|
|
|
Editör'den : Aile imamları yolda!.. |
Merhabalar,
Günümün yarısı ortada dönen dolapları anlamaya, fikir beyan edenin aslında ne demek istediğini bulmaya çalışmakla geçiyor. Diğer yarısı da heba olup gidiyor haliylen. Yatağa yatınca da başlıyorum kendimi sorgulamaya; "Ben mi fazla büyütüyorum?" "Aslında yanlış olan ben miyim?" diye abuk subuk cevapsız sorular sormaya. Muhabirin "28 Şubat hangi tarihte olmuştur?" sorusuna "Yaz aylarıydı sanırım, Mayıs Haziran olabilir." diye cevap veren biçareleri bir kenara bırakıyor, okumuş yazmış olduğunu tahmin ettiğim internet yorumcularıyla kendimi karşılaştırıyorum. Aynı memlekette yaşamıyoruz diye düşünüyorum. Ve işin tuhafı bu sorunun altından nasıl kalkabileceğimiz konusunda da bir fikir üretemiyorum.
Hukuk, guguk, gak guk diyerek işlenen cinayetleri(!?) şimdilik unutup, gelin sosyal yaşantımıza yapılan tecavüzlere yeni eklenen halkaları bir hatırlayalım beraberce.
İnternetten içki satışı yasaklanmış. Pek güzel. Çocuklarımızı içkiden uzak tutmanın bir yolu daha bulunmuş, helal olsun. Düşünce şu, hukuki gerekçelerle izah edilebilen her türlü yasağı bu millet haketmiştir, öyleyse kafasına kafasına vurularak uygulanmalıdır. Müslüman Türkiye'nin müslüman halkına içkiyi unutturup yerine iyi ahlak şerbeti içirilmelidir. Yetmez. Diyanet eliyle halkı imana davet etmenin yolları aranıp bulunmalıdır. İlk adım atılmıştır. Diyanetçe "Aile İrşat ve Rehberlik Büroları" kurulmuş ve bilfiil çalışmaya başlamıştır. Verilen bilgiye göre, görevlendirilen imamlar ev ev dolaşıp halkın sorunlarıyla(!?) ilgilenecek ve onlara telkinde bulunacaklarmış. Kuran okuyacak ve bireyleri camiye gitmeye teşvik edeceklermiş.
Herşey planlı, herşey programlı. Hiçbirşey öylesine değil. Sıkıyorsa kapınızı çalan bir imamı evinize buyur etmeyin. Kafir diye damgalanıp kara listeye alınmayacağınızı rahatça söyleyebilir misiniz? Aile hekimliğinden feyz alan aklıevvellerin iğne yapıp ev soyduklarını biliyoruz. Ya aile imamımız evde göbeğe muska yazmaya kalkarsa, rahatça "Nayır, n'olamaz" diyebilecek miyiz? Şaka bir yana, eğer ki günün birinde bir imam kapımı çalar da bana din dersi vermeye kalkarsa başına geleceklerden sorumlu olmam söyleyeyim. Gider derdini Diyanet İşlerinden sorumlu bakana anlatır, benden uyarması.
İşin bir başka boyutu da, devlet kadrolarına alınacak imam ordusu. Boş vakitlerinde ahlak polisliğine soyunmayacaklarını kim garanti edebilir? Ey tepedeki sinirli padişah, ajandanda din eksenli hafif metro İslam devleti hayalin yoksa, tüm bu soytarılığa ne gerek var azizim? Kalın sağlıcakla, sen de kal Kasımpaşalı.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu KARYA'NIN KADINLARI |
|
Pazartesi günü, Dünya Kadınlar günü çerçevesinde Bodrum Belediyesi, Herodot 3. Yaş Akademisi Derneği ortaklaşa bir etkinlik hazırladı. Muğla Üniversitesi bir klâsik müzik dinletisi, BODFAD da fotoğraf gösterisiyle programa destek verdi.
Muğla Üniversitesi Müzik Öğretmenliği bölümü öğrencileri, hocaları Prof. Memduh Özdemir yönetiminde Bach'tan Motzart'a katılımcılara kısa; ama oldukça güzel bir dinleti sundular.
Etkinliğin ikinci bölümünde "Karya'lı Kadınlar" konulu bir panel vardı. Ludmilla Denisenko'nun yönettiği panelde Canan Küçükeren, Güler Bener ve Demet Köklükaya konuşmacı olarak yer aldılar. Antik Karya'nın güçlü kadınları ArtemisiaI, Artemisia2 ve Kraliçe Ada, Stratonikeia, Tanrıça Hekate ve Hemithia'yı bir de onların bakış açısıyla değerlendirdik. Onların zeki, kültürlü, ileri görüşlü, savaşçı ve özgürlük direnişçisi özellikleri kadar, acılarını ve açmazlarını da günümüzün kadın sorunsalı açısından kavramaya çalıştık.
ArtemisiaI, dünyanın ilk kadın amiralidir. Perslerle Helenler arasında yapılan Salamis'in savaşında saflarında savaştığı Pers hükümdarı Serhas'a (Xerxes) bu savaşı açık denizde yaparsa kazanabileceğini söylemiş; ama sözünü dinletememiştir. Serhas, tüm donanmasını Ege'nin sularında bırakırken o kendi gemilerini, hiç kayıp vermeden o felaketten kurtarabilmiştir. Serhas, ünlü "Bugün erkekler kadın, kadınlar erkek gibi savaştı." sözünü işte orada Kraliçe Artemisia için söylemiştir.
Bu toprakların bir diğer kahraman kadını da ArtemisiaII'dir. Kralı Mausolos ölünce Karya Kraliçesi olarak yönetimi devralır. Rodoslular bir kadının yönetimine girmek istemezler ve Halikarnas'a saldırırlar. Rodos donanmasının iç limana dek girmesine izin verir ve arkadan dolanarak Rodosluları kılıçtan geçirir. Daha sonra Rodosluların gemilerini de alarak Rodos'a gider. Kendi gemilerinin zaferle döndüğünü sanan Rodosluları gafil avlar ve Rodosluların silahlarından bir utanç anıtı yaptırır.
Kraliçe Ada, Karya tahtına iki kere geçmiş bir Kraliçedir. Sürgün edildiği Alinda'yı muhteşem bir şehre dönüştürmüştür. Bugün Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde etlendirilmiş heykeliyle ziyaretçilerini bekleyen Ada'nın çok iyi bir at binicisi olduğu uzmanlar tarafından dile getirilmektedir
Karia'nın bir başka kraliçesi ise Stratonike'dir. Adına Stratonikeia gibi beyaz mermerlerden bir şehir kurulsa da onun yaşadıklarını psiko- sosyal açıdan irdeleyip günümüze dair dersler çıkarmak gereklidir. Stratonike, bir prenses olmasına karşın 15 yaşındayken babası tarafından yaşlı Kral Seleukos'a verilmiştir. Ondan bir kız çocuğu olan Stratonike ,bu kez de yaşlı kralın birinci eşi Apama'dan olan oğlu I. Antiokhos'la evlenmiştir. Rivayete göre Antiokhos üvey annesi için kara sevdaya tutulmuştur. Stratonike bu aşka karşılık vermiş midir bilinmez. Ancak bu eşinden de 3 çocuğu olmuş, Antiokhos da eski adı İdrias olan şehri yeniden kurmuş ve ona eşinin adını vermiştir.
Karia'da Mısırlılardan geçtiği ileri sürülen geleneklerden biri kuşkusuz kardeşler arası evliliktir. ArtemisiaII ağabeyi Mausalos'la, Ada da İdriseus'la evlenmiştir. Bu evliliklerde kadının rızası var mıdır bilinmez. Ancak erkeklerin gerçek anlamda kral olabilmesi için kız kardeşlerinde var olduğuna inanılan kutsal güce sahip olması gerekliliğinden söz edilir. Anadolu'da Kibele'den, Artemis'e Hekate'ye… kadına atfedilen bu güç ne yazık ki tek tanrılı dinlerle birlikte erkeklere geçmiş, kadın zamanla kargışlanmıştır.
Lagina'da tapınak kalıntılarını gördüğümüz Hekate, Karya'ya ait bir tanrıçadır. İlk dönemlerde yaşam veren, yaşam kavşaklarında insanların doğru karar vermelerine yardımcı olan, ışık saçan niteliği toplumdaki düşünce ve inanç sistemlerinin değişimiyle farklılaşır. Batılılar ona karanlıkların, sihir ve cinlerin, yer altı dünyasının yaşlı büyücüsü ve şeytanla işbirliği yapan cadıların tanrıçası kimliği yükler. Oysa o, yerin, yeraltının ve göklerin; doğumun yaşamın ve ölümün hakimidir. Beşparmak Dağları'nda, Kapıkırı'nda Selene'dir. Dolunaylı gecelerde Endmiyon'un sevgilisi ay ışığıdır. Onunla ilgili birçok geleneğin günümüz Karya'sında da geçerli olduğunu anlamak için araştırmacı olmaya gerek yoktur.
Tarihin babası Bodrumlu Herodot, Karyalı kadınlar için "onlar kocalarının adını anmaz, kocalarıyla birlikte aynı sofraya oturmazlar."der. Bu, bazılarının sandığı gibi Karya'da kadınların itilmişliğinin değil, başkaldırılarının ifadesidir.
Helenler, Karya'ya saldırırlar. Erkekleri kılıçtan geçirip kadınlarını kendilerine zorla eş olarak alırlar. Bunu hazmedemeyen Kar kadınları, onlara ceza vermek için böyle davranırlar. Anneden kıza geçen bu gelenek yüz yıllarca sürüp gelir.
Herkes kendi coğrafyasının ve zamanının ürünüdür. Bu coğrafya ve zaman asla geçmişten bağımsız değildir. Bizi biz yapan, işte bu geçmişin acı ve sevinçleriyle değişe değişe gelen, coğrafyanın ve zamanın bize sunduğu değerler toplamıdır. Kültür dediğimiz şey de bu değerler toplamıdır. Kendi kültürel değerlerini bilmeyen toplumlar, zamanla yozlaşır ve başka kültürler içinde yok olup giderler. Bireysel kimliklerimiz, ancak kendi coğrafyamızın bin yıllar içindeki macerasını özümsersek oluşur. Kendi toplumunun değerlerini özümseyemeyenlerin insanlık için değerler üretebilmesi de olanaksızdır.
Geçmiş böylesine önemliyken, gerek bilgisizliklerimiz, gerekse yönetenlerin siyasal tercihleriyle kendimize ya yapay kökler aramış ya da kendimizi köksüzlüğe mahkûm etmişiz. Bazen tarihimizi Caber Kalesi'nin fethiyle başlatmış, bazen de tarih boyunca Anadolu'da yaşayan milyonlarca insanı yok sayıp hepimizin Orta Asya'dan gelen göçerler olduğunu savunmuşuz.
Anadolu, tarih boyunca göç alıp göç vermiş bir coğrafya. Karya da öyle. Bu yüzden bu toprakların tekkültürlü olduğunu kimse iddia edemez. Ancak yerleşik kültürün daima yeni gelenleri kendine benzettiği de açıktır. Biz, bu coğrafyanın tarihini deştikçe ne kadar da buraya ait olduğumuzu anlıyoruz. Köklerimiz uzaklarda değil, burada. Bu topraklarda her ne yaratılmışsa bizim geleceği biçimlendirmemize ışık tututyor. Ben Çomakdağ kadınlarının çiçek sokulu başlıklarıyla Kraliçe Ada'nın başlığı arasında hiçbir fark göremiyorum. Milas'ta Baltalı Kapı'da gördüğüm labris (çift ağızlı balta) Karacahisarlı kızların dokuduğu halılarda da var. Bizim kadınlarımız hâlâ tarlada, pazarda, sanat ve bilim dünyasında erkeğiyle omuz omuza. Stratonikeia'da kızlar kadınlar da gymasyumda erkeklerle birlikte spor yaparmış. Biz de kaçgöç bilmeden büyüdük. Kız arkadaşlarımızın neresi açık diye bakmadık, onlarla tokalaşmayı günah saymadık ve kadınlarımız peçe arkasına saklanıp evde yalnızca hamur yoğurup çocuk doğursun demedik.
Tevfik Fikret, "Kızlarını okutmayan bir millet oğullarını manevi öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir, hüsranına ağlasın." der. Onun,
" … Evet, anaların göğsü
Uygarlığın en kutsal cennetidir; en geri,
En güçsüz, en bahtsız ulus kadınlığı
Bilgisizliğin kardeşi yapandır."
dizeleri de, Atatürk'ün "kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır." demesi de bizim, Artemisialardan, Adalardan, Hekatelerden aldığımız ışığın başka başka ifadeleridir.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra'nın Akşam Gazetesi'nde yayımlanan araştırmasına göre tutuculuğa bağlı olarak Türkiye'de kadın istihdamında düşüş söz konusuymuş. 'Çocuğa kadın bakar' ve 'kadın işe girerse taciz edilir' varsayımları bu zihniyetin göstergesiymiş. 1970'te İspanya, İtalya, Portekiz, Türkiye ve Yunanistan arasında çalışan kadın sayısı en fazla Türkiye'de iken, 2008'de kadının işgücüne katılım oranı en düşük ülke Türkiye olmuş.
Dünya Kadınlar Gününde yapılan konuşmaları dinlerken Karyalı kadınların, sahip oldukları tarihsel miras bakımından çok şanslı; ama eleceğe daha güçlü örnekler sunmakla yükümlü olduklarını düşündüm. Onlar, kendilerini bir bulut gibi ülkeyi saran kara örtüden korumaktan öte, Anadolu'da evlere kapatılan, ezilen, berdel olan, töre cinayetlerine kurban edilen kadınlara örnek olmak zorundadırlar.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan ÇALINAN ZENGİNLİKLERİMİZ |
|
Dünyanın yedi harikası vardı bir zamanlar. Belkıs Asma Bahçeleri, Piramitler, İskenderiye Kütüphanesi ve diğerleri. Aradan geçen binlerce yıla rağmen hâlâ dünyanın en değerli varlıkları olarak bilinirler.
Günümüz yeni bir yüzyıla alışma gayretiyle geçiyor. Her geçen gün yarına dair ne haber okuyacağımız meçhul.
Teknolojiyle birlikte gelişen gıda endüstrisi geleceğimizi derinden etkiliyor. Genetik alanında ise kopyalanan koyunlar, tohum genleriyle oynamalar her geçen gün şaşırtıcı biçimde sürüyor.
Bilgi, kartopu örneği korkunç bir hızla büyürken biz ne yapıyoruz? Birey olarak elimiz kolumuz bağlı oturacak mıyız? Yapılacak çok şey olduğunu düşünüyorum. Dünyada bu konuda bireysel tepki koyarak topluma örnek olmuş nice insan var.
Çağın temel sorunu Vandana Shiva'nın şu sözlerinde saklı: "Çalınan zenginliği geri almanın ve sağlıklı besinler yetiştirmenin, bağışta bulunmanın en yüksek biçimi ve olabilecek en devrimci eylem olduğunu ilan etmenin vakti geldi."
Yıllar önce ozon tabakasının delindiği, kara deliğin her yıl giderek büyüdüğü haberlerini hemen herkes dudak bükerek izlerdi. Ozon tabakasının en önemli zenginliğimiz olduğunu söyleyen coğrafyacılara birçoğu gülüp geçti. Şimdi en anlamaza ozon deliğini sorsak, bir dizi laf eder. Müthiş yaz kuraklıklarını en iyi anlatanınsa ozon olduğu herkesçe malum. Bunları öğrenmek için neden pahalı bedeller ödüyoruz?
Eğitimsizlik almış başını gidiyor. Hemen herkes eğitim diyor da, o eğitimci unvanını alanları kim eğitecek?
"İnsan denge isteyen varlıktır: Sırtında giderek çoğalan kötülüğün ağırlığını nefretinin ağırlığıyla dengeler" diyor Milan Kundera, Şaka adlı eserinde. Doğal denge unsuru ormanlar birer birer elden çıkarılıyor; buna karşılık Orman Bakanlığı Bekir Coşkun'un dediği gibi, "Senede on milyon verenlere, salı günleri de doğaya çıkıp kuşları vurma izni verdi."
Tarım ve hayvancılık can çekişiyor. ABD ve AB kıskacındaki ülkemizin her geçen gün dışa bağımlılığı artırılarak; mercimek, mısır, pirinç, fasulye, barbunya, bakla, ayçiçeği, otuz çeşit meyve, buğday, pamuk yurt dışından satın alır hale getirildi. Yakında patates alırsak hiç şaşmam!
Zenginliklerimiz elimizden birer birer çalınıyor.
Bir zamanlar Birgi Ulucami'nin ünlü ahşap harikası minber kapısı çalındığında gösterdiğimiz duyarlığımız nerede kaldı?
Şu güzelim topraklarda çiftçinin yüzü hiç gülmeyecek mi? Doğal ürünlerle beslenmek yerine hormonlarla abartılı ürün almak zorunda bırakılan tüketicimiz mi her şeyin suçlusu? Onlar mı yapay gübre istediler? Hayvan gübresiyle pekâlâ domates, biber yetişirdi bir zamanlar. Ödemiş'in Katırcı Sokağına hayvan sırtında gelen pespembe yayla domateslerin tadını unutalı ne çok oldu; neden çocuklarımız onlardan tatmasın?
Vahşi kapitalizm lafını önceleri büyük şehirlerde pankartlı yürüyüş yapan gençlere ait sanıyorduk. Şimdi minik sofralarımızda boy gösterir oldu. Ödemiş'te tütün, pamuk üreticisinin hakları için yürüyüş yapan gençlere esnafımız, köylülerimiz 'hadi canım sende' deyip geçti, hatta alay dahi edildi.
Fakirlik salt cebe giren paranın azlığı olsa belki çözümü bulunur; oysa fakirlik, kuzey kutbundan buzulların erimesiyle başladı, köylü Ahmet ağanın ocağına çoktan gelip dayandı. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Peki, onca zenginlikten geriye ne kaldı?
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran MENGÜ ERTEL-URSULA KATİPOĞLU |
|
Yapı-Kredi Bankası Kültür Yayınları, sevgili dostum Mengü Ertel'i anmak üzere bir sergi düzenledi, bir de kitabını bastı.
İkinci kattaki sergileme alanının tümünü ona ayırmışlar; camekanlarda Mengücüğümün çalışırken kullandığı kalemler, boyalar, öbür gereçler; ünlü çok cepli yeleği, bununla ilgili çizimleri sergilenmiş. Bütün duvarlar da yaratılarıyla bezeliydi.
Hey ulu Tanrım! meğer uzunca bir dönem gördüğümüz bütün sıra dışı filmlerin, okuduğumuz kitapların, izlediğimiz oyunların duvar duyurularını, kapaklarını o yapmış. Kimler yok ki arada, Sartre'dan, Aziz Nesin'e, Erol Toy'a herkes var; ayrıca operalar, baleler de elbet.
Zaten ben Edebiyat Fakültesi'nin Fransız Dili ve Yazını Bölümü'nün bitirip 1964'ten sonra öğretmenim-ustam Sabahattin Eyuboğlu'nun Maçka'daki - şimdi yerinde yeller esen -evine gitmeye başladığımda, evden çok bir ekin yuvasını andıran o evde tanıdığım ilk insanlardan biriydi sevgili Mengü; o günlerde Türkiye'de pek yeni olan bir Vespa'sı vardı; çoğu kez sevgili Ülfet'i de arkasına alıp vın diye uçardı.
Uzun boyu, gür sakalı, kocaman sesiyle girdiği her yerde kendini belli ederdi; Sinematek yaşarken, bizim matematikçi Nurettin Ergun'la birlikte, hiçbir filmi, söyleşiyi kaçırmayan ender insanlardan biriydi; film sırasında, karanlıkta, ikimizi de kocaman kahkahalarımızdan tanırlardı.
Gerek Sinematek döneminde, gerek Emek Sineması'ndaki film gösterimlerinde, görüntü kararınca, ses kesilince, herhangi bir terslik olunca da yine biz üçümüz bağırırdık Makinisttttt! Ses, ışık! diye.
Sonra yine Sabahattin Eyuboğlu'undan başlayan başka bir ortak noktamız belirdi: Ruhi Su. Ruhi Bey uzunçalarlarını oluşturmaya başladığında kaç dinletiyi paylaştık, kaç toplantıda buluştuk unuttum; ama en sonuncuyu unutmadım: sevgili Hasan'ın Çatı'sına gitmiştik topluca; İlhan Selçuk, Mengü bir sürü başka dost; yedik içtik, her zamanki gibi, Ruhi Bey'in yönetiminde türküler söyledik.
Canım Mengücüğüm, benim yaşama sanatı adını verdiğim şeyin canlı simgelerinden biriydin; yollarımızın kesişmiş olmasına nasıl sevinmişimdir bilemezsin!
*
Ursula Soltermann Katiqoğlu'nu büyük olasılıkla İnci Bengiserp'in Hobi Galerisi'nde tanımışımdır; en sevdiğim ressamlardan Yusuf Katipoğlu'nun sergilerinden birinde ya da kendi sergisinde.
Asmalımescit'teki Galatea Sanat Galerisi'nde sergiledi son çalışmalarını; gerçi o gün hava karlı tipiliydi, bu yüzden bütün sevenleri gelememiştir belki, ama yapıtlar orada, her an gelip görebilirler.
Ursula, doğal incelik ve güzelliğine sağlam bir kişilik ekleyebilmiş talihli kadınlardandır; yıllardır aynı yalınlık içindedir; kendiliğinden hafif kıvrımlı, artık gümüşe çalmaya başlayan saçlarına gereksiz süsler vermeden yiğitçe dolaşır çevremizde.
Ressamlığının yanında, çok yerinde bir şey daha olmuş yaşamında; sevgili Ali Şahinler, galeriyi de barındıracak yapıyı alıp onarttırdıktan sonra, ikinci kez işi girişirken çok akıllıca davranmış, bir akıl ve enerji birliği yaratmış, Ursula, Gönül Karakan, Christina Schary, Sadık Demiröz katılmışlar imeceye.
Bunun yararını hem galeri görüyor, hem biz izleyiciler; küresel yağmanın sıradan insanlara para bırakmadığı şu zor günlerde, birçok galeri kapanırken, burada Ursula gibi dürüst, içten yorumculara sevdalarını başka duyarlı insanlara gösterebilme olanağı sürüyor hâlâ.
Bu büyü daha uzun süre bozulmaz umarım sevgili Ursula.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 7 |
|
Ofise gitmek için üniversitenin kampüsüne giriyordum. Her sabah yürüdüğüm ağaçlı yolların içinde kendimi çok huzurlu hissediyordum. Mavi gök yüzünün beyaz bulutlarında süzülen kuşların cıvıltıları, ağaç yapraklarını karıştıran rüzgarın burnuma getirdiği çam kokuları, kestirme yol olan patikadan geçerken içime çektiğim toprağın kokusu bana sanki işe değil de köye gittiğimi hissettiriyordu. Burası bambaşka bir dünyaydı, sanki İstanbul'dan çok uzak bir yer. Her mevsimde başka diyar olan yürüdüğüm bu yollar, işime giderken bana pozitif enerji veriyordu. İlk defa mutluydum, içimde çok fazla işin yükünü başarı ile bitirmenin gururu vardı. Ofisteki tüm işleri yapan durumuna gelmiştim. Öyle ki bir gün patronumun bana olan güveni ile verdiği talimatla hiç yapmadığım bir şey yaptım. İlaç satışı için satış mümessili aranıyordu. Gazeteye verdiğimiz ilanla iş görüşmeleri saat verilerek ayarlandı. İş başvurusuna gelen çok farklı yüzler ve karakterler gördüm. Değişik meslekte olup, farklı arayış içinde olanlar, aylarca iş bulamayan vasıfsızlar, geçim derdine düşen ev hanımları, kariyer peşinde olan parfüm banyosu yapmış süslü genç kızlar, çorabı yırtık ve belli ki ilk defa topuklu ayakkabı giymiş zor yürüyen tipler, iş görüşmesine değil de sanki diskoya gider gibi giyinmiş kot pantolonlular, emekli olup evde kadın dırdırından bıkmış çalışmak isteyen dedem yaşındakiler ve tüm bunların içinde gerçekten iş yapabilecek takım giysili bilgili kişiler… Farklı hikayelere şahit olduğum bu iş görüşmelerinin yapıldığı bir günde patronum öğle yemeği için dışarı çıktı. Görüşmelerin saati geldiğinde de ofise geri dönmedi. İnsanlar gelmeye başladıklarında kendisini aradım ve gelemeyeceğini, görüşmelerle benim ilgilenmemi istedi. Muhasebecinin de ofiste olmaması büyük şanssızlıktı. Ben buna itiraz etsem de emir emirdi. Patronumun koltuğuna oturdum ve elime özgeçmişleri alarak sıradaki ismi söyledim. Benden yaşça çok büyük olanlarla patron nidasıyla konuşmak tam bir tiyatroydu. Donuk bakışlarla ciddiyetimi koruyarak gerekli soruları sormam gerekiyordu. İşin garip yanı içimde bir şaklaban şeytan beni güldürmeye çalışıyordu. Ben kim, patron olup iş görüşmelerini yapan kim? Bu şirkette bunu da mı yapacaktım? Gayet başarılı bir şekilde görüşmeleri yaptım, zaten bazıları beklemekten sıkılarak gitmişti. Sadece bir kişinin sorusundan rahatsız oldum. "Görüşmeyi siz mi yapacaksınız?" diye alay geçercesine soran çokbilmiş tavırlarındaki adama: "Patronun koltuğuna istersen sen geç?" diyeceğim geldi. Ya da "Evet benimle görüşeceksiniz, beğenemediniz mi?" desem yeri olurdu ama demedim, böyle bir patavatsızlık haddime düşmezdi. Patronum sonraki günün sabahına geldiğinde ona karşılaştığım zor durumu ve görüşmelerin detaylarını verdim. Bu ufak patronluk tiyatrosu bana iş görüşmelerinin nasıl yapılacağını öğretmiş, insan kaynakları hakkında az çok bilgi vermişti.
Benim bu yeni deneyimim birisinin yine hoşuna gitmedi. O da muhasebecinin tam kendisiydi. Kim bilir yine personele benim hakkımda neler söyleyecekti? Sürekli dalga geçmesi beni bazen rahatsız ediyordu. Herkesin arkasından utanmadan dalga geçerken çabuk kızaran yüzünde pişkin bir gülümseme vardı. İlaç sattığımız medikal firmanın temsilcisi olan çok sevdiğim x.hanımla, ofise geldiği bir gün kadının giydiği çok renkli ceketini göstererek: "Bu akşam sahneye mi çıkacaksın?" diye dalga geçmişti. X.hanım öyle utanmıştı ki, ilaçları hemen alıp benimle bir iki laf etmeden kaçarcasına gitmişti. Ama ilahi adalet onu komik bir şekilde yakaladı. Havanın çok sıcak olduğu bir günde kampüsün içinde olan marketten orta boy bir karpuz aldık. Biraz geçkinceydi, ben iyi ki küçücük bir dilim aldım. Diğerleri bir güzel yediler. Karpuz öyle bir karpuz çıktı ki muhasebeci o gün tuvaletin en büyük ziyaretçisi oldu, çalışma masasını nerdeyse tuvalete taşıyacaktı. Bunu hak ettiğini düşünerek "oh olsun" dedim. O gün, içimdeki kahkahaları neyse ki kimse görmedi.
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Küba hiç değişmiyor! |
|
Küba'ya gidenlerin ortak söylemidir, "Zaman burada sanki durmuş!" derler. Bu cümle genellikle, 1950'lerin Amerikan arabalarını görünce, Malecon'daki koloniyel evlerin önünden yürürken, kalınan evlerin bazılarında Sovyetler Birliği'den kalma nostaljik buzdolaplar kullanıldığında ya da sokaklardaki "Ya Sosyalizm ya da Ölüm", "Venceremos", "Herşey Devrim İçin" sloganlarını gördüklerinde söylenir.
Küba'yı ilk defa görenlerin edindikleri ilk birkaç izlenimden bazıları böyle olsa da, 2003'den bugüne, beş defa Küba'yı ziyaret ettikten sonra bence kesin olan şu ki; Küba'da bazı şeyler sanki hiç değişmiyormuş gibi gözükse de aslında hiç değişmeyenin, adanın sürekli değişim içinde olduğu gerçeği!
50 yıllık ABD ablukası yüzünden işler zaman zaman yavaş da ilerlese, ülke yöneticileri Küba insanına daha iyi ekonomik koşullar sağlamak için çeşitli denemeler de yapsalar, genel gidişin iyiye doğru olduğu apaçık ortada.
Birkaç örnek;
Uluslararası konuşmak zor da olsa adada cep telefonunun çekmediği yer yok. Bu konuda tek pratik sorun, teknik problemler nedeniyle sizi arayanların numarasının görünmemesi. Buna hazırlıklı olmanız gerekiyor.
Başta Havana'da olmak üzere oldukça fazla yeni konut yapılmış ya da yenilenmiş durumda. Havana - Trinidad arasında giderken Venezuella ile ortak yapılmış yepyeni yerleşke projeleri gördüm. Ayrıca Havana National Hotel'in hemen yanındaki toplu konut bloku tamamlanmış, insanlar taşınmış bile. En son 2005'de gittiğim Vinales kasabası hem o tertemiz sadeliğini ve basitliğini koruyor, hem de ana caddesi boyunca yepyeni evler, Küba'nın doğasına, insanına, dokusuna uygun olarak inşa edilmiş veya yenilenmiş.
Adada ki otobüs seferleri arttırılmış. Turistlere yönelik hizmet veren Viasul otobüs şirketinin güzergahları çeşitlenmiş. Havana'da artık "Deve" olarak adlandırılan, TIR'dan dönüştürülmüş otobüsler gitmiş, yerlerini Çin Malı körüklü otobüsler almış. Gökyüzü alabildiğine geniş, geceleri yıldızlar pırıl pırıl çünkü konutlar yapılırken ne görsel kirlilik var ne de aşırı dikine yapılaşma. Işıklı veya ışıksız reklam da olmadığından görsel kirlenme hiç yok.
Pazar yerlerinde ki sebze ve meyve çeşitliliği artmış, domateslerin rengi yeşilden, kırmızıya dönmüş. Papaya, Mango vb tropik meyveler, fasulye, prinç, yeşil biber, patates, kabak, havuç, mısır bol. Vinales'de tarlalarda Türkiye'de olmayan Yuka sebzesi ile tanıştım yeni olarak. Patates gibi yetişen, çok lifli, çok doyurucu, Güney Amerika'ya ve bu enlemde bulunan bütün subtropik ülkelere özel, Dünya'da karbonhidrat zengini üçüncü sebze.
Sanatın bütün dalları Küba'da çok yaygın özellikle resim sanatı. Havana bu konuda en başta gelse de gittiğiniz heryerde Küba'lı sanatçıların galerilerini, sergilerini görmek mümkün. Havana'da ki Devrim Müzesi'nin hemen arkasındaki Ulusal Sanat Müzesi kaçırılmaması gereken bir yer. Devrim öncesi dönemden başlayıp, Batista Dönemi, Devrim Dönemi ve Günümüz sanatçılarına ait resimlere bakarken bu sanatın gelişimini ve Devrim'in sanatçılar üzerindeki etkisini görebiliyorsunuz. Serginin bir bölümü çocuklara ayrılmış; çocukların gözünden Küba!
Ortalama maaşın 20 CUC, yani yaklaşık 16 Euro, olduğu Küba'da, ev kiraları evin durumuna göre yarım veya bir CUC olarak değişiyor. Yani en fazla gelirin 1/20'si kadar. Sağlık ve eğitim ücretsiz, gaz, elektrik, su ve telefon gibi giderler de en fazla bir CUC gibi; temel gidalar devlet tarafından karne sistemi ile karşılanıyor.
50 yaşındaki Devrimin kazanımlarına kapitalist sistem ve gelişmiş olduğu söylenen ülkeler ne kadar sırtını dönse ve görmezden gelse de Birleşmiş Milletlerin Insani Gelişmişlik Raporu'nda Küba hep üst sıralarda, "Yüksek Gelişmişlik Sınıfı"nda yer aldı.
Havana'daki 20. Uluslararası Kitap Fuarı'nı son gününde yakalayabildik. 11 Milyoncuk ülkede, binlerce insanın fuarı ziyaret etmesi, bu gelişmişliğin göstergelerinden biri değil de nedir? Ne yazık ki, Türkiye'den bir yayınevini de gözlerimiz çok aradı ama bulamadı.
Vinales'de ki "Casa de la Abuelo"da, Büyük Anne ve Babaların sosyal klüplerinde, duvarda Fidel'in fotoğrafı ile şu söz var;
- "Yaş sadece yaşla ilgilenenleri ilgilendir, ben sadece yaşamaya bakarım"
Yaşlılarına ve çocuklarına sahip çıkan, onları koruyan kollayan devlet, geçmişine de, geleceğine de sahip çıkar. Küba'nın okullarında, pırıl pırıl giyinmiş, aydınlık yüzlü öğrencilerin neşeli yüzlerinde, doğum kontrol ve gözetim istasyonlarında anne adaylarına sunulan özenli hizmetlerde, büyükanne ve büyükbabaların sabah evlerinden alınıp, akşam da yeniden evlerine bırakıldığı sosyal kulüplerinde hep bu sahiplenilmenin, geleceğe duyulan güvenin izlerini gördüm.
Vinales'de bizi evinde ağırlayan Tütün işçisi Suibo'nun, 75 yaşındaki, yeşil tütün işçisi tulumu giyen çelik gibi babası ile tanıştığımızda, Pinar Del Rio Universitesinde Tıp okuyan oğluyla, Küba ve Dünya üzerine sohbet ettiğimizde hep mutluluğu ve güveni gördük.
Küba'ya her giden kendi Küba'sını keşfeder. İnsanına, sokaklarına, evlerine baktığınızda gördüklerinizi, yaşadığınız kapitalist sistemin kirlenmişliğinden arınmaya çalışarak, Küba'nın kendi şartlarını göz önüne alarak değerlendirmeye çalışın. Havana'da sizden 1 CUC isteyen bir Küba'lıya rastladığınızda, bu durumun neden Vinales'de, Trinidad'da, Baracoa'da gerçekleşmediğini düşünün.
"Basit yaşayacaksın, mesela susayınca su içecek kadar basit.".
Küba'daki yaşamın, Yalçın Ergir'in bu sözlerinde ki gibi basit, sade yaşandığını, bütün insanlığa örnek olacak kadar da yeterli olduğunu ve zenginliğin görmeye çalışın. Çok tüketmek değil, akıllı üretmenin ve tüketmenin, beraberce topyekün kalkınmanın, gelişmenin, ortak kaderi beraber tayin edip paylaşmanın, dayanışmanın, kendi kendine yetme iradesinin bütün izleri orada;
Siz de keşfedin...
Cuba Si!
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder NANİK |
|
Hani, avukatlıkla bağdaşmayan işler vardır, diye bilirdik ya, artık o kural değişti. Günümüzde avukatlık hiç bir iş ve uğraşla bağdaşmıyor.
Örneğin, avukatlar politikayı çok severler; ama insanımız neredeyse topluca borç batağına saplanıp, ülke sathı haciz alanına döndüğünden beri işleri zorlaştı. Nerden mi biliyorum? Yaşadıklarımdan. Bizim ilçenin geçimi tarıma dayalıdır. Eskiden durumlar iyiydi, para boldu. Şimdi, herkes borçlu; en varlıklı görüneninin borcu malını mülkünü katlıyor. Köylere bir sarı taksi girmesin herkes bir yerlere saklanıyor; saklanamayanlar da yöntemine göre davranıyor.
Bir partiden ilçe başkanlığına aday olacağımız tuttu. Kaptık delege listesini o köy senin bu kasaba benim dolaşıyoruz. Sözümona delege avlıyoruz.
…
Küçük bir köyden işe başladık. Bu köyde yalnızca bir delege görünüyor. Beş dakikada konuşur, desteğini ister gideriz, diye düşünüyoruz. Köy meydanına geldik, ortalıkta kimsecikler yok, derken karşıdan biri göründü; "Mustafa Özgür'ü arıyoruz" dedim, daha sözümü bitiremeden "Tanımıyorum" dedi.
Köyün nüfusu yüz civarında ama, adam "Koskoca köy, herkesi nasıl tanıyacağım!" tavırlarında.
Çaresiz, delegemizin evini gösterecek biri çıksın, diye bakınıyoruz. Bu kez karşıdan beygire sap saman sarıp çilbirinden tutmuş, çeke çeke gelen bir amca göründü:
- Amca biz Mustafa Özgür'ü arıyoruz, evi hangisi?
İhtiyar adam oldukça yorulmuş. Durdu, derin bir nefes aldı. Kasketini yelpaze yapıp yüzünü serinletti. Bizleri de tek tek süzdü:
- Evlat, ben de sizin gibi buralan yabancısıyın. İstanbol'dan turist olulak geldim. Heç bilemeycem.
Gezginci amcadan da sorumuza yanıt alamamış olduk.
…
Bu iş böyle olmayacak bari muhtara soralım, dedik, muhtarlık kapalı. Evine gidelim, evini kime soracağız.
Sonunda gruptaki deneyimli politikacı Ali abi sinirlendi. Çaldı en yakındaki kapıyı, başladı bağırmaya: - Politikasının anasını eşşeğe deptircesiniz gari, aşamı gada bi deni deligeylen mi uğreşıp durcaz!
Ali abi anlaşılır bir dille bağırıp çağırınca kapı açıldı, içerden dört beş kişi birden çıktı. Hep birlikte:
- Neye geldiniz siz?
- Partinin kurultayı var, delegelerle konuşmaya geldik.
Bir gülüştüler:
- Baştan söylen hunu, afgat beyi en öne mindirip hacizci gibi köye gelini mi?
Acelemiz var ya, bu kez biz hep bir ağından sorduk:
- Mustafa Özgür'ün evini bilir misiniz?
Daha gülüşlü bir şey söylemişiz gibi, kendi aralarında bir de kahkaha attılar. Ardından "Biliriz biliriz" dediler. İçlerinden biri eliyle evin içini gösterdi:
- İnsan kendi evini düneğini bilmemi galan? Ahacık.
…
Anlayacağınız yurttaşı icracı hacizci korkusu sarmış. Yalnızca, komşuya yolcu getiren taksiden, eskiden adına şarkılar bestelediği postacıdan, telefonun zırlamasından, kapının tıklamasından, kurultay yapan partilerin delege tavlamasından korkmuyor; her şeyden korkuyor.
Birileri bize nanik yapıyor ama!
Mehmet Önder av.mehmetonder@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
HÜSEYİN BEY'İN CEKETİ
Size Hüseyin Bey'in hikâyesini anlatacak değilim. Zira, korkarım "artık sıradan sayılabilecek hikâyelerden birisi bu." dersiniz. Hüseyin Bey'i yazdığım bir hikâyenin içinde figüran yapacak da değilim. Günde iki kere gördüğüm ve birkaç saatimi aynı havayı teneffüs ederek geçirdiğim bu adamın dünyamdaki yerini aktaracağım.
Ona "bey" dışında bir hitap şekli kullanmaya diliniz varmaz.
Tüm okumamışlığına, tüm az bilmişliğine rağmen bir beyefendidir o. Çok konuşmaz ama hep dinler. Dinler ve sonra hoşuna giden şeyleri teyit ettirir.
Oğlu Engin eczacılık fakültesini kazandı diye birkaç sene önce Bitlis'ten çıkıp gelmiş buraya. Bir oğlu daha var Hüseyin Bey'in. O da Engin gibi akıllıymış ama okumayı sevememiş. Lise 1 e kadar zar zor gelmiş, üniversiteyi okumaya niyetli olmadığını söylüyor; yine de söyleme tarzından anlıyorsunuz; olur da okursa çok mutlu olacak Hüseyin Bey. Eşi tiroid hastası, birkaç ay önce ameliyat olmuş, nodülleri aldırmışlar. Kan tahlilleri düzenli aralıklarda yapılıyor. Bir süre daha kontrol altında tutacaklar gibi görünüyor. "Benim arkadaş" diyor eşine. Kim bilir ne kadar zamandır karı-koca olmayı bıraktılar. Yan yana duruşlarından belli arkadaşlıklarının temelinin sağlam olduğu. Yakın arkadaşlıklarda sessizlikler rahatsız etmez ya insanı, öyle bir arkadaşlık işte onların ki.
Hüseyin Bey, bizim servisin şoförlüğünü yapıyor. Ocak ayında tanıştık kendisiyle. Bunca zamandır yüzüne birkaç saniyeden uzun süre bakmışlığımız yoktur. Sokakta görsek tanımasına tanırız ama bakışlarındaki derinliği fark edecek kadar bakamamışızdır yüzüne. Yüzünden daha çok ensesini biliriz biz. Oturduğumuz yerden beyaz saçlarını, gömleğinin yakasını ve üzerinden hiç çıkarmadığı ceketinin örselenmiş bölgelerini biliriz. Kim Banu, kim Özlem, kim Atilla, Maltepe'den kim biniyor, Acıbadem'deki yolculardan Cuma sabahları binmeyen yolcunun adı nedir biliyor mudur, emin değilim. İsyan dolu sesimi tanır, insana çocuğa zarar verene karşı duruşumu iyi bilir de sesini duyduğu kişinin Banu olduğunu bilmez.
Bazı insan vardır; uzun zamandır tanımıyor olsanız da kendinizi bildiğiniz günden beri tanıyor gibi olursunuz. Masumluğunu, temizliğini, beyefendiliğini, işine saygısını, çoğunun modası geçmiş diye nitelendirdiği sadakat duygusunu görürsünüz yıllardır tanımıyor olsanız da. İşini çok iyi yapıp yapmadığı ile ilgili bir şeyden dem vuruyor değilim, daha çok işini iyi yapmak isteğini ve gayretini vurgulamaktır, niyetim. Arabası her daim temizdir. Doğu insanına özgü esmer, tombul ve kıllı parmakları ile tutar direksiyonu. Yolların da yaşamın da acemisidir Hüseyin Bey. Tutuk tutuk çevirir bazen direksiyonu. Acemi gibi kullanır minibüsü. Arada sağdakine soldakine söylenir. Bu "güya" kızgınlıklar esnasında bile eski bir İstanbul adamıdır Hüseyin Bey.
İstanbul trafiğinde kilitlenip kaldığınızda ya uyursunuz ya da servis için sohbetler edersiniz. O sohbetler sırasında "Turboları aç Hüseyin Bey, uça uça gidelim" dediğinizde bütün naifliğiyle "O kanal kaçta çıkıyor, bilmiyorum ben" deyiverir boğuk doğu sesi ve şivesiyle. Sabahları haberleri, akşamları da nece olduğunu bile anlamadığı bir kanalı sırf biz istiyoruz diye açar, dinletir.
Bir garip adamdır Hüseyin Beyimiz. Bir poğaçaya 9 çayla karşılık vermeye niyetlenecek kadar gönlü zengin, gururludur.
Ceketsiz gelmez işe Hüseyin Bey. Eskimiş, bazı yerlerinden iplikler çıkmış da olsa ceketi hep üstündedir. Pantolonu ile takım değildir ama kendince önemsediği ve yakalamayı hedeflediği renk uyumunu görürsünüz.
Olmuş adamın fütursuzluğu yoktur Hüseyin Beyde, tanımadığınız halde var olduğunu hissettiğiniz o koca yüreği ve sıkılgan haliyle ancak sevgi, saygı uyandıracaktır. Demem o ki; yanlış sollasa da, söylediklerinizi bazen yanlış anlasa da "Bey" dışında bir hitap kelimesi yakıştıramayacağınız, "devrin adamı" olmaya asla aday olamayacak, türünün nadir örneklerinden biridir.
Sizi bazen okumuşluğunuzdan utandıracak kadar, adam gibi adamdır Hüseyin Bey.
Banu Aksoylu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Barutgiller Ailesi - 2 |
|
- Allahtan ipin ucuna bağlamış da öyle atmış dama o güzelim pabuçlarımı..!
diyerek söylene söylene çıktı odadan Hayri Bey. Ama kanepenin üzerinde yatmaktan başka çaresi yoktu, en azından bu gece. Şimdi şirket yemeğine yetişmeliydi, hiç olmazsa o güzelim pabuçlarına kavuşmuştu. Antrede onları özenle giydi ve "Hayriye'nin gönlünü alırım nasılsa..!" diye aklından geçirirken;
- Hoşçakal Hayriye Sultanımmm..
şeklinde edalı edalı seslenmeyi de ihmal etmedi.. Ve fakat bu edalı sesleniş ne yazık ki;
- Nasılsa koklarım ben o gömleğini. Macar parfümü kokarsa, Macar salamı gibi doğramaz mıyım ben seni..!"
diye mırıldanan Hayriye Hanım'a hiç mi hiç yetmedi..
- Olmaaaz Baba'cığım, bu saatte hiç olur mu ?
- Ne varmış bu saatte kızım ?
- Biliyorsunuz; Hayri Bey şirket misafirleri için akşam yemeğine gitti. Gece geç vakit gelir. Yarın gündüz gözüyle rahat rahat konuşursunuz. Bana kalırsa size de pek talip çıkmaz ama yine de siz bilirsiniz..
- Neden çıkmayacakmış ki ? Aslan gibiyim.. Ama yine de ne olur ne olmaz stüdyoya siz de yanımda gelirsiniz..
- Belki biliyorsunuz, oraya çıkanların çoğu sanki ağız birliği etmişler; "Maaşınız avuçiçi kadar mı ?", "Size ait bir arabanız var mı ?", "Üzerinize kayıtlı eviniz, geniş mi dar mı ?" gibi sorular soruyorlarmış...
Haydar Bey, hiç cevap vermeden için için öfkelenmişti. Kendine göre; yaş yetmiş ama iş henüz bitmemiş idi. Ama bu Barutgiller'in Hayriye'sini bir türlü ikna edemiyordu. Gerçi; Hayri de ondan iki adım ötesine gidemiyordu. Ne zaman bu konuyu açsa; her ikisi de evin bir köşesine kaçıp, birlikte fiskos edip duruyorlardı. Sonra bir sürü laf kalabalığı ile aklını karıştırmaya başlıyorlardı. Allem edip, kallem edip işi yokuşa sürüyorlar, arada bir de hep bir ağızdan üstelik o ağızları biraz da uzata uzata; "Gördün mü bak, olmaaaz ..!" diyorlardı. Eliyle cebindeki kağıdı yoklayınca, hınzırca bir gülümseme dudaklarına yayılıverdi. Bu gece.. El, ayak çekilince..
Hayriye Hanım, televizyon seyretmeyi bitirince kalkıp etrafı bir kolaçan etmek istedi. Saat epey ilerlemişti. Kısmet bu ya; Hayri Bey'in kapıdan girdiği zamana denk gelip parfüm kokusunu bizzat burnuyla yakalama şansı olabilirdi. Henüz gelen giden yoktu, salona geçti, açık duran televizyonu kapatırken seslendi :
- Yeriniz hazır Baba'cığım, ben de yatıyorum. Malum, yine sabah erkenden düşeceğim ekmek parası uğruna yollara.. Babaaa..? Hay aksi, her gece aynı muhabbet.. Bir de bizler; "Olmaaaz !" deyince kızıyor. Bak, daha ilacını bile içemeden koltukta sızıyor... Telefonu da unutmuş kulağında, kimbilir bize yine kaç para yazıyor..
Birkaç gün sonra bir karış suratla döndü eve Hayri Bey. Kapı eşiğinde onu karşılayan eşi;
- Bu suratının rengi ne, hayrola ? Aman, geç otur çabuk şuraya..
demeye kalmadan, hatta o güzelim pabuçlarını bile çıkaramadan bayılıverdi Barutgiller'in aile babası. Elinde de sıkı sıkı tuttuğu bir telefon faturası. 900'lü numaralarla kabarmış listeye gözlerine inanamayarak baktı Hayriye.. Tuttuğu gibi Hayri Bey'i, atlayıverdi bir taksiye...
Doktor iyice bir muayene ettikten sonra;
"Tansiyonunuz yükselmiş, size tansiyon hapı yazıyorum Hayri Bey.. Günde 1 tane içeceksiniz, 2 ay sonra da kontrola geleceksiniz..."
dedi. Dedi demesine de; Hayriye Hanım başladı konuşmaya Hayri Bey'i dürtükleye dürtükleye :
- Öksürüğünü de söylesene..
- Burnun neden tıkalıymış onu da öğrensene..
- Hani geçen hafta bir sivilce peydah olmuştu ya ensene..
- İlacın yan etkisi nelermiş, bunu da sorsana..
- Hazır gelmiş iken Haydar Bey'e de bir ilaç yazar belki, adamın derdini anlatsana..
"Ver bakayım şu reçeteyi, aaa ..! Hayri Bey, gerekmez tansiyon hapı sana. Ben sana 3 öğün tok karnına içeceğin bir sakinleştirici yazdım, bol bol dua edersin artık bana. İlaç bittiğinde doğru mahalle bakkalına, artık rafta değil şişeler, bakacaksın tezgahın altına.."
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BAĞ BOZUMU SONRASI
Yalnız oluyor ölümler
Hiçbir ölümün içine bir başka ölüm
Sığmıyor doğumlar gibi çıplak ve yalnız
Bağ bozumu sonrası gibi toplanıyor
Yıllar ölümün içine ölüm de
Sessiz ve ıssız çukuruna
Ve hiçbir ölüm almıyor kucağına
Sevdasını bırakarak bu dünyada
Doluyor bir rüzgârın içine
Olsa da ölümler sevdalı insanları
Ayrı düşüren sevdalarından
Tek yanı tesellide kalan
Dolduğu rüzgârın içinden düşmesi
Damla damla bir çiçeğe
Bahara doğan güne yeşeren sevdaya
Hürriyet aşkına yanan yüreklere
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Muhteşem fikirlerinizi kullanarak para kazanmanın ve kazanılmış parayı yönetmenin, teorik yöntemlerini öğrenmek için http://www.parakazanmayollari.com Editör diyor ki: "Günümüzün TL milyonerleri paralarını piyangodan kazanmadılar, hepsinin de uyguladığı birkaç basit kural var sadece. Para elde edilebilecek bir yol seçmek, servet sahibi olmanın yüzyıllardır kanıtlanmış bir yolunu uygulamak ve kararlı/tutarlı olmak. Belki de aklınıza yatacak uygun bir metot vardır."
Bana deli diyorlar ama ben bilinçli bir motor tutkunuyum diyenlerin ortak buluşma noktası http://www.motordelisi.com/ Sayfada gezinirken en çok dikkatimi çeken ve gönülden desteklediğim çalışma "Sinan Sofuoğlu Hatıra Ormanı" projesi oldu. Ben bir motor tutkunu değilim ama bu arkadaşların duyarlı tavırları karşısında saygılarımı sunuyorum.
http://sokakorkestrasi.com/ "Sokak Sanatçıları, sanatçılar arasında dayanışmayı esas alan bir üretimi hedeflemektedir. Bu bağlamda sanatçılar arasında olduğu kadar sanat dalları arasında da kolektif bir tarzı egemen kılmaya çalışan Sokak Sanatçıları 'sanatın' her türünde disiplinler arası üretimlere öncelik verir. Sokak Sanatçıları 'sanatı' mümkün olduğu kadar aracı kurumlardan bağımsızlaştırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını araştırır. Bu açıdan sokağın özgürleştirici, paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimlerini öncelikle sokakta sergiler…" Diyerek tanıtıyorlar kendilerini…
http://www.canliheykel.com 2008 yılında İzmir'de kurulan Sokak Sanatları Atölyesinin, resmi internet sitesidir. İncelemenizi özellikle tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|