|
|
|
Editör'den : Yalan, yalan, nereye kadar? |
Merhabalar,
Dillere pelesenk olmuş "Yargı" kavramının böylesine laçka, böylesine delik deşik edildiği bir başka dönem yaşamadı bu millet. Yalan, dolan, riya, menfaat, takiyye, ikiyüzlülük, çifte standart, bu iktidarın sırtında birer dövme sanki. Bu milleti temsilen Avrupa Birliğine temsilci tayin edilen bir yeni yetme bakan; "Biri Kılıçdaroğlu'na hatırlatsın, İngiltere'de trafik sağdan." diyebilecek kadar sığlaşıyor, terbiyesizleşiyor ve ellerinde mikrofon tutan korkuluklardan biri çıkıp ta "Ne demek istiyorsun?" diye sormuyor, soramıyor. Çünkü pabuç pahalı biliyor.
İş çığrından çıkmış durumda. Öylesine bir faşist baskı altındayız ki; sıkıysa bir devlet memurunu görevini yapmamakla itham edin. Sabah 5, kapınız çalınıyor ve hop gözaltındasınız deniyor. İşi gazetecilikten başka birşey olmayan ama biat etmiş sözde meslektaşlarının aksine, gördüğü gerçeklerin peşinde koşanlar içeride, el etek öpenler dışarıda kalıyor. Ve tüm bunlar ileri demokrasinin gereği olarak yapılıyor. Köpekler paralasın sizin demokrasinizi.
Libya'da olanlar yürekleri dağlıyor. Bir bedevinin halkına ettiği yanına kalmayacak elbet ama bundan nemalanmanın yolunu bulan bizim memleketin büyüklerinin kulağını kim çekecek? Basın mı? Alın size basın. "Müthiş tahliye operasyonu" "Gıpta ile seyrediyorlar" "Tereyağından kıl çeker gibi vatandaşlarımızı kurtardık." Gerçeği söyleyen bir Allahın kulu yok. Olanı da konuşturmuyorlar zaten. Alın size "Müthiş Tahliye Operasyonu"nun canlı tanığı bir arkadaşın anlattıkları. Doğruluğundan şüphesi olan varsa araştırabilir. Bunları herhangibir yayın organında görmeniz imkansız olduğu için, aynen, hiç düzeltmeden aşağıya alıyorum. Hiç olmazsa birileri okursa, sandıkları kadar salak olmadığımızı, üç maymunu oynamaya da hiç niyetimizin olmadığını anlasınlar.
"Gerçek Libya macerasi?
Dun sabaha karsi ekibimle beraber sag ama perisan bir vaziyette feribotla Marmarise donduk. Aslinda bu olaylarin cikacagini butun Libya projelerinde calisanlar olarak 10 subattan beri biliyorduk. Ama bilmeyenlerse Libyada gorev yapan geri zekali disisleri mensuplari ve isi gucu sov yapmak olan AKP hukumeti idi. Diger yabanci misyon mensuplarinin buyuk kismi hukumetlerinin uyarisi ile 17 subattan once sessiz sedasiz sadece santiyelerinde birkac gorevli birakarak toz olmuslardi. Her zamanki gibi her yerde oldugu gibi TURK milletini aymaz yoneticileri sayesinde bicare turkler olaylarin icinde kendilerini bir anda sahipsiz olarak buldular. Simdi de tv lerde gazetelerde."Tarihin en buyuk kurtama operasyonu" ibarelerini gorup okuyunca bildigim butun kufurleri sallayip daha bilemedigim soylemedigim kufur kalmis mi diye beynimi zorluyorum.Bir kere Tobruk Misir hattindan kacis ile disislerinin hic bir yardimi olmayip o bolgede calisanlarin sahsi cabasi ve de kararlari ile olmustur. Ve de bizzat kendileri yollarda para esya dagitarak bazan da dayak yiyerek Misira varmislardir.O kadar aymaz bir disilerine sahibiz ki, bizzat ayin 15 inde olaylarin cikabilecegini ilettigimiz Bingazi konsolosu bize bunlarin sadece hurafe oldugunu ve de 17 sinde basit bir protesto yuruyusu ile bitecegini soyleyerek bizleri inandirmisti. Yasadiklerim bana kalsin da sizlere gorduklerimi aktarmak isterim:
-Bir gurup insanin makinali tufekle ates edenlerin ustune sadece sopalarla saldirip ucaksavar mermileriyle bicilirken. Diger gurup bok boceklerinin ayni esnada palalarla 10 ar 20 serlik guruplar halinde Turk santiyelerine saldirip kirli coraplarina kadar yagmaladiklarini gordum.
- Yagmalamalar esnasinda yagmacilarin ganimet bolusmede anlasamayip gozumuzun onunde birbirlerine palalarla daldiklarini gordum
-Isyanin ilk gununde Bingazi makineli tufek ve bomba sesleriyle inlerken Tv de Tripolideki Buyuk elcinin acil bir durum soz konusu olmadigini belki ilerde tahliye soz konusu olabilecegini dedigini izledim
-Ayni anda zavalli zeka yoksunu yagci bir sirket yetkilisininin ayni spikere ortada vahim bir durum olmadigini olayin abartildigini dedigini izleyince tv ekranini elimden zor kurtardilar. Cunki o esnada biz Bingazi hava meydaninde 36 sattir ac ve susuz birikmis ve bizden telefonla yardim dilenen 1500u askin Turke nasil ekmek su ulastiririz diye kafa patlatiyorduk, ki sonraki 10 saat icinde bu sayi 3000 e cikti
-Pazartesi gunu 3000 Turkun hava alanindan isyancilar ve elcilikce (ki elcilik ancak onlarla dialog kurabilmisti) hava alaninin 300 mt otesinde bir stadyuma doldurulup kapilarinin kapatildigini,ve bu esnada Kaddafini Bingazi hava meydanini isyancilardan geri almak icin bombalatacagi haberinin hurafe oldugunun konsolosun ifade etmesine ragmen direniscilerin haberi dogruladigi ikileminde o 3000 kisinin sabaha kadar soguktan ziyade korkudan ve cevredeki kalasnikof musikisi ile titreyerek gecirdiginini gordum izledim.
-Sali sabahi isyancilar tarafindan gece hava meydanini bombalanak icin gonderilen 4 mirageden 2 sinin Maltaya iltica ettigini 2 sininse Bingazi hava alanina inerek isyancilara iltica ettigini duydugumuzda o 3000 kisinin sevinc cigliklarini izlerken, ne kadar guclu bir istihbarata sahip bir hukumetimiz oldugu dusuncesiyle adeta urperdim. Zira adam Libya televizyonlarindan Turkleri cezalandiracagini bangir bangir haykiriyordu.
-Carsamba gunu gemilere binmek uzere Bingazi Port projesi olan eski harap kampimiza intikal edip orada tahliye planlari yaparken bos kalan ve de kacarken orada biraktigimiz uc gundur ac ve korku icinde beklemis yagmacilar tara findan dovulmus ZAVALLI 30 Vietnamliyi da kurtaracagimizi umarken konsoloslukca son kalan 40 kontenjana italyanlarin ilave edildigi duydugumda adeta kanim dondu cunku "BIZ AVRUPA BIRLIGI UYESIYIZ YA" allah bu karari verenlerin belasini versin. Gemilere binerken onlar toplanmis agliyorlardi. Ki bu insanciklar ayda 240 dolara santiyemizde calisip en pis isleri yapiyordi ve de bizim bordurolu iscilerimizdiler. Bu karara siddetle itiraz ettigimde Ankaradan gelen talimat oldugu soylendi.
-Elimiz de kalan son yiyecek ve sulari onlara verip ayrilirken 40 ton yiyecek tasidigi televizyonlarca iddia edilen gemilere bindik ve sadece buskuit hazir corba ve de su esliginde 25 saatlik bi yolculuga kucak actik. Fakat o AKP Hukumetinin emriyle olume terkettigimiz sahipsiz Vietnamlilarin goruntusu gozlerimde ebetiyete kadar kalacak allah varsa bunu o TAYYIP'den soracaktir umarim.
M."
...
"Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur." Ne güzel söylemiş atalarımız. Allah rahmet eylesin, hoca öldü, arkasından kimler kimler ağladı. Meğerse ne severlermiş hocayı. O ne mümtaz insanmış öyle. Pes doğrusu. Neyse benim diyeceklerimi sevgili Seyfullah'ın arkadaşı "Taksici Süleyman" deyivermiş zaten. Tekrara gerek yok, Seyfullah'ı okuyun anlarsınız. Yalandan, dolandan, riyadan, yağcılıktan, esaretten, yolsuzluktan arınmış günlerin özlemiyle hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KARA YAZI |
|
Birkaç gündür hava hem kapalı hem soğuk. Üşüyorum. Bütün kent sabırsızlıkla baharı beklerken ben kar yağsın istiyorum. Ağaçlar tomurcuklanıp uyanmadan önce, mis gibi bir beyazlık bütün sokakları kaplasın. Ve illa da gece yağsın. Sabah kalkıp bakalım ki; her yer bembeyaz. Son bir kez ak bir yorgana sarınsın bu kocaman kent. Bembeyaz, tertemiz, aydınlık olsun. Yoksula kış cefadır bilirim. Odunu, kömürü olmayana acımadığımdan değil inanın. Kış kışlığını, puşt puştluğunu bilsin diye…
Garipler madenlerde, tersanelerde, dağlarda ölüp giderken üç gün sonra bile duyulmuyordu. Günlerdir televizyonlar görkemli cenaze törenleri yayımlıyor. Her televizyon kanalında kamera önüne öbeklenmiş birkaç uzman kişi ölen kişinin erdemlerinden, ne kadar değerli bir kişi olduğundan dem vurup duruyorlar. Zenginin sadece parası değil, cenazesi bile çenemizi yoruyormuş meğer. Haberim yokmuş. Ölmeseydi adamın değerini de anlayamayacaktık. Ne kutlu, ne yüce, ne erdemli bir ölüm… Yüz binler meydanları doldurmuş. Camilere sığamamış, sokaklardan taşmış. Ölümü bile hepimizin iştahını kabartıyor. Mademki öleceğiz, hiç olmazsa böyle ölelim bari diyesim geliyor. İhtişamla, hürmetle, övgüyle…
Acayip bir memlekette yaşıyoruz, elmalarla armutları topluyoruz. Sonuç hep ayva çıkıyor. Koçanı ise banko bizim kısmetimize düşüyor. Adamın cenazesi televizyonları, gazeteleri bölmedi ama bizim çay ocağının gündemini tarumar etti. Üç üniversiteden terk, okul kaçkını, bir baltaya sap olamamış Taksici Süleyman ne söylesek karşı. Bir de öfkeleniyor ki akıllara zarar. Gazetelerden, kitaplardan birkaç cümle ezberlemiş tekrarlayıp duruyor. Onun aklına uyanınkine turp sıkayım. Kendi adıma onunla gebersem sidik yarışına girmem. Taş olurum, duvar olurum susarım. Delinin ipiyle kuyuya mı ineceğim?
"Rahmetli bilgili adamdı, inançlı adamdı hem de karizmatik, "dedi biri. Vay anam sen misin bunu diyen? Bizim insanımız zaten böyleymiş. "Deveye diken, bize …ken yaranırmış. Evet, çok inançlı bir adamdı. Aynı gün içinde üç kere Cuma namazı kılmışlığı vardır. Yoksula cennetin anahtarını dağıtıp kendisi lüks içinde yaşayan biriydi. Dünyalığı yedi sülalesine yeter diyorlar. Siz aç karnınızı doyuramıyorsunuz onun çocukları özel okullarda okuyor. Kendisi de resmen nankör. Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanarak okumuş, kanı bitlendikten sonra ona yüz çevirmiş, her zaman cumhuriyet düşmanı olmuştur. Kurduğu ilk parti bile laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü için kapatıldı. Her zaman cumhuriyetin çağdaş, aydın, ilerici bir evladı olmak yerine, cemaatin sadık bir üyesi olmayı seçti. Zaten Milli Nizam Partisini cemaatin desteği ile kurdu. Neredeyse ömrü boyunca meclisten maaş aldı. Ama her zaman o meclisi ve cumhuriyeti küçümsedi. Atatürk'ün "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." Cümlesini "Hâkimiyet Allahın'dır." şeklinde telaffuz etti.
Bu çocuğun adını taksici Süleyman yerine Gâvur Süleyman olarak değiştirmeli. Ne ölüye hürmeti var ne diriye. Ölenin arkasından kötü söz mü söylenir? Artık onun yiyecek ekmeği, içecek suyu kalmamış. Mezarından çıkıp cevap da veremez. Hayırla anmak lazım, hayırla ve hasenatla… Kime söylüyorsun?
Çay ocağın sakinlerinden Bekir, "Masal bunlar, hepsi fasa fiso deyince," Taksici Süleyman iyice azdı, kudurdu. Senin hayatın masal… Televizyon izlemekten başka ne mok yaparsın? Onlar ne söylerse senin için o doğru. Bir tek kitap okumuşluğun mu var? Gazetelerin de sadece resimlerine bakıyorsun. Sizin imanlı, temiz ve dürüst dediğiniz bu adam hazineyi dolandırdı. Hesabını veremeyince hapis cezasına çarptırıldı. Onun için özel yasa çıkardılar. Niye? Hapis cezasını evinde çekecekmiş. Hapiste yatanların ne suçu var o zaman? Devleti dolandıran herkes hapis cezasını evinde çeksin. Hey yavrum hey! Çifte kavrulmuş badem içi. Siz bu yolları giderken ben dönüyordum.
Sizin göklere çıkardığınız bu adamın memleketimize yaptığı büyük hizmetleri sayayım. Ne büyük adam olduğunu bir kez daha anlayın. Televizyonlarda kadayıfın altını kızartarak insanları oyalamak. Ağzından düşürmediği demokrasiyi, iktidara gelince sokaktakine fazla görmek. Susurluk aydınlatılsın diyenlere "Gulu gulu dansı yapıyorlar" demek. Ağır sanayi hamlesini başlattım, herkese iş olacak, ekmek olacak diyerek Anadolu'da yüzlerce temel atmak. Vatandaşın oylarını alıp bu temelleri boş çukurlar olarak bırakmak. Beş parti kurup dördünü kapattırmak. İlk Türk otomobili Devrim'i o yaptığı yalanını uyduranlara "Durun benim o işle hiçbir alakam yok," diyememek. Ortalıkta Kıbrıs Fatihi masalı ile böbürlenerek dolaşmak. Yoksul insanların inançlarını sürekli sömürmek, ne olduğu hiçbir zaman anlaşılamayan Milli Görüş nutukları atmak. Kalabalıklara yemin ettirmek, Cuma namazlarında en kalabalık camilere gidip namazı büyük bir gösteriye dönüştürmek. Ayakta bile duramadığı halde sırf oğluna miras olarak kalsın diye partinin başına geçmek. Devletin en üst mevkilerinde cumhuriyetin yasakladığı tarikat şeyhlerini, şıhları ağırlamak. Zoru gördüğünde sıvışıp kaçmak. Bu mu şimdi sizin inançlı büyük adam?
Söyledim arkadaşlara ama dinletemedim. "Laf atıp kudurmayın şu deliyi," dedim. Dinleyen kim? Ölünün arkasından kötü konuşulmaz. En fazla bir helâlık ister sizden. Atlas kumaş, gümüş çanak, kuşsütü değil. Çok serveti varsa ne olacak? Kefenin cebi yok ya. Fesat bu Taksici Süleyman… Hem de kıskanç. Adamcağız çalışmış kazanmış. Dünya kırk kulplu bir kazan. Sen de tut bir kulpundan, sen de kazan…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu TATARİKA'DAN KALAN |
|
Kaliteli müziği, türü ne olursa olsun, severim; ama etnik müziğin yeri bende bir başkadır. Çünkü o müziğe halk felsefesi nakışlanmıştır. Ritminde coğrafya, tınısında tarih vardır. Acı, sevinç, umut, hoşgörü, öfke gibi duygular her halkın ezgisinde farklı renklerle dile, tele geliyor. Bodrum Nurol Kültür Merkezinde "Tatarika Orkestrası"nı izlerken bunu bir kez daha anladım.
Dinletiye giderken karşımda yılların müzisyenlerini bulacağımı düşünüyordum.18 yaş civarında gençlerle karşılaşınca şaşırdım. Ancak bu şaşkınlığım dinletinin daha ilk eserinde yerini hayranlığa bıraktı. Onlar genceciktiler; ama sazlarına öylesine hakimdiler ki yılların sanatçılarını hiç aratmadılar. Bu başarıda hocaları Prof. Rinat Halitov'un katkıları çok büyük olmalı. Cevher işlenmeden mücevher olmuyor.
Grubun her bir üyesini tek tek kutlamak boynumuzun borcu. Bu başarılı dinletide uluslar arası yarışmalarda birincilik almış Rüstem Rahmatulin, Gülnar Yarmiyeva gibi sanatçıların paylarını da ayırmak gerekir; ancak ben keman sanatçısı Dina Hisanbayeva'ya ayrı bir parantez açmak isterim. Gencecik yaşına karşın incecik parmaklarının en tizden en bas seslere kıvrak ve güvenle gidip gelişini izlemek haz verici. Ben o müzikleri dinlerken, kimi kez Asya steplerinde atların asırlardır süren koşularını izledim, kimi kez Cengiz Dağcı'nın, Cengiz Aytmamavof 'un romanlarında bir buruk sevda oldum.
Tatarika, Tatar Halk Müziği Orkestrası, halk çalgılarını çok sesli müzikte kullarak geleneksel müzikle çağdaş müziği buluşturuyor. Topluluk, 1993 yılında Kazan Devlet Konservatuarı Tatar Sanat Fakültesi'nde kurulmuş. Dinletide Türk Dünyasının etnik müziği yanında Fin, Arap, İspanyol, hatta Brezilya tadı da aldık. Rus ve Türk soylu besteciler yanında Rossini, G.Jimenez, L. Delibes, J.Strauss gibi dünyaca ünlü bestecilerin eserlerinin de yorumlarını dinledik.
Dinleti sonrası ayaküstü söyleşimizde Tataristan'ın Türksoy nezdindeki temsilcisi Zemfira Hasanova, "Bu çocukların arasında Çinli bile var." deyince doğrusu çok sevindim. Onun dediği gibi "Uluslar arası siyasetin en değerli aracı kültürel paylaşım, kültürü yaymanın en önemli araçlarından biri de sanat".
Bodrum dinletisi, orkestranın Manisa'dan sonraki durağıydı. Programlarında Muğla ve İstanbul'da üç dinleti daha vardı. Bu dinleti dizisi, TÜRKSOY'un (Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı) "2011 Abdullah Tukay Yılı" etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirdiği bir etkinlik.
Abdullah Tukay, Kazan Tatarlarının şairi. 1986'da doğmuş, 27 Nisan 1913'te hayata veda etmiş. Tukay, bu 27 yıllık kısacık yaşamında, yelkenlerini Tatar Halk Edebiyatı rüzgarlarıyla doldurarak Tatarcayı Volga Boylarında bayrak yapmış bir öncü şair. Onun yaşadığı dönemde Anadolu'da da Milli Edebiyatın filizlenmekte olduğunu görüyoruz. Kırımlı İsmail Gaspıralı (1851-1914) , Kazanlı Yusuf Akçura (1876 - 1935) gibi aydınların yaktığı Türkçülük ateşi, Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Mehmet Emin Yurdakul gibi birçok edebiyatçıya esin kaynağı oluyor.
Gaspıralı, Türk lehçelerinin, yabancı diller yerine birbirlerinden kelimeler alarak zenginleşmesini ve İstanbul Türkçesi esas alınarak ortak bir yazı diline kavuşulmasını sürekli savundu. Onun "Dilde, fikirde, işte birlik" düşüncesi, daha sonraları Ziya Gökalp tarafından Tükçülüğün Esasları'nda sistemleştirilmeye çalışılacaktır. 19. Yüzyılda Mirza Feth Ali Ahundzade'lerle başlatabileceğimiz Türklük bilincinin Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyetinin temeline harç olarak konulduğunu kim inkâr edebilir?
Abdullah Tukay da yaşadığı dönemde halkının şarkılarını, efsanelerini, masallarını kaynak edinmiş, kendisinden sonraki kuşaklara yol göstermiştir. Onun;
Nerdedir lezzet? Çünkü yalan dünyada az
Leziz şeyler, nerdedir lezzet, nerede haz?
Bende sadece millete hizmet aşkı var
Bence bunda güzellik var, lezzet ve haz da var.
dizeleriyle Namık Kemal'in,
"Refah-ı millet için terk-i rahat eyleyelim",
Fikret'in,
"Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,
Ey hak yaşa, ey sevgili millet, yaşa… Var ol!"
Mehmet Emin Yurdakul'un,
"Ben bir Türk'üm dinim cinsim uludur
İnsan olan vatanının kuludur."
dizeleri hep halk sevdasının sesidir. Ben, Abdullah Tukay'ın "Çift At" şiirinin;
Koşturup çift at, dosdoğru Kazan'a gidiyorum bakarak
Sürüyor atları arabacı, mahmuzlayıp tartaklayarak
Geceydi, sevinçle nurlar saçarak ay parlıyor
Esen hafif rüzgârda ağaçlar, yapraklar sallanıyor.
dizelerini okurken Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları şiirinin,
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
dizelerini okur gibiyimdir. Abdullah Tukay:
Ey ana dili, ey güzel dil
Atam, anamın dili
Dünyada çok şey öğrendim
Sen ana dil vasıtasıyla
dizelerini söylerken Karadeniz'in bu yakasında da Ziya Gökalp'in aynı didaktik
endişelerle;
Aruz sizin olsun, hece bizimdir
Halkın söylediği Türkçe bizimdir
Leyl sizin olsun şeb sizin olsun gece bizimdir
Değildir bir mana üç ada muhtaç
dizelerini söylediğini büyük olasılıkla bilmiyordu. Ancak onları buluşturan yurt, ulus ve dil
sevgisinden başka ne olabilirdi ki?
TÜRKSOY bu dinletiyle bizi, yalnızca Abdullah Tukay'la ve Tatarika Orkestrasıyla
değil, kardeş Tatar halkıyla da buluşturmuştur. Dinleti çıkışında kendi aralarında Rusça
konuşan gençlerden birine yaklaştım; Türkçe "Tebrik ediyorum." dedim. Genç bir şey
anlamadı. İngilizce söyledim bu kez. Anladı; ama yanıt veremedi. Gaspıralılardan,
Tukaylardan, Gökalplere, Mustafa Kemal'e uzanan dil bilincinin gelişmesi için çok
çalışmamız gerektiğini bir kez daha anladım. Geleceğin Türk Dünyası'nı, başka dillerle
değil, kendi dilleriyle anlaşabilen gençler kurabilir ancak. Galiba bu alanda da Türksoy'a
önemli görevler yüklememiz gerekecektir.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran BİR FİLM ÜÇ KİTAP |
|
Daha ödül almadan adı ortalığa saçıldı, her yandan övgü yağdı Siyah Kuğu için; gösterime de girdi, ama sağolsun Sevgi Tanın bizi kurtardı, dvd'sini getirdi. İzledik Nilgün'le.
Derken Oscarlar dağıtıldı, yalnız dördünü bu filme vermişler; büyük haksızlık doğrusu, sanırım 11 dal var, hepsinin ona verilmesi gerekirdi!
En az 1950'den beri film izlerim, böylesine aşağılık yapıt çok az gördüm; ne öykü öykü, ne çekim var ne oyunculuk. Kızı için 26 yaşında, tam da büyük düşler kurduğu sırada baleyi bırakmış doyumsuz bir anne; onun pençesinde yaşayan, bırakın sevgili edinmeyi, daha kendi kendini okşamayı bile göze alamayan (?!) bir kız; Kuğu Gölü'nde hem beyaz, hem kara kuğuyu canlandırmak üzere birbirleriyle yarışan dansçılar. Sonra yönetmenin ya da çekimöyküsünü yazanın aklına gelen bütün zırvalar! Bale sanatının o güzelim inceliklerini yansıtmayı bir yana koyun, daha alıcıya bakmayı bile beceremeyen bir ağlamaklı surat. Ve sözümona karnına sapladığı şeyle inanılmaz, unutulmaz bir kara kuğu çıkaran, sanal ya da gerçek ölümünde, yaşasın kusursuzu başardım diye sevinen bir yeteneksiz!
Film Amerika'da çekiliyor; bre şaşkınlar, bütün öbürlerini bir yana bırakın, bale sanatının en unutulmaz yıldızlarından Natalia Makarova geldi geçti sizin sahnelerinizden; sayısız kere oynadı Kuğu Gölü'nde; bir yığın unutulmaz belgesel bıraktı: açın telefonu sorun bakalım bu yapıtta görev alacak balerinalar böyle mi davranır, böyle uyduruk bir masal yutulur mu?
Dedim, titreyip kendime geldim; yutuluyor, yutulmuş besbelli, tam 4 Oscar'ı var filmin; ve bakın salonlar nasıl dolup boşalacak, daha ne yazılar çıkacak hakkında!
Kimi yazarların kazandıkları (?) Nobel nasıl beni ilgilendirmiyorsa, birtakım Oscarlar da öyle elbet.
Vah zavallı güzelim dünyam vah! anamalcı yalan-talan ne sanat bıraktı, ne yaşama sevinci!
İyisi mi, biz geçelim yüzakı yapıtlara.
İş Bankası Kültür Yayınları üç kitap gönderdi; ilki, Sevgi Sanlı'nın Bernard Shaw'dan çevirdiği Dört Oyun: Sezar ile Cleopatra, Pygmalion, Kırgınlar Evi, Jan Dark.
Kitabı yayına Ruken Kızıler ile Ali Alkan İnal birlikte hazırlamışlar görsel yönetmen her zamanki gibi Birol Bayram; düzelti Alev Özgüner'in.
İkinci kitap William Shakespeare'in "Kral John'un Yaşamı ve Ölümü" adlı oyunu;kitabı yayına Ali Alkan İnal hazırlamış; çeviri Hamit Çalışkan'ın; görsel yönetim Birol Bayram'ın; Müge Karalom da düzeltiyi üstlenmiş.
Son kitap Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin "Ev Sahibesi";bunu da yayına Ali Alkan İnal hazırlamış; Rusça aslından Tansu Akgün çevirmiş; görsel biçimlendirme Birol Bayram'ın; düzelti Müge Karalom'un.
Kitabın Polzunkov adlı öyküsünden kısa bir bölümü alayım.
Öykünün baş kişisi çalıştığı yerin yöneticisine şaka olsun diye emekliliğini isteyen bir dilekçe verir; gerisi şöyle:
"Hemen Fedosey Nikolaiç'e gittim: "Bu nasıl oldu" diye sordum. "Ne demek istiyorsun?" diye karşılık verdi."Neden emekliye sevk edildim?"- "Ne emekliliği"- "Peki niye bu kâğıtta emekliye sevk edildiğim yazıyor?"- "Emekli olmanın ne kötülüğü var?"- "Ben emekli olmak istemedim ki!"- "Nasıl olur, Nisan'ın 1'inde dilekçe vermiştiniz." (O dilekçeyi geri almamıştım.) - Fedosey Nikolaiç! Kulaklarıma inanamıyorum, bunu söyleyen gerçekten siz misiniz?"- "Evet benim, ne oldu ki?"- "Hey Ulu Tanrım!"- "Çok üzüldüm beyefendi, bu kadar erken emekliliği düşünmenize gerçekten çok üzüldüm! Genç bir adamın çalışması gerekir beyefendi, ama sizin aklınız son zamanlarda biraz havalardaydı. Ama referans konusunda rahat olun: bu konuyla ilgilenirim. Her zaman örnek bir memur oldunuz.!"- Sadece küçük bir şaka yapmak istemiştim Fedosey Nikolaiç; ciddi değildim, babacan tavrınıza güvendiğimden getirmiştim o kâğıdı…O kadar!"- "Ne demek o kadar? Şaka yaptım ne demek beyefendi? Resmi belgeyle şaka olur mu? Böyle şaka yapanların bazılarını Sibirya'ya gönderiyorlar. İzin verirseniz müfettişin yanına döneceğim, vazife her şeyden önce gelir; siz artık aylak aylak dolaşırsınız, ama bizim yapmamız gereken işler var. Sizin için referans mektubu yazacağım. Bir şey daha var, Matveyev'den bir ev aldım, birkaç gün içinde taşınacağız, umarım sizi yeni evimizde görme şerefini hiç tatmam. Hoşça kalın!"
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 6 |
|
Çok gençtim, bilgisizdim ama öğrenmek için can atan biriydim. Bir yer düşlüyordum; çok çalışacağım, işimi iyi yaparak başarılı olacağım, huzurlu bir yer. Sadece bir şirket kabul etsin yeterdi bana ve ben gösterecektim azmimi. Ama şansızlık işte, bir yakama yapışmış, hangi kapıyı çalsam yanımdaydı. Umutsuzluğum gittikçe artıyordu, artık her işi yapmaya razıydım. Avukatlık bürosu, hastane, patent firması, diş kliniği, kırtasiye depo ofisi gibi nerelere gitmedim? Faks çektiğim yerlerden hiçbir cevap gelmedi. Nihayet bir gazete ilanı başvurusundan telefon geldi. Son çalıştığım yere yakın bir yerdi. Görüşmeye gittiğimde beni küçük bir odada beklettiler. Şirket sahibi daha gelmemişti. O bir kadındı. Ben kadın patronlardan kaçtıkça onlar yoluma çıkıyordu. İçimden "Nedir bu kadın hakimiyeti?" diyordum. Kadınların başta olmaları güzel de psikolojik sorunları olanların eline düştünüz mü çok fena ki onların hakimiyetinden korkulur. Patron gelince odasına çağırıldım. Kadın eli deymiş bir ofisti burası. Oradan buradan konuştuktan sonra en son çalıştığım şirketi sordu bana. Söylediğimde çok şaşırdı ve paşa kızı şımarık ve personelini köle gibi kullanan eski patronumun adını basa basa söyleyerek "o benim arkadaşım" dedi. Yani tesadüfün bu kadarı da pes doğrusu. Zaten o anda anladım ki hiç şansım yoktu.
Bana yıllar gibi geçen bir ay sonra gazetedeki ilanla iş görüşmesine gittim. Üniversite kampüsünün araştırma binasında çalışan medikal firmaydı. Ofise girdiğimde sivilceli bir kız beni karşıladı. Burasının sekreteri olmalıydı. Beklerken ona işle ilgili birkaç şey ve işe alınırsam nerde çalışacağımı sordum. Bana kesin yanıtlar vermedi, zaten telefonda birisine fısır fısır bir şeyler anlatıyordu. Belki de iş görüşmelerinden hoşnutsuzdu. Patron kırk üstü yaşlarda, başının önündeki saçlar dökülmeye başlamış, yuvarlak yüzlü bir adamdı. Biraz sohbet ettikten sonra özgeçmişimin üstüne bir şeyler karaladı ve beni gönderdi. Herkesin söylediği gibi beni daha sonra arayacaklardı ve aradılar da iki gün sonra işe başlıyordum. Mutluydum ama içimde korkular vardı. Verilecek işleri hakkıyla yapardım ama birisinin bana anlatması gerekiyordu. Daha önce yaşadığım istenilmeme durumu ile karşı karşıya kalabilirdim, çünkü oradaki kız işten çıkarılıyordu. Pazartesi işe gittiğimde kız beni güler yüzle karşıladı. Bana dostça yaklaşarak, neden işten çıkarıldığına anlam veremediğini açıkça söyledi. Bana işi anlatmasını beklesem de bütün gün binadaki diğer arkadaşlarıyla vedalaşma sohbetleri içindeydi. Anladım ki işi yine devralmadan kendi başıma çözecektim. Ona kızmadım, çünkü haklıydı. İşten çıkarılıyordu ve bana işi anlatmak zorunda değildi. Ne gibi entrikalar olduğunu bilmiyordum, şirketin haklı haksız durumunu zamanla çözecektim. Ofis çok kalabalık değildi; patron, muhasebeci, ofisin dışındaki işlere bakan biri vardı. İlaç pazarlaması yapıp asıl konusu tıp cihazının üretimini yapmaktı. Üretim, bizden biraz uzakta bulunan teknoloji binasında yapılıyordu.
İşimin ikinci günü sekreter kız gelmedi. Artık ofiste yapayalnızdım. Kolları sıvayıp oradan buradan işi öğrenme zamanıydı ki kapı birden bire gürültüyle açıldı ve genç bir kız elinde dosyalarla yüzüme bakmadan yan odaya girdi. İçeride muhasebeci vardı ve onların sohbetinden sonra kız yanıma geldi ve tanıştık. Dip boyası gelmiş sarı saçları hiç de temiz görünmüyordu. Koca patlak yeşil gözleri siyah kirpiklerinin arasından fırlayacak gibi duruyordu. Uzun suratlıydı. İnce belinin altında büyükçe poposu vardı. Topuklu ayakkabılarını çıkarsa, boyumun yarısına gelecek kadar kısaydı. İçeriye tufanla girip, bana selam vermemesinden, yakın arkadaşı olan sekreterin işten çıkarılmasına karşılık bana trip yaptığını anlamıştım. Sanki kızı ben kovmuştum, benim ise ne suçum vardı? Bu kız tam bir baş belasına benziyordu. Bana karşı soğuk tavırlar sergilese de zamanla buzları eridi. Çünkü ben iyiydim ve bana verdiği bütün işleri eksiksiz yapıp teslim ediyordum. Bu kız haftada bir defa ofise geliyordu. İç denetim sorumlusuydu. Şirketin almak istediği kalite belgesi için çalışıyordu ama asıl denetmen başka firmadan gelen bir adamdı. Birlikte çalışıyorlardı ama birbirlerinden memnun değillerdi, çünkü kız işini gerektiği gibi yapmıyordu. Yavaş yavaş bana öğrettiği işini ben çok sevmiştim fakat işin uzmanı olmak için dünya para olan kursa gitmem gerekiyordu, o para da bende yoktu. Şirket, daha önce kefil olmuş ve bu kızı kursa göndermişti. Kız bunun değerini bilse iyidi ama bilmiyordu. İyi İngilizce de gerekiyordu, ama ben onda o kadar bilgi gömüyordum. İngilizce evrak gerektiğinde nişanlısından yardım alıyordu, hem de benim yanımda hiç çekinmeden. Onun ne kadar beceriksiz olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladım. Öyle ki yazdığı en küçük metinde çok fazla yazım hatası yapması beni çok şaşırtmıştı. Yeditepe üniversitesinden mezundu ve hatırı sayılır bir iş yapıyordu. Bir ilkokul çocuğunun yapmayacağı yazım hatalarını nasıl yapıyordu çok ilginçti doğrusu? Üretim bölümüne gidip oradaki müdürle hep tartışırdı, pek sevilmeyen karaktere sahipti. Üretim müdürüyle bir gün fena kavga etti. Fındık kabuğunu doldurmayan nedenle patrona şikayet ettiğinde patron, müdürünü savununca ofiste çıngar çıkarttı. Ben hayatımda bu kadar avaz avaz bağıran bir kadın görmedim. Öyle korkunçtu ki masamdan kalkıp oradan uzaklaşmak istedim. Patronum artık sinirlendi ve "Bana bağırma!" dedi. Kız raydan çıkmıştı: "Bağırırım!" diye cevap verdi. Patronum öfkeyle: "Bana bağıramazsın, seni şuracıkta döverim!" deyince, kız "Dövemezsin" diyerek patronun odasından hışımla çıktı ve masasına giderek eşyalarını toplamaya başladı. Hem konuşuyor hem de ağlıyordu. O anda hiç kimse işine konsantre olamadı, çok rahatsız edici bir durumdu. Kız vedalaşarak ofisten ayrıldı ve bir daha da gelmedi.
İç denetim işleriyle birlikte üstüme yıkılan işlerden kesinlikle şikayet etmedim, patronla iyi anlaştım ve şirketin eli kolu oldum. Ortamı sevdim, işimi sevdim, nihayet huzurluydum. Hiç yapmayacağımı düşündüğüm muhasebe hakkında da bilgi sahibi olmaya başladım. Günlük kasayı ben tutuyordum. Fakat bu durum muhasebecinin hoşuna pek gitmedi. Bana daha fazlasını öğretmek istemedi çünkü koltuk korkusunun onu sarmaya başladığını hissediyordum. Oysaki benim niyetim asla onun yerine geçmek değildi. Ben sadece öğrenmek istiyordum. Bir sabah ofise gittiğimde her zaman yaptığım gibi ilk işim kasamı kontrol etmek oldu. Çekmecede duran hesaplarımı ve torbamı aldım, baktım ki ne göreyim? Bir iki bozukluk dışında paralar yoktu. Gözlerim yerinden fırladı sanki, kalbim gümlemeye başladı. Muhasebeciye durumu anlattım. Bana pişkin pişkin bakarak kendisinin aldığını söyledi. Üzerime soğuk su döküldü ve koltuğuma derin bir "oh" çekerek oturdum. Bunu neden yaptığını soramadım ama o, açıklama yapma gereği duyarak ihtiyaç için aldığını söyledi. Bütün gün içim sıkıldı, bir daha yaparsa, sonra yine bir daha? Buna nasıl dur diyebilirdim ki, o patronun akrabasıydı? Öyle de yaptı, artık sık sık kasadan bana sormadan para alıyordu. Hesabım iyice karışmıştı ve bundan huzursuzluk duyuyordum. Bir defasında dayanamayıp ona şöyle söyledim: "Size kasayı iade etmek istiyorum, ben bu işi beceremiyorum, iyice karıştı." Fakat adam hem kasayı geri almadı hem de bildiğini okumaya devam etti, bana da muhasebe hakkında tek bir kelime öğretmedi. Benim için bu çok da sorun değildi. Zaten muhasebeyi sevmiyordum, beni asıl ilgilendiren iç denetim işleriydi.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Ya Kapıyı Çalan Sütçü Değilse?
- Bey, uyan! Ramiz bey, uyansana! Beni duymuyor musun?
- N'oldu hanım? Kaç dakikadır ne dürtekleyip duruyorsun?
- Demek ki beni duyuyormuşsun da duymuyormuş gibi yapıyorsun!
- Tamam öyle olsun Suzan hanımefendi! Ne var, sen onu söyle!
- Bir de "ne var?" demez mi? Birileri kapıyı çalıyor, duymadın mı?
- Duydum veya duymadım, ne fark eder? Kalkıp açıver! Sütçü gelmiştir. Bunun için mi benim uykumu böldün?
- Bu vakitte sütçünün işi ne? Daha ortalık bile aydınlanmamış. Hem bizim sütçü saat dokuzda gelmiyor mu?
- Bak hanım, cahil cahil konuşma! Ne dedi, bir parti başkanımız? İleri demokrasinin uygulandığı ülkelerde saat 5-6 civarında kapı çalınırsa gelen mutlaka sütçü imiş.
- O kadarını ben de biliyorum çok bilmiş Ramiz bey! Ama senin şu anda saatin kaç olduğundan haberin var mı?
- Yook, saat kaç?
- Üçü biraz geçiyor. Bu saatte ne bizim sütçü, ne de ileri demokrasi sütçüsü gelir.
- Öyleyse kapıyı çalan kim?
- Bilemem, onu da sen bil. İyisi mi kalk aç ve kim olduğunu öğren. Bak, zili bırakıp yumrukla kapıya vurmaya başladılar.
- Duydum, duydum. Sıcacık yataktan çıkıp da bakamam doğrusu. Üşürüm. Sahi, bu saatte gelen kim ola ki? Polis olmasın?
- Ah, tam üzerine bastın! Durmadan internetde yazı yazan, facebook'a yorum atan bir adamın kapısına, bu saatte de gelse gelse polis gelir. Kalk ve kapıyı aç!
- Açmam. Çalar çalar giderler.
- Gelen polis ise gitmez. Kapıyı kırar, gene içeri girer.
- Ben suç işleyecek bir şey yapmadım ki polis kapımı kırıp içeri girsin!
- İnternette dolaşan siyasi yazıları ben mi yazdım? Arkadaşlarınla telefonla konuşurken söylediklerini, küfürlerini hep duydum. Senin telefonunu da dinliyor olabilirler. Ya da moda deyimiyle, teknik takibe takılmışsındır.
- Telefonumu dinlediklerinden şimdi emin oldum. Konuşurken yankı yapıp duruyordu da, ben hatlarda bir arıza var diye düşünüyordum.
- Konuşmayı bırak da git kapıyı aç. Başımızı daha büyük belalara sokma. Kapıdakilerin gideceği filan yok.
- Hanım pencereden bir bakıversene polis evin etrafını kuşatmış mı, polis araçları görünüyor mu?
- Bakıyorum, ama dışarıda in cin top oynuyor. Araba falan da yok. Şiddetli bir fırtına var, ağaçlar sallanıyor.
- Tamam, gidip bakacağım. Senden ricam, geçen hafta pazardan aldığımız pijamamı, birkaç iç çamaşırımı, cep telefonumu ve 4-5 paket sigaramı bir valizin içine koyuver de giderken telaştan unutmayayım.
- Hepsini anladım da cep telefonunu ne yapacaksın? Seni Silivri'deki bir tatil köyüne mi götürecekler? Orada sigaranı tellendirip telefonda benimle muhabbet mi edeceğini sanıyorsun?
- Öff be, her sözüme de bir lafla cevap verirsin. Kafam şişti.
- Gittiğin yerde 3-4 metrekarelik bir odada kafanı dinlemeye bol bol zamanın olur.
- Gidiyorum kapıya bakmaya. Sen de biraz sonra benden kurtulursun.
**
- Ramiz bey yüzün gülüyor. Demek ki gelen polis değilmiş. Alacaklı gibi kapıyı çalan bu münasebetsiz kimmiş?
- Alttaki komşu.
- Derdi neymiş gecenin bu saatinde?
- Sigara içtikten sonra balkonun kapısını açık unutmuşum. Dışarıda da oldukça şiddetli rüzgar varmış. Çarpan kapı sesinden uyuyamamış adamcağız.
- Haydi, bu sefer ucuz atlattın. Bu sana ders olsun. Yarından tezi yok, interneti kapattırıyorsun, cep telefonunun da hattını iptal ettiriyorsun. Yoksa bu geceki korkun yakında gerçeğe dönüşebilir.
- Ama hanım, memlekette ileri demokrasi varmış!
- Bırak şimdi ileriyi geriyi! Varsa da sana bana değil, kendilerine var. Uyuyalım artık.
- Tamam. Allah rahatlık versin.
**
- Ramiz bey, Ramiz bey! Kapı çalıyor, bakıversene.
- Tamam karıcığım bakıyorum. Bu sefer gelen garanti bizim sütçüdür.
- Nerden bildin?
- Baksana saat sekizbuçuk olmuş. Ne kadar süt alayım?
- Bir kilo al, yeter.
**
- Ne kadar süt vereyim Ramiz bey?
- Hanım "bir kilo al" dedi.
- Tamam.
- Sen sütü neden bu saatte dağıtıyorsun ?
- Sizin için erken mi?
- Hayır, bazı ülkelerde sabah 5-6 civarında sütçü çalarmış kapıyı da.
- Biz o saatte uykuda oluruz. Hangi ülkeymiş buralar?
- İleri demokrasinin uygulandığı ülkeler.
- Eee,
- E'si devlet büyüklerimiz bizde de ileri demokrasi olduğınu söylüyorlar da…
- Beyim, siz onların lakırdılarına aldırış etmeyin. Gülün geçin. Bilirsiniz, bu adamlar yıllar önce "devrim" adını verdikleri bir arabayı benzin koymadan yürütmeye kalkmışlardı, şimdi de "demokrasi" adını verdikleri bir arabaya bindiler; ancak buna da ileri vites koymayı unuttular. İşte o yüzden bizdeki "demokrasi" arabası hep geri vitesle gider ve oraya buraya da toslar.
**
- Aldın mı sütü bey?
- Aldım hanım. İki liraya hem bir kilo süt, hem de önemli bir ders aldım!
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam UFO'lar, Nikola Tesla ve Küresel Tezgâhtarlar |
|
1856'da Hırvatistan'da doğdu. Babası bir Sırp rahipti. Annesi okur-yazar değildi; ama pratik pek çok ev gereçlerinin mucidiydi. Hiç evlenmedi. Bekâr ve aseksüel yaşamanın bilimsel çalışmalarına ve kişisel yeteneklerine yardımcı olduğunu düşünüyordu.
Nikola Tesla, hayatının son yıllarını alacaklılardan kaçarak geçirdi ve 7 Ocak 1943 tarihinde 86 yaşındayken New Yorker Oteli'nin bir odasında kalp yetmezliğinden öldü Amerikan vatandaşı bir elektrik mühendisi ve mucit fizikçi olarak. Pentagon'daki askerî yöneticiler Tesla'nın özel kasasına hemen el koydular ve içindeki evrakların, çizimlerin, bilgilerin ne olduğuna dair herhangi bir bilgiyi de bugüne dek dışarıya sızdırmadılar.
Ampulün mucidi Thomas Edison'dan çok daha yaratıcıydı. Öldüğü gün patentleri kendisine ait tam 700 buluşu vardı. Edison'a fikirler verdi, ondan fikirler aldı. 1912 yılında Nikola Tesla ve Thomas Edison'un 40 bin dolarlık Nobel Ödülü'nü paylaşmaya seçildikleri açıklandı. Tesla bu ödülü reddetti; çünkü Edison'un sonuçlandırmasını istediği bir projeyi bitirdiğinde ödenmesi gereken ücret ödenmediği için, Edison'dan -deyim yerindeyse- kazık yediğinden, onunla ortak çalışmayı, hatta ortak ödüller almayı dahi reddetmeyi seçmişti.
Daha genç bir delikanlıyken, "Bir gün Niagara Şelalesi'ni elektrik elde etmek için kullanacağım!" diyerek, kendisini dinleyenleri hayrete düşürmüştü; ama dediğini yaptı ve hidroelektrik santrallerini projelendirdi. Floresan lamba, neon ışıkları, hızölçer, otomobillerdeki ateşleme sistemi, elektron mikroskobu, mikrodalga fırın, uzaktan kumanda, dünya ölçeğinde kablosuz haberleşme, kozmik ses dalgalarının kaydı, uzayda ve zamanda yolculuk gibi buluşlar yaptı. Ayrıca, radarlar, tribünler, radyo, MR (MRI) cihazı, robot teknolojisi, deprem makinesi ve lazer ışınları teknolojilerine onun kuramları esin verdi.
Bir sabah, mekanik ve fiziksel titreşimlerle deney yaparken, laboratuvarının etrafında gerçek bir depreme neden oldu. Binanın doğal rezonans/tınlaşım frekansına yaklaşan Tesla'nın mekanik osilatörü, eski binayı şiddetle sarstı! Bir sokak ilerideki polis karakolundaki eşyalar dahi esrarengiz bir biçimde dans etmeye başladı! Böylece, Tesla, rezonans ve vibrasyon kuramlarına ait matematiksel formüllerin doğruluğunu kanıtlamış oldu.
İlk insan yapımı şimşeği oluşturdu. Bir direğin tepesindeki 1 metre çaplı bakır küreden, 30 metre uzunluğunda, kulakları sağır edecek kadar şiddetli şimşekler çaktırdı. Enerjiyi 40 km mesafeye kablosuz iletebilinceye dek deneylerini inatla ve azimle sürdürdü. 40 km uzaklıkta, toplam 10 kilovatlık 200 adet ampulü yakmayı başardı!
Nicola Tesla günümüzden tam 110 sene önce, atmosfer tabakaları ve özellikle iyonosfer ile ilgili çok fazla araştırma ve deney yaptı. Sonunda, dünyadaki ilk radyo yayın ve kablosuz elektrik taşıma merkezi olan Long Island'daki Wardenclyffe Kulesi'ni inşa etti 1905 yılında.
20. yüzyıla damgasını vuran Tesla'nın deneysel çalışmalarına göre elektromanyetik dalgalar ile enerji transferi mümkündür. Bu dalgalar aynı zamanda çeşitli iklim değişiklikleri ve depremler de meydana getirebilirler.
Günümüzde yaşanan sıradışı pek çok "doğal" olayın arkasında Tesla'nın gizli tutulmuş buluşlarının olup olmadığını sorgulamak gerekir. Elektrik alanında bu kadar otorite bir mucidin günümüzde çok az tanınmasının nedeni tanınmamasını isteyen birilerinin varlığına kanıt değil midir? (Dikkatinizi çekerim 106 yıl önce geliştirilmiş bir teknolojiden söz ediyoruz. Kablosuz telefon veya modem değil, kablosuz elektrik bu! Bunun varlığını dünyada kaç kişi biliyor? Dahası, bu teknolojinin nerede ve nasıl kullanıldığını hiçbirimiz bilmiyor, bilemiyoruz!)
1997 yılındaki ABD Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri olan William Cohen, 28 Nisan 1997 tarihinde Georgia Üniversitesi'nde "Terörizm, Kitle İmha Silahları ve ABD Stratejisi" üzerine verdiği konferansta aynen şu ifadeyi kullanmıştır:"... Bazılarının; elektromanyetik dalgalar yolu ile iklimleri değiştirme, depremler yaratabilme, volkanları harekete geçirebilme vs. yeteneğine sahip silahlar geliştirdiğini biliyoruz..."
Eğer CIA-Pentagon eşbaşkanlığı, Nicola Tesla'nın bütün formüllerini ve çalışmalarını halka açıklasaydı; o zaman belki de Gölcük Depremi, onca yaşamı yok eden tsunamiler, yaşadığımız anî iklim değişiklikleri ve buna benzer pek çok olay açıklanabilir; bu doğal görünen olayların arkasında kimlerin olduğunu öğrenilebilir, en önemlisi de böylesi gizli teknolojileri kullanan tezgâhtarlar bunları kendi yararları doğrultusunda değil, insanlığın yararına kullanmaya mecbur kalırlardı. (Kuş gribinin, tüm dünyaya aşı satmak amacıyla dünyaya pompalandığını öğrendikten ve şimdi Tesla'nın buluşlarının farkında vardıktan sonra ben artık küresel ısınma, ozon tabakasının delinmiş olması, permafrost ve deniz sularının yükseleceği gibi masallara inanmamayı tercih ediyorum!)
Gökkuşağı Projesi (Rainbow Project): 28 Ekim 1943 yılında Amerikan donanmasının Pensilvanya'daki Filadelfiya kent limanında yaptığı deneydir. İddiaya göre donanmaya ait DE 173 tipi bir destroyer olan 1240 tonluk USS Eldridge gemisi birkaç dakika içerisinde 600 kilometreden daha fazla bir uzaklığa gidip gelmiştir. Amerikan donanması böyle bir deneyin kayıtlarda yazılı olmadığını belirtmiştir. (Zaten kim kayda geçer ki böyle bir deneyi?!) Kaldı ki, Al Bielek dışında, deneye katılan veya görgü tanığı olan subayların tümü bunu yalanlamış, hikâyenin bir aldatmaca olduğunu söylemişlerdir.
Bu deney, 1984 yılında beyaz perdeye aktarılana kadar ciddiye alınmamıştı. Ancak o tarihten bugüne kadar resmi makamlarca yalanlandı aynen UFO görüntülerinin de sürekli yalanlanıp hasıraltı edildikleri gibi. (Benim sürekli olarak UFO görüntülerinin doğru olduğunu; fakat bunların uzaylı değil, CIA ve KGB'nin uzay araçları olduğunu söylememin nedeni de budur. Ruslar aynı deneyi Hazar Denizi üzerinde denemiş; ama gemiyi uçuramamışlardı. Bakınız: The Missing Secrets of Nikola Tesla = Kayıp Yıldırım: Nikola Tesla'nın Aranan Sırları. Aynı yıllarda Atom Bombası'nı icat eden başka bir ekip deManhatton Projesi'nde çalışıyordu!)
UFO efsanesinin açılışını önce Almanların 1942 yılında uzaya fırlattıkları V-2 füzesi yaptı. Sonra KGB'ye bağlı Sovyet Teknoloji Enstitüsü geliştirdi roket hızlı uzay araçları fikrini, ardından CIA'nın teknoloji kanadı ve NASA tarafından geliştirilmiş disk biçimindeki ve yıldırım hızıyla hareket edebilen uçaklar projesine, yani UFO'ya dönüştü bu teknoloji.(Burada hemen yine tekrarlamak isterim: ileri derecede İngilizce bilmeyenler ve Gogıl Amca'ya doğru soruyu soramayanlar, bu alanda süregiden gizli çalışmaların şifrelerini çözemezler!)
Günün sorusu: 17 Ağustos 1999 günü binlerce insanımızın yaşamını yitirmesine neden olan ve ülkemizi yasa boğan Gölcük Depremi sonrasında basındaki HAARP'la ilgili haberleri anımsayanınız var mı? Depremden önce kıyıya çıkan birkaç yabancı askerin, deprem sırasında alelacele ufak bir denizaltı ile kaçtıkları söylentileri dolaşmıştı internette! Kimdi bunlar, neydi HAARP?
Günün sözü: "Şans, hazırlıklı zekâlara her zaman yardım eder."
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Barutgiller Ailesi - 1 |
|
Eskiden keyifle dinlediğimiz, günü ve saati gelse diye sabırsızlıkla beklediğimiz; Yıldız ve Müşfik Kenter'in hazırladığı, Tevfik Gelenbe'nin de Arap Bacı'yı seslendirdiği, radyo günlerinin vazgeçilmezlerinden "Uğurlugiller Ailesi" vardı. Benim anlatacağım "Barutgiller Ailesi" ise henüz hakkında radyo ve/veya televizyon dizisi yazılmış bir aile değil. Sanırım ilk kez ve bu vesile ile Kahve Molası'na zaman zaman konu/konuk olabilecekler.
Barutgiller Ailesi'nin en önemli karakteri Allah uzun ömür versin Haydar Dede, yani erkek tarafının babası. Diğer rollerde ise evin erkeği Hayri Bey ile evin kadını Hayriye Hanım var. Hepsi birbirine karşı patlamaya hazır barut fıçısı gibi olduğundan "Barutgiller Ailesi" dedim. Aslında dünya tatlısı insanlar; Hayri Bey ile birlikte hem aynı şirkette çalışmışlığımız hem de ayak topu maçlarında koşturmuşluğumuz vardır. Eşi Hayriye Hanımı'ı da iş-eş-dost toplantılarından gayet iyi biliriz.
Birlikte çalıştığımız şirket sonrası Hayri Bey çok uluslu bir şirkette hayat mücadelesine devam etmektedir. Eee, şirket adı üstünde çok uluslu olunca, her milletten insanın şirkete gelmesi gitmesi kaçınılmaz olmaktadır. Hele iş ziyaretine gelen bir hanım olunca, Hayriye Hanım'ın zaman zaman parlaması, hatta patlaması da kaçınılmazdır. Neticede o da Barutgiller'in bir üyesi değil midir ?
- Neden sen o kadını havaalanında karşılamaya gidiyorsun ? Sorayım taa en baştan...
- Hayriye'ciğim, kıymetlim.. Bölümdeki en tecrübeli kişi benim de ondan..
- Sizin bölümde çalışan bir sürü bekar var, onlardan biri gitsin ..!
- Yahu, bugüne kadar yazışmaları biz yaptık onunla. Bakıyorum bugün çok bir kıskanç artistsin...
- Diyelim ki kıskancım, üzerine giydiğin bu yeni gömleği nasıl açıklayacaksın ?
- Eh be kadın, sen de illa öküzün altında buzağı arayacaksın...
Sonuçta; Hayri Bey tarafından havaalanına gidilmiş ve misafir itinayla karşılanmıştır. Hatta; rezervasyon yaptırdıkları otele kadar ve hatta; misafirperver bir milletin erkek ferdi olarak akşam yemeğine bile eşlik edilmiştir. Devrisi gün akşamına Hayri Bey eve geldiğinde ve dün akşam yaşananlar tane tane anlatıldığında ( hoş anlatılmasa bile Hayriye Hanım tarafından cımbızla tüm detaylar zaten bir şekilde alınacaktır ) aynı milletin kadın ferdi olarak Barutgiller'in patlamaya hazır barut fıçısı halinde anlatılanlar dinlenmiştir. Son nokta konulduktan sonra;
- Hayri Bey, Hayri Bey... Sen evde yok iken feysbuukuna daldım haberin ola.. ( Hah işte, suçüstü yaptım yine atıyor kaşı bir sağa bir sola.. )
- Eee, anlat bakalım Hayriye Hanım, hayrola ? ( Hay aksi, nereden verdimse şu kadına şifresini.. Başlayacam şimdi feysbuukuna, hötçeten gideceğim oku buukuna ..! )
- Asıl sen anlat bir zahmet.. Nedir bu Macar kadın ile 40 yıllık muhabbet ?
- İlahi Hayriye Hanım, ne 40 yıllık muhabbeti canım ? Daha geçen hafta tanıştık, bizim millete çok benziyor belki ondan biraz çabuk alıştık..
- Belli belli, alışmakla kalmamışsınız, birbirinizin kapısını 138 kez mesajla çalmışsınız. Hem nedir oralara konan otel fotoğrafları ?
- Haaa, pek beğenmiş ve dün gece ayağının tozuyla birkaç poz çekmişti. Ben bile görmedim henüz muhterem..
- Görme zaten o görgüsüzü..! Yahu, insan oteldeki odasına ait yatağın, banyonun fotoğraflarını çeker mi ?
- Yatakta veya banyo küvetinde sanki kendisi var. Hatta; elinde de hamamın tası. Tövbe tövbe, attırma Hayri'nin kafatasını, hem sen nasıl bulacaksın ben gibi kocanın hasını...
Barutgiller'in Hayri'si fena içerlemişti. Sabahleyin işe giderken dolabı açtığında ucuzluk reyonunda pek beğenerek aldığı ve henüz hiç giymediği ayakkabıları görünce hınzırca bir fikir geliverdi aklına. Usulca daldı Barutgiller'in Hayriye'sinin yataktaki başucuna, bir de not iliştirdi ayakkabılarıyla birlikte. Ayakkabıları yatağın altına ama uyandığında onun görebileceği gibi bıraktı :
"Sen benim gibi kocanın pabuçlarını aramayasın diye..."
Aradan birkaç gün geçmişti. Barutgiller'in muhabbeti yine ve çoğu zaman olduğu gibi ateş ve barut durumundan bal ve kaymak durumuna gelmişti.
- Balım Hayriyeee..! Yeni pabuçlarımı bulamıyorum, yine bir yerlere kaldırmışsın ancak bilemedim güzelim, acaba nereyeee... ( Yürü Hayri yürüüü, güzel pabucunu sürüüü.. )
- Tatlım, sen bana içinde bir not ile geçenlerde yatağımın başucuna bırakmışsın ya..
- Haydaaaa..! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Sürekli arkamı toplar durursun, ben de ayakkabı dolabına bakmıştım.. Şimdi bakarım bir tanem..
Islık çala çala yatak odasına ilerledi Hayri Bey. Hiç giymediği ve bu akşam kadın misafire verilecek şirket yemeğinde giymeyi düşündüğü gıcır gıcır ayakkabılarını birkaç gün önce barut kızgınlığı ile bıraktığı Hayriye Hanım'ın başucuna eğildi.. Aynı yerde sadece bir kağıt parçası gördü ve üzerine yazılmış notu okudu :
"Yepisyenisi pabuçların atıldı dama ..! Kazara farkedip; "Yastığım niye burada değil" diye haybeye sorma... Salondaki kanepenin üzerinde hepsini göreceksin.. Yastık, battaniye ve birkaç gece giyeceğin çizgili pijama..."
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
İLK BATILILAŞMA KAHRAMANIMIZ: II. MAHMUT
Batının bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonrası insanlığa modern dünyayı sunmasıyla tüm doğu ve özelde bizde her şey gerisin geri tersine dönmüştü.
Ergenekon'dan çıktığımız günden beri yönümüzü güneşin battığı yere dönmüş; hedefimiz hep batı olmuştu. Selçuklularla Anadolu'ya yerleşmiş Osmanlılarla balkanlar adeta bir Anadolu olmuştu. Şimdilerde zevk-i sefa boyutunda anlatılan en güçlü zamanımız Sultan Süleyman'la tüm Avrupa'yı dize getirmiştik. En cesur, en güçlü, en zeki, en kahraman şövalyeler bile meydanlarda Türk askerine dayanamıyordu. İstihbarat ağımızla Avrupa ülkelerine müdahil olmaya başlamıştık. Hatta tüm Avrupa ülkelerini bir hedefte birleştiren Hıristiyanlığa bile müdahale ettik. Sultan Süleyman'ın dehşetli günlerinde Protestanlığın kurucusu Luther'e cesaret verdik.
Avrupa dahil artık dünya avucumuzdayken Batıda gelişen çok önemli çalışmaları gözümüzden kaçırdık. Sanki biz hayal dünyası, üstünlük kompleksiyle uzun bir süre uyudukta uyandığımızda tüm gerçekler tersine değişmişti. Dün savaş meydanlarında çil yavrusu gibi dağılan Batı bugün bizi dağıtıp perişan ediyordu. Köroğlu'nun deyişiyle 'tüfek icat olmuş mertlik bozulmuştu'. Artık bilimsel çalışmalar ve teknik gelişmeler gerçekliği söz konusuydu. Bu gelişmelerin sonunda ise yeni bir hayat yeni bir dünya algısı ve yeni bir kültür ortaya çıkmıştı. Bu yeni yaşam tarzı ve kültür o kadar etkiliydi ki yüzlerce yıldır cazibesini hep artırarak dünyayı sarsıyor.
Evet bu yeni yaşam karşısında Osmanlı ne yapacağını bilmez bir halde bocalayıp kalmıştı. Çok uzun bir zaman sonra savaş yenilgilerinden dolayı askeri alanda batı tekniğini almak zorunda kaldılar. Batıyı yakalama yolunda ilk yenileşme hareketleri askeri alanda olmuştu.
III. selimle birlikte Osmanlı devlet yönetimi öncelikle askeri alanda olmakla birlikte genelde tüm devlet yönetim kademelerinde 'nizam-ı cedit' adıyla yenileşme faaliyetine girdi. Çok doğru olarak planlanıp uygulanmaya konulan bu yenileşme faaliyetleri maalesef sonuçsuz kalacaktı. Kabakçı Mustafa isyanı sonrası hem III. Selim tahtan indirilecek hem de onun yenileşme projesi rafa kaldırılacaktı.
Alemdar Mustafa paşanın müdahalesiyle sultan olan II. Mahmut, III. Selim'in yenileşme projesini devam ettirecekti. III. Selim'in hayatına mal olan yenileşme hareketi II. Mahmut'u da çok zorlamıştı. II. Mahmut tahtta kalırken yenileşme hareketinin en büyük destekçisi sadrazam Alemdar Mustafa paşanın kellesi gitmişti. Bir padişah bir sadrazam ve birkaç önemli devlet adamı yiyen yenileşme hareketi, II. Mahmut'un kurnaz siyasetiyle 'vakay-i hayriye' adıyla anılacak yeniçeriliğin ortadan kaldırılması sonrası yeniden tatbik edilmeye geçmişti.
II. Mahmut, III. Selim'den bir adım daha ileri giderek yenileşmenin ilerisinde bugünkü anlamda görsellikte tam bir Batılılaşma hareketi başlatmıştı. O gün için Atatürk'ün şapka uygulamasından çok daha zor olan Hıristiyan Avrupalılar gibi tüm devlet memurlarına fes, pantolon ve ceket giyme zorunluluğu getirmişti. Aynı zamanda dini kaynaklı bırakılan sakal kesme(kısaltma) zorunluluğunu dayatmıştı. İlk önce çağdaş Batılı görüntüsüne kendi girmişti. Onun görsellikte bu Batılılaşma yenilikleri adını 'gavura' çıkaracaktı. O zamanki halkın nazarında II. Mahmut 'gavur' gibi giyinip kuşanan görüntüde 'gavur' padişahtı.
Elbette ki II. Mahmut'un bunları başarması kolay olmamıştı. Yeniçeriliğin kaldırılması bir çok isyanları beraberinde getirmiş, yüzlerce insanın hayatına mal olmuş ve devleti yüzlerce liralık zarara uğratmıştı.
Bir anlamda hıristiyanlık kaynaklı sarayın yenileşme hareketine halkın gösterdiği tepkiler sonrası adeta gözden düşen saray boşluğunu uyanık yerel yöneticiler doldurmaya çalışmışlar buda onları yerelde oldukça güçlendirmişti. Sırp ve Yunan isyanları, bunlar karşısında saray ordusunun yeterli başarı gösterememesi, 'ayan' adı verilen bu yerel güçleri iyice kuvvetlendirmişti. II. Mahmut tahta çıktığında en büyük sorun devletin merkezi gücüne kaybetmek üzere olmasıydı. Bunun için Alemdar Mustafa paşa ayanları merkeze çağırarak bugünkü anlamda bir zirve yaptı. Bunun sonucunda padişahın yetkilerini sınırlayan ve yerel güçleri tanıyan 'sened-i ittifak' adlı belge imzalandı.
Osmanlı devlet yönetimi elbet kendi paşasını kendinden güçlü kılmayacaktı. II. Mahmut uyguladığı siyasetle zaman içinde ayanların gücünü kırdı. Merkezi idareyi yeniden sağladı. Anacak onu Mısır'daki Avrupa'dan destek alan Kavalalı Mehmet Ali Paşa zorluyordu. Eğitim görmemiş bir Osmanlı paşası gün gelmiş devletine kafa tutmuştu. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın Konya'ya kadar gelen güçleri hengamesinde II. Mahmut yakalandığı hastalık nedeniyle vefat edecekti.
Amcası III. Selim'in başlattığı yenileşme hareketlerini Abdulhamit tarzı uyguladığı siyasetle Batılılışma anlamında devam ettirmişti. Devleti çok uğraştıran bir devlet kurumu yıllar sonrası güç bela ortadan kaldırılacaktı. Bu yenileşmenin en büyük adımıydı. Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla Batı eğitim sistemli yeni bir ordu kurulacaktı. Cumhuriyet dönemi eğitim yeniliklerine benzer ilköğretim eğitim sistemi yenilenecekti. II. Mahmut, bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Bu devletin ilköğretimi batı eğitim sistemine girdirme müdahalesiydi. Rüştiyeler (orta okul) ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Batı eğitim sisteminde ilk askeri tıb okulu Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane kurulacaktı.
Yukarda belirtildiği üzere II. Mahmut, batılılaşma adına devlet memurlarının kavuk, sarık, şalvar ve çarık giymelerini yasakladı. Avrupalı hükümdarlar gibi kendide setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi. Osmanlı devlet dairelerinde ilk defa batılılarda olduğu gibi resmini devlet kurumlarına astırdı. Avrupalılar gibi ilk nüfus sayımını yaptırdı. Avrupa'ya uyum sağlama anlamında ilk defa Avrupa'nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler kurdurdu ve ilk resmi gazetenin çıkmasını sağladı. Osmanlı divan teşkilatını kaldırarak Avrupa hükümet düzenini getirdi. Böylece devlet teşkilatını da Batılılaştırmaya çalışmıştı. Bakanlıklar kurdu. Sadrazamlık makamına "Başvekalet", Sadrazama "Başvekil" denilmesini sağladı. Sistemi olduğu gibi isimleri de batılılaştırmak böylece batıya uyum sağlamak istedi. Darü'ş Şuray-ı Bab-ı Ali, Başvekalet, Maliye, Dahiliye, Hariciye, Evkaf nezaretleri gibi teşekküller hep onun emriyle kuruldu.
Posta teşkilatının kurulması ve Karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi. Avrupalı tüccarlarla rekabet edebilmeleri için Türk tüccarlara gümrük kolaylıkları getirildi. Ülke içinde ve dışında yapılacak seyahatler için, bazı esaslar kabul edildi. Buna göre ülke içinde seyahat yapacak yurttaşlar 'mürur teskeresi' (geçiş belgesi) taşıyacaklar, ülke dışına çıkacak yurttaşlar da Hariciye Nezaretinden (Dış İşleri Bakanlığı) pasaport alacaklardı.
Bir devlet kurumu yeniçeri ocağının kaldırılması çok uzun zaman almışken batılılaşma anlamında bahsedilen tüm bu yeniliklerin yapılması elbette bir inkılaptı.
II. Mahmut Avrupalılık anlamında modernlik dışı kalan Osmanlı devletini aldığı cesur ve radikal kararlarla Batılılaştırmaya, Avrupa'ya uyum sağlatmaya çalışmıştı. Osmanlının başka bir alternatifi de yoktu. Avrupa'yı yakalayacaksak onlar yolunda gitmeliydik.
Ancak bu Avrupalılaşma, batıyı yakalayıp ileri seviyeye gelme hedefinde Osmanlı devlet yöneticileri bilgin ve aydınları arasında net bir yol ve yöntem kararlaştırılamamıştı.
Bir anlamda bu sebepten II. Mahmut'un Batılılaşma tarzı bu yenileşme faaliyetleri de tam olarak devam ettirilmedi.
Sonuçta Osmanlı devlet yönetiminin bir damarı batılılaşma anlamında güçlü ve radikal kararlarla cumhuriyet yönetimini kurdu.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ANLATMAM
Önce sana özgürlüğü
Anlatmam lâzım çocuğum
Gökteki bulutu
Havadaki kuşu
Düşün çocuğum
Önce sana emeği
Anlatmam lâzım çocuğum
Fabrikadaki bir dişliği
Yerdeki karıncayı
Düşün çocuğum
Önce sana sevdayı
Anlatmam lâzım çocuğum
Karanfil kokusunu
Yıldızların gülüşünü
Düşün çocuğum
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Muhteşem fikirlerinizi kullanarak para kazanmanın ve kazanılmış parayı yönetmenin, teorik yöntemlerini öğrenmek için http://www.parakazanmayollari.com Editör diyor ki: "Günümüzün TL milyonerleri paralarını piyangodan kazanmadılar, hepsinin de uyguladığı birkaç basit kural var sadece. Para elde edilebilecek bir yol seçmek, servet sahibi olmanın yüzyıllardır kanıtlanmış bir yolunu uygulamak ve kararlı/tutarlı olmak. Belki de aklınıza yatacak uygun bir metot vardır."
Bana deli diyorlar ama ben bilinçli bir motor tutkunuyum diyenlerin ortak buluşma noktası http://www.motordelisi.com/ Sayfada gezinirken en çok dikkatimi çeken ve gönülden desteklediğim çalışma "Sinan Sofuoğlu Hatıra Ormanı" projesi oldu. Ben bir motor tutkunu değilim ama bu arkadaşların duyarlı tavırları karşısında saygılarımı sunuyorum.
http://sokakorkestrasi.com/ "Sokak Sanatçıları, sanatçılar arasında dayanışmayı esas alan bir üretimi hedeflemektedir. Bu bağlamda sanatçılar arasında olduğu kadar sanat dalları arasında da kolektif bir tarzı egemen kılmaya çalışan Sokak Sanatçıları 'sanatın' her türünde disiplinler arası üretimlere öncelik verir. Sokak Sanatçıları 'sanatı' mümkün olduğu kadar aracı kurumlardan bağımsızlaştırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını araştırır. Bu açıdan sokağın özgürleştirici, paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimlerini öncelikle sokakta sergiler…" Diyerek tanıtıyorlar kendilerini…
http://www.canliheykel.com 2008 yılında İzmir'de kurulan Sokak Sanatları Atölyesinin, resmi internet sitesidir. İncelemenizi özellikle tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.4 / 18 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|