|
|
|
Editör'den : Muhafazakar demokrat:-)) |
Merhabalar,
"Senden büyük Allah var." padişahım diyeceğim ama, Peygamber Efendimizle bizzat konuştuğunu söyleyen(!?) bir bakan için Recep Bey'in ne ifade ettiğini pek bilemediğimden susma hakkımı kullanıyorum. Tokadı yedikçe, etrafında dönüp, "altmış, yetmiş..." diye tempo tutan yalakanın, istifa edeceğine, muhalefet liderine "Kamera Şakası" diyecek kadar alçalmasını, ben izahta güçlük çekiyorum artık. Sadece bizim değil, kendi yalakadaşlarının gözünde bile sıfırın altına düşen karizmasını kurtarmak adına adileşmek ancak bu kadar olur. Yuh olsun sana be çürük kültür mantarı.
Mantarı böyle de şişesi farklı mı? Aklı sıra yasakçı olmadığını anlatmak için "Aksırıncıya tıksırıncıya kadar içiyorsunuz. Dur diyen mi var?" deme gücünü kendinde gören bir padişahtan söz ediyoruz. "Muhafazakar demokrat"mış haşmetlu. Yesinler sizin demokratlığınızı. Öğrenci protestolarına copla, gazla saldıranlar, yirmi bin kişinin ıslığına tahammül edemeyenler mi demokrat?
Cimbom'la ilgili konuşmak bana düşmez bilirim. Ama o güzelim stadın açılışında olup bitenlere sessiz kalmak mümkün değil. Herşeyden önce helal olsun Cimbomlu taraftara. Birilerinin aksine, kendilerine stad hediye(!?) ettiğini söyleyen devlet büyüğünün eteğini öpmek yerine, hayatın gerçekleriyle ilgilendiler. Yazılanlara bakıyorum, kimse TOKİ'nin başkanı olacak herifin söylediklerine fazla takılmamış. Galatasaray için yapılan bir stadın açılışında camiaya giydiren, kira vermediler, zerre yardım etmediler gibi onca lafı söyleyen provakatör pek ciddiye alınmamış anlaşılan. Oysa tribünleri asıl ateşleyen o konuşmaydı. Demem o ki, eğer bir organizasyon varsa, organizasyonu TOKİ yapmış, haşmetlu efendisine, "Mağdurum ben mağdurum..." teranesini söylettirecek ortamı bizzat hazırlamıştır.
Galatarasaray "Allahın kuruşu" vermemiş. Yalancılığın da bu kadarına pes doğrusu. Bu arada biri çıkıp şu "Allahın kuruşu" ne demek açıklayabilir mi? Allahın kulunu biliriz de, onun kuruşla olan ilgisini anlamamız zor oluyor. Neyse, dörtüzelliküsur milyona sattığı Ali Sami Yen arazisini hesaba katmadan, cimbom kasasından çıkmayan kuruşlardan bahsetmek ayıp oluyor. Evet, yönetimin hatası çok ama doğruları da söylemek gerekiyor. Protestocuları stada sokmayacağını söyleyen bir başkan da herhalde kolay bulunmaz bu memlekette. Recep Bey stadı terkederken bir önüne atlayıp pabucunu yalamadıkları kaldı. Yazık be yazık. İnsan bu kadar alçalabilir mi? "Böyle bir başbakan protesto edilir miymiş? Hakediyor muymuş?" Hakkettiklerinin yanında bunlar az bile yağdanlık tayfası. Tamam ben artık burada keseyim, yoksa klavyem istem dışı vuruşlara başlayacak, neme lazım. Kendinize mukayyet olun, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam 21. Yüzyılın Küresel Tezgâhları |
|
İçinde yaşadığımız yüzyılın dünyası ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri oluşumlar devreye sokularak çok ciddi biçimde yeniden şekillendiriliyor. Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada olup biten devrim niteliğindeki değişimlere geniş kitleler doğru dürüst bir anlam veremiyor veya kendilerine dayatılan alışılmadık anlam katmanlarına bakarak, zihinlerinde sadece silik bir ufuk çizgisi belirleyebiliyorlar! Binlerce paradigma kaymasının yarattığı bir kaygan zeminde yaşamaya zorlanan halklar, birer sömürü aracı olarak kullanılan küresel kaosların dayanılmaz ağırlığı altında, "Artık ne olacaksa olsun; şu bulanık sular durulsun da önümüzü görelim, yeter!" noktasına getiriliyorlar usul usul.
Peki, tüm yerküreyi kapsayan ve küresel bakamayan herkese imkânsız görünen böylesine devasa bir "oyun"u kimler, hangi amaç uğruna oynuyorlar acaba?.. Bir önceki yazımda (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=284244), bir "küresel tezgâh" veya "makro plân" ile karşı karşıyayız görüşünü savunmuştum. Şimdi sıra bu "tezgâhtarlar"ın bu Binyıl'a girmeden önce kurgulayıp paketledikleri yüzyıllık plânlarını açmaya geldi (Yüzyıllık plân geleneğini 20'inci yüzyılı 19'uncu yüzyılın sonunda tasarlayan İngiltere başlatmıştı; ama tüm plânlarını Mustafa Kemal Atatürk gibi bir askerî deha ve silah arkadaşları önderliğindeki Türk Milleti'nin olağanüstü inancı ve direnci suya düşürmüştü!)...
"Üçüncü Binyıl'da ABD'nin küresel liderliğini koruması ve dünyayı 22'inci yüzyıla girmeden önce -kendi siyasal, askerî, finansal ve teknolojik gücünü kullanarak- arzu edilen biçime dönüştürmesi için hazırladığımız Makro Plân'ı onayınıza saygılarımızla sunuyoruz. İmza PNAC(Project for the New American Century = Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi).
Öneriler: Ek-1 belgesinde sıralanan 67 maddelik özet rapordaki önerilerin başarı ile gerçekleştirilmesi ve yıkılacak Dünya Ticaret Merkezi'nin yaratacağı atmosferin başarılı bir operasyona dönüştürülmesi hâlinde; 2000-2100 arasındaki yüzyılda, 25'er yıllık 4 aşamada uygulanmaya konacak küresel stratejiler ve her bir çeyrekte gerçekleştirilmeleri hedeflenen somut amaçlar aşağıda sıralanmıştır: (2025 yılı sonunda başlatılacak "ikinci aşama değişim programı" 2023 yılındaki değişimlerin başarı oranlarına göre revize edilerek yeniden kurgulanabilecektir.)
1-) Amerika Birleşik Devletleri "United States of America" ve yakın müttefiklerinin maddî, teknolojik ve insan kaynakları Dünya Birleşik Devletleri "United States of the World" ülküsünü 2100 yılına kadar gerçekleştirecek kapasiteye ve güce sahiptir. Bunun için geliştirilen slogan "Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek din!"dir. Bu yüzyıl sonunda tüm ülkelerin sınırları kaldırılabilir ve Erasmus'un "Bütün yeryüzü vatandır" ilkesi benimsetilerek, herkese dünya vatandaşlığı pasaportu verilebilir; 7 milyarda sabitleyebileceğimiz dünya nüfusunun ortak dilinin İngilizce olması sağlanabilir; üç büyük din "Dinler Arası Diyalog" kapsamındaki stratejiler aracılığı ile hem çatıştırılıp hem ılımlaştırılarak, "Tek Dünya Dini"ne dönüştürülebilir.
2-) Birinci Aşama/Birinci Çeyrek (2000-2025): Bir nesil 25 yıl olarak hesaplandığına göre, 2000 yılında doğacak çocuklar -Kuzey ve Güney Yarıküre ayrımı yapılmaksızın- 25 yaşına gelinceye kadar birinci kuşak sayılacak ve bu gençler arasından özel olarak seçilenler 2025-2050 yılları arasındaki ikinci çeyreğe bırakılan değişimlerin (evrim ve devrimlerin) öncüleri olarak ödüllendirilip eğitileceklerdir. (Ek belge-3'te detaylandırıldığı gibi, her ülkeden tüm branşlarda ikişer kişi ve 50'şer kişilik çekirdek kadro olmak üzere...)
2 a-) Birleşmiş Milletler Teşkilatı'na kayıtlı ve kayıtsız 250 ülkenin ortalama olarak 4 parçaya bölünmesiyle 1000 yeni yönetimin ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. (Örneğin, Çin Halk Cumhuriyeti en az 20 parçaya, Hindistan 16 bölgeye, örnek olsun diye Belçika 2 parçaya, Afrika 160 devlete ayrıştırılacak; fakat bazı ülkelerin bütünlüğüne dokunulmayacaktır.) . Böylece 750 yeni ülkenin başına geçecek yönetimler tarafımızdan atanacağı için hem serbest piyasa sistemiyle işleyen ve ABD'ye bağlı yeni demokrasiler kurulacak, hem de küreselleştirilecek dünyanın dörtte biri ABD'nin mutlak kontrolüne girmiş olacaktır.
2 b-) Bunu sağlamak için önce mikro-milliyetçilikler ile birlikte mezhep ve inanç farklılıklarının güçlendirilmesi ve ardından, oluşacak güçlü grupların birbirleriyle çatıştırılmaları gerekmektedir. Bu hedef uğruna hem dünya medyasının ve İnternet'in tüm olanakları etkin ve kesif biçimde kullanılacak; hem de ABD'ye yakın diplomatlar/siyasetçiler/din adamları/gazeteciler/akademisyenler/sivil toplum kuruluşları ve özellikle istihbarat örgütleri madden ve manen desteklenecektir.
2 c-) Vatikan'ın katı Katolik çizgiden uzaklaşması ve Roma Başpiskoposu Papa'nın -halk nezdinde olmasa dahi- hükümetlerce tüm Hıristiyanların ruhanî lideri olarak görülmesi sağlanacaktır. ABD hükümetleri ile paralel düşünen ve ABD'ye sığınmış Nobel Barış Ödülü sahibi Tibetli Budist lider Dalai Lama'nın Uzakdoğu dinlerinin ruhanî lideri olarak kabulü için gereken plânlar devreye sokulacaktır. Bu yolla, dindarlaştırılacak dünyanın yarı nüfusunun inandığı iki dinin mensupları iki ruhanî liderin vereceği direktiflere uyacak konuma getirilecektir. Giderek sekülerleşen Hinduizm ise daha da sekülerleştirilip hükümetlerin kontrolünde tutulacaktır.
2 d-) Dünyadaki her beş kişiden biri Müslüman; bir yandan şiddet yanlısı Müslümanlar arasındaki mezhepsel ve siyasal ayrışmalar desteklenmeli, öte yandan birleşmeleri gerektiği fikri güçlendirilmelidir. Tutkal olarak -Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı ve demokrasiyi benimsemiş- Türkiye'nin seküler deneyimleri ve geniş İslamî potansiyeli kullanılmalıdır.
2 e-) Ek belge- 5'te görüleceği gibi, Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanlığı -Katar ve İspanya ile birlikte- Türkiye'deki dindar bir siyasetçiye verilecek; Osmanlı Milletler Topluluğu'nun (Ottoman Commonwealth) diriltilmesi amacıyla geliştirilen stratejiler peyderpey uygulamaya konulacaktır. 2023 yılında yapılacak 100'üncü yıl kutlamaları sırasında -Kurucu Başkan Mustafa Kemal tarafından kaldırılmış olan- Hilafet tekrar tesis edilecek ve Türkiye'deki en etkin dinî cemaatin lideri Müslümanların Halifesi ilan edilecektir. Bu yolla, 1,7 milyar nüfusa sahip olacağını öngördüğümüz Müslümanları bir ruhanî lider aracılığı ile kontrol altında tutmak ve gerektiğinde çatışmalara sokmak mümkün olabilecektir.
2 f-) Suriye, İran ve Kuzey Kore "Şer Ekseni" olarak ilan edilmeden önce -başlangıç olarak- somut bir adım atılmalı; ABD'nin askerî gücü ve kararlılığı tüm dünyaya abartılarak gösterilmelidir. Vietnam'da edinilen deneyimlerin hepsi ABD lehine kullanılarak, Irak toprakları Saddam Hüseyin rejiminden kurtarılıp özgürleştirilmelidir. Ayrıca, ABD ve stratejik ortağımız Birleşik Krallık tarafından sıkıyönetimle idare edilecek bu kilit ülkenin kontrolümüzden çıkarılması çabalarına -her ne pahasına olursa olsun- izin verilmemeli, denenmiş tüm geçerli stratejiler büyük bir kararlılık içinde kullanılmalıdır. Bu uğurda yapılacak bütün askeri harcamalar ile ABD'nin tüm maddî-manevî kaybı, Irak'ın toplam ham petrol rezervlerinin ABD doları cinsinden değerini birkaç kat aşacak biçimde ayarlanmalıdır.
2 g-) Afganistan'ın ABD'nin 21'inci yüzyıldaki hedefleri ve çıkarları bakımından sahip olduğu kilit önem ilişikteki rapor-2'de detaylandırılmıştır. Bu ülke NATO şemsiyesi altında ABD'nin kontrolüne girmeli ve tüm dünyadaki Müslüman radikal gruplar/bireyler bu ülkeye "cihad" etmek üzere yönlendirilerek, bu ülkede üslenmeleri/güçlenmeleri sağlanmalıdır. Böylece, hem Asya ve Ortadoğu'da yaratılacak kargaşa ve özgürlük çabalarına katılarak deneyim kazanmalarının yolu açılacak; hem canlı bomba yaratma tekniklerinin testinde kullanılmaları sayesinde edinilen kazançların net bir hesabı ve ileriye dönük projeksiyonu çıkarılacak; hem de 2025 yılına yönelik stratejilerimizin gerçekleştirilmesi uğrunda istihbarat örgütlerimiz tarafından kullanılmalarının önü açılacaktır."
3-) İkinci Aşama/İkinci Çeyrek (2025-2050): Devam edecek...
Dip not: Üçüncü paragrafı yazarken, BOP kapsamındaki Tunus'un 25 yıllık iktidarının adı Yasemin konan halk ayaklanması ile yıkıldığı haberini aldım! Sudan bölünmek için referanduma gidiyor, Lübnan bölündü bölünecek! Daha nicelerinin yıkılışını ve bölünüşünü korkarım ki hep birlikte göreceğiz. Umarım 27 yıldır pilot bölge olarak kullanılan ülkemiz bu süreci daha fazla kan ve toprak kaybı olmaksızın atlatır. Bu Küresel Tezgâh'ı herkes yakınlarına anlatmayı görev edinmelidir, diye düşünüyorum .
Günün sözü: Wikileaks belgelerinin kontrollü ve dengeli olarak açıklanış sürecinde yaşanacak şiddetli tartışmalar, ayrışmalar, istifalar, kavgalar ve çatışmalar Makro Plân gereğince parçalanmaları tasarlanan ülkelerin medya aracılığı ile bölünmelerine oldukça başarılı bir örnek oluşturacaktır.
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ÇOCUK KİTAPLARI
Yazıma çocuk kitabında içerik, dil ve anlatım yönünden bulunması gereken niteliklerin yazıldığı kitaplardan faydalanma yanında ilköğretim öğrencileri üzerinde araştırma da yaparak hazırlandım. Velilerle görüştüm. Gördüm ki çocuk kitaplarının yayın nitelikleri hakkında kimsenin bilgisi yoktu. Olması da gerekmiyor. Herkes yazım kuralları veya biçimsel özellikleri bilmek zorunda değildir. Doğal olarak konuyu, konunun uzmanları bilip kitap sunumlarını ona göre yapmalıdırlar. Niteliksiz çocuk kitapları hazırlanarak bir yönü ile çocuklara haksızlık edildiğini düşünmekteyim.
"Çocuk" diye nitelendirdiğimiz insanın (2-14 yaş arasındaki dönemin) kitaplar konusunda gerçek ihtiyaçlarının tam olarak tespit edilemediğini düşünüyorum. Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu'na göre çocukluk; 0-6, 6-9, 10-12, 12-14 yaş guruplarına ayrılmış. Ancak zamanımızda tespit edilen gereksinimler yaş guruplarına uymuyor. Yaptığım araştırmada 7-9 yaşındaki çocukların okumak istedikleri ve kesintisiz okudukları kitaplar, kahramanları çocuk, hayvan olan öyküler, tatil ve doğa öyküleri, efsaneler, destanlar, fıkralar. Bu gurup çocukların ortalama yüzde ellisi 12-14 yaş çocukların okuması uygun olan kitapları okuyor. Yaşları büyüdükçe, dersleri çalışma zamanı uzadıkça, kitap okuyan çocukların sayısında azalma olduğu saptandı. 10 -12 yaş gurubu hiçbir kalıba uymuyor. Araştırmam kitap okuyan çocukların çoğunun 14 yaş ve üstü için yazılmış kitapları beğendiği ve okuduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Bu devrede kız ve erkek çocukların cinsiyet farkı vardır ve gerçeğe yönelirler. Gerçekleri de çevreden ve yayınlardan örnek alarak uygularlar. Araştırmamın sonucu yönlendirmelerin çocukları şaşırttığı görüldü. Böylece; çocukların eğitim ve öğretiminden önce yakın çevre, yazılı ve görsel basın ve millet olarak her bireyin sorumlu olduğu bilinen gerçeği yeniden ortaya çıktı.
Mankenlere beden ölçüleri ve kıyafet olarak özenme başta olmak üzere, gelenek ve göreneğimize uymayan yarışmaların yapılması ve aşırı ilgi çekilmesi için çaba gösterilmesini şaşırtıcı buluyorum. Magazin programlarının karşısında ve izlemeyen biri olarak birçok konuda bildiklerim var. Ana haber bültenlerinde magazin haberleri de veriliyor. Gazeteyi elinize alınca canlı et pazarı göze çarpıyor. Sayfaları açıp okumaya çekiniyorsunuz. Çocuklarınızı nasıl korursanız koruyun bu yayınları görmemelerini engellemeniz imkânsızdır. Çocuk doktorları, psikiyatrisiler, öğretmenler ve herkes bu gidişe tavır koymalı. Bu tür yayınlar çocukların beden ve ruhsal gelişimlerine aykırı değil mi? Bunların sonucu olarak çocukların okudukları ve ilgi duydukları kitapların konusunun yaşlarının çok üstünde olduğu gerçeğine ulaşıyoruz.
Bu durum karşısında yazılan kitaplarda, verilmek istenen temanın neler olması, nasıl sunulması gerektiği sorusuna cevap aramalıyız. Bir taraftan da okulda verilen eğitim ile gerçek hayat arasında dağlar kadar fark var. Okulda öğrenilenler sanal âlem, sanki masal gibi bir şey. Eski eğitim sistemi bazı yönleriyle daha olumluydu. Çocuklar üzerinde komşunun, bakkalın, manavın, mahalle polisinin hatta simitçinin, yoğurtçunun söz hakkı vardı. Bu hak onlara mesuliyet yüklüyordu. Şimdi çocukların üzerinde öğretmenlerin bile söz söylemeye hakkı yok. Çocuklarımızı nereye sürüklüyoruz?
Bu durumun yazarları da zora koştuğunu görüyorum. Çocuklar, çocuk konuları ile ilgilenmiyor. Zamane konulu! Kitapları yazmak zorunlu mu oluyor acaba? 3. sınıfın sonuna doğru hatta daha erken çocukların görüş ve duyuşları yaşlarını aşıyor. Bu gidişin sorunlarını ve çözüm yollarını araştırmalıyız. Çocuk kitapları, çocukların beden ve ruh sağlığını besleyici nitelikte mi yoksa okusunlar diye magazin konularından mı seçerek yazmalı? Düşünmeliyiz, tartışmalıyız.
Neden çocuklara kitap okuma alışkanlığını vermeğe çalışıyoruz? Yaş guruplarına göre "Güzel okumayı, anlamayı, yorum yapmağı, tahmin etmeği, sonuç geliştirmeği" kavrasınlar, kendi yorumları ile zenginleştirme gayretinde olsunlar diye. En önemlisi de iyi vakit geçirsinler sevinç dolsunlar, mutlu olsunlar isteriz. Güzellikleri fark etmelerine çalışırız.
Böylece; yazarlar, kitaplarını ısrarla çocuk gelişimine ve psikolojisine uygun yazmayı sürdürmeli diye bir sonuç çıkarıyorum. Zamanın gidişine ve bitmeyen isteklere göre kitap yazılırsa her zaman yaşla kuru karışır.
Bir kıssaya göre: "Yaşlı Kızılderili reisin beyaz ve siyah iki köpeği vardı. On iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterliyken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin hep siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar, benim için iki simgedir evlat. "Neyin simgesi" dedi çocuk. "İyilik ile kötülüğün. Gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder. Onları seyrettikçe bunu düşünürüm. Onun için yanımdan ayırmam onları. "Peki, sence hangisi kazanır mücadeleyi? "Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: "Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!" Yazılarımızla beyaz köpeği beselemeye ısrarla sürdürmeliyiz.
Çocuk kitapları, onların içlerindeki cevheri bulmalarına yardımcı olmalıdır. Mutluluk insanın içindendir. Yaş guruplarına göre seçilen konular her zaman güllük gülistanlık olmamalı. Hayatın gerçeklerine dikkat çekmelidir. Savaşlar, açlık, yokluk, çevre kirliliği, tükenebilir enerji kaynaklarımız, küresel ısınma, su, ağacın önemi ve bunların sonuçları ölüm gerçeğinden acılıdırlar. Farkına varmaları sağlanmalıdır.
Çocuklar çağın hastalığı bireyselliğe itilmektedirler. İnsan, sosyal bir canlıdır. Bireysellik özendirilmemeli, içlerinde paylaşma, yardımlaşma isteği doğmasına yardımcı olunmalıdır. Arkadaşlık, komşuluk değerleri canlandırılmalı. Gelenek ve göreneklerimiz kitaplarda yerini bulmalıdır. Bizi biz yapan olgular ortaya çıkarılmalıdır. Başkalarına benzemenin bir fayda sağlamadığı açıkça ifade edilmelidir.
Bir çocuk kitabında, konu, verilen mesaj kadar kitabın planlanması, kahramanların hayata karşı duruşları kadar görsellik ve yazım kuralları da önemlidir. Kurallar gereksizse, uyulmayacaksa uzmanların bu konuda uğraş vermesinin anlamı yoktur..
Büyürken Çocuk Dünya klasikleri yanında K.Tuğcu'nun, Ömer Seyfettin'in kitaplarını severek okumuştum. Tommix, Teksas da okurdum. Okuma alışkanlığım, değer yargılarım mahallemizde, güzel insanlar arasında bu kitapları okuduğum dönemlerde pekişti diyebilirim. Çocukların her şeye ölçüler dâhilinde ihtiyaçları vardır.
Bu gün ve her zaman güneşin altın tozları sizleri bulutsuz gökyüzü ile kucaklasın.
Seher Türker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran "İSTANBULLA YÜZLEŞME" |
|
Asmalımescit'teki Galatea Galerisi'nde bir oymabaskı sergisi açıldı; Umut Germeç'in önderlik ettiği sergiye,Ahmet Umut Deniz'den Yusuf Katipoğlu'na 37 ressam katılmış; yüz yapıt yer alıyor hem sergide, hem özenle basılmış kitabında.
Kitabın oluşumuna ozan dostlarım Refik Durbaş'la Yaşar Miraç yazı ve şiirleriyle katılmışla; projenin uygulanmasında Galatea Sanat Kurumu'nun, Ezgi Öz'ün, Ursula Soltermann Katipoğlu'nun, Gravürist Sanatçı Kollektifi'nin emekleri var.
Atölye ekibinde Desen Halçınarlı, Hakan Ulumsan, Kadri Selçuk Yaşa Sibel Kınık görev almış.
Kitabın tasarımı da, galerinin yönetimi de sevgili Ezgi Öz'ün.
Bu çarpıcı sergiyi gezerken, kusursuz kitabı incelerken beni sevindiren başka bir nokta da, yıllar önceki açılısından beri hemen bütün sergilerini izlediğim bu yuvayı kurup yaşatan Ali Şahinler'i yakından tanımak oldu; meğer iki sevgili insan, tiyatrocu Ayton Sert ile ressam Sarkis Günsel, Ali'nin de yakın dostlarıymış ve bu galeriyi açmaya onu bu güzel insanlar özendirmişler.
Geri dönüp düşündüğümde, kiraladığı ilk galeriye de zaten Sarkis'in adını verdiğini anımsıyorum.
Yazılarımda yineleyip dururum, evrendeki her şey olasılık+gerekliliğin ürünüdür diye; bakın bir kez kanıtlandı bunun doğruluğu: Ayton'la Sarkis kökten bir değişime yol açmışlar Ali Şahinler'in yaşamında; dolayısıyla, gittikçe kuruyan, çöle dönüşen dünyamızda bize de hâlâ ayakta duran bir sanat yuvası, sığınağı kazandırmışlar. Galeride yapıtları sergilenen kardeşlerimiz de, biz sanatseverler de buna ne kadar sevinsek azdır.
*
25 Aralık akşamı Kadıköy'deki Barış Manço Kültür Merkezi'ndeydik; merkezin yöneticisi Cuma Bolat, "Anadolunun Ezgisi Ruhi Su" gecesi düzenlemişti.
Gece Büyük Usta'nın görüntüleri eşliğinde salonu sarsan türküleriyle başladı; kurduğu Dostlar Korosu'ndan geriye kalabilmiş bir avuç kızla oğlan, Berktay Akyıldız'ın yönetiminde, Ruhi Bey'in çoksesli söylettiği birkaç şarkıyı söyledi.
Cuma, son derece ölçülü davranıp kısa bir sunuşun ardından ilk yorumcuyu sahneye çağırdı: Hasan Karayolu. Sanırım hak ettiği ses eğitimini alamamıştır Hasan; ama doğa ona gümbür gümbür bir ses, coşkulu bir yürek bağışlamış. Usta'nın iki üç türküsünü anımsattı bize.
Bu salonda, Ruhi Su için düzenlenen ikinci anmaydı bu; ilkinde olduğu gibi, Merkez'in alt katı insan dolu olduğu hâlde, salon dolamamıştı.
Koro'nun yöneticisi Berktay da şarkıların önünde ve sonunda yaptığı konuşmada topluluğa gençlerin katılmadığından, üstlendikleri kutsal görevi yerine getirmekte zorlandıklarından söz etti; ben de bana ayrılan dakikalarda Ruhi Su'yu oluşturan toplumsal-tarihsel koşullara kısaca değindim; yüzlerce yıldır dünya kaynaklarını amansızca, acımasızca paylaşanların 19. Yüzyıl sonunda Anadolu topraklarını aralarında paylaşma istek ve kararına Selanikli Sarı Saçlı Mavi Gözlü güzel halk çocuğunun nasıl karşı çıktığını; hem kendi halkını, hem bütün ezilip sömürülenleri o gözü dönmüş sülüklerden nasıl kurtardığını anımsattım.
Osmanoğullarının tam altı yüzyıl dünyanın dört bir köşesinde ölmeye gönderdiği Anadolu çocuklarını bilgili, saygılı dünya yurttaşlarına dönüştürme savaşımına değindim; anasız babasız Vanlı Mehmet Ruhi de el uzattığı yetenekli yavrular arasındaydı; onun gibiler okusun diye ilkin Müzik Öğretmen Okulu'nu açtı, hem de Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra; 30'lu yıllarda da Opera'yı kurdu Alman öğretmenlerin önderliğinde; sevgili Ruhi Su¸o okulda Karl Ebert'ten gördüğü yararları anlata anlata bitiremezdi.
Atatürk de Fidel Castro gibi Devrimi'nin başında 50 yıl yaşayabilseydi, ne Nâzım Hikmet karşıdevrimci paşaların doymak bilmez hırsıyla zindana atılırdı, ne de Ruhi Su; tersine, ikisi de Devlet Sanatçısı yapılır, bütün dünyaya övünçle sunulurdu.
Ama Sarı Saçlı Mavi Gözlü 15 yılda yorulup öldürülünce, Türk köylüsünü aydınlığa kavuşturacak Köy Enstitüleri'nin gırtlağına basılıverdi; Hasanoğlan'da ders veren operanın yanında türkülerimizi de oya gibi işleyen Ruhi Su da, birçok toplumcu arkadaşıyla birlikte, doğruca zindana gönderildi.
Eğer 27 Mayıs 1960'daki silkinme olmasaydı, bir daha kimsecikler adını da, sesini de duyamazdı; neyse ki, ABD'ye uşaklıktan vazgeçip bakışlarını kendi halkına çevirmiş 1960 askerleri, yurdumuzun şimdiye dek görebildiği en uygar anayasayı armağan ettiler bize; böylece birkaç dostunun da yardımıyla, Ruhi Bey hiç değilse kimi gece kulüplerinde türkü söyleyebilme olanağına kavuştu; Hasanoğlan'dan öğretmen arkadaşı bilge Sabahattin Eyuboğlu ile Hâlet Çambel'in önayak olmalarıyla, ilk 45'lik plaklarını çıkardı; ardından uzunçalarlar geldi.
Ama 27 Mayıs Devrimi'ni yaşatır mı karşıdevrimciler? 1971'de ilk yumruğu indirdiler; Ruhi Bey ekmek parasını çıkaracak küçücük bir kulüp bile bulamaz oldu.
O zaman Demokritos'un olasılık ve gerekliliği yetişti imdadımıza: Evinç-Mekin Dinçer çifti ile anlaştık, bir hafta bizde, bir hafta onlarda toplanıp türküleri sürdürdük. Şimdi alıp dinlediğiniz cd'lerdeki türküler böyle kurtuldu uzaya dağılıp erimekten.
Ama 80'deki ikinci yumruk, 27 Mayıs Anayası'nı da, her şeyi de tuz buz etti; ayaklar altına alınanlar arasında elbette Ruhi Su da vardı; nitekim bunun yıkıntısından kurtulamadı, akrep olup kendi kendini soktu, 85'te aramızdan ayrıldı.
Berktay soruyor, neden gençler gelmiyor Koro'ya diye; çalışacak yer bulamamaktan yakınıyor.
İyi ama, Kadıköy halkı hâlâ - aslında Atatürk Devrimi'ni çoktan unutmuş - CHP'ye oy vermese; Barış Manço Kültür Merkezi'nin başında Cuma Bolat bulunmasa, kim anımsar, kim anar artık Ruhi Su'yu?
Atatürk'ün ve bir avuç inançlı yoldaşının yağmacılardan kurtarıp Türk halkına geri verdikleri yer altı-yerüstü bütün kaynaklar - Lord Curzon Hazretlerinin (!?) Lozan'da dediği gibi - hem de tek kurşun atamadan elimizden alındı.
Bakalım gelecek yıl Ruhi Su Usta'yı anma olanağı bulabilecek miyiz?
Neyse, dönelim, geceye; sonra sahneye İsmail Hakkı Demircioğlu çağrıldı; İsmail'in adını nicedir duyuyordum elbet, ama kendisini ilk kez görüp dinledim. Onurlu, kişilikli bir Karadeniz uşağı. O da Ustasının birkaç türküsünü söyledi.
Ardından, sevgili Yusuf Başaran geldi; hovarda tüketim toplumunun hiç değenini, hâtta adlarını bile bilmediği dedesi Yusuf Başaran ile babası Mustafa Başaran'ın güzelim Alevi türkülerinden birkaçını çalıp söyledi.
Son olarak da, ses eğitimi de almış olan Ufuk Karakoç çıktı sahneye; Ruhi Su gibi bur ustanın yanında çıraklık edebilseydi çok daha doyurucu olacak bir sesi var; o da iki üç türküyle Ustasını andı.
Sözün kısası, kendi aramızda olsa da, Büyük Usta'yı bir kez daha kucaklayıp iki saatliğine arındık.
Cuma Bolat'a da, çalışma arkadaşlarına da içten teşekkürler.
*
Anma etkinliği bittikten sonra, bir öğretmen hanım yanıma geldi,bir şey sorabilir miyim? dedi; Kâzık Karabekir'in harf devrimine karşı çıktığı söyleniyor, doğru mu?
Bilirsiniz, gerek Batılı sömürgeciler, gerek buradaki maşaları ikide bir: Türkler tarihleriyle yüzleşsin! derler; yüzleşicez de, doğruyu söyleyen yok, ya da Doğan Avcıoglu falan gibi olsa bile, halkın büyük çoğunluğuna ulaşamıyor, O yüzden bu iyiniyetli öğretmen hanım, Karabekir'in, daha İzmir İktisat Kurultayı sırasında, Latin harflerine geçilmesi önerisine, olanca öfke ve şiddetiyle karşı çıktığını; yanışabında oturan Mustafa Kemâl'in o sırada hiç sesini çıkarmadığını; ama ülkeyi hazırladıktan sonra, gereğini yerine getirmek üzere, Sarayburnu'nda, halkın gözü önünde tebeşiri alıp ilk Türkçe harfleri yazdığını öğrenememişti.
Ama yalnız Karabekir mi? bütün ünlü paşalar, atılan adımların hepsine karşıdırlar; yüz binlerce yurt çocuğu şehit düşmüştür, ama onlara kalırsa Padişah Efendimiz de, Halife Hazretleri de, çürümüş kurum ve kişilerin hepsi de yerli yerinde kalmalıdır!
Malta'dan kurtardıkları arasında bulunan Rauf Orbay¸ padişahlığın, hilafetin kaldırılma olasılığı karşısında, bir yerine bir şey batmış gibi ayağa fırlayıp: iyi ama, benim kursağımda Padişahın ekmeği var, ihanet edemem! diyor. Sanki o ekmeği padişah kazanıp ona yedirmiş gibi, Türk köylüsü yeryüzünde yokmuş gibi!
Ve o ünlü paşalar, İzmir'de Atatürk'ü öldürme girişimini kendileri düzenlemeseler de, haberleri var, gelip Mustafa Kemâl'i uyaracak yerde, susup suça ortak olabilmektedir.
1920'de kalpağına kızıl yıldız diktiren; hepimiz Bolşevikiz diyen Karabekir de; İngiliz askerleri süngüyü göğsüne dayayana dek İstanbul'da kalan; kalmakla yetinse yine iyi, ayrıca Padişahına yaranmak üzere, Mustafa Kemâl'in hemen yakalanıp İstanbul'a gönderilmesi için bütün birliklere buyruk gönderen Genelkurmay görevlisi olan Fevzi Çakmak da, azılı birer toplumculuk düşmanıdırlar; ve bunu kılgısal olarak eyleme de geçirirler 1939'dan sonra; Köy Enstitüleri'nin yok edilmesi için canla başla çalışırlar.
Sonra bir de erkek öğretmen seslendi, iyi ama, Ruhi Su'yu anma gecesinde, daha çok Atatürk'ten söz ettiniz, dedi; ne garip? döktüğüm bütün dil boşa gitmişti. Oysa ben, Atatürk ve ona gönülden inanan bir avuç insan olmasa, ne Cumhuriyetin olacağını; ne bizim şimdiki yerimizde bulunacağımızı; ne de anasız babasız halk çocukları arasından, yetenekli Mehmet Ruhi'nin Ruhi Su'ya dönüşebileceğini yeterince açık anlattığımı sanıyordum. Anlatamamışım demek Ya da insanlar bizi değil, kafalarındaki sesi dinliyorlar.
*
Her zamanki gibi kargoyla gelen kitap sevgili Nihat Ziyalan'ın "Attım Kapağı Yurtdışına" adlı romanıydı; Günışığı Kitaplığı basmış; Köprü Kitaplar dizisini Semih Gümüş yönetiyor.
Nihatçım bunda onu alıp Avustralyaları uçuran kasırgayı anlatıyor; başına da bir şiir koymuş; zorunlu göçmenliğini kitapta okursunuz, şimdi o şiiri paylaşalım.
Gidiyorum
Yemeklerinin tadını annemin; "canım oğlum" derken, saçımı okşamasını.
Götürüyorum, giderken.
Babamla güreşmeyi; soluk soluğa kalışımızı, "az kalsın yıkıyordun" demesini.
Götürüyorum, giderken.
Bakışlarımız karşılaştığında, elektriğine çarpıldığım fırıncı kızı, "beni bırakıp gidiyor musun" sorusunu.
Götürüyorum, giderken.
Karaköy Köprüsü'nün altında yediğim balık, vapur düdükleri, seslendiğim "garson bey bir porsiyon daha"yı.
Götürüyorum, giderken.
Asmalımescit'in terli; kalabalık kokusunu, her lokantada çalan ayrı müziği. masalardaki sarmaş dolaşlığı.
Götürüyorum, giderken.
Havaalanında el sallıyor sevdiklerim. "Beni ne zaman aldıracaksın" heyecanını kız kardeşimin, ağlayarak onlara el sallayışımı.
Götürüyorum, giderken.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR: HİKMET AKSOY |
|
Güler yüzlü ve dost insan Hikmet Aksoy, Trabzon'un yaşayan en eski sanatçılarından biridir. O, bir koltuğunda birden çok karpuz taşıyabilen ender sanatçılardandır. Zira O, "gazeteci, bankacı, karikatürist, yazar" gibi sıfatları künyesine alınteriyle yazdırmış başarılı bir kişidir. Ömrünü sanata adayan, özellikle karikatür sahasında ölmez eserler ortaya koyan Aksoy, Trabzon sanat tarihinin son dönemini çok iyi bilen insanlardandır. O, bizim için adeta canlı bir tarihtir. Bu güzel simadan Trabzon'un sanat geçmişini dinlemek ayrı bir zevktir.
Hayata çizgilerin arkasından eleştirel bir gözle bakan karikatürist Hikmet Aksoy, 1953'ten beri sanat hamurunu o mahir elleriyle yoğurmaktadır. O, İstanbul'da öğrencilik yıllarında kendini karikatürün içinde buldu ve bu sahadaki önemli isimlerle bir araya geldi. O'nun sanatta öğrencilik konumundan ustalık konumuna yükselişi örnek bir serüvendir.
Hikmet Aksoy sadece karikatürle ilgilenmedi; hemen hemen sanatın her alanına derin alâka duydu. Özellikle gazetecilik O'nun için bir sevda mesleğidir. O, Trabzon'da Hâkimiyet, Hizmet, Kuzey Haber gibi birçok gazetede kalem oynattı.; doğru bildiklerini eğilmeden ve bükülmeden dile getirdi. Yine Trabzon'da Taka Mizah Sayfasını başlatan O'dur. Hikmet Aksoy'un yaşam öyküsüne bakınca O'nun az zamanda ne çok iş yaptığını görürüz:
Trabzon'da ve Türkiye'de karikatür sahasında yaşayan bir çınar olan Hikmet Aksoy, Trabzon'un Vakfıkebir ilçesinde 1939'da doğdu. İlk ve orta okulu Vakfıkebir'de, Ticaret Lisesi öğrenimini Giresun'da tamamladı. İstanbul İktisadi ve Ticarî İlimler Akademisi'ne iki dönem devam etti. İlk yazısı, muhabiri olduğu Vefa Spor Dergisi'nde yayımlandı. Trabzon'da 1959 yılına değin Hadiselere Tercüman, Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazetelerinin muhabirliğini yaptı. 1959 yılında ilk kez geldiği İstanbul'da Hadiselere Tercüman, Günlük Spor ve Türkiye Spor gazetelerinde muhabir ve karikatürist olarak çalıştı. Bu dönemde karikatürleri Şaka, Dünya, Tef, Büyük Gazete, Son Havadis gazetelerinde yayımlandı. 1965 yılında askeriliğini yaptığı Kütahya'nın Simav ilçesi Pınarlar köyünde, 'Köy Raporu' adıyla, köycü / eğitici birgazete çıkararak, köylülere bedava dağıttı. O, bu anlamda köyde gazete çıkaran belki de ilk kişidir.
Aksoy, Trabzon basınında, Hizmet ve Kuzey Haber gazetelerinde genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Sonhaber ve Karadeniz gazetelerinde yazarlık yaptı. 1981'de Karadeniz gazetesinde düzenlediği Taka Mizah Sayfası, yaygın ve yerel basında en uzun soluklu mizah sayfası olarak 30 yılını doldurdu. Aksoy, Sürekli Basın Kartı sahibi olup; 68 yerel gazetede her gün çizerek, karikatür sanatını tanıtma ve sevdirme çabasını sürdürüyor.
Daha çok bir çizer olarak tanınan Hikmet Aksoy'un aslında çok da güçlü bir kalemi vardır. Araştırmayı ve öğrenmeyi çok seven Aksoy'un kalemi serttir. Zira yazılarını tarafsız bir gözle yazar. O, sert olduğu kadar da mert ve babacan bir insandır. O'nun kaleminden çıkan "Her Yönüyle Vakfıkebir, Vakfıkebir İlçesi ve Çevresi, Faik Ahmet Barutçu, Karikatürün Trabzon Boyutu, Trabzon Basını(Gazeteler-Gazeteciler, 1869-1998), Made in Karadeniz Fıkralar, Temel'li Fıkralar (Komisyon), Kemençe Çalayım mi (Fıkralar), Bir Ömür Bir Şehir, Ziyad Nemli Kırmızı Paçalı Güvercin" adlı araştırma-inceleme eserleri bulunmaktadır.
Çizgileriyle hayata renk ve ahenk katan Hikmet Aksoy çok üretken bir insandır. Yaşının hayli ilerlemiş olmasına rağmen bir delikanlı gibi gece gündüz demeden çalışır ve üretir. Üretmediği günü zayi olmuş sayar. Bu ülkede O'nun gibi yüz tane insan olsa sanatta ve kültürde akıl almaz boyutta büyük bir yol katederiz. Bu arada O, sanata katkılarından ve hizmetlerinden dolayı birçok ödüle de layık görülmüştür. Bilenler bilir, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti 1995 Basın Hizmet Ödülü kendisine verilmiştir. Bunun yanında O, 2010'da 70 yaş kesitinde gazeteciliğe ve karikatüre katkılarından dolayı "Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü"ne layık görülmüştür.
Evli ve üç çocuk babası olan karikatürist Hikmet Aksoy, Büyükliman Gazeteciler Cemiyeti Onursal Başkanıdır. Kendisi doğduğu ve doyduğu topraklar olan şirin Vakfıkebir'de kurduğu "Karadeniz Fıkraları Ajansı"nda karikatür çalışmalarını, araştırmalarını sürdürüyor.
Karikatür öyle bir sanattır ki bazen bir kitapta anlatılamayacak bir olayı bir karede anlatabilir; tabii ki karikatürü çizenin usta olması şartıyla… İşte Trabzon'un usta çizeri Hikmet Aksoy, bir kitapta anlatılamayacak kadar derin meseleleri bir karede ifade edebilen başarılı bir karikatüristttir. Bunu, bugüne kadar çizdiği binlerce karikatürle ispatlamıştır.
Trabzon basınının duayen isimlerinden biri olan yazar ve karikatürist Hikmet Aksoy, geçimini gazetecilikten kazanmadı. Aksine kazancının çoğunu gazetecilik yoluna harcadı. Bu yüzden hiç kimseye vefa borcu olmadı. Aksoy, vatanî görevini tamamladıktan sonra, Ziraat Bankası'nda görev aldı. Bankacılık ve kooperatifçilik hizmetleri sırasında da basından hiç kopmadı ve yerel/ulusal basında fıkra, makale, fotoğraf, röportaj ve karikatürleri yayınlamdı.
Hikmet Aksoy, karikatürde ülke sınırlarını da aştı. 1976 yılında İtalya'nın Bordighera kentindeki uluslararası karikatür yarışmasında bir karikatürü bu kentin mizâh salonunda devamlı sergilenmeye alındı. Karikatürleri çeşitli ülkelerde sergilendi, albümlere alındı. İlk karikatür sergisini 1961'de Vakfıkebir'de açtı. Sonra Trabzon'da düzenlenen karma sergilere katıldı. Gazetecilikte karikatür dalında 1981 yılında "Çağdaş Gazeteciler Derneği"nin "Yılın Gazetecisi" ödülünü kazandı. Aynı üstün başarısını fıkra, makale, röportaj ve fotoğrafçılık dallarında da göstererek söz konusu dernekçe üç yıl üst üste "Yılın Gazetecisi" seçildi.
Hissiyatını yazıya dökmede mahir olan Hikmet Aksoy 1982'de Ankara Veteriner Hekimler Derneği'nin hayvan sevgisi ve sağlığı konulu yarışmasında "Jüri Özel Ödülü" nü kazandı. 1982 yılında Karadeniz Gazetesi'nde yayımlanan "Orda Bir Sporcu Var Uzakta" başlıklı röportajı ile "Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu"nca birinci seçildi. Konfederasyonca ve Spor Toto teşkilâtınca ödüllendirildi. Eli açık bir insan olan Hikmet Aksoy, Edirne'den Erzurum'a kadar 68 ilde yayınlanan 68 gazeteye günlük olarak karikatür göndermektedir. Bu öyle kolay bir iş değildir. O, bu konuyla ilgili şunları söylemektedir:
"Karadeniz fıkralarının özelliğini korumak için bugüne kadar gazetelere fıkra servisi yapıyordum. Geçtiğimiz ekim ayından itibaren fıkraların yanında karikatürler de göndermeye başladım. Buradaki amacım Anadolu insanını karikatürle tanıştırmak ve karikatürü sevdirmektir. Emekli maaşımı bu işe harcıyorum. Aylık 100 milyon liraya yakın posta parası veriyorum. Bu işi bundan sonra da yapmaya devam edeceğim. Gazetelere faksla geçtiğim karikatürlerden hiçbir ücret almıyorum. Fakat hayat pahalılığı her geçen gün giderek artıyor. Ama bu işi seviyorum. Bundan sonra hedefim, Türkiye'deki bütün gazetelere karikatür göndermek… Ekonomik olarak dayanabildiğim yere kadar gideceğim. Sonrasına bakacağız. İlk hedefim, Anadolu Basını'na karikatür bilincini yerleştirmekti. Bunu gerçekleştirdim. Artık bundan sonraki hedefim Anadolu'da her gazetenin bünyesinde karikatürist çalıştırılmasına yardımcı olmaktır. Bu da yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı."
"Bilindiği üzere Karadeniz insanının pratik zekasının, karakterinin, samimiyetinin ve olaylara bakış açısının kendine özgü mizahî bir yönü vardır. Bu durum, insanları gülmekten kırıp geçiren Karadeniz fıkralarının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Fakat fıkraların bu oluşumu zorlama değil, tamamen doğaldır. Hikmet Aksoy; Karadeniz fikralarının doğal mecrasından uzaklaşmaması için, yerinde bir kararla, Karadeniz Fıkraları Ajansı'nı kurmuştur. Bu ajans her geçen gün bozulup kaybolmakta olan Karadeniz fıkralarını bir anlamda koruma altına almıştır.
Trabzon'un yetiştirdiği güçlü yazar ve çizerlerden biri olan Hikmet Aksoy, sanat yaşamında elli yılı geride bırakarak bugünlere geldi. O; yazmak ve çizmek, daha doğrusu yeni şeyler üretmek, zamana mührünü vurmak, dünyada hoş bir seda bırakmak gayretinde durdurak bilmiyor. Gençler zamanlarını boşa geçirirken, bu yaştan sonra hayatta makam mevki beklentisi olmayan bu kıymetli sanatçımızın azmi ve kararlılığı alkışlanmaya değerdir.
Ben uzun yıllardan beri Hikmet Aksoy Ağabey'in başarılı çalışmalarını takip eden ve bir Trabzonlu olarak O'nun başarılarından büyük keyif alan bir sanatseverim. Yaşı kemale ermiş bu güçlü kalem erbabını benim gibi birçok sanatsever sevse de her nedense bunu ifade etmez. Acaba sevdiklerimize hayattayken takdir duygularımızı niçin ifade etmeyiz de, dünyadan göçünce bir hazine bulmuşçasına öleni iltifat sağanağına tutarız? Kim bilir?...
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Nar-ı Aşk -2
Afet Fatma, cumbalı hole açılan odalardan ikisinin kapısını tıklattı ve Osman'ın karşısındaki divanın üzerine kuruldu. Birkaç dakika sonra ellerinde çalgılarıyla dört kız çıktı odadan. Konuklarını başları ile selamlayıp yerlerine oturdular. 'Zannetme ki terk eyledi bu gönül seni' isimli şarkıya başladılar hep bir ağızdan.
Selim'in en sevdiği makamlardan biriydi bu. Acıyla kıvranan gönlün kendini ifşa etme çabaları tıpkı kendinin düştüğü durumu anlatıyordu. Lağuta, sinekeman, çifte nakkare, bir kemençe, bir de deften mürekkep gruptan dökülen nameler kalbindeki aşk yarasına merhem olmuşa benziyordu ki, yüzüne sükunet yayılıverdi. Afet Fatma, Osman'ın yanında ilk kez gördüğü ve onun kabadayılarından olmadığı her halinden belli olan bu delikanlıyı izliyordu. Acep ne işi vardı Osman'ın onunla? Geldiğinden beri başını önüne eğmiş bir kez olsun bile kaldırmamış olan bu gence karşı içinde büyüyen merak duygusunu bastırdı. Meşkhaneye ilk kez gelenlerde o utangaçlık hali hep olurdu. Ancak ilerleyen saatlerde açılırlar sonra da daimi müşteri olurlardı.
"Seni de görürüz nasılsa birkaç saate kadar," dedi içinden. "Nasıl ki goncalar açar güneşle, sen de açacaksın aşkla ve meşkle!"
Ardı ardına şarkılar söyleniyor, bardaklar boşalıyor doluyor, nargileler tüttürülüyordu. Biraz sonra ilk raksı yapmak üzere on beş yaşlarında bir kız çıkageldi. Erkek gibi pantolon, gömlek ve yelek giymiş, başına fes geçirmiş ve ceketini omzunda sallandırmıştı. Aşka düşmüş bir külhanbeyini canlandırmaya başladı. Hareketleri erkeksi ama kırılgan, bakışları dalgın ama delici, acısı yavaş ama keskindi. Selim kendini anlatan bu oyunu izledi göz ucuyla. Osman, Selim'in haline kıs kıs gülüyor,
"Bak, bak ne hallerde dolanıyorsun ortada. Tıpkı kuyruğu kıstırıldığı için acı çeken bir kedi eniği gibi görüyorlar seni. Bir delikanlıya yakışır mı, ha?"
Selim ne hiddetleniyordu ne de kendini yerin dibine girmiş gibi hissediyordu. Biliyordu ki onun da aşka düşeceği zaman gelecek, onu da saracak o kor alevler. Ama o yiğitliğin namına leke sürmemek adına gizleyecekti benliğini kemiren duyguları ve mum gibi yavaş yavaş eriyecekti. O zamanlar yanında olmamayı istedi sadece.
Selim'in yanında oturan delikanlı erkek kıyafetleri ile dans eden kızı gözüne kestirmişti. Dansı bitip odasına çekildikten çok sonra bile onu tekrar tekrar istetiyor, başka danslar için Afet Fatma'ya diller döküyordu. Kız üç kez daha dans etti ama her seferinde başka canlandırmalar yaparak ve farklı kostümler giyerek. Dilber dans ederken bizim kabadayı "Aaahhh ahhh!" diyordu. Belli ki bu yağız delikanlıdan hoşlanmayan kız da "vaaaahh vaaahh!" diye geçiştiriyordu onu. Kız dansını tamamlayıp tekrar odasına dönünce Osman delikanlıya dönerek:
"Yeter bu kadar eğlendiğin, rahat bırak kızı," dedi.
Birkaç şarkı sonra Bıçkın Osman'ın beklediği an gelmişti. Fettan Efsun'un dansı. Şarkı başladı başlamasına ama hala odadan çıkmamıştı Efsun. İsmi gibi gizemli bir hava yaratmaya bayılırdı. Osman onun en çok bu özelliğini beğenirdi zaten. Derinden zil sesleri geldi önce, sonra eşikten bir bacağını uzattı. Basma pantolonun üstüne dizkapaklarına kadar uzanan kloş bir etek ve belini açıkta bırakan kenarları sırma işlemeli cepkenini giyinmişti. Gerdanını iri boncuklar ile süsleyen kolyesini ve pullarla bezenmiş kemerini takmıştı. Yüzü erkek kısmını baştan çıkartan güzellikte değildi. Gözleri çekik ve sürmeli, çene kemiği iri ve dışarı çıkık, burnu genişçe ve yayvandı. Yüzünü tül ile örtmüş saçlarını da çenesini ve kulaklarını kapatacak şekilde üstüne dökmüştü. Bu dilberin nasıl olupta bütün vücudunu zelzele olurmuşçasına sallamasına kimsenin aklı ermiyordu. Pantolonunun üzerindeki pullu kemeri müdemadiyen çınlamış, ortama keyif salmıştı. Kadehler tokuşturuluyor, alkış tutuluyordu.
Raksını bitiren Efsun herkesi kendine hayran bırakmanın verdiği eda ve memnuniyetle odasına çekildi. Çok geçmemişti ki ayak işlerine koşulan kızı yanına çağırdı. Kız hızlı adımlar ile Osman'ın yanına ilişti, kulağına bir şeyler fısıldadı ve Efsun'un baş harflerinin işlendiği ipek beyaz mendili avcuna bıraktı. Osman'ın koltukları kabarmış, erkeklik gururu okşanmıştı. Mendili önce kokladı sonra yanında duran ceketin cebine koydu. Bu geceyi yine onun kollarında geçirmek için iznini koparmıştı.
Saatler iyice ilerlemiş, içkinin de etkisiyle uyku sinsice damarlarda gezinmeye başlamıştı. Afet Fatma:
"Bize iki haftalığına misafir gelen bir çengi var. Raks konusunda pek hünerlidir. Müsaade olursa size raksetsin," dedi.
Herkes bu yeni kızı merak etmişti. Osman başıyla onayladı. Afet Fatma kızın ismini fısıldadı: Kıpti Simay.
Odadan geri geri çıktı Kıpti Simay. Kömür rengi dalgalı saçları beline uzanıyor, ay beyazı teni kolsuz cepkeninden parıldıyordu. Boyu ne kısaydı ne de uzun. Çıplak ayaklarına halhallar takmıştı. Eteğinin altına giydiği pantolonun yanları baldırına kadar yırtmaç ile açıktı. Herkes bacaklara bakakalmış, acaba siması da ismi gibi ay parçası mı diye merak ediyordu. Efsun'un dansı gibi hareketli değildi dansı. Tahir makamında bestelenen ağır bir güfteydi. Aşkı en saf haliyle anlatan bu dizelerde vuslat yerine ayrılık vardı sadece. Tutkuyla bağlanandan kopuş.
Arkasını döndü yavaşça Kıpti Simay. Elleriyle gerdiği tül bedeninin üst kısmını tamamiyle kapatıyordu. Hafifçe yana attı sağ bacağını, kalçası yaylanarak seğirtti o yöne doğru, elleri tülü sarstı bir an. Nefesler tutulmuş, tülün arkasına yoğunlaşılmıştı. Osman'ın ağzı yarı açık, marpucu elinde asılı kalmıştı. Selim keza benzer şekilde gözlerini dilbere dikmiş utangaçlığından eser kalmamıştı. Fatma, büyülenmiş gözlerle kendilerinden geçen bu erkeklerden koparacağı akçeleri düşündükçe seviniyor, eğer Osman Kıpti'yi isterse Kıpti'nin istemeyeceğini bildiği için hem Osman'a ne cevap vereceğini hem de Efsun'la nasıl başının derde gireceğini düşününce hop oturup hop kalkıyordu.
Tül, Kıpti kızın ellerinden usulca kayarak yere düştü. Beş erkek, aynı anda derinden öyle bir iç geçirdiler ki çalgıcılar şahikaya ulaştıklarını sandılar. Zilli gerçekten çok güzeldi. İri badem gözlerine sürme çekmiş, yanaklarına ve dudaklarına al basmıştı. Elmacık kemikleri dışa çıkık, çenesi gamzeli, burnu minicik ve kalkıktı. Dudağının sol üstüne yaradan bir ben kondurmuştu ki asıl o ben insanı mahvediyordu. Raksı ise bir yılanı kıskandıracak kadar kıvraktı. Kollarının ve belinin sallantılarında adeta onlar da o kollar ve belle gidip geliyorlardı. Bu kızda diğerlerinde olmayan bir şey vardı. Hareketlerindeki işve ve eda içinizde bir şeyleri tutuşturmaya yetiyor, kendinizden geçmenizi sağlıyor ama bunu yaparken de acıtarak ve yakarak yapıyordu. Tıpkı bir iğneyi bedenimize batırmadan önce ateşe tutmamız gibi o da aşkın iğnelerini ateşli dansında kavurup saplıyordu sinenize. Selim, Kıpti kızı izlediğinden beri sevdiğini aklına getirmediğini hatırlayınca bir garip oldu. Sanki bu kızın yaktığı ateşin içinde erimiş, yokolmuş, başkasına varan sevdiğinin ardından açılan yaralar temizlenmeye yüz tutmuştu. Onun için kopuş başlamıştı. Osman bu anlamda istediğine ulaşmış ancak kendinin nar-ı aşka düşüşüne engel olamamıştı. Karşılıklı bir dönüşüm ve değişim başlamıştı. Bunu Afet Fatma da görebiliyordu. Selim'in geldiğinden beri her çengi ile asılan yüzü, çatan kaşları şimdi daha uysal, daha huzurlu bakıyor; tüm gece eğlenen, Selim ile dalga geçen Osman, adeta dut yemiş bülbül kesilmiş nefes almıyordu.
Kıpti raksını bitirdi. Başıyla odadakileri tek tek selamladı, yerden tülünü aldı ve yavaş adımlar ile arkasını dönmeden çıktı. Fatma, kızlara hemen hareketli bir şeyler çalmasını söyledi. Ortama neşe katmak ve ağırlaşan havayı dağıtmak için Efsun'u çağırmaya gitti. Efsun tüm olanları kapı aralığından izlemiş ve Osman'ın hallerine içerlemiş ve sinirlenmişti. Oynamak istememekte diretse de Fatma onu kolundan tuttuğu gibi içeri yolladı. Kimsenin Efsun'u görecek hali kalmamıştı. Önlerine bakakalmışlar, derin düşüncelere dalmışlardı. Efsun efendisinin beğenisini kazanmak için sallandıkça sallanıyordu. Bir süre sonra bu çok hareketli beste Osman'ın kulaklarını tırmalamaya başladı. Eliyle çalgıcılara kes işareti yaptı. İşte Fatma'nın korktuğu başına geliyordu. Osman'ın beraberinde gelen diğer üç delikanlı "Kıpti! Kıpti gelsin," diye bağırmaya başlayınca Osman'ın kan beynine sıçradı. Onları mekandan kovdu. Hırslanan delikanlıların elinden bir şey gelemezdi tabii. Ceketlerini alıp sessizce çıktılar. Sadece Selim ve Osman sessizliğin içinde, divana çakılı kalakalmışlardı. Cebinden bir kese akçe çıkarttı ve masaya koydu. "Kıptiyi çağır ve şu içkileri tazele," dedi.
Devamı Var
Seda Han
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Geç Bir Saatte
Sürekli
Bir bitkinliğe soyunan yaprakları
Duvarlar gibi
Katı ve yalıtılmış yaşamdan:
Dilimde küller...
Geç bir saatte
Bir geçit
Uzun uzun duralamalar
Gözlerimi kapasam
Ağır ağır arkamdan geliyordu
Fısıltıların sanrısı
Geç saatleriydi yaşamın
Bütün yürüyüşler durdu
Boynumdaki güneş yanığı
Ve yorgunluğum olmasa
Sanacağım öldüm
Derya Derin
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Geniş bir tencereye üç parmak yüksekliğinde su doldurup kaynatın. 6 yumurtayı birer birer kepçenin içine kırın. Dağılmamalarına dikkat ederek kaynayan suya aktarın. 2-3 dakika sonra pişen yumurtaları kevgirle sudan alıp servis tabağına yerleştirin. Üzerine sanmsaklı yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızıbiber gezdirip servis yapın. Bu Çılbır tarifi ve birçok yemek tarifi için http://www.nepisirsem.com/ afiyet olsun.
http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir bedava yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Düzenli olarak takip edildiğinde mutlaka işinize yarayacak bir program bulabilirsiniz. Download için gerekli bağlantı sitede önceden kararlaştırılmış olan indirme süresi boyunca aktif kalıyor. Bu sitede hem programın açıklamaları, hem de hakkındaki yorum ve incelemeler de yer alıyor. Yani beğenip beğenmediğiniz konusunda yorum yapabiliyorsunuz.
Matematik sever misiniz? Ben ne severim, ne de sevmem. İhtiyacımı giderecek kadar bilgi sahibi olmak yeterli diye bakmışımdır. Ama bu konuyu gayet iyi bilen ve bilgilerini paylaşanlar bir web sayfası kurmuşlar http://www.cebirsel.com/ . Geçenlerde oğluma ders çalıştırmak için bilgilerimi tazeleme amaçlı rastladığım bu web sayfasının çok faydasını gördüm. Site sahiplerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda danışmanız gereken bir bilgi kaynağı olarak sık kullanılanlar listesine ekleyebilirsiniz.
Mutfakta olmayı sevenlere özel bir web sayfası http://www.mutfaktayiz.biz/ . Aslında reklam amaçlı hazırlanmış bir web sayfası ama, kullanım ve sunum şekli hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca "bir bilene sor" başlığı altında dayanışmayı teşvik eden bir çalışma bölümü var. Bu bölüm web sayfasına ayrı bir değer katmış. Hazırlayan ekibin ellerine sağlık.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|