğu üzerine kurulmuş bir yalandır. Gerçekte ise anne ve babasının evlenme nedenleri annesinin Chris'i dünyaya getirmesi ile ilgilidir. Üstelik Chris dünyaya geldiğinde babasının bir başka evliliği ve evlilikten de bir çocuğu vardır. Chris için en çok yıkıcı olan kısım ise buradan sonra başlar. Babası neden başka bir çocuğu olduğunu ve onunla ilgili görevlerini yeterince yerine getirmemiştir? Burada ise Chris'in bir başka yönü ile yani olayları ve insanları sert ahlaki kurallarla değerlendirdiği yönü ile karşılaşırız. Chris aynı sertlikteki ahlaki kurallarını kendi babası için de yaşar ve onu aslında hiç affetmediğine ya da affedemediğine tanık oluruz. Filmin çatışması ise Chris'in yaşadığı bu duygular üzerine kurulmuştur.
Chris'in yaşadığı çatışma bizi bir başka sosyal psikolojik çatışmaya doğru götürür. Chris bireysel anlamda tüm bu çatışmaları yaşarken içinde bulunduğu toplumun dinamikleri neden onun yaşadığı sorgulamada yalnız kalmasına neden olmuştur? Toplumun temeli olarak kabul edilen aile kurumu onun yaşadığı bu çatışmaya ilişkin çözüm üretebilecek potansiyele sahip değil midir?
Bu sorguda ise karşımıza öncelikle Chris'in anne ve babasının karakter özellikleri ile bu aile tipini ne şekilde etkiledikleri ve dolayısıyla günümüz dünya ekonomisinin aileler ve bireyler üzerinde ne tür etkilerde bulunduğu gerçeği çıkar. Chris'in babası öncesinde NASA'da üst düzey uydu-radar sistemleri ile ilgili bir birimde çalışan dahidir. Sonrasında ise annesi ile birliktelikteliklerinin ardından kendi şirketini kurarak çalışmalarını burada sürdürmeye devam eden günümüz girişimci ve zengin iş adamıdır. Ekonomi ve kariyer anlamında Chris'in anne ve basının beklentilerini üst düzeyde karşılayan bu şirket anlayışı Chris'in ailesini ise olumsuz şekilde etkilemiştir. Aile, para ve ekonomik anlamda tüm isteklerine en kısa sürede ulaşabilme refahını yaşarken öte taraftan aile içinde kurulması gereken temel ihtiyaçlarını da para ve ekonomik güç ile elde etmeye çalışan bir kurum şekline dönüşmüştür. Öyle ki Chris'in üniversiteden mezun olduktan sonra ailesiyle gittiği yemekte onun üstün başarısının karşılığında ailenin düşündüğü Chris'in arabasını değiştirmektir. Peki gerçekte Chris'in ihtiyaç duyduğu şey bu mudur? Sürekli çatışmasını yaşayarak kendisini genç yaşta ölüme götüren, ailesine karşı zaten psikolojik anlamda derin bir yabancılaşma duygusu yaşarken onlardan tümüyle kopmasına sebep olan bu teklif, ailenin manevi ihtiyaçları karşılamaktan yoksun ve aslında her şeyin parayla alınıp satılabildiği ve duyguların da bu çirkin pazarlığa dahil edildiği günümüz ekonomik anlayışının, bireyi nasılda gerçek benliğinden uzaklaştırarak madde karşısında hiçleştirdiği gerçeğine götürür.
Chris'in annesi ise babasıyla yine maddi beklentiler çerçevesinde bir ilişkiyle evlilik kurar. Onun için en önemli şeyler külfetli paralar harcanarak gerçekleştirilen noel kutlamaları ve diğer partilerdir. Bu partilerde külkedisi masalıyla yetişmiş günümüz kadın kimliği ortaya çıkar. Külkedisi, gerçekte içinde bulunduğu durumu kabullenemeyerek sürekli zengin bir prenses olma hayali peşindedir. Aslında çok güzeldir ama içinde bulunduğu durum onun güzelliğini ortaya koyamayan zavallı bir yaşam biçimidir. Bu yaşam içerisindeki üvey kız kardeşler ise onun güzelliğini sürekli gölgeleyerek pahalı giysiler, makyajlarla kendi güzelliklerini daha da ön plana çıkarırlar. Oysaki külkedisi öyle midir, onların elinde olan imkanlar bir gün kendi eline geçse ülkenin zengin prensi onu tercih etmeyecek midir? Ve öyle de olur, bir gün bir peri çıkıverir ve külkedisini masal prensesine dönüştürürken ilk yaptığı şey ona zengin ve lüks bir görüntü sağlamaktır. Masaldaki bal kabağı günümüzün son model otomobili olur, kıyafetler ise her gün yenisi çıkan son moda tasarımlar olmuştur. Öyle ki bu kıyafetler yılın her ayında değişik bir moda akımının etkisinde kalarak durmadan değişime uğrar. Makyaj ve ayakkabılar da kıyafeti tamamlayan yine son moda tasarımlardır. Durmadan değişime uğrayan bu tasarımları takip edebilmek için ise gerekli olan şey zengin bir prens hayalidir. Chris'in annesi, babasıyla girdiği ilişkide kurduğu ekonomik birliktelikle birlikte bu zengin prens hayalini gerçekleştirebilmiş ama aslında paraya bağımlı bir kadın kimliğidir. Tıpkı hayattaki gücünü zengin ve lüks otomobili ile ya da lüks ve şöhret içeren başka bir yaşantı sembolü ile gerçekleştiren paraya bağımlı erkek kimliği gibi.
"Bana aşk, para, şöhret yerine gerçeği verin" diyerek içindeki bitmeyen acıyı anlatan Chris, ailesinden kaçarken aslında hep özlemini duyduğu bir şeylerin arayışı içerisindedir. Onun için aşkın da tıpkı para ve şöhret gibi bir değeri yoktur. Tıpkı diğer duyguların olduğu gibi… Babasına güven duymamaktadır çünkü babasının annesi ile evliliği de bu çirkin ekonomik uzantının özelde aile birliklerine nasıl yansıdığının göstergesidir. Anne ve
babasının evliliği birlikte kurdukları şirket gibi ekonomik bir birlikteliktir. Bu ekonomik birliktelik üzerine kurulu evlilik ise temel aile ihtiyaçları yoksunken öbür taraftan para ile hem kendini yenileyen hem kendini tüketen bir döngü niteliğindedir. Aslında anne ve baba arasında sağlıklı bir ilişkide görülmesi gereken duyguların yerine ekonomik dünyanın getirmiş olduğu yabancılaşmış duygular yer alır. Anne ve baba ev içerisinde sürekli şiddetli geçimsizlik yaşarken ekonomik güç arttıkça ayrılma cesaretini de gösteremez. Bu yönüyle paraya bağımlı bir ilişki çıkmazı karşımıza çıkar. Ev içerisinde sürekli olarak kavga halinde olan anne ve baba Carine'in ifade ettiği gibi bir gün boşanma kararı alır ve çocukların kimde kalacağına ilişkin onların fikirlerini tıpkı ekonomik pazarlık gibi masaya koyarlar. Anne ve baba yaşamlarının her noktasını bu ekonomik ilişkiler içerisinde yaşarken yine Carine'in ifadesi ile bu pazarlık Chris ve onun için gözleri şişene kadar ağlamaya götüren bu mutsuz aile yaşantısında ihtiyaçları olan tüm duyguları yaşamamalarına ve aslında gün geçtikçe ailelerine olan temel güven duygusunu yitirmeye de götürmüştür. Sonuç ise bireyin toplumun çekirdeği aile kurumu ile olması gereken bağı simgeleyen ve en temel duygusu olan güven duygusunun yitimi ile aidiyet duygusunun yok olması ve günümüzün en ciddi sorunu olan yabancılaşma gerçeğidir.
Yabana Doğru, kapitalist ekonomik anlayışla şekillenmiş günümüz dünyasının ve tüm dünyaya masallarla, televizyonla, reklamlarla ve diğer araçlarıyla durmadan empoze edilen bu ekonomik çıkar ilişkilerinin baş kahramanı toplumların ve bu toplumların aile yapısının en iyi göstergesi niteliğindedir. Yabana Doğru, bu dev kafesten bir kaçışın, bir özgürlük arayışının, bir başkaldırının ama sonuçta mutluluğun yalnız yaşanmayacağına ilişkin olanı çarpıcı bir şekilde bizlere sunan gerçeğin filmidir. Bireyin yaşamındaki çıkmazın, içinde bulunduğu yalnızlığı aşmaya çalışmanın ama hiçbir çıkar yol bulamamanın dramıdır. Yabana Doğru, günümüz insanının yaşadığı yabancılaşmayı tüm yönleriyle bizlere sunan ve nereye gittiğimizi sorgulayan bir filmdir.
Buket Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder BİLLUR KUPALAR |
|
Her işyerinde konuşulur ya, "Çayımızı kendimiz yapalım; hem güzelce demleriz, hem de tasarruf ederiz" diye. Bu düşünce, çay kahve işiyle uğraşacak özel bir elemanınız olmadığı sürece başarılı olmaz. Hele bizim gibi çalışanı az, geleni gideni çok olan işyerlerinde başarı şansı hiç yoktur.
Yine de denemekle bir şey yitirmeyiz, dedik, biz de kalkıştık. Öyle iddialı filan değildik. Bizimki, fırsat buldukça demleyelim; ivedi durumlarda kahveden söyleriz, biçimindeydi. Uygulama, çaydanlık semaver yakma, yangın tehlikesi gibi renkli olaylar eşliğinde bir süre gitti.
Bizim asıl sorunumuz çay bardağı yitirme bağlamında ortaya çıktı. Aldığımız ilk bardak düzinesinden haftasında bir tek kalmadı. İki düzine daha aldık, iki haftada onlar da uçtu gitti.
Hani, aza "Nereye gidiyorsun?" demişler de "Çoğun yanına" demiş ya, bizim bardaklar da o hesap; kaç tane alsak hafta demiyor kahveci bardağı olup çıkıyorlar.
Dikkatli olsun, diye kahveciyi uyardım. Oralı bile değil:
- Yok abi, onlar bizim bardaklar. Üç kuruşluk çay bardağı için laf ettirecek adam mıyız?
Doğru; üç kuruşluk şeye kim döner bakar. Bakmaz da, birilerinin bizim işyerindeki üç kuruşluk çay bardaklarına dadandığı kesin. Bu olsa olsa çay bardağı mafyasının işidir, diyeceğim ama; o da çok inandırıcı gelmiyor. Koskoca mafya düştü düştü de bizim çay bardağına mı düştü?
Şu ya da bu, en iyisi önlemini almak. Bu kez gittim, çiçeklisinden iki düzine daha aldım. Üç beş gün içinde bunlar da yarıya inip Necati'yi de çiçekli çay bardaklarını götürürken yakalayınca yine uyardım. Ama uyarsam ne, savunması hazır:
- Çiçekli çay bardağı bizde de var abi. Valla billa!
Çiçekli çay bardakları da gitti. Hem de yeminle. Ne yapmalı? Bir çare bulamazsak, ara sıra da olsa kendi çayımızı demleyip keyifle içemeyeceğiz.
Bu kez gittim, bir düzine saplı bardak aldım.
Ama, çözüm değil; Necati'nin her koşula uygun savunması hazır: "Kulplu bardak mı dedin? Bizde de var. Hem de ne türden istersen. Vallahi de tallahi de!"
Adam büyük yemin ediyor; nasıl inanmazsın?
Bu arada birer ikişer saplı bardaklar da tüydü.
Çare çare diye düşünürken "Bari çayı fincanla içelim" dedim; ama o da çözüm olmadı. Onlarda türlü çeşitli fincan da varmış. Birkaç günde hepsini süpürdü gitti.
…
Günlerce onun bulamayacağı kadar değişik çay bardak aradım. Yok yok. Benim bulabildiğim her türlü bardaktan Necati'nin kahvesinde de bol bol oluyor. İşin de ehli ya, gidip buluyor mu, günahını da almayalım "Bizde de var!" mı deyiveriyor, bilmiyorum.
Düşünürken, annemin evlendiğimiz zaman hediye ettiği çay bardakları aklıma geldi. "Zeki Müren Dişi" bardaklar. Bu on bir çay bardağı, annemin en değerli eşyalarındandı. Camlı bir dolapta saklar, neredeyse her gün tozlarını alır, sık sık yıkar siler yerine sıralardı.
Bunlarla öyle herkese çay ikram edilmezdi. Kırk yılda bir İzmir'den Azime teyzemgil ya da o derece hatırlı misafirler gelecek de annem:
"Hatçıgadın, billur kupaları getir" komutu verecek, bunlarla çay içilecekti.
Hatice ablam talimatı alınca konuk sayısı kadar billur kupa çıkarır, altlarında cam piyetalarıyla bakır tepsiye diziler, getirirdi. Bu iş ona çok titiz olduğu için yaptırılırdı. Ablamın adı hem Hatice hem de Fadime idi. Annem anneannemin, babam da babaannemin adını vermiş, her biri kendi anasının adıyla çağrılmasını isterdi. Ben bazı yanılıp, ötekinin verdiği adla sorma yanlışlığı yapar, "Senin enki isimde bir aban yok!" yanıtını alır, paylanmış olurdum.
…
Babamla annem birbirlerine adıyla seslenmeyi ayıp mı sayarlardı bilmem. Babam anneme "Gı", annem de babama "Benibak" diye seslenirdi.
Babam sinirli biriydi. Olur olmaz herşeye kızardı. Annemin çay bardağı düzinesinin bir eksik olmasının sebebi de buydu. Altmışlı yılların başları olmalı. Annem mahalleden teyzelerle Tire pazarına alışverişe gitmiş. O zaman ağzı diş diş çay bardakları moda; Zeki Müren Dişi bardaklar. Herkes alınca annem de tamaht etmiş. Eve gelince de heyecanla anlatmaya başlamış. Tam babam birini almış bakarken
"Benibak, billur kupa aldım. Zeki Müren Dişiymiş" deyince, babam yine sinirlenmiş. "Gıı" demiş "Başlatma elin adamının dişinden, dırnağından" Sonra çarpıvermiş yere; ve annemin Zeki Müren Dişi çay kupalarının sayısı düşmüş on bire.
Dedim ya, düşünürken, annemin hediye ettiği çay bardakları aklıma geldi. Annem görse, billur kupalarını işyerinde kullanmama dünyada izin vermezdi. Aslında ben de istemezdim ama, Necati faktörü işte.
…
Bir sabah on bir bardağı güzelce paketleyip işyerine götürdüm. Artık kozlar benim elimdeydi. İçimden "Haydi bakalım" dedim. "Her türlü bardağı, fincanı buldun. Annemin elli yıllık 'Zeki Müren Dişi' kupalarından da bul, seni gözlerinden öpeyim. Bakalım on ikincisi olmayan on bir bardaktan 'Bende de var' diyebilecek misin?" diye diye pusuda bekliyorum.
O sıra üç kişi çıktı geldi. Açtım telefonu dört çay söyledim. Çaylar geldi. Tepside altlarının cam piyetalarıyla birlikte dört tane Zeki Müren Dişi çay bardağı.
Hay Allah, adam sabah ilk kez çay getiriyor. Ne zaman içeri girdi? Ne zaman aldı gitti? İnanılır gibi değil.
İçimden, "Yakalandın Necati!" dedim. "Artık hiç bir bahanen kalmadı. Yiten tüm bardakların, fincanların sorumlusu sensin!"
Artık dayanamıyorum:
- Şimdi sen, bunları da mı bizim mutfaktan almadın?
Necati kendinden son derece emin:
- Almadım tabii. Bunlar benim annemin çeyizinden kalma. Sizinkilerle karışmasın diye çayı bunlarla getirdim.
Necati gidince hemen mutfağa koştum. Bizim on bir billur kupanın kutusu bile açılmamış, öylece duruyordu.
Mehmet Önder
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Dondurma Mevsimi
Ben çocuktum bir zaman. Şimdi geriye ne kaldı o zamanlardan? Belki de hatırlayacak vaktimiz olmadı yaşarken. Bu kadar hızlı mı unuttuk her şeyin "ilk"ini yaşamayı öğrendiğimiz günleri. Kavga etmeyi, birini sevmeyi, dondurmanın soğuk, kumun sıcak olduğunu ilk kez öğrendiğimiz günler bu kadar kolay unutulmayı hak ediyor muydu? Benim unutamadığım şeyler varmış bunca zamandır fark etmeden zihnimin bana hatırlattığı güzel anlar. Her mayıs ayında mutlu olurum ben, sabahları gülerek uyanırım farklı bir mutluluk olur içimde. Her eylülde de bir sıkıntı; sanki az sonra yağmur yağacak, fırtına kopacak içimde gibi gelir. Sebebini biraz geriye bakınca anladım. Ben çocuktum çok zaman önce; aylar ve mevsimler hayatımda ilk kez o zaman anlam kazanmaya başlamıştı.
Mayıs aylarında başka olurdu zaman. Çocuktum, dondurma mevsimiydi mayıs… Benim şehrimde bahardan yaza, sonsuz sıcağa geçildiğini Mayıs'ta anlardınız. Ta ki yıldızlı gökyüzünün hızla geçip sonbahara vardığımızı hissettiren serin eylül akşamına kadar. "Sonbahar" deriz, baharın son bulduğu dönem. En güzel tatlarını, yalnızlıkla sararttığı yapraklar gibi yolumuza serer. Bahardır bir yandan coşar sevinçlerimiz, bir yandan vedadır yıldızlı gecelere. Son denilince hep bitti zannederiz ama yeni bir zamanın gelişini müjdeler bazen.
Ben çocuktum. Uzun zaman Mayıs bir mevsimdi gözümde, dondurma mevsimi… Hep uğradığım bakkalda dolabın canlı renklerini, ışığını görünce beyaz bisikletimi atar kenara, koşardım. Beklediğim gelirdi, geçen zamana değerdi. Artık denize de girebilirdim. Yaz sonsuz coşkusuyla önümde sere serpe uzanıyordu. Hayat dondurma serinliğini dudaklarımda hissetmek, denizin ayaklarımı yalayıp geçmesiydi. Hayat eğlenceydi, koşmaktı, bisiklet üzerinde kulaklarıma çarpan rüzgardı. Benim ve Mayıs'ı mevsim sanan dostlarımın - ki sonra zaman geçti ve hiç görmedik birbirimizi - gülen, tartışan, bağıran sesleriydi yaz.
Biz çocuktuk. Ve hayat sıcağın içinde serinliği arayan gözlerimizdeydi. Eylül gelip bizi sarmalar, akşamüstlerinin serinliği yazı bizden uzaklaştırırdı. Yavaş yavaş üşümeye başlardık, veda zamanımız gelirdi. Bazılarımız daha büyük şehirlere yerleşirdi, kedi yavruları büyürdü, beraberliğin keyfi sonraki zamanlara ertelenirdi. Bir hüzün çökerdi içime, sanki araya giren zaman çok şeyi değiştirecek gibi gelirdi. Değiştirdi de zaten, her eylül sonrası biraz daha farklı bir hayatım oldu. Ama ben yine de o ilk Eylül'deki hüznü anıyorum.
Mayıs, al beni yanına, haziranın koynunda yatır. Sonbaharın soğuk yüzünden kaçır beni.
Ezgi Yekbun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Şair Kahveci : Ahmet Yılmaz Tuncer |
USTALAR
Arif Damar ( Barikat )' anısına
Sular çekiliyor yavaş yavaş
Bir dolu anı var gözlerde
Unutulan unutulmayan
Satır satır dize dize
Sular çekiliyor yavaş yavaş
Gidenin yeri hep boş bakıyor
Gün sıcakken soğuyor
Can sıcakken soğuyor
Sular çekiliyor yavaş yavaş
Sen yapmalıydın ömrünün
Önüne bir barikat sen kalmalıydın
Ardında ustalar ne oluyor size böyle
Ahmet Yılmaz Tuncer
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın AİHM'in Refah Partisi Karârı ve Takdir Marjı Üzerine I |
|
Küresel kapitalist sistem ve neo-emperyalist strateji, gerek alt-yapıda, gerekse de üst-yapıda dünyâ ekonomik ve siyasî sistemine yön vermeye çalışırken, belirli birtakım düzenleyici ve denetleyici mekanizmalara gereksinim duyar. Bu sistem ve strateji, hedef ülkelerin maddî ve mânevî değerlerini değiştirip dönüştürürken, buna direnen kimseleri ya da örgütleri kendileri için "zararsız" hâle getirmeye çalışır. Bunu yaparken de uzanabildikleri tüm söylem retoriklerinden; özellikle de demokrasi, insan hakları ve özgürlük retoriğinden etkin biçimde yararlanırlar.
Ne var ki, birileri çıkıp da bu sistemin ürettiği değerleri onlara karşı kullanacak olursa, kendi değerleriyle çelişmeyi bile göze alarak, kendilerini güvence altına almaya çalışırlar ve derhâl, uluslararası hukuku devreye sokarlar. Bu konuda başvurdukları en yetkili üst-yapı kurumu ise şüphesiz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'dir (AİHM). Birleşmiş Milletler'den (BM) farklı olarak AİHM, kendi yürütme ve yaptırım mekanizmalarına sâhiptir ve başta Avrupa Konseyi üyesi devletler olmak üzere, gerek görülmesi hâlinde diğer ülkelerde de kendi çıkarlarının gelişmesini, gerçekleştirilmesini sağlayacak bir ekonomik, siyasî, toplumsal ve hukukî düzeni kurar, korur ve güçlendirir.
İmdi, yakın dönemde AİHM'den çıkan kararlar arasında Refah Partisi Karârı; demokrasi, insan hakları ve özgürlük retoriği açısından gerek küresel kapitalist sistem ve neo-emperyalist strateji, gerekse de hedef ülkeler için önemli bir dönüm noktası olarak görülmelidir. Zîrâ, bu kararla birlikte Batı emperyalizmi, kendisini korumaya dönük olarak önemli bir savunma mekanizması geliştirmiş ve daha sonra da Batasuna Partisi Karârı'yla birlikte bu mekanizmayı bundan böyle etkin bir biçimde uygulayacağını açık bir biçimde göstermiştir.
Nitekim, 1945 yılında kurulan BM ve kısa bir süre sonra ilân edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde belirtilen hak ve özgürlüklerin aslında genel ve somut bir temeli yoktu. Hattâ, bu hak ve özgürlükler, bildirgeyi kabul eden devletler tarafından bile, insan hakları konusunda "ileriye dönük bir temennî" olarak değerlendiriliyordu. Üstelik, bir bildirge olmak bakımından, kabul edilen hak ve özgürlüklerin ihlâli hâlinde, hukukî çerçevede herhangi bir yaptırımı da yoktu ve bildirgenin bu eksiklerini gidermek için 1949'da Avrupa Konseyi kurulmuştu.
Avrupa Konseyi'nin kurulmasıyla birlikte ise bu amaçlar doğrultusunda ve Evrensel Bildirge temele alınarak, kısaca "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" (AİHS) olarak bilinen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme, 4 Kasım 1950'de imzâlanmış ve 3 Eylül 1953'te yürürlüğe girmişti. Türkiye'nin de 18 Mayıs 1954'te kabul ettiği bu sözleşme, Türk hukuk sisteminin de ayrılmaz bir parçası hâline gelmişti. Ve sözleşmenin temelinde yer alan "demokratik toplum" idealinin merkezinde siyasî partiler vardı; bu yeni dönemde, bir ülkede demokrasinin esas niteliğinin, o ülkedeki siyasî partilerin durumuna göre belirlenmesi kararlaştırılmıştı.
Bununla birlikte, AİHM'de siyasî partilere ilişkin içtihadın şekillenmesi, göreli olarak yakın bir zamâna târihlenir ki, bunda "ortak Avrupa mîrâsı"nı paylaşan ülkelerde konuya ilişkin bir irâdenin yerleşik olmasına karşın, konseye daha farklı katılımların gerçekleşmesine bağlı olarak genel bir içtihat belirleme zorunluluğun ortaya çıkması etkin olmuştu. Konseyin kurulmasından neredeyse yarım yüzyıl sonra taraf devletler, belirli konularda "genel standartları saptama" gereksinimi duymuşlar ve hedef ülkelerde "hukuk yoluyla demokrasiye geçiş" konusunda genel bir irâde oluşturmak için Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu'nu -kısa adıyla Venedik Komisyonu- kurmuşlardı.
Kezâ Venedik Komisyonu, 12-13 Haziran 1998'de kabul ettiği "Siyasî Partilerin Yasaklanması ve Benzeri Önlemler" başlıklı raporla, taraf devletlerde siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin koşulları saptamaya çalışmışsa da konunun ne kadar güç olduğunu tespit ederek, kısıtlayıcı önlemlerin uygulanmasında "ölçülülük ve orantılılık ilkesi"ni vurgulamakla yetinmişti. 10-11 Aralık 1999'da yayınladığı bir başka raporda ise siyasî partilerin yasaklanması ve kapatılmasını, partilerin şiddeti savunma ve temel hak ve özgürlükleri tehlikeye atmasıyla sınırlamıştı.
Dolayısıyla, "Venedik Kriterleri" olarak da bilinen bu kriterlere göre siyasî partilerin kapatılması, hukuk sistemi içinde "son çâre" olarak düşünülmüş, kapatma dışında başka birtakım önlemlerin alınması ve uygulanması teşvik edilmişti. Kezâ, siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'de oluşan içtihat da hukukî temelini AİHS'nin 11. maddesinde bulmaktaydı ve bu maddede güvence altına alınan haklar, demokratik bir toplumun sosyal ve siyasî değerleri olarak görülmekte, bunların "ödünsüz" bir biçimde uygulanması "telkin ve tavsiye" edilmekteydi. (Ünal, 2004:284)
Bu maddede ise toplantı ve dernek kurma özgürlüğü mutlak olarak özgür bırakılmamış; millî güvenlik, kamu güvenliği, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gerekçeleriyle yasayla sınırlandırılması öngörülmüştü. Fakat, bu kriterlerin suistimâl edilmemesi için de içtihatta düzenleyici birtakım ilkeler geliştirilmiş ve 11/2. maddedeki bu gerekçeler sosyal bir zorunluluğa dayalı olarak tespit edilemedikçe, kapatma kararlarının ihlâl kapsamında değerlendirileceği hükme bağlanmıştı.
Dahası AİHM, bu hak ve özgürlüklere ilişkin olarak taraf devletlerin yalnızca negatif ödevlerini tanımlamamış, pozitif ödevlerinin de olduğunu belirtmişti. Bu bağlamda Handyside Karârı'nda, 11. maddede yer alan barışçı toplanma hakkının, demokratik toplumda temel bir hak olduğunu ve bu hakkın, örgütlenme özgürlüğünün yanında düşünce ve ifâde özgürlüğüyle anlamlı hâle geleceğini belirtmişti. (Handyside Karârı, 1976; para: 49) Ayrıca, bu özgürlüklerin kullanımına ilişkin sınırlamalar ve cezâların, ulaşılmak istenen amaçla orantılı olması gerektiğini vurgulamış, sınırlama için sosyal bir zorunluluğun olması gerektiğine dikkat çekmişti. (para: 48-50, 55-56)
Böylelikle, AİHM içtihadına göre, bir siyasî partinin kapatılabilmesi için öncelikle 11/2. maddede sayılan koşullardan biri ya da birkaçının nedenleriyle birlikte somutlaştırılması, sınırlandırma gerekçelerinin açık bir biçimde ve kuşkuya yer bırakmaksızın gösterilmesi ve bu gerekçelerin, sosyal bir zorunluluğa dayandırılması gerekmekteydi. Kapatma kararları, AİHM içtihadında aslında, "demokratik toplum düzeni" içinde ancak "son çâre" olarak düşünülmüş ve bu kararların zorlaştırılması bir "demokratik siyasî sistemi koruyucu bir ilke"(!) olarak benimsenmiş ve kararlılıkla uygulanmıştı.
Ne var ki AİHM, önce Refah Partisi Karârı'yla yeni bir içtihat değişikliğine gitmiş, sonra da Batasuna Partisi Karârı'yla birlikte bu değişikliğe başka bir boyut kazandırmıştır. Yâni AİHM, küresel kapitalist sistemin ve neo-emperyalist stratejinin omurgasını oluşturan demokrasi, insan hakları ve özgürlük retoriğinin bizzat bu sisteme karşı kullanılmasını hukukî yollarla engellemek konusunda bir değişikliğe gitmiş, 11/2. maddenin bu amaçlar doğrultusunda "yorumlanabileceği"ni açık bir biçimde hükme bağlayarak Batı emperyalizmine yeni bir "güvenlik duvarı" inşâ etmiştir.
Hâliyle, AİHM'deki bu içtihat değişikliği, pek çok bakımdan önemlidir. Ve AİHM, bu değişikliği yaparken, uluslararası hukukta tanımlı "ulusal takdir marjı" konusuna, Batı emperyalizminin geleceği ve güvenliğini sağlamak için bir tür "emniyet sübabı" olma niteliği kazandırmıştır ki, biz de burada değişikliği bu bağlamda inceleyeceğiz. Zîrâ biz burada, bu değişikliği daha açık bir biçimde ortaya koyabilmek için, AİHM'den çıkan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP), Sosyalist Parti (SP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Refah Partisi (RP) ve Batasuna Partisi kararlarını birlikte masaya yatıracağız.
§
Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP), 4 Haziran 1990 târihinde kurulmuş ve aynı gün, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından program ve tüzüğü Anayasa Mahkemesi'ne, 2820 sayılı Siyasî Partiler Kânunu'na (SPK) uygunluğunun denetlenmesi için sunulmuştur. 14 Haziran'da ise kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuş; Anayasa'nın 6, 10, 14 ve 68. maddeleri ile SPK'nın 96/3. maddesine aykırı olarak adında "komünist" kelimesini bulundurduğu, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan faaliyetlere giriştiği ve daha önce kapatılmış bir siyasî partinin (Türkiye İşçi Partisi) devâmı olduğu iddiâ edilmiştir. (TBKP Karârı, 1998; para: 8-9)
Bunun üzerine TBKP, 7 Ocak 1992 târihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na başvurmuş, sözleşmenin 9-11. maddelerinin koruma altına aldığı hak ve özgürlüklerinin ihlâl edildiğini savunmuştur. 3 Eylül 1996 târihinde ise komisyon, oybirliğiyle bu yönde karar alınca dâvâ, AİHM'e gönderilmiş ve 30 Ocak 1998 târihinde karar, Türkiye aleyhine sonuçlanmıştır. Ancak parti, henüz faaliyetlerine başlamaksızın, Anayasa Mahkemesi tarafından, salt adı ile program ve tüzüğünde belirtilen unsurlar nedeniyle kapatılmıştır ki bu nokta, dâvânın seyrini Türkiye açısından olumsuz yönde etkilemiştir.
İmdi Anayasa Mahkemesi, TBKP'nin Türk milletini bölmeyi amaçladığını, Kürtleri "azınlık" olarak gösterdiğini, bunun ise Lozan hükümlerinin ihlâli olduğunu sâbit görmüş ve kapatılmasına karar vermiştir. Fakat AİHM, herhangi bir siyasî partinin adında "komünist" kelimesinin yer almasını, kapatma karârı için yeterli görmemiş ve bu karârın, ölçülülük ve orantılılık ilkesine uygun olmadığına karar vermiştir. (para: 53) AİHM, siyasî partilerin program ve tüzüklerinin Anayasa'ya ve yasalara uygun olmamasının, ilgili maddelerdeki meşrû amaçları ve kapatılması için sosyal bir zorunluluğun oluştuğu hakkındaki iddiâları temellendiremeyeceğine hükmetmiştir. (para: 54)
Diğer taraftan, partinin program ve tüzüğünün incelenmesi sonucu AİHM, "Kürt varlığı"nın yalnızca kabul edilmesini istediklerini; Kürtlere azınlık statüsünün verilmesi ve özel birtakım haklarının tanınması konusunda herhangi bir öneri ileri sürmediklerini; aksine, "Türkler ile Kürtlerin birleşmelerini savunduğunu" tespit etmiştir. (para: 56) AİHM'e göre TBKP, ülke sorunlarına "demokratik çözüm"(!) üretmek istemiştir ve savunduğu görüşler "kamu otoriteleri tarafından uygun görülmese de"(!) bu görüşlerin ifâde edilmesinin ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlandırılmaması gerekir.(!) (para: 57)
Nitekim AİHM, taraf devletlerin aynı zamanda da çok sayıda ortak güvenlik ve işbirliği örgütlerine üye olduğuna ve kamu güvenliği, millî güvenlik, toprak bütünlüğü, vb. sorunların ortaya çıkmasının ancak "istisnâî durumlarla"(!) sınırlı olacağına, bunların "suistimâl edilmemesi gerektiğine"(!) karar vermiştir. AİHM, 9-11. maddeleri birlikte düşünmüş ve ikinci fıkrâlarında sayılan meşrû gerekçeler oluşmadıkça, siyasî partilerin demokratik toplum idealinin gerçekleşmesinde çoğulculuğa yapacakları katkıları (Yunanistan Komünist Partisi Karârı, 1969; para: 45) vurgulamıştır.
Dolayısıyla, AİHM'e göre, siyasî partilerin faaliyetlerinin, bir bütün olarak bakıldığında "düşünce ve ifâde özgürlüğünün uygulamaları olması nedeniyle"(!), onların da bu özgürlüklerden yararlanmaları kaçınılmazdır. (TBKP Karârı, 1998; para: 43) Ve 10. maddede düzenlenen ifâde özgürlüğünün yalnızca "açıklanan bilgi ve fikirlere taraftar olunduğunda" veya "rahatsız etmediğinde" ya da "farklı olmadığında" değil, aynı zamanda "şoke eden veya rahatsız edici bir nitelik taşıdığında"(!) da geçerli olması gerekeceğinden (Vogt Karârı, 1995; para: 52) AİHM, kapatmaya gerekçe teşkil edecek "meşrû bir müdahale unsuru" tespit edememiştir(!).
İmdi, AİHM'e göre TBKP, programına "Kürt sorununa ancak ilgili taraflar görüşlerini özgürce ifâde edebildiklerinde, sorunu çözmek için hiçbir şekilde şiddete başvurmayacakları konusunda anlaştıklarında ve siyâsette kendi millî kimlikleriyle yer aldıklarında çözüm bulunabilecektir"(!) şeklinde bir ifâde koyarak bu konudaki görüşünü belirtmiştir ki, bu görüşlerin 9-11/2. maddelerdeki meşrû amaçları sağladığı düşünülemez(!) ve TBKP'nin "hiçbir faaliyet göstermeden kapatılmış olması"(!), bu karârı sözleşme sistemi içinde açık bir hak ihlâli olarak tespit etmeyi gerektirir(!). (TBKP Karârı, 1998; para: 56)
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
YAŞASIN CUMHURİYET
Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da,
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
Diyor muhtar.
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını..
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi,
Kirvesi tutmuş kolundan,
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de ekran karardı..
Korkarım bu, sade Gölköy'lülerin değil, umumumuzun,
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı,
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet...
Can YÜCEL
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bu yazıyı okuduğunuza göre bilgisayar kullanıyorsunuz demektir. Bilgisayar kullanıyorsanız da internette ihtiyacınız olan bilgi kaynaklarından nasıl daha iyi yararlanırım sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsunuzdur. Fazla söze gerek yok, işte size ilginç bir kaynak: http://www.e-bilisimruzgari.com/ Bu kaynakta Belgeseller, filmler, bilgisayarınızda kullanabileceğiniz ilginç yazılımla, oyunlar, e-kitap formatında hazırlanmış bir çok farklı türde dokümanlar ve daha fazlasını bulabilirsiniz. Hazırlayanların ellerine sağlık.
Bir işletmeniz var ve çalışanlarınıza, müşterilerinize ya da ziyaretçilerinize internet bağlantısı veriyorsunuz. Bu durumda doğal olarak internet kullanıcılarınızın yapmış oldukları ve yasal anlamda suç olarak tanımlanan her türlü internet faaliyeti, internet bağlantınızı kullandıkları için sizin sorumluluğundadır. Hatta bununla ilgili 2007 yılında TBMM tarafından onaylanmış ve TİB tarafından yasal takibi sağlanan 5651 nolu bir yasa var. Yasal anlamda sorun yaşamamanız için ağınızın denetimini elinize almanız gerekiyor. Bunu yapabilmeniz için size http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=firewall-suite&lid=12322 web sayfasındaki FirewallSuite yazılımını tavsiye ediyorum. Nasıl kullanacağınızla ilgili anlatım web sayfasında mevcut. Özellikle bu yazılımla ilgili aklınıza takılan her türlü soru için bana ulaşabilirsiniz.
Siz hala http://www.sahibinden.com/ web sayfasını incelemeyenlerden misiniz? İnanmam! Sıfır ya da 2. El bir ürün almak ya da satmak için hiçbir ek ücret ödemeden ilan verebilir ya da beğendiğiniz bir ilandaki satıcıyla mesajlaşıp pazarlık bile yapabilirsiniz. Ben zaten bunları biliyorum diyenlerin yüzlerindeki gülümseme ifadesini görür gibiyim. Benim sözüm bilmeyenlere ve merak edenlere…
Her şeyi tersten yapmayı sevenlerden misiniz? Alın size bir ters çalışma örneği http://elgoog.rb-hosting.de/index.cgi Burada dikkat etmeniz gereken tek şey, her şeyi tersten yazmak. Google'a alternatif olarak Çin'de üretildiği söyleniyor ama bana ilginç gelen tarafı sadece uygulamanın sanki aynadaki aksinize bakıyormuş gibi tersten çalışması. İyi eğlenceler.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|