|
|
|
Editör'den : CHP artık kılıçları kuşandı!.. |
Merhabalar,
Yargıtay Başsavcısı CHP'ye uyarı gönderince kazanının altına yakılan ateş sonunda semeresini verdi. Hayırlı mı, hayırsız mı oldu, bunu zaman gösterecek ama bu, bizim gibi sıradan vatandaşların fikir zikretmesine engel değil elbette.
İki gündür söylenilenleri, yazılıp çizilenleri değerlendirilince ortaya alacalı bulacalı bir tablo çıkıyor. Karamsar olup karalar bağlamak ta, güller açıp raksetmek te mümkün. Oysa, Türkiye epeydir unuttuğu bir süreçten geçiyor. Sosyal demokrat partilerde sıkça görülen ve firesiz atlatılabilen bir karın ağrısının nekahat dönemi bu süreç. Ne satükonun hezimeti ne de bağırsakların temizlenmesi. Bu düpedüz bir hayat öpücüğü.
Baykal'ın kaseti teybe dolanınca, genel başkanlığa, partililerce değil, bizzat halk tarafından getirilen Kılıçdaroğlu'nun önündeki bir yapay engel, taşların yerine cuk oturmasıyla kaldırıldı. Bunu, tasfiye, darbe, bölünme diye niteleyenlerin unuttukları birşey var. CHP, ümmet anlayışıyla yönetilen, herşeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu, tek taşın çekilmesiyle harabeye dönebilecek bir parti değil (Allah gecinden versin, Tayyip Bey'in başına birşey geldiğini düşünün ve AKP'nin geleceğini tahayyül edin.) , aksine, gönüldaşları ile sıkı sıkıya kenetlenmiş, halk için çalışan, yerleşik kural ve kırmızı çizgilerini hiç unutmayan, Atatürk'çü ve devrimci çizgisini sağa sola taşırmadan düz çizmeyi başarabilen yegane partidir. Hepimizin hemfikir olduğu, yenilikçi, hırslı, iktidara odaklı bir parti olma yolunda da hızla yürüyor. Bu yolda kendi örgütü ile çalışamama handikapını da işte bu son Yargıtay uyarısı ve akabinde gelişen olaylar ile elde etmiş oldu. Bölünüyor diye kapalı kapılar ardında salsa yapanlar, danslarını kısa kessinler. Zira, hevesleri kursaklarında kalabilir. CHP, Kılıçdaroğlu yönetiminde, problemleri aşacak ve yaklaşan seçimlere hazırlanacaktır. Özetle, sıkı durun CHP kılıçları kuşandı geliyor.
Sav'ın karşı darbe hazırlığında olduğunu sananlara da tavsiyem, 32.gün'de yaptığı konuşmayı izlemeleri. Misyonunu şimdilik tamamlamış ama CHP'ye hizmete hazır bir nefer olarak söz etti kendinden. Bu bile yeterli. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan TOPHANE'DE AYLAK BİR ADAM |
|
Tophane'de çok eski bir şarkı çalıyor. "Sevdiğim o koku, yok artık bu evde" Surların kapısından girip yokuşu tırmanan kırmızı arabada da aynı şarkı çalıyor. Müzik bir radyo kanalından sokaklara akıyor besbelli. Saat kulesinin aşağısındaki yola doğru uzanan sarmaşıklar küçük beyaz binlerce çiçek açmış. Sanki mevsim gelip Kasım'a dayanmamış gibi. Yalancı bahar dedikleri bu olsa gerek. Yukarıda hüzünlü bir şarkı, aşağıda huzursuzca homurdanan kocaman bir sokak var. Hiç susmayan motor sesleriyle boz bulanık bir sel gibi akan arabalar. Anlaşılmaz bir tezat, insanın beyni bulanıyor.
"Kıyıda, köşede gülüşün kaybolmuş. Ne olur terk etme, yalnızlık çok acı." Tophane'nin dar sokaklarında saçakları nakışlı ahşap bir ev radyodaki şarkı gibi süklüm püklüm duruyor. Yüksek dUvarların arkasında ayak seslerimizi duyunca bir köpek havlıyor. Hem havlıyor, hem inliyor. Bizden medet umuyor besbelli. Kapıyı açsak da çıkıp sokakta biraz dolaşsa... Eski evler yaşadıkları hüzünlü öykülerin ağırlığından birer birer yıkılıp gidiyor. Evin sahibi yaşlı adam birkaç ay önce ölmüş. Eşi de çekip İstanbul'a çocuklarının yanına gitmiş. Ev öylece kalıvermiş, bir de köpek. Adam ava meraklıymış. Köpeği de çok değerli bir hayvanmış. Özellikle av için eğitilmiş. İngilizce ve Türkçe verilen bütün komutları anlıyormuş. Süslü oymalarıyla bu güzel saçaklı ev sahibini özlüyor mu bilmem. Ama köpeğin inlemelerinden özlediği anlaşılıyor. Arada bir yaşlı adamın arkadaşlarından birileri gelip köpeği küçük beton bahçeden çıkarıp ava götürüyormuş. Ama hepsi bu kadar... Yine günlerce daracık bahçe içinde oradan oraya koşup birileri gelir diye umutla bekliyormuş. Köpeğin adını mı merak ettiniz? Sordum elbette Su'ymuş.
"Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte, sen kadınım." İnsanın usul usul çöken akşamla Tophane sırtlarından Bursa'ya bakıp içesi geliyor. Kesinlikle bu şarkı yüzünden olmalı. Tanju Okan'ın tok sesi ile acılı sözler insanın yüreğine işliyor. Belleğinizdeki küflü sandıklar içinde terk edilmeye dair anılar arıyorsunuz. Keşke hiç bulunmasa, ama mutlaka birkaç kırıntı gelip dokunuyor parklarımızın ucuna. Hüzünleri saklamayı çok mu seviyor insan bilmem ki. Şimdi karşısına dikildiğim şu saat kulesi dille gelse "Siz ne gördünüz, ne yaşadınız," dese ne halt edeceğim? Ya şu çınarlar. Burada surlara bakıp susmak gerek bence. Girdiğim heybetli kale kapısını ardımda bırakıp Çekirge'ye doğru yürümek en iyisi. Aylak insana şeytan musallat olur derlermiş. Şarkılara aldırmayıp bir uğraş bulmalı, bir işin ucundan tutmalı insan.
"Şimdi çok yalnızım, ne olur kal benimle. O kapıyı kapat elini ver bana." Bu dokunaklı şarkıyı elinde valiziyle kapıdan çıkmak üzere olan bir kadın dinlese nasıl davranır? Gitmekten vazgeçer mi acaba? Sanmam, o kararı verinceye kadar ambarlar dolusu nefret biriktirmiş olur herhalde. Ve gitmek için binlerce neden, hatta umutsuzluk… Şarkıların uyandırdığı hüzünleri geçip gerçeklere dönecek olursak yarın Cumhuriyet Bayramı. Tophaneye aralıksız iki gündür yağmur yağıyor. Saat kulesi, çınarlar ve çay bahçesi koyu bir suskunluk içinde Bursa'ya bakıyor. Yağmurdan olduğu kadar ülkemin gündeminden dolayı bayramın etkisi pek hissedilemiyor. Birkaç evde sanki inadına asılmış gibi duran içinde Atatürk posteri olan bayraklar görüyorum. Bazılarında "Atam İzindeyiz ya da Devrimlerinin Bekçisiyiz" yazıyor. Kocaman bir sokakta bunları sayısı iki elin parmaklarını bile geçemiyor. Heykel'de Atatürk Büstü önünde yağmur altında bekleyen birkaç subay ve öğretmen gördüm. Çelenkleriyle beraber şemsiyelerinin sakladığı kadarıyla yağmurun altında süklüm püklüm tören saatini bekliyorlar. Askerler tüfekleri çapraz tutuşta ve yağmur altında sıkı bir çevre güvenliği almışlar. İnsanlar yağmur telaşıyla onları görmeden geçip gidiyor. Elimde değil, beklemeyi gönüllü olarak istiyorlar mı, görevli oldukları için lanet ediyorlar mı acaba diye düşünüyorum. Gazetelerde dün yer alan haberde bir Aczimendi Şeyhi laik Atatürk düzenini yıktık diyordu. Başbakanımız yaptığı açıklamada Cumhuriyetimiz çıtkırıldım değil. O toplumun her kesiminin Cumhuriyeti diye beyanat vermiş. Ama sokaklarda toplumun her kesimi tarafından sahiplenilmiş ve coşkuyla kutlanacak bir bayram havasından eser yok. Saati gelince devleti temsil eden makam sahibi kişiler gelip çelek sunma töreninin ardından gidecekler. Yarın da törenlere işçilerin, köylülerin, esnafın gideceğini sanmıyorum. Sadece simitçiler ve işportacılar belki… İkinci cumhuriyetçiler kına yaksın demekten kendimi alamıyorum.
"Bardaklar boşalmış her biri bir yerde. Sanki hepsi hasret senin nefesine." Bir tanıdığım dün "Haklısın evim, ekmeğim, suyum, eşim ve çocuklarım var. Kaloriferler yanıyor, elektrik faturasını da ödemekte sıkıntı çekmiyorum. Ama yine de gurbetteyim," demişti. Bir yere ait olmak, yıllardır gitmediğin, gidemediğin, ekmek bulup yiyemediğin, sadece çocukluğunun geçtiği bir yere bağlanıp kalmak ne anlaşılmaz? Bütün kentler yabancı artık sana. Ve ölünceye kadar oraya dönmeyi düşlemek, ne inatçı bir duygu böyle? Oysa büyüdükten sonra çocukluğunuz size artık yabancıdır. Geride bıraktığınız, sokaklar, evler de öyle. Emekli olduktan sonra köyüne, geride bıraktığı sokaklara, arkadaşlara geri dönen insanlar tanıyorum. Çok değil birkaç sene önce Türkeli'nin Ayaz köyünde bir amcayla konuşmuştum. Almanya'da yıllarca çalışıp para biriktirmiş, köyüne ev yaptırmış, toprak satın almış. Güzel bir meyve bahçesi yetiştirmiş. "Kendi köylülerim benimle alay ediyor. Bahçede çalıştığım için bani cimri diyorlar. Paraya kıyıp amele tutamıyormuşum. Ben zevk aldığım için çalışıyorum. Onlar da benim gibi çalışsınlar, örnek olayım istiyorum. Ama derdimden anlayan tek bir Allahın kulu yok burada. Arkamdan bir sürü laf söylüyorlar. Bu insanlar benim yıllarca kavuşmayı beklediğim, özlemini çektiğim köylülerim değil. Ben onlar için artık yabancıyım. Onlar da benim için öyle. Yarı parasına alıcı bulsam satıp gideceğim. Buradan çok uzağa, belki Akdeniz kıyısında bir yerde yaşarım," diyordu. Düşler başka gerçekler başkadır zaten. Bunu anlamak çok zamanımızı alıyor.
İlk öpücüğü "Kollarımda benim ilkbahar sabahı," sözleriyle anlatmak kesinlikle övgüye değer bir yaratıcılık sayılmalı bence. Bir kitabın kapağında görmüştüm. Tembellik hakkı olmalı insanın. Aylak olacaksın ki şiirin, şarkının tadını çıkarabilesin. Tophane'nin, akşamın, kale duvarlarında yankılanan yorgun şehrin homurdanmasını sokaklarını duyabileceksin. Telaşla binlerce kez geçsen bile otobüs durakları yanındaki hercai menekşelerin farkına varamazsın. Aylak olmalı insan, Aylak olmalı ki; Tophane'den bakıp şehrin üzerine perde perde inen akşamın tadına varabilsin.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BAY BASİRET DÜZGİDER SÖYLEŞİLER (1) |
|
TEK ADAM DEMOKRASİSİ
Geçenlerde bir beyle tanıştım: Adı Basiret Düzgider'miş. Basiret Bey, cumhuriyetimizin ilan edildiği gün doğmuş. O, kente, kırda, fabrikada, okulda kimi görse soru yağmuruna tutarmış. Bundan böyle fırsatımız olduğu sürece Basiret Düzgider Bey'le yaptığımız söyleşileri okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Şimdilik Basiret Beyin nasıl biri olduğu hakkında fazla söz söylemeyeceğim. Okurlar nasıl olsa zamanla onu tanıyacaklar.
Basiret Bey'den ilk konuşmamızda bana demokrasimizi sorgulattı. Basiret Bey haklı mı, bilemem. İşte söyleşimiz:
- Hocam, bu ülkede, milletvekillerini kim seçer?
- Halk…
- Parti başkanının onaylamadığı bir kimse milletvekili adayı olabilir mi?
- Parti delegesi bile olamaz…
- Halk öyleyse kimi milletvekili seçer?
- Parti başkanının istediği kişiyi.
- Peki yasama gücü kimin güdümündedir hocam?
- Parti başkanlarının….
…………………….
- Hocam, bu ülkede, hükümeti kim kurar?
- Seçimi kazanan partinin başkanı…
- Onun istemediği biri bakan olabilir mi?
- Parlamentoda komisyon üyesi bile olamaz
- Yürütme gücü kimin elinde öyleyse ?
- Parti başkanının
…………….
- Hocam, bu ülkede Büyük Millet Meclisi Başkanını kim seçer?
- Milletvekilleri…
- Milletvekillerini kim seçmişti?
- Parti başkanı.
- Parti başkanının istemediği biri Meclisi Başkanı olabilir mi?
- Hayır.
- Büyük Millet Meclisi Başkanlığı kimin elindedir öyleyse?
- Başbakanın.
……………
- Hocam, bu ülkede Cumhurbaşkanını kim seçer?
- Büyük Milet Meclisi, yani milletvekilleri.
- Milletvekilleri, parti başkanının istemediği birini Cumhurbaşkanı olarak seçebilir mi?
- Hayır
- Cumhurbaşkanlığı kimin elinde öyleyse?
- Başbakanın...
…………….
- Hocam, bu ülkede yüksek yargı seçimlerini kim kazandı?
- Adalet Bakanlığının listesi.
- Adalet Bakanını kim seçmişti.
- Başbakan.
- Adalet Bakanı, Başbakanın istemediği birini o listeye koyabilir miydi?
- Hayır.
- Yargı kimin elinde öyleyse Hocam?
- Başbakanın...
………..
- Hocam, bu ülkede askeri komuta kademesini kim belirler?
- Başbakan…
- Niye?
- Çünkü asker de devletin memurudur.
- Devletin memurlarını başbakan mı belirler?
- Bazen doğrudan, bazen dolaylı olarak evet.
- Dolaylı olanları kim belirler?
- Başbakanın atadıkları?
- Bürokrasi kimin emrindedir hocam?
- Başbakanın.
………..
- Hükümetten yana olmayan basın yayın organlarına ne yaparlar hocam?
- İlan ve reklam vermezler.
- Başka ne yaparlar?
- Sermayesinden aşan ceza yazıp iflas ettirirler.
- Ya gazeteciler hocam?
- Bir kısmını kapı kapı, pardon gazete gazete dolaştırır, daha ileri gidenleri de Silivri muhtarı yaparlar?
- Hükümet demek başbakan demek miydi hocam?
- Evet…
- Öyleyse medya kimin kontrolünde?
- Başbakanın…
….
- Peki bu yönetim biçimine ad vereceğiz hocam?
- Oligarşi….
- Olmadı, olmadı… Oligarklığı kimse kabul etmez
- Peki ne diyeceğiz Basiret Bey?
- Tek Adam Demokrasisi…
- Öyle demokrasi mi olur?
- Olur hocam, olur. Türkler demokrasi aşığı bir millettir. Yeter ki adam demokratım desin; bağırlarına basarlar.
….
- Basiret Bey, izninizle son soruyu da ben sorayım.
- Buyrun!
- CHP'de son kavgayı kim kazanır sizce?
- Ben kazanacağım. Bana inananlar kazanacak…
- Emin misiniz?
- Elbette. Hem de politbüro şefine rağmen.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAYIP RUHLAR KIRAATHANESİ
Yükseköğrenimimi Adapazarı'nda yaptım. Depremden önce.
Yıl 1983, ilk kez geldiğim bu kente çabuk ısındım. O zamanlar o kadar taşraydı ki, çok sevdim. İstanbul'da doğup büyümüş biri olarak Adapazarı'na çabuk ısınmam belki şaşırtıcı gelebilir. Ama ilk kez ailenden uzak arkadaşlarınla bir evi paylaşıyorsan, ilk kez tek başına bir mücadeleye başlamışsan nerede yaşadığın pek de önemli olmuyor. Yani benim için böyleydi.
İlk yemek yediğimiz lokantanın adı ASPAVA idi. (Açılımı: Allah Sağlık, Para, Afiyet Versin, Amin imiş, şaşırmıştım.)Köfteden yapılmış iskender yemiştik yeni tanıştığım arkadaşlarımla, İbrahim Tatlıses'in Dom Dom Kurşunu türküsü eşliğinde ve ben bu türküyü ilk kez orada dinlemiştim. O zamana kadar İbrahim Tatlıses dinlemişliğim de yoktu doğrusu. Yediğim o iskenderin kokusunu hâlâ burnumda duyduğumu söylememe gerek bile yok.
Meydandaki tren garının hemen bitişiğinde Marmara Pastanesi vardı, 'AİLE' bölümüne giderdik biz kızlarla.
Bir tek sinema salonu vardı meydana yakın, postanenin yanında, sık sık giderdik. Müjde Ar'ın filmleri oynardı daha çok, kadın konulu. Film arasında sürekli Sezen Aksu müziği dinletilirdi biz seyircilere. O zamanın Sezen şarkıları işte; Dağlar Dağlar mesela, Firuze mesela, Sen Ağlama mesela. Şener Şen'in NAMUSLU 'sunu da ilk orada izlemiştim.
Hafta sonu trenle İstanbul'a döndüğümüzden, çoğunluk çarşambaları giderdik sinemaya, indirimli de olurdu malum.
Bir kaç çay bahçesi vardı, salaş, bayılırdım.
Ve bir tek eğlence mekânı vardı gençlerin gittiği, adını unuttum. Zaten sanırım bir ya da en fazla iki kez gitmiştim arkadaşların ısrarıyla. Evde oturup kitap okumayı tercih eden biraz asosyal bir genç kızdım o zamanlar, o yüzden pek çekmezdi beni bu tür mekânlar.
Bahçeli, iki katlı betonarme evler, sıra sıra. Öğrenci kenti olmaya yeni başlamıştı Adapazarı, üst katlarda ev sahipleri, alt katlarda da öğrenciler otururdu bizim gibi. Renkli televizyon yayını yeni başlamıştı ve öğrenci evimizde televizyon yoktu. Ara sıra ev sahibine, çekirdek çitlemeleri eşliğinde televizyon izlemeye giderdik. Eurovision tarihinde ilk kez dokuzuncu olduğumuz, Candan Erçetin'in de aralarında olduğu KLİPS ve ONLAR grubunun söylediği HALLEY'i de orada izlemiştim.
Geçen yıl bu sıralar gittim görmeye oraları. Ne değişmiş ne değişmemiş görmek için. Çok şey değişmiş elbette, hiç birini anlatacak değilim, ama bir yer vardı ki adı beni yüreğimden vurdu.
KAYIP RUHLAR KIRAATHANESİ
Okuduğum Yüksek Okulun bahçesinin bitişiğinde bir kafeterya. Öyle böyle değil, çarpıldım adeta. Benim zamanımda neden yoktu ki böyle bir yer diye hayıflandım. İşletmecisi bir öğretmenmiş, oya gibi işlemiş her yanı. Tüm duvarları yerden tavana kitap dolu, bir sütunun önünde eski, lambalı büyükçe bir radyo, bir iki yerde sanki az önce kullanılıyormuş da şimdi öylesine bırakılmış gibi duran müzik aletleri...
Dosyalarım arasında düzenleme yaparken takılı kaldığım bir fotoğraf beni nerelere götürdü, ilahi.
Ben Adapazarı'nı sevmişim...
Nurten Demirel (Karahasanoğlu)
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Psikolojik Analizler; Anavatanlı olmak… |
|
Küçücüktüm. Pencere kenarında kıvrılmış yarı uykulu bir kedi gibi dışarıdaki yağmuru seyrediyordum. Gökyüzü griydi. Şimşek çakıyor ardından gök gürlüyor ve sonra da yağmur olağan gücüyle yağıyordu. Pencereye vuran damlalar arka arkaya süzülürken benim gözlerim bir onlarda bir de evin bahçesindeydi. Özenle budanmış pembe güller kat kat olan yapraklarını aralamıştı. Damlacıklar bu güzel çiçeğin içini kadeh gibi dolduruyordu. Bahçede bulunan diğer bitkilerin yeşil yapraklarından yağmur suları süzülüyordu. Çok sevdiğim kış papatyalarının renkleri sanki daha çok ortaya çıkmıştı. Yerde biriken yağmur sularına düşen damlalar küçük büyük halkalar oluşturuyordu. Aklım çok uzaklardaydı. Belki de bir daha asla gidip göremeyeceğim doğduğum şehri ne de çok özlemiştim. Artık "anavatan" dediğimiz başka bir ülkedeydik. Yaşadığım şehir, çok sevdiğim köyüm, okulum, arkadaşlarım ve güzel evim benden çok uzaktı. Özellikle de köyüm daha taptaze olan hatıralarla aklımı meşgul ediyordu. Tıpkı bu yağmur gibi yağardı sonbahar yağmurları köyümüze. Anneannem kuzineye odun atar odayı ısıtırdı. Tıslayan çaydanlığın sesi ve içinde çilli bir horoz bulunan yuvarlak demir saatin "tik" "tak" ları odanın sessizliğine yayılınca bana uyku basar ve tatlı rüyalara dalardım. O zaman çocuktum, şimdi de çocuğum, ama bir göç hikâyesini gerçek olarak yaşamış, gerçek hayatın farkında olan bir çocuk…
Anavatan… Yüzyıllarca balkanlarda yaşamış gerçek Osmanlı Türkleri olan atalarımız, hep anavatan topraklarına özlem yaşamıştır. Dönem dönem ortaya çıkan Bulgar ve Rus zulümlerine isyan etmişler, çoluk çocuk, kadın yaşlı şehit vermiş, kan dökmüşler. Kurtulmak ümidiyle bir yolunu bulup Anavatan'a kaçmışlar, evlerini, akrabalarını, bazen de çocuklarını bırakıp göç etmişler. Çekilen acılar çok fazladır Rumeli insanında. Tarihte her göç hikayesi hüzünlü yaşanmıştır. Ben de son göç hikayesini yaşayan küçük kahramanlardan biriydim. Annemle babamın büyük ümitlerle geldiği bu ülkeye, biz ablamla doğduğumuz ülkede çocukluğumuzu bırakmanın küskünlüğü ile geldik. Boynumuz hep büküktü. Çocuk olduğumuzu unutup ailemizin yaşadığı sil baştan hayata tutunma çilesini yaşadık. Birdenbire büyümek çok zordu bizim için. Bizden istenilen sorumlulukları yerine getirmek hiç kolay değildi. Ama başardık. Kötü günlerimiz geride kaldı ve biz çocuk yaşlarda birer yetişkin gibi olduk. Yokluğu ve varlığı öğrendik. Sorumluluk almayı… Erken büyüdük ama içimizdeki çocukluk her zaman bizimle yaşadı. Zaman geldi yüreğimiz sızladı, anılarımız gözlerimizi yaşarttı. Zaman geldi içimizdeki özlemle haykırdık.
Yepyeni bir ülkeye alışmak zordur. Kültür farklılıkları insanı bazen bir kaosun içine sürükler. Biz de yaşadığımız kültür şoku ile bir süre bocaladık. Daha modern bir ülke, bir şehir görmeyi beklerken apayrı bir ortamın içine giriverdik. Bazen bizimle dalga geçtiler, bazen de dışladılar. Kimler mi? Hasretle geldiğimiz canım ülkemin canım insanları bize bunu yaptı. Nüfusu yeterince kalabalık olan ülkelerine gelmemizi hiç istemediler. Başka bir ülkeden geldiğimiz için dinimizin Hristiyanlık olduğunu düşündüler. Eski Türkçe olan dilimize gülerek bizimle alay ettiler. Çağdaş giysilerimize güldüler. Çalışan kadınlarımızı ayıplayarak yargıladılar. Her şey bir yana en kötüsü biz çocukları okullarda dışladılar. Hayatım boyunca unutmayacağım anılarımdan birisi, dördüncü sınıftan başladığım okulumda, sınıf arkadaşımdan birinin bana "gavur" demesiydi. Bu çok üzücü bir durumdu. Şimdi düşünüyorum da hangi anne baba çocuğuna evde böyle kötü bir kelimeyi aşılamış, göç eden arkadaşına söylemesini öğütlemiştir. Çocuk dünyası bu, belki de annesi ve babası, biz göç edenleri hiç istemeyen vatandaşlardan biriydi ve çocuk evdeki konuşmalardan etkilenerek bana bu üzücü kelimeyi söylüyordu. Çocuk yüreğimle ne kadar çok ağlamıştım. Kırmızı ojeli bir öğretmenin de beni hiç sevmediğini hatırlıyorum. Hatta top oynamak yasak olan bahçede sırf bir arkadaşımın saflığımdan yararlanarak kucağıma top vermesi ile, kucağımdaki topu gören bu öğretmen, yanıma gelerek bütün arkadaşlarımın önünde bana tokat atmıştı. Biz göçmenlerin kim olduğunu bilmeyen, öğrenmeyen eğitimsiz aileleri geçiyorum ama eğitim görmüş ve eğitim veren bir öğretmenin küçük bir çocuğu sırf göçmen diye sevmeyecek kadar eğitimsiz olmasını anlayamıyorum. Umarım bir gün tarih kitaplarını açar da bizim kimler olduğumuzu öğrenir ya da öğrenmiştir de yaptığından utanmıştır ki bundan da şüpheliyim.
Bende ve benim gibi bazı göçmenlerde takıntı olan bir kelime vardır. Bize "Bulgar mısınız?" denmesinden hiç hoşlanmayız. Biz Bulgar değiliz kardeşim. Bulgaristan'dan göçmüş Türkleriz. Bir zamanlar Osmanlının Balkanlara iskan politikası ile yerleştirdiği Osmanlı Türkleriyiz. Annemin kökü Karadeniz'den, babamın kökü Konya'dandır. Bir de "göçmenler" diyeceklerine "Bulgarlar" derler. "Bulgar konutları" falan da filan. Bunları söyleyenlere dönüp açıklama yapmak istiyorum bazen ama ne zamanım oluyor ne de cahilliğini kapatacak sabrım. Tarihini bilmeyen bu tür insanları içten içe kınıyorum sadece. Biz "Anavatan" hasreti ile bu topraklara gelen insanlar, ülkemizi seviyoruz, Ata'mızı seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz. Bu toprakların kazanılmasında şehit olan bizim büyük atalarımızla övünüyoruz. O kadar kutsal ki bizim için bu topraklar, yürüdüğüm yerlerde bir çöp tanesi bile atmaya tenezzül etmiyorum. İstiklal marşını ezbere biliyorum ve bazen unutmamak için kendimce mırıldanıyorum. Mırıltım bile bazen coşkuya dönüşüyor, gözlerim ıslanıyor. Ya bu ülkede doğmuş bu ülkenin insanları? Gençlere, çocuklara soruyorum: Kim bana coşkuyla, yürekten, İstiklal marşını baştan sona söyleyebilecek?
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş ON 2 ARKA GERİDEN! |
|
Başbakan açıkladı
" Genel seçim 12 Haziran
2011'de yapılacak…"
Demek ki
Yine 12'den vuracak!
*
Öyle ya
Referandum'da 12 Eylül 2010'da
Yapılmıştı.
Ve zaferle çıkmıştı sandıktan AKP
Hedeften vurmayı,
Seviyor bu Başbakan!
*
Kim bilir (?)
Belki de uğurlu sayısıdır 12
Ya da
Okyanus ötesiyle
Bir parola aralarında!
Belki de
Öğlen 12,
Gece 12 'de bağlanıyorlar
Birbirlerine (!)
*
Veyahut
12 Havariyle bağlantılı da olabilir!
Hani şu İsa'nın sofrasında
Şarap içenler…
Yuh yani!
Bende amma abarttım ha!
Ulen ne alaka
Seçimle İsa?
Ama kardeşim…
12 İmam bağlantılı hiç olamaz
Çünkü
Hazreti Ali'ye yanlış var
*
Bu ne ya?
Kafam karıştı!
12 Eylül askeri ihtilal
12 Eylül Referandum
12 Haziran Genel seçim
Bir 12'yi de Aralık yapsınlar da
Yeni Anayasa ile
Cumhuriyeti çıkarsınlar aradan!
*
Öyle ya canım
On 2 olursa
Arkası alır geriden!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam Evrenin Dört Sözcüklü Şiiri |
|
Kaos-Düzen,
Kargaşa-Evrim.
Kaos-Düzen,
Kargaşa-(...).
Kaos-Düzen,
Kargaşa-(!).
Kaos-Düzen,
Kargaşa-(?).
Bu parantezleri doldurma umuduyla yaşadı
Tüm evren,
Tüm insancağızlar!..
14,6 milyar yıllık evrenin,
4,6 milyar yıllık güneşin,
3,6 milyar yıllık dünyanın,
36 bin yıllık insanın
Yazdığı tek şiir bu işte...
Bugünkü ve 4,6 milyar yıl sonraki okurlara armağan olsun.
Günün sözü: "İnsanın kaderi ona Tanrı'nın eli değdiğinde yazılmamıştır; kendi eli kendi ruhuna değdiğinde yazılmaya başlar gerçek yazgısı, yaşanan diğer her şey teferruattır."
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Romancı : Alkım Saygın AİHM'in Refah Partisi Karârı ve Takdir Marjı Üzerine III |
|
AİHM'in, Anayasa Mahkemesi tarafından geçerli bulunan kanıtları topladığı ikinci iddiâ ise RP'nin, çoğunluğu Müslüman olan topluluklara İslâm hukukunu dayatmak istediği yönündeki iddiâdır. Kezâ, AİHM'e göre demokratik toplum idealinde dînî esaslara dayalı hukuk sistemine ve İslâm hukukuna kesinlikle yer yoktur. Bu ideal, siyasî çoğulculuk ile kamu özgürlüklerinin bir bütünlük içinde gerçekleşmesini sağlamak amacındadır ve dînî esaslara dayalı hukuk sistemlerinde çoğulculuk yerine ayrımlaştırma esastır. Bu hukuk sistemlerinde dînî buyruklar, kamusal alana taşınır ve kamu üzerinde geçerli olması istenir.
Buna karşılık, sözleşmenin 9. maddesi, "inanan" kişilerin hak ve özgürlüklerini kapsadığı gibi, aynı zamanda ateistlerin, agnostiklerin, septiklerin ve ilgisizlerin de hak ve özgürlüklerini kapsar. Üstelik, bir dîne inananların, o dînin gereklerini yerine getirip getirmemede de özgür olmaları gerekir. Dînî esaslara dayalı bir hukuk sisteminde ise kişiler, dînî inançlarını açıklamaya zorlandıkları gibi, bu inançlarının gereğini yerine getirmeye de zorlanacaklar ve herhangi bir inanca sâhip olmayan kişiler de belirli bir inanca sâhip olmaya ve o inancın gereğini yerine getirmeye zorlanacaklardır. (RP Karârı, 2001; para: 49)
Bu nedenle RP, çoğunluğu Müslüman olan topluluklara İslâm hukukunu dayatmak istemiş olduğu gibi, bir inancı olmayan kimselere de belirli bir inancı dayatmak istemiştir ve bunların sözleşme sisteminde yeri olamaz. Ve AİHM'e göre ulusal makamlar, demokratik toplum ideali çerçevesinde, faklı dinlerin bir arada yaşayabilmelerine imkân tanıyan düzenlemeleri yapmak, farklı inanç grupları arasında en geniş hoşgörü sınırlarının oluşmasına katkı sağlayacak önlemleri almak durumundadır. Oysa, insanların dînî inançlarına göre ayrıştırıldığı bir toplumsal düzende bu tür bir hoşgörünün geliştirilebilmesine imkân yoktur.
Üstelik siyasî çoğulculuk, demokratik toplum ideali çerçevesinde, zamâna ve mekâna bağlı olarak değişen sosyal ihtiyaçların karşılanmasında da belirleyicidir ve bu çoğulculuğun kendisini en açık biçimde gösterdiği yer de burasıdır. Bu ihtiyaçların nasıl karşılanacağına ilişkin olarak "mutlak", "katı" ve "değişmez" ölçütlerden hareket edilemez. Dînî esaslara dayalı bir hukuk sisteminde ise her inanç grubu, kendi mutlak saydığı değerlendirme ölçütlerine göre değerlendirmelerde bulunurken kişiler birbirlerinden ayrıştırılacaktır. (para: 70)
Dolayısıyla siyasî çoğulculuk, ancak dînî esaslara dayalı olmayan hukuk sistemlerinde olanaklıdır ve taraf devletler, "ortak Avrupa mîrâsı" çerçevesinde bir demokratik toplum idealinin gerçekleştirilmesi amacındadır ki, bu idealin "âdil düzen" (ya da "tanrısal düzen") biçiminde adlandırılamayacağı, bu idealin dînî referanslar üzerinden tanımlanamayacağı açıktır. (para: 72) Ve devletin görevi, çeşitli inançlar arasında olduğu gibi, değişik sosyal gruplar ve kadınlar ile erkekler arasında da "yansız ve tarafsız bir organizatör" olarak düzenleyici birtakım önlemler almak ve çoğulculuğun gelişimine katkı sağlamaktır.
Ne var ki, bu tür bir çok-hukukluluk sisteminde cinsiyet ayrımcılığı da güdülür ve demokratik toplum düzeninde hiçbir ayrımcılığa yer yoktur. (para: 70) Bu bağlamda, RP'nin yönetici kadroları tarafından örneğin türban konusunda dile getirilen görüşlerin sözleşme sistemine uygunluğu iddiâ edilemez. Bu kimseler, türbanın bir insan hakkı olduğu görüşüne yaslanarak, demokratik toplum düzeni içinde inançların açığa vurulmasını savunmaktadırlar. (para: 51) Kezâ, kamusal alanda çalışma saatlerinin dînî esaslara göre düzenlenmesi gibi talepleri, bu alanda açık bir ayrımcılığın yerleştirilmesi amacındadır. (para: 73)
Bununla birlikte, AİHM'e göre Türkiye'de laiklik konusunun dâimâ sosyal bir çatışmanın konusu hâline gelmiş olması, laikliğin tesis edilebilmesinin oldukça güç koşullar altında olması, laikliğin de demokratik toplum düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğu dikkate alındığında, "ulusal makamların konuya ilişkin farklı değerlendirmeler yapmaları"nı doğal bir zorunluluk hâline getirmektedir. Ve bu konular RP'nin program ve tüzüğünde yer almayıp yönetici kadrosunun ve üyelerinin eylem ve söylemlerinde ifâdelerini bulsa da "Türkiye'nin şartları dikkate alındığında", "ulusal makamların farklı değerlendirmeler yapmaları" mümkündür. (para: 52, 65)
AİHM'in, Anayasa Mahkemesi tarafından geçerli bulunan kanıtları topladığı üçüncü iddiâ ise RP'nin, devletin siyasî ve hukukî yapısını zor kullanarak (cihat yoluyla) değiştirerek dînî esaslara dayalı bir devlet ve kamu düzeni kurmaya çalıştığıydı. Nitekim, AİHM'e göre RP'nin yönetici kadrosunun ve bazı üyelerinin bu konuda şiddete başvuracaklarını ifâde etmeleri, kapatma karârının alınmasında üçüncü temel noktadır ve AİHM, Genel Başkan Necmettin Erbakan'ın 13 Nîsan 1994 târihinde yaptığı grup konuşmasında, RP'nin hedeflediği sosyal değişimin "kanlı mı kansız mı" olacağı yönündeki açıklaması üzerinde önemle durmuştur. (para: 71)
Ayrıca, Şevki Yılmaz'ın Nîsan 1994'te cihatla ilgili yaptığı açıklamalar ve iktidâra geldikten sonra "Müslümanların silâhlanmaları" konusunda sarf ettiği sözler de yine bu kapsamda değerlendirilmiştir. (para: 71) Ve parti üyelerinden Hasan Hüseyin Ceylan'ın 14 Mart 1993 târihinde yaptığı şu açıklamalar da AİHM'in üzerinde durduğu başka açıklamalardır: "Bu ülke bizimdir; ama, rejim bize âit değildir. Rejim ve Kemalizm, diğerlerine âittir. (…) 'Kırıkkale halkının ellerinde öleceksiniz!' derken sizi kastediyorum. (…) Ordu diyor ki, 'PKK taraftarıysanız kabul; ama, şeriatçıysanız aslâ!' Meseleyi böyle çözemezsiniz; çözülmesini istiyorsanız, çözüm şeriattır." (para: 25, 75)
İmdi, AİHM'e göre RP'nin hükümet programında şiddete başvurmak gibi bir söylem dile getirilmiş olmasa da yönetici kadrosu ve bazı üyelerinin bu yöndeki çağrıları ve bu kimseler hakkında hiçbir disiplin işlemine başvurulmamış olması, RP'nin bu amaçları yaşama geçirmek için şiddet dâhil her yola başvurabileceğini göstermektedir. Ve RP'nin aynı zamanda da iktidâr partisi olması; bu amaçları gerçekleştirme yeterliliğine sâhip olması, hükümette yer alması nedeniyle sözleşme sistemini yaşama geçirmekle doğrudan muhatap olması da karârı etkilemiştir. (para: 74)
Böylelikle AİHM, RP Karârı'nda öncekilerden farklı olarak, siyasî partilerin program ve tüzüklerinde yer alan ifâdelerin şiddete başvurmayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağına, teröre veya türlü hak ihlâllerine yol açıp açmayacağına değil, doğrudan doğruya yönetici kadrolarının ve üyelerinin savunduğu görüşlerin sözleşme sistemiyle bağdaşıp bağdaşmadığına bakmış ve RP'nin, dînî inançlara dayalı bir ayrımcılığı çok-hukukluluk sistemi içinde gerçekleştirmek istediğini, ülkenin Müslüman çoğunluğuna İslâm hukukunu dayattığını, bu amaç doğrultusunda şiddet kullanmayı göze aldığını sâbit görerek, kapatma karârının hak ihlâli olmadığını açıklamıştır. (para: 77)
Buna karşılık, AİHM Üçüncü Dairesi'nin RP Karârı'nda karşı yönde oy kullanan hâkimlere (Fuhrmann, Loucaides, Bratza) göre ise Anayasa Mahkemesi, RP'ye yönelik olarak "orantısız güç kullanmış" ve 11/2. maddeyi ihlâl etmiştir. Bu üç hâkime göre, birbirlerinden ayrı olarak kaleme alınmış olsalar da 11. madde, 10. madde ışığında düşünülmeli ve bu madde, siyasî partiler için de geçerli olmalıdır. Demokratik çoğulculuğun işleyebilmesi buna bağlıdır ve ifâde özgürlüğü, aynı zamanda "kolektif bir egzersiz faaliyeti"(!) olarak da düşünülmelidir; bu faaliyet nedeniyle, 10 ve 11. maddenin koruma altına aldığı hak ve özgürlükler sınırlandırılmamalıdır. (RP Karârı, 2001; syf: 35)
Diğer taraftan, bu üç hâkime göre siyasî partiler, demokratik toplum düzeni içinde farklı görüşlerin ifâde araçlarıdır ve bu toplum düzeni içinde, farklı görüşleri savunan siyasî partilerin olması ne kadar mümkünse, aynı siyasî partinin çatısı altında farklı görüşlerin yer alması da o kadar mümkündür. Siyasî partilerin kapatılması karârına varılabilmesi içinse, 11/2. maddede sıralanan meşrû amaçlar hakkında hiçbir kuşkuya yer olmamalı ve kapatma kararları için inandırıcı ve zorlayıcı nedenler açık bir biçimde gösterilebilmelidir. Bu meşrû amaçların sağlanamadığı durumlarda ise kapatma kararları orantısız ve ölçüsüzdür.
Zîrâ, TBKP Karârı'nda 46. paragrafta, SP Karârı'nda 50. paragrafta ve ÖZDEP Karârı'nda da 45. paragrafta belirtildiği üzere, kapatma kararlarının değerlendirilmesinde, sosyal sorunlara şiddete başvurmaksızın çözüm üretme çabasında olan siyasî partilerin bu konumları gözetilmelidir. RP Karârı'nda ise "RP'nin bir bütün olarak şiddete başvurduğu yönünde inandırıcı deliller"(!) yoktur(!). Demokratik toplum düzeni içinde devlet, demokrasiye zarar verecek türden faaliyetlere aslâ izin veremez; ancak, "programları ve tüzükleri demokratik sisteme uygun olan siyasî partilerin"(!) "salt yönetici kadrosu ve bazı üyelerinin eylem ve söylemlerinden dolayı kapatılması"(!) da kabul edilemez(!). (syf: 39)
İmdi, bu üç hâkime göre demokrasinin özü, "farklı siyasî programlar öneren partilerin bu önerilerini tartışabilmeleri"dir(!) ve "taraf devletler buna izin vermeli, bunun koşullarını sağlamalıdırlar"(!). 11/2. maddenin işletilebilmesi için aranacak meşrû amaçlar, Anayasa ve yasalara aykırılık gibi nedenlerde değil, "açık ve yakın tehdit"(!) ile "sosyal zorunluluğun"(!) kendisinde aranmalıdır. Oysa Anayasa Mahkemesi, RP Karârı'nda, Anayasa ve yasaların ihlâl edildiği hakkında kanıtların yeterli olduğuna hükmetmiş olsa da RP'nin kapatılması için gerekli "açık ve yakın tehdit"(!) ile "sosyal zorunluluk"(!) konusunda Hükümet, hiçbir kanıt sunamamış, laiklik konusuna odaklanmıştır.
Başvuru sâhiplerinin iddiâlarına göre ise RP, "laiklik ilkesine karşı olmadığı gibi"(!), yönetici kadrosu ve üyeleri de "laikliğin başka biçimlerde ele alınabileceği"ne(!) ilişkin "kendi görüşlerini"(!) dile getirmişlerdir. Anayasa Mahkemesi ise bu durumu, "laiklik ilkesinin tartışmaya açılarak içinin boşaltılması" olarak değerlendirmiştir. Oysa, Türk toplumunun demokrasinin ilkelerine bağlı olduğuna inanmak için haklı nedenler vardır. Türk toplumunun geçirdiği târihsel değişim ve dönüşüm süreçleri, "Türkiye'de İslâmî bir rejim kurma çabaları"na(!) geçit vermeyecektir. RP'nin de demokratik yöntemlerle iş başına geldiği dikkate alınırsa, kapatılması için "açık ve yakın tehdit"(!) ile "sosyal zorunluluk"(!) oluşmamıştır. (syf: 39-40)
Bu üç hâkimin karşı oy yazılarında dikkat çektikleri bir diğer konu da eylem ve söylemleriyle RP'nin kapatılmasına yol açan yönetici kadro ve üyeleri hakkında, kapatma karârı çıkmadan önce hiçbir incelemenin yapılmamış olmasıdır. Nitekim kapatma kararları, demokratik toplum düzeni içinde "son çâre" olarak ve bu "açık ve yakın tehdit" ile "sosyal zorunluluk" içinde gündeme gelmelidir(!). Hem, dâvâ görüşülmekteyken iç hukuk sisteminde yapılan belirli birtakım reformlarla (SPK'nın 163. maddesinin iptâli) RP'nin kapatılması zorlaştırılmıştır ki, tüm bu nedenler kapatma karârını tartışmalı hâle getirmektedir. (syf: 41)
Ayrıca, Türkiye'deki kamu düzeninde, Ramazan ayına ilişkin olarak, çalışma saatleri ve kamu hizmetlerine ilişkin bazı düzenlemeler mevcuttur ve bunlar "tehdit" olarak düşünülmemektedir. Fakat, Erbakan ve diğer partililerin çok-hukukluluk hakkındaki görüşlerinin sözleşme sistemine uygun olmadığı da ortadadır. Yine de RP'nin çok-hukukluluk getirmeye çalıştığı yönünde "somut hiçbir faaliyeti"(!) de "saptanamamış"(!) ve 11/2. maddedeki meşrû amaçlar oluşmamıştır(!). Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi'nin, kapatma karârına gerekçe olarak kabul ettiği bu unsurlara dayanılarak RP'nin kapatılması, sözleşme sistemi içinde bir hak ihlâlidir(!). (syf: 42)
§
İspanya'da terör örgütü ETA'nın siyasî kanadı olarak faaliyet göstermekle suçlanan Batasuna Partisi, yasaklı Herri Batasuna Partisi'nin devâmı olarak, 3 Mayıs 2001'de kurulmuştur. Ancak, 27 Haziran 2002'de çıkartılan İspanya Siyasî Partiler Kânunu'na (LOPP) dayanarak Yüksek Mahkeme, Batasuna Partisi'ni yasa dışı ilân etmiş, ETA'yla bağlantılarını gerekçe göstererek seçimlere girmesini de yasaklamıştır. İktidârdaki Zapatero hükümeti ise bu süreçte ETA'yla müzâkerelere başlamış ve iki yıl sonra ateşkes ilân edilmiştir.
Ateşkesin üzerinden dokuz ay geçmeden ETA'nın kanlı bir saldırıyla yeniden terör eylemlerine başvurması ise müzâkereleri sonuçsuz bırakmış ve Batasuna Partisi'nin LOPP gereği terör saldırılarını kınamaması, kapatılması için "sosyal zorunluluk" şartı içinde değerlendirilmiştir. İspanya Anayasa Mahkemesi'nin de karârı onaylamasının ardından Batasuna Partisi, 19 Temmuz 2004 târihinde AİHM'e başvurmuş, 1 Temmuz 2008 târihinde dâvâ görüşülmeye başlanmış, karar ise 6 Kasım 2009 târihinde oy birliğiyle alınmış; partinin kapatılmasında, sözleşmenin ilgili maddelerinin ihlâl edilmediği sonucuna ulaşılmıştır. (Batasuna Partisi Karârı, 2009; para: 1-9)
İspanya'da LOPP, ülkenin güçlü âdem-i merkezî idâresi nedeniyle uzunca bir dönem boyunca hep ertelenmiş ve yerel hükümetlerin uzlaşmaları sonucu ancak 27 Haziran 2002'de yürürlüğe girebilmiştir. Aynı târihte, İspanya'da faaliyet göstermekte olan tüm siyasî partilere, program ve tüzüklerini LOPP'a uygun hâle getirmeleri konusunda ihtar verilmiş, Batasuna Partisi ise bunu kabul etmemiştir. Kapatma karârına îtiraz olarak da kendisine isnât edilen suçların, LOPP çıkmadan önceki döneme âit olduğunu ve yasaların geriye dönük olarak işletilemeyeceğini, partinin kapatılması için 11/2. maddede sıralanan meşrû amaçlardan hiçbirinin sağlanamadığını savunmuştur. (para: 2-4)
Ne var ki, İspanya'da LOPP'la birlikte, terör eylemlerini kınamamak da siyasî partilerin kapatılması için yeterli nedenlerden biri olarak hukuk sistemi içinde yerini almıştır. (para: 20-1) Batasuna Partisi temsilcileri ise AİHM'deki savunmalarında, kuruluş dilekçesinin ve faaliyetlerinin 1978 Anayasası'na uygun olduğunu, şimdiye kadarki seçimlere katılıp mecliste yer aldıklarını, Hükümet'in ise çıkarttığı bir yasayla, kendilerinin anayasal koruma altına alınan "demokratik hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı"nı iddiâ etmiş ve kapatma karârının sözleşme sistemine aykırı olduğunu savunmuştur. (para: 10, 16, 20)
Buna karşılık Hükümet, AİHM'deki savunmasında, yine İspanya Anayasası'na ve sözleşmeye dayanarak, demokratik toplum düzeni içinde meşrû görülen koşullar altında demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceğini belirtmiş ve sözleşmenin 9-11/2. maddelerini gerekçe göstermiştir. Kezâ, İspanya Anayasası'nın 22/5. maddesi, siyasî parti ve derneklerin, çeşitli paramiliter unsurlarla bağlantısını açık bir biçimde yasaklamıştır ve kapatma karârına ilişkin olarak öngörülebilirlik unsuru sağlanmıştır. (para: 51)
Aynı şekilde, Batasuna Partisi'nin ilgili faaliyetleri, her ne kadar LOPP'un kabulünden öncesine âit olsa da partinin, Anayasa'nın bu âmir hükmü uyarınca suç işlediği, 11/2. maddedeki meşrû amaçları ETA'yla olan bağlantıları nedeniyle sağladığı, Hükümet tarafından dile getirilmiştir. Hükümet, örgüt üyelerine partide çeşitli görevlerin verilmesini (para: 31), parti yöneticileri tarafından "mücâdelelerimizi legal, illegal her yoldan sürdüreceğiz" şeklinde demeçler verilmesini (para: 34), ETA militanlarından "siyasî tutsak" olarak bahsetmelerini (para: 37) ve parti afişlerinde terör saldırılarını içeren görsel malzemeler kullanmalarını (para: 67) gerekçe göstermiştir.
Batasuna Partisi ise savunmasında, bu saldırıların aslında ETA'nın değil, sürmekte olan müzâkereleri askıya almak için "derin" birtakım güçlerin işi olduğunu, saldırıyı kınamayı reddetmelerinin ise Hükümet'in bu saldırı gerekçesiyle arttıracağı "orantısız güç kullanımı"na meşrûiyet yaratmak istememek olduğunu ifâde etmiştir. (para: 35) Saldırıyı kınamaları hâlinde, Hükümet'in başta Bask Bölgesi olmak üzere İspanya genelinde polis gücünü etkin bir biçimde kullanmasına meşrûiyet kazandırmış olacaklarını belirtmişlerdir. Kendilerinin ise Bask Bölgesi'ndeki nüfusun kendi demokratik hak ve özgürlüklerini korumak için faaliyet gösterdiklerini iddiâ etmişlerdir. (para: 34)
Batasuna Partisi'nin savunmasında dikkat çekici bir diğer konu da şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının AİHM'den nasıl geri döndüğüne ilişkin atıflarıdır. Zîrâ, Batasuna Partisi'ne göre de demokratik toplum düzeninde "siyasî katılım", "aykırı fikirlerin de ifâdesi"ni(!) kapsamalıdır ve kapatma kararları, ancak "istisnâî durumlarda"(!) ve "sosyal bir zorunluluk"un(!) gözetilmesiyle verilmelidir(!). Üstelik, kapatma karârının çıkmasında LOPP'un geriye dönük olarak işletilmesi ve kapatma gerekçeleri içinde sayılan eylem ve açıklamaların, bunların ortaya konduğu târihte henüz suç kapsamında değerlendirilmemesi de evrensel normlara aykırıdır. (para: 22)
AİHM'in oy birliğiyle aldığı karâra göre ise Batasuna Partisi'nin kapatılmasında, sözleşme sistemi içinde bir hak ihlâli yoktur. Nitekim AİHM, kapatma karârını 11. madde üzerinden incelemiş, 10. madde üzerinden ayrı bir değerlendirmeye gerek duymamış (para: 97) ve kapatma karârı için gerekli sosyal zorunluluk şartının, Batasuna Partisi'nin terörü kınamamasıyla, ETA'yla olan organik ilişkileriyle ve oylarını giderek arttırmalarıyla sağlandığına karar vermiştir(!). (para: 85) AİHM, Batasuna Partisi'nin kamu güvenliğini tehlikeye düşürdüğü konusunda Hükümet'in sunduğu gerekçeleri yeterli görmüş ve terörü kınamama konusunu da 11/2. maddeye dâhil etmiştir. (para: 90)
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Soğuk
Kim sever sen sevmezsen beni
Kim tutar çeker içimin karanlığından
Kim okşar saçlarımı sessiz gecede
Kim koklar gözyaşlarımı...
Hele bir de pusluysa gece
Gemiler kaybetmişlerse yollarını derin deryada
Kim fenerdir, yanar ateşiyle
Kim anlar korktuğumu kırılışıyla seslerimin
Kim görür örümcek ağlarını parmaklarımın arasındaki
Önümde yürüsen de arkamda kalsan da
Yoksan
Hiç olmamış
Hiç olmayacaksan
Kim duyar haykırdığımı
Cam kırıklarıyla kaplı yollarda,
Soğuktu gece
Kanıyordu gökyüzü kuşak kuşak
Çocuklar sinmişti annelerinin kollarına
Bir devrim şarkısı kulaklarımda
Dostlarım yürüyorlar yollarda,
Sokaklarda değişimin sesleri..
Ağaçlar kökleriyle tutunmuşken buzlu toprağa
Yoktun ya..
Artık kimse sevemez beni.
Özge YILDIZ
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bu yazıyı okuduğunuza göre bilgisayar kullanıyorsunuz demektir. Bilgisayar kullanıyorsanız da internette ihtiyacınız olan bilgi kaynaklarından nasıl daha iyi yararlanırım sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsunuzdur. Fazla söze gerek yok, işte size ilginç bir kaynak: http://www.e-bilisimruzgari.com/ Bu kaynakta Belgeseller, filmler, bilgisayarınızda kullanabileceğiniz ilginç yazılımla, oyunlar, e-kitap formatında hazırlanmış bir çok farklı türde dokümanlar ve daha fazlasını bulabilirsiniz. Hazırlayanların ellerine sağlık.
Bir işletmeniz var ve çalışanlarınıza, müşterilerinize ya da ziyaretçilerinize internet bağlantısı veriyorsunuz. Bu durumda doğal olarak internet kullanıcılarınızın yapmış oldukları ve yasal anlamda suç olarak tanımlanan her türlü internet faaliyeti, internet bağlantınızı kullandıkları için sizin sorumluluğundadır. Hatta bununla ilgili 2007 yılında TBMM tarafından onaylanmış ve TİB tarafından yasal takibi sağlanan 5651 nolu bir yasa var. Yasal anlamda sorun yaşamamanız için ağınızın denetimini elinize almanız gerekiyor. Bunu yapabilmeniz için size http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=firewall-suite&lid=12322 web sayfasındaki FirewallSuite yazılımını tavsiye ediyorum. Nasıl kullanacağınızla ilgili anlatım web sayfasında mevcut. Özellikle bu yazılımla ilgili aklınıza takılan her türlü soru için bana ulaşabilirsiniz.
Siz hala http://www.sahibinden.com/ web sayfasını incelemeyenlerden misiniz? İnanmam! Sıfır ya da 2. El bir ürün almak ya da satmak için hiçbir ek ücret ödemeden ilan verebilir ya da beğendiğiniz bir ilandaki satıcıyla mesajlaşıp pazarlık bile yapabilirsiniz. Ben zaten bunları biliyorum diyenlerin yüzlerindeki gülümseme ifadesini görür gibiyim. Benim sözüm bilmeyenlere ve merak edenlere…
Her şeyi tersten yapmayı sevenlerden misiniz? Alın size bir ters çalışma örneği http://elgoog.rb-hosting.de/index.cgi Burada dikkat etmeniz gereken tek şey, her şeyi tersten yazmak. Google'a alternatif olarak Çin'de üretildiği söyleniyor ama bana ilginç gelen tarafı sadece uygulamanın sanki aynadaki aksinize bakıyormuş gibi tersten çalışması. İyi eğlenceler.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|