Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.836

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Aralık 2010 - Fincanın İçindekiler


  • ZAMAN MEKAN, PATATES - SOĞAN 1 ... Seyfullah Çalışkan
  • GENÇLİK, AŞK ve YUMURTA ÇEŞİTLEMESİ ... Hamdi Topçuoğlu
  • ZORLU YOLCULUK ... Mehmet Önder
  • GÜLEN DÜŞÜNCELER ... Erhan Tığlı
  • BÜYÜKANNE VE BÜYÜKBABALAR GÜNÜ ... Seher Türker
  • 10 Aralık - Dünya İnsan Hakları Günü ... Cüneyt Göksu
  • Sokakta, Yaralı. ... Deniz Marmasan
  • MISIR ... Cem Polatoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Masalcı dededen masallar dinliyoruz!..


    Merhabalar,

    Yılbaşı havasına girdik galiba. Baksanıza önüne gelen yıllık araştırma raporu koyuyor önümüze. Birkaç güne kadar da, yılın enleri, boyları, şunları bunları başlar, hepten alırız yeni yıl havasını. Dikkatinizi çekti mi bilmem, yerli araştırmacılar önümüze kaymaklı kadayıfı sürerken, dış mihraklar altımızdan sandalyemizi çekiyor. Hangisine inanacaksın artık orası senin problemin. İstersen teğet geçen krizden büyüyerek çıkan memleket imajına inan, istersen gerçek tüketime ait adam başına düşen hasıla ile hüzünlen, hepsi sana kalmış. Hoş, bunlardan memleketin yüzde doksanı bihaber. İnanmazsanız Star televizyonunda akşam haberlerini seyredin. Wikileaks'i yeni transfer futbolcu sananından, Egemen Bağış'ı star zannedip iyi rol yapıyor diyenine kadar gırla gidiyor memleket. Sonra kalkıp, bu insanlar bu palavracılara nasıl inanıyor diye hayıflanmayalım diye söylüyorum, yanlış anlaşılmasın. Mal meydanda, kızmaca darılmaca yok.

    Ekonomik göstergeler böyle de, ballandıra ballandıra anlattıkları, her başları sıkıştığında eteğine sarıldıkları demokrasi alanında durum farklı mı? Değil elbet. Hatta daha da berbat. Ekonomist dergisinin "Dünya Demokrasi Endeksi" araştırmasına göre, yerimiz seksendokuzuncu sırada ve Nikaragua ile eş. Kusurlu demokrasi ile baskıcı rejimi paçal edip bize layık görmüşler. Ama istikrarlıyız, geçen senede buradaymışız.

    Tayyip Bey'e de birşeyler oldu. Üniversite aşkı mı depreşti yoksa işin içinde başka birşey mi var anlayamadım. Toplantılar üniversitede, her toplantı da ya kendi ya da yamağı, dışarıda da binlerce polis, elde cop, gaz hazır ve nazır. Burnunu uzatanın burnu kırılıyor. Provakasyonsa al sana provakasyonun daniskası. Üniversiteye bile bile gidip eyleme çanak tutmakla, Mecliste Manisa tarzanı gibi Kürtçe konuşmakla demokrat olunacağını sanıyorsanız aldanıyorsunuz be şekerler. Yemiyoruz, artık dişlerimizi çürütüyorsunuz.

    Dün Bakan Beşir'in, Kemal Bey'e Kayseri yolsuzluk dosyası ile ilgili verdiği cevabı hayretle ve ibretle izledim. Yaptığından emin, sudan çıkmış ak kaşık gibi belediyeyi bir savunuşu vardı, yeme de yanında yat. Cumhurbaşkanı Gül de arka çıkınca artık diyecek laf kalmadı değil mi? Ama var be birader, var. Ben de Kayseri'liyim. Ama bir halta yaramayan okumuşlarından. Okumayıp, belediyeye kapağı atan, işbilir Kayseri'lilerden değilim maalesef. Ama dedik ya, okumuşuz, okuyoruz. Birkaç farklı yeri de okuyup anlayıncainsanın beyninde şimşekler çakıyor. Artık ne Beşir Bakan kalıyor, ne de Cumhurbaşkanı. Bu olayda da akla takılan birkaç soruyu burada tekrarlayalım isterseniz. Ama cevap falan beklenmeyen sorular bunlar. Cevabı da içinde olan sorulardan anlayacağınız. Derleme Sayın Necati Doğru'dandır.

    Soru 1: Suçlanan, mahkum olan, verdiği ifadede başkan dahil belediyeyi suçlayan, 31 yaşındaki getir götürcü Hamurcu, nasıl oluyor da, belediyede kimsenin ilgisini çekmeden büyük bir rüşvet çarkını çevirebiliyor ve kimseciklerin ruhu duymuyor?

    Soru 2: Beşir Bakan'ın "Tek başına" dediği Hamurcu'nun avukatlığını, nasıl oluyor da, AKP'nin 1 numaralı elit grubunun içinde yer alan Erikel isimli avukat yapıyor? Dikkatinizi çekerim, bu adam, deniz fenerinin yedi kurucu üyesinden biri ve demokrasi havarisi, Manisa'nın medarı iftiharı Bay Arınç'ın avukatı, AKP'nin siyaset akademisinde ders veren hoca, ASKİ denetçisi, başbakalık insan hakları danışma kurulu üyesi, vesaire vesaire. Başa dönelim, bu adam nasıl oluyor da 31 yaşındaki bir ipsizin avukatı oluyor? Ne gereği var? Suçu sabit, cezası hazır.

    Soru 3: Bu Hamurcu birader, eğer Avukat Erikel kendisine "İfadeni değiştir" demediyse, nasıl oluyor da ilk çıktığı duruşmada belediyeyi suçlayan ifadesini tümüyle değiştiriyor?

    Soru 4: Getir götürcü Hamurcu'nun avukatı olmasına rağmen, nasıl oluyor da, bu adamın otel masraflarını Belediye ödüyor?

    Soru 5: Hamurcu'nu emekli başkomiser babası, "Avukat Kayseri'ye geldiğinde belediyenin aracıyla geziyor ve oğlumu çıkartmak için belediyeden 150 bin lira aldığını söylüyordu." derken yalan mı söylüyor?

    Soru 6: Hamurcu'nun aldığı söylenen rüşvet paralarını, belediye, taksicilere benzincilere otoparkçılara, nerede, nasıl ve neden geri ödüyor?

    Vicdanı olan herkes bu soruların cevabını kendi kendisine verebilir ve bir kanıya varabilir. Biz bırakalım, birileri masal anlatmaya devam etsin. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      ZAMAN MEKAN, PATATES - SOĞAN 1

    Evden çıkıp otobüs durağına yöneldiğimde saat tam sekizdir. Birkaç adım bile atmadan köşedeki bakkalın kepenkleri açılır. Aytaç Sitesinin kapıcısı badem bıyıklı Rüstem iki küçük çocuğunu caddenin karşısına geçirir. Aynı saatte kentin uzak bir noktasında emekli öğretmen Cemile Hanım geceliğinin üzerine giydiği uzun hırkasıyla kimseye aldırmadan etrafına topladığı sekiz kedinin karnını doyurmaktadır. Yaşlı tekir artık karnını doyurmak için eskisi kadar hevesli davranmamaktadır. Cemile Hanım ona her bakışında "Kedilere nankör derler. Laf ola beri gele. Yalan işte… Bunlar insanlardan daha vefalıdır. İnsan, bir kedi kadar bağlı sevdiklerine bağlı olamamıştır. Şu koca dünyada, yazık" diye mırıldanır.

    Saat tam sekizde iki karga Pazaryolu üzerideki büyük çınardan havalanarak sitenin üzerinde uçmaya başladılar. Uçarken biri sürekli ötekine dalaşıp duruyordu. Öndeki karga havada bir yay çizerek bahçenin taş döşeli zeminine bir ceviz bıraktı. İkisi aynı anda dalışa geçtiler. Ceviz bahçe zemini yerine kırmızı otomobilin tavanına düştü. Otomobilden sekerek yerde yuvarlanmaya başladı. Kargalar birden otomobilin yanında bekleyen adamı fark ettiler. Hala yerde yuvarlanmaya devam eden cevizin peşini bırakıp yeniden havaya yükseldiler. Apartmanın çatısının üzerinden uçup gözden kayboldular. Adam uzun uzun arabasının tavanını gözden geçirdi. Elini kaportanın boyası üzerinde gezdirip öfkeyle bahçe kapısına seslendi. "Hadi ama beril, bütün gün seni mi bekleyeceğim?" diye bağırdı. Küçük kız babasının sesindeki öfkenin nedenini anlayamadı. Çünkü o kargaların arabanın üstüne bıraktığı cevizden ve tavanda loşun küçücük bir noktaya benzeyen çizikten habersizdi. Neredeyse arabanın rengindeki kırmızı paltosu üzerine astığı sindi resimleriyle süslü okul çantasıyla koşarak gelip arabaya bindi.

    Saat tam sekizde Bursa Nilüfer'deki E tipi cezaevinde beş aydır tutuklu bulunan Simitçi Nazmi gardiyanın gürültüyle açtığı demir kapıdan avluya çıkarak mahkûmları adliyeye götürecek araca bindi. Bu gün ilk duruşmasına çıkacaktı. Arkadaşlarından ödünç aldığı takım elbiseyi ve gömleğini giymiş bir de boynuna kravat bağlamıştı. Hayatında ilk kez kravat takıyordu. Ve ilk kez bu sabah kendini bu puslu aynada takım elbiseli ve boyalı ayakkabılarla görmüştü. Evlendiği, damat olduğu gün bile kravat takmamıştı. Aynaya ilk baktığında gördüğü resmin kendisi olduğuna inanamamıştı. Saat tam sekizde cezaevi aracına binip duvarların dışına çıktı. Minibüste jandarmalarla birlikte altı kişi vardı. Küçük parmaklıklı pencerelerden sokaklar, parklar ve insanlar görünmüyordu. Hiçbir şey görmese bile dışarıda olduğunu bilmek onu keyiflendirmeye yetiyordu. Savcı ve hâkimleri, mübaşirleri ya da kâtipleri düşünmek istemiyordu. Şu anda kutu gibi kapalı bir yerde olsa bile yollar arabanın tekerlekleri altından akıyordu. Köprülerden geçiyor, sokakları dolaşıyor ve trafik lambalarında duruyordu. Dışarıda olmak ne güzeldi.

    Saat tam sekizde 6F numaralı belediye otobüsü tıka basa dolu geçti. Durakta bekleyenlerin sadece bir kaçı zar zor arka kapıdan içeri sığmayı başardılar. Otobüs kartları elden ele geçirilerek şoför mahallindeki cihaza dıtlatılıp geri gönderildi. Otobüs kartları elden ele geçirilirken omzuna çantasını asmış ayakta bekleyen uzun çizmeli kız kulaklığı ile yine müzik dinliyordu. "Bunu ileri uzatır mısın?" diyen yolcuları duymadı. Yol boyunca sıkış tepiş otobüste Heykel'e kadar gidip zorunlu kalmadığı sürece kimse ile göz temasında bile bulunmadı. Uzun, dalgalı saçlarıyla yol buyanca oynayıp durdu. Ellerini bağlasalar, saçlarına dokunamasa kim bilir neler olurdu?
    Sonraki otobüse zorlukla binip Altıparmak'taki iş yerime ulaştığımda artık saat sekiz buçuğu çoktan geçmişti. Kapıdan içeri adımımı atar atmaz şefimiz Kel Tarık ile göz göze geldim. Niye geç kaldın diye soracağından adım gibi emindim. Sormadı. "Bu gün çalışamıyoruz. Dün geceden beri bu sokakta elektrikler kesikmiş. Akşama kadar da gelmez."dedi. Utanmasam sevinçten adamın kel kafasından öpecektim. İş yerindekiler söyledi. Akşamki yağmurda mahalledeki trafo patlamış. Ne güzel olmuş. Şirketin binanın arka kısmında küçük bir jenarötörü vardı. Sadece aydınlatma sağlayabiliyordu. Bilgisayarları çalıştırmaya yeterli olmuyordu. Zaten elektrikler yüzünden internet bağlantısı da sürekli gidip geliyormuş. Yaşasın trafoyu patlatan yağmur, yaşasın gidip gelen internet bağlantısı.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      GENÇLİK, AŞK ve YUMURTA ÇEŞİTLEMESİ

    Geçen cumartesi günü Dr. Ergon Mengi, 82 yıllık yaşamından ve ve 60 yılı aşkın mesleki deneyimlerinden yola çıkarak bizlere "Aşk Nedir, Ne Değildir?" konulu bir konferans verdi.

    Konferansın sunucusu olduğum için hafta boyunca Dr. Mengi'nin "Badem Ağacı" adını verdiği anı kitabını evire çevire okudum. Kitabı okurken sık sık Arjantinli şair, düşünür, Jorges Luis Borges'in:

    Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
    İkincisinde daha çok hata yapardım.

    dizeleriyle başlayan Anlar şiirini anımsadım.

    Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
    Anlar, sadece anlar, siz de "an"ı yaşayın.

    Geçenlerde fakültede öğrencilerimle konuşurken "hayatı ayaküstü yaşamak" tan söz etmiş, çocuk, çocukluğunu, genç gençliğini, yetişkin yetişkinliğini, yaşlı da yaşlılığını "farkına vararak, duyumsayarak, haz alarak" yaşayabilmeli. Asıl olan ömrümüzün uzunluğu değil, bizim kılınmış anların çokluğu, demiştim.

    Onlar da haklı olarak, dayatmalardan söz etmişlerdi.

    Öylesine yoğun bir koşuşturmaca içindeyiz ki bırakın günleri, mevsimlerin bile değiştiğini televizyon haberlerinden öğreniyoruz. Bir tomurcuğun goncaya, goncanın çiçeğe dönüşünü izleyecek vaktimiz yok. İnanılmaz bir bilgi bombardımanı altındayız. Bir bilgiyi hazmetmeden yeni bilgiler doluşuyor dünyamıza. Bir telefonu, bir bilgisayar programını kullanmayı henüz sindiremeden yeni teknolojiler sarıyor çevremizi. Bilgiye yetişelim derken, bilmekten, yaşamaktan doğan hazzı unutuyor; makineleşiyoruz. Oysa haz, bizi biz yapan en güzel duygulardan biri.

    Dr. Mengi'nin söyleşinin sonunda söz alan gençlerden birine, orta yaşlı bir bayan, aşkın tanımını yapar mısın, diye sordu. Bayana, "Niye tanımını istiyorsunuz?" diye soramadım. Çünkü her tanımın "sınırlama" , "dayatma" içerdiğini anlatmaya çalışmam gerekecekti.

    Biliriz ki her sınırlamanın özünde ötekileştirme ve dışlama kavramları vardır:

    "Biz ve öteki."

    Şimdiki gençler, romantizmi bilmiyor.

    Şimdiki gençler, günübirlik ilişkileri tercih ediyor…

    Şimdiki gençler, üretmeyi değil tüketmeyi iyi biliyor…

    Derken aklıma politikacılara yumurta atan gençlere koca koca adamların söyledikleri geliyor:

    Biz de protesto ediyorduk; ama biz yaratıcıydık, daha kaliteli protesto ediyorduk… Neredeyse gençlere protesto etme şablonu verecekler…

    Borges, "…daha çok hata yapardım." derken ne kadar da haklı değil mi? Biz çocuklarımızın, gençlerimizin hata yaparak öğrenmelerine, bile izin vermiyoruz. İstiyoruz ki bizim doğrularımızı olduğu gibi kabul etsinler: Parklarda öpüşmesinler, sokakta kol kola girmesinler…Aşkı bizim gibi salya sümük yaşasınlar… Polis kendilerini coplasın, tekmelesin; ama protesto için politikacılara yumurta atmasınlar.

    Her kuşak aşkı kendi değer yargılarıyla yaşar, protestosunu kendi değer yargılarıyla yapar. Yumurta, o politikacıların onların gençliğinde öğrenci evlerinin vazgeçilmez gıdasıydı; amenna…Şimdi gençler ayaküstü tıkınma evlerinde kumpir yiyorlar, kumpirin içinde konan şeylerin arasında yumurta olup olmadığının farkında bile değiller.

    PISA (Öğrenci müktesebatının uluslararası izleme programı) 2010 Matematik ve Fen Bilgisi becerileri ve kazanımları değerlendirmesinde 35 OECD ülkesi arasında 33. olmuşuz. Önceki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik "Siz arpa ekip buğday biçme beklentisi içinde olamazsınız. Arpa ekerseniz, arpa biçersiniz… Müfredatımız tam devreye girdikten sonra, Türkiye esas başarı skalasında yerini alacak. Ben 2006 PISA programından da ekstra bir başarı beklemiyorum." demişti. Yıl 2010. Sonuçlar ortada; Gazetelerden birinde görebildim haberi. Bursaspor'un Avrupa Şampiyonlar Liginde sonuncu olması nedeniyle karalar bağlayan medya, eğitimde nal toplamamızın haberini bile yapmıyor.

    Sözün özü, gençlerin nasıl yaşayacaklarının, inanacaklarının, sevişeceklerinin, düşüneceklerinin; nasıl protesto edeceklerinin sınırlarını sıkı sıkıya saptayan eğitim ve demokrasi olmasa Wikileaks'i Balıkesir kestanesi, Burhan Kuzu'yu tiyatrocu ya da Süheyl Batum'un eşi olarak anlatan vatandaşların oylarıyla iktidarda saltanat sürebilmek mümkün olabilir mi hiç!

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      ZORLU YOLCULUK

    Tam ikramlar dağıtılıyordu, titrek bir ses duyuldu: "Arıza arıza! Kemerlerinizi bağlayın."

    Bir an hostese baktık, yan koltuktakilerle birbirimize bakıştık; herkesi bir korku sarmış. Sağa sola yatan uçak, büyük gürültüyle düştü. Sol kolumda şiddetli bir ağrı, hatta acı. Ama hissettiğime göre yaşıyordum, şanslıydım…

    ...

    Uzun otobüs yolculuklarını çok severim. Gazeteler, dergiler, kitaplar bulundurulur; kitaptan birkaç sayfa okur, dergiye, gazetelere geçer ilginç bulduğunuz haberleri, makaleleri okursunuz. Sonra biraz kestirirsiniz. Uyur uyanır, bir şeyler atıştırırsınız. Camdan köyleri, kentleri doğayı seyredersiniz. Gecesi ise daha değişik bir keyif verir. Örneğin, sekiz on saatlik bir yere iş gereği yapılan olağan bir yolculuğun tadına doyamazsınız.

    Bunlar yolculuğun keyifli yanları. Ancak, kimi olumsuzlukların yaşanmaması koşuluyla. Hani elektronik aygıtlarda, üzerinde volüme yazan bir düğme vardır ya, o düğme sesi açıp kapamak, azaltıp çoğaltmak içindir. İşte, o ses düğmesi arızalı bir yol arkadaşınızın olmaması gerekiyor. Bu düğmenin sağlığı, yolculuk keyfinizin olmazsaolmazı.

    Böyle düğmesi arızalı kişiler, usulca söylenmesi gerekeni de, yalnızca düşünülmesi gerekeni de, başkasını ilgilendireni de ilgilendirmeyeni de bağıra bağıra anlatırlar. Hatta, anlattıkları gereksiz şeylerin can kulağıyla dinlenmemesine çok fazla üzülürler, sinirlenirler.



    İzmir garajında, saat yirmi on beş otobüsündeyim. Otobüs kalkmak üzere. Yanımdaki koltuk hala boş. Ben cam kıyısındayım. Yol arkadaşım, şöyle okumayı, uyumayı seven biri olsun, diye geçiyor içimden. Önceki gece uyku tutmadığı için, çeneli birine de hiç katlanamam.

    Son dakikada, benden üç beş yıl önce doğmuş görünümlü biri, soluk soluğa gelip, yanıma oturdu:
    - Selamünaleyküm.
    - Aleykümselam.
    Birkaç nezaket tümcesi daha, sanırım yeter… Gerisi rahat bir yolculuk.



    On beş yirmi dakika başka bir şey konuşmayan yol arkadaşım sessiz biri gibi duruyordu, oysa yorgunluktanmış, dinleniyormuş. Dinlenme ve ısınma döneminden sonra ne denli hoşsohbet, hatta hoşuna da gerek yok, yalnızca sohbet olduğu, onun da açılımını yaparsak yalnızca "çene" olduğu anlaşılıyordu.

    Başladı, anlatıyor. Susacak gibi de değil. Dakikalar ilerledikçe üstümde bir ağırlık; adam sanki ninni söylüyor. Her iki göz kapağımın üstüne de birer şişman adam oturmuş. Önceki geceden kalan uykusuzluğumdan yararlanıp keyif çatıyorlar. Çabala çabala, başaramıyorum; adamlar kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Arada bir sendeleyip kendime geliyorum; adamlar serpilip gidiyorlar. Ama başım koltuğun arkalığına değerken, zıplayıp yine çıkıyorlar.
    Uyur uyanık anladığım kadarıyla, çiftçi bir aileden. Çiftçilikte hiç bir şey para etmez olunca kente göç etmişler. Köydeyken çok varlıklılarmış. Atadan zengin. Zamanında paraya para demeyen kişilerden. Hatta bunu açık açık söylüyor: "Benim tarlalarım dokuz köpeği doyurur!" dermiş, babası. "Hatta o yüzden okula bile yollamadı" diyor. Kim sahip çıkacakmış onca mala mülke? Kim yiyecekmiş onca nimeti?



    Öyle tekrar tekrar, ballandıra ballandıra anlatıyor ki, uyku aralarında bile bir şeyler anlayabiliyorum. Anlattıkça, benim "Bal yemeyeceğim" dercesine isyan edip kapanan gözlerim karşılık vermeme engel oluyor.

    Ama onun susmaya hiç mi hiç niyeti yok. Arada, ilgilenmediğimi göstermek için, gözlerimi yumup ona dönüyorum, "Bak işte seni dinlemiyorum, boşuna anlatıyorsun" demeye çalışıyorum. Nerde, bu garip halim hiç ilgisini çekmiyor. Artık başına silah dayanmış gibi onu dinliyorum. Anlattıklarının benim mutlaka bilmem gereken şeyler olduğunu düşünüyor olmalı; sıradan bir insanın saygısızlık sayacağı davranışlar onu hiç etkilemiyor. Hatta o denli etkilemiyor ki, bir anlık kendimden geçişlerimi fark edip "Sen beni dinlemiyor musun?" der gibi eğilip yüzüme bakıyor. Yarı açık gözlerimin içine içine, az önce söylediklerini, sesini daha da yükselterek yineliyor. Bununla da dinlediğimden emin olmazsa işaret parmağı ile dürtüyor. O da olmadı, koluma bir çimdik atıyor. İyice uykuya daldığımda "Uyan saygısız herif!" der gibi, kolumu burkuşturduğu bile oluyor.

    Peki bu adamın hiç soluklandığı olmuyor mu, diyeceksiniz. Arada üç beş dakika oluyor tabi; ama ben tam "Tamam anlatacakları bitti. Artık rahatça uyuyabilirim" dediğim anda, sanki sözlerine karşı çıkmışım, hatta saçma bir laf etmişim gibi "Enkölü demeee!" diye tepki gösterip kaldığı yerden devam ediyor.

    ...

    Beş altı saat uyuma umuduyla başladığım gece yolculuğunda, uykuda geçen sürem taş çatlasa yarım saat. Bu da dalışımla çimdiklenmem arasında geçen anların genel toplamı.

    Sözlerine hiç bir karşılık vermediğim halde, nasıl oluyor da o kadar yanıtı bulabiliyor, şaşırıyorum.



    Ankara'ya gidiş sebebi, ortanca oğlunun askerliği. Oğlunun, komutanı ile arası pek iyi değilmiş. Bir ara kolumdan bir parça kopmuş gibi acıyla irkildiğimde onu anlatıyordu. Ne anlayışsız, ne vicdansın bir adammış o öyle. Hiç rahat bırakmazmış, hatta uyku bile uyutmazmış oğluna. Çimdiğin acısıyla, "Umarım komutanın tayini filan çıkmamıştır da, seni de bir güzel çimdikler" diyesim geliyor.
    O anlatıyor:
    - Büyük oğlanın sorunu da büyük.

    Komşunun kızı ile anlaşıyormuş. Kızın ailesini beğenmiyor bizimki, biraz yeğni buluyor. "O ailenin şarşorluğu bizim aile terbiyemize, ahlakımıza uymaz" diyor. İçimden "Nedenmiş o?" dediğimi de duymuş gibi, örnek veriyor: Babası kıza "Yemek hazır mı?" demiş de, kız dilini çıkarıp "Böö!" yapmış. "Al işte" diyor. Yine yüzüme eğiliyor: "Böyle gelin bizim kariyerimize yakışır mı muhterem?" Çenesi iyice açılmasın, diye yanıt vermiyorum.

    İçimden "İnşallah sana "Böö!" yaparken eliyle de "Al al!" eden bir gelin düşer" diyorum yalnızca.



    Anlatcakları hiç bitmiyor dedim ya, karısı ile de sorunları var. İlle de babamdan kalan son tarlayı da satıp hacca gidecem" diye tutturuyormuş. Üstelik, öcü gibi örtünmüş, yüzünü gözünü kimseye göstermiyormuş. Bununla kalsa iyiymiş, eline ne geçerse götürüp birilerine teslim ediyormuş. "Bizi onlar kurtaracak, senin gibi şarapçılar, değil!" diye de hakaret ediyormuş.

    "Halbuki yılbaşından yılbaşına içiyorum" diyor. Şimdi de, uykusuzluğumu bir yana koyup, yol arkadaşımın derdine düştüm: "Be kadın, çocuklar büyüdü. Elde yok avuçta yok. Yedirme paramızı kimseye. Bu durumda hac da caiz değil; çok istiyorsan umreye git. Hem daha ucuz, hem bak, sosyete öyle yapıyor" de, diye kendisine destek vereceğim ama, olmaz. Bunu yaparsam değil Ankara'ya, gidilecek olsam, Kars'a kadar uyutmaz.

    ...

    Yolculuğun son birbuçuk saatine girmiş olmalıyız. Bundan sonra da uyuyamazsam yarınım zehir olur. Hayalet gibi dolaşırım Ankara sokaklarında.

    Bu arada yol arkadaşımın, üç beş dakikadır sesi çıkmıyor. İçimden, "Tabii o da insan, can taşıyor, uyuyacaktır" diye düşünürken, "Sen öyle san!" dercesine yeni bombasını patlatıverdi:
    - Yahu birader, ne olacak bizim kızın durumu?

    Tam her şeyi sınava girecek kadar öğrenmişken, bu son soru her şeyi altüst etti. Şaşkınlık içinde bu kez ben onun gözlerinin içine baktım. Günün selamlaşmadan sonra ikinci küme özcükleri döküldü dilimden:
    - Senin kızın da mı var?
    Sanki bilmem gerekiyormuş da bir kusur işlemişim gibi tepkili:
    - Olmaz mı amcası? Fatma var ya!
    Nerden bileyim! Dayımın kızı değil ki. Ama bu son darbede bütün kabahat Fatma'da. Ahh Fatma, senin doğduğun güne lanet olsun!
    Yolculuğun son dakikalarında uyumuşum. Ne kadar uyudum bilemiyorum. Bir el omzuma dokunup uyandırdı. "Geldik!" dedi.



    Sağıma soluma baktım, bir ben bir de görevli:
    - Uçak buraya mı düştü?
    Görevli, alaylı alaylı:
    - Evet, tam da bu noktaya düştü. Haydi sen de düş, işimize bakalım. Uçağı bakıma alacağız.
    Ben hala ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum:
    - Hani uçak düştüydü. Çok kayıp var mı? Ben de sol kolumdan yaralıyım sanırım, çok ağrıyor.
    Görevli önce şaka yaparken, sorular artınca sertleşmeye başladı:
    - Nedendir bilmem, bütün çenesi düşükler beni bulur. Pes!

    Mehmet Önder


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      GÜLEN DÜŞÜNCELER

    Çiçekler doğanın gülüşüdür, çiçeksiz insan kafayı üşütür.

    Mutluluğun formülü şudur: Ya dertleri zevk edineceksin ya da olacaksın kaçık. İyimser ol, sakın verme açık. Canın sıkılınca dolaşmaya çık.

    Eskiden cami kapısına çocuk bırakıyorlardı. Şimdi o çocuklar büyüdü, caminin kapısını çalıp götürüyorlar...

    Başımı sokacak bir ev buldum ama ayaklarım dışarıda kaldı...

    Çevreye hor bakan, güzelliğe zor bakar.

    Gülmeyen insanın karnı tok olsa bile ruhu açtır

    Gülmek herkes için en önemli bir ihtiyaçtır.

    Türkiye'de bir ileri gelenler vardır, bir de ileri gidenler: İleri gelenler ileri gidenleri hizaya sokmayı görev edinirler...

    Sigaranın dumanı, dindar olsa bile, çevreyi kirletenin yoktur imanı.

    Yoksa içinde ufacık da olsa bir umut, mutlu yaşamayı unut.

    Her yanı çiçeklerle donat ki olsun yaşamak bir sanat.

    Ne kadar çok tapılırsa paraya, o kadar çok duvar örülür insanlarla araya.

    Su gelir millendirir, etrafını göllendirir; aşk çok konuşanı dut yemiş bülbül yapar, dilsizi dillendirir. Aşkı, sevmeyi sevilmeyi günah ve ayıp sayanları da yerli yersiz söylendirir.

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.


     


     Kahveci : Seher Türker


    BÜYÜKANNE VE BÜYÜKBABALAR GÜNÜ

    Yalnız yaptıklarımızdan değil,
    yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
    Moliere

    Büyülü Gözlüğümü Çıkarınca Torunum Zeynep'in gittiği anaokulu Büyükanneler ve Büyükbabalar Günü'nde çocuklarla hazırladıkları çalışmaları göstermek, günün mana ve önemine dikkat çekmek için 10 Aralık 2010 tarihinde bizleri bir araya topladı. Çok güzel denebilecek, anlamlı bir zaman dilimi geçirdik. Aramızdaki iletişim arttı. Büyükanneler ve büyükbabalar tanıdım. Birçoğu başka illerden geldiklerini söylediler. Demek büyükanneler, büyükbabalarla torunlar arasındaki iletişim önemliymiş. Bu konuda düşünmemiz gerekir.

    Evli çiftlerin bir bebekle aileye dönüşmesinden sonra bebeğin yetişmesinde anne-babalar kadar etkisi olan büyükanne ve büyükbabaların gününün bu sene 25. yılı kutlanıyor. Büyükanne-Büyükbabalar Günü pek bilinmiyor. Diğer özel günler kadar öne çıkarılmadı.

    Belki de kutlama gününü tam olarak belirleyemedik. Konuyu yazmak için küçük bir tarama yaptım; kesin olan bir kutlama tarihi göremedim. Tarih, bize özgü olmalı… Aralık ayı uygun bence… Aralık ayının ikinci cuma günü olabilir. Tatil günü olmamalı, sadece anaokullarında değil ilköğretimde de kutlanmalı. Hemen hemen icat edilmiş bütün günlerin gereksiz, ticari olduğunu, kutlamaların bir yarar sağlamadığını düşünüyorum. Büyükanne ve büyükbaba Günü'nün kuşaklararası köprü kuracağı için faydalı olacağına inanıyorum.

    Çocukların, psikolojik gelişiminde; büyükanne ve büyükbabaların onların işlerine karışmasının gelişim üzerinde olumlu etki meydana getirdiğini, olumsuz etki meydana getirdiği, hiçbir etki meydana getirmediğini belirten sonuçlar çıkarmışlar. Bu sonuç gösteriyor ki konu her aile için değişebilir. Bir araştırmada; "aile büyüklerinin çocuğun kafasını karıştırıcı" olarak anlatılmış. Daha sonra, bakıcılar, komşular, mahalle esnafı da karıştırıcılar arasına dâhil edilmiş. Bu konu hakkında yorum yapmak istemiyorum ama kafa karıştırıcılara ilave edebilirim; televizyon, kafe! gazeteler, sokaktaki insan manzaraları, kitaplar, özellikle çocuk kitaplarında geçen konular ve içinde bulunan çelişkiler…

    Bir zamanlar, torunlarını kucağına alıp onlara masal anlatan büyükanneler, büyükbabalar vardı. Sık sık görüşülürdü. Büyükanneler ve büyükbabalar bir çocuğun ihtiyaç duyabileceği her şeye sahipti: yeteri kadar zaman ve sabır, koşulsuz sevgi, her konuda yol gösterecek bilgi ve tecrübe. Belki en önemlisi; anne-babalarlarıyla olan çatışma durumunda, tarafsız bir bölge oluştırmalarıydı. Sadece varlıkları ile değil yoklukları ile de bize bir şeyler öğrettiler; ölümü onlarla öğrendik mesela. Gerçek sevginin ölümden sonra bile devam edebileceğini de. Bilmemiz ve uygulamamız gereken bir çok gelenek ve göreneğimizi de farkında olmadan öğrenmişiz onlardan. Zaten kültür denilen de budur. Aile büyüklerinden kopuk yaşamak devamında kültürsüzlüğü ortaya çıkarmaya devam ediyor. Büyüklerinden uzak tutulan çocukların; kafalarını karıştıran, ruh sağlıklarına olumsuz etki eden her şeyden kurtulmalarını dilerim.

    Bu günün amaçları; büyükanne ve büyükbabaları onurlandırmak, onlara ve torunlarına, birbirlerine duydukları sevgiyi gösterme fırsatını tanımak, çocukların gözünde; büyükanneler ve büyükbabalardan alacakları enerji, aktarabilecekleri tecrübelerin, önderlik vasıflarının altını çizerek dikkat çekmek… Eskinin tersi; çocuklarla, anne baba arasında torunların köprü görevini almalarının önemli bir durum olduğunun da fark edilmesini dilerim.

    Bu gün ve her zaman güneşin altın tozları sizleri bulutsuz gökyüzü ile kucaklasın.

    Seher Türker


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


       10 Aralık - Dünya İnsan Hakları Günü

    Aralık ayının onuncu günü insanın insana yaptığı haksızlıkları bir daha hiç yapmaması için, insanlığın duvara asıp her gün okuması gereken, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin (IHEB) kabul edilişinin yıldönümü. Aralık 1948'den bugüne 60 yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen, Bildirgenin her maddesi, dünyanın bir yerlerinde hâlâ ihlal ediliyor.

    Bu önemli günde, hepsi İnsan Hakları açısından oldukça ironik olan ve geçmişte gerçekleşmiş birkaç olaya bakalım:

    - İnsan Hakları İhlal şampiyonluğuna aday Şili Diktatörü Augusto Pinochet 10 Aralık 2006 yılında, Dünya İnsan Hakları Günü'nde ölür.

    - 10 Aralık 1993 yılında, İnsan Hakları Günü'nde, adı Özgür Gündem olan bir gazetenin, İstanbul Kadırga'daki merkezi, güvenlik kuvvetleri tarafından basılır ve tüm çalışanları gözaltına alınır.

    - 10 Aralık 1988'de Türkiye'de ilk karaciğer nakli Hacettepe Üniversitesinden Prof. Dr. Mehmet Haberal tarafından gerçekleştirilir.

    - 10 Aralık 1988'de Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in veto ettiği öğrenci affı yasası Meclis'te tekrar kabul edilir. Yasa, üniversitelere türbanla girmeye izin veriyordu.

    Dünyada hakları elinden alınan sadece insanlar, halklar değil. Çoğunlukla gördüğümüz durum bir devletin içindeki bir zümrenin, bir şekilde iktidarı ele geçirdiğinde, diğerinin yaşam alanını, haklarını kısıtlamasıdır. Benzer durum Devletler arasında da oluyor. Onlarca örnek olsa da en kemikleşmiş olanı Küba ve BD arasında yaşanandır.

    Ne olmuştur? 1959'da Fidel ve arkadaşları Devrim'i yapmış, sosyalizmi ilan etmiş, aynı yıl BD'den de ihlali yemişlerdir.

    IHEB, Madde-1'e göre "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler." Bu maddedeki insan sözcüğünün yerine "devlet" koyup yeniden okursanız, ihlalin daha birinci maddeden başladığı görülür.

    IHEB, Madde-11'e göre "Hiç kimse, işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez". Küba'lı 5'li olayını anımsayalım. Küba'lılara göre onlar 5 kahraman, BD'lere göre 5 suçludur. 1998'de, bizim için ironik bir tarihi güne işaret eden "12 Eylül"'de BD'de tutuklanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardır. İşleri, Miami'de yerleşik yaşayan Küba'lı, aşırı sağcı, karşı devrimci gruplardan ülkeleri Küba'ya yönelik plânlı saldırıların, henüz gerçekleşmeden önlenmesi adına istihbarat yapmaktır. Suçlarıysa, bu grupların faaliyetlerini izlemek ve ülkelerine bilgi vermek. Bu beş adam, hiç kimseye zarar vermemiş, işkence yapmamış, kimsenin toprağını ya da evini işgal etmemiş, şiddet kullanmamıştı. Yalnızca ama yalnızca, ülkelerine, bir başka ülkeden yapılan saldırılar henüz oluşmadan bilgi toplamaya çalışmışlardı. Dolayısıyla içinde bulundukları durum, IHEB'ne göre haksızcadır. Dava tutanağına göre "ABD karşıtı çalışmalarda bulunmak, ABD askeri üslerini gözetlemek ve ulusal güvenliği tehdit etmek"le suçlanmışlar. Savunmalarında BD'le bir alıp veremedikleri olmadığını, ülkelerine zarar veren terörist faaliyetleri izleyip ülkelerine haber verdiklerini söylemişlerdir. Yani aslında, BD hükümetince yapılması gerekeni yapmışlardır.

    BD, "gerekli gördüğünde", üstelik kendi doktrini olan "önleyici saldırı" kapsamında daha suç oluşmadan gidip bir ülkenin tepesine çökerken, sadece bilgi toplamaya çalışan 5 vatansever hak hukuk demeden alıkoyuluyor.

    Örnekleri yazmaya kalksak bitmez!

    İngiltere'de 1215'de, Magna Karta ile başlayan, BD'deki Bağımsızlık Bildirgesi ile devam eden, 1789 Fransız Devrim'i sonrası daha çok ayakları yere basan insan hakları mücadelesi, neredeyse 800 yıl sonra bile devam ediyorsa, insanın insana zulmü öyle hemen bitecek gibi gözükmüyor.

    Cüneyt Göksu
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Kahveci : Deniz Marmasan


       Sokakta, Yaralı.

    Ardında giyindiğim perdeler ardına kadar açık, güneşi görmek, ağaç yapraklarının birbirlerine meylettiğini izlemek için, mevsime varıp, mevsimden doğmak için. O inanmazken, mevsime sarılıp, tenimden akıtmak için yeşili ve yıkamak için saçlarımı maviyle.. İsmimi doyurmak, ismimden taşmak için.

    Hayal kırıklığı yaratan tüm yüklerimi bırakmak istiyorum terk edilmiş garlara, umut vermek, umut olmak. Tapılacak kadın ya da nefret imgesi olmaktan çok, olduğum gibi, sorulardan uzakta, sorgulardan vazgeçerek, öyle sen, öyle ben yaşamak istiyorum..

    Bir yerlerde unuttuğum, bir zamanlar herkesin yakasına iliştirdiğim güven broşunu arıyorum nicedir. Durmuyor kimsenin tebessümünde, parlamıyor kıyafetlerde. Oysa ben parkalarında hayat nefesinin ne de ılıklıkla verirdim kalbimden oluk oluk. Nerede yarıda bıraktık biz bu hikâyeyi, niye böyle yalnızlaşıyoruz günden güne, neden bir yanımız hep ayazlarda nöbetçi... Kavuşmuyor akşamlar, dudaklarımızın susamışlığını martı kanadından damlayan deniz suyu geçirmiyor. Denizken, denizleri özlüyor kıyılarım. Kıyılarımda beklediğim düşleri, cebinde dizeler arasında taşıyanlara özlemim.

    İçimin yaprak kımıldamayan günleri mi sıyırıyor tenimi, bu acı niye. Kan oturan dizlerim çocukluğumun oyun parkı gecelerinden miras.

    O, ilk odayı hatırlıyorum biraz. Koşarak çıktığım, ilk küpemi giyinerek. Ben küpesiz güzel olmuyorum çocuk. Ve son odayı da; asla çıkmak istemediğim... Orada şimdi kim uyuyor bilmiyorum, artık ismi D ile başlayan kadınları sevemiyorum. Hayata her gün kendinden vazgeçme diyerek uyanıyorum. Ben şehrime küsüp de bavullara yalnızlığımı doldururken, sen hep çalıyorsun. İsmi İ ile başlayan şehirleri, D ile başlayan kadınları ve saatleri; dört haneli sayılarla, belki üç. Ama üç benim çocuk, çünkü dengeyi kuramadığım ömrüme lazım, sen zaten çifter çifter yaşıyorsun, çifter çifter çalıyorsun, benim hep bir yanım eksik.

    Kaç sınav, kaç mevsim dönümü, kaç özel gün geçirdik bilmiyorum. Her şeyi temizlemek istiyorum kalbimin temmuz yanından, ancak bazalar ardında bir çantaya doldurabiliyorum uykulu düşlerimizden kalma pijamayı, merak ettiğim bir şehrin gecesinden getirdiğin o rengi boynuma karışan taşları, ve geriye kalıp hiçbir şey olmaya yüz tutan her şeyi.

    Soracak sorum yok, sadece bileklerim ağrıyor, belki de bir tokat atarak akıtmalıyım bu sızıyı siyah gözlerine, hayatın seviştiğim odalarda varlığıma attığına benzer.

    Bu caddelerde kimlerle yürüdüğümü düşününce, önünden koşmam ve zaten yürüyemeyen insanların küfürlerine yapışarak düşmem daha iyiydi belki. Ne için, kimin için bunca kan. İnandığım her barışı, bütün ütopyalarımı yaktığın kibritlerle bir bir yok ederken ben hala inanıyordum temiz yerlerinin kaldığına. Oysa dünya sana dokunmuyordu benim düşlerimde, barışımı da çaldın, ve inancımı yarına, başka türlü, sevebilen insanlara.
    Beni böyle yalnız, böyle imlâmı bile bozamıyorken, dudaklarıma küfür bile değdiremez halde nasıl bıraktın. Nasıl şehirsiz. Ve nasıl kadın yanımı acıtarak. Çocuk yanımı inançsız bırakarak. Bir tek mevsimler var ceplerimde, gücünün yetmediği. Başka da hiç kimsem, hiçbir şeyim yok işte, mucizem bile yok artık. Bütün sevgilerimi çürüten bir suskunlukla kaldım.

    Kaç ay oldu saymadım, iki mi üç mü bu şehirde başlayalı günlere.. Sahiplik eklerinden kurtaramadığım hayatımı örümcek ağı gibi sardı benim dediklerin, nefes aldığım şehir senin, kaçtığım şehirde sesin. Unuttun mu her gece lanetler yağdırdığın özgürlük tutkumu. Niye öldürdün beni bu esaretle, niye her şeyi ucuz bir politikacı edasıyla sürdürmeye çalışıyorsun. Yak artık yazdıklarımı, en çok onları yok et, bırak, küllerini de olsa..; rüzgâr getirir, belki yarın yeniden inanarak uyanırım güne..

    Ne de güçsüzüm, ne yenik ve kelimesiz. Harcayamadığım her şey için özür dilerim, harcayamadığın her şey için üzgünüm, bir şey bulabiliyorsan, cebinde boşluklar... Sokakları aşmam için bir şey vermiştin, bir onunla aştım sonra da yok ettim, gerisi için ölümünü beklemek istemiyorum, en azından her gün iyi olduğunu düşünerek avuturken hayatı, beni bundan kurtarabilirsin, lütfen zihnimden varlığını yok et, yalvarıyorum.

    Deniz Marmasan
    denizmarmasan@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu


    MISIR

    Sharm El Sheikh (Şeyhin Sakalı) & Kahire & Nil

    Sharm El Sheikh

    Yakın dostlar bilir, 3 şey tutturamadım hayatımda.
    1) Avukat. Her biri beni üzdü. Ama parasını verip kurtuluyorsun.
    2) Eş tutturamadım. Her biri beni çok üzdü. Ne verirsen ver yine de kurtulamıyorsun. (eskilerden bahsediyorum)
    3) Mısır'da acenta. Ömrümü verdim yine de tutturamadım …

    Tutucuyumdur. Dünya üzerinde Amerika'dan Güney Afrika'ya, Hindistan'dan Patagonya'ya 20 seneyi aşkın ilişkide olduğum çok acenta vardır. Mısırlı meslektaşlarımızla ilişkilerime gelince; ilk çalışmada hepsi birer melek, mükemmel iş adamlarıdırlar. 2.sinde biraz gıdıklarlar, 3.te tırmalar, 4. çalışmada ise kazırlar. Henüz ulaşamadım ama sanırım 5'te de gömerler. Alıştım sisteme... Mısır'da her bir acenta ile sadece 2 kez çalışıyorum.

    Mısır destinasyonunda eskilerden sayılırım. 80'li, 90'lı yıllarda Klasik Mısır yani Kahire & Nil cruise turlarımız çok rağbette idi. 1995'de müşteri bu turdan sıkıldı. Biz de değişiklik yapalım düşüncesi ile Kızıldeniz yani Hurghada ve Sharm El Sheikh'e bir inceleme gezisi yaptık. Kızıldeniz'in Istanbul'a sadece 2 saatlik mesafesi, masmavi, tertemiz denizi, mükemmel tesisleri, Scuba Dalış, Çölde Safari, Denizaltı, Çölde Moto Safari (ATV), Go Kart, St Catherine Manastırı, Dahab, Nuwebia vs gibi ekstra turları, ve Casinoları, sınır tanımayan gece hayatı, tertemiz sokakları, ucuz alışveriş imkanları, yüzlerce restaurant alternatifi ile Türk turistlerinin vazgeçilemez destinasyonlarından biri olacağına inandım. İlk charter uçuşumuzu da aynı yıl gerçekleştirdim.
    Ancak tüm bu özelliklere ve güzelliklere karşın Türkiye'den yüzlerce ülkeye yapılan turlarda seyahat acentalarını en zorlayan destinasyon yine Mısır oldu. Türk turisti de zaman zaman "elde olmayan! sebeplerden dolayı" burada sıkıntı yaşadı, yaşıyor. Hani nasıl Kastamonu'da uyarı levhası vardır; "Dikkat; Ayı Çıkabülür, Taş Düşebülür". Mısır'a tatile gidenlere de, acentalara da aşağıdaki uyarıları yapmakta fayda görüyorum. İş için Mısır'a gidenlere ise Allah selamet versin!.

    Dikkat;

    • Ör. Uçak şirketiyle sabah saatlerine anlaşma yaparsın, uçak akşam olarak değişebilir.
    • Oteller mutlaka değişir.
    • Kontrat yaparsın, maç oynanırken yani satışın ortasında kurallar senin aleyhine değişebilir.
    • Taksimetre yoktur. Taksiciyle 40 Paund'a pazarlık yaparsın. Yolun ortasında "aaa uzakmış 60 paund oldu" der veya 3 kişiysen inerken 120 Paund ister. Neden? dersin. 40 X 3kişi=120 yapar der.
    • Arabaların %50 si gece farlarını yakmaz.
    • Mısır'da Kola istersin Fanta gelebilir. Garsona bu ne? dersin. Ya bunu istedin der ya da iç işte! der. v.s.

    Ancak tüm bu şikayetlere rağmen Mısır İtalya ve Fransa'dan sonra Türkler tarafından çok sevilen, üst üste birkaç kez ziyaret edilen ülkedir.

    Sizlerin de ilgisini çekebilecek bazı notlar;

    • Kanımca her dört kişiden birinin adı "Muhammed". Restoranda bu ismi seslenin, birkaç garson size doğru yönelecektir.
    • Tüm dükkanlar da Türk olduğunuzu anladıklarında "Hasan Şaş, Yavaş Yavaş" tekerlemesini söyleyeceklerdir. Esnafın bir kısmı sebebini de bilmez, ama bu cümle bir seks filminden alıntıdır. Hasan Şaş adlı jön! acele edince bu dialog ortaya çıkar.
    • Bazı erkeklerin alnının ortası mor. Sorarsanız, ya size kendisinin peygamber soyundan geldiğini söyleyecek ya da "secdeye sık varmaktan" alnının morardığını. Ancak Kahire'de kapalıçarşısı Khan el-Khalili'nin tezgahlarında çok sayıda "plastik çekiç" görürsünüz. Sorduğunuzda çekici alınlarına vurarak size kullanım amacını gösterirler.
    • Biz, Herşey Dahil sistemi dursun mu kalksın mı? diye tartışa duralım, Mısırlılar aynı otelde HD sistemini bileklikleri ayrı renkler kullanarak 7'ye ayırmışlar. Standart HD'den başlayarak soft, hard, silver, gold, ultra, platin HD olarak gidiyor. Standart HD'de sadece yemek ve soft içecek dahil, Platinde her şeyin lüksü, ithali, ayrı plajı, özel aşçısı ve odaya servisi var. Ben bu sistemi Tayland'da hayal etmişimdir. Ama platin halini… Not: Türkler Mısırda çözümü bulmuş. Her Türk'ün platin bir arkadaşı var.
    • Otel animatörleri çok yönlü kişiler. Sabah resepsiyon da giriş işlemlerine yardım eden animatörü, öğlen yemek servisinde, ardından havuzda veya plajda animasyon yaparken, akşam ise sahnede alev yutup, camda yürürken görebilirsiniz.
    • Bazı animatörler fütursuzca laubali. Bir vukuatı gözlemledim; Animatör, Türk çifte bir şeyler anlatıyor, ancak el-kol rahat durmuyor ve kadın ile diğer turistlere yaptığı gibi omuza, bele dokunarak konuşuyor. Kocası animatöre kibarca elini çeker misin? diyor. Ancak animatör devam ediyor. 2.kez uyarıyor. Tabi ses tonu farklı. 3.de ise animatör gözünün üstüne yumruğu yiyor.

    Güzel notlarımız da var;

    • Ör. Denizin altındaki 1800 canlının 1300'ü Kızıldeniz'de yaşar
    • Kızıldeniz'de 12 ay denize girilir.
    • Yurtdışında ki en ucuz deniz-kum-güneş destinasyonudur.
    • İstanbul'dan uçak ile sadece 2 saatte Kızıldeniz'e ulaşılır.
    • Vize kolaylığı vardır. Kapıda bile vize alınabilir
    • Hıristiyan dükkan sahipleri dükkanlarını İsa heykelleri ve resimleri ile süsleyebiliyorlar. Hiçbir problemleri yok.
    • Alışveriş stresli ama ucuz.
    • Yemekleri damak tadımıza uygun.
    • Kumarhaneler var.
    • Ve tarihleri eşsiz, büyüleyici...

    Tavsiyelerimiz de var;

    • Mısır'a önceden sinirlerinizi çektirip gidin. Unutmayın!. Paris'e gitmiyorsunuz. Uçak gecikebilir, havaalanından 4 saatte çıkabilir, oteliniz değişebilir, otobüs ve rehber bir-iki saat geç gelir (gelebilir demedim). Sebep mi? O ne ki?
    • Otelleri bizim gerçek 5* Antalya otelleri ile kıyaslamayın.
    • En az 3 satıcıdan sadece fiyat alın. Sonra 4.sü ile gerçek pazarlığa girişin. Halen de arkadaşınızın aldığı fiyatları duyunca kendinizi aldatılmış hissedebilirsiniz. Unutmayın, Mısır'da son fiyat dükkandan çıkarken eşikte verilen fiyattır.
    • Sarışınsanız veya genç ve güzel bir kadınsanız dükkanlara yalnız girmeyin. Deve de teklif ederler altın da. Direkt taciz olmaz. Ancak dokunarak konuşurlar. Erkeklere bile.
    • Esnaf mutlaka size soracaktır "Where are you from?" Türk'üm dediğinizde hemen Hasan Şaş Yavaş Yavaş diyecekler, ellerini uzatıp tokalaşmak isteyecekler. Ya buna alışın ya da dükkanlardan uzak yürüyüp, hedefi gördüğünüzde diklemesine dalış yapın.
    • Giyim tarzımıza bakıp bazen Türklere sei italiano? yani İtalyan mısın diye sorarlar. Hasan Şaş esprisinden bıkıp "yes" diyen Türkleri de gördüm.:))
    • Snorkel'siz Kızıldeniz'e gitmeyin. Tüm kıyı şeridi Mercan kayalıkları ile dolu. Birçok otelde derin denize ulaşmak için uzun plastik veya ahşap iskeleler var. Mercan kayalıkları bitiminde rengarenk balıklarla birlikte akvaryum tadındaki denize girebilir, onlarla dans edebilirsiniz. Hatta yunuslarla bile. Dikkat edin; balıkları avlamak, beslemek, mercanları koparmak, yurtdışına çıkarmak kesinlikle yasaktır. Hapis cezası var.
    • Dönüşünüzde odanızda, hatta havaalanında X-Ray'de hiçbir eşyanızı unutmayın. 5 dakika sonra bile geri dönseniz eşyanızı bulma şansınız çok zayıf. Canım fotoğraf makinem uçtu gitti. Resimler de. Ne ilk'im ne de tek.
    • Genel kanının aksine yaz ayları bunaltıcı değildir. Sıcaklık ortalaması Antalya ile aynı olan Sharm, çöl iklimi nedeni ile çok düşük nem oranı ve rüzgarlı havası ile yaz aylarında da rahat bir tatil imkanı sunar.
    • Deniz derin dalgalardan dolayı sizi açığa çeker. Cankurtarana güvenmeyin. Başımıza geldi, boğuluyorsunuz, imdat istiyorsunuz, arkadaşı ile muhabbet eden cankurtaran "one minute(s)" diyor. Hocası kimse…
    • Yemekleri damak tadımıza uygun. Bünyesi çok hassas olanların ilk gün kaynamamış, kızartılmamış yemekler, salata ve çiğ sebze gibi yiyeceklerden uzak durmasında fayda var.

    Çifte rezervasyon Mısır'da hala büyük sorun. Biz de zamanında Antalya'da bu tür sorunlar yaşadık. Nedeni; uluslar arası kurallara göre oteller, olası iptallerde odaları boş kalmasın diye kapasitelerinin üzerinde (%120) rezervasyon yapabilirler. Yani yasaldır. Bu uygulama uçak şirketlerinde de var. Ancak uygulama pik sezon dediğimiz bayram, yılbaşı ve yaz dönemlerinde yapılırsa elbette sorun yaşanır. Ne yazık ki bazı Türk acentaları bu tatsızlığı defalarca yaşadılar. Garip olan ise; dışarıda kalanların sadece biz Türklerin olmasıdır. Bu konuda henüz ortak bir tavrımız olamadı ne yazık ki Mısır otel ve acentalarına.

    Mısırlılar tanıtım ve Turizm yatırımlarını teşvik konusunda gerçekten çok akıllı davranıyorlar. Kızıldeniz kıyılarını turizme açarken toprak tahsisi, vergi, elektrik v.s. indiriminin yanı sıra özellikle uluslararası otel zincirlerinin buralarda yer almasına önem verdiler. Başta Mısırlı milliyetçi unsurlar tarafından tepkiyle karşılanan bu uygulamanın ne kadar doğru olduğu zaman içerisinde anlaşıldı. Ne global kriz, ne de üç ayda bir patlayan bombalar, Turist otobüsü taramaları, ne tecavüzler ne de bazı Mısırlıların yabancılara ters gelen tutumları Mısır turizminin yükselmesini engelleyemedi. Milyarlarca dolarlık yatırımlarını beslemek zorunda olan Amerikalı, İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman ve İspanyol yatırımcılar ve yurtdışında Mısır için prim sistemi ile çalışan reklam ajansları, ne gazetelerde ne de diğer mecralarda Mısır aleyhine bir tek satır yazı çıkarttırmadılar, bir tek aleyhte söz söylettirmediler. Aksine; "Mummy" en çok seyredilen film, "Cleopatra" kitapları ise best seller oldu, piramitler önünde klip çeken sanatçılara da sponsor oldular.

    Devamı var...

    Cem Polatoğlu
    http://www.baracuda.com.tr


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    SAF

    ağacın köklerini saldığı topraktan
    suyun aktığı nehre kadar
    açtım kucağımı sana.

    güneş'in doğduğu yerden
    gölgesinin düştüğü yere kadar
    uzaklaşacağını bilmeden,

    bebek çığlığından,
    ana kucağına alana kadar
    sabırsızlandım;
    bekledim beni sevmeni.

    güneşe gölge düşüren
    bir yerde,
    kök salmış ağacın
    dalından akan sudaki
    bebek gibiydin
    atom bombasını attığın gün.

    murathan

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Ülkemizde cep telefon numaranızı değiştirmeden istediğiniz operatöre taşıyabiliyorsunuz. Evet gerçekten güzel bir uygulama ama, sizin görüşmek için aradığınız telefon numarası sizinkinden farklı bir operatörden hizmet alıyorsa, telefon görüşme ücretiniz tahmininizden yüksek gelebilir. Eğer arayacağınız telefon numarasının hangi operatörden hizmet aldığını öğrenmek istiyorsanız http://www.numaranitasi.gov.tr/PublicWebGUI/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Açıklamalar web sayfasında yazılı, kolay gelsin.

    Youtube ve benzeri sitelerden bulmuş olduğunuz bir video'yu mp3 olarak kaydetmek isterseniz http://www.video2mp3.net/ web sayfasını deneyebilirsiniz. Ses kalitesini kaybetmeden müzik kaydı yapabileceğiniz bu web sayfasını defalarca denedim ve sık kullanılanlar listenizde bulunması gerektiğine inanıyorum.

    http://www.doktorsitesi.com/ Doktorları hastalarla buluşturan sağlıklı bir site. Merak ettiğiniz rahatsızlıklar için bilgi araştırması yapabileceğiniz ve hatta sorular sorabileceğiniz başarılı bir çalışma olmuş. İster soru bankasını kontrol edin, ister arama yardımıyla konu başlıklarında araştırma yapın, bu da yetmezse kendi sorunuzu oluşturup, cevap verilmesini bekleyin. Şimdiden geçmiş olsun.

    Kaçırdığınız dizileri izlemek için http://diziport.com/ Bu web sitesinin diğer bir özelliği de sadece ülkemizde gösterimde olan dizileri değil, dünyaca popüler hale gelmiş olan dizileri de izlemenize olanak veriyor. Hem de Türkçe altyazılı olarak takip edebiliyorsunuz.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Aşkın Nur Yengi
    Ayrılmam Sarılırım Hayallere









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20101217.asp
    ISSN: 1303-8923
    17 Aralık 2010 - ©2002/23-kmarsiv.com