|
|
|
Editör'den : Üstün Müslüman Şahsiyet ve Ucubesi!.. |
Merhabalar,
Mükemmel bir film seyretmişsiniz, kahkahalarla gülmüş, kimi yerinde hüzünlenmiş hatta ağlamışsnız, film bitmiş, final müziğiyle tempo tutarak tam dışarı çıkıyorsunuz, küt yerdesiniz. Tökezlemiş, son basmakta boşa basıp, onca insanın ortasında iki seksen yere uzanmışsınız. Canınız yanmış, rezil olmuşsunuz, kızmışsınız. Herşeyden önemlisi az önceki tatdan eser kalmamış. Sahneyi gözünüzde canlandırdınız değil mi? İşte "Muhteşem Yüzyıl"dan hemen sonra benzer duygularla boğuştum bir süre. Mükemmel bir prodüksiyon, titiz bir çalışma, iyi bir oyunculuk ve seyirciye saygı, hepsi vardı. Ama hemen ardından, Aziz Nesin'e rahmet okurcasına ortaya çıkan takımın yaygarası tüm o güzel tadı zehir etti. Osmanlı ile ilgisi iki padişah bir fetihten öte gitmeyen insanların, 500 koca yıl önce olanlar hakkında, hele de bir güzel diziden yola çıkarak, ahkam kesmeleri insanı çileden çıkarmaya yetiyor da artıyor.
Kanuni içki içmezmiş, içer içmesine de, dizide hep "şerbet" içiyor mübarek, malum kola henüz icat olunmamış. Harem öyle mi olurmuş, sanırsın hepsi birer harem ağası, kimbilir belki de öyledirler. Kadınlar huzura başı açık çıkmazmış, bak sen, öyle ya kendi kapalı karıları da yatağa çarşafla giriyor çünkü. Erbakan Hoca'nın yeni oyuncağı partinin gaz vermesiyle bir de mehterli yürüyüş yaptılar. Belki yayından da kaldıracaklar ama bu ayıp onların boynunda ibret halkası olarak daima kalacak.
Bu konuda son söyleyeceklerim ise, dizi hakkında benim gibi düşünüp, karalayanları tukaka ilan edenlerden, zamanında Mustafa'ya benzer yaftayı yapıştıranlara. İnsan Atatürk'ü gösterdi diye Mustafa'yı karalamakla, Osmanlı'yı kurmaca bir hikayede yanlış anlatıyor diye diziye b.k atmak arasında hiçbir fark yok benim indimde. Kaynak farklı olsa da sonuç maalesef aynı.
500 yıl öncesi padişah hikayelerine ne hacet, gelin biz şimdi başımızda olana saygıda kusur etmeyelim, hakettiği sevgiyi gösterelim. El etek öpenlerince pamuklara sarılıp korunan padişahımız son fermanını Kars'ta verip Kuveyt'e "Üstün müslüman şahsiyet" ünvanı almaya gitti. Kars'ta heykeltraş Mehmet Aksoy'un eseri "İnsanlık Anıtı"na "Ucube" diye seslendikten hemen sonra "üstün müslüman şahsiyet" ünvanı alması manidar değil mi? Ayıptır, en büyük günahtır. Heykeltraş alışkın, Ankara'da Gökçek te bir eserinin içine tükürmüştü. Ama biz henüz alışamadık bu dar bağnaz kafalılara. İnşallah kaldırıp bir kenara atmazlar, atarlarsa boyunlarındaki utanç kolyesine bir halka daha eklenir. Hoş, bundan rahatsız olacak adam zaten kalkıp bir heykele "ucube" sıfatını layık görmez. Asıl olayın trajikomik yanı, herkesin duyduğu bir cümleye takla attırmak için, dönek kültür bakanının çektiği çileydi. Ona dememiş te, gecekondulara demiş te, hiç heykel lafı etmemiş te. Etmemişse heykel olduğunu anlamadığındandır. Zamanında Atatürk'ün önünde de "sap" gibi durmamıştı haşmetli, şimdi heykele mi saygı gösterecek, hoşsunuz vallahi. Akıl sağlığınıza dikkat edin, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Psikolog Kahveci : Nilay Canbazlar |
GÖNÜL AHBAP İSTER KAHVE BAHANE
Ehl-i keyfin keyfini taze ellerden pişmiş
Taze kahve tazeler
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül ahbap ister kahve bahane…
Bir kahvenin kırk yıl hatırı var derler büyüklerimiz acaba doğru mu söylerler ya da bu deyim eskilerde mi kaldı. Kahve demek aslında keyif demek keyif ise bize sohbeti çağrıştırıyor peki ya sohbet o da insanların birbirleriyle dertleşmelerini… Her şeyin hızla tükenip gittiği Global Dünyada insanlarda hızla değişmekte, Dünyanın bu değişimine ayak uydurmaktadırlar. İnsanlarda bu değişim bir şeyler getirmesinin yanında bir şeyler de götürmektedir. Şehirleşmenin getirdiği izolasyon insanları iç dünyalarına daha çok itmektedir. Yoğun çalışma temposu, zamanın az olup işin çok olması, yetişmekte zorlandığımız teknolojik gelişmeler,ekonomik sıkıntılar ve rekabet. Ayrıca eskiden yapılan beş çayları ve kahve sohbetleri, yerini internet dünyasına, facebooka, chat odalarına, msn sohbetlerine bıraktı işte tüm bunlar insanı zorluyor ve insanlar sosyalleştiklerini sandıkları bu Dünya da aslında gittikçe yalnızlaşıyor. Peki ya zamane dostluklar ,zamane komşuluklar nerede kaldı herkes kendi kuyruğunu mu kurtarmaya çalışır oldu? başkalarının dertlerini oturup dinlemeye kimin ne vakti ne de enerjisi var artık o halde kahvenin artık hatırında da bahsedilir mi bilmem. Tüm bunlar gelişen dünyanın yeni mesleklerinden olan psikolojiye olan ilgiyi arttırdı. Çünkü ruhsal sorunlar gittikçe artmaktadır. ' Deli miyim ben' diyen psikolog ve psikiyatri doktoruna gitmeyi utanç bulucu olan insanlar artık her insanın bir psikologunun olması gerektiğini düşünüyor. Devrin bu değişikliği yalnızlaşan insanları biz psikologlara ihtiyaç duyurdu, değişmeye, gelişmeye, yeniliklere ayak uydurmak isteyen, sıkıntılarını paylaşmaya insanlar bulmakta zorlananlar yani desteğe ihtiyacı olan bu insanlar artık desteklerini psikologlarda buluyorlar. Arkadaşlığımızı, dostluklarımızı yitirmeden insani ilişkilerimize önem vermeliyiz ve tüm bunların kıymetini bilmeliyiz. Değerli psikiyatristlerimiz ve psikologlarımızın yanında dostlarımız birde orta şekerli kahvemiz varken kim tutabilir bizi…
Kahvenizin kırk yıllık hatırı olması dileğiyle.
Nilay Canbazlar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Cepheleşme Çağrısı Hakkında. |
|
"Yok edilmek istenenlerin cephesini öneriyoruz." diye başlıyordu Türkiye Komünist Partisi Genel Başkanı Erkan Baş'ın Birgün'e verdiği röportaj.
Peki, yok edilmek istenenler kim? Tarihsel olarak çok geriye gitmeye gerek yok: İkinci 12 Eylül'ün ortaya çıkardığı görüntüye göre, yok edilmeye çalışılanlar %47 oranındaki HAYIR bloku içinde yer alanlardır.
Asla küçük sayılamaz bir direnci temsil ediyor %47 oranı; ama dezavantajları var: dağınık bileşenlerden oluşması; AKP ve onun temsil ettiği gericiliğe, faşizme karşı duracak bir monoblok birliği henüz oluşturamaması gibi.
TKP'nin işte tam da bu gerçekten yola çıkarak yaptığı ve özünde bu %47'nin içindeki "devrimci", "sosyalist", "soL" damarları bir cephede buluşmaya çağıran seslenişi önemlidir, dikkate değerdir. Özetle, "Solcuysan, AKP ve onun öncülük ettiği gericiliğe, faşizme, bölücülüğe ve emek karşıtlığına karşıysan bize katıl!" diyor TKP. Bu çağrıyla kitleleri kavramayı, bir araya getirmeyi hedefliyor.
Cepheleşme hareketi, öncelikle birlikte ve örgütlü hareket etme arzusunun kitleselleştiği bir dışavurumdur; sınıfsal bir çağrıdır. Her etnik kökenden yoksulların, işçilerin, köylülerin, aydınların, öğrencilerin, çevrecilerin, ezilenlerin, hakkını arayanların "toplu hareket edebilme" iradesini emperyalizme, işgalcilere ve bunların yerli işbirlikçilerine karşı göstermeye davettir. AKP'nin her alandaki saldırı ve yok etme hareketine karşı, emeğin iktidarına ulaşabilmek adına bireylerin, kurumların ortak akıl içinde ve bir arada yürümelerinin, tavır almalarının, yerelden genele her alanda karşı cephe açmalarının çağrısıdır.
Bu genel çağrı çok yerinde ve zamanında olsa da, henüz doğrudan bir siyasi partiyi, bir çatı oluşumunu ya da gelecekte nasıl bir siyasi birliktelik arzulanıyorsa onu adres olarak göstermiyor. Yine de, direnç oluşturma iradesinin varlığını topluma yansıtması açısından çok önemli. Öte yandan, Türkiye gerçeklerine bakınca bu kitlesel iradeyi oluşturmak üzere cepheye olan katılımların tahminlerden az olabileceği gibi bir endişe de yok değil. Bu endişenin altındaysa, ironik olarak, çağrının sınıfa dayalı çerçeveyle sınırlandırılması yatabilir.
Bu haliyle çağrı, Türkiye gerçeklerinin ürettiği bazı bileşenleri göz ardı eden bir dışlamayı da ister istemez içinde barındırıyor. Örneğin, emekçi olup, AKP ile derdi olan ama kendini çağrının hedefindeki kadar "soL"da görmeyen belki de muhafazakar diyebileceğimiz insanlar var. Emekçi olup, inançlı ama gerici olmayanlar da var. AKP'den, baskıdan, bölünme tartışmalarından, işşizlikten, haksızlıklardan, yoksulluktan, rüşvetten, talandan, yolsuzluklardan, korkutulmaktan, dinlenip izlenmekten, sürekli tehdit altında olmaktan yorulmuş-sıkılmış-bıkmış-ezilmiş emekçi ya da beyaz yakalı işçi olup da TKP, ÖDP, EMEP, HE'ne şimdilik uzak duranlar da var. HES'lere, nükleer santrallere, termik santrallere karşı olan, %47'nin içinde olup da solcu olmayanlar da var. Çağrı soL'dan gelse de, komünist/sosyalist olmayan, yine de kendini soLcu, devrimci sayabilen (liberalleri saymıyorum), cumhuriyete bağlı, Kemalist değerlerden beslenenler insanlar da var. Bu liste daha uzatılıp daha detaylandırılabilir...
Yani bu %47'lik bloğun içinde birbirinden farklı pek çok bileşen bulunuyor. Cephe bu bileşenlerin ne kadarını kavrayabilirse o ölçüde büyüyüp güçlenecek ve "emeğin" iktidarına o kadar yakın olabilecek. Bu bakımdan cepheleşme çağrısı, hangi bileşenlere nasıl ulaşılacağı ve bunları bir arada tutacak bağların nasıl kurulacağını da içerdiğinde daha da önemli olacaktır.
Batının kurguladığı ve AKP'nin temsilciliğinde devam eden "Yeni Türkiye" modelinde, ABD yönetim biçimine benzeyen bir sisteme doğru gitme niyeti var. ABD'deki Cumhuriyetçiler-Demokratlar modeline benzer bir yapı içinde CHP'de bu yeni düzenin "sol" partisi olmaya hazırlanıyor. CHP'nin içindeki bir grup da bu yeni modele uyum göstererek Yeni Türkiye'nin Yeni İktidarı olma hazırlığı içinde.
İşte tam da bu noktada, bu yeni CHP'nin -ki, AKP'leşmesi de olası- içinde yer bulan, BDP'de de "Kürt Milliyetçiliği ve Bölünme" konularından uzak, "Kürt Emekçilerini" düşünen "soL" ve "devrimci" damarları da cephenin içine dahil etme formülünün de bulunması gerekir.
%47'nin içinde, kendini yukarıda saydığımız özneler dahilinde soLda gören kitlenin oy verdiği veya kendini temsil ettiğine inandığı kurumları yanyana alfabetik olarak yazarsak CHP, DSP, EMEP, HE, İP, ÖDP, TKP listesine ulaşırız.
TKP'nin çok genel olarak çerçevesini çizdiği bu cepheleşme hareketinin gerçek bir devrimci demokratik iktidar adayı olması için hem yukarıdaki partilerin, hem de toplumun bütün katmanlarındaki devrimci damarlara seslenmesi, toplayıcı ve toparlayıcı olması, ortaklık yaratacak kapıları açık tutması gerekir.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Zeynep Şebnem Çağlayan Anadolu Efsaneleri İçinden Bir Öykü... |
|
Efsanelerin, masalların yaşandığı Anadolu'dan, İda'da geçen bir efsaneye göre; Paris'in aldığı lanet, Troia'nın yıkımı olur. Acaba Paris, Helene'ye aşık olmasaydı, Troia kurtulur muydu? Öykünün sonunda, bakalım bu cevabı bulabilecek miyiz?
Zeus'un doğduğu efsane dağ İda'da başlar öykümüz. Doğal yaşamı ve özgürlüğü seven soylu çoban Paris, bir gün ormanda dolaşırken, yine İda'da yaşayan Oinone isimli bir peri kızıyla karşılarır. Masal bu ya; göz göze geldikleri an, Eros'un okları her ikisini de vurur. Paris, güzeller güzel peri kızından çok etkilenir. Oinone ise Paris'e vurulur! Çok geçmeden karar verirler ve hemen evlenirler...
Dağ kokan, kekik kokan İda'nın doruklarında, ormanlarında, mis kokulu çiçeklerinin oynaştığı su pınarlarının, ırmakların yamaçlarında, kendi iç dünyalarında yaşadıkları bu düşten hiç beklemedikleri bir anda uyanırlar. Zeus'un habercisi Hermes, mesaj getirmiştir Paris'e:
" Uyan Paris! Olympos'ta oturanların en güçlüsü, yüce babamız Zeus seni onurlandıracak, taçlandıracak."
Paris, habercinin ne demek istediğini anlayamadığı şaşkın bir ifadeyle bakar, Hermes devam eder:
"İyi dinle beni: Güzeller güzeli üç tanrıça arasında en güzelini seçip, ödül olarak yarışmanın birincisine elma vereceksin." Kutsal elçi bunları söyledikten sonra, pırıl pırıl parlayan, altın bir elma çıkarır, Paris'e uzatır.
Altın elma, o zamanlar Hesperidler diye bilinen Batı Kızları'nın bahçesinde yetişirilirdi. Bu Hesperid diye bilinen üç kız, başlarında ejderle birlikte altın elma veren bahçeyi korurlardı.
Bir gün, bütün tanrı ve tanrıçaların davetli olduğu deniz kızlarından Thetis ile ölümlü Peleus'un düğününe, sadece kavga tanrıçası Eris çağrılmaz. Bunu duyan Eris, düğünün en görkemli yerinde Hesperos kızlarının altın elmalarından birini fırlatır şölen sofrasının tam orta yerine ve şöyle seslenir: "En güzel kimse onundur bu altın elma!"
Öcünü alan Eris, tanrıçaların tartışmasına sebep olur, Zeus bu sorunu ancak bir ölümlünün çözebileceğine karar verir ve bir yarışma düzenler, elçisi Hermes'e, İda'nın soylu çobanı Paris'i bulmasını ve yarışmanın birincisini seçme görevini ona söylemesini ister. Böylece dünyanın ilk güzellik yarışması efsane dağ İda'da gerçekleşir. Üç tanrıça; Hera, Athena ve Aphrodite katılır yarışmaya. Efsane der ki; yarışmaya katılan tüm tanrıçalar, o gün Troas Ovası'nı sulayan "Kızıl Su" anlamına gelen Skamandros'ta yani "Ksanthos" ırmağında yıkanmışlar.
Yarışma günü, Hermes Paris'i yarışmanın yapılacağı yere getirir.
Öncelikle Zeus'un karısı Hera Paris'İn karşısına geçerek:
"Eğer beni seçecek olursan, Asya'nın egemeni sen olursun" der.
Sıra akıl tanrıçası Athena'ya gelir. O da soylu çobana "Sonsuz akıl ve başarıyı" vaat eder.
En son olarak, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite, tanrısal çekiciliği ve tüm güzelliğiyle gülümser soylu çoban Paris'e, ve şöyle der: "Beni seçtiğinde, dünyanın en güzel kadınına ve onun aşkına sahip olacaksın."
Üç tanrıçanın da teklifi etkilemiştir Paris'i, ama Aphrodite'nin sunduğu daha cazip gelir ve altın elmayı bir anda Aphrodite uzatır. Aşk ve güzellik tanrıçasının ona vaat ettiği güzel kadın ise Helene'dir. Diğer taraftan zavallı Oinone, kocasındaki değişikliği farkettiğinde her şeyi anlar, ona gitmemesini, bunun Troia için lanetle sonuçlanacağını söyler. Fakat nafile, Paris kararını vermiştir, bir zamanlar gözünün, gönlünün başka bir kadını sevmeyeceğine inandığı kadınını bırakır, dağın eteklerinden Troia'ya, şehre iner.
Bu kararın sonucunda, Troia ve Paris lanetlenir. Bu trajik son böyle olmasaydı, üç tanrıçadan Hera'nın ya da Athena'nın vaatlerinden birini tercih edip, Aphrodite'nin vaat ettiğini kabul etmeseydi Paris, Oinone ile birlikte düş kurdukları İda'da yaşamaya devam etseydi,
Troia yıkılır mıydı?
Zeynep Şebnem Çağlayan zsebnemc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Özcan Sungurçetin ÇENGEL |
|
Hani, sabahtan akşama koşuşturursun da bir şey yapamamışsın, ezik, mağlup, elin boş, evine dönmekten utanır gibisindir. İşte öyle ters bir günün akşamı, yollarda ayak sürtüyordum.
Birisi kolumu dürttü. Baktım; bizim, kahve arkadaşlarından Elektrikçi idi. Valla, onun elektrik idaresinde çalışmasından kinaye, ona 'Elektrikçi' derdik de adını hiç bilmezdik. Çoktandır karşılaşamamıştık. Yüzünde yarım bir tebessüm: -Nerelerdesin, çoktandır görüşmedik, dedi. Gel bir çay içelim; laflarız...
Peşine takıldım. Önümüze çıkan ilk kahveye daldık. Paydos zamanı, ortalık kalabalık; şöyle dip tarafta, boş iki iskemle bulup sıkıştık.
Çaylarımızı beklerken, şundan bundan laflıyoruz. Konu da hep aynı, bıkkın, ümitsiz: "N'olcak bu memleketin hali?" Ama herkes, daha çok kendi derdini dillendiriyor. Dert de aynı. Kendi kendimize dertlenir gibiyiz. Çok bilinen bir monologun, hep birlikte tekrarlanması gibi bir şey bu aslında: Koştur koştur ortada bir şey yok. "Hah!" diyorsun "galiba oluyor, becerdim galiba bu sefer. Elime üç beş kuruş geçti" bir de bakıyorsun: Kira artmış, ekmek artmış, su artmış, hava bile artmış. İnanır mısınız, hayatım boyunca öylesine de alıştım ki bu zamlara, bir gün zamsız geçse, tedirgin olmağa başlıyorum: "Hangi zammı kaçırdım" diye. "Ayağınızı yorganınıza göre uzatın" diyor birileri. Ayaktan çoktan vazgeçtik, kıçımız açıkta... Arada içtiğimiz bir kadeh rakıdan çoktan vazgeçtik. Sigara zorluyor biraz, pek sıkıştığımızda, ilaç gibi, söndüre yaka, iki nefes çekebiliyor, izmaritleri sıyırıyoruz. Hadi, ondan da vazgeçtik diyelim, et bayramlık yemek, ama ekmekten de vazgeçemeyiz ya... Çocukların masrafları, okul istekleri, bitip tükenmiyor ki. Kirayı ödeyemezsin evden atarlar, her ay zam alan suyu, elektriği, gazı ödemezsin, kesiverirler. Elden ne gelir ki, çengele takılı kurban gibiyiz. Derini yüzer, ciğerlerini söker alırlar, gık diyemezsin. Diyecek hal mi kalmış, canın çoktan alınmış, cesedimiz sürüklenen. Böyle gelmiş, böyle de gidecek. En fecisi de bunu bildiğimiz halde, çaresiz kabullenişimiz galiba... Tek tesellimiz de: "Namusumuzla çalışıyoruz, bundan fazlası olmuyor!.." Oldum olası, bir namustur tutturmuş gidiyoruz. Tek tesellimiz bu ya, bu namus dediğimiz her neyse, beceriksizliğimizin, sindirilmiş benliğimizin, korkunç aczimizin, kendi pısırıklığımızın, suskunluğumuzun mazeretinden başka bir şey değil mi yoksa?...
Çaylarımızı yudumlarken suskunlaştık. Birisinin, bize doğru seslendiğini fark ettim. Baktım; tanımıyorum. Elektrikçi doğruldu:
- Ooo.. Müdür Bey!.. Buyur buyur.
Mahcup, terbiyeli bir eğilişle boyun kırdı:
- Rahatsız etmeyeyim...
- Gel canım, gel... Buyur şöyle.
Yaşlıca, ince, kibar bir beydi. Mütevazı bir çekingenlikle, uzatılan sandalyeye ilişti.
Hal hatır sorduk. Ona bir kahve söyledik. Elektrikçi ile aynı apartmanda oturuyorlarmış. Öğretmenmiş. Okul müdürlüğünden emekli olmuş. Bir kızı varmış, evlendirmiş. İkinci çocuğunu doğururken, kan kaybından, ölüvermiş kadın. Damat, iş için, memleket dışına gitmiş. Pek haber yokmuş. İki torunu yanlarında kalıyormuş. Kız olan, büyüğü, o yıl okula başlamış. Küçük oğlan hasta imiş. Hanımı, sabahlara kadar, başında bekliyormuş. Onun da romatizmaları bir azmış ki, şu sıralar.
Emekli Müdür, bir suçlu gibi, utana sıkıla açıkladı:
- Elektrik parasını ödeyememiştik, kesmişler.
Babadan kalma eski bir seccade vardı, sattım bu gün. Borçlarımızı ödeyebileceğiz. Belki elde de bir şeyler kalır, idare ederiz bir müddet.
Kahveye yeni giren birileri, bizim Elektrikçiye, bir kaç laf attılar. Yakınımızda bir yere otururlarken, ellerindeki paketlerden biri yere düştü. Telaşla pakete uzanan birisi, şöyle bir yokladı. Hasar olmadığını anlayınca:
- Verirken eli titriyordu zaten, az daha gidiyordu. Herifin gözü kalmış olmalı, eski şeyi de kalmadı bunun da yani...
Arkadaşı:
- Adam, alıştı bir kere, bizi görmek zoruna gidiyor, Şeytan kapa elektriğini, aklı başına gelsin, diyor ya...
- Aman boş ver, uzatma. Akmasa da damlıyor... Bir kriz tutuşmuş, gidiyor valla herkes...
Elektrikçi kulağıma eğildi:
- Abi, bunlar da elektrik idaresince çalışıyorlar. N'apsınlar, geçim zor, yollarını buluyorlar böylece...
Kaşla göz arasında, bir devlet sırrı verir gibi, kulağıma eğilip anlattı: O koca caddelerdeki ışıl ışıl yanan mağazalar, yaktıkları elektriğin yüzde doksanını ödemezlermiş. Çoğunun kullandıkları elektriğin, büyük kısmı, saatten geçmez, ayrı bir hattan kaçak verilebilirmiş. Bunu, idarenin memurları ayarlarmış. Karşılığı da mağazanın verdiği, bazı hediyelerle sağlanırmış.
Ben o ara:
- Yahu, dedim. Millet de, sadece gecekondular, elektrik çalıyor, kaçak elektrik kullanıyor sanıyor.
- Canım onların çaldığı devede kulak... Ama esas vurgunu saklamak için de iyi bir bahane oluyorlar. Sen bir de o koskoca, saygın iş yerlerinin çaldığını bir bilsen. Zavallı gecekonducular, bir yılda, o saygın müesseselerin bir gecede çaldığı elektriği kullanamazlar ki...
- İyi ama dedim, şaşkınlıkla. Bu o kadar kolay mı?
- Bak canım, dedi bizim Elektrikçi, en kolayı çengeli düşürmektir.
- Anlamadım, dedim. Ne çengeli bu?
Elektrikçi, gizemli bir tebessümle beni uzun uzun süzdü:
- Bak canım, dedi. Elektrik saatlerinde, kullanılan cereyanın, saate kaydını sağlayan bir küçük çengel vardır. Pek de meydandadır o. Bunu ayırırsın, çıkarırsın devreden, saat hiçbir şey yazmaz.
- İyi de dostum. Belli olmaz mı bu? Yakalanmaz mı bunu yapanlar?
Elektrikçi, yarı istihza, yarı ümitsizlik içeren yarım yamalak bir tebessümle, yüzüme baktı:
- Yakalanmaz mı?.. dedi. Fakir fukara, yemlemeyi bilemeyen, ya da imkânı olmayanlar, yakalanır elbet de. Büyük iş yerleri ise yakalanmaz, yakalanamaz. Kim yakalayacak ki? Zaten yakalaması gereken kimseler, düzenliyor bunu... Bu gün kolay mı geçim? Ne alıyor sanıyorsun bu işte çalışanlar... Adam, aldığı ücretle, kirayı ödeyemez. Böyle devran olursa, buna yolsuzluk bile denemez. 'İş bilenin, kılıç kuşananın' derler ya, devlet mafyalaşmışsa, aç adama: "Sen sus, gebermeyi bekle!" denemez...
Bu konuşmaya kulak misafiri olan, emekli başöğretmen, gözleri şaşılaşmış, şaşırmış dinliyordu:
- Hayır... İnanamam ben, böyle ortak soyguna. Demek ki günah bizde, öğretememişiz çocuklarımıza, ahlakı, paylaşmayı... Bunca emek ve uğraş, burada mı bitecek, benim insanım bu hallere mi düşecekti? Demek ki, kabak bizlerin başına patlıyor. Ödeyemezsek, elektriğimiz kesiliyor, ışığımızı söndürüyorlar. Her ay elektriğe, daha bilmem nelere zam yaparken idare, zenginin kullandığını, bizlere ödetiyormuş desenize. Valla anlayamadım... Ama haksızlık bu...
Elektrikçi, yavaşça koluna girdi, emekli, saf müdürün:
- Gel, dedi. Haklısın sen. Ama izin ver, ben de sana bir kıyak yapıp, çengeli indireyim. Yok, hocam, itiraz etme allahaşkına... Aslında bunca yıldır, fazladan ödediğin ücretler, sana yapacağım, şu küçük yardımla bile ödenemez. Sen, kim bilir kaç yıldır, başkalarının kullandığı elektriği de ödemişindir de haberin bile olmamıştır.
Onlar kalktı, vedalaşıp ayrıldık orada.
Birkaç ay sonra, bizim Elektrikçi ile tekrar karşılaştık. Biraz birlikte yürüdük. Ayaküstü lafladık biraz.
Ama tam ayrılırken, aklıma geldi birden: O, çok saygı duyduğum, çaresiz emekliden, bir haber almak için, onu biraz durdurdum:
- Yahu, bana baksana.. Hani bir emekli hocayla tanışmıştım. Onu bir daha göremedim. Senin haberin var mı? Durumu nasıl bu günlerde?...
Elektrikçinin gözlerinde kupkuru gözyaşları:
- Aman sorma, dedi. Hastaneye kaldırmışlar galiba. Ben, bir iyilik yapayım demiştim, ama yakalamışlar, kaçak elektrik kullanıyor diye... Zavallı, mahvolmuş, itiraz bile etmemiş. Suçunu kabullenmiş, ama cezayı da ödeyememiş... İçim sızlıyor. Buna ben sebep oldum. Saatinin çengelini, ben düşürüvermiştim. Bana bir haber iletse, halleder kapattırırdım. Ama hoca, haysiyetine yedirememiş, kabullenmiş durumu. Torun hasta, kadın sancı içinde, sabaha kadar yakmak zorunda kalıyorlardı küçük bir lambayı. Onu bile ödeyebilecek imkânları yoktu ki, ben de iyilik olsun diye, saatlerindeki çengeli düşürmüştüm. Hocam itiraz etmiş, kabullenmemişti ama elektrik parasını ödeme imkânı olmayınca, sonunda ses edememişti. Yakalanınca, bitmiş, mahvolmuş garip. Valla, elden ne gelir. Hani derler ya: "Garip, hırsızlığa çıksa, ay erkenden doğarmış."
Ben, çaresiz ve üzgün, olduğum yerde donup kalmışım.
O, mahcup bir eziklikle, ayrılıp giderken, duraksadı. Yüzüme bile bakamadan:
- Hani, hasta torunu vardı ya, dedi. Çocuk ölmüş. Galiba karısı da, şimdilerde, ölmek üzereymiş, durumu ümitsizmiş. Küçük kızı da birileri almış götürmüş ama kimlerdi, şimdi nerdeler bilmiyorum valla... Hoş, Müdür Beyin de durumu pek iç açıcı değilmiş. 'Hastaneden sağ çıkmaz' demişlerdi. Tanrı, işini biliyor, kurtarıyor galiba garipleri...
- Ehh... N'apçan? Burada ümit kalmadı, ahret bir teselli, ölüm bile bir kurtuluş oldu artık.
Özcan Sungurçetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
TÜRKİYE, ÜZGÜN YURDUM, GÜZEL YURDUM
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgarı, portakal balı
Alçak gönüllü, hünerli, sevdalı
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nazım
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlat, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan
Ataol BEHRAMOĞLU
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Geniş bir tencereye üç parmak yüksekliğinde su doldurup kaynatın. 6 yumurtayı birer birer kepçenin içine kırın. Dağılmamalarına dikkat ederek kaynayan suya aktarın. 2-3 dakika sonra pişen yumurtaları kevgirle sudan alıp servis tabağına yerleştirin. Üzerine sanmsaklı yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızıbiber gezdirip servis yapın. Bu Çılbır tarifi ve birçok yemek tarifi için http://www.nepisirsem.com/ afiyet olsun.
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir bedava yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Düzenli olarak takip edildiğinde mutlaka işinize yarayacak bir program bulabilirsiniz. Download için gerekli bağlantı sitede önceden kararlaştırılmış olan indirme süresi boyunca aktif kalıyor. Bu sitede hem programın açıklamaları, hem de hakkındaki yorum ve incelemeler de yer alıyor. Yani beğenip beğenmediğiniz konusunda yorum yapabiliyorsunuz.
Matematik sever misiniz? Ben ne severim, ne de sevmem. İhtiyacımı giderecek kadar bilgi sahibi olmak yeterli diye bakmışımdır. Ama bu konuyu gayet iyi bilen ve bilgilerini paylaşanlar bir web sayfası kurmuşlar http://www.cebirsel.com/ . Geçenlerde oğluma ders çalıştırmak için bilgilerimi tazeleme amaçlı rastladığım bu web sayfasının çok faydasını gördüm. Site sahiplerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda danışmanız gereken bir bilgi kaynağı olarak sık kullanılanlar listesine ekleyebilirsiniz.
Mutfakta olmayı sevenlere özel bir web sayfası http://www.mutfaktayiz.biz/ . Aslında reklam amaçlı hazırlanmış bir web sayfası ama, kullanım ve sunum şekli hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca "bir bilene sor" başlığı altında dayanışmayı teşvik eden bir çalışma bölümü var. Bu bölüm web sayfasına ayrı bir değer katmış. Hazırlayan ekibin ellerine sağlık.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|