Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.847

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 1 Şubat 2011 - Fincanın İçindekiler


  • "MUHTEŞEM YÜZYIL" ... Bertan Onaran
  • NASIL EYLEMCİ OLDUM ... Mehmet Önder
  • Mısır'ı Patlattılar ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • 21. Yüzyılın Küresel Tezgâhları (2) ... Mehmet Sağlam


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : "KORKU DAĞLARI BEKLER!"




    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      "MUHTEŞEM YÜZYIL"

    "Nedir en zor şey? Görmek gözünün önünde duranı",demiş ya Goethe; bu savurgan, yalancı talancı düzensizlik içinde çoğumuzun ömrü böyle geçiyor. Ben de en az 1960'lardan beri dört bir yana koşsam, elime geçeni okusam, eriştiğimi izlesem de pek çok alanda bu sözün doğruluğunu canımla görmek zorunda kaldım.

    Bunun örneklerinden biri de Nevin İşlek oldu; sözümona hemen bütün öykü dergilerini okuyordum, ama en küçük bir iz yok onunla ilgili öykü yazdığı dönemden; aynı şey ressamlığı için de geçerliydi; bereket günün birinde öykücü-ressam dostu Sevil Güner Ener, Hobi galerisinin sahibi sevgili İnci Bengisep'e duyurmuş, ilk sergisi açıldı 1988'de. Ben de, resimseverler de onu tanımış olduk.

    Geçen yıl, Atila Yalın'ın yönettiği Bindallı Sanatevi'nde sergi açtı; Zafer E. Bilgin bu sergiden yola çıkarak yaşamını ve resimlerini özetleyen bir kitap hazırlamış; kitabın grafik tasarımını Mehmet Özalp yapmış. Zafer E. Bilgin, Yıldız Cıbırıoğlu, Muzaffer Akyol, Mecit Ünal, Güner Ener, Kiraz Perinçek, Murat Mıhçıoğlu, Dilek Şener birer yazı yazmışlar. Nevin'in de iki yazısı var kitapta, dünya ve sana görüşünü yalansız dolansız, içtenlikle anlatan.

    Öbür ustanın, Demokritos'un sözünü de biliyorsunuz: "evrendeki her şey olasılık ve gerekliliğin ürünüdür".

    Kitabın 9. sayfasındaki bir karakalem çizim Nevin'in doğuştan resimleme yeteneğiyle geldiğini gösteriyor; ama bu yetmez elbet, bireyin o yeteneği sezmesi, ona göre adımlar atması, o yolda eğitim görmesi de gerekir. İşin toplumsal yanı aksayınca, Nevin sorunu kendi başına çözmeye koyulmuş yazdığına göre; sezgisel olarak düşünmüş taşınmış, bana bir çıtaya gerilecek resim bezini (tuali) kim öğretebilir en iyi? Bedri Rahmi Eyüboğlu; oturmuş, yüzünü hiç görmediği Usta'ya, Akademi'ye mektup yazmış bana tual yapmayı öğretin lütfen diye.

    Çok şaşırtıcı, hemen yanıt gelmiş, hem de yarısı resimli bir kâğıtla;ama tuali yapmak yetmiyor, resim bir türlü ortaya çıkmıyor; yılmıyor, yıllar sonra, özel bir dershanede yeniden buluyor Ustasını; o da her zamanki coşkulu, açıksözlülüğüyle, Dört küheylan çeker arabamızı/ biri çizgi/ biri leke/ biri renk/ biri benek ; bunları kullanmayı öğrenirseniz, sarayın bütün kapılarını açar, girersiniz içeri demiş; ve bu kadarı yetmiş Nevin'in kendi anlatım yolunu bulmasına.

    "Ben girdim. Anahtarı çevirdim ve girdim. Tıpkı harfleri öğrenir gibi tek tek bu elemanları kullanmayı öğrenerek. Tek tek harfleri öğrenip alfabeyi çözer gibi." diyor Nevin. Ve ekliyor: "Onu özlüyorum. Ne yazık ki yok. Umutsuzca, çaresizce yok. Son yıllarımın resimlerine, son on beş yılın resimlerine birlikte bakmayı çok isterdim! Asıl görmesini çok istediğim resimlerime!"

    Sanatsal bilinç tamam, peki ya işin toplumsal yanı? O da benim gibi Tekirdağ'da doğmuş; bakın ne diyor doğduğu kent için:
    "Tekirdağ…sessiz, tenha Tekirdağ, tepelerde kuş sesleriyle kavuniçi sabahlara uyandığım, anneannemin deniz kenarındaki beyaz yalısında denizi, denizin her halininin seslerini dinlediğim…koca evi sarsan, titreten dalgaları, iç çekişlerini ya da tül gibi, yumuşacık bir öpüş gibi hışırdayarak üzerimizden geçen..Bahçeli, küçük tahta evler hâlâ yerli yerinde duruyor gibi; gözlerimin önünde. Ve bir de çiçek kokularını hiç unutmuyorum. Her bahçede, her pencere kenarında özenle , sevgiyle büyütülen, bakılan çiçeklerin kokularını…Tekirdağ, bir yokuş yer… yukarılardan aşağılara, deniz kenarına inen bir yamaca kurulmuş. Daha yukarılarında sıradağlar var sanırdım küçükken, tepelerinin arkasına tekir kedilerin saklandığı…

    Tekirdağ için onurla şunu da yazmadan edemem. Evet, hem de kocaman bir onurla, göğsüm kabararak… Evet, Tekirdağ, bu sözcük, Namık Kemâl'le özdeştir benim için. Daha küçükken onu sevdim. Daha sonra okul kitaplarındaki o sakallı, güzel yüzünü de çok sevdim. Ve övündüm bu büyük yurtseverin hemşehrisi olduğum için."

    Cihat Burak gibi, çoğunuzun adın bile duymadığı Melih Özuysal gibi, yürürlükteki öğretilerin, eğitip yoğurmaların altında ezilmemiş, kendisi kalmak üzere didinmiş ve bunu başarmış bir öykücü-ressam Nevin İşlek; değiştirmek, daha adil, daha eşitlikçi, dayanışmacı kılmak istediği yaşama gücü yetmeyince, içindeki öfkeyi ince alayla dile ya da resme döküyor.

    Bütün dersleri iyi, ama matematik zayıf, bu yüzden Orta Okulu bitirip Akademi'ye gitme olasılığı bile yok, çünkü lise 1'e bu dersten borçlu olarak yazılmış. Ama burada dilbilgisi kitabının yerini "Edebiyat" alıyor.

    "Nereden çıkmıştı bu edebiyat? Misafir odasına kapanıyor; Han Duvarları'nı okuyordum…o açık yeşil badanalı duvarları. 'Yağız atlar kişnedi/meşin kırbaç şakladı…' Yaşıtım akraba kızı Aysel'den elden ele dolaşan bir şiir defteri gelmişti bana… Nâzım Hikmet… Bedri Rahmi…Celal Sılay şiirleri vardı defterlerde el yazısıyla… onlara da vurulmuştum…'O mavi gözlü bir devdi…miniminnacık bir kadını sevdi…'

    Okulun kül rengi, soğuk taş merdivenlerini bir daha çıkmayacaktım…'Teneffüs' zilinin sesini bir daha beklemeyecektim karabasanlarla…Ama o 'edebiyat' kitabı hep yanımda oldu; ondan ayrılamadım.

    Böylece 'ev günleri' başladı. Uzun süren, yıllar süren, boşa geçmiş günler… Tek eğlencem sinemaydı; haftada bir Salı günleri ablamın arkadaşlarıyla gittiğimiz…Filmleri bitirmiyor, evde de renkli kalemlerimle sürdürüyordum masaya kapanıp öbür haftaya kadar.

    Benim kuşağım bu renkli Amerikan filmleriyle uyuşturuldu…Kendi gerçekliklerinden uzak, pembe düşlerle…Kâğıttan yapıp kestiğim kızları, gene kendi toz boyalarımla renklendirdiğim petrol rengi havuzlarda yüzdürürdüm. Esther Williams gibi…

    O günlerde, biraz daha sonraki günlerde bir adam öldü. Onun maskını aldılar, o maskı, o adamın uzun, buruşuk pardösüsüyle kocaman bir fotoğrafını ve o adamın bir 'öykü'sünü Resimli Hayat dergisinde yayınladılar. O dergi, bizim eve de giriyordu.

    O 'öyküye' tuhaf bir tutkuyla bağlandım. O öyküye neredeyse tutkundum. O öykünün adı 'Lüzumsuz Adam'dı. Her gün geçtiğimiz sokaklardan, çamurlu, bakımsız sokaklardan geçiyordu bir adam, bir çorbacıya girip karnını doyuruyor, sonra gene o sokaklardan geçip bir başına yaşadığı odasına dönüyordu.

    İnsan 'yalnızlığını' da sevebilir demek ki? Kendi gerçeklerin benimseyebilir, yüceltebilir dahası?

    Sait Faik'le 'yalnızlığımı' sevmeyi öğrendim. Kendi gerçeklerimi benimsemeyi.

    Ayrıca onu çok sevdim; sarı saçlarını, mavi gözlerini, uzun pardesüsünü hep sevdim. Hep yanımda oldu yalnızlığımla özdeşleşerek, 'arkadaşım' olarak, birbirimize 'lüzumlu' olarak…"

    Evet, işte böyle duyarlılık var kitabı dolduran sıra dışı resimlerin arkasında.

    Nevin İşlek'ten resim alamazsınız belki, ama hiç değilse bu kitabı armağan edin kendinize.

    *

    Son günlerde, Muhteşem Yüzyıl adlı dizi ortalığı kırıp geçiriyor. Bize okutulan tarih kitaplarının Süleyman Sultan'a yakıştırdığı niteleme sıfatı alınmış, yüzyılın başına oturtulmuş, sultan yüz yıl yaşayamadığı için mi, yoksa başka bir amaçla mı bilmiyorum elbet.

    Ama bildiğim birkaç şey var; Süleyman Sultan Viyana kapılarına dayandığında, 1453'te atası Mehmet Sultan'ın İstanbul'u alışından beri tiril tiril titremekte, Osmanlılardan nefret etmekte olan Avrupalıların korku ve nefreti doruğa çıkmış olmalı; sevgili dostum, araştırmacı Halûk Tarcan hepsinin atası, imparatorluğa adını veren Osman Sultan'ın Türk olmaktan utandığını, dolayısıyla Otman olan adını değiştirip Osman'a çevirdiğini anımsattı geçende. Demek kimlikte, kişilikte ilk çatlak Osman'la başlamış. Bununla da yetinmemiş Osmanlı sultanları; Anadolu Türk kızların bırakıp ele geçirdikleri ülkelerin küçük yaşta tutsak edilmiş kızlarını cariye, eş yapmaya girişmişler; dizide bunun çarpıcı örneklerini görüyoruz ağzımızın suları aka aka. İyi de, zorla cariye, eş, hattâ Müslüman yapılan bu kızlar geçmişlerini, atalarını, yurtlarını belleklerinden siliyorlar; kusursuz birer Osmanlı, Müslüman mı oluyorlardı acaba?

    Muhteşem nitelemesini Süleyman Sultan kendi kendine vermiş olamayacağına göre, korktukları yırtıcının sırtını sıvazlayıp yatıştırmaya çalışan Avrupalıların verdiği; kendi soyunun geleceğini de, Anadolu halkının yazgısını da hiç düşünmeyen Sultan'ın da güle oynaya benimsediği anlaşılıyor. Ve kurnaz Avrupalılar, henüz kılıçla yenemedikleri saldırganın altını boşaltmak üzere, onun boş kendini beğenmişliğini de okşayarak, ilk ödünleri, azınlıklara tanınacak ayrıcalıkları (kapitülasyonları) koparmaya girişirler biliyorsunuz: kâğıttan aslan hapı yutmaya başlamıştır. Ee, bu Sultan'ın da, yaşadığı yüzyılın da neresi muhteşem o zaman?
    Sultan Selim'in de niteleme sıfatı var: Yavuz. Peki Moğol Timur'a diş geçiremeyen; buna karşılık Arapları kılıçtan geçiren, Halifeliği onlardan koparıp kendine armağan eden Selim Sultan'ın yavuzluğu nereden geliyor acaba? Olsa olsa Anadolu'nun güzelim Alevi halkını kılıçtan geçirmesinden, diri diri kuyulara gömmesindendir. Dikkat edin, bu Alevi kırımını gerçekleştiren Ermeni ya da Nazi değildir, Osmanlı Sultanı'nın kendisidir.

    Sultanların muhteşemi de, yavuzu da, fatihi de kendi kaynağına, Anadolu'ya en küçük bir yatırım yapmamış, halkını eğitmemiş, elinde tutamayacağı, tutmaması gereken topraklarda ölüme sürmüştür altı yüzyıl!

    Övündüğümüz sanat yapıtlarını, camileri, köprüleri, külliyeleri de zorla Osmanlı, Müslüman yapılan mimarlar yaratmıştır.

    Kurnaz, sömürgeci Avrupalılar geçmişte de, bugün de iliğimizi kemiğimizi yutarken, as sonra gırtlağını keseceği oğluna "sakın korkma, hiç acımayacak" diyen masal kahramanına benziyorlar. Onlar bu insan kasaplığını sürdürürken küresel harakiri yapıyorlar elbet, ama Anadolu halkının kuzu kuzu boynunu uzatmasını sağlamak üzere geçmişte ve bugün bu cellatlarla işbirliği yapan ağalar beyler onlardan çok daha suçlu ve sorumlu.

    Televizyon başındaki milyonlar Muhteşem Sultan kadınlarını dudaktan mı öperdi, içki içer miydi gibi sanal sorularla uğraşırken Anadolu'nun, Orta Doğu'nun, Kafkasların yer altı, yerüstü kaynakları tereyağından kıl çeker gibi kapışılıyor.

    Şimdi çok daha acı, acıklı bir oyun başlattılar: kendi buyrukları ve suç ortaklıklarıyla 30-40 yıldır ülkelerin başında tuttukları acımasız, soyguncu yöneticilere karşı o yoksul, eğitimsiz halkları sokağa döküp kendi yapılarını kırdırıp yaktırıyor, insanları birbirlerine öldürttürüyorlar. Ve bu korkunç yıkımları da dünyaya özgürlük, demokrasi kazanımları diye yayıyorlar 24 saat.

    Bu tanımdışı oyuna tepki göstermeyen, sesini çıkarmayan Rusya ile Çin'in insanlık tarihi karşısında sorumlulukları çürümüş Avrupalılardan, Amerikalılardan çok daha büyük elbet; ama kim soracak onlara bunun hesabını? 11 milyoncuk Küba mı?

    *

    Küba dedim de, çok şaşırtıcı bir ayrıntı geldi aklıma; geçen gün kanal kanal dolaşırken, Ulusal Coğrafya Kanalı'nda bir belgesele rastladım, yazık ki yarısında: Küba kıyılarında yerli timsahların, Florida kıyarından gelmiş timsahlarla çiftleşip melez bir ırk yarattığı gösterildi; ardından Küba halkının doğaya, çevreye, bitkilere, hayvanlara yaklaşımı ele alındı. Ve ne gariptir, bu Amerikan belgeselinde, Küba halkının ABD'nin 50 yıllık haksız, acımasız ambargosuna karşın, kalkınma ile çevreyi korumanın el ele, atbaşı yürütüldüğü söylendi; bunun kalkınmakta olan bütün ülkelere örnek olarak gösterilebileceği belirtildi; kıyıya dizilmiş tertemiz, sağlıklı, sevinçli kızlar oğlanlar, kumları yarıp dışarı çıkmış kaplumbağa yavrularını el çırparak, çığlıklar atarak okyanusa saldılar. Çukulata tenli, ışıl ışıl gözlü bir hanım: Böylece hem çocuklarımıza havyanları sevmeyi öğretiyoruz, hem dünyamızın yaşam dengesini korumaya çalışıyoruz, dedi.

    Evet, 6 milyar çılgına karşı, 11 milyoncuk güzel insan direniyor; bakalım hangi yan kazanacak?

    *

    Bir de Ali Yüce'nin sevgili dostumuza adadığı şiiri alayım buraya:

    TUNNE

    Merhaba Fikret Otyam

    Tohtora anov tohtora
    Götir beni tohtora
    Döner benim başısi
    Sancır benim karnısi
    Tohtora anov tohtora
    Götir beni tohtora

    Kızısi canov kızısi
    Benin gozil kızısi
    Tohtor çoh uzaklarda
    Para tunne yol tunne
    Ayah tunne kol tunne
    Nasıl gideh kızısi

    Ataşi anov ataşi
    Dünyayı yakar ataşi
    Hem üşürem hem yanirem
    Götir sat bu yorgani
    Sen altıma kar döşek
    Ört üstüme ataşi

    Davıl benim karnısi
    Gümbür gümbür sancısi
    Ebe tunne tohtor tunne
    Patlayi benim karnısi
    Hem ben öldi hem yavrısi
    Bilisen anov bilisen
    Kimdir bunun suçlusi

    Kızısi canov kızısi
    Benim ciğer sızısi
    Kefen tunne bez tunne
    Gözlerimde yaş tunne
    Niçin öldi kızısi
    Bilirem canov bilirem
    Kimdir bunun suçlusi

    1975.

    Not.Tunne, Arapça'da 'yok' demek.


    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      NASIL EYLEMCİ OLDUM

    İnsan uzun süre işsiz kalıp "Ne iş olsa yaparım abi!" kıvamına gelince iş zorlu da olsa değerli oluyor. Muhasebecinin yanında ayak işleri, sanırım işlerin en yorucusu idi. Akşam eve gelince, Amerikan kovboyları gibi ayakları yüksekçe bir yere koymadan dinlenmek olanaklı değildi. Benim on oniki dakikalık militanlık deneyimim de muhasebeci Emin abinin yanında çalıştığım o bir haftalık döneme rastlar.

    O gün defterdarlık, adliye, ilçe ve anakent belediyeleri, Bağ-Kur, SSK derken yaklaşık otuz devlet dairesine yüz kadar evrak yetiştirmem gerekiyordu. Mesainin bitimine on beş dakika kala sigorta dışındaki tüm evrakı dağıttım. Elimde yalnızca aylık, dört aylık bildirgeler kaldı. Bunlar en önemlileri ama ters yönde, diye en sona bıraktım. Son günü de olsa, beş dakikalık iş nasılsa ulaştırırım diye düşünüyorum.

    Öyle bir olasılık yok ama, yetiştiremezsem sigorta müşteriyi, müşteri patron Emin abiyi, o da beni bir güzel haşlar, hatta oyar. Evet evet oyar, bundan adım gibi, hatta patronumun adı gibi eminim.

    Elimdeki son kâğıtlarla sigortaya yöneldiğimde, içime "Korktuğum başıma mı geliyor?" kuşkusu düşmeye başladı. Tam geçeceğim yolun üstünde bir kalabalık. Sanırım bir sendikal eylem; topluca oturuyorlar. Biri konuşuyor, ötekiler tık çıkarmadan dinliyor. Ama benim de tam eylemin yapıldığı yoldan karşıya geçmem gerek. Durumun ivedi. Beni korkutan da eylemcilerin geçit vermez duruşu. Sanki bana karşı sessiz sessiz, "Oyduracaz oyduracaz!" sloganı atıyorlar.

    Kalabalığın sol tarafı ana yol, taşıt trafiğinden geçilmez. Ardı deniz. Sağ yandan dolaşsam sigortaya yirmi dakikada ulaşamam. Bu durumda açık açık ve sıradan oyulacağız.


    Topluluğun sağından geçmeyi denedim; oturanlar, ellerinin dışıyla git git ettiler. Sol yana yöneldim; orada da aynısı. Dakikalar hızla geçiyor. Baktım, topluluğun en sakin yeri ortası. En iyisi yarıp geçmek. Daldım oturanların arasına. Tam ortaya geldim, ne olduysa orada oldu. Sanki ben içimden "Eylemci kardeşler zaman daralıyor. Başka geçecek yer yok. Ne olur, şuradan geçeyim de şu son günlü bildirgeleri vereyim; yoksa halim duman" dememişim de "Hayde bre yoldaşlar, bir halay çekelim. Yer gök inlesin. Emperyalizmin yerli işbirlikçisi patron dinlesin" demişim gibi hurra ayaklanıverdiler. Kendimi bir anda halayın içinde buldum.

    Dakikalar azalıyor, tehlike çanları çalıyor, ben halay çekiyorum. Sağımdaki de solumdaki de kollarımdan, omzumdan mıh gibi kavramış durumdalar, kurtulma olanağım yok. Yekinip kurtulmaya çalışıyorum; onu da "Bu ne miskinlik, haydi kıpırdayın biraz" anlayıp daha da hızlanıyorlar. Arada ayaklarım yerden kesilip havada bir kaç tur attığım oluyor. Bir yandan da kurtuluş yolu düşünüyorum.



    Çaresiz, "Arkadaşlar, benim işim acele. Mesai saati dolmak üzere; bırakın da işi yetiştireyim" diye yüksek sesle bağırmaya başladım. Tam mesai saati derken, bir anda ötekiler de ayağa fırladı. Aralarından biri elini havaya kaldırdı:
    - Çalışma saatleri uygar ülkeler düzeyine indirilsin. Angaryaya soooon!
    Arkadan hepsi birlikte:
    - Vur vur inlesin, kalleş patron dinlesin!

    Ne yapsam işe yaramıyor. İşten atılırım, diye bağıracak oldum, topluluk "Keyfi işten çıkarmalara sooon!" diye gürledi. Daha da galeyana getirmiş oldum.

    Zaman da geçiyor, ne etmeli? Polis kalabalık hareketlenince kordonu daraltmıştı. Bari bir imdat çığlığı atayım, dedim; ama boşuna, halaycılar devam, oturanlar yine ayakta. Hep birlikte bağırıyorlar:
    - İmdaaaattt! Emeğimiz gaspediliyor.



    Hiç bir şey işe yaramıyor. Ben çare çare diye sağıma soluma bakınırken, biri de gelip ayağıma basmaz mı? Acıyla öyle "Ciiyaaakk" diye bir ses çıkardım ki, yer gök inledi. Topluluk da slogan atmak için fırsat kolluyor. Yine oturanlardan biri ayağa kalktı:
    - Katil oligarşi. İşkenceye son!
    Ardından yine "Vur vur İnlesin!".

    Artık son umudum polisler. Halay döndükçe gözlerinin içine içine bakıyorum. Ne çare, sanki onlara da "Memur kardeşler kurtarın. Mesai saati bitti bitiyor. Bildirgeleri ulaştıramazsam patron beni önce oyar, sonra işten atar" der gibi bakmamışım da "Heeyy polis kardeşler, güvenlik emekçisi yoldaşlar; eylemci kardeşlerine destek ver. Katil oligarşiye, satılmış patrona hizmet etme" demişim gibi, avuçlarını patlatırcasına beni alkışlıyorlar.

    Halayın biteceği yok. Aklıma başka çözüm yolu da gelmiyor. Artık çalışma saati içinde sigortaya ulaşamam. Müşteri ağır para cezalarını yedikten sonra olacakları düşünmek bile istemiyorum.



    Bazı beklenmedik olaylar olur ya, ben çaresizlik içinde dönerken, bir şangırtı duyuldu. Eylemcilerden bir kısmı sırtlarını kocaman bir vitrin camına dayamışlar, ağırlığa dayanamayan cam büyük bir şangırtıyla kırıldı. Ardından bir karışıklık, arkadaşların elleri yüzleri cam kırıklarından kan içinde. O karışıklıkta polis eylemcileri dağıtmaya çalışıyor. Ben birkaç cop darbesiyle kurtulup son dakikada bildirgeleri yerine ulaştırdım.

    İşyerine vardım; Emin abi hasretle yolumu gözlüyormuş:
    - Ne oldu?

    Bu kadar işi bitiremeyeceğimi, olumsuz yanıt vereceğimi düşünmüş olmalı; her işi tastamam bitirdiğimi söyleyince bir büyük aferin çekti.

    Önceki elemanı çok beceriksizmiş; sorumsuzmuş. Bu işin yarısını bile bitirip gelemezmiş. Gösterilere, eylemlere de çok düşkünmüş. Ha bir de halaya meraklıymış. Halay çeken bir topluluk görmesin, bitene kadar oradan ayrılamazmış. Aramızda kalsın, komünist miymiş neymiş?

    Neyse ki, ben iyi çıkmışım!

    Mehmet Önder


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Mısır'ı Patlattılar

    Mısır kendiliğinden patlar mı?
    Bu nasıl bir soru? Tabii ki patlamaz.
    Mısır'ı patlatmak için ısıya ihtiyaç vardır.
    Onlar da öyle yaptılar, yani ateşi yaktılar.
    Sonra da Mısır'ın patlama nedenini açıkladılar: Halk ayaklanması…

    İlk olay bildiğiniz gibi Tunus'da başladı.
    Bunu Arnavutluk, Cezayir, Ürdün ve Yemen izledi. En sonunda da Mısır.
    Ayaklanmaların olduğu ülkelere bakıyoruz ve hepsinde ortaklaşa olan şu özelliklerin varlığını görüyoruz:
    Yolsuzluk
    Yoksulluk
    İşssizlik
    İltimas
    Rüşvet
    Almış başını gidiyor. Yani halk ayaklanması için ortam müsait.
    Sanırsınız ki canına tak etmiş olan halk, ölüm dahil her şeyi göze alarak ülkelerini bir felaketin eşiğine getirmiş olan yöneticilerini alaşağı etmek için kendiliğinden harekete geçti.
    Böyle düşünürseniz yanılırsınız. Çünkü işin gerisinde rol almış olan başka aktörler var:
    Büyük devletler, isyan çıkartma konusunda uzmanlaşmış vakıflar, gizli istihbarat teşkilatları.

    Peki niçin?
    Dünyaya yeni bir düzen vermek için, işe Ortadoğu'dan başlayacaklarını yıllar öncesinden zaten ilan etmişlerdi.
    Adamların gizlisi, saklısı yok. Açıkça BOP çerçevesinde Ortadoğu'daki ülkelere "demokrasi" getireceklerini ve burada birçok ülkenin sınırlarını değiştireceklerini söylemişlerdi.
    Bu ülkelere getirmeyi düşündükleri demokrasiyi sakın ola ki, kendilerine layık gördükleri demokrasi gibi zannetmeyin. Kavram aynı, ama gelen rejim çok farklı bir şey. Daha iyi anlamak için Irak'a getirdikleri, milyonlarca cana mal olan ucube demokrasi(!)yi hatırlayın.

    Ayaklanmaların olduğu ülkelerdeki liderler bunların dostu değil miydi, sorusu da aklınıza gelebilir.
    Ancak unutmamalı ki emperyalist güçlerin gerçek dostu sadece ve sadece çıkarlarıdır. O nedenle dostum dediklerine tuvalet kağıdı muamelesi yaparlar.
    Yani, bir kere kullan, tuvalete at ve sifonu çek!

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Sağlam

     Kahveci : Mehmet Sağlam


      21. Yüzyılın Küresel Tezgâhları (2)

    Bir önceki yazımda dünyanın bir tür "küresel tezgâh" veya "makro plân" ile karşı karşıya olduğu görüşünü savunmuş, 2025 yılına kadarki evreyi açımlamıştım. Şimdi sıra, içinde yaşadığımız Binyıl'a girmeden önce o tezgâhtarların kurgulayıp paketledikleri yüzyıllık plânlarının ikinci evresini açmaya geldi...

    Hemen belirtmeliyim ki blog resminde gördüğünüz gibi, a- 2001 döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Madeleine Albright'ın 2005 yılında bitirip 2007 yılında yayımlattığı bu kitabı -satır aralarındaki anlam katmanlarını da çözerek- okumadıysanız, b- Başkan Clinton'ın görevi Başkan Bush'a devretmeden önce ABD'de ve İngiltere'de olup bitenlerin genel olarak farkında değilseniz, dün ve bugün dünyada olup biten yıkıcı devrimlere rasyonel bir anlam yüklemeniz mümkün olmayabilir.

    Ayrıca, ABD'nin ilk kadın dışişleri bakanı unvanına sahip Madeleine Albright'ın -adının PNAC düşünce kuruluşu üyeleri arasında görünmemesine rağmen- "21. Amerikan Yüzyılı Projesi"nin mimarlarından biri olduğunun da hiç zorlanmadan ayırtına varabilirsiniz. (İleri derecede İngilizce bilenlere bu kitaptan bazı sayfalarının fotokopilerini yollayabilirim.)

    Bayan Albright'ın kitabına serpiştirdiği -sözde- eleştirel fikirleri arasında öne çıkanlardan biri şöyle: "ABD şimdiye dek din ile devlet işleri arasına büyük bir set çekmekle hem iç hem dış politikada büyük bir hataya düşmüştür! Amerikan hükümetlerinin hemen hemen hepsi dünyadaki ülkelerin ve halkların sahip oldukları inançların toplumsal ve siyasal rollerini küçük görmekle veya görmezlikten gelmekle hata etmişlerdir. Bu hatadan dönülmekle, yani tüm dünyada siyaset ve din arasında sıkı bir ortaklık 'effective & strategic partnership' kurulması sayesinde tüm dünyada hoşgörü, barış ve adalet kavramlarının yaygınlaştırılması daha da kolaylaşacaktır." (George Orwell 'in "Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cehalet Kuvvettir!" sloganlarını çağrıştıran bir ifade...)

    3-) İkinci Aşama/İkinci Çeyrek (2025-2050): Küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisi karşıtı marjinal fikirlerin ve Yeni Yüzyıl Projesi ile ilişkilendirilmemiş kişi veya grupların tamamen "pasifize" edilmiş olmasını beklediğimiz 2025 yılı sonunda, bölünmüş ülkelerle birlikte tam sayı tasarlanan ülke rakamına uzak kalmış olabilir. Mevcut sayı ne ise bu çeyrekte o sayı ikiye katlanacak; örneğin 750 ülke oluşmuşsa, bu sayı 1500'e çıkarılacaktır. Böylece birkaç "kritik ülke" dışındaki tüm ülkeler ABD demokrasisi ve serbest piyasa ekonomisi kapsamına alınmış; ekonomik, siyasal ve kültürel idealler küresel düzeyde ortaklaştırılmış olacaktır "Global Partnership". (Detaylar ek belge-7'de)

    3 a-) Sayıları 60'a yaklaşacak olan gelişmiş ülke kategorisine giren ülkelerdeki ortaöğretim okulları kapatılacak; tek bir kaynaktan ve internet aracılığı ile ücretsiz verilecek olan "Uydudan Eğitim Programı" uygulamaya konulacaktır. Boşaltılan okul binalarının satışından sağlanan gelirlerle her öğrencinin çalışma odasına birer "Dijital Akıllı Tahta" ve diğer aksesuarları konacaktır. Böylece Birleşik Dünya'nın "One World" ikinci kuşağı hem ortak bir eğitim kültürü içinde yetiştirilecek, hem de İngilizceyi ikinci dil olarak konuşabilecektir. (Detaylar ek belge-8'de)

    3 b-) Çokuluslu Küresel Şirketlerimiz, "Küresel Finans Mimarları"mız ve "Küresel Ekonomi Teşvikçileri"miz Birleşik Dünya Ekonomisi hedefini sağlamaya doğru hızla ilerlerken; eski dünya idealleri peşinde koşan bireylerin, küçük ölçekli iş sahibi insanların ve bunların çalışanlarının istenmedik protestoları, şantajları veya yıkıcı etkinlikleri güvenlik güçleri aracılığı veya yürürlükteki şiddete-şiddet politikası ile değil; dinsel araçların kullanılmasıyla sağlanacak olan ikna ve rıza yöntemiyle engellenecektir!

    3 c-) İnançlara yönelik küresel eylem plânının hedeflerini gerçekleştirmesi için dinî liderlerin, diyanet kurumlarının ve cemaatlerin himaye edilmeleri; din adamlarının küreselleşme karşıtı kesimlerle kuracağı yakın temaslar; mezhep ve tarikat taraftarlarının madden ve manen güçlendirilmelerine yönelik etkinliklere film yıldızları, yazarlar ve düşünürlerin de katılmalarının sağlanması; küresel düzeyde ünlendirilecek tüm manevî ve mistik şahsiyetlere gösterilecek ilgilerin medya olanakları kullanılarak teşvik edilmesi; ezoterik ve bilimkurgusal inançların yaygınlaştırılmaları vs. gibi çabalara hem ulusal bütçelerden pay ayrılacak, hem de küresel şirketler ve küresel epistemik cemaatler tarafından desteklenmeleri sağlanacaktır. (Bunu gerçekleştirmek üzere oluşturduğumuz geniş projeksiyonlu küresel eylem plânının detayları ve amaçları ek belge-9'dadır.)

    3 d-) Bu çeyrekteki iç isyanların ve bölgesel savaşların küresel düzeyde büyümeksizin amaçlarına ulaşmaları gerekmektedir. Bunu sağlamak içinse, 1984 yılında yürürlüğe konulmuş olan Kürdistan İdeali Projesi kapsamında edinilen pratiğe dayalı sonuçlardan alınan dersler uyarınca geliştirdiğimiz Savaş ve Barış Stratejileri her yıl yeniden gözden geçirilerek ve sanal ortamlarda test edilerek, en geç 2030 yılına kadar mükemmelleştirilecektir. Bu strateji 2030 yılı Şükran Günü 'nde uygulamaya konulacaktır. (Konuya ilişkin detaylar ve şifreli demo programının bağlantısı ek belge 10'dadır.) 4-) Üçüncü Aşama/Üçüncü Çeyrek (2050-2075): Gelecek blogda...

    Günün sorusu: "En yıkıcı yalan içine bir tutam gerçek karıştırılmış yalandır." sözündeki gerçeği her gece televizyonlarda konuştukça kanıtlayan insanlar, acaba onurlu protestocu olmak varken neden güdümlü şakşakçı olurlar?

    .

    Günün sözü: "Son 18 ay içerisinde adına Gül, Lale, Turuncu ve Sedir denen devrimlere tanık olduk; bunlar sadece birer başlangıçtır. Bu devrimlerde STK'ların ve ABD hükümetinin önemli rolleri bulunmaktadır. Yeni dönemin savaşları milletleri değil, rejimleri hedef alacaktır!" George Soros

    Mehmet Sağlam
    mehmetttsaglam@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    KADAR

    Kuş yuvası kadar olsun
    Güçlü kuramadım hiçbir zaman
    Yuvamı bir göç mevsimine
    Kadar kalsaydı ayakta
    Yeterdi bana

    Ahmet Yılmaz Tuncer

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio



    BUĞU… Temiraga Demir - Buğu

    Gazeteci-Yazar Temirağa Demir'in, şiir albümü tadındaki çalışmasını sizlerle buluşturmaktan mutluyuz. Bir süredir üzerinde çalıştığı, kendi yazdıklarını ve farklı şairlerin şiirlerini seslendirdiği albüm tadındaki eser çıktı. Uzun süredir Gazetecilik mesleğini yürüten, ülke çapındaki birçok dergide yazarlık yapan, edebiyat üzerine çalışmalarda bulunan, şu anda Orhangazi Belediyesi Basın Danışmanlığı görevini de halen yürüten Temirağa Demir yeni eserinin hayata geçmesinin mutluluğunu yaşıyor. Daha önce "Her Kardan Adam olmaz" ve "Edepli Fahişeler" isimli iki kitabı bulunan Gazeteci-Yazar Temirağa Demir İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvar öğrencileri ve hocaları ile birlikte hazırladıkları bu çalışmada kendi yazdığı eserleri ve farklı şairlerin eserlerini seslendiriyor.

    "BUĞU" ismini verdiği şiir albümünün dağıtımı ekip arkadaşları tarafından yapıldığından dolayı size ulaştırılması da bu sayede gerçekleşiyor. CD bedelini 10 tl olarak belirledik eser size ulaştıktan sonra bedelini aşağıdaki hesap numarasına yatırmanız bizleri memnun edecektir. İyi dinletiler dileriz.

    Halk Bankası h.no: 0285 0100 8382
    Kart numarası: 4475 0536 8714 3773
    İletişim istek ve menejer için 0546 424 23 23 - 0535 453 99 88

    Saltt12@hotmail.com ulaşabilirsiniz


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Geniş bir tencereye üç parmak yüksekliğinde su doldurup kaynatın. 6 yumurtayı birer birer kepçenin içine kırın. Dağılmamalarına dikkat ederek kaynayan suya aktarın. 2-3 dakika sonra pişen yumurtaları kevgirle sudan alıp servis tabağına yerleştirin. Üzerine sanmsaklı yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızıbiber gezdirip servis yapın. Bu Çılbır tarifi ve birçok yemek tarifi için http://www.nepisirsem.com/ afiyet olsun.

    http://tr.giveawayoftheday.com/ Giveaway of the day projesi takipçilerine her gün bir bedava yazılım veriyor. Hem de herhangi bir kısıtlama olmadan! Düzenli olarak takip edildiğinde mutlaka işinize yarayacak bir program bulabilirsiniz. Download için gerekli bağlantı sitede önceden kararlaştırılmış olan indirme süresi boyunca aktif kalıyor. Bu sitede hem programın açıklamaları, hem de hakkındaki yorum ve incelemeler de yer alıyor. Yani beğenip beğenmediğiniz konusunda yorum yapabiliyorsunuz.

    Matematik sever misiniz? Ben ne severim, ne de sevmem. İhtiyacımı giderecek kadar bilgi sahibi olmak yeterli diye bakmışımdır. Ama bu konuyu gayet iyi bilen ve bilgilerini paylaşanlar bir web sayfası kurmuşlar http://www.cebirsel.com/ . Geçenlerde oğluma ders çalıştırmak için bilgilerimi tazeleme amaçlı rastladığım bu web sayfasının çok faydasını gördüm. Site sahiplerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda danışmanız gereken bir bilgi kaynağı olarak sık kullanılanlar listesine ekleyebilirsiniz.

    Mutfakta olmayı sevenlere özel bir web sayfası http://www.mutfaktayiz.biz/ . Aslında reklam amaçlı hazırlanmış bir web sayfası ama, kullanım ve sunum şekli hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca "bir bilene sor" başlığı altında dayanışmayı teşvik eden bir çalışma bölümü var. Bu bölüm web sayfasına ayrı bir değer katmış. Hazırlayan ekibin ellerine sağlık.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Sen Bensiz Ben Sensiz
    Coskun Demir









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110201.asp
    ISSN: 1303-8923
    1 Şubat 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com