|
|
|
Editör'den : Mutlu Yıllar!.. |
Merhabalar,
Koca bir yılı daha devirdik. Hiç te kolay olmadı. Sorunlar bitmedi aksine büyüdükçe büyüdü, büyümeye de devam ediyor. Ama gelin yılın son gününde geçmişle hesaplaşmayı bir kenara bırakıp geleceğe umutla bakmayı deneyelim. En dibe vurup sıçrayacağımız günlerin geleceğine olan inancımızı kaybetmeyelim. Mutlu olmayı, sağlıklı yaşamayı, insan gibi gelire, hakka, hukuka sahip olmayı dileyelim. Gelin, 2010'u geride bırakıp, 2011'e sıkı sıkı sarılalım. Seneye görüşmek üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ZAMAN MEKAN, PATATES - SOĞAN 3 |
|
Saat tam dokuzda hükümet konağından bulvara inen sokaktaki kiralık araba bürosun kapısı içerden açıldı. Bir haftalık sakallarıyla Göbekli Rahmi büronun kapısını açıp duvardaki saate baktı. Düofonun düğmesine basıp çay ocağına seslendi. Elini yüzünde gezdirdi. Sakalları kaşınmaya başlamıştı. Artık birkaç dükkan ilerdeki berbere gidip kendine bir çeki düzen vermeliydi. Son günlerde her şey ters gitmeye başlamıştı. Kimse araba kiralamak istemiyordu. Borçlarını ödeyemiyordu. Bir de üstüne üstlük karısı ile kavga edip evden ayrılmıştı. Tam bir haftadır arkada bulunan mutfak kanepesinde yatıyordu. Ve tam bir haftadır sadece kendi karısından değil dünyadaki bütün kadınlardan nefret ediyordu. Sırf bu yüzden yıllardır izlediği kadın programlarını bile açmaz olmuştu. Yeter ki işler ters gitmesin. İlk tekmeyi önce karısından yiyordu. Yıllar önceki olayları pişirip pişirip yeniden gündeme getiriyor. Sudan bahanelerle basit bir tartışmayı kavgaya çeviriyor, sonra da dargınlık yaratıyordu. Ama bu kez kararlıydı. Kesinlikle o eve bir daha geri dönmeyecekti.
Meydandaki saat kulesi on kez çaldığında heykelin etrafındaki bütün güvercinler telaşla havalandı. Hayvanlar yıllardır her gün duydukları saat kulesinin sesine bir türlü alışamıyorlardı. Köşedeki pastaneye saat kulesinin vuruşları sona ermeden bir delikanlı girdi. Kendine bir porsiyon kıymalı ve peynirli börek ısmarladı. Yanında da bir fincan çay… Tam üç gündür bu pastaneye aynı saatte geliyordu. Sonra böreğini yiyor ve çayını içip bekliyordu. Pastaneye girip çıkanlara, yoldan geçenlere bakmadan tam yarım saatini böyle geçiriyordu. Sonra çantasından telefonun çıkarıp birini arıyordu. Telefonla konuşurken sürekli saçlarını karıştırıyor, yeniden düzeltiyor ve dudaklarını ısırıyordu. İşin iç yüzüne gelirsek bu gencin adı Gürkan'dı İnternetten tanıştığı Selma'yı görmek için Mersin'den kalkıp Bursa'ya gelmişti. Bunun için aylarca para biriktirmişti. Patronundan bir haftalık izin kopartabilmek için kırk tane yalan söyleyip kırk takla atmıştı. Üç gün önce bu kente gelip kentin göbeğindeki bu otele yerleşmişti. Selma ile internet aracılığı ile tam bir buçuk senedir yazışıyorlardı. Yaklaşık beş aydır da haftada bir iki kez telefonla görüşüyorlardı. Selma internette çok iyi bir kız iken telefonda her şeyden kıllanan biri oluyordu. Gürkan tam üç gündür kızın bu pastaneye gelmesini bekliyordu. Tam üç gündür Selma değişik mazeretle bu buluşmayı erteliyordu. Birinci gün çok yağmur yağdığı için Soğanlı'daki evlerini su basmıştı. İkinci gün çalıştığı anaokulu müdiresi izin vermemişti. Bu gün de büyük ihtimalle teyzesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılacaktı. İnternetten tanıştığı ve MSN'den aşık olduğu kızı görmek için Mersin'den gelen Gürkan bu pastaneye sadece randevu saatinde gelmiyordu. Gün içinde hatta akşamları bile gelip oturuyordu. Bu pastaneyi adres olarak verdiğine göre belki de Selma bu caddeden geçip evine gidiyordu. Belki buraya yakın bir yerde oturuyordu. Umut aşığın ekmeği….
Zurnacı Metin Bursa'daki Kamberler Mahallesindeki evinden saat tam onda çıktı. On gündür hiç iş çıkmamıştı. Her yıl kış gelince böyle olurdu. Sadece kış mevsimine denk gelen seçimlerde bu durum tamamen değişirdi. Akşam kahvede Davulcu Hüseyin "Yarın işe çıkıyoruz, sipsileri akşamdan suya bırak, yumuşasınlar " demişti. Zurnacı Metin işe giderken yanına iki tane zurna alırdı. Biri uzun, öteki kısa. Kısa zurnayı kapalı mekânlarda, uzunu açık alanlarda üflerdi. (Orta ve cura zurna) Metin kolunun altındaki siyah bez torbayla kahveden içeri girdiğinde saat onu biraz geçiyordu. Kahveci Pontik çay ocağında çamaşır suyuna akşamdan batırdığı bardakları yıkıyordu. Metin'in tahta zemindeki ayak seslerini duyunca kapıya baktı. Hınzırca sırıtarak "Hadi ulan yine iyisin. Keneyi kavurdunuz desene," diye Metin'e takıldı. "Keşke," dedi Metin. "Kısmet…" Asker uğurlamalarında kazanç belli olmazdı. Otobüs terminalinde öğleden sonra başlayıp gece yarısına kadar çalarlardı. Asker babalarının, akrabalarının gönlünden ne koparsa... Peşin paraya değil, bahşişine çalarlardı. Şimdi Bursa'daki bütün davulcular ve zurnacılar oraya üşüşürdü. Kalabalık olurlarsa bu işten kimse ekmek yiyemezdi.
Saat tam onda B 44 otobüsü Uludağ Üniversitesinden hareket etti. İzmir yolundaki ilk durakta otobüse kravatlı takım elbiseli orta yaşlı bir adam bindi. Giyimine bakılırsa ya okumuş biri yada varlıklı biri olmalıydı. Cüzdanını ceketinin cebinden çıkardı kart okuyucuya tuttu. Okuyucu alet kesintisiz bir zıtttt sesi ile yolcuyu uyardı. Bu kartın içinde hiç para kalmamıştı. Adam utanıp otobüsten geri inmeye çabalarken sürücü eliyle kal diye işaret etti. Ön kapının merdivenlerindeki adam yerine mıhlanmış gibi kaldı. Zaten otobüsten inse bile İzmir Yolu üzerinde kartına para yükleyebileceği bir merkez yoktu. (Yaşam yirmi dört saat hiç susmadan konuşur)
BÜTÜN KAHVE MOLASI OKUYUCULARININ VE DOSTLARININ YENİ YILI KUTLU OLSUN
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BODRUM MANDALİNASININ HALİ PÜRMELALİ |
|
Bodrum'un avlularına, yalı bahçelerine yaz kış yeşilliği veren narenciye ağaçları, bu mevsimde birden sarıdan turuncuya meyveyle donanıverir. Limon, greyfurt, bergamot, portakal ve en çok da mandalina kokuları evlerden sokaklara; bahçelerden denize, dağlara taşar.
Bodrum mandalinası kokusu kadar, tadıyla da kendine özgüdür. Çekirdeklidir; ama zarı satsumanınki gibi sert olmadığından ağzınızda lokum gibi erir.
Birçokları mandalinanın Bodrum'daki geçmişinin yüzyıllar öncesine gittiğini sanır, oysa 1940'ların ilk yarısında Bodrum'da mandalina ağacı sayısı yüzü bile bulmaz. Ortakent, Bitez ovalarında binlerce incir, badem ağacı vardır. Ancak bu ağaçlar yaşlıdır, üstelik incir para etmemektedir. 2. Dünya Savaşı sonrasında Kalimnoslu bir sığır tüccarının borcuna karşılık sattığı 1000 fidan burada mandalinacılığın hızla gelişmesini sağlar. Geçen zaman içinde de Bodrumlular, tarihsel, kültürel ve doğal zenginliklerine, mandalinayı da ekleyerek, bu meyveden iyi kazanç elde ederler.
1950'lerde bu ovaları mandalina fidanlarıyla buluşturan öncülerden biri de Ömer Aras'tır. O topraklarını 10 yıl içinde 4000 mandalina fidanıyla buluşturmuş, ömrünü neredeyse bu meyvaya adamıştır.
Bir süredir Ömer Aras Bey'in hayat hikâyesini yazıyorum. Onunla geçen yıl yaptığımız bir görüşmede aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:
- Ben 1950'den 2004'e dek çiftçilikten çok para kazandım. Çocuklarımı mandalina parasıyla en iyi okullarda okuttum. Ama son 5 yıldır hep zarar ediyorum. Yıllık masrafım 30 bin liradan az değil; ama son beş yılda 57.000 lira zararım var.
- Öyleyse bu işi zararına niye yapıyorsunuz?
- Kendi ellerimle diktim onları. Çocuğum onlar benim. Kim çocuğunu yola atar. Üstelik onlar bana meyvelerini veriyor. Mandalina para etmiyorsa suç mandalina ağaçlarının mı?
Bu "Mandalina para etmiyorsa suç mandalina ağaçlarının mı?" sözü uzun bir süre aklımdan çıkmamıştı.
Ömer Bey'in bahçeleri gezme teklifine nicedir olumlu yanıt veremiyordum. Bu pazar günü gidelim dedik. Ancak sabahleyin oğlu Erman yalnız gelince şaşırdım.
- Morali bozuk, dedi.
Bunun nedenini daha bahçeye girmeden anladım. Bahçenin zemini tonlarca mandalinayla halı gibi örtülmüştü. Daha bir hafta önce salkım saçak meyve dolu ağaçlar, meyvelerini toplayan olmayınca toprağa bırakıvermişti.
Ömer Bey'in bu yıl 120 ton dolayında rekolte beklediğini, bu ürünü elde edebilmek için yaptığı masrafı da biliyordum. Bir yıl uğraş didin, onca masraf et, ürün tarlada kalsın, olacak şey mi? Bu ülkede "Tarım öldü!" sözü ne kadar da doğru.
Yere serili mandalinaları, portakalları görünce Ferit Edgü'nün O - Hakkari'de Bir Mevsim romanındaki diyalogu anımsadım. Alaattin:
Hoca benim kardeş hasta, diyor.
Nesi var? diyorum.
Ateşi var, çok, diyor, ölecek.
İlaç vereyim mi diyorum
Hayır portakal ver, diyor.
Portakal yememiştir hiç."
Bu yıl, bu ülkede boğazından bir dilim mandalina geçmemiş kim bilir kaç insan vardır? Bu, son günlerin gözde sokak röportajcısı Osman Terkan için ilginç bir konu olmalı.
Türkiye'de bu yıl narenciye bahçelerde kaldı. Bunun nedeni ülkemizde gereğinden fazla narenciye üretilmesi midir? Sanmıyorum.
Elde edebildiğimiz veriye göre 2004 yılında 670, 2005 yılında 715 bin, 2006 yılında 791 bin ton mandalina üretmişiz. Bunun tümünü meyve olarak tüketecek olsak bile yılda kişi başına 11-12 kilo mandalina düşer. Kaldı ki, narenciye Türkiye'nin en önemli ihraç ürünlerinden biri. Aklımıza arka arkaya bir sürü soru geliyor.
Bu yıl ihracat yapılamamış mıdır?
Yapılamadıysa nedenleri nelerdir?
Devlet, bu engellerin aşılmasında hangi çalışmaları yapmıştır?
Hatay'dan Balıkesir'e tüm kıyılar mevcut iktidara oy vermediği için cezalandırılmakta mıdır?
Bu yörelerin aydınları, milletvekilleri bu felaketin farkında değil midir?
Medya bu afeti neden görmezden gelmektedir?
Bu ülke bir zamanlar tütün ihraç ederdi. Şimdi tütün ithal ediyor. Bir zamanlar kendimize yetecek şeker pancarımız, tahılımız, etimiz vardı. Şimdi şekerimiz Arjantin'den ABD'den, tahılımız Rusya'dan, etimiz Avustralya'dan Uruguay'dan geliyor.
Bir Akdeniz ülkesi olmamıza karşın birkaç yıl sonra narenciye ithal eden bir ülke durumuna düşersek kimse şaşırmamalıdır. Çünkü narenciyeci, 6 yıldır sürüp gelen bu ağır yükü daha fazla kaldıramaz.
"Yeşile kıymayın!" demek kolay. Hiç kimse, narenciye üreticisinden hem emeğini hem parasını vererek zarar ede ede yeşili korumasını bekleyemez. Akdeniz'den Ege'ye zümrüt yeşili bahçelerin sunduğu sağlığın keyfini sürebilmemiz için hiç kimse sesini çıkarmasa da çevrecilerin harekete geçmesi gerekmektedir.
Bu güzelim kıyılara bina yapmak için sıraya girmiş müteahhit çok. Başka yerleri bilmem ama Bodrum'da çok kısa zamanda binlerce narenciye ağacının söküleceğini ve yerlerine binalar dikileceğini söylemek asla bir kehanet değildir.
Mandalina üreticisinin hiç değilse bu yıl ayakta kalabilmesi için hükümetin, buraları afet bölgesi ilan etmesi gereklidir. Gelecek yıllar için yapılması gereken de bu meyvenin on iki ay tüketimini sağlayacak mandalina suyu fabrikalarının kurulmasını teşvik etmek olmalıdır.
Başbakanın dün grup toplantısındaki konuşmasını dinlerken kendi kendime ya ben rüyadayım,ya da başbakan diye düşündüm. Keşke rüyada olan ben olsaydım.
Efendiler, başbakanı bu kadar alkışlamayın. Siz alkışladıkça o, söylediklerini gerçek sanıyor. Hem ona yazık oluyor, hem bu ülkeye.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Çok şey mi istiyorum ? |
|
Şu doğduğum şehirden kaçıp gitmeyi; sabah trafiğinin zartı zurtu olmadan özgürce gaza basmayı; dandik dundik haberleri dinlemek zorunda olmadan kulağımda nostaljik melodilerle keyiflenmeyi; sabahın köründe köprü trafiğine çıkmanın telaşı olmadan kedi gibi gerine gerine uyanmayı; "Bugün kimbilir ne güzel sürprizlere gebe bir gün olacak" diye merak etmeyi; hatta bu merak işini hayalini kurduğum geniş bahçeli, tek katlı, ufak tefek bir evin verandasından çayımı yudumlar iken yapmak istiyorum.
Kahve Molası dostlarından birilerinin o gün telefon etmesini; hatta benim gibi işi gücü olmayan aylak birilerinin çat kapı bana uğramasını, eski lise günlerinde bisikletine atladığı gibi sırt çantası ile gelebilen Ferda'yı; "Ne haber lan ihtiyar ?" diye telefon eden CemEdi'yi; "Doğa yürüyüşü için gelmiştim, ne var ne yok ?" diyen hatta "Mehtap-Serpil kardeşleri de peşime taktım, beş dakika uğrasak mı ?" diyen Cüneyt'i; özel günlerde mesaj atmayı hiç aksatmayan Nihat'ın "Ağabey, bir çay için vaktin var mı ?" diyen mesajını görmeyi; Cadı Mehtap'ın "Gümüldür'e giderken sana uğramadan geçmek istemedim" demesini; Mikrop Altan ile Kainat Bilgini Tanju'nun da aynı arabada olduğunu sürpriz bir şekilde öğrenmek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum ?
İtalya'dan Ece'nin, birlikte saksı fidanıma halka atıp yarıştığımız kardeşi Ege'nin; Fransa'dan Suna'nın çocukları Mina Aylin ile Esma Duru'nun, Belçika'dan Ayşenur'un kızı Asya'nın, şu sıra nerede olduğunu bilmediğim Arap Bacı Beyhan'ın kızı Eva Selen'in, Fatma-Gültekin ortaklığından Duru'nun, Uyumsuz Uğur ile Tuğba konsorsiyumundan Çınar'ın o bahçede bizler sohbet ederken koşturmalarını istiyorum. Hatır şinas Leyla'yı, kadir şinas Işık'ı, Böcük Betül ve kardeşi Beyhan'ı, beni Hüsamettin olduğuna feci şekilde inandıran Baba İsmail'i ve pek sevgili kızları Özlem ile Zehra'yı, epeydir görmediğim Müge'yi, üç nokta Nedret'i ağırlamak istiyorum.
Çok şey mi istiyorum ?
Manevi Kızım Ebru'nun bebişinin "Dede" diye boynuma sarılmasını, Hikaye Fabrikatörü Seyfullah'ın hiç yazmadığı bir öyküsünü ilk kez kendi ağzından dinlemeyi, Gülseren'e Bursa'nın taşlarının gerçekten de ufak tefek olup olmadığını sormayı; Ras'ın rızasını almayı, ANur'un konu hakkında mümkün olabilen en kısa yorumunu ve Tubiş'in şimdilerde neler yaptığını öğrenmek istiyorum. Elif'den Fatma ile birlikte düet yapmasını, Falcı Nurettin'in yeni yıl için fallarını, Gülcan'ın şen şakrak kahkahalarını, Balıkçı Osman ile bahçede mangal yapıp birer kadeh içmeyi, unuttuğum isimler kaldıysa bile Doktor'um Nadide'm Seda'nın "Hafızan hala turp gibi Enişte'm" demesini istiyorum. Bu şehr-i Stanbul'u, hem doğduğum hem doyduğum yeri, pılımı pırtımı toplayarak en kısa sürede terketmek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum ?
Bahçemde kendi elleriyle domates toplayan Aydınlıkevler Lisesi dostlarımı da görmek istiyorum. Kahve Molası'ndan bisikletli kızın yanında tornetli Hatti'ci Fikret'i, Mimar'ım Haluk'u, Daire Başkanı'm Bülent'i, Uno'cu Muzaffer'i, Sınıf Başkanı'm Nihal'i, bisikletli kız Ferda'nın sıradaşı Emel'i, ablası Köfteci Şeyda'yı, meğerse teee ilkokuldan Zerrin'i, yaramazlık yaptığımızda kulaklarımızı çeken ablası Ayşe'yi de bahçemde görmek istiyorum. Her anın aile fotoğrafçısı Mustafa'yı, yılların eskitemediği genç insanlar Merih ve Fatma'yı, yaramazlıklarımı affeden diğerzade Melek'i, espri küpleri Emre ve Kemal'i, Mimar Haluk'umun voleybol takımı arkadaşı Sertaç'ı, onun ablası Seyven'i ve onun eşi Harun'u ve onun gitarından çıkan melodilerini de bahçemde zevkle dinlemek istiyorum. Pozitif insan Ümran'ı, dünya tatlısı Aydemir ve Tamara'yı, Hermine ve müthiş danslarıyla eşi Arman'ı, Osman Aga ve muhterem eşini, başını kaşımaya vakit bulamayıp e-mail sorunumu çözemeyen Moderatör Orhan'ı ve her zaman güleryüzlü eşini de bahçede ağırlamak istiyorum. Hatta; "Gerekirse; bir gemi de bu bahçeye çekeriz" diyebilen Ömer Kaptan'ı ve inanılmaz öykülerini dinlemek istiyorum. Belki de komşum olacak Hatice'nin bulacağı bir Urla yerleşkesinin mütevazi bir arsasında bütün bunları yaşamak istiyorum.
Çok şey mi istiyorum ?
Unuttuğum-unutmadığım, hatta tanışmadığım tüm insanlığa da; 2011 için sevgi, barış ve mutluluk dolu günler istiyorum.
Çok şey mi istiyorum ?
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan KÜÇÜK MENDERES HAVZASI'NDA TARİH VE DOĞA KATLİAMINA NEDEN HAYIR? |
|
Yukarıdaki soruyu önce biz kendimize sorduk. Yanıtlarını ararken çok çarpıcı gerçeklerle karşılaştık. Örneğin soluk alıp verdiğimiz bu coğrafyanın tarihte birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığını; ortak tarih ve kültür mirasının ne demek olduğunun farkına vardık.
Karşılaştığımız bir çarpıcı gerçek de, insanlığın ortak değerlerinin ne devlet hazinelerinde korunan altın, ne borsalarda işlem gören hisse senetleri; bilakis ata mirası tarihi eserler ve doğa olduğuydu.
Üzerinde yaşadığımız havzaya adını veren ırmağın dağların yamaçlarından milyonlarca yıldır sürükleyip getirdiği alüvyonlu topraklarda dünyanın en değerli ürünleri yetişmekte. Patates, karpuz benzeri nice değerli sebze ve meyveden ovada yılda iki kez ürün alınabilmekte. Öte yandan havzayı kuzey rüzgârlarından koruyan Bozdağlar ile güneyin kavurucu çöl rüzgârlarını engelleyen Aydın Dağları da yamaçlarında yetişen incir, zeytin, kestane, ceviz, kiraz ve vişne gibi daha birçok ekonomik değeri yüksek ağaca ev sahipliği yapmakta.
Bu toprakların bugünkü bekçileri olarak geçmişten bize kalanları bir adım daha nasıl ileriye götürebiliriz çabasıyla her gün bir çapa, bir kürek daha vurarak elde ettiğimiz ürünleri diğer insanlarla paylaşmayı bir görev ve sorumluluk bildik.
Bizler, çalışkan, toprağını seven ve bu uğurda üzerine düşen her görevi seve seve yerine getirebilen insanlarız. Dün, tankıyla topuyla topraklarımızı işgale kalkışan düşmana karşı kahramanca savunmayı bildik. Ancak bugün gözünü para hırsı bürümüş bir takım güçler bu güzel doğamızı kirletmeye ve yok etmeye kalkışmakta. Şanlı geçmişinden ve direnişinden her zaman gurur duyan bizler, gözümüz gibi baktığımız bu toprakların ellerimizin arasından kayıp gitmesine seyirci kalmayacağız.
Bu kaygı, yüreğinde toprak sevgisi, ağaç sevgisi ve en önemlisi insan sevgisi olan tüm insanlığın ve havzada yaşayan kadını erkeği yedisinden yetmişine bizlerin ortak kaygısı. Ve burada doğup büyüyen ve şu an dışarıda yaşayan ancak yüreği ata toprağına bağlı insanlarımızı da yakından ilgilendirmekte.
Bu bilince ve bilgi birikimine sahip bizler, bize danışılmadan verilen ve adına ruhsat dedikleri bir güce karşı inançla yüreklerimizi ortaya koyduk.
Tüm havza insanımızın da bu ortak akıl hareketine katkı koyacağına olan inancımızı burada yüksek sesle dile getiriyoruz.
Kızılderililerin, "Biz bu dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık!" sözünü hiç unutmuyoruz, unutturmayacağız...
Sloganımız: RUHSAT SİZİNSE TARİH VE DOĞA DA BİZİMDİR!
Platformumuz, herkese, her görüşe açık olup amacımız, nefes aldığımız, geçindiğimiz ve geleceğe miras bırakmak istediğimiz tarih ve doğa varlıklarımıza sahip çıkmaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri bu kutsal davaya katılmaya davet ediyoruz. Sizler olmadan bir eksiğiz. Haydi dayanışmaya!
Saygılarımızla…
KÜÇÜK MENDERES HAVZASI
TARİH VE DOĞA KATLİAMINA HAYIR PLATFORMU
YÜRÜTME KURULU
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Yeni Yılda İstiyorum
Başında yeni kelimesi ile başlarsa bir sözcük hemen umutlanır insan. Yeni demek, eski değil demek, yani acaba demek, nasıl demek, hadi bakalım demek, ne olacak demek, merak ettim demek… Daha bir çok sözcük bulabiliriz yeni kelimesiyle başlayan cümleye hemen verilecek cevaplar adına. Umut demek, hayal demek, rüya demek, masal demek yani haykırış demek. Sevinç demek, gülmek demek, uçuşmak demek, koşuşmak demek… Ben yeni diyen her sözcük de işte böyle duymak, düşünmek ve hissetmek istiyorum. İçim ısınsın istiyorum bu serin günlerde. Kanım kaynasın istiyorum bu çok dingin günlerde. Çocuklar gibi sevinmek istiyorum bu gri günlerde. Yani güneşli günlerde bahçede top oynayan çocuklar gibi bağrışmak istiyorum neşeyle. Kitaptaki güzel kızlar gibi aşık olmak istiyorum bu yeni günlerde yeniden mutlu mutlu gezmek istiyorum. Toruncuk gibi mışıl mışıl uyumak istiyorum başımı yastığa koyduğumda. Yüzüm kırışsın istiyorum ışıldayan güzelliklerden, kamaşsın gözlerim; etrafımdaki sevgi haresinden istiyorum.
Ağlamayan kadınlar istiyorum, ağlamayan çocuklar istiyorum, ağlamayan babalar istiyorum.
Kimse ağlamasın istiyorum, kimse açlıktan soğuktan ölmesin istiyorum. Trafik kazaları olmasın istiyorum. Kin, nefret olmasın, hep sevgi ve barış olsun istiyorum. Büyükler küçükleri çok sevsinler, küçüklerde büyükleri çok saysınlar istiyorum. Kornalar çalmasın uzun uzun sarı lambalarda istiyorum. Hayvancıklar dükkan camekanlarında bebekken satılmasın istiyorum. Lüfer yavruları avlanmasın istiyorum. Kar yolları kapamasın, okula çocuklar rahat rahat gitsin istiyorum. Doğa hiç kirlenmesin, sular şakır şakır aksın istiyorum.
Çok şey mi istiyorum bilmem ki, ama daha çok şeyler de istiyorum. Sağlık istiyorum en önemlisi; doğal sebzeler, meyveler istiyorum. Dalında istiyorum domatesi tarlada; mis gibi koksun yaprağı. Fındığı, cevizi, bademi yemek istiyorum kıra kıra zamanında. Bal istiyorum
bol bol her derde deva. Annemin kurabiyelerinden istiyorum tadına doyum olmayan. mis gibi kokan. Gerçek sabunlar istiyorum ellerimi bozmayan, nefesimi tıkamayan. Nerede o eski yemekler demek istemiyorum; eski yemekleri, tadında istiyorum. Bunların hepsini ve daha fazlasını daha güzelini YENİ YILDA istiyorum.
Huzur istiyorum, mutluluk istiyorum, barış istiyorum, güzellikler istiyorum. Gülen yüzler istiyorum. Temiz hava, temiz su istiyorum. Çocuklarım hep gülsün istiyorum, yarınları güzel olsun istiyorum. Rahat uyusunlar yataklarında istiyorum. Korkmasınlar gelecekten, sıkılmasınlar, bunalmasınlar istiyorum. Tüm çocukları gülen yüzlerle görmek istiyorum. Annem, babam kaygılanmasınlar istiyorum. Huzurlu ve rahat etsinler istiyorum. Ağlamasınlar mutsuzluklara istiyorum. Tüm dünya mutlu olsun savaşlar olmasın, silahlar yapılmasın istiyorum… Çok şey mi istiyorum.
Hoşçakalın
Sevgiyle kalın
Gülgün İçten
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder EŞEKİSTAN |
|
Çok uzak ülkelerden birinin ücra bir köşesinde, eşeklerin yaşadığı, adı üstünde Eşekistan diye bir memleket varmış. Yalnız buranın nalbantı, iyi bir nalbant değilmiş. Nal çakarken hoyrat davranır, eşeklerin toynaklarını acıtırmış. İnatçıymış da, yapılan uyarıları hiç mi hiç dikkate almaz, eşeklerin ayaklarını telef etmeye devam edermiş. Tabi böyle özensiz nallama yapılması, eşeklerin çok canını yakıyormuş, hatta yolda yürümelerini bile zorlaştırıyormuş.
Öyle bir gün gelmiş ki, eşeklerin sabrı iyice taşmış, toplanmışlar, sorunlarına bir çözüm aramışlar. Biri "Nalbant ölsün!" demiş, "Ölsün." demekle ölünmez tabi; bir başkası acılar içinde zorlukla ayağa kalkıp "Nalbantı, ülkenin en kuzeyindeki karlı buzlu bölgeye sürdürelim, perişan olsun" demiş. Can havliyle her birinden değişik öneriler gelmiş.
Neyse, sonunda bir çaresini bulup kötü nalbanttan kurtulmuşlar.
…
Eşeklere acı çektiren kötü nalbant gidince yerine, yenisi gelmiş. Ama Eşekistan halkı ne görsün? Kötü nalbanttan kurtulduk, derken, yerine gelen eskisinden daha kötü, ondan da zalim değilmiş mi?
Hem bu inadına, çekici dikine dikine vurup canlarını daha çok yakıyormuş. Neredeyse eskisini arar hale gelmişler.
Eşekleri almış mı bir düşünce? "Zar zor kötüsünden kurtulduk, peki bu daha kötü çıktı, bundan nasıl kurtulacağız" diye.
…
Neyse ki, bunu göndermeleri korktuklarından kolay olmuş. Ötekinden kurtulmayı başardılar, deneyim de kazandılar ya, ikincisini de aynı yöntemle uzaklaştırıp, ondan da kurtulmuşlar.
…
Yalnız ülkede nalbantın bolluğu varmış. Eşekisten halkı "Oh kurtulduk!" diye derin bir nefes alıp rahatlayamadan üçüncüsü gelmiş. Üçüncü de üçüncüymüş hani; aman aman aman! Bu tam anlamıyla işkenceci. O nasıl nalbantlık öyle; çekici dikine dikine vurduğu yetmezmiş gibi, her seferinde dönüp bir de kaval kemiğine vuruyormuş. Eşekistan halkı çekiş darbelerinden bitmiş tükenmiş, yolda yürüyemez hale gelmiş.
Eşekler şimdi de bundan nasıl kurtulacaklarını düşünmeye başlamışlar. Hemen bir toplantı düzenlemişler. Zulmün büyüklüğü karşısında çaresiz, eşeklerin hepsi toplantıya katılmış.
Acıyla, "Aaah!","Oof!", "Yandııım!" sesleri arasında yine öneriler yapılmaya başlanmış.
Ancak soruna köklü bir çözüm bulunamamış; konuştukça, dertleştikçe gelecek dördüncü nalbantın yapacağı zulmü düşünüp içleri kararıyormuş.
…
Sonunda o güne kadar hiç ağzını açmayan bir bilge kişi söz almış:
- Arkadaşlar, demiş, kırk tanesini de kovalasak kırkbirinci gelip zulmedecek, kovalamak çözüm değil.
Eşeklerin hepsi ona dönmüş "Eeee?" demişler, "Çözüm ne ola ki?"
Bilge yanıt vermiş:
- En iyisi bizler eşeklikten kurtulalım!
Mehmet Önder
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Temirağa Demir Ördek… |
|
Dünyanın yalan olduğu falan yok…
Hep söylenir ya türkülerde şarkılarda "Yalan dünya" diye…
Bu değildir acıtan…
Üzen…
Üzdüren…
Sezdiren…
Asıl acı olan bu dünyanın "gerçek" olmasıdır…
Her duyguyu iliğine kadar hissetmendir…
Kendi hücrelerine hapsolmandır…
İnançlardır…
İnançsızlıkların…
Doğru olduğuna eminken bile inanmak istemediklerin…
Kendinden korkularındır…
Ama asla yalan değildir…
"Yalan" olanlar acıtmaz çok fazla… Yalandı her şey der geçersin…
Ama gerçek olduğunu bilmek, gün gibi, güneş gibi olduğunu gözlerinin içiyle buluşturmaktır asıl üzen, efkârlandıran, sinirlendiren, küstüren…
Yoksa keşke yalan olsa…
Ama çok gerçek dünya…
Ayrılıklarda, başlangıçlarda, sevdalarda öyle…
….
Sen boş ver her şeyi…
Bunca gerçekliğin içinde kandırmaya çalışanlar olacak…
Gözünün içine bakarak yalan söylemeye uğraşacaklar…
İki küçük ördek gibi çaresiz önüne koyulacak yem ve sudan başka bir beklentinin olmamasını sağlamaya çalışacaklar…
Unutma senin yüzme kabiliyetin doğuştan, Allah vergisi…
Kimseye bir vergi ödemek zorunda değilsin taraklı ayakların için…
Ama bunun bile hesabını sormaya kalkan haddini bilmezler olacak…
Önündeki yemi ve suyu dahi almak isteyecekler…
Pervasızca havaya büyük cümleler kurduklarına bakma sen ördek…
Bunca gerçeği yalana çevirmek istiyorlar…
Daha neler olacak…
Senin içinde bulunduklarını önemsemeyenler…
Mızıkçılar olacak…
Bahaneciler…
Yalancılar…
Gerçek dünyanın içindeki hilebazlar…
Cambazlar…
Sen çırp ayaklarını karaya ulaşacaksın biliyorum…
Görüyorum bu gökyüzünün boşluğunda sizin göremediklerinizi…
Hatta tadını bile alıyorum bu su kadar çelişik yapıda olan lezzetlerin…
Sansürsüz bir film izlemek gibi geçecek her şey…
Televizyonun kenarında herhangi bir uyarı çıkmayacak…
Bir Çingene hayatın kızgınlığını kemanın tellerinden alacak…
Hüznünü paylaşacak seninle…
Sonra hilebazlar olacak…
Yılmayacaksın…
Olmaması gereken ne varsa onların hepsi olacak…
Birisi antipsikotik ilacının zamanında içmeyip anlık ruhsal sorunlarını sana yansıtacak…
Kendiyle olan sinir harbinde her şeyi mubah sayacak, haram olduğundan habersizce…
İşte böyle yeni günler dönecek daha…
Pişman olacak…
Özür dilemek ağır gelecek…
Karanlık gecelerde, sanallıklarda huzur arayacak…
Bulamayacak…
Yalınayak, yalın şeyler yaşayamayacaksın…
Ama ölmeyeceksinde...
İşte böyle ördek, büyük olacaksın…
Rengin beyaza dönecek…
Zamanla beyazlaşacaksın…
Bir gelin gibi…
Kanatların daha çok büyüyecek…
En derin sulara korkmadan dalmaya tam hazır olduğunda…
Bakacaksın ki….
Bir suyu ve yemi hatta daha neleri neleri paylaştığın arkadaşın yok yanında…
Yoldaşındı oysa…
Küçük kaseye konulan su içinde birbirinize şakalar bile yapmıştınız…
Ve ne büyük sözler vermişti sana…
Bu kadar gerçekliğin içinde yalnız bıraktı seni…
Şimdi bu tuzlu okyanusla kendin mücadele etmek zorundasın…
İlk doğduğunda yüzmeyi yeni öğrendiğin gibi…
Ama bu kez yemin ve suyun yok önünde…
Kendin bulmalısın tüm gereksinimlerini…
Baş etmelisin…
Her zamanki gibi...
Temirağa Demir temiragademir@temiragademir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
İleri Demokrasi Dersini Öğretme Yöntemi: Dayak
Ders: Demokrasi
Konu: Uygulamalı İleri Demokrasi
Öğretmen: Usta öğreticiler (Güvenlik güçleri)
Eğitim araçları: Cop, kalkan, gaz bombası, tazyikli su sıkma aracı, biber gazı, bot, kelepçe
Yer: Benzin istasyonları, üniversite kampüsleri, caddeler.
Yararlanılan Kaynaklar: Ziya Paşanın " Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" beyiti. (Açıklaması: Nasihat ile uslanmayanı sertce uyarmalı, gene uslanmazsa dövmeli.)
İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkilinin tesbiti: "Öğrenciler kendilerini yere attılar." (Yani kendi kendilerini dövdüler.)
Bir devlet büyüğünün beyanatı: "Aslında benim polisim öğrencilere karşı çok sabırlı davranmıştır." (Ne kadar sabırlı davrandığı belli: Kafası yarılanlar, gözleri moraranlar, ayakları ve kaburgaları kırılanlar, bebeğini düşürenler… Ya bir de sabırsız davransalarmış!)
Sonuç: İngiltere merkezli haftalık ekonomi dergisi Economist'in, iki yılda bir yaptığı dünya demokrasi endeksi araştırmasına göre Türkiye, iki yıl öncesine oranla iki basamak geriye düşerek Nikaragua'yla 89'unculuğu paylaştı. Yani Türkiye, Tanzanya ve Uganda'nın da bulunduğu hibrit (melez) rejimler grubunda.. (Lübnan bile bu sıralamada Türkiye'nin önünde yer aldı.)
***
Anayasa oylaması geride kalalı aylar oldu. 12 Eylül sabahı yeni bir Türkiye'de uyanacaktık. Darbecilerden hesap sorulacaktı, herkes daha fazla özgür olacaktı, terör sorunu halledilecekti, ekonomik problemlerde bile iyileşmeler ortaya çıkacaktı.
Vaadler bu kadar değildi elbette. Dahası da vardı, ama neyse…
***
Böyle bir "ileri demokrasi" ister misiniz?
Kendi adıma söyleyeyim:
Teşekkür ederim. Ben almayayım. Kaldıysa benimki "normal" olsun lütfen!..
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
ÇOK DİLLİ SENFONİ
'İki dil uygulaması' ve ardından 'demokratik özerklik' talepleri, hükümetin 'kürt açılımı' girişiminin artçı dalgasına benziyor. Bu taleplerin özellikle 12 Eylül referandumu sonrasında dile getirilmesi manidar. İşin garibi ortada bir şey yokken yalnız açılım lafına aşırı tepki gösterenler daha net ve belirgin olan bu talepler karşısında sessiz kalıyorlar.
Hiçbir insanın etnik milliyeti görmezden gelinemez. Herkesin kendi anadilinde konuşma doğal hakkıdır. Bunun yasaklanması anti demokrat bir uygulamadır. Derdini herkes kendi dilinde ifade edebilmelidir.
Yıllardır yaşanan terör olayları, halkların farklı bilgilendirilme ve yönlendirilmeleri ile devletin mevcut üniter yapısı düşünüldüğünde bu ülke, Türkçe dışında ikinci bir dil uygulamasını kaldıramaz. Yüz yıl önce Osmanlı döneminde esnek ve yumuşak uygulamalar olmuş olabilir. Bu uygulamalar tehlikeli ve sakıncalı olmuştur da demiyorum; ancak şu içinde bulunduğumuz bir ülke gerçeği mevcut. Bu gerçek göz önüne alındığında 'ikinci dil' senfonisinin mırıldanılması, hele 'özerklik orkestrası'nın seslendirilmesi mevcut sosyal, siyasal ve kültürel yapımıza ağır gelir.
Diğer taraftan bu ülkenin etnik kökeni yalnızca Kürtler değillerdir. Başta Ermeniler olmak üzere Lazlar, Çerkezler, Hemşinler, Gürcüler vs. etnik gruplar peş peşe devam etmektedir. Kürtlerin talepleri yerine getirildiğinde elbette ki bu saydığımız etnik gruplarda haklı olarak aynı halkları isteyeceklerdir.
Osmanlı Türklerin kurduğu, yönettiği ve uzun yüzyıllar devam ettirdikleri harika bir devletti. Osmanlı devlet yönetimi gücünü kanunlardan önce dini inanış ve değerlerden alıyordu. Ermeniler dışında tüm etnik gruplar aynı din şemsiyesi altında birleşmişlerdi. Böyle olunca etnik kimliğin öne çıkarılması bir ayrıcalık ve ayrımcılık değildi. Vatandaşların etnik kimlikleriyle ortaya çıkmaları gayet doğaldı.
Dinin ve dini değerlerin farklı algılanması, uygulanması hatta uygulanmaması günümüz ülke toplumunun bir gerçeği. Böyle bir ortamda elbet din şemsiyesi işlev görmeyecektir. Üstelik devlete karşı eline silah alıp yıllarca sürdürülen terör söz konusu. Elbette ki terör estiren bir etnik kimliğin öne çıkarılması diğerlerince tepki görecektir.
Kürt Sait olarak anılan Bediüzzaman Sait Nursi Hazretleri etnik milliyetçiliği dile getirmeden meşhur şu sözünü söylemiştir: "Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin îmânı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur'ân'ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur".(Sözler) Bu ve benzeri sözleriyle etnik milliyetçiliğin önünü kesmiştir. Onun etnik kimliği kabaran öğrencisiyle ilgili şu ifadelerini de burada hatırlatalım: "Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet'e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim. Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar. Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel(etki-tepki)ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur…"[Emirdağ lahikası]
Kabul etmesek, hoşumuza gitmese de şu tarihi bir gerçektir ki, Türkler devlet kurup toplumları yönetmede mahir en büyük ırktırlar ve yüzyıllardır İslam dinine en büyük hizmeti etmiş tek millettirler.
İmdi bu asil milletin büyüklüğü ve İslam dinine olan hizmetleri mevcut ortada dururken sizlerde yüzyıllardır bu milletin din şemsiyesi altında varlığınızı sürdürmüşken farklı dil uygulaması yetmedi özerklik isteği biraz ileri gitmeyi bir nevi küstahlığı andırmaz mı?
Osmanlının din şemsiyesine benzer bir birleştirici devlet şemsiyesi oluşmadan bu tür talepler her zaman sorunlar oluşturacaktır.
Herkesin diline dinine milliyetine saygılıyız. Herkes kendi diliyle kendini ifade etmelidir. Ama bunları ifade etmeninde bir yolu yordamı olmalıdır.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ŞARKIMIZ
taze bir gün bitiminde daha,
uzayan, alabildiğince büyük bir semada,
geveze dalgaların üstünden geçen,
çelimsiz ve dalgın iki balina,
etrafa söylüyorlardı şarkımızı.
murathan
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Geniş bir tencereye üç parmak yüksekliğinde su doldurup kaynatın. 6 yumurtayı birer birer kepçenin içine kırın. Dağılmamalarına dikkat ederek kaynayan suya aktarın. 2-3 dakika sonra pişen yumurtaları kevgirle sudan alıp servis tabağına yerleştirin. Üzerine sanmsaklı yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızıbiber gezdirip servis yapın. Bu Çılbır tarifi ve birçok yemek tarifi için http://www.nepisirsem.com/ afiyet olsun.
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir bedava yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Düzenli olarak takip edildiğinde mutlaka işinize yarayacak bir program bulabilirsiniz. Download için gerekli bağlantı sitede önceden kararlaştırılmış olan indirme süresi boyunca aktif kalıyor. Bu sitede hem programın açıklamaları, hem de hakkındaki yorum ve incelemeler de yer alıyor. Yani beğenip beğenmediğiniz konusunda yorum yapabiliyorsunuz.
Matematik sever misiniz? Ben ne severim, ne de sevmem. İhtiyacımı giderecek kadar bilgi sahibi olmak yeterli diye bakmışımdır. Ama bu konuyu gayet iyi bilen ve bilgilerini paylaşanlar bir web sayfası kurmuşlar http://www.cebirsel.com/ . Geçenlerde oğluma ders çalıştırmak için bilgilerimi tazeleme amaçlı rastladığım bu web sayfasının çok faydasını gördüm. Site sahiplerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda danışmanız gereken bir bilgi kaynağı olarak sık kullanılanlar listesine ekleyebilirsiniz.
Mutfakta olmayı sevenlere özel bir web sayfası http://www.mutfaktayiz.biz/ . Aslında reklam amaçlı hazırlanmış bir web sayfası ama, kullanım ve sunum şekli hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca "bir bilene sor" başlığı altında dayanışmayı teşvik eden bir çalışma bölümü var. Bu bölüm web sayfasına ayrı bir değer katmış. Hazırlayan ekibin ellerine sağlık.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|