|
|
|
Editör'den : Timsah ağlıyor!.. |
Merhabalar,
Vallahi kulaklarımla duydum, timsah şakır şakır gözyaşı döküyor. “Bugüne değin aleyhimde onlarca kitap yayınlandı. Ancak basılmamış bir kitabı engellemek gibi bir gayretim hiç olmadı. Sadece kişilik haklarıma saldırılar ve iftiralar karşısında hakkımı aradım. Hukuka aykırı kitaplar bile tekrar basılıp satılmaktadır. İletişim çağında her türlü yayının internet gibi vasıtalarla rahatça yapılabildiği bir zamanda herhangi bir yayının okuyucuya ulaşmadan engellenmesinin mümkün olmadığı açıktır. Böylesi teşebbüslerin yasaklanmak istenen yayına alakayı artıracağı da ortadadır. Bahsi geçen kitapla ve yazarıyla alakalı şahsen herhangi bir şikâyetim ve dava talebim olmamıştır.” diyor Pensilvanya'dan başkomutan. Talebi olabilirmiş de olmamış hasbanın. Adamlar içeri atılalı 3 hafta olmuş, ancak fikir beyan ediyor hazreti imam. Acaba bunca infial duyulmasaydı, sırtını dayadığı Amerika'nın bile eleştirisine maruz kalmasaydı aklından geçer miydi kınamak? Timsah ağlıyor, gözyaşları sel olmuş üstümüze üstümüze geliyor. Ağladığı, avukatları aracılığıyla günah çıkardığı yetmezmiş gibi, bir de gazetelerin başköşesini süslüyor. Peh.
Bir yerde de adam haklı. Zira piyasada bu ilkokul mezunu vaizin önlenemez yükselişini konu alan 2 tane baba kitap var. Biri "Fethullah'ın Copları" diğeri "Okyanus Ötesindeki Vaiz" Yani kendini epeyce afişe eden bu kitapları bugüne kadar toplatmadıysa artık korkmayacak kıvama geldi demektir. Peki ne oldu da Şık'ın yazmayı planladığı, taslağı üzerinde çalıştığı ve daha da çalışacağı bu kitap zihinlerden bile silinmeye kalkışıldı. Eh, adam da okyanusun öte yanından vallah billah emir vermedim diyor, o zaman ya durumdan vazife çıkaran aklıevveller devrede ya da polisin içindeki network okyanus ötesinden bile denetlenez boyutlara varmış. Ortaya çıkması muhtemel ilişkiler yumağı topaktan dağa dönüşmüş. Görünen o ki, birileri bu doğmamış kitabın altında fena kalacaklar. Ömrümüz olur görürsek ne mutlu bize.
...
Kayseri'de işlenen üç bayram çocuğu cinayetini mutlaka duymuş ve lanet okumuşsunuzdur. Yakalamayı beceren polis şefine de ağız dolusu bir "Helal olsun" demişsinizdir mutlaka. İyi de, olması gerekeni yapanların kahraman gibi medyayı süslemesi, ilk ağızdan operasyon detaylarının açıklanması doğru mu? Geride bulunmayı bekleyen binlerce kayıp çocuk varken, şansın da yardımı ile çözülen bir cinayeti aydınlattık diye övünmenin anlamı var mı? Yok diyeceğim sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Elbette var. Beşbin sayfalık iddianamelerle, meçhul ihbarcılarla, sahte delillerle, yüz küsur adamı yıllardır hapisanede tutup, hiç bir halt yiyemeyenlerin yanında bu polis şefini övmek yetmez bir de elini öpmek gerekir. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran "DEVRİME ÖVGÜ" |
|
José Marti Küba Dostluk Derneği, 30 Ocak-9 Şubat arasında Küba'ya özel bir gezi düzenledi; aralarında sevgili dostumuz Meriç Hızal'ın da bulunduğu bir küme Gözde Kök'ün kılavuzluğunda gitmiş, gezmiş, görmüş, belleklerine ve fotoğraf makinelerine çekip dönmüş.
Derneğin çok güzel bir geleneği var, gidenler bir süre sonra toplanıyor, izlenim, anı, çekim paylaşıyor; geçen gün yeniden yaptılar bunu, yeniden diyorum, çünkü bir kez daha toplanmışlar, ben gidememiştim.
Gözde Kök kısa, özlü bir konuşma yaptı; sonra Küba Devrimi'yle ilgili kısa, ama çok çarpıcı bir belgesel gösterildi: Devrime Övgü ( kısa diyorum, çünkü izlerken Sevil'le Nilgün'ün dedikleri gibi, Küba konusunda insan bu tür belgesellerin hiç bitmemesini, saatlerce sürmesini istiyor).
Belgesel, Fidel Castro'nun 1 Mayıs 2000'de Devrim Alanı'ndaki şölende yaptığı konuşmaya dayanıyor; büyük bir sevinç ve övünçle (nasıl da haklılar bu konuda!) inanılmazı hangi temel ilkeler dayanarak başardıklarını özetliyordu; bunlardan bazılarını anayım:
"Devrim, yaşanan tarihsel ânın bilincine varmaktır.
Devrim, dünyada hiçbir gücün gerçeğin ve fikirlerin gücünü yenemeyeceğine derinden inanmaktır.
Küba'da ve bütün dünyada adalet için, özgürlük için, barış için savaşmaktır; bu adalet toplumculuğumuzun, yurtseverliğimizin, uluslar arası dayanışmamızın temelidir.
Devrim, değişmesi gereken her şeyin değişmesidir.
Devrim, kurtuluşu kendi çabamızla, kendi başımıza sağlamaktır.
Devrim, toplumsal-ulusal alanın içinde dışında egemen güçlere meydan okumaktır.
Devrim, inandığımız değerler ve aktöre (ahlâk) uğrunda savaşmaktır.
Devrim, hiçbir zaman yalan söylememek, aktöre ilkelerine bağlı kalmaktır.
Devrim, cesaretle, akılla, gerçekçilikle savaşmaktır.
José Marti'nin dediği gibi, yurdumuzun bütün insanlık olduğunu unutmamaktır.
Bu sıradan insanın, sıradan insan adına giriştiği devrimdir.
Biz, sıradan insanın sıradan insan uğruna gerçekleştireceği devrim için canlarımızı ortaya koyduk.
Devrim, eşitliktir, özgürlüktür."
Fidel, 1959 Ocağında, Havana'ya gelişinde inanılmaz, anlatılmaz, görülmesi gereken bir coşkuyla karşılanıyor elbet; orada yaptığı konuşmada, "zorba yönetim sona ermiştir, sevincimiz büyüktür; ama işler bundan sonra do çok daha zor olacaktır"'diyor; nitekim öyle oluyor; ABD kısa bir süre sonra ülkeyi ablukaya alıyor; dünyayla bağlarını koparıyor; parasal ve siyasal yönden Birleşik Devletlerin uydusu devletler, Güney Amerika devletleri de içinde, Küba'yla ilişkiyi kesiyorlar; 1959'dan başlayarak, tam 638 kez öldürmeyi deniyorlar Castro'yu; Domuzlar Körfezi'ne Florida'ya sınmış Kübalıları çıkarıp ülkeyi ele geçirmeyi deniyorlar; ama daha dün büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bu yiğit insanlar, Devrim'in ilk yılını okuma yazma seferberliğine ayırıp önce bu işi çözüyor, haklı olarak Güney Amerika'da okuma-yazma bilmeyen insanı kalmamış ilk ülke olma onurunu kazanıyorlar; en gelişmiş silahları kullanmayı öğrenip karaya çıkan dönek Kübalıları da, açıkta bekleyen ABD gemilerini de bozgunu uğratıyorlar.
Bunun üzerine sevgili Fidel: "Bu, sıradan insanın sıradan insanlar için yaptığı bir Devrim'dir" diyor ve ekliyor: " Sıradan insanın sıradan insan adına giriştiği Devrim'de canlarımızı ortaya koyduk; Devrim, yaptıklarımızı, yarattıklarımızı savunmaktır; daha iyi bir dünyaya kavuşma hakkımızı savunmaktır".
Belgesel için seçilmiş şarkılardan birinde, ellerinde bayrak, sevinç içinde yürüyen kalabalıklar şöyle haykırıyor:
"Alınyazısı nedir bilmem
Neysem öyle yürüyorum
Tanrı kutsal olabilir
Ben yaşadığım gibi öleceğim,
Ben yaşadığım gibi öleceğim."
Küba tarihini merak etmiş olanlar bilecektir, daha işin başında ABD La Coubre adlı yük gemisini havaya uçuruyor, 100 kişi ölüyor, yüzlerce kişi yaralanıyor; belgesele o patlamayı, sonrasını, koşuşan, yaralananlara yardım etmeye çalışan insanlar da konmuş; derken ABD adına çalışan Kübalı alçak bir hekim bir yolcu uçağını kalktıktan az sonra düşürüyor; yine bir sürü ölü.
Bu şehitlerin gömülme töreninde Fidel, "buradaki milyonu aşkın insanın duyduğu acı ve öfke karşısında, adaletsizlik titreyecektir" diye haykırıyor.
1962 Füze Bunalımı sonrasında, Sovyetler füzeleri söküp götürünce de televizyonun karşısına geçip, öfkeyle: "evet, füzeler sökülüp götürüldü; götürülsün; bu bizim silahsız kalacağımız anlamına gelmez; zorba bir gücün dediğini yapacak değiliz; Küba, Kongo değildir; sonuna dek savaşacağız; ya vatan ya ölüm; biz yeneceğiz!" diyor.
Ve bütün insanlığa umut vermek üzere, haklı çıktı 52 yıldır.
Küba'nın güzelim halkı, hem de 500 yıllık amansız, acımasız sömürünün ardından ayağa kalktı; 50 yılda ataerkil zorbalığı da, anamalcı yalan-talanı da silip attı; çelik gibi dört kuşak yetiştirdi; şimdi tıptan sanata bütün alanlarda dünyanın kaymağını yüzyıllarca yemiş olanlarla yarışıyor.
Nitekim Demokritos çok hoş bir armağan verdi geçen hafta bize; Fransızların Mezzo adlı kanalı Küba balesinden Don Quijote'yi yayınladı; bildiğiniz ünlü bale topluluklarından, İngiliz, Rus, Amerikan balelerinden hiçbir ayrımları yok: dansçılar kusursuz, giysiler, bezem öyle.
Ardından da, artık ulusal bir simgeye dönüşmüş olan bir kadın dansçılarını, Alica Alonso'yu anlatan bir belgesel gösterdi kanal; daha önce başka bir yazıda anmıştım, Fidel, Havana'ya gelişinden birkaç gün sonra, bu belgeselde öğretmen olarak gösterilen, Küba balesinin kurucularından kır saçlı bir Usta'nın evine geliyor; uzun söyleşinin ardından, giderken, merdivenlerde konuyu açabiliyor yönetici; bu zor koşullarda acaba bize para yardımında bulunabilir misiniz diye soruyor; Fidel de kaç para istediğini soruyor; yönetici 100 000 dolar yeter diye yanıtlıyor; Fidel'in yanıtı, bu günlere nasıl gelindiğini anlatıyor: "biz size 200 000 ayıralım, ama siz de bize Ulusal bir Bale yaratın!"
Yaratılmış o bale, hem de nasıl!
Paramız varken, elimiz ayağımız tutarken üç kez gittik Küba'ya; yazık ki o sırada Dostluk Derneği henüz bu sıra dışı gezileri düzenleyecek yapıya kavuşamamıştı; şimdi 2500 Avrupa lirasını denkleştirebilecek herkese salık veririm onlara katılmayı: gidin, yaşarken, kendi gözünüzle, insanlığın en değerli düşünün nasıl gerçekleştirildiğini görün, bir hafta on gün de olsa, yaşayın.
*
Sevgili dostumuz Ahmet Say anılarını, özyaşam öyküsünü bir kitapta toplamış: Ağaçlar Çiçekteydi; sağolsun, Sevil'le bana imzalayıp gönderdi. Dolu dolu geçmiş bir yaşamın sıcak anıları; gelin şu bölümü birlikte okuyalım:
"Çiçeği burnunda bir şair.
Kardeşim Memo'nun ölümünden bir yıl sonra, lisenin ilk sınıfı olan 9'uncu sınıfta duygusal dünyamı dizginlemeyi öğrenmiş, kendimi toparlamaya başlamıştım. Konservatuarı bırakmış olduğum için, okula gidip gelmek, günde sadece üç saatimi alıyordu. Buna alışmıştım. Ayrıca, sabahları okula gitmek için bindiğim 7.55 vapurunda, Kadıköy'de oturan bir sınıf arkadaşım vardı. Lise öğrenimi boyunca her gün vapurda onunla birlikte gidip geldim.
Yollarda zaman yine boşu boşuna yitip gidiyordu. Ama her gün çekmek zorunda kaldığımız bu sıkıcı yolculuğun süresini, vapurda ve Cağaloğlu yürüyüşünde arkadaşımla birlikte olduğum için, pek fark etmiyordum.
Vapurda birlikte olduğum, bizim sınıftan arkadaşım Yüksel Kasapbaşı 'şair doğmuş' insanlardandı. Müthiş bir şiir yazma yeteneği vardı. Salim Rıza hocamız da Yüksel'in şiirlerini beğenirdi. Her an şiir döktürebilecek gibi gözüken Yüksel, haftada bir şiir yazar, bunu bana ezbere okurdu. Demek ki yazdığı her şiir üzerinde bir hafta duruyor, şiirini olgunlaştırıyordu.
Tipine bakarsanız, Yüksel Kasapbaşı hiç de şaire benzemeyen, herhangi bir öğrenciydi: uzunca boylu, yakışıklı bir çocuktu. Giyim kuşamı sıradan olsa da, ağırbaşlı davranışları, dikkatli konuşması ve gerektiğinde oturaklı cümleler kurmasıyla ağırlığını hissettiriyordu. Ayrıca, edebiyat matinelerinde 'genç şair' olarak sürekli alkış alıyordu.
Yüksel'le çok iyi anlaşıyorduk. Ben onu şair yönüyle önemsiyor, o da benim konuşmalarımı esprili buluyordu.Hattâ gülmece yazmam gerektiğini söylüyordu.
Bisiklete binmeyi ben öğretmiştim ona. Kızlardan da konuşurduk. Bana sözümona 'kız tavlama sanatı' üzerine bilgiler verirdi. Neyleyim ki bu bilgileri uygulayacak yürek ne bende vardı, ne de Yüksel'de…
Bu şair arkadaşımın şiirleri çoğunlukla 'aşk şiiri' olmasına karşın, o dönemdeki bazı güncel, popüler şairlerin aşk şiirlerine benzemezdi. Daha kapalı, şiirselliğin ağır bastığı, dolaylı bir stilde yazardı. Salim Rıza hocamız bu şiirler için, 'böyle kapalı olması, şiiri dana değerli kılıyor' derdi.
Yüksel'in kızlara düşkünlüğü vardı, ama olmadık davranışlara, sokakta yanaşma hâllerine girdiğini hiç görmedim. Zaten, 15-16 yaşlarındaydık ve günümüzden yaklaşık 60 yıl öncesinin anlayışında, bizim gibi çocuklar için 'aşk' platonik olmaktan ileri gidemezdi.
Bir kızı çok beğenmiş olmak, ona âşık olduğunu sanmak demekti. Devamı da vardı: Düşlerde onu yüceltmek, düşlerde ona aşkını anlatmak ve asıl 'kızın gönlünü çelmeyi' düşlemekti 'âşık olmak'…
Yüksel'in Kadıköy vapurunda görüp âşık olduğu bir kız vardı. Bizim eve yakın bir mahallede, Şaşkınbakkal'da oturan bu kızla tanışmak için Yüksel ilginç bir senaryo hazırlamıştı:
Kiraladığı bisikletle Kadıköy'den altı kilometre uzaktaki Şaşkınbakkal'a gelecek, kızın oturduğu sokağa girip evinin önünde sanki bisikletten düşmüş de kafasını kaldırım taşına vurarak bayılmış numarası yapacak, ben de tesadüfen oradan geçen biri olarak çevredeki insanlardan, daha doğrusu kızın evinden yardım isteyecektim!
İşte 16 yaşının bir düş gücü serüveni!
Ben başlangıçta bu senaryoyu nasıl olsa gerçekleşmeyecek bir tasarı olarak görüyordum. Şu var ki bizim mahallede oturan Gülay adlı güzel bir kızın erkek kardeşi, ablasıyla ilgili olarak, bizim senaryonun çok benzeri bir olayın yaşandığını anlatmıştı bana. Demek ki Yüksel'in tasarısı, herkesin az çok bildiği bir senaryoydu. Bunu kendisine söylemedim, çünkü birçok insanın bildiği bir numarayı yinelediğini yüzüne vurursam onu kırabilirdim.
Senaryoyu oynadığımız gün her şey istediğimiz gibi gitti: Yüksel bisikletten düşüp bayılmış numarası yaptı, ben de ortalığı velveleye verince kızın babası kapıyı açıp yanımıza geldi ve kendi kendine konuşuyormuş gibi şunları söyledi:
'Allah Allahhhh! Bu ne biçim işi? Bizim kız serpildikçe kapımızın önünde kafasını kaldırıma vurup bayılanlar çoğalıyor…'
Beyefendinin kızı, vapurdan tanıdığım kadarıyla, gerçekten mâşallahı olan, iyi serpilmiş, etli butlu bir hanım kızdı.
Olayla ilgisi bulunmayan biri olarak ciddiyetle sordum:
'Serpil miydi kızınızın adı?'"
Şirimiz yine Ali Yüce'den.
ÜŞÜME
Senin saçların sağanak
Dudakların deli
Dünya kuruldu kurulalı
İlk sevişimdir bu benim
Bütün ağaçların dallarında
Göz göze oluşumdan belli
Ne renk olursan ol gökyüzü
Nere saklanırsan saklan
Arayıp bulmuştur kuşlarım seni
Uçmuştur yüreğimin üstünde
Tüylerinin sıcağından belli
Eritmişler gökyüzünü
Koymuşlar fincan içine
Ne zaman gözlerini açsan
Mavi yağmurlar yağar içime
Eğri büğrü sokaklarda
Islanır çocukların oyunları
İçimde sıcak bir üşüme
Koşa koşa açsın artık
Yanlışlıkla solan güller
Yamuk yumuk evlerde geceleri
Nenni örtüyor yoksul analar
Üşüyen çocuklarının üstüne
Eğirmişler kanlı surları
Taç yapmışlar başlarına
Yetimlerin gözyaşlarını
Yüzlerine kahkaha yapmışlar
Koşa koşa doğsun artık
Yanlışlıkla ölen yiğitler
Dünya kuruldu kurulalı
İlk uçuşumdur bu benim
Kendi kanatlarımla
Kendi başımın üstünde
Bütün duru ırmakların
İçime akışından belli.
1974
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
TEŞEKKÜRLER
Bir teşekkürde gizli; kırılan parçaların onarılması ve havaya dağılan hüznün yine birleşmesi bir tebessümle, ama alışılmışlıktan çıkılmayan bir kahrın, insanı kemiren düşüncelerden çok hesapsızca işlenen cinayetler kadar ağır oluyor bedelleri.
Şimdi bir hayal için gözlüyor kardan adamın gelişini.
Ama sebebiyet verilmemiş bir elin geri çekilişi ne olabilir ki yüreğindeki yangını söndürmeye. Ayın rahminden ellerini açarak af dileniyor ve bir damlanın hükmü dindirmeye yetmeyen cezaları, şimdi bir kalem yazıyor, hiçbir mürekkebin olmadığı, kalan sayfaların aklığı gizlenmiş yeryüzünde saklıdır muhtelif cömertliklerle birlikte.
Yeniliş yaşıyorum.
Bir kanadı kırık sevdalar taşıyorum.
Usulca!
Nöbeti bitmiş yüreğimde, dirilmek için savaş veriyorum kendimle şu zamanlarda.
Eskitemediğim bir geçmişin aynasından geçemiyorum gözüm kapalı mavi yolculuğa.
Söz geçiremiyorum beynimin akışkan donuk hücrelerinin saydam mahkûmlarına.
Avuçlarımda bir kelebek,
Gölgesiyle sığındığım uykularımdan, korkularımla uyandığım bir kâbus yaşıyorum, yağmuru bekleyen gecelerde. Sabrediyorum!
Göz kapaklarımın ağırlığını hüznün meleklerine yolluyorum artık.
Sebebiyet vermeden nefes almak istiyorum; bu kurum dolmuş hayatın zehrini akıttığı her bir damlasını silmek istercesine kadife ormanlara göndermek, ardında sadece yüzünü hissetmek.
Hissederek ruhumun gergin yasına işlemek, en büyük mutluluk o olur, önce yazmak, sonra okumak eskimeyecek kadar mıhlanan satırlarda…
Pınar Karabaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BİR OYUNCUNUN DÜNLÜĞÜ : Bahadır Benli |
Kayıp Karpuz-Zaman Dilimi
Çok zor kelimelerin,çok zor dirilişleri,itirafname gibidir,zayii imzalar atar durursun,tıpkı telefonda konuşurken elindeki kalemle bir beyaz sayfayı karalar gibi anlamsız,aynı bulmacayı A-Z'ye çözmüş ama yıllar sonra aynı sorulara soldan-sağa düşünür gibi karışık...
Kayıp karpuz diliminde kaybettiklerini ,buram buram kokan,çekirdekler gibi tükürürken,ellerinin yapış yapışlığıyla,bir kalbin şaşkınlığını karşılaştırır,aynı tepkilerin anlamsızlığında kaybolursun...
Hayatlarımızı yeni aşklara montajlar ve sürekli rejide aynı hataları yapar dururuz,yönetmense kendimizin ta kendisi...
Yani diyorum ki aynı gömleği doğduğumuz günden bu yana her gün giyerek,bir o kadar da kir pasın içinde tertemiz diyebilecek kadar,sütten çıkma akkaşık roller yazarız,yine ta kendimize...
Bir portrenin öncesinde çöpten adamlar çizdiğimizi ilk okul üçten bu yana unutmuş,hala bir ev,bir güneş birde çocuk çizer gibi,fazla uzun cümle kurdurtma işte sen onu da anladın... ( Der Gibi ) yaşarız hayatı...
Yani Nazım'ın Saman Sarısı dizelerinde "Sen Mutluluğun Resmini yapabilirmisin Abidin" dediğinde çok mutsuz olduğunu da bilecek kadar...
Ankaranın lacivert-gri havasına İstanbul Eminönünden bir balıkçı teknesinden bakabilecek kadar, hiç susmadan üst üste heyecanla üç cümle kurarken,üstüne gülebilecek kadar,isyan ederken bile sırıtarak sövebilecek kadar MUTLUYUZ ve MUTLUYUM...
Bahadır Benli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam Oligarkların Küresel Tezgâhları (9) |
|
Oligark kavramı oligarşi sözcüğünden türetilmiş Rusça bir terim. (Türkçeye "ayrıcalıklı soyguncu" olarak çevirdim. Hortumcu da diyebilirsiniz.) Batı dünyasında ilk kez 1880 yılında soyguncu baron "robber baron" biçiminde, ABD'de kullanılmış. 131 yıl sonra, bugün dahi anlamı çok fazla değişmemiş... Rusya'daki güncel kullanımı ise oldukça düşündürücü: eski Sovyetler Birliği'nde bürokratlara yüksek rüşvetler dağıtarak vergi kaçakçılığı yapan; devlete ait büyük işletmeleri, madenleri, petrol kuyularını, doğalgaz kaynaklarını ve Rus halkının ortak malı olan diğer ekonomik varlıkları 1990 sonrası süregiden özelleştirmeler sırasında- çok ucuza kapatan işadamlarına verilmiş aşağılayıcı bir unvan.
Öncelikle konumuza ışık tutacak bazı olayları hatırlamak için hep birlikte 11 yıl öncesine gidelim... 26 Mart 2000 tarihinde yapılan genel seçimlerden önce, Rusya'nın Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin bir veda konuşma yaptı ve "Sevgili halkım, beni lütfen affedin; iyi bir başkan olamadım, enflasyon %500'leri gördü ve ülkemizin varlıklarına sahip çıkamadım, beni affedin!" dedi. Ardından seçimi ezici bir çoğunlukla 47 yaşındaki Vladimir Putin kazandı, Yeltsin emekli oldu. (Şimdi iyi bir emeklilik maaşı ve dokunulmazlığı var; ama bir sanatoryumda yaşıyor.)
Yeltsin'in alkol bağımlısı olduğu ve ayık dolaşamadığı başkanlığı döneminde petrol, gaz, maden, medya ve bankacılık sektörlerini de içeren 80 bin (!) kadar kamu işletmesi özelleştirilmişti. O dönemden adları aklımda kalmış iki kişi var; biriChelsea Futbol Kulübü'nün sahibi Roman Abramoviç, diğeri Aeroflot'un sahibi ve hem Rus hem İsrail pasaportu taşıyanBoris Berezovsky. Bunlar, Boris Yeltsin dönemindeki özelleştirmeler ve mafyalaşmalar sayesinde milyarca doların sahibi olan ve Rusya'yı iflasa, halkı da açlığa sürükleyen onlarca oligarktan sadece ikisiydi.
Diğer oligarklar da şunlardı: Yukos petrol şirketinin sahibi Mihail Hadorkovski; ORT, TV6 ve NTV kanallarının sahibi Vladimir Gusinsky; Mikhail Fridman, Oleg Deripaska, Vladimir Potanin ve Andrei Melnichenko ile birlikte bazı devlet adamları, yani Alexander Livshitz, Grigory Yavlinsky, Anatoly Chubais, Boris Nemtsov ve hatta başbakanlık yapmış olan Sergei Kiriyenko...
B.Yeltsin'e yakınlığı sayesinde birçok ihaleyi en düşük teklifle alan Berezovsky, yeni Başkan Putin'in tavizsiz politikalarına karşı bir mücadele başlatmış; fakat yenilmişti. Bu yenilgi üzerine Rusya'yı terk etti. Gitti İngiltere'den sığınma hakkı aldı, servetini de oraya, İsviçre'ye ve ABD'ye transfer ettirdi, adını değiştirip Platon Yelenin yaptı. Aynı yolu Roman Abramoviç de takip etti ve "görünen" parasını Rusya'nın geri alamayacağı bir yere, İngiltere'nin en gözde futbol kulübüne yatırdı!
Pek çok yeteneğe sahip akıllı bir hukukçu, eski bir KGB elemanı, St. Petersburg'un belediye başkan yardımcılığı yapmış ve Yeltsin'in başbakanı olmuş Vladimir Putin ise ülkesinin çıkarlarını yırtıcı bir şahinin yavrularını koruduğu gibi korudu.Gazprom'un sahip olduğu doğalgaz kozunu çok iyi kullandı ve moratoryum ilan edecek duruma gelmiş olan ülkesinin tüm dış borçlarını zamanından önce ödediği gibi; kişi başına düşen (gayrî safî) milli geliri de 18 bin dolara yükseltti. İki dönem yürüttüğü başkanlıktan sonra tekrar başbakanlığa indi ve şimdi Başkan Dmitri Medvedev ile birlikte ülkesini çift pasaportlu oligarklara teslim etmemek için gece-gündüz çalışıyor. (Vladimir Putin -bence- Rusya'nın Atatürk'üdür.)
Rus oligarklar hakkındaki bir makaleye göre, oligarkları en iyi tanımlayan ifade Boris Berezovsky'nin 1998 yılındaki şu cümlesidir: "Geçmişimizdeki deneyimlerimizden dolayı biz Yahudiler kaybetmeyi ve sonra tekrar ayaklarımız üzerinde durmayı çok iyi biliyoruz; ama en yetenekli Rusların dahi böyle bir gücü yok. Darbeye dayanıklı olmadıkları için ilk kaybedişlerinde kolayca pes ediyorlar!"
Hemen bu noktada benim soracağım iki soru var: 1- Acaba biz Türklerin darbelere dayanıklı olduğunu bilen bizim çift pasaportlu oligarklar, bu olgudan cesaret alarak mı ya borsada vurdu-kaçtı yaparak veya hazineyi ya da bankaları hortumlayarak bu ülkede uzun süre kalmadan çekip gidiyorlar çıkardıkları her krizin ardından? 2- Bizdeki oligarklar kimlerdir, hangi kurumlarımıza ederinin neredeyse dörtte biri kadar ödeme yaparak ve üstelik taksitli ödeme imtiyazı kullanarak sahip olmuşlardır; hangi bankaların içlerini boşaltmışlardır; bunlara yardımcı veya ortak olmuş siyasetçiler ve bürokratlar kimlerdir?
Yukarıdaki ön bilgiler ve Oligark kavramı ışığında yanıtını bulmaya çalıştığım asıl soru ise şu: Dünyadaki servet dağılımı son derece adaletsiz; en fakir insanla en zengin insan arasında milyarlarca kat fark var; keza dünyada çok kısa süreler içinde "yıldızı parlayan" ve zenginlikte hemen üst basamaklara tırmanan pek çok oligark mevcut; acaba -yerlileri de dâhil olmak üzere- bu oligarkların diğer küresel tezgâhtarlar ile; ülkeleri yöneten hükümet üyeleri ile; krallar/diktatörler ile kurdukları ilişkiler günümüzde de var mıdır, varsa bu ilişkilerin Türk halkına ve dünya halklarına verdiği zararlar nelerdir?
Sorgulamalarla ve yanıtlarla kalın...
Günün sözü: "ABD artık sadece iki parti ile; Demokratlar ve Cumhuriyetçiler tarafından yönetilmiyor... Pentagon - NASA - CIA- FBI- RAND - Microsoft - Küresel Şirketler ve Oligarklar ile işbirliği içinde yönetiliyor. Bu organizasyon ayrıca dünyayı yönetmeye taliptir."
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
KADDAFİ TAMAM DA MASUM HALK VE MÜSLÜMAN HALKLARIN GELECEĞİ NE OLACAK!
İlahiyat fakültesi öğrencisi, dindarlık gayretinde bir genç olarak Kaddafi'yi seksenlerde yeşil kitabıyla tanıdım. O yıllar Kaddafi İslami camiaya müslümanlara gelecek vaat edebilecek dindar bir müslüman lider olarak tanıtılmak isteniyordu.
Sabık Irak lideri Saddam ise Kaddafi'ye eşdeğer zamanlamada İslami camiaya yaptığı Halep'çe katliamıyla müslüman ancak İslam düşmanı bir lider olarak anlatılıyordu.
Saddam'ın da Kaddafi'nin de Esat'ın da Nasır'ın da birer Saddam, Kaddafi, Esat ve Nasır olmaları kendilerinden değil Batıdan kaynaklanıyordu. Batının yetiştirdiği bu liderler ortadoğu halkına despotluk yapıp zulmettiler. Özellikle siyasal İslami oluşumları gayri kanunide olsa aldıkları tedbirlerle engellediler.
Batının desteğiyle palazlanıp güçlenen bu liderler belli bir güce ulaştıklarında batıyla çıkar çatışmasına girdiler. Durum bu boyuta ulaştığında Batının gözden çıkardığı ilk lider Saddam oldu.
İlk körfez müdahalesinde hala uslanmayan Saddam, ikinci körfez hava ve kara müdahalesiyle sonunda yakalanıp dünyanın gözünde bir cani ve zalim lider olarak idam edildi.
Her iki Körfez olayında da günlerce devam eden müdahale boyunca İncirlik'ten kalkan Amerikan uçaklarının seslerini doğup büyüdüğüm köylülerim duydular. Bazı hafta sonları gittiğim köyümde görünmeyen ABD uçaklarının derinden seslerini bende dinledim.
Körfez müdahalelerinin ekonomik acısını ülke olarak biz çektik. Özal dönemi belli bir ekonomik büyümeye ulaşan ülkem sonrasında hep geriye ket vurdu.
Haçlı seferini andırır tüm Batının Libya'ya yaptıkları hava saldırısı doğal olarak ilk körfez müdahalesini hatırlatıyor. Batının gözden çıkardığı ikinci lider Kaddafi'de Saddam benzeri aynı şekilde bertaraf edileceğe benziyor. Klasik söyleyişle ortadoğu tarihi yakın bir periyotta tekerrür ediyor.
Başta bahsettiğimiz başlangıçta oluşturulan kamuoyu yönlendirmesiyle Saddam'ın alaşağı edilmesine içten içe destek verdik. Halepçe'de yüzlerce masum müslümanı katleden zalim cezasını buldu diye düşündük.
Şimdi dindarlığından şüphe ettiğimiz, Müslüman halkına zulmeden olarak bildiğimiz Kaddafi için Saddam benzeri yaklaşımlara sahibiz.
Ama şunu hep göz ardı ediyoruz: Bu zalimleri ortadan kaldırmak için saldıran Batı, bu halklara da acımadığı gibi gerektiğinde işkenceler yapıp acımasızca öldürüyor.
Bir Müslüman olarak dini perspektiften baktığımızda saldırıya uğrayıp işkencelere, katledilmelere maruz kalanlar bizim din kardeşlerimiz.
Bu noktada büyük bir çıkmazdayız.
Batının menfaatleri söz konusu olduğunda bir gün sıranın bize gelmeyeceğinden emin değiliz!
1991'den buyana Batının, Ortadoğu müdahalelerine sessiz kalıp bir anlamda onayladık. Ama alttan alta hedeflediğimiz güce ulaşabildik mi? Tüm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda düzenleyen Batı karşısında ne kadar güç imkanlarına sahibiz? Onların Ortadoğu düzenlemelerine sessiz kalarak biz ne kazandık? Esasında neler kaybettik?
Bu noktada yazımı bir masalla bitiriyorum: "Geniş bir aslan ailesi güzel bir ormanda yaşarlarken günün birinde uzaktan gelen onlardan çok daha büyük ve güçlü bir aslan üzerlerinde hakimiyet kurar. Ailenin en büyük ağabey aslanı alt edemeyeceğini bildiği güçlü aslanla iyi geçinmeye çalışır ki alttan alta çalışarak aslanın gücüne ulaşmak ve sonrasında onu alt etmek hedefidir. Ancak ailesini kendi kontrolünde tutamaz. Küçük kardeşler onun gibi düşünmüyordur. Hem onun liderliğinde de gözleri vardır.
Aslan başlangıçta ona kafa tutan kardeşlerden en tehlikelisini büyük kardeşe senin yerine geçmeye çalışıyor ailenden diğerlerine zarar veriyor diyerek kanlı bir saldırıyla ortadan kaldırır. Ağabey aslan kardeştir acısını duyar ama hainliğini düşündüğünde iyi oldu diye içinden sevinir. Ağabey aslan onca uğraşlara rağmen aslanın gücüne bir türlü ulaşamaz. Küçük kardeşe yapılan müdahale onu daha da zayıflatır. Diğer bir kardeş aslanda bu defa kral aslana alternatif güç olmaya başlar. Gücünü elde tutmak için en ince detayları hesap eden aslan benzer bahanelerle ikinci aslanı da ortadan kaldırır. Ağabey aslanın artık kral aslanı alt etme gücü kalmamıştır. Tek umudu ailesinden yeni gelecek aslanların kral aslanı bir gün ortadan kaldırabilme ihtimalidir. Ancak yeni yetme aslanlara bunu kraldan habersiz gizli gizli anlatmak pekte mümkün olmaz. Zaten ailedeki tüm aslanlar iri büyük gösterişli kral aslana hayran ve her şeye rağmen ona benzeme gayretindedirler. Ağabey aslan çıkmazdadır. Ne yapacağını kara kara düşünür. Aslında sıranın artık kendine geldiğini de sezmektedir. O ortadan kaldırıldığında tüm ailesi artık kral aslanın ailesi olacaktır. Onun gibi düşünüp onun gibi davranacaklardır."
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SÜREÇ
Siyasetin bu kelime çevresinde dolanması dikkatinizi çekmiyor-mu?mu?Ne menem şeydir hani ya bu süreç kelimesi. Bana bıkkınlık geldi, ne zaman gibi gibiler konuşmaya başladığında süreç diye giriş yaparsa TV. ise kapatıyorum, eğer sohbet içinde geçerse kim olursa olsun konuyu değiştiriyorum.
Bilen bilmeyen herhalde anlattığı konuyu daha derinlere taşımak için olsa gerek , kendilerine bir şey sorulduğunda ''Süreç devam ediyor''veya ''Süreçin ne denli ilerlediğini görmemek işi provake etmektir''gibi ağırlığı kendinden menkul laflar yapanlar yok mu beni çıldırtıyor. Üstelik kocaman-koskocaman adamlar ya söyleyecek fazla birşeyleri olmadığından veya hata yaparım endişesi ile lafı yuvarlıyorlar, süreç ayağını sürüyor yani. Kat'iyen bir kastı mahsusam yoktur(Ne yapayım ağabey azıcık bende ağırlaştırayım ifadelerimi)Adalet Bakanı gazetecilerin Hizbullah mahkumlarının tahliyesi ile ilgili sorulara inan olsun saydım aralara 8 def'a süreç kelimesini koyarak cavap verdi. Dikkatinizi dağıtmadan deyivereyim daha yeni -yeni kocamanlaşan Kılıçdaroğlu'na sorulan ''e fendim seçimin çarşaf liste veya sizin hazırlıyacağınız liste ile yapılma süreci hakkında bir gelişme varmı? sorusu üzerine :,
''Ben süreç -müreç tanımam kongreyi çarşafsız yappar geçerim''diyerek Sayın Demirel'e rakip olmuştur.
Sonracağızıma 'Süreç devam ediyor'demekte gerçekten bu kelimenin anlamının beyzadeler tarafından bilinmediğinin bir işareti. Zira süreç kelimesinin içeriğinde zaten devam eden illiyet-sonuç mevcut. Süreç İngilizce-de process , Osmanlıca-da vetire olarak geçer:TDK. Lügatındaki kısa açıklamalar ise şöyle:
(TAM 80 GÜN GEÇTİ, YAZIMI TAMAMLAYAMADAN HASTANEYE YATIRILDIM. YOĞUN BAKIMA SANKİ ABONEYİM. BİR DAHA GELMEM DİYE TABURCU OLMUŞTUM DAHA ÖNCE - ANCAK BENİ TEKRAR BEKLEDİKLERİNİNİ LÜTFEN BU DEF'A KAHVE İÇMEYE GELMEMİ ISRARLA SÖYLEDİLER. AMA BEN YİNE KENDİMİ BİLMEDEN DÜŞTÜM DAMDAN. ALIP GÖTÜRDÜLER BİR TARAFLARA ORASI KARANLIK, HERHALDE BENİ BEĞENMEDİLER Kİ İTTİLER TEKRAR AŞAĞILARA, OH MAŞALLAH OH MAAŞALLAH! SÖYLEMLERİNİ HATIRLAR GİBİYİM, UYANIYOR ÇAĞRILARI YANKILANIYOR)
YAZIMA KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYORUM.
NE DİYORDUK. DOĞRUSU TDK. LÜGATİNE BAKMAK:
___Olayların zaman içinde belli bir gelişme göstererek sürüp gitmesi.
___Olayların veya işlemlerin belli bir sonuca doğru gidişi.
___Süregelen bir oluşum yadayürümekte olan işlem.
TV-de veya diğer medya organlarında bu süreç kelimesi kullanıldıkça beni hatırlayınız. Yanılgıyı - yanlışları kendiniz tespit ediniz. Yani arkadaş ''Hadi ordan ''deyip TV-yi kapatmazsanız çok sabırlısınız demektir. Öfkelenip sakın başka bir fiilde bulunmayınız, sadece kapatınız. Bir yazarın bir büyük sözünü deyivereyim. ''Sabırlı bir adamın öfkesinden sakınınız. ''
Hadi hayırlısı , bu kadar çiziktirebildim ya, buna da çok şükür.
Hani diyeceğim odurki, ben, bulunduğum yerden bir adım değil birkaç adım öne çıkmış durumdayım. ''Yeter artık bu kadar bilgisayar , yarın yine yazarsın, ilaçlarını iç ve yat artık ''diye müdahale ediyorlar.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Yok kadın
Bir tümcenin yarısında gece oluyor ağzım
Büyük ağaçlar gibi susuyorum
Aklımda yaprak kadınlar
Bu karda kışta, sırnaşık kediler gibi İçimde yalnızlık
Uzakta bir kadının elleri kıpırdıyor
Büyük denizler gibi
Gece olunca ağzım, konuşamıyorum
İçime yıkılıyor bütün kelimeler
Gece olunca
Eriyip dökülüyorum şu lambadan yerlere
Bir kadına dokunuyorum
Ruhu hayal meyal
Mustafa Gökhan Tosun
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Muhteşem fikirlerinizi kullanarak para kazanmanın ve kazanılmış parayı yönetmenin, teorik yöntemlerini öğrenmek için http://www.parakazanmayollari.com Editör diyor ki: "Günümüzün TL milyonerleri paralarını piyangodan kazanmadılar, hepsinin de uyguladığı birkaç basit kural var sadece. Para elde edilebilecek bir yol seçmek, servet sahibi olmanın yüzyıllardır kanıtlanmış bir yolunu uygulamak ve kararlı/tutarlı olmak. Belki de aklınıza yatacak uygun bir metot vardır."
Bana deli diyorlar ama ben bilinçli bir motor tutkunuyum diyenlerin ortak buluşma noktası http://www.motordelisi.com/ Sayfada gezinirken en çok dikkatimi çeken ve gönülden desteklediğim çalışma "Sinan Sofuoğlu Hatıra Ormanı" projesi oldu. Ben bir motor tutkunu değilim ama bu arkadaşların duyarlı tavırları karşısında saygılarımı sunuyorum.
http://sokakorkestrasi.com/ "Sokak Sanatçıları, sanatçılar arasında dayanışmayı esas alan bir üretimi hedeflemektedir. Bu bağlamda sanatçılar arasında olduğu kadar sanat dalları arasında da kolektif bir tarzı egemen kılmaya çalışan Sokak Sanatçıları 'sanatın' her türünde disiplinler arası üretimlere öncelik verir. Sokak Sanatçıları 'sanatı' mümkün olduğu kadar aracı kurumlardan bağımsızlaştırarak doğrudan toplumla buluşturmanın yollarını araştırır. Bu açıdan sokağın özgürleştirici, paylaşımcı yanını değerlendirerek üretimlerini öncelikle sokakta sergiler…" Diyerek tanıtıyorlar kendilerini…
http://www.canliheykel.com 2008 yılında İzmir'de kurulan Sokak Sanatları Atölyesinin, resmi internet sitesidir. İncelemenizi özellikle tavsiye ediyorum.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|