Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 9 Sayı: 1.862

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Nisan 2011 - Fincanın İçindekiler


  • KEL BAŞA ARAP SAÇI ... Seyfullah Çalışkan
  • HEKATE'NİN DAĞLARI ... Hamdi Topçuoğlu
  • Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 10 ... Nevriye Hamitoğlu
  • Libya'ya bir de buradan bakın ... Cüneyt Göksu
  • ATALARIMIZIN BIYIKLARINA MAAŞALLAH ... Mehmet Önder
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-6 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • YeGeSe ... Ahmet Şeşen


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bilgisayar çöktü!..


    Merhabalar,

    Parçalandık. İşin özü bu, parçalandık. Bir memlekette ayrı hayatlar yaşıyor, apayrı hayaller kuruyoruz artık. Top çevirmeye gerek yok, bu yolun dönüşü yok çünkü. Aynı tasa bakıp, kimimiz dolu kimimiz boş der olduk. Gerçekle düşü ayıramıyoruz. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar, hop diyemiyoruz. İki kere ikiye beş diyenlere secde edenlerin memleketi olduk. Allah sonumuzu hayretsin.

    Vatandaş şifre diyor, matematikçi algoritma. Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bir milyon yediyüzbin genci şüphe girdabına sokuyor sonra kefaletle temizlemeye çalışıyorlar, olmuyor. Varlığı kesin olan şifrenin yokluğuna yemin ediyor ÖSYM başkanı, bakanı, eski bakanı, YÖK başkanı, cumhurbaşkanı kefil oluyor. Hepsi aynı ağızdan "birilerinin oyunu" diyor. Bozacının şahidi şıracılar ordusu mübarek. Savunmaya geçmenin suçu kabullenmekle eşdeğer olduğunu bile akıl etmekten yoksunlar. Ne işten anlıyorlar ne de söyleneni dinliyorlar ama "vallah billah sorun yok" diye kendilerini paralıyorlar.

    Hasbelkader bilgisayarla, programcılıkla haşır neşir olan biri olarak iyi bilirim. Bu merete ne verirsen onu alırsın. Almadan veren makina yok henüz. Bir milyon yediyüzbin tane farklı soru kitapçığını hangi rastlantısal algoritmayla oluşturacağını söylemezsen alamazsın doğru cevabı. İlla ki vermelisin sonra da çıkanı beklemelisin. Algoritmayı hazırlayan kim? Programı yapanlar. Kim bunlar? ÖSYM'nin ihale iptal edip sipariş verdiği tanıdıklar. Hepsi belli. Sizce bu adamlar hangi takımı tutuyorlar? Siirtspor'u mu, Ünalan Gençlik'i mi? Peki, bu algoritmayı programa fısıldayanlar, aynı bilgiyi kulaktan kulağa oynadıkları eş ahbap dostlarına da fısıldayamazlar mı? Fısıldarlar diyoruz çünkü artık hiçbirine güvenmiyoruz.

    Anlaşılan o ki, şifreleme doğal olarak var. Soru, bu bilgi birilerine uçtu mu? Uçtuysa rantını kimler yedi? Bunun cevabını veremeyeceksen iptal edeceksin sınavı. Ardından da istifa edip defolup gideceksin. Bir daha da elinin tişörtüyle milletin istikbaline karışmayacaksın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KEL BAŞA ARAP SAÇI

    Bu gün içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Uyumak istemiyorum, yemek yemeyi, şarkı söylemeyi bile…. İçimde kocaman bir bulut var. Kocaman gri bir aydınlık. Kurşun gibi ağır ellerim, başımda milyonlarca karınca. Kalkıp doktora gitsem ya kolesterol diyecek, ya tansiyon. Beslenmeme karışacak ihtimal… Spor yap sabahları, kilonu azaltmalısın biraz, sigarayı hala bırakmadın mı diyecek adım gibi biliyorum. Bahar yorgunluğundan söz eden gazetelerin hepsi de başka bir masalcı teyze. Yazdıklarına inanasım gelmiyor. Bütün ağaçlar salkım saçak çiçek. Ama hala hava soğuk ve kapalı… Böyle bahar mı olur? Şeftaliler ayazda kavruldu kavrulacak.

    Bir haftadır güneş yüzünü göstermiyor. Hem soğuk, hem kapalı... Dağlar bir sise gömülmüş. Üreğil Köyü'nden İznik gölüne bakıyorum. Gölün kıyısı ve sazlıklar seçilebiliyor ama sonrası yok. Göl bitmiş sanki, yaprak kımıldamıyor. Ne bir martı, ne bir dalga? Öğleye doğru bir haber geldi. Radyodan duymuşlar. Dutluca köyünün ormanlık alanına bir helikopter düşmüş. "Ölen vardır mutlaka," dediler. Uçak düşse pilotlar kurtulabilirdi belki…. Ama helikopterlerde pilotları fırlatan koltuk sistemi yoktur." Şom ağızlılar. Belki kimse ölmemiştir. İçim daralıyor, kendimi dışarı zor attım.

    Demirci'de Çereşe Meydanı'na yakın bir kahve vardı. Biz oraya Zeki'nin Kahvesi derdik. Sivri kafalı bir Hasan Amca vardı. Yaşı yetmişe yakın. Elektrik teli düşmüş üstüne bir şey olmamış. Kocaman kirazdan kafası üstü düşmüş burnu bile kanamamış. Kaplumbağa kabuğundan daha sert kafam var benim derdi. Bastonunu alıp şakacıktan başına vururdu. Acayip bir ses çıkardı. Tahta desem değil, demir belki de… Bir yazılı kağıt ver bana,"derdi. İsteğin kişiyle tokuşayım. Tuz kabağı gibi yarılır onunki. Ama bana bir şey olmaz. Kağıt yazmadan olmaz. Başıma bela sarmayı istemem. Ben bazen şakacıktan ona tos vururdum. O gözlerini bile kırpmaz ama benim kafam acırdı. Ben kafamı ovuştururken yaşlılar gülerdi. Ağızlarında tek tük bir iki diş… Ben de onlara gülerdim. Geçip giderdik. Zamanla beton kafalı Hasan Amca'yla toslaşmadan tek bir gün bile geçirmez olmuştuk. Ve gülüşmeler olmadan. O kahvede bir şey öğrendim. Yaşlı insanlar en çok ölümle dalga geçerlerdi. Birbirlerine "Bu kışı da çıktın Hüseyin, Mahmut, Yusuf…"derlerdi. Önümüzdeki kış artık kader kısmet.

    Bildiklerimizin öğreneceklerimizin yanında çocuk oyuncağı olduğunu insan kırklı yaşlarında zar zor fark edebiliyor. Gaziantep'te körler okuluna gittim. Bir iki saatlik bir seminerim var. Bütün eğitim dokümanlarım görsel ağırlıklı materyallerden oluşuyor. Deneyimli ağabeylere sordum. Burada nasıl seminer yapılır? Ne sorumu ciddiye alan, ne de yardımcı olan çıktı. Gece gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar döndüm durdum. Görselleri mümkün olduğu kadar sesli hale getirmeye çalıştım. Birkaç kişi dışında grubumun hepsi görme engelliydi. Ne oldu, nasıl oldu anlayamadım. Çalışma son derece keyifli geçti. Birbirlerine tutunarak yanıma kadar gelip teşekkür ettiler. Benimle tanışmak isteyenler oldu. Programdan sonra birlikte biraz sohbet etmeye zamanımız da vardı. Görme engelli insanların bütün esprileri kör olma üzerineydi. Bana göre onların görme yoksunluğu önemli bir sıkıntıydı. Ve bu onları yaşamdan ve diğer insanlardan koparıyordu. Yanılmışım. Ne körlüğü dert eden vardı. Ne de kendini bir şeylerden yoksun sayan. Yaşama delicesine sarılmış, büyük bir keyifle her anın tadını çıkaran kocaman bir aile ile tanıştım. Belli ki Behramoğlu'nun şiirini benden önce okumuşlardı. "Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var, Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına…

    Siz bilmezsiniz? Üreğil'de bir Elif var. On yaşında. Ne kar olup tozuyor? Ne de sevdalarda geziyor. Küçücük daha, minicik, ela gözleri ışıl ışıl. "Helikopter düşmüş az önce karşıki köyde. Bazı insanlar sevdiklerini yitirmiş. Can evlerine ateş düşmüş,"desem. Ela gözlerinin rengi çekilir. Göl gibi sus pus oluverir birden. Bu serçeler daha uçmayı bile öğrenemediler. Varsın cıvıldasınlar gün boyu. Sustum, hayranlıkla onları izledim. Yazılarını bitirmeye çalışırken Zafer başını kaşıdı, arka sıradaki Şevval gözünün önüne düşen perçemini düzeltti. Can Suyum, tırtıllarım, böceklerim, yeryüzünün en muhteşem kelebekleri. Ölüm sizden uzak dursun.

    Berra'nın aklına bir soru takılmış. " Benim evde küçük bir kaplumbağam var. Onlar nasıl yavrular öğretmenim? Elbette insanlar gibi yavrum. Bayan kaplumbağanın doğum sancıları başlar. Hemen eşi bir ambulans çağırır. Anne kaplumbağa apar topar hastaneye kaldırılıp doğumhaneye götürülür. Eşi de ona moral verir. Fü fü fü nefes ver. Sakin ol, nefes ver. Doktor eğilip örtünün altına bakar. Hadi gayret bebek geliyor der. Hadi biraz daha ıkın. Kan ter içinde kalan anne kaplumbağa kan ter içinde bütün gücüyle ıkınıp küçücük bir yumurta dünyaya getirir. Sonra bir tane daha ve belki birkaç tane daha... Ve onu torağa gömer. Günler sonra hastane faturası gelir. Erkek kaplumbağa faturayı görünce tepetaklak düşüp bayılır. Bakar ki pabuç pahallı eşinden ayrılmaya karar verir. Bütün çocuklar gülmekten salkım saçak, hepsi yerlerde…

    Bu gün havada bir acayiplik var. Üreğil Köyü İznik gölüne bakıyor. Sazlar zeytinlerin kadar uzun, kıpırtısız. Ne bir kuş, ne bir dalga… Gölün kıyısı var ötesi yok. Geniş sular sisler içinde kaybolmuş. Günün hangi saatindeyim, bilmiyorum. Yağmur gelse ansızın acaba yıkanır mı gökyüzü? Güneşi özledim ben. Aklımda kocaman bir çıkmaz sokak. Ne yana gitsem, nereye baksam nafile… Çay içesim bile yok. İyi değilim arkadaşlar. Bu gün benden fayda yok. Yeni bir güne, yarına varana dek beklemeli en iyisi. İnanmazsanız bakın şu televizyona. Türkü bile ziftten kara, katrandan koyu.

    Sarıkamış Altın Bulak
    Soğanlı'yı Biz Nerden Bilek
    Bizim Uşak Göycek Gezer
    Ağca Zıbın Kara Yelek

    Yüz Başılar Bin Başılar
    Tabur Tabur Karşılar
    Bir Kar Yağar İnce İnce
    Yatan Şehitler Işılar

    Gözünü Sevdiğim Eşe
    Tekerin Dayandı Taşa
    Seferberliği Durdur
    Elin Öpem Enver Paşa


    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,409,409,409,409,409,409,409,409,40
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      HEKATE'NİN DAĞLARI

    "Bölgemizin jeolojik ve jeomorfolojik yapısından dolayı ilimizde oluşmuş madencilik sektörü ve bunlara bağlı olarak gelişen cevher zenginleştirme ve sanayi kuruluşlarının faaliyetleri ile; doğal kaynaklar tahrip edilmekte, faaliyetlerin sona ermesini müteakiben faaliyet alanının rehabilitasyonu yetersiz (yapılmakta) veya hiç yapılmamakta, bu konuda verilen taahhütler yerine getirilmemekte, bunların faaliyetleri sırasında alıcı ortamlarda kirlilik yaratılmakta; ayrıca söz konusu faaliyetlerle ilgili olarak, ilgili kurum ve kuruluşlarca yapılan denetimler yetersiz kalmaktadır. Tüm bunlar, konunun çevre ile olan sorunlarını oluşturmaktadır."
    (Aydın Valiliği İl Çevre Orman Müdürlüğü
    Aydın Çevre Durum Raporu- Aydın 2009)


    Sabah Stratokikeia'yı gezerken hava birden kararıyor. Aksivri'ye doğru bakıyorum. Arkası dolu, Bencik dağların üstü de kararmış. Gruba yeni katılanlardan biri:
    - Hava bulutlandı, diyor
    - Olsun, nisan ucunda başka türlü hava olmaz ki buralarda. Bir bulutlanacak, bir açacak; bir ıslatacak, bir kurutacak.
    Bugün hedefte Gökbel dağları var. Ben o dağlara Hekate'nin Dağları diyorum. Yağmur şakır şakır yağsa da o dağlarda taşın, suyun ve zeytinin şiirini dinleyeceğiz.
    - Kayalar niye böyle ışıl ışıl? Yağmurda başka, güneşte başka ışıldıyor.
    - Dolunayda daha başkadır, diyorum. Her kayada doğumun, hayatın ve ölümün Tanrıçası Hekate vardır. Bu kayaların böyle başka başka olması da bundandır. Çünkü hayat asla kendini tekrar etmez.
    Bir arkadaş, deklanşöre basarken "Panta Rei, panta rei" diye yineliyor .
    - Evet, her şey akar, Efesli Heraklit'ten önce de akardı şimdi de akıyor, diyerek açıklıyor bir başkası.
    - Şu suyun sesini duyuyor musunuz? Kendisi nerede peki?

    Bir dev kayanın dibinden çıkıp bir başka kayanın altında yitip giden suların encamını merak ediyoruz. Özenle dikime hazırlanmış avuç içi bahçeleri yeşertir mi ki bu sular?

    Aşağısı Bayram, yukarısı Veli… İkisinin önünde de Hacı var. İkisi de yüzyıllar içimde yoksulluğun giysisini üstünden atmamış, atamamış. Oysa ikisi de eşsizler. Biri sırtını milyonlarca yıl içinde oluşmuş dev kayalara dayamış, öteki ovaya, kayaların arasından bakıyor. Göz ucumuzda Lagina. Sonrası minik tepeler arasında uzayıp giden bir ova, Akgedik ve Muğla…

    Muğla, ne kadar da uzak buralara. Dünyada benzeri olmayan bu dağları yüzyıllarca görmemiş, görünce de karnını deşmeyi, hallaç pamuğu gibi atmayı hak bilmiş.
    - Bunlara gnays kayaları deniyor.
    - O da ne demek?
    - Yüz milyonlarca yıl önce, milyonlarca yıl içinde granitler yer kabuğunun hareketleriyle kırılmışlar. Bu kırıklara da kuvarsitler, feldspatlar dolmuş. Yine milyonlarca yıl içinde bir bedende basınçla, ısıyla bütünleşmişler. İşte bu çoğul bedenli kayaçlara gnays diyorlar.

    Hekate'yi bildiği her halinden belli olan biri:
    - Lucius Apuleius, "Metamorfozlar" kitabında Hekate'yi anlatırken bu metamorfoz (başkalaşım ) kayalarını görmüş olmalı, diyor.
    - Şimdi paletini, fırçasını tuvalini kapan ressam buraya gelmeli, diyor Nebahat (Tokgöz). Ne de olsa ressam gözüyle bakıyor doğaya.
    Birkaç yıl önce bir maden firmasında bize bilgi veren genç bayanın sözlerini anımsıyorum:
    "Dünya Feldspat yataklarının %85'i Türkiye'de. Bunun da %85 bu masifte.Çıkardığımız feldspatın %85'ini ham madde olarak ihraç ediyor, işlenmiş olarak da ithal ediyoruz."
    "Ya kuvars?"
    "Buralar kuvars bakımından da zengin. Ancak en kalitelilerini çıkarıp sattık."
    "Bu kayalardaki feldspat ve kuvarsları öyle bırakacak mısınız?"
    O bir madenci. Sorumun ne denli aykırı olduğunu fark etmiyor bile.
    "Hayır, elimizdeki kolay işlenebilen rezerv bitince elbette onlar da sizin evinize tabak, cam, banyonuza seramik olarak gelecekler."
    En genci 100 milyon yaşındaymış bu kayaların. Bunca zaman içinde her saniye başkalaşmaya devam ediyorlar.
    - Onun için mi böyle bize her bakışımızda farklı bir görünüm sunuyorlar.
    - Onlardaki başkalaşımları çıplak gözle izlememiz olanaksız. Şu gördüğün burun, şu gördüğün göz için binlerce yıl gerek.
    Bir dost, koluma girip sıcacık sesiyle:
    - Bak, diyor kayalar kilimlerini sermiş, bizi bekliyor. Haydi gidelim, dost meclisi kuralım üstünde.
    O nar kırmızı yosunların üstüne hiçbirimizin oturmayacağını hepimiz biliyoruz.
    - Kayanın kanı mı desem, çığlığı mı?

    Amelie, artık gözleri çok az gören bir jeolog. Üniversite eğitimini Hollanda'da yapmış. Buraları gözleri görürken de gezmiş. Şimdi kayaların bağrında biten kekiklerin, fıstık çamlarının, zeytinlerin kokularını almak için aramızda.
    - Bu doğa Hollanda'da olacak, dünyayı Hollanda'ya taşırlar diyor.
    Yollar dar, koca otobüs yokuşu artık tırmanamıyor.
    Yaşı seksenini aşmış ünlü ruh doktoru Ergon Mengi bastonuna yüklenerek tırmanıyor yokuşu. Neredeyse her adımda bir mola. Ama yorgunluktan değil. Görmediği açı kalmasın diye fırdolayı dönüyor kendi ekseninde.
    İlerde Yatağan Termik Santrali'nin dumanları bulutlara karışıyor. Stratonikeia'dan Lagina'ya ulaşan yolu altüst edenler Gibye'ye gelmişler. Eren Dağı'nın arkası savaş alanı.
    - Başbakanın kankası Ahmet Çalık, şu gördüğünüz alandan arazi toplamış. Bu ovaya ikinci bir termik santral kuracakmış.
    Kim söylüyor bunu, merak etmiyorum. Çünkü o söylemese ben söyleyeceğim.
    - Doktor, diyorum. Allah aşkına yıllarca doğaya zerre kadar zarar vermeyen delileri akıllandıracağım diye didindiniz. Söyler misiniz bana. Milyonlarca yıl doğanın koruyup sakladığı bu harikaları, altmış yetmiş yıllık ömürleri için darmadağın edenleri neden tedavi etmezsiniz.
    Doktor her zamanki çelebiliğiyle gülümsüyor:
    - Zamanımızın akıllıları onlar, delileri de biziz.

    Başlangıçta Hekate, yerlerin, göklerin ve yeraltının; doğumun, hayatın ve ölümün tanrıçasıydı. O bu dağlarda Selena'ydı. Gece ışıklarını kayalara serip Endmiyon'la buralarda hemhal olurdu. Sonra onu batı kocakarı yaptı, cadılaştırdı. Hayatın tamamına hükmettiğini bizlere de unutturdular. Oysa o kavşakların Tanrıçasıydı. O kavşağa dek iyiliklerle gelenlere ışık tutarken, kötü amellileri yerin dibine gönderirdi.

    "Sensin gecenin ecesi,
    Üstümüze serpilen gümüşlü ay,
    Ve aşkı esirgeyip kutsayan,
    Ve belası kahreden,
    Sen varsın kavşaklarında ömrümüzün."

    - Her adım başka bir kavşaktır, diyor biri.
    Dönüp bakıyorum kim olduğunu çıkaramıyorum. Ne kadar da doğru söylüyor. O her yerde ve her zaman vardır. O kim peki?
    "İç sesimiz. Bizi her an denetleyen, yaptığımızı sorgulayan. İyiye ulaştırarak ödüllendiren, sorunlarla boğuşturarak cezalandıran."

    Akşama doğru, Leyne'ye dönüyoruz. Önce Osman Hamdi Bey'in evini gezeceğiz. Ama kapı yine kapalı. Sağ olsun Tarcan Oğuz devreye giriyor. Belediye başkanıyla ilk kez karşılaşıyoruz. Sitemlerim var. Olgunlukla karşılıyor.

    " Leyne, kültür ve doğa turizminin yeni gözdelerinden biri olmalı. Leyne sokakları turist kaynamalı."
    Tapınağa girerken bir arkadaş pat diye soruveriyor:
    - Sizce Osman Hamdi Bey, kazılara neden Hekate'den başlamıştır?
    - Evet evet, ben de soruyorum. O Hekate'nin dünya çapındaki önemini biliyor muydu acaba?
    Şimdi ne yanıt verebilirim dostlarıma? Yine bir sayıklama dolaşıyor dilimde:
    " Uyan üç yüzlü Tanrıça uyan!
    Biz ki seni kötülüklerden
    Ve karanlıklardan korunmak için yarattık.
    Gece uyumak sana haram"

    Akşam, ne tez oldu bugün. Stratonikeia'dan geçerken yanı başımdaki bayan Moğollar'dan bir şarkı mırıldanıyor:
    "Birisi oy peşinde
    Öteki rant işinde
    Kıyamet değilse bile
    Bişey kopmalı

    Bişey yapmalı, hey bişey yapmalı, bişey yapmalı!"


    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Psikolojik Analizler; Karınca Hikayeleri 10

    İlk iş günümde görkemli binaya ayak bastığımda, takım elbise, iyi ütülenmiş beyaz gömlek, fön çekilmiş saçlar, ojeli tırnaklar, fazla abartılmamış makyaj ve başkalarını boğmayacak kadar sürdüğüm parfümümle kendimi büyük işler başarmış, çok para kazanmak uğuruna daha fazla yatırımlar için toplantılardan toplantılara koşan bir patroniçe gibi hissettim. Heyecandan kalbim küt küt atıyordu. İnsan kaynakları görevlisi ile birkaç form doldurduktan sonra çalışacağım bölüme gittik. Ofis çok kalabalıktı. Meraklı bakışlara aldırmadan masalar arasında dolaştırıldım ve herkesle tanıştırıldım. İyi giyimli güzel çirkin bu insanların isimlerini hatırlamak epey zaman alacaktı. Masama oturduktan sonra yanıma, müdürün eski asistanı geldi. Bir ay kadar onunla çalışacak, işleri ondan devir alacaktım. Duygu, müdürün iki yıl asistanlığını yapmış, şimdi de kendi isteği mi, müdürün güzel vaatleri nedeni ile mi bilmem başka bölümde görev alacaktı. Yapacağım işler hakkında öğlene kadar bana bilgi verdi. Öğle saati geldiğinde müdürün odasına girdi ve birkaç yere telefon etti. Bu yerler arka sokaktaki balıkçı ve tostçuydu. Balıkçıdan ızgara levrek ve tostçudan da küçük dilim peynir ve ayran istemişti. Bunlar müdür içindi. Demek ki görevlerimden biri de bu olacaktı. Müdüre yemek siparişi vermek… Bununla kalsam iyidi bir de masasını ben hazırlayacaktım. Buna çok şaşırdım. Şimdi koskoca sigorta şirketinde müdürlere hizmet eden o kadar garson varken, bütün işlerimi bırakıp yemeği ben mi hazırlayacaktım? Sesimi çıkarmadım, sadece Duygu'yu takip ettim. Bana masada müdüre nasıl servis açacağımı gösterdi. İlerleyen saatlerde, ofisin ortak kullandığı mutfağa gittik. Kilitli dolaba, müdürün bardakları, tabakları, çayı, kahvesi ve ısıtıcısı yerleştirilmişti. Demek ki işlerimin arasında çay kahve yapmak da vardı. Kız bana neyi nasıl yapacağımı anlatırken, birden bire ruhuma sıkıntı girdi. Bu iş sanki düşündüğümden daha fazla şey istiyordu benden. Ama karşılaşacağım bütün olumsuzluklara rağmen her şeyi yapmaya hazırdım çünkü hayallerim büyüktü, başarılı olduğumu kanıtlarsam ileride bu şirkette güzel bir yer edinebilirdim.

    Bir ay kadar Duygu ile çalıştık, sonra işleri yalnız yapmaya başladım. Evrak kitap işlerinin yanında müdürün çok fazla özel işleri vardı. Bunlar yapmam gereken asıl işleri engelliyordu ve benim hiç hoşuma gitmiyordu. Bana bir gün para verip: "Aşağıdaki pastaneden git, diyet 'kuki' al." dedi. Ona garip bir şekilde baktım çünkü 'kuki'nin ne olduğunu bilmiyordum. Kimseye bir şey sormadan pastaneye gittim ve 'kuki' deyince pastaneci kahverengi kurabiyelerden kutuya doldurdu. Kendi kendime güldüm, ben mi çok cahildim yoksa kurabiyelerin yeni adı artık 'kuki' mi olmuştu? Götürdüm, yok efendim diğerlerinden olacakmış, haydi bir daha pastaneye git! Neyse ki ikinciye getirdiğim istediklerindenmiş. Ardından "çay yap" emrini verdi. Şimdiye kadar hayatımda en fazla iki kere çay demlemiş olan ben, çaresizlik içinde mutfağa gittim. Demleme işi çok basit olabilir, ama onun istediği başka türdendi. Duygu'nun gösterdiği gibi çayı demledim, 'kuki'lerini tabağa dizdim masasına koydum. Tam yerime oturdum ki odasından sesi duyuldu: "sabahtan beri beklediğim rapor nerde? Hemen getir?". İşte tam o anda başımın döndüğünü hissettim, bayılacak gibi oldum. Masaya tutunarak ayağa kalktım ve tuvalete gittim. Ben neredeydim? Burası neresiydi? Koskocaman ismi tanıdık büyük sigorta şirketinde nasıl olur da koskoca müdürün asistanı mutfakta çay demliyordu, öğle yemekleri için masa servisi yapıyordu? Bu nerde görülmüştü?

    Özel işlerinin arasında ilaç yazdırma vardı. İsmini hiç duymadığım belki de hayatımın sonuna kadar kullanmayacağım garip ilaçları, şirket doktoruna yazdırtıyordu. Bence o ilaç düşkünüydü, çekmecelerinde ilaçlar vardı, bazen açık duran çantasından ilaç kutuları açıkça görülüyordu. Haftada bir defa gelen doktor beni artık nazikçe kovmaya başladı. Verdiği güçlü ilaçlara öfkeleniyor: "Gelsin de onu bir muayene edeyim, bu ilacı içecek kadar hasta mı?" diyordu. Ben de bıyık altından gülüyordum sadece. İçimden: "Çağırayım da gelsin doktor bey, sen de kirli parmaklarınla onu muayene edebilirsen et. Tanrı şahidimdir ki muayeneden sonra dokunduğun yerleri kezzapla bir güzel ovalar, kendini temizler." diyordum. Şirketin müdürü olan hastasının ilaçlarını mecburen yazan zavallı doktor, bilmiyordu ki onun koyu bir temizlik hastası olduğunu? Bu temizlik hastalığı sadece beni değil, şirkette çalışan çaycısından tut, tüm personeli, müdürleri bile çıldırtıyordu. İşlerimden biri de onun temizlik işi ile ilgilenmekti. Odasını temizlemiyordum tabii, ama her hafta başında daha önceden temizlenmiş olan odasını, temizlik görevlisine tekrar tekrar temizlettiriyordum. Bana harcamaları için para vereceği zaman, cüzdanını açıp benim almamı istiyor kendisi dokunmuyordu. Tozlanan dosyaların kaplarını attırıyor, yeni olanlarına koydurtuyordu. Azıcık kirlenmiş beyaz kağıtları kullanmıyordu. Muhasebeden temin ettiğim ofis giderleri parası ile onar paket büyük boy ıslak mendil aldırtıyordu. Bu mendillerle her gün ofise geldiğinde önce ellerini, sonra koltuğunu ve masasını silip öyle çalışmaya başlıyordu. Kimseyle tokalaşmıyordu. Oturduğu koltuğa kimseyi oturtmuyordu. Bilgisayar işlerini o ofiste yokken hallediyorduk. Bir gün bilgisayarındaki sistem değişikliğini yapmak için bilgisayarcıyı çağırdım. Müdür öğleden sonra geleceğini söylemişti. Uzun boylu, biraz da irice olan bilgisayarcı geldiğinde müdürün koltuğuna oturacağı zaman koltuğu yana çekiverdim. Adam o kadar şaşırdı ki sesini yükselterek "ne yapıyorsun?" dedi. Ben fazla açıklama yapmadan ona başka bir koltuk getirdim ve adam kafasını iki yana sallayarak işini yapmaya başladı. İşlem bitmek üzereyken müdür çıka geldi. Adamı odasında görünce sinirlendi, hemen odasının boşaltılması için emir verdi. Adam, müdürün kızmasına bir anlam veremeden gitti ama odanın içinde ter kokusunu bıraktı. Müdür içeriye girince bana hemen camları açtırdı, bu arada avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kendimi burada çalıştığım sürede ilk defa kötü hissetmiştim. Hem "işleri ben yokken hallet" , hem de "neden adamı çağırdın?" demesi bu kadının çelişkili konuştuğunu gösteriyordu. O günkü bağırışından sonra belli ki şimdiye kadar frenlediği sinirini ortaya çıkardı ve bana dişlerini yerli yersiz göstermeye başladı. Sinirli olduğu zamanlarda ise her odasından çıkışımda bütün gözler üzerimdeydi. Bakışlarda tedirginlik vardı, korku vardı, rahatsızlık vardı. Belki de bu bakışlarda acıma da vardı.

    Herkesin çoktan eve gidip pijamalarını giymiş televizyon karşısında uyukladığı ama benimse hala şirkette olduğum bir akşamda, benim gibi çalışan müdür yardımcılarından biri yanıma geldi: "Sana bir şey söylemek istiyorum" dedi. "biz müdür yardımcıları iddiaya girdik, senin ikinci ayda istifa edip gideceğine dair. Ama gitmedin, dört ay oldu hala buradasın. Seni sabrın için tebrik ediyoruz." dedi. Adama ne diyeceğimi şaşırdım, cevap veremedim. O da çok fazla konuşmadan yerine oturdu. Birdenbire elimdeki kalemi bıraktım, çantamı aldım ve oradakilere iyi akşamlar diyerek ofisten ayrıldım. Şirketin görkemli binasından çıkınca, akşamın soğuk ve karanlık rüzgarı yüzüme çarptı. Yanaklarımda bu soğuğa aldırmadan süzülen sıcak gözyaşlarım vardı. Ağlıyordum. Kaldırımın üstünde gölgemle birlikte hareket eden başka bir gölge fark ettim. Yana dönüp baktığımda uzun zamandır yanımda olmayan 'şanssızlığım'ın bana gülümsediğini gördüm.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


       Libya'ya bir de buradan bakın

    Emperyalizm veya yayılmacılık, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır.(Vikipedi'den...)

    Emperyalizm'in yaşı insanlık tarihi ile aynıdır. Güçlü olan zayıfı sömürmüş, haklılığını gücünden almış, tarihi de bu zaferini taçlandıracak şekilde yazagelmiş.

    1492'de Amerika kıtasını bulmak için yola çıkan Kolomb bilerek veya bilmeyerek o dönemki emperyal İspanya'ya hizmet ediyordu. Amerika kıtası niyetine Küba'ya ayak basıp, bir kaşif olarak işini tamamladıysa da, hemen arkasında adaya gönderilen Vali Velazquez medeniyet getirmeden önce katliam getirdi, adada ki 400 yıllık sömürgeyi başlattı. Tarihteki bütün imparatorluklar, Roma'sından, Osmanlı'sına türlü entrikalarla sömürülecek toprakları, içerdeki işbirlikçileri ayarlayıp silah bile kullanmadan teslim aldılar; bazen de çeliğin taze et üzerinde ki vahşetini uyguladılar.

    Geçmişte Avrupa'nın önderlik ettiği emperyal davranış refleksinin bu yüzyıldaki temsilcisi ABD, yüzyılın yeni imparatorluğu ünvanını hak ediyor. Kurulduğu günden beri kendi topraklarında savaşa girmeyip, barış ve demokrasi adına, dünyada savaşmadığı kıta kalmayan çok özel bir örnek. Sovyetler Birliği'nin de ortadan kalkmasıyla durumdan kendine görev çıkartıp, dünyanın polisliğine soyunan, kendi yarattığı tehditi, "önleyici doktrin" adı altında sağa sola saldırarak yok ettiğini söyleyen ama gerçekte kendine yeni sömürge alanları, günümüzün deyişi ile kaynaklar, pazarlar yaratan, 21. yy'ın "emperyal kapitalist model"ini yaratmış bu çok özel ülkenin en son uygulaması, Avrupalı işbirlikçileri ile Libya'da sergileniyor.

    Kaddafi'nin seveni çok mu? Belki de hayır ama gelişmelere bir de söyle bakın.

    Bir ülkede, o ülkenin yönetim biçiminden, şartlarından, sağladığı imkanlardan, özgürlüklerden şikayet eden bir kitle var. Silaha sarılmışlar. İktidarla çatışmaya girmişler ve bu olaylar zinciri o ülkenin sınırları içinde gerçekleşiyor. Devlet başkanı diyor ki isyancıların elebaşısı, geçmişte diğer ülkelerdeki isyanları başlatan birisi. Birden bire bu olaylarla hiç ilgisi olmadığı düşünülen, gelişmiş ülkelerin oluşturduğu bir başka silahlı örgüt çıkıyor ve bu ülkenin içindeki silahlı direnişçilere sadece dolaylı yardımla kalmayıp bir fiil, açık açık, göstere göstere silah, lojistik ve personel yardımında bulunuyor; üstelik ajanlarını göndererek, üstelik bunu kendi televizyonlarından açık açık anlatarak. En ironik olanı ise bu direnişçilerin başındaki lider, kendilerine yardım gönderen küresel örgüt geçmişte başka ülkeleri işgal ederken, bu örgüte karşı savaşmış birisi. İroninin pratik deyimi "düşmanımın düşmanı benim dostumdur" sözünün canlı uygulaması.

    Senaryo aynıdır, bir ülkeye özgürlük ve demokrasi getirme bahanesi ile o ülkenin sahip olduğu yer üstü ve altı kaynakların paylaşım savaşıdır bu. Iraktaki gibi, önce o ülkeyi yıkıp sonra işbirlikçilere pazar yaratma bahanesi ile savaş ganimetlerini paylaştırmaktır. Söylenen süslü demokratik lafların tersine, dünyadaki bütün diktatörlükler yıkılacak, yerlerine gelen sözde iktidarlar ise dünyanın tek imparatorluğun yeni valileri olacaktır.

    Bu yumaklaşmış problemin denklemini iyi okuduktan sonra daha ne kadar tarafsız kalınabilir? Bu yaşananlar kendi topraklarınızda olsa ne yapardınız? Kendi yerel probleminizde tarafsız ve objektif kalabilme özgürlüğünün bir sonraki aşamasında, o probleme bir dış güç taraf olduğunda siz hala tarafsız kalabilir misiniz?

    Doğru cevabı bulmak için, Doğru sorular gerekmez mi?

    Cüneyt Göksu
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      ATALARIMIZIN BIYIKLARINA MAAŞALLAH

    Gazete haberi; Türk erkekleri üzerinde bir araştırma yapılmış, sonuç: Esmer, etobur, bıyıklı.

    Sonuçlardan ilk ikisi bir çağrışım yapmadı da, üçüncüsü beni aldı yetmişli yılların ikinci yarısına götürdü. O günler daha televizyonlar tektük. Çoluk çocuğun az sayıdaki televizyonlu evlerde, insan tacirlerinin elinden son anda kurtarılmış geri kalmış ülke yurttaşları gibi çömelip televizyon izlediği, Almanya'dan izinli gelenlerin omuzlarında son sesi açılmış teyplerle, başlarında tüylü şapkalarla dolaştığı yıllar.

    İzmir, Çimentepe'de radyo teyp tamirciliği yapıyorum.

    Dükkana en yakın komşum Kamil abi. İlk ziyaretçim de o oldu. Yorgancı, öyle olunca ilk akla gelen Bayındır'lı olup olmadığı oluyor. Öyleymiş. Köylerimiz ayrı, ama yakın.

    Kamil abinin en önemli özelliği, özenle baktığı burulmuş kocaman bıyıklarının olması. Yorgan işinden çok bıyıklarını önemsediğini her an belli ediyor. Her sohbeti döndürüp dolaştırıp bıyığa getiriyor. Onun için "Hayatta en yüce değer bıyıktır" desek yanılmış olmayız.



    O ilk günkü tanışma faslından sonra da, benim henüz dikkatli gözlerin fark edebildiği, jiletle tanışmamış on altı on yedi yaş bıyıklarıma bakıp, konuya girdi.

    - Seninkile de fena değil de bilader, neymiş o atılarımızın bıyıkları öyle pıransa gibi maaşallah süphanallah.
    - … ?

    Kamil abinin en önemli kişilik özelliği, özenle baktığı burulmuş kocaman bıyıklara sahip olması dedim ya; adam sanki yorgancı değil bıyıkçı. Çocukların ders kitaplarında Yavuz Sultan Selim'in Kanuni'nin resimlerini görmüş; günde kırk kez gelip "Neymiş o atılarımızın bıyıkları öyle pıransa gibi maşallah" diye diye sohbete başlıyor. Pırasaya da okkalı bir "n" ekliyor ki, bıyıkların azameti bir kaç kat artıyor.

    Konuk gelen kardeşini bıyıksız görünce, kapıdan çevirmişti. "Bu rezillikle kapıma dayanmaya utanmadın mı? Defool!" diye haykırışını her sohbette 'o' harflerinin sayısını arttıra arttıra anlatıyordu. Bu da konuya ne denli önem verdiği gösteriyordu.



    İlk zamanlar "Haydi bunun da gönlü olsun" deyip hoş görsem de, bıyık sohbeti benim işlerime de engel olmaya başladı.

    Bir gün dükkan sahibi geldi, yeni yılın kira artışını görüşüyoruz. Adam inatçı mı inatçı, yarı yarıya artış istiyor. Üstelik kendi kendine traş olmaya çalışırken yüzünü yaralamış, bıyığının bir yarısını kazayla kesmiş. Bir buçuk bıyıkla, gülünesi bir görüntüyle pazarlık yapıyor. Benim durumum güler misin ağlar mısın kararsızlığında. Hiç değilse artışı yüzde yirmibeşlerde tutayım, derken, Kamil abi damladı:
    - Yahu Mehmetçim neymiş o atılarımızın bıyıkları öyle. Naha böyle pıransa gibi, maaşallah.
    Dükkan sahibi bu sözün kendisine söylendiğini, alay edildiğini sandı. Bir celallendi. "Yüzde elli artış az oldu, altmış olsun" dedim de ancak yatıştırabildim.
    Biliyorum, içinde bir kötülük de yok, istemeden oluyor.

    Yine bir gün bir bayan müşteri geldi. Arızalı cihazlarını varmış. Hatta evinde sağlam elektirikli alet kalmamış tamir edilecek. Haftayı kurtaracak bir iş. Bizimki yine ısmarlanmış gibi bıyıklarını sıvazlaya sıvazlaya içeri girdi. Kamil abinin yalnızca "…muaşşallah" sözünü duyan bayan tacize uğradığını sanıp soluğu sokakta aldı.


    Sonraki gün bir müşteri ile konuşuyoruz. Elinde bir resimle çıktı geldi.
    - Şu atılarımızın bıyıklarına bak, maaşallah.
    Müşteri de bilgili çıktı:
    - Arkadaşım, benim bildiğim kadariyle o resim bir Rum'a aittir. Yınılıyor muyum?
    Müşterinin yaptığı işe bak sen. Adamın atasının bıyığına laf et, nazara karşı maşallah deme, bir de gevur diye hakaret et. Kamil abi buna dayanabilir mi? İkisi bir anda karakucak. Bizim vitrin camı unufak.



    Benim çektiğim bıyık işkencesi bitecek gibi değil. Daha bir sonraki gün çenesi kalabalık bir müşteri geldi. Sinirli de bir şey. Çok kısadalgadan yayın yapan Budapeşte Radyosu'nun sesi zayıf çıkıyormuş, "Bu aletten hiç bir keyif alamıyorum. Çabuk ayarla acelem var, gideceğim" dedi. Ne kadar ayarlasam olmuyor. Ayarladıkça parazit artıyor, ses azalıyor.
    Adam kafaya koymuş bastırdıkça bastırıyor. Gerilimin en üst düzeyde olduğu bir anda"Tüy dikmeye geldim odana" der gibi Kamil abi. Konu yine bıyık, hem de maaşallah demeden.
    - Yahu gardeşim neymiş o bizim atılarımızın bıyıkları öyle pıransa gibi?
    Ben artık o denli kanıksamışım ki maşallahları, atalarımızın bıyıklarının maaşallahsız anılmasına tahammül edemeyecek durumdayım. Şuna bak, atalarımızın bıyıkları ha, pırasa gibi ha, hem de maşallahsız. Bir an kendimi kaybetmişim. En son:
    - Maaşallah de ulan maaşallah de, nazar deyireceksin atalarımızın bıyıklarına, çığlıkları atarak saldırdığımı anımsıyorum.



    Kendime geldiğimde karakoldaydım. Polis soruyor:
    - Neden saldırdın bu adamcağıza? Neden yoldun bıyıklarını?
    Hay Allah bir anlık sinirle neler yapmışım. Eğilip Kamil abinin yüzüne baktım. Küs küs oturuyor. Bıyığının bir yanı yok.
    Bereket versin öbür yanı yerli yerinde duruyor. Pırasa gibi maaşallah.

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-6

    *- En çok kendimden korkarım; çünkü bana en büyük kötülüğü yapan hep "ben" olmuşumdur.
    *- En iyi merhamet avcıları zayıf insanlar arasından çıkar.
    *- İyilik, doğruluk, erdem gibi değerler önceleri insanlar tarafından uydurulmuşlar, sonradan ise bu değerler mutlu yaşamak için insanların vaz geçilmezleri olmuşlardır.
    *- Yapılan bir eylemin gerisinde düşünce yoksa, o eylemin doğurduğu sonuç ne kadar büyük olursa olsun fazla bir önem taşımaz.
    *- Bilmeyip de öğretmeye kalkanın bir katilden farkı yoktur. Çünkü öldürmek sadece bedeni yok etmek değildir.
    *- Soru soramıyorsan benimle konuşma; çünkü sözlerin ateşli bir hastanın sayıklamalarından farksız geliyor bana.
    *- Acı da zevk verir.Yeter ki ondan haz duymayı öğrenmesini bil.
    *- Hainleri bağışlayarak onların düşmanlıklarını artırmış olursunuz.
    *- Öfkelendin mi? Birkaç saniye düşün, sadece birkaç saniye lütfen! Onun bir "öfke" olduğunu aklına getir. Göreceksin ki artık eskisi kadar öfkeli değilsin.
    *- Mezardakilere bir bak! Ellerinde tutmak istedikleri şeylerden hangisine sahipler, kaybetmekten korktuklarından hangisini kaybetmemişler?
    *- Deniz dibinden inci çıkarmak isteyen, vurgun yemeyi göze almalıdır.
    *- İftiraya uğrayan bir insanın yeri, cennet olmalıdır. Çünkü bu haksızlığı telafi edebilecek başka hiçbir şey yoktur.
    *- İnsan söylediği midir, düşündüğü müdür, yoksa yaptığı mıdır? Ben çözemedim!
    *- Eğer bir şeyi gerçekten istiyorsanız, çok istiyorsanız, ısrarla istiyorsanız, o şey mutlaka gerçekleşir. Lütfen istemeye devam ediniz…

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      YeGeSe

    ÖSYM ( Ömür Sömüren Yarışma Mücadelesi ); KPSS ( Kopya Paketli Sınav Skandalları ) üzerine gaza gelip YGS ( Yürü Gülüm Sende ) konusunda da yeni bir sıkandala imza attı. Daha sıkılacak kaç dal var bilinmiyor ama bu konulardan sıkılmayan kalmadı neredeyse. Sıkılmadan hala saçıklama yapan birkaç kişi ile yıkılmadan tatmin olan birkaç kişi, tatminsizlikleri had safhada olan yığınlara bir de :

    "Size de birşey beğendiremiyoruz yaaa..! Bu kadar nimet, bıkılmadan dinlenir mi ..? Saçıklama yapıyoruz, tıkılmadan dinleyin işte, aaa..!"

    demedikleri kaldı yani..!

    Şu meşhur "de" takısını ayrı yazabilenler pek fazla değildir ( en başta bizim Edi hemen hemen hiç beceremez ) ve genellikle bitişik yazarlar. Elbette kastedilen bitişik yazılması gereken "de" takısı değil. Bu anlamda örneğin; "istifa" sözcüğü bile geleneksel anlamda hep "istifade" olarak kafalara yerleşmiştir. Hazır herkes yeni bir anayasa peşinde koşturuyor, bari bir öneri de benden gelsin :

    "İstifa" kelimesinin yeniden tarif edilmek üzere ele alınmasında, hatta ele de alınmayıp külliyen kaldırılmasında fayda vardır.

    Sıkandallar öyle dallandı, budaklandı ki; sıkan neresi dal neresi bilemez olduk. Gün geçmiyor yine insanların canını sıkan; yeni bir dal fışkıracak, dallanıp budaklanacak, saçıklamalarıyla da dudak uçuklatacak bir konu çıkmasın. Memlekette konu bol olunca, karambol kaçınılmaz oluyor ve bir bakıyorsunuz devrisi sabah yine bir kamyon devrilmiş, bir çuval incir sizlere ömür. Ah şu şarampol yok mu ..?

    Sıkandallarda bolluktan geçilmiyor dedik ya, bakın önümüzdeki günlerde yapılacak sıkandal takvimi : ( Hepsinin sonunda Sıkandalın Sı'sı var )

    KAGS : Kaymak Adamlar Gelsin Sahillere
    STS : Sev-Ye Takibi Sallama
    ÜDS : Üzme Dilini Söyleyemiyorsa
    TCS : Türkümtrak Cemiyet Semaları
    ALES : Araklamalı Literatür Egzersizleri Sunumu
    TUS : Teba Uzmanlık Saatleri
    YDUS : Yan Dallama Uzmanlık Saniyeleri
    ALS : Azgeri Laylaylom Sesleri
    KPDS : Kaymak Parselleme Dillerinde Sınırsızlık
    LYS : Lisan-ı Yüksek Seslenme
    YÇS : Yadellerde Çoğalma Sancıları
    DGS : Direkt Gel Sapasağlam

    "Yeke yeke" diye bir şarkı mı vardı ?
    Ye ye yeee Ye Ge Se... YeGeSe...

    Nasıl, eğleniyor muyuz ....? Yeee...
    Yine gelelim mi ..............? Geee...
    Yeniden sevelim mi ........? Seee...

    Sıra sendeydi YGS, eh öyleyse : Yürü Gülüm Sende...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    VAY BENİM SEVDİKLERİM…

    Ne zordur sevdiklerini sıralamak…
    Sen biliyorsundur ilk sırada kim var.
    Ama içinden fısıldarsın. Sesli düşünde bak gör neler gelir başına.
    Ayrım yapamazsın. Aynı sırada iki kişi vardır hiç ayıramasın.
    Onlar kendilerini bilirler saklayamazsın.

    Vay benim sevdiklerim.
    Acaba onlarda beni aynı sırada mı severler.
    Yani benim onları sevdiğim kadar mı severler beni.
    Merak işte. Başka derdim yokmuş gibi şimdi merak ettim.

    Vay benim sevdiklerim.
    Çünkü ben sizleri çok seviyorum.
    Hatta bazen boğuyorum sevgiye sizi
    Ben demiyorum siz dediniz.
    Olmuyor böyle boğulmaz ki.

    Vay benim sevdiklerim.
    E e sevince böyle sevilmeli ya.
    Hiçbir şey göz görmemeli.
    Yok canım sende abarttın artık.

    Vay benim sevdiklerim.
    Yeni bir yıl başladı.
    Artık ben kendimi de sevmeye başlayacağım;
    Bu yıl değişeceğim.
    Kendimi daha çok seveceğim.
    Kendimi seversem sizi de sevmiş olacağım.
    Bense ne yaptım kendimi sona bıraktım.
    Çok yoruldum. Tabii yorulurum çünkü kendimi düşünmedim.
    Artık daha kararlıyım ve de mutluyum.

    Sizi ihmal etmeyeceğim.
    Her zaman çok seveceğim.
    Kendimi de çok seveceğim.
    Kendime de zaman ayıracağım.
    Bileceksiniz ki o anda işim var.
    Kendime zaman ayırmışım.
    Kitap okuyorum, yürüyüş yapıyorum,
    Dinleniyorum, bir arkadaşımlayım.
    Kuaföre gittim güzelleşiyorum.

    Ben sormayacağım ne istersin diye.
    Sormadan yardım etmeye çalışmayacağım.
    Siz isterseniz yardım edeceğim.
    Sormadan fikrimi söylemeyeceğim.
    İstemeden almayacağım.

    Ama sizi hep seveceğim.
    Sıralar hiç değişmeyecek.
    Size olan sevgim hiç eksilmeyecek hatta artacak.
    Çatışmalarımız azalacak.
    Kaşlarım çatılmayacak.
    Artık hiç yorgun olmayacağım.

    Ben bu yıl kendimi daha çok seveceğim.
    Böylelikle sizin karşınıza güler yüzlü çıkacağım.
    Dinlenmiş olup ağrılarımdan kurtulacağım.
    Artık şikayet falan duymayacaksınız benden.

    Vay benim sevdiklerim…
    Vay benim sevdiklerim…
    Hoşçakalın sevgiyle kalın

    Gülgün İçten

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Toplam 7886 imajın birleştirilmesiyle oluşturulan 80Gb olarak tanımlanmış bir fotoğraf görmek isterseniz http://www.360cities.net/london-photo-en.html . Londra'dan bir bölge için hazırlanmış olan bu fotoğraf çalışması gerçekten takdire şayan bir emek ile gerçekleştirilmiş. Çalışma 360° yani panoramik olarak hazırlanmış. Çalışmanın en güzel tarafı zoom yaptıkça detayları net olarak görebilmeniz olmuş. Arabaların plaka numaralarından, okunan gazetenin başlıklarına kadar yaklaşabiliyorsunuz. Oldukça büyük olduğu için zoom yaparken biraz sabırlı olmalısınız. İyi seyirler.

    Cep telefonunuza mp3 seçip zil sesi yaparken kullanabileceğiniz online bir uygulama tavsiye ediyorum. Diyelim ki bir mp3'ünüz var ve sadece 8.sn ile 21.sn arasını kullanmak istiyorsunuz. Öncelikle http://cutmp3.net/ web sayfasına giriyorsunuz. Open mp3 kısmından istediğiniz parçayı yüklüyorsunuz. Başlangıç ve bitiş noktalarını belirleyip isterseniz parçanın son durumunu dinliyorsunuz. Cut tuşuna bastığınızda hazırladığınız parçayı bilgisayarınıza kaydedip, dilediğiniz ortamda kullanabiliyorsunuz. Gördüğünüz gibi bu uygulamayı kullanabilmek için uzman olmaya gerek yok. İyi eğlenceler.

    Türkçe ya da altyazılı film indirmek ve seyretmek için http://www.htfilmindir.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Sağlam bir arşive sahip olan bu yapıda onlarca ve hatta yüzlerce film var. Detaylı anlatmaya gerek yok, her açıklama bu web sayfasında anlatılıyor.

    Her türlü film, müzik, resim, oyun ve daha fazlası için orta seviye bir kaynak http://www.somurgen.com/ . Birkaç inceleme yaptım, gerçekten çok faydalı bilgiler ve sağlam kaynak dokümanlar mevcut. Hatta dil ya da program öğretimiyle ilgili kaynaklar bile var.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Hayalin Gitmez
    Ersan Erdura









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110408.asp
    ISSN: 1303-8923
    8 Nisan 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com