|
|
|
Editör'den : İşte asıl "Sivil İtaatsizlik" |
Merhabalar,
Polisi tokatlamak, elinde taş sırtında gerilla kıyafeti devleti kovalamak değil itaatsizlik. Hele yolu kesip caddenin ortasına oturmak hiç değil. Birkaç gündür sosyal medyada bir araya gelen yüzbin civarındaki insanın toplu hareketidir gerçek "Sivil itaatsizlik." Protestonun, haksızlığa karşı başkaldırının daniskasıdır olanlar. Önce "Bende de var." diye gelip imza atmak, ardından kitabın kopyasını bilgisayarlarına indirip, mahkeme kararına karşı gelmektir "Sivil İtaatsizlik." Dünyada eşi benzeri yoktur, ilk ve tektir. Haşa illegal bir örgütlenmeden bahsetmiyorum. Ama, yayınlanmamış, henüz üzerinden notları bile silinmemiş bir taslak kitabın harddisklerden silmek suretiyle yok edilebileceğini sanan teknoloji cahili hukukçulara atılmış olan bir tokat olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dört tane film için milyonlarca film barındıran siteyi iki yıl kapatabileceğini sanan zihniyetin en yeni cehalet örneğidir olanlar. Topu topu iki megabaytlık bir dosyayı baskınla silip yok edebileceğini sanma aymazlığına düşenler dün yumruğu midelerine midelerine yediler. Daha iki gün önce "Bilgisayarında bulunduranlar suça yataklık etmiş sayılacaklar." diyen yargıcın şimdi ne yapacağını merakla bekliyorum. Bilgisayarına indirenleri neyin beklediğini ya da tükürüğün nasıl yalanacağını hep birlikte göreceğiz inşallah.
298 sayfalık kitabı henüz bitiremedim ama bir fikir sahibi olmak için atlaya zıplaya gözden geçirdim. Pekçoğunuz zaten görmüştür ama henüz görmeyenler de buradan indirip okuyabilirler. Bir kere kitap iyi bir araştırmanın ürünü. Yeni pek fazla şey söylediğini sanmıyorum. En dikkatimi çeken kavram "Cemaatin silahlı birimi". Burada kasdedilen polis teşkilatı elbette. Hatta bunu söylemenin hukuki bir sorun yaratıp yaratmayacağı da sorgulanmış yandaki notlarda. Yeni fazla birşey olmamakla birlikte, unutturulup yutturulmaya çalışılan Fetullah hareketinin kronolojik bir irdelemesi yapıldığı ve bol bol kullanılan dipnotlarla referansların verildiği toplu bir çalışma olduğu için meraklılarına hitap eden bir kitap. Cemaatten iki öğretim görevlisinin "Hoca'ya çamur at, parsa topla." diye ifade ettiği kitaplarla alakası yok. Hoş, eğer sırf çamur atmak maksadıyla yazılmış ya da yazdırılmışsa, bu, silinip yokedilmeye çalışılması ne anlama geliyor diye soruyor insan.
İşte Dünyanın geldiği nokta bu. Artık savaşlar, direnişler, meydanlardan ziyade sanal ortamlarda yapılabiliyor. Bunun farkına hala inatla varamayan bürokratlar da tokat üstüne tokat yiyor. Ve bu denetlenemez güç her geçen gün büyüyor. İletişim etkileşimi, etkileşim de sosyal davranışlarımızı belirliyor. Ne mutlu internetim var diyene. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan BAHAR, BADEM, ÇOCUK |
|
Otobüs durağındaki erik ağacı çiçeğe durmuş. Bembeyaz, üzerine karlar yağmış gibi… Cemreleri sıralamayı öğrenemedim ama badem ve erikleri beyazlar kuşanmış, gelin gibi süslenmiş görünce bahar geldiğini anlayabilirim. Yıllarca köylerde yaşadım. Dağların yamaçlarına sığınmış küçücük evlerin kuytu sokaklarında dolaştım. Ormanlarda yürüdüm uzun uzun. Çakal eriklerinin, kestanelerin, yaban güllerinin patikaları sakladığı ormanlarda… Bu nedenle belki kentlerin baharlarına alışamadım. Kocalan bulvarların, geniş caddelerin kıyısına köşesine serpiştirilmiş ağaçların şarkıları yüreğime kar etmiyor. Özlemimi gidermeye yetmiyor. Saksı çiçeği gibi bu bir iki ağaç, asker saçı gibi kısa kesilmiş bu çimenler içimdeki uyanışı tetiklemekte yetersiz kalıyor.
Perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş. Gün ortasında durup dururken güneş birden bulutların arkasına gizleniyor. Ardından yağmur başlıyor. On beş yirmi dakika, bilemedin en fazla bir saat. Hava hala aynı hava, ıslanıyorum ama aldırmıyorum. Kaçmaya da çalışmıyorum. Televizyonlar radyasyon bulutları tepemizde dolaşıyor diye haber yapmışlar. Benim umurumda mı? Üşümeden sırılsıklam olmayı özlemişim. Atın ölümü arpadan olsun.
Bursa'ya gezi yapılacakmış, okulca… Öğretmenimiz söyledi. "Gitmek isteyenler adını yazdırsın. Bir hafta içinde okula otuz beş lira da para getirsinler." O gün okul çıkışı koşa koşa eve gittim. Babama Bursa gezisini söyleyeceğim. Ama babam evde yoktu. Kahveden dönsün diye beklemeye başladım. Sadece kapı önünde oynuyordum. Öteki sokaklara gitmeden... Babam gelirse göreyim diye. Havanın kararmasına yakın çıkıp geldi. Kocaman bir ikindiden uzak bir akşamı bekledim. Geç kaldı, çok zaman geçti ama köşe başından çıkıp geldi. Koşup bacaklarına sarıldım. Adam kaçın kurası işkillendi tabii. "Okulca gezi yapılacakmış Bursa'ya. Katılmak isteyenler otuz beş lira getirsin," dediler.
- Beni gönderirsin dimi baba.
- Herkese mecburi mi bu gezi?
Ona yalan söyleyemezdim. Çünkü o da bana söylemezdi. Eften püften bahanelerle kandırmaya çalışmazdı. Biliyorum. Mecburi desem parayı yerin kırk kat dibinde bile olsa çıkarıp vereceğinden adım gibi eminim. Diyemezdim ki…
- Mecburi değil, isteyen katılacakmış.
- Otuz beş lira çok para be oğlum.
- Bütün arkadaşlar gidiyor ama baba. Alaattin, Osman, Nedim, Melek Hasan da hatta…
- Şimdi paramız yok. Seneye yeniden düzenlenirse söz göndereceğim.
- Hadi be baba. Ben de gideyim.
Otuz beş lira bu dile kolay. Bir kişinin üç günlük tarla yevmiyesi. Mevsim bahar ama pamuk çapaları daha başlamamış bile. İşin ve paranın en yokluk zamanı. Hevesim kursağımda kaldı ama babama hiç küsmedim. Uludağ'ı Ulu Cami'yi, Hacivat ile Karagöz'ü, Atatürk'ün köşkünü görmesem ölmem ya. Fakat Uludağ'a çıkıp karların üzerinde yuvarlanmak harika olurdu. Çünkü bizim buralara kar düşmez. Sipil'in tepesi beyazlanır azıcık. Hepsi o kadar.
Günü gelip çatınca Cuma akşamından yola düştü gezginler. Külüstür otobüsün yanına seyre gitsem canım sıkılacak. Dönüp bakmadım bile. Ertesi sabah canım sıkkın, giden gitmiş, şimdi dönüşte ballandıra ballandıra anlatacaklar. Saat kaçtı bilmiyorum. Benden az sonra Şaban düştü kapı önüne. İki arkadaş oturduk biraz. Hava cam gibi aydınlık, gökyüzü masmavi... Tren yoluna gittik birlikte. Belki asker treni geçer, gaste atarlardı. Yarım saat, belki bir saat bekledik. Ne gelen oldu ne giden? Kanal boyunda kındıralara baktık. Daha olmamışlardı. Mahalleye geri döndük. Kendimiz gibi birkaç aylak daha bulduk. Belediyeden anons edildi. Zeytinlik mahallesinde düğün varmış. Biz de ekip olarak basıp gittik. Tıka basa yemek yedik. Eli nohut, keşkek, pilav ve zerde… Davullara baktık biraz, ellerinde rakı şişesi ve canlı tavukla oynayan gençlere. Sıkılıp mezarlık mahallesinin arkasından, bağların oradan geri dönmeye karar verdik.
Havada öğle sonrasının baygınlığı, tarlalar tepeden tırnağa bembeyaz papatya. Karnımız tok, sırtımız pek. Şimdi kim olduğunu anımsamıyorum, içimizden biri "ben çağlaya dalıyorum," deyip yeni sürülmüş bağın içine fırladı girdi. Peşinden bir ikisi daha... Yemin ederim ki ben girmedim. Kimisi ağacın dallarına asıldı, kimisi tepesine çıktı. Oldu olacak, biri görecek derken fırr diye bir bekçi düdüğü sesi ovanın üzerinde yankılandı. Ağaçtan atlayan, bağdan çıkan yola fırladı. Başladık kaçmaya, ama ne kaçmak. Topuklarımız kıçımıza vuruyor. Ters yöne kaçmışız anasını satayım. Pat diye düştük ünlü bekçi Adem Okumuş'un önüne. Adem Okumuş'un soyadıyla zerre kadar alakası yok. Ne okumayı, bilir ne yazmayı. Cezaları bile çocuklara yazdırır. Boş bir kâğıt çıkarır cebinden, bir de kopya kalemi. Yazın bakayım buraya adınızı, soyadınızı, babanızın adını. Boşu boşuna ceza yememek için bir kez daha topukladım bağın içine. Peşimden koşup yakalamasına imkân yok. Altıparmakların zeytinliğinden geçip Veliağaların sokağına çıktım. Oradan da kahveler önüne (çarşı). Bizimkiler adımı yazmadıysa yırtarım diye düşünüyordum. "Seni görünce tanıdı zaten. Biz de mecbur kaldık yazdık," dediler. Sizi adam yerine koyup uyanın anasını… Çitçi mallarını Koruma Derneğine, on beş lira… Makbuzun adı da Atatürk Cezası… Babam on beş lira cezayı ödemiş. O akşam eve geldi. "Keşke geziye gönderseydim seni," dedi. "Verdiğim para bir işe yarardı. Bir avuç badem çağlası için on beş lira ödemezdim." "Baba valla ben yapmadım, gitmedim" falan dedim ama dinlemedi. Uzatıp adamın canını sıkmanın gereği yoktu. Yarım cümleler içersinde debelenmekten vazgeçtim. Badem çağlası yüzünden babamın ödediği ikinci cezaydı. Başkasının babası olsa kesin döverdi. O bir şey yapmadığı için canım daha çok yandı. Keşke darılacağına beni dövseydi.
Bahar deli bir şarkı söyler Nasina'da. Mercan rengi yapraklarla, badem pembesi çiçeklerle… Arılar, böcekler, kuşlar ve kurbağalar binbir renkli bir senfoniye düşerler. Ve ben her Nisan başında sağanakların peşinden koşarım. Traktör izlerinin derinleştirdiği çukurlarda biriken sulara girerim. Çizmelerimin rengi sarı, çizmelerim kocaman, çizmelerim fokur fokur. Annem kızmasın diye çoraplarımın suyunu sıkarım. Gizlice, köşe başında... Ve ben her nisan yeniden yaramaz bir çocuk olurum.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu ARKADAŞ |
|
Yaşamımıza girmiş nice arkadaşlarımız vardır. Onlar, kimi zaman yoldaş, kimi zaman dost, ayakdaş ya da yarendirler.
Kimileri mahalleden, kimileri okuldan, kimileri yolculuktan, askerden, iş yerinden yaşamımıza karışmış, duygularımıza, düşüncelerimize az ya da çok renk katmışlardır.
Bazı arkadaşlıklar yaz yağmuru gibidir. Bazı arkadaşlıklarda içilen su ayrı gitmez.
Kimi arkadaşlar, "arkadaş değil, arka taş"dır. Kimi aş, kimi ilaçtır. Kimileri de Panait İstrati'nin Mihail'idir:
"Torbasından aldığı temiz bir gömleği ve kendi ceketini (size) giydirir, sonra, ayağa kalkınca elinizden tutar:
- Şimdi koşalım, olabildiğince hızlı koşalım. Yoksa mahvolursun, der.
- Yok, mahvolmak istemem, dersiniz.
Çünkü beraber ve aynı yoldasınızdır...
Bazı arkadaşlıklar, çok ama çok özeldir. Onlar, Melike Demirağ'ın seslendirdiği o güzel şarkıdaki gibi
"Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş.
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş.
Ortak olmak her sevince
Her derde kedere,
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele."
dediğimiz arkadaşlardır ki bazen eş, bazen sevgili olarak ömrümüze ömür katarlar.
Bazıları yandaşlıkları, yalakalıkları arkadaşlık olarak algılarlar. Yanlıştır. Çünkü arkadaşlık çıkara dayanmaz. Arkadaş, yıllarca görmesek de sevgisini iyi dileklerini hep içimizde hissettiğimiz kişidir.
Geçen hafta sonu Isparta Gönen İlköğretmen Okulundan dönem arkadaşlarımızla Pamukkale Karahayıt'ta bir araya geldik. Aradan geçen 44 yıl bizi fiziksel olarak değiştirse de duygusal olarak hiç değiştirmemişti. Birbirimizle kucaklaşmamız, okuldan ayrıldığımız günkü gibi sıcak ve içtendi. Anılarımızı paylaşırken yine çocuk ve gençtik.
Birbirimizi ilk gördüğümüzde 11-12 yaşında birer çocuktuk. 6 yıl birlikte öğrenmiş, birlikte üretmiş, birlikte büyümüştük. Bu süreçte hepimizin kişiliğine insan olmanın kodları işlenmişti.
Köylü ve yoksulduk. Okula vardığımızda ayaklarımızda pabuç, sırtımızda ceket yoktu. Ama zeki ve çalışkandık. Öğretmenlerimiz bize sormayı, araştırmayı, bulmayı, biçimlendirip sunmayı öğrettiler. Biz bilgiyi, yaşamın ışığı kılmayı Gönen'de öğrendik. Yaşam seçeneklerimizin arasında sorunun bir parçası olmak asla yer almadı; çünkü biz çözüm üretmenin yollarını öğrenerek yetiştik. Bu sayede dünyayı doğru algılamak ve ülke geleceği için doğru çıkarımlarda bulunmak, varlığımızın asıl nedenini oluşturdu. Hepimiz vurguncu, talancı düzenin aykırı çocuklarıydık. Bu yüzden yönetenler bizi pek sevmedi; ama biz halkımızı çok sevdik.
Kimileri için zaman, bugünle sınırlıdır. Onlar için dünya, kendi evi barkı, tarlası fabrikası; insan da anası babası eşi çocuklarıdır. Onların sorunları da çözümleri de kendileriyle sınırlıdır. Sakozy'nin uçaklarının Libya'yı neden bombaladığı onları ilgilendirmez. Onların Berlusconi'nin üç ay önce elini öptüğü Kaddafi'nin sarayını yerle bir ettiğinden haberi bile yoktur. Japonya'da ölen on binlerce insanın acısını içlerinde zerre kadar hissetmezler. Öyle bir felaketin her an kendi kapılarını da çalabileceği akıllarının ucundan bile geçmez.
O gece kimilerimiz Libya'yla ilgili tahliller yaparken, kimilerimiz Japonya'nın yaşadığı doğal felaketin nedenlerini ve geleceğimize etkilerini sorguluyordu. Galiba bizi 44 yıl sonra bir araya getiren arkadaşlık, aynı sınıfları, yatakhaneleri, yemekhaneleri paylaşmış olmaktan öte, bu ulus ve insanlık için ortak idealleri paylaşan bireyler olmamızdı.
Can Yücel, "Bilmelisin ki,/ Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!" der. Biz o bu hafta sonu, gerçek arkadaşlıkların arasına mesafeler kadar zamanın da girmediğini bir kez daha öğrendik. Bu buluşmayı düzenleyen arkadaşlara ne denli teşekkür etsek az.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Zeynep Fakıoğlu |
TANGO VE CASH
Bir gün uykum kaçtı.Öylesine işte,sebepsiz yere. Sosyal medyanın getirisi bir yerlere, sabah erken kalkıcak olmakla uykusuzluk iyi bir ikili olmadı gibi sözler yazdım yatakta sağa sola dönerken. Bir arkadaşımdan cevap geldi. ''Tango ve Cash de iyi anlaşamazdı ama iyi ikiliydiler'' diye.Benim de aklıma şu geldi direk ''Onlarda aksiyon vardı ama''…
Durdum, kara kara düşündüm. Benim hayatımda ne vardı. Aşk yoktu, iş yoktu, aksiyon hiç yoktu uzun zamandır… Ama umut vardı,huzur vardı,arkadaşlarım,ailem hala vardı. Şimdi ben işsizliğime ve aşksızlığıma üzülmeliydim yoksa geri kalanlara sevinmeli miydim bilemedim.Bunun bir dengesi yoktu sanırım.Hayatın herşeyi aynı anda verdiği insanlar var evet,ama onların da yazacak hüzünleri, kalemlerinden akıtacak yarım kalmışlıkları yok sanırım.Bu durumda ben şanslı tarafta kalıyorum aslında.
Sonra birden asıl olayın, neye nerden nasıl baktığına bağlı olduğu gibi edebi cümleler yankılandı beynimde.Dolu bardak boş bardak durumu yani.Ben bazen boş görüyorum bardağı bazen de dolu ki bu da iyi bir şey. Ama bir de daha bardağın kendisini göremeyenler var onları ne yapacağız onu bilemedim.
Sanırım bu uykusuzluk durumu önce edebi sonra karamsar ardından umut dolu ve en sonunda da soru işaretli bir konu haline geldi kafamda. Tango ve Cash Sendromu oldu çıktı. Bir film alt tarafı da işte nerden nereye insana neler düşündürüyor. Düşündürmekle kalsa iyi de bir de bunalım durumu yaratıyor.Kendini sorgulatıyor insana.
Sorgu sual durumlarını severim aslında. Tabi kendi kendime olduğum zaman. 25 yıllık hayatım var sonuçta. Az desen değil çok desen hiç değil.E insan arada düşünüyor neye sahibim,hayattan ne aldım ne verdim, neler yaptım, nelerim var diye. Çok saçma… Bizim hiçbirşeyimiz yok aslında.Emanet yaşıyoruz.Bir de aptal gibi emanet hayatlarımızdan parçalar gidince üzülüp ağlıyoruz. Boş yere paralanmalar, acı çekmeler, hüzünlenip karalar bağlamalar…
Hayata şöyle bir dönüp bakan varsa eğer, ama gerçekten bakan şöyle dolu dolu,anlamlı ve meraklı gözlerle o zaman anlar sanırım yazdıklarımı.Öyle büyük iddialarım yok tabi ki benim de. Hayatın sırrını çözdüm der gibi yazmak istemiyorum da yine de birşeyleri çözmüşüm gibi bir hisse kapılıyorum arada bir.Herkes bu hisse kapılsın istiyorum bir yandan da. Hayat tek başına çünkü… Çok olan biziz.Biz ona değil, o bize itaat etmeli.Biz umut istersek umut, aşk istersek aşk vermeli ve ancak istersek hüzün vermeli bize.
Tango ve Cash Sendromları yaşatmamalı hayat.Başka filmler çevirtmeli insana. Kendi filmlerini... Ancak o zaman kendimizi ona ait hissedebiliriz ve ancak o zaman o, kendini bize ait hissedebilir.Uykusuzluklarımız da daha güzel olur belki ''kurduğumuz hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine'' ve belki de uykumuzu getirecek kadar huzurlu ve mutlu hayatlarımız olur ya da anlamlı rüyalar görecek kadar güzel anılarımız. Kimbilir belki de…Belki de… Gerisini içinden söyle…
Zeynep Fakıoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
(KARMAŞA)2
Çok sevmişim ben seni, çok… O kadar toydum ki aşkta, bilemedim sana böylesine tutkun olduğumu! Ruhumdaki keşmekeşi kişiliğime yükledim, senin adın bile geçmedi. Bütün umursamazlığımla en sevdiğim şeyleri yaşarken, aslında senin en sevdiklerini yaşadığımı anlamam durdurdu her şeyi: zamanım durdu, kanım durdu, ruhum sana döndü yönünü!
Sen:
"Çayımı 2,5 şekerli içerim. Aşk gibi düşün; mutluluk tadında iki şekere buçukla eğlence… Şekerimin biri sen…"
Senin gibi:
Çayımı 2,5 şekerli içiyorum, içiyormuşum: Mutluluk tadında iki şekere buçukla eğlence / hüzün… Şekerimin en yakıcı tadı sen…
Boğazımdaki yumru birleşiyor o yakıcı tatla, yutkunuyorum gitmiyor, yutkunuyorum… Sensizliğin kokusunu bir kez daha çekiyorum içime: acıtarak, yakarak, en yakıcı!
Sen:
"Bir çarpma işleminin iki elemanıyız sevgilim, çarpıldıkça katlanan, katlandıkça birbirine dolanan, dolandıkça sonsuzluğa yol alan… Yokluk mu? Yok öyle bir şey! Yok eden karışmamalı çarpımımıza."
Ben:
Çarpanını kaybeden ruhumla anlaşma: Ruhum sana döndü yönünü, ben ruhuma…
Çarpım=Kalbim
Sadık, masum, aşk dolu çarpım…
Bir yanını kaybetmiş, "sen"siz, "son"suz çarpım…
Hiçbir çarpma işlemine uyum sağlayamayan çarpan, yanına başka bir çarpan almaya kalksa beş bilinmeyenli denkleme dönüşen çarpım…
Gittin… Sonsuz bilinmeyenli bir denklemin içine saldın beni, gittin. Şimdi bütün hücrelerim sen diye çıldırıyorken, içimdeki keşmekeşin her bir harfinin karesi sana dönüşmüşken, öyle dokunuyor ki sensizlik… Sayfalar dolusu çarpmaların çıkamadım içinden, eksik çarpansın, eksi çarpansın…
Sen:
"Öyle bir tutkuydun ki! Bir yanım seni isterken her dakika yanımda, bir yanım buz kesiyordu. Bir bakışınla erirken çıkardığın yangında, varlığın dondurucu bir soğuktu. Kaos ne melun bir kelime! Kaotik bir ilişkinin içinde buçuklarla beslenen sen ve ben, biz!"
Ben:
Buçuklarla eğlencem oldun, virgülden sonrasının sonsuza kadar devam ettiğini, katlandıkça dolandığımızı öğrettin.
Öğrettin ve gittin. Bir elimde kalbim, çarptıkça kırılan, kırıldıkça katlanan, katlandıkça işin içinden çıkamayan… Sen gittin, beni sonsuzluğa ittin: Çarpım=kalbim=? x kırgın
Hilal Bayram
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder BÜYÜK BAŞKAN SEN ÇOK YAŞA |
|
Hiç politikayla uğraştınız mı? Uğraşmadıysanız biraz ön bilgi vereyim: Politika, karşıdan bakınca keyifli gibi görünür; aslında değildir. Hatta zor iştir. İçine girip çıkan bir daha yaklaşmak istemez. Merak ediyorsanız bir kez girin; çok şey öğrenirsiniz.
Politikadan bir beklentisi olmayanlar, bir dönem girerler, meraklarının kefaretini öderler, çıkarlar. Bundan sonra parti binalarının bulunduğu sokaklar çok kalabalık görünse gerek arka sokaklardan dolaşırlar.
Ünlü politikacılarla resim çektirip evin, dükkanın duvarına asma merakında olanları bir yana koyalım; partilerin sürekli yöneticileri nasıl ya da niçin bu koltukta oturur dururlar bilir misiniz? Çok değişik amaçları olabilir; başkan kalayım saygınlığım olsun diyenler, ihaleciler, iş ve işçi bulma işleriyle uğraşanlar... uzar gider. Aslında partiye hiç bir yararları olmaz. "Ben partiden zengin miyim? Parti bana versin" mantığı ile hareket ederler. Parti de hiç bir zaman para vermez ya. Onların parti versin dediği, partiye hizmet için gelmiş, parasını pulunu harcayan, partilerin bulunduğu sokak çok kalabalık olduğu için, bundan sonra arka sokaklardan geçen, nesli tükenmekte olan partili türüdür.
Bakın, seçim kazanma şansı olan partilere sıradan adamları yönetici yapmazlar. İl, ilçe başkanı mı? Onu hiç yapmazlar. Öyle partilerin tapulu sahipleri vardır. Değerli politikacılarca parsellenmişlerdir. Onlar dururken "Sende büyük siyasi deha görüyoruz; partinin başına geç" diye size geldilerse, parti seçimi yitirmiş, borç bini aşmış, ödeyecek yiğit bir vatan evladı aranmaktadır, bunu iyi bilin.
…
Bunları nereden mi biliyorum? Bana bildirildi:
İşyerinde çalışıyorum; üç kişi çıktı geldi. Bizim partiden olmalılar. Bizim dediysem, eğilimli olduğum parti. Gelenleri az biraz gözüm ısırıyor. Hoş beş derken, biri hemen konuya girdi:
- Mehmet bey biz sana dargınız; vallahi de tallahi de dargınız!
- Durun, dedim; ne oluyor? Ne yapmışım?
Partici dertli:
- Ne olması mı kalmış? Memleket elden gidiyor, senin kılın kıpırdamıyor.
Biliyorum parti dibe vurmuş, bir arayış olması da doğal; ama ben ne yapabilirim?
- Çıkarın şu baklayı ağzınızdan, dedim.
Sözü, daha kelli felli, takım elbise kravatın ardından bizim köylerin ağzıyla konuşanı aldı:
- Beni bak gadeşim, biz partinin başını seni düşünüyoz.
- Nasıl?
- Nasılı masılı galmadı gari. Gosgocu partiyi ipsizin sapsızın elini mi bırakcan? Görenle bu memlikatın saabı yok mu demezle mi?
Ne kadar "Ben bu işlerden anlamam. Bilen biri yapsın" diye dirensem de, beni bir siyasi deha olarak görüyor olmalılar: "Sen de sen!"
Çaresiz, başkanlığı kabul ettik. Çıkarken yine o kelli felli olanı, bana olan güvenini yineledi:
- Partinin ikdidarı gelmesi, memlikatın gurtulması için seni güveniyoz gari Memidabe!
…
Baktım, partinin anahtarı kül tablasının yanında. "Üç gün içinde gelir" dedikleri atama yazısı da gecikmedi. Bende, partiyi ve memleketi kurtarma konusunda engin azim ve kararlılık sezinlemiş olacaklar, ertesi sabah erkenden elime tutuşturuldu.
O gün ilk kez partiye gittim. Baktım, karşıda bir masa, arkasında eski bir koltuk, çevrede plastik sandalyeler, sehpalar. Makam koltuğuma oturdum. İçimden "Çok da rahatmış" diye düşünürken, telefonun sesi sert sert zırlamaya başladı.
- Kimsiiin?
- Alo, ben ilçe başkanı…
- Hani kiralar dün ödenecekti? Hani namus sözüydü?
İşe bakın, daha ilk dakikadan namusumuza dil uzatılıyor.
- Ne kirasıymış o?
- Haa! Bir de kira borcunu bilmiyormuş gibi yap da, tam olsun!
Anlaşıldı parti burada kiracı. Arayan da mal sahibi. Bayağı bir hırgürden sonra
partiye geldi; altı aylık kira borcu varmış. Dünden ötürü ödenecekmiş, namus sözü verilmiş.
Sağı solu kurcaladım, hiç bir para belirtisi yok. Üstelik ortalıkta bizim particilerden de kimse yok. Kapıdan çıkarken"Seni güveniyoz gari Memidabe" diyenin adına Bahri demişlerdi. Onun telefonunu buldum. Meşgul biri olmalı bant kaydı yanıt veriyor; derinden metalik bir ses:
- Diyerli abonemiz, bugün kiraların son ödümü günüdür. Lütfen unutmayınız.
Ardından aynı metalik sesten bir slogan:
- Böyyük başgan, sençook yaşa. Böyyük başgan, sençook yaşa.
…
İkinci gün makamıma, kendisine altı aylık kira ödetilmiş, mazlum ama bir o kadar da gururlu bir ilçe başkanı olarak gittim. Başkan koltuğuna oturup çay içmek nasıl oluyormuş, kendime bir çay söyliyeyim, derken, içeri iki genç girdi. "Buyurun" dedim, biri söz aldı:
- Elektiriği keseceğiz. İhbara rağmen borç ödenmemiş.
Elimle durun işareti yapıp hemen telefona sarıldım. Bildiğim tek telefon Bahri'ninki:
- Alooo!
Banttan yine aynı metalik ses:
- Diyerli abonemiz, bu bi teyip gaydıdır. Aman aletirek borcunu ödümeyi unutmayınız; keserle meserle…
Arkadan aynı slogan:
- Böyyük başgan, sen çok yaşa. Böyyük başgan, sen çook yaşa.
…
Çok sinirliyim, üçüncü gün makamıma bile gitmedim. Ama, bir kez işin içine de girmiş bulunduk; o gün işyerine bir kız çocuğu çıktı geldi. Partinin eski sekreteriymiş. Seçim öncesi üç ay çalışmış, bir kuruş para alamamış. İnatçı da bir şey. Eski yöneticileri aramış bulmuş, onlar da "O işlerle başkan ilgileniyor" deyip bana göndermişler. "Para mara yok. Ben yeniyim, ödenek gelmedi" filan desem de dinlemiyor. Artık burasına kadar gelmişmiş. Parasını almadan şuradan şuraya adımını atmazmış. Çaresiz yine Bahri'yi aradım. Bahri işinin ehli ve her zaman hazırlıklı. Yine o metalik sesle: - Diyerli abonemiz, bu bi teyip gaydıdır. Siz siz olun, çalışanların ücretini teri gurumadan ödeyin. Allahın hoşunu gide!
Sonra bilinen slogan "Böyyük başgan, sen çook yaşa!"
…
Dördüncü gün yine doğru partiye gittim. Makam koltuğuma oturdum; işyerime bir
telefon edeyim de, partide olduğumu bilsinler, dedim. O da ne, telefon kesik. İçimden, kesikse kesik, cepten ararım, diye düşünürken, cep telefonuma bir mesaj geldi. "Değerli abonemiz, kardeş şirketin faturasını ödemeyi unutmayınız. Ayıp olur!" Ardından yine bilinen slogan "Büyük başkan, sen çok yaşa."
Böylece bizim Bahri'nin mesajlarını İstanbul Türkçesiyle çektiğini de öğreniyordum.
Beşinci gün, artık tüm borçlar ödendi, rahatım, diye huzur içinde partiye vardım. Baktım binada temizlik var. Tüm çöpler alınmış ama bizimkilere dokunulmamış, kapının önünde öylece duruyor.
- Partinin çöplerini niye almadınız?
Çöpleri toplayan daha benim başkan olduğumu bilmiyor:
- Bunlar, borcunu ödemiyor. Yönetici, temizliğine bakmayın, önce genel gideri ödesinler, dedi.
- Peki böyle mi kalacak?
- Yöneticiye "En kısa zamanda bir angut bulup topluca ödeteceğiz" demişler ama, nasıl bir krediyse, çıkmadı bir türlü.
Bu kez daha da sinirlendim. O sinirle yine Bahri'yi aradım. Bahri bu kez hazırlıksız yakalandı; ses kaydedememiş. Ama akıllı adam, bir yandan da inandırıcı olmaya çalışıyor:
- Diyerli abonemiz. Valla billa bu bir teyip gaydıdır. Bilisiniz, temizlik di imandan geli.
Genel gideri öde, demek istiyor.
- Bahri, dedim. Seni hemen görmem gerekiyor.
Ne çare adam kararlı:
- Diyerli abonemiz; beni görmek demek, illaki yüzümü görmek demek deyildir. Apartıman yöneticisini görseniz di oluu.
Ardından, "Böyük başkan sen çok yaşa!"
…
Böyle böyle partiyi borçtan, arkadaşları sıkıntıdan kurtardık. Tüm giderler gününde yapıldığından, parti oldu bir dikensiz gül bahçesi. İyice yükselişe geçene kadar da başkanlık tartışmasız sürdü.
Gün geldi, parti oyunu iyice yükseltti, seçimleri kazanma şansı doğdu. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Büyük bir potansiyel yakalayan partinin, belli etmeseler de, aslında on yedi tane daha başkan adayı olduğu ortaya çıktı. Hem de, ben üç yıldır dört tane gönüllü çalışma arkadaşını yanımda göremezken, bunların her birinin yanında yirmişer yandaşı var. Hepsi de yoğun biçimde benim işgalci olduğumu yaymaya başladılar. Hatta adaylardan biri de bizim metalik sesli Bahri. Her yerde konuşuyor:
- Şindi gari, Memidabe başgan ol dedisek, gee goltuğun içini çöreklen mi dedik? Bi isanın hatdini bilmesi ilazım, ölü demi?
Aday adaylarının her birinden buna benzer eleştiriler gırla gitmeye başladı.
…
Bir gün genel merkezden bir faks geldi. Sayın genel başkan çalışmalarımızdan çok memnunmuş, başarılarımızdan ötürü bizi özellikle ziyaret edecekmiş.
O gün parti, tıklım tıklım doldu. Öyle ya, on yedi aday, yirmişer yandaş… Partililer binanı dışına taşıyor. Genel başkan geldi; ama yanına yaklaşmak olanaklı değil. Önünde adeta etten bir duvar. Ben arka tarafta, oturdum bekliyorum. Bir ara genel başkan merak etmiş:
- Arkadaşlar ilçe başkanımız yoklar mı?
Öndeki etten duvar koro halinde ses verdi:
- O bittiii!
Genel başkan yanıta çok şaşırdı:
- Öldü mü yoksa? Öldüyse, bari kabrini ziyaret edelim.
Bu sözlerin üstüne, bizim kalabalık içini dökmeye başladı: "Ölmedi lavlaz!", "Gebermeyo ki!", "Fırsatçı. Kıçını koltuğa yapıştırdı", "Makam işgal altında!", "Demokrasiye engel", "Liyakatsiz", "Memlikat elden gidiyoo!"…
Biri de her şeye rağmen başkanlığı bırakmayışımın arsızlık olduğunu düşünmüş olmalı, bağırıyor:
- Yüz isteeer!
Bir başkası arttırıyor:
- İki yüz isteeer.
Biri bu ikisine destek çıkıyor:
- Rüşfetçiii!
…
Arada konuyu anlamayıp ne dediği belli olmayanlar da var:
- Ozon tabakasını deldi!
- Küreyi ısıttı!
- Küpleri boşalttı!
Bu sözler üzerine partililer topluca bağırıyor:
- Açıııız!
…
Sayın genel başkan, bu kadar kötü bir adamı çok merak etmiş olmalı:
- Nerde bu adam. Hemen bulun getirin!
Bu sözler sanki Musa'nın keskin kılıcıydı. Etten duvar Kızıldeniz gibi ikiye ayrııldı. Sayın genel başkanla yüzyüzeyiz:
- Nerelerdesin başkan?
Elimdeki kâğıdı uzattım:
- Hoş geldiniz efendim. İstifa dilekçemi verecektim. Değerli arkadaşlardan bir türlü ulaşamadım.
Önce bir şey anlaşılamadı, bir sessizlik oldu. Ardından sevinç çığlıkları, bağırışlar:
"Böyyük başgan, sen çok yaşa!
Böyyük başgan, sen çoook yaşa!"
Mehmet Önder av.mehmetonder@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-5
*- Kusursuz insan aramak, çölde su aramaktan daha zor bir iştir.
*- Kendi soframdaki bir dilim ekmeği kral sofralarına değişmem.
*- Zaaflarını bil, insan olduğunu o zaman daha iyi anlarsın. Çünkü buna herkesin ihtiyacı var.
*- Aşırı iyimser bir insanın aşırı kötümser insandan ne farkı var? İkisi de aynı aldatmacayı yaşamıyorlar mı?
*- İnsanlara değer ver, ama hak ettikleri kadar. Eğer bu konuda ölçüyü kaçırırsan bil ki düşmanlarının da sayısını artırdın demektir.
*- Cömert olmakla övünen iyilik budalası olmaktansa, cimri olmayı yeğlerim.
*- İnsanlara zarar veren bilgiyi, bilimlerden ve kitaplardan çıkarıp atın!
*- Hayatı sana zehir eden hasta ruhlu bir kişi ile hala yaşamaya devam ediyorsan, bil ki sen, ondan da anormalsin!
*- Nice büyük insanlar(!) gördüm küçücüktüler, nice bilgili insanlar(!) gördüm karacahildiler.
*- Sana çelme takıldığında düşmeyeceksen bile düşecekmiş gibi yap, yoksa daha sert bir darbe ile karşılaşırsın.
*- Güç sensin, çare sensin, umut sensin, kurtuluş da sensin; etrafına boş yere bakınıp durma!
*- Hata yapmaktan korkan, yaşamaktan vazgeçmiş demektir.
*- Hangi hayvana benzemek isterdim biliyor musunuz? Kaplumbağaya. Sırtında taşıdığı güvenli evinin içinde ne kadar da rahat. Hiç acelesi yok. Adımlarını yavaş yavaş atıyor. Oldukça gamsız. Eh, ömrü de bizimkinden çok fazla. Daha ne olsun?
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Reklamlar - Herkesin Anayasası Kendine |
|
Son zamanlarda yeni bir moda başladı : Anayasa.. Yazan yazana... Cep kadar olanı var, Müşteri için "Hak-Hukuk" hazırlayanı var, hatta "Cumhuriyet" dışında kalan herşeyi değiştirmeye bile kalkanı var. Kısaca; yazan yazana.. Üstelik; yazmakla kalmayıp azan azana..!
"Mahkemeye vereceğim seni, bu fikri benden arakladın" diyen operatör var.
"Pşşıııık, asıl sen benden arakladın, ne hakla, 35'e bakla..!" diyen öbür operatör var..
Her ikisiyle de;
"Hakkımı isterim.. İmza: Hakkı'nın karısı.." diye kafa bulan bir üçüncü operatör var..
Tepkileri üzerine alınca;
"Ben yazmadım, ahan da onlar yazdı" diye kıvıranı bile var...
İşin içine müşteri hakkı, tüketici hukuku gibi kavramlar girince ister istemez "Anayasa" gibi maddeler düzenleniyor elbette. Geçenlerde de "Yuvarlak Masa" etrafında ısmarlama maddeler yazdıran, bir kısım medyatörü azdıran, diğer kısmı kızdıran, 5 maddelik manifesto çızıktıran "Türkiye'nin Ümüğünü Sıkan İçimizdeki Adamların Densizliği" bile vardı. Bunlar vakti zamanında bir hükümetin de ümüğünü; gazetelere çarşaf çarşaf verdikleri ilanlarla sıkmışlardı.
Her neyse; o maddelere baktığımızda birbirine hayli sayıda benzer ve özellikle hak-hukuk içeren çarpıcı sloganlar görmekteyiz :
Şeffaflık, Destek, Kalite, Acil İhtiyaç, Eşitlik, Seçme, Vazgeçme, Güvenlik, Mahremiyet, Geri Bildirim gibi.
"Breh breh..!" dedim ve sizler için araştırmacı kahvecilik yaparak konuların uzmanlarına kestane kebap, acele cevap sorular sordum.
Soru : Efendim, bu bir çeşit ANAYASA maddesi gibi, ne diyorsunuz ?
Önce adını düzeltmek lazım, anayasa gibi felan olmaz, babayasa gibi birşeyler hazırlanmalı. Sonra bana getirin, babalar gibi satmazsam... - UnaOnuBunuKatan Ağbi
Soru : Efendim, bir MAHREMİYET konusu var ?
Mal gibi dalmayacaksın Hocaaam, orada mahremiyet var.. Bu eyyamcılar bunu görmezler, neden ? İşlerine gelmez de ondan Hocaaam.. Oynat Uğur'cuğum, bak gör kim kimin mahremiyetine dalmış ? Neler olmuş neler Hocaaam ..? - KodumuOturttururoğlu Ağbi
Soru : Efendim, bu ŞEFFAFLIK konusunda düşünceleriniz acaba nedir ?
Kih kih kih..! Yahu bunlar.. Heh heh hee..! Yani bana da öyle şeffaf.. Kah kah kah..! Neyse, ben asıl konuya döneyim, ben olsam derhal gönderirdim Haci'yi de Adnan'ı da.. Ben bunu küçüklüğünü de biliriö, şeffaflık neymiş ..? - HıncınıAlmadanGitmeyen Ağbi
Soru : Efendim, şu VAZGEÇME hususunda ne diyorsunuz ?
Dün dündür, bugün de bugün..! Vazgeçebilirsiniz elbette.. Binanaleyh, siz vazgeçmek istediniz de biz mi içtik ? Bana vazgeçme dedirtemezsiniz.. Gün olur vazarım, gün olur geçerim..! - DemirKolluÇoban Ağbi
Soru : Efendim, bir de şu GÜVENLİK konusu var ?
Güvenlik derken milli olanı kastettiniz herhalde. Netekim, ben bu milli olan güvenlik konusuna kati suretle.. Du bi bakayım hangi ayetin hangi suretiydi o ? Her ne suretle olursa olsun laf söyletmem. Netekim, bu konuda laf söyleyenlerden 3-5 tanesini sallandırdık mı Taksim'de, görün bakın güvenliği..! - DevrenNüRessamı Ağbi
Soru : Efendim, KALİTE hakkında ne diüşünüyorsunuz ?
Kalite çok önemli, şeyini de unutmamak lazım elbette... Şimdi kalitesini şeyttiğimin şeyi, bak şimdi, kal deyince nasıl da gözlerim şeytti... Neydi o timsahın kaliteli şeyleri ? Timsah deyince de aklıma şeytti, iyi mi ? Aaah, ah ! - TimsahGözyaşlarıŞeyttiren Ağbi
Soru : Efendim, DESTEK konusundaki projeleriniz nedir ?
Destekliyorum elbette.. Hatta; 100 TL destekle bu evler satın alınacak dedim, uçma dediler ama satın alındı.. Uç diyorlar ama 5 milyon dolar destek istedim. Şimdi de; 10 milyon dolar ver, biz de destek olup seni uçuralım diyorlar... - İlahiAliiii Ağa
Soru : Efendim, şu EŞİTLİK hususunda ne diyorsunuz ?
Efeniiim, sizin için de eşitlik konusunda çok hassas demişlerdi. Benim merak ettiğim; doğuştan mı reşit, sonradan mı eşit oldunuz efenim ? Sizin için çeşit çeşit laflar edenler var, ben anlamadım.. Türkiye'nin yarısı merak içinde.. Hatta; diğer yarısı olan 70 milyon bu konuda bizi aradı. Bu arada acı var mı efenim, acı ..? - MahalleninMuhtarı Ağbi
Soru : Efendim, şu GERİ BİLDİRİM hususu var, ne dersiniz ?
Biz bildiriyoruz hem vallahi hem billahi..! Şu ve de şu hatta şu diyoruz, işlem tamam.. Geri konusunda çooook bildirim yaptık, çok ilerledik.. Hatta; geri bildirim konusunda o kadar ileri gittik ki, elalem bizi örnek alır oldu. Kazan kaldırdılar, kabak çiçeği gibi açıldıkça açıldılar... - ÇiçekBöcek Ağbi
Soru : Efendim, şu SEÇME hususu ?
Seçmeyin kardeşim..! Hepsi seçmece değil mi bunların ? Seçme diyoruz laf ola, anlayan beri gele.. Hem yüreğini dağlarsın zorbaya, hem ağlarsın çocukların için bir tas çorbaya, yetmez gibi bir de donunu bağlarsın bir torbaya..! - Batandaş Ağbi
Sonuçta; herkesin anayasası kendine..
Biz niye düşüyoruz ki operatörlerin derdine ..?
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ağız kokusu
bak uyandım ben/ çarşaf kırmızı ve ıslak/ ve kırışmış/ odamı da topladım
/saçlarımla uğraşıyorum/bi kesiyorum
/bi yalıyorum/ dudaklarım kırmızı oluyor
/çürüyor muyum?/oda loş
/bu sabah da yok/ 'soğuk, üflüyor pencerenin altından
/ben hala üşümedim/ ben çok uyandım
/uyandım çoktan/ amma velakin
/alarm hala uyuyor
/ben ispanyolca konuşuyorum/ yastık bile beni dinliyor
neler diyorum acaba?
/peki ya sen!/ neden bacakların
/ısıtmıyor benimkileri.
Nur Bilgin
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Toplam 7886 imajın birleştirilmesiyle oluşturulan 80Gb olarak tanımlanmış bir fotoğraf görmek isterseniz http://www.360cities.net/london-photo-en.html . Londra'dan bir bölge için hazırlanmış olan bu fotoğraf çalışması gerçekten takdire şayan bir emek ile gerçekleştirilmiş. Çalışma 360° yani panoramik olarak hazırlanmış. Çalışmanın en güzel tarafı zoom yaptıkça detayları net olarak görebilmeniz olmuş. Arabaların plaka numaralarından, okunan gazetenin başlıklarına kadar yaklaşabiliyorsunuz. Oldukça büyük olduğu için zoom yaparken biraz sabırlı olmalısınız. İyi seyirler.
Cep telefonunuza mp3 seçip zil sesi yaparken kullanabileceğiniz online bir uygulama tavsiye ediyorum. Diyelim ki bir mp3'ünüz var ve sadece 8.sn ile 21.sn arasını kullanmak istiyorsunuz. Öncelikle http://cutmp3.net/ web sayfasına giriyorsunuz. Open mp3 kısmından istediğiniz parçayı yüklüyorsunuz. Başlangıç ve bitiş noktalarını belirleyip isterseniz parçanın son durumunu dinliyorsunuz. Cut tuşuna bastığınızda hazırladığınız parçayı bilgisayarınıza kaydedip, dilediğiniz ortamda kullanabiliyorsunuz. Gördüğünüz gibi bu uygulamayı kullanabilmek için uzman olmaya gerek yok. İyi eğlenceler.
Türkçe ya da altyazılı film indirmek ve seyretmek için http://www.htfilmindir.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Sağlam bir arşive sahip olan bu yapıda onlarca ve hatta yüzlerce film var. Detaylı anlatmaya gerek yok, her açıklama bu web sayfasında anlatılıyor.
Her türlü film, müzik, resim, oyun ve daha fazlası için orta seviye bir kaynak http://www.somurgen.com/ . Birkaç inceleme yaptım, gerçekten çok faydalı bilgiler ve sağlam kaynak dokümanlar mevcut. Hatta dil ya da program öğretimiyle ilgili kaynaklar bile var.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|