|
|
|
Editör'den : Olması gereken oldu!.. |
Merhabalar,
Vekil adayları açıklandıkça ayyuka çıkan tartışmaları ilgi ile izliyorum. CHP merkezli tartışmaları ağızlarının suyu akarak izleyen yandaşlara müsait her yerimle gülüyorum. Sultana biat etmiş, sesi soluğu kesilmiş vekil adaylarından ses çıkmamasını "düzen", demokratik ortamın genel sonucu olarak CHP'de yaşanan tartışma ve kavgaları ise "kaos" olarak yorumlayan sığ beyinlileri ise şaşkınlıkla izliyorum.
Yıllardır "iktidar olmak istemeyen muhalefet" damgasını yemiş bir partinin değişim ve gelişimini herkes kendine göre yorumlayacaktır elbette ama aklın yolundan uzaklaşmamak esas olmalıdır. Sosyal demokrasi tüm dünyada kabuk değiştirmişken Türkiye'de hâlâ romantik sol iddialarla iktidar olmayı beklemek hayal olmuştur. Bunu iyi gözlemleyen Kemal Bey, hiç yabana atılmayacak bir iş yapmıştır. Onun yerine bu, bunun yerine o, orada değil burada gibi sığ tartışmaların ne yeri ne de zamanıdır. CHP, artık kendi solunda oy kalmadığını farketmiş, iki dönemdir AKP'nin topladığı parsaya ortak olmayı seçmiştir. Sunduğu içi dolu projelerle iktidara artık hazır olduğunu, geçmişle dalaşmak yerine ileri bakmak gerektiğini seçmenine bağırmaktadır. Alışık olmadığımız bu tavırdan rahatsızlık duymak mümkün olsa da maalesef başka çare yoktur ve gereken yapılmıştır.
Kılıçdaroğlu hamlesinin ikinci etabı başlamıştır. Üçüncü merhale örgütü yenilemekten geçmektedir. Bunun da ön şartı seçim başarısı olacaktır. Şu anda örgüte ihanet edildiğini söyleyenlerin durup şöyle bir kendilerine bakmaları ve "Ne yaptık ki ne bekliyoruz?" diye kendilerine sormaları gerekir. Örgüt başarılı mıdır ki, mesela İzmir'de, kendi adamlarının listeye alınmamasına içerlemektedir. Ya da, Aysever gibi aşağılarda listeye girdim diye istifa edenlerin CHP'ye vereceği hiç mi borcu yoktur? Vekillikten başka beklentisi olmadığı aşikar olanların, seçilemeyeceklerini anlayınca tüm adaylara çamur atmalarını anlamak mümkün değildir.
Herşeye rağmen, en demokratik biçimde aday belirleyen, en fazla kadını aday gösteren, kılı kırk yardıklarına emin olduğum bir aday belirleme dönemi geçirip en radikal kararları gözlerini kırpmadan alan CHP yönetimini tebrik ediyorum. Ergenekon'a payanda olmakla suçlanacaklarını bile bile Balbay'ı, Haberal'ı aday göstermelerini anlamlı buluyorum. Cihaner'in aday gösterimemesi tartışılabilir mutlaka ama Cihaner mi Haberal mı ikileminde oy potansiyeli olana yönelinmesini de önemli sayıyor, iktidarı istemenin bir göstergesi olarak yorumluyorum.
Şimdilik kişisel kanım bu. Önümüzdeki 2 ay ne gösterir bilemem ama şu an için memnunum.
...
Kahve Molası'na fotograflarıyla renk katan, benim kırk yıllık arkadaşım, kardeşim Tayfun Avınca sevgili annesini cennete uğurladı. Annesine gani gani rahmet, geride kalanlara sabır diliyor, hepiniz adına Tayfun'u sevgi ile kucaklıyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı BÜYÜLÜ SÖZLER |
|
Sihirbazlar, "abra kadabra, sim sala bim" gibi birtakım sihirli sözler söylerler, şapkadan tavşan çıkarmak, parayı kaybetmek, kaybolan parayı bulmak gibi aklımızın eremeyeceği şeyler yaparlar. Aslında ne sihirdir ne keramet, el çabukluğundadır marifet! Ali Baba, Kırk Haramilerin mağarasının "açıl susam açıl!" sihirli sözleriyle açıldığını görür ve aynı sözleri söyleyerek içeri girer, servete kavuşur ama açgözlü kardeşi daha çok servete sahibi olayım derken kapıyı açıp kapayan sihirli sözü unutur, başı belaya girer. Sadece sihirbazlar değil, basit kişiler bile herkesin bilemeyeceği, düşünemeyeceği sihirli sözler söyleyerek olayları kolayca çözerler. Gelin bir fıkrayla örnekleyelim ne demek istediğimizi.
Bir zamanlar çok kibar ve nazik bir genç varmış. Bir arkadaşı kendisine kızmış ve "eşek!" diye bağırmış. Genç bu sözü hazmedememiş, düşüp bayılmış. Ayıltmak için o kadar uğraşmışlar ama bir türlü başaramamışlar. Oradan geçmekte olan Bektaşi ne olduğunu sormuş. Durumu öğrenince, "Çekilin. Ben şimdi onu ayıltmasını bilirim" demiş. Alay etmiş, gülmüşler, "Biz o kadar uğraştık, bir şey yapamadık. Sen ne yapabilirisin ki?" diye sormuşlar. Bektaşi, "Kulağına sihirli birkaç söz söyleyeceğim, şıp diye ayağa kalkacak, göreceksiniz" diyerek gencin kulağına bir şeyler söylemiş ve gerçekten de delikanlı hemen ayağa kalkmış, gülerek oradan uzaklaşmış. Merakla ne söylediği sormuşlar.
Bektaşi önce, "meslek sırrıdır, söylenmez" demişse de, ısrarlara dayanamamış, sonunda sihirli sözcüğün ne olduğunu açıklayıvermiş;
" Daha önce kendisine böyle bir söz söylenmediği için çok ağırına gitmiş bizimkinin. Ama ben kulağına kırk kere eşek dedim, alıştı, eskisi gibi etkilenmedi."
Günümüzde eşek şakaları yapan birtakım gençleri görünce bu fıkra aklıma geliyor nedense. Biz de böyle şeylere alışmış olacağız ki, yadırgamıyoruz yapılan eşeklikleri...
Yoksul bir derviş çarşıdan geçerken herkes kendisine takılır, onunla alay edermiş. O da onları güldürür, geçinir gidermiş. Bir gün bizimki hasta olmuş ama kimse yüzüne bakmamış. Buna içerleyen derviş yüksekçe bir taşın üstüne çıkmış; "Hayvanlar!" diye bağırmış. Herkes ne oluyor diye dışarı çıkmış. Derviş onlara şöyle bir bakmış, başını sallayarak, "Amma da çokmuşsunuz ha!" demiş, çekip gitmiş.
Bir beyin oğlu bir çingene kızına âşık olmuş, bu aşkla eriyip soluyor, deli divane oluyormuş ama kızın babası beyin bütün ricalarına rağmen kızını bu delikanlıya vermek istemiyormuş. Bir dostu durumu haber almış. Beye, "Sen hiç merak etme. Ben ona anlayacağı dille hitap etmesini bilirim" demiş. "Bey buruk bir gülümsemeyle, "Hangi sihirli sözü söyleyeceksin acaba?" diye sormuş. Dostu, "Şimdi görürsün" diyerek hışımla çingenenin çadırına dalmış, "Ulan eşek! Ulan hayvan oğlu hayvan! Sen hangi cüretle kızını bu beyin oğluna veriyorsun, eceline mi susadın ha?" diye bağırmış. Çingene yerlere kapanarak, "Ben ettim, sen etme! Kızımı verdim gitti. Bey, kız istemesini bilmiyordu ki" demiş.
Yerinde ve zamanında söylenen bir sihirli söz kişiyi hapse düşmekten bile kurtarır.
Adam yolda giderken birinin bir evin kapısını çaldığını ve "Kim o?" sorusunu "zifos" diye yanıtladığını görür. Bu yanıtla kapı açılır, o kişi içeri girer, kadınla sarmaş dolaş olur. Başka zaman bizimki de aynı evin kapısını çalar, söylediği sihirli sözle içeri alınır, zevkine bakar ama zaptiyeler evi basarlar, bizimkini zina suçuyla kadının önüne çıkarırlar. Adam bakar ki, kadı zifos sözcüğünü söyleyen kişi. Hemen yanına yaklaşır, "Efendim. Ben sizin zifos savaşınızda oradaydım" der. Kadı bakar ki iş fena. Hemen kara kaplı kitabını açar:
"Hattiyse huttuyse, her ne kadar bu haltı ettiyse, zifos savaşında yararlılığı görüldüğü için affedile" der ve bizimkini salıverir. "Bir daha karşıma çıkma, yoksa karışmam ha. Külahları değişiriz sonra" diye onu uyarır.
Günümüzde de kapalı kapıları açan sihirli sözler vardır.
Bunlar hemşerilik, aynı partinin, kulübün taraftarlığı, yandaşlığı, arkası kuvvetli olma gibi şeylerdir. İş bulmak, dolgun maaşa konmak istiyorsan, diploma, yabancı dil yeterli değildir. Amcandan, dayından selam ya da "Hamili kart yakinimdir" yazılı kartvizit götüreceksin. Torpil bulacaksın, en yüksek makamlara hop diye konacaksın.
Kimi güzellere, boşu boşuna, "Senin için canım feda! İste, canımı vereyim" demeye kalkma. "Yatım, katım feda olsun sana! Malımı mülkümü üstüne geçireyim, ne istersen vereyim, gerdanına altın kolye, koluna altın bilezik takayım" dedin miydi akan sular durur!
Dost kazanmak, ilgi görmek, sevilmek istiyorsan şu sihirli söz yeterlidir:
"Para!"
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ankara'lı Kahveci : Serpil Yıldız |
TV KANALLARI BİZİ YOK SAYIYORSA!
Sevgili KM Dostları,
Kanal D'ye gönderdiğim mesajı (hemen aşağıda) sizlerle de paylaşmak istedim...
Maruz kaldığımız dayatmalardan şikayetçi isek katlanmak zorunda mıyız?
***
"Sayin Yetkili,
Elestirilerimi aktarmak uzere ulastigim bu mesajı yazdigim sayfaya gelince, biraz sonra yazacaklarimin bir muhatap bulacağından süpheye kapildim.
Cünkü meslek soran ama karsiligini sektorel calisma alanlarında aratan bir kurumun kavramlar konusuda yeterli olduguna inanmak zor.
Bir karsilik bulacagına ya da ikna edici bir yanit alacağıma inanmasam da dusuncelerimi size iletmek istedim.
Kanal yayın politikalarınızın artık zıvanadan cıktıgını soylemekle baslıyorum.
Kendi ilan ettigi yayın akısına bile uyamayan, uymaktan vazgecen, daha da onemlisi varlıgını borclu oldugu izleyenleri yok sayan, hiçleyen bir tv kanalı dünyada bir tek bu ülkede varlıgini sürdürebilir.
İzlenebilecek kalitedeki cok az yayının ya kısa zamanda yayından kaldırılması,ya da sürekli saati degistirilerek izlenir olmaktan cıkarılması cok acaip bir durum degil mi?
Ya da bu gercekten yönetim basarisizligi degil mi? Gerçekten izletilen ne olursa olsun, sürekli degisen yayin saatleri, habersiz yayindan kaldırmalar vs vs.
Siz kimsiniz gerçekten? Kime hizmet ediyorsunuz. Bana, yani izleyene mi? Kesinlikle hayır. Oyle olsa izleyen olarak degisikliklerden haberdar olur, bunu onceden bilirim.
İzlemeye deger buldugum tek diziniz olan TÜRKAN, gercek yasamdan, bu ulke ve insanı icin tum yasamını adamıs degerli birini anlatiyor. Yalnızca bu nedenle bile izlenmesini istemiyor olabilirsiniz. Onun rol model olmasından korkuyor, cizdigi insan olmak dusuncesinden rahatsızlık duyuyor olabilirsiniz.
Ama iyi bir yonetim kararlarını başta vermeli, ve neyi yayinlayip yayinlamayacagini bilmeli. Sizin canınız sıkılıyor diye benim, yani izleyicinin zamanını calamaz, onu yok sayamazsınız..
İzleyiciyle alay etmek konusundaki istikrar icin, izleyiciye karsı ısrarla surdurulen bu kaba tavır icin kanal yonetenlerinin gercekten utanmaları gerekir. Bu denli ongorusuz bir yayın akısını yoneten her kim olursa olsun beceriksiz demektir. Hangi nedenle beceriksizlerle calısıldıgı da ya da beceriklilerin beceriksizlestirildigi de aslında cok aciktir.
Uzulerek soyluyorum ki, insanları, toplumu degerisizlestirmede takındıgınız tutum, aldıgınız sorumluluk cok ama cok cirkin.
TURKAN'dan korkmayın. Siz yayınlasanız da yayınlamasanız da TURKAN ve onun gibilerin ışığı aydinlatmayi surdurecek, sizin ekranlarınız kararıp, kanallarınız yok oldugunda bile.
Bu mesajimi size gondermek yanında tanıdıgım herkesle paylasacagimi size bildiriyorum. Madem ki yok ya da hiç sayılıyorum, oyle davranacağım. Bundan sonra kanalınızı hiçbir nedenle izlemeyeceğim. Simdilik 1 kisiyim, Ama biliyorum ki yok sayılmaktan sıkılmısların sayısı cok.
Yok edilmekten, hiclenmekten sıkılmış herkese sesleniyorum. Bizi degersiz kılmaya calısanlara, ne kadar degersiz olduklarını anımsatalım.
Saygılar,
Serpil Yıldız"
Serpil Yıldız serpil.yildiz@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
HALA UMUTLUYUM
İstanbul yağmurlu akşamlara teslim oldu yine. Kaç günden beri akşam saatlerini kollayan sağanak yağmurlara...
Bu akşam yine aynı sahne tekrarlanacak ve yağmur bastıracaktı.
Dün Kadıköy'de yakalandığım bu yağmura, acaba bu akşam nerede rastlayacaktım?
Bu meraklı duygular içinde, kalın tabanlı spor ayakkabımı giydim. Üzerime de yeşil montumu almayı unutmadım. Çünkü sabahı bahar olan İstanbul'un, akşamı da kıştı.
İlk durağım Emirgan'dı, ilk defa gidiyordum bu lale bahçesine.
Sabah on sularında, kimse yoktur, çok rahat resim çekebilirim derken; ne kadar da yanılmışım oysa.
Pazar sabahı demeden, herkes çolunu çocuğunu aldığı gibi burada soluğunu almış.
Kimi çocuk, parka dalmış, kimi de oyuncaklara.
Hepsi yeni bir bahar sabahına uyanmanın sevincini yaşıyor. Martılar da bu sabah şenliğinden uzak kalır mı? Havuz başında dolaşanlar, lalelerin arasında koşuşanlar...
Bir saati aşkın, bir zaman, aynı bankta oturup, kuşlarla çiçeklerin dostluğunu izledim. Asırlar ötesinden, baki kalan bu dostluk, ne kadar da samimi ve duyguluydu.
Burada ki kalma süremin, bitmesinden sonra, merdivenlerden inmeye başladım. Her dakika, arabaların ve seyyar satıcıların sayısı artıyordu. Çocuklar yeni oyuncaklara kavuşmanın, satıcılarsa para kazanmanın sevincini yaşıyordu.
Bebek sahiliyse, her zaman ki yoğunluğuyla insanları bekletiyordu. Kimi arabasında, kimi otobüste, oflayıp, poflayarak, yolun açılmasını bekliyordu.
Yol kenarında kahvaltı yapan insanların keyfine diyecek yoktu.
Bir tarafta Rumelihisarı'nı, bir tarafta boğazı izleyerek, Gülhane Parkı'na kadar geldim.
Burası da Emirgan'ın kalabalığını ağırlıyordu.
Çocuğunu elinden tutan kapıp gelmişti. Gülhane sonbaharda ki devasal yalnızlığından kurtulmuş, düğün havasına girmişti. "Yere iğne atsan, düşmez" tabiri burası için söylenmiş olmalıydı.
Buranın güzelliğiyse yine çocuklardı. Onlar için üretilmiş, o kadar yeni şeyler vardı ki. Renkli renkli balonlar, spirderman'ler, helikopterler, farklı şekilde şekerler...
Ne zaman bu şekerleri görsem, horoz şekerimin tadı gelir aklıma. Sonra da "big babol" sakızları; yapışmayan sakız.
Çocukların her şeye atlayan, bu hallerini görünce, ekonomiyi canlı tutan, galiba bunlar diye düşündüm.
Oradan Sultanahmet'e doğru yürümeye başladım.
Ve işte yine bahar yağmuru, ıslatmaya başlatmıştı beni. Bir an da bastıran nisan yağmurları, kırkikindileri anımsatır bana. Bu seferde Ayasofya'nın önünde rastlamıştım ona. Japon turist kalabalığını şaşırtmış, bu nereden çıktı, dedirtmiş, otobüslere kaçıştırmıştı, nisan yağmuru...
Kısa süren bu sağanaktan kazançlı çıkansa, şemsiye satıcıları olmuştu. "five lira umbrella" diye diye kara geçmişlerdi.
Şimdi ise gezme sırası, Beyoğlu'ndaydı. Karaköy'de inip, Beyoğlu'na doğru yürümeye başladım.
Burada yapılan çalışmadan dolayı; sanırım "boru patlağı" olacak, yerler çamurdu. Turistler bir taraftan yağmurda ıslanmanın verdiği keder, bir taraftan da ayakkabılarının çamur olmasından dolayı "nereden geldik" der gibiydiler. Sokaklarda bir boşluk, bir terk edilmişlik vardı.
Aslında, bu benim gibi resim çekmek isteyen bir insan için ideal bir ortamdı.
Bu şekilde vitrinleri izleyerek, insanların ıslanmışlığına acıyarak, Oda kule'nin önüne kadar geldim. Burada tramvayın sesine aldırmayacak kadar, kendinden geçmiş bir kalabalık gördüm. Üç kişiden oluşan etnik müzik grubuna insanlar hayretle bakıyor, kimi bozuk liralar bırakıyor, kimi cd'sini alıyordu. "lıght ın babylon" yazan cd'in üzerinde siyah beyaz bir İstanbul resmi vardı.
Burada benim, çok beğendiğim, kızın ritim tutması ve iyi bir vokalist olmasıydı.
Yeni nesilde gördüğüm, bu gayretin, sevinci içinde, Fransız Sokağına kadar geldim. Burada benim, her zaman ki mekânım vardı. Bastille. Burada oturup, çay içmek, insanların geçişini izlemek, yağmurun sesini dinlemek...
Burası başka bir İstanbul'du. Keşmekeşten uzak, sakin, düşünceli.
İki saat kadar oturduktan sonra, tekrar yolculuk vakti gelmişti.
İstiklal'in sokakları, kalabalıklaştıkça kalabalıklaşmış, biraz önce ki terk edilmişliğinden, eser kalmamıştı.
İstiklal Kitapevi'nin önünde bir kalabalık vardı bu seferde. Kapıda kapatıyoruz yazıyordu, her şey yarı yarıya. "iyi" dedim, beklemeye değer. Ne de oda kitapçı.
İçerisinin yoğunluğu, vitrinden gözüküyordu. Herkes kitaplara yumulmuş bir şeylere bakıyordu. Kimi aradığını bulamıyor, kimi bulduğunu beğenmiyordu. Çünkü indirim başlayalı, üç gün olmuştu. Seçilenler seçilmişti. Ben de, her katı ayrı ayrı gezdikten, ihtiyaçlarımı aldıktan sonra, karlı bir alışveriş yapmanın mutluluğu ile kendimi dışarı attım. Çünkü içeri yoğunluktan, havasız kalmıştı. İnsanlar, nerdeyse üst üstte bir şeylere bakıyordu.
Dışarı çıktığımda, içimde büyük bir sevinç vardı; konserlerini izlediğim üniversite öğrencilerinin başarısı, azmi, kendi başlarına bir şeyler yapmaya çalışmaları ve inanılmaz yetenekleri, gerekse burada gördüğüm, çoğunluğu genç olanların, kitap arayışları, okuma hırsları.
Bunlar benim ülkem için güzel şeyler.
Bunları gördükten sonra; umutluyum. "Gelecek günler, çok daha güzel, çok daha aydınlık olacak..."
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-7
*- Bugünkü özür, yarınki hatanın avans çekidir.
*- En acımasız düşman eski dostlar arasından çıkar.
*- Her barış, yeni bir savaşın hazırlık dönemidir.
*- Hayvanların olmadığı bir dünyayı hayal bile edemiyorum.
*- Son bulan her aşk, sevgi bahçesine dikilen yeni bir mezar taşıdır.
*- Uçurumdan düşerken bile yanımızda başkalarının da olmasını isteriz. Acaba yalnızlıktan korktuğumuz için mi?
*- Her şeyden vaz geçebiliyorsan, bil ki bu dünyada seni korkutabilecek hiçbir şey yoktur.
*- O'na sevdiğini söyle. Tepki vermiyor mu? Bir daha söyle, bir daha, bir daha… Olumlu tepkiyi mutlaka alacaksın!
*- Ertelediklerin daima başaramadıkların hanesine yazılacaktır.
*- İyi düşünce iyi eylemin, iyi eylem iyi yaşamın, iyi yaşam gerçek mutluluğun şartıdır.
*- Başladıysan, bil ki bitireceksin de…
*- Eyleme dönüşmeyen bilginin, bilgi olup olmadığı da kuşkuludur.
*- Bedel ödemekten korkanlar, sonunda korktuklarından daha fazla bir bedel ödemişlerdir.
*- Başarısızlıkları başarıya dönüştürebilenler gene başarılı insanlardır.
*- Fazla hırslı insanlar gaz pedalı takılı kalmış araba gibidirler. Kaza kaçınılmazdır, ama hasar az mı olur çok mu, tahmini zor.
*- Sevdiğiniz kişi ile olan ilişkilerinizde alışkanlıklar çoğaldıkça, belki arkadaşlıktan ya da dostluktan bahsedebilirsiniz, ama aşktan asla…
*- Konuların derinliğine inin, çünkü hazineler hep derin yerlerde saklanırlar.
*- Anlatılanlara inanmadan önce, kuşku duymanın yararına inanın.
*- Fakirlik sırttaki yükün artması değil, aksine azalmasıdır. Çok zengin birisiyle, yoksul birisinin sorunları aynı mıdır?
*- Sırrımı sana söylersem, bil ki sana karşı büyük bir kötülük yapmış olacağım. Çünkü sır bilmenin kişiye yüklediği sorumluluk çok büyüktür.
*- Kayığına bindiğin adamın türküsünü çağırmazsan, birazdan yüzme bilmediğin için pişmanlık duyabilirsin!
*- Ayakkabılarını eline, eldivenlerini de ayaklarına giymeye çalışsana. Olmadı mı? Öyleyse neden eşinden anne ilgi ve şefkati bekliyorsun?
*- Güzellik dediğin nedir ki; vardı ve bitti…
*- Güneşi yıldızlardan büyük mü sanıyorsun? Öyleyse dostunu düşmanından daha üstün sanman da boşuna değilmiş!
*- Gideni döndürmeye çalışma, sadece arkasından el salla. Eğer giden sensen de sakın dönme. Çünkü dönüşün ne dönene, ne de döndürene faydası vardır.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam Petrol ve Küresel Fakirleştirme Tezgahı (11) |
|
Petrol "petraoleum" sözcüğü Yunanca "yer" ile Lâtince "yağ" sözcüklerinden oluşmuş. Almanlar petrolün mucidi olarak ünlü mineralogları Georg Bauer'i gösterirler; çünkü 1546 yılında yayımladığı Doğal Fosiller Üzerine "De Natura Fossilium" adlı bilimsel araştırmasında, yeryağının taşkömürünün eritilip damıtılmasıyla elde edilebileceğini kanıtlamıştı. Fakat bildiğimiz benzin ve gazyağı olarak kullanılmasına, Avusturya İmparatorluğu toprağı olan Polonya'da, 1854 yılında kurulan bir rafineri sayesinde başlanmıştı.
İnsanlığın Endüstrileşme Çağı'ndan Uzay Çağı'na geçişinde bir fırlatma rampası olan bu fosil yakıt -yeryağı adıyla- neredeyse yazının icadından beri çeşitli amaçlarla Sümerler, Asurlular, Babilliler, Akatlar tarafından da kullanılmış. Şimdiyse, çok etkili bir silah, acımasız bir sömürü aracı ve küresel ölçekte süregiden bir fakirleştirme projesinin akaryakıtı oldu!
Bir litre ham petrolün çıkarıldığı kuyudan rafineriye taşınması, damıtılması, akaryakıt istasyonuna getirilmesi ve üzerine çok az bir bayi kârı eklenerek satılması sürecindeki toplam giderler kuyu maliyetini sanıldığı kadar arttırmıyor; tüketici fiyatını bu denli yükselten iki ana nedenden biri petrol tüccarının fahiş kârı, diğeri devletin aldığı yüksek vergiler.
Ham petrolün toptan satış fiyatı ile benzin/mazot olarak bize ulaştığı fiyatı arasında fahiş bir fark var!.. 42 galon, yani yaklaşık 160 litre eden bir varil Brent petrolün bugünkü fiyatı 118 ABD doları. Yani litresi 87 cent = 135 kuruş... Daha bugün 95 oktan kurşunsuz benzinin litresine 403 kuruş ödedim! Yaklaşık 3 katı... Varile, yani 160 litreye yapılan 3 kuruşluk zam; bakıyorsunuz benzin istasyonundaki pompada litreye yapılan 3 kuruşluk zamma dönüşmüş! Neredeyse su kadar gerekli kılınmış petrolü, petrol tutan her el bir sömürü aracı olarak kullanıyor!
Sonuç olarak denebilir ki; ham petrol üreten ve ihraç eden ülkeler (bknz: OPEC) "Doğa Ana"nın bizlere bedava ikrâm ettiği petrolü bu denli pahalı satmasalar ve petrol ticareti yapan küresel şirketler de böylesine devasa kârlar peşinde koşmasalar; vergiler kendiliğinden düşük olacak, akaryakıt tüketiciye çok daha ucuza satılabilecek. Örneğin, Suudi Arabistan'da benzinin pompa fiyatı 26 cent/litre, yani 40 kuruş...
Venezüella'da benzinin kârsız satıldığını ve bir litresinin sadece 0.023 dolar olduğunu biliyor muydunuz? Yani deponuzu sadece 1 dolar = 155 kuruş ödeyerek doldurabiliyorsunuz!!! Sudan ucuz... Diğer petrol üreten ülkelerdeki satış fiyatları da oldukça düşük; demek ki bu fiyatlar aynı zamanda petrolün ne denli ucuza mal edildiğini ve ne büyük bir sömürü aracı olduğunu da gözler önüne sermektedir!
Yaşamın neredeyse her alanında kullanılan petrole yapılan zamlar her şeyin fiyatını arttırıp halkları geçim sıkıntısına sokuyor. Yani dünyadaki 6,8 milyar insanın hem hayatını zorlaştırıyor, hem de alım gücünü zayıflatarak, geleceğe daha güvensiz bakmasına neden oluyor! Bu acı gerçeği yüzyıldır çok iyi bilen küresel tezgâhtarlar ise, giderek ekonomik ve kültürel düzeyleri yükselen hakların tekrardan "evetefendimci" olmalarını ve efendilerine saygıda kusur etmemelerini sağlamak üzere petrol fiyatlarını bir silah olarak kullanıyorlar ve diğer ölümcül silahlarına ek olarak kullanmaya devam edeceklerdir petrole bağımlı olmayan teknolojiler üretilmiş olmasına rağmen!
Aşağıdaki rakamların iniş ve çıkışlarına bakarak, bu tezgâhın nasıl da zalimce işlediğini ve sudan bahanelerle yükseltilen fiyatlar üzerindeki vurgunculuk yüzünden yapılan devasa kârları kolayca görmek mümkün:
Şu İkiz Kuleler yıkılmadan önce, Ocak 1999 tarihinde, bir varil ham petrol sadece 17 ABD doları idi (litresi 16 kuruş). Eylül 2000 tarihinde bir varili 35 dolara, yani iki katına çıktı (%100 zam?!) ve öylece süregitti tam 4 yıl boyunca... Eylül 2004 = 50 dolar/varil, Aralık 2004 = 55 dolar/varil, Ağustos 2005 = 65 dolar/varil, Temmuz 2006 = 77 dolar/varil, Eylül 2007 = 80 dolar/varil, Ekim 2007 = 90 dolar/varil, Mart 2008 = 110 dolar/varil, Haziran 2008 = 145 dolar/varil, Temmuz 2008 = 147 dolar/varil, Ağustos 2008 = 112 dolar/varil, Ekim 2008 = 70 dolar/varil, Aralık 2008 = 34 dolar/varil, Mart 2009 = 40 dolar/varil, Ağustos 2009 = 70 dolar/varil, Haziran 2010 = 100 dolar/varil, Mart 2011 = 105 dolar/varil... 2011 sonu tahmini ise 110 dolar/varil. (Bu tabloya göre, gelecek yıl baş gösterecek "tasarlanmış bir küresel kriz"den sonra fiyatlar 150 dolar/varile hemen yükseltilebilir! Ardından yavaş yavaş 40 dolara indirilerek, yine yavaş yavaş 120 dolara kadar çıkartılabilir...)
Şimdi de sözü yanda fotoğrafını gördüğünüz kitabın yazarı Suat Parlar'a bırakalım: "Zincirlerinden boşalmış küresel emperyalizm ve onun önderi ABD, sınırsız bir barbarlığın kapılarını açıyor. Amerikan ordusunun petrol alanlarını doğrudan denetimi altına aldığı, bölge ülkelerini silahsızlandırdığı bir askeri düzen, Orta Doğu'ya yerleştirilmeye çalışılıyor.
"Koyu bir sefalet, çürümüş sosyal düzenler ve merhamet ile adaletten arındırılmış din olgusu; serbest piyasayı ilahi bir güce dönüştüren yozlaşma temelinde Latin Amerika'yı "ABD'ye yakın, Tanrı'ya uzak" kılan bir düzene dönüştürdü ve o düzen şimdi Orta Doğu'ya yerleştirilmek isteniyor.
"1879-1914 yılları arasında yedi büyük petrol şirketi olan EXXON, MOBİL, SOCAL, GULF, TEXACO, SHELL, BP türlü entrikalarla dünyadaki petrol kaynaklarını ele geçirerek, tekelci bir anlayışla dünya siyasetinde de rol oynamışlardır. Bunlardan ilk beşi ABD'nin, son ikisi (SHELL ve BP) Avrupa'nın petrol devleridir. İlk beş tanesi Avrupa ve Ortadoğu'da ortak bir strateji izlemiş, diğer iki petrol devi ise bunlarla işbirliği yaparak, dünyanın petrol kaynaklarını kontrol altına almak için mücadele etmişlerdir.
"Söz konusu şirketlerin mücadele alanları Ortadoğu (İran, Irak, Kuveyt), Rusya (Hazar, Karadeniz, Bakü, Kafkasya) ve ABD ( Pennsylvania ) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kapitalist sistemin bu tekelleri 1972 yılına gelindiğinde 112 milyar varillik bir rezervi kontrol ediyorlardı. Bu düzenin askeri, politik, ekonomik güvencesi eski imparatorlukların nüfuzunu devralan ABD'dir.
"İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve İngiltere bölgedeki nüfuzlarını korumuşlar ve Ortadoğu'daki petrol çıkarlarını kesinlikle garantiye bağlamışlardır. İngiliz ve Amerikalıların "en önde gelen madde" dedikleri petrol sıkı bir kontrol altına alınmıştır. 1973 yılından günümüze kadar ise Arap-İsrail savaşları, İran devrimi, Afganistan ve Irak'a ABD önderliğinde yapılan operasyonlar ile petrol mücadelesi devam etmektedir.
"1830'lu yıllardan itibaren sürekli artan bir ilgi ile Mezopotamya bölgesinde petrol üzerine araştırmalar yapıldı. Mezopotamya petrolleriyle ilgili ilk önemli rapor 1871'de Almanlar tarafından hazırlandı. 2'nci Abdülhamit yönetimi ile Osmanlının da bölgeye ilgisi arttı. 1912 yılından itibaren bölgedeki petrolü ele geçirmek isteyen İngiliz-Alman rekabeti şiddetlendi. Türkiye'de oynanan oyunlara karşı o tarihlerde sadece Jön Türkler direnmiş; fakat Osmanlı İmparatorluğu'na karşı adeta bir Haçlı Seferi düzenleyen İngiltere'ye karşı İngiliz casusu Lawrence etkisiyle fazlaca karşı durulamamıştır.
Kurtuluş Savaşı ile emperyalist güçlere ve petrol oyunlarına büyük bir darbe vurulmuşsa da Türkiye konumu sebebi ile petrol oyunlarının içinde kalmıştır. Günümüzde de Irak savaşları koalisyon güçlerinin bölgedeki petrolü kontrol etmek için ortaya çıkardıkları Kürt dosyası ve ABD'nin Rusya'ya karşı Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan işbirliğini desteklemesi ile petrol üzerine oynanan oyunlar devam etmektedir. Suat Parlar."
Ve tabii Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasındaki "tasarlanmış" halk isyanları ve birbirine kurşun sıkan Araplar, Müslümanlar ve giderek evini barkını dahi kaybedip iyice fakirleşen ve daha da fakirleşecek olan zavallı petrol bölgesi çocukları ile birlikte gelişmemiş/sömürülmüş ülkelerin talihsiz vatandaşları...
Son söz: "Beş Büyük Ağabey"in söz sahibi olduğu, beğenmediği kararları veto edebildiği ve insan onuruna hakaret edercesine güç sahibi olduğu Birleşmiş Milletler Teşkilatı lağvedilmeli; yerine, birbirleri ile uyuşabilen ulusların kendi çıkarlarını ve varlıklarını koruyabilecekleri Küresel Birlikler oluşturulmalı...
Günün sözü: "Enerjiyi kontrol edersen ülkeleri; yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin..."
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
AH NİZAM-I CEDİD, VAH III. SELİM!
III. Selim'in, Osmanlı devlet yönetiminin artık Avrupa'yı yakalaması gerektiği düşüncesiyle büyük uğraşlarla kurduğu batı tarzı düzenlenmiş Nizam-ı Cedid ordusu aslında başarıyı yakalamıştı. Bu ordu Akka'da meşhur Napolyon'un ordusunu yenmişti.
Üst düzey bazı Osmanlı devlet yöneticilerinin dışında Osmanlı, aydını, memuru ve halkıyla henüz yeniliklere tam açık değildi. Modern anlayıştan uzak ilmiye sınıfı ve artık devletin başına yük olamaya başlamış ordu(yeniçeri ocağı) Batıya ve batı tarzı yeniliklere tamamen karşılardı.
İçerdeki bu ve benzeri sebepler ve birazda dışarının yönlendirmesiyle bir grup yeniçeri ayak takımı içlerinden Kabakçı Mustafa adlı şahsın liderliğinde Nizam-ı Cedid'e karşı kazan kaldırdı.
Bir grup yeniçeri ayak takımının bu cılız direnişleri sadaret kaymakamı(sadrazam vekili) Köse Musa ve benzeri bazı üst düzey yöneticilerin el altından destekleriyle büyük bir isyana dönüştü. Bu esnada devlet Rusya ile savaş halindeydi. III. Selim yeni ordusuyla bu ayaklanmayı bastırabilecekken kan dökülmemesi gibi hassas yaklaşımları ve ordunun Rusya ile savaş halinde olma riski gibi hususları göz önünde tutarak müdahale etmedi.
Kabakçı Mustafa adıyla anılacak bu isyan devletin yenileşme faaliyetlerini durdurmuş; büyük emekler ve meblağlar harcanarak kurulmuş 'nizam-ı cedid' ordusunun kapatılmasıyla son bulmuştur.
Osmanlı yöneticileri ancak savaş meydanlarında algıladıkları Avrupa'yla aralarında gelişmişlikteki farklarını kapatmak için öncelikle askeri alanda çözümler aradılar. Yenileşme adı verilen bu yaklaşımın ilk teşebbüsü I. Mahmut zamanında yine askeri alanda yapılmıştır. Asıl adı Comte de Bonneval olan humbaracı Ahmet paşaya humbaracı teşkilatı kurdurulmuş; batı tarzı eğitim veren ilk askeri okul 'hendesehane' açılmıştır. Üçüncü Selim'in babası III. Mustafa zamanında Macar asıllı Baron de Tott'a top dökümhanesi kurdurulmuş; batılı tarzda eğitim gören topçu ocağı açtırılmıştır. Her iki padişah döneminde yapılan askeri alandaki bu ıslahat hareketleri maalesef Osmanlının yeniliğe kapalı güruhun kundaklamasıyla sonuçsuz kalmıştır.
III. Selim tahta oturduğunda Osmanlı devlet yönetiminin Avrupa'yı yakalamak için ıslahat hareketlerini devam ettirmekten başka alternatifi yoktu. Sultan Üçüncü Selim bu gerçeği çok iyi görmüştü. Devlet Avrupa'ya yaklaşma Avrupa gibi olma yolunda geniş çaplı büyük bir ıslahat hareketine girmeliydi. Bunun için öncelikle Avrupa'nın iyi tanınması gerekiyordu. Bu açıdan yapacağı ıslahatlara hazırlık olarak III. Selim, ilk olarak Ebubekir Ratip Efendi'yi Avrupa'yı tanıma, inceleme ve bir ıslahat raporu hazırlaması için Avrupa'ya gönderdi. Ebubekir Ratıp Efendi çok iyi çalıştı, yerinde ve doğru gözlemler yapıp hassas tespitlerde bulundu. Uzun bir çalışma sonrası yurda dönerek raporunu III. Selim'e sundu. Bu arada Sultan III. Selim ileri gelen bir çok devlet adamının da ıslahatla ilgili görüşlerini sordu. Gerek Avrupa'ya gönderilen Ebubekir Ratıp Efendinin gerekse içerdeki ileri gelen devlet erkanının görüşlerinin ortak paydası ıslahat hareketlerinin zorunluluğu idi. Asıl düğüm bunun nasıl yapılacağında düğümleniyordu. Burada genel hatlarıyla üç temel yaklaşım söz konusudur. Birincisi, bu gün muhafazakarları temsil eden ıslahat yapalım ama en ihtişamlı zamanımız sultan Süleyman kanunlarını yeniden güncelleyerek bunu sağlayalım yaklaşımıydı. İkincisi, Avrupai tarzda ıslahatlara devam edelim ama daha önce yaşanan akametlere uğramamak için bunu geçmiş ihtişamımızın kurallarını uyguluyoruz gibi göstererek yapalım bakış açısıydı. Bugün liberal anlayış dediğimiz yaklaşımdı bu. Üçüncüsü ise ıslahat yerine tamamen Avrupai tarzda yenileşme yaklaşımıydı. Bu da bugünkü sol ağırlıklı modernist yaklaşımı ifade ediyordu.
III. Selim, son iki yaklaşımın görüşlerini dikkate alarak öncelikle mevcut devlet sistemini tepeden tırnağa yenileştirmeye çalışırken diğer taraftan da devrimci bir yaklaşımla tamamen Batılı tarzda yeni kurumlar ihsas etme gayretine girdi. Bu amaçla tüm ayrıntıları önceden düşünülüp hesaplanarak mevcut orduya alternatif 'Nizam-ı Cedid' adında yeni bir ordu kuralacaktı. Başta ifade ettiğimiz gibi bu yeni ordu kısa sürede çok başarılı olmuştu.
Nizam-ı Cedid, öncelikle Avrupa tarzındaki bu yeni orduyu ifade ederken genel anlamda tüm devlet teşkilatının yenilenmesini hedefleyen köklü, geniş ve büyük bir proje ve programdı. Ancak o günkü mevcut dini, sosyal, siyasal ve kültürel yapımız ve azda olsa dışarının etkisiyle III. Selim önderliğinde az sayıdaki yenileşmeci Osmanlı devlet erkanının başlattığı bu faydalı proje maalesef sonuçsuz kalacaktı.
Üçüncü Selim'in Avrupalılaşma amaçlı bu 'nizam-ı cedid projesi' yeniliğe açık yeterli devlet yöneticilerinin olmaması, Osmanlı devlet yöneticilerinin yeterince Avrupa'yı tanıyamamaları ve modernlikten uzak olmaları gibi bir çok sebepten başarıya ulaşamadı. Devletin bu faydalı projesi, devletin başka bir gücü tarafından akamete uğratıldı.
Cumhuriyet dönemi bir çok devlet adamı ve aydınına taş çıkartacak denli eğitimli ve donanımlı padişah III. Selim, maalesef batılılaşma yolunda devletin verdiği en büyük ferdi kurban olacaktı. Yeniden tahta çıkma ihtimalini düşünen devletin yenilik karşıtı güruhca yazık ki şehit edilecekti.
III. Selim'den bu güne yaklaşık iki yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hala Batı'yı yakalamada ciddi bir yere gelemediğimiz aşikar. Bunun en büyük sebeplerinden biri olarak yukarda ifade ettiğim üç temel yaklaşımın, batılılaşma, çağdaşlaşma ve modern devletler sevisine yükselme hedefinde ortak bir yaklaşıma ulaşamamış olmalarını düşünüyorum. Üçtür ikidir dörttür her ne kadar olursa olsun toplumuzu ifade eden temel yaklaşımlar ortak bir paydada bir karar kılmadığı sürece bizim bu batı maceramız hep devam edip gidecektir. Ne zaman dönüp baksak bir arpa boyu yol almadığımızı göreceğiz.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AĞLATMAMALI AŞK
Ağlatmamalı aşk
Güldürmeli yüzümüzü
Gül bahçesine çevirmeli
Özümüzü...
Dağıtmalı kara bulutlarımızı
Yeşertmeli gönlümüzü
Aşkın güzelliği
Öyle bir yerleşmeli ki benliğimize
Üzüntü, acı girememeli içeriye
Başımızda esen sevda yeli
Şiire döndürmeli öykümüzü
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Toplam 7886 imajın birleştirilmesiyle oluşturulan 80Gb olarak tanımlanmış bir fotoğraf görmek isterseniz http://www.360cities.net/london-photo-en.html . Londra'dan bir bölge için hazırlanmış olan bu fotoğraf çalışması gerçekten takdire şayan bir emek ile gerçekleştirilmiş. Çalışma 360° yani panoramik olarak hazırlanmış. Çalışmanın en güzel tarafı zoom yaptıkça detayları net olarak görebilmeniz olmuş. Arabaların plaka numaralarından, okunan gazetenin başlıklarına kadar yaklaşabiliyorsunuz. Oldukça büyük olduğu için zoom yaparken biraz sabırlı olmalısınız. İyi seyirler.
Cep telefonunuza mp3 seçip zil sesi yaparken kullanabileceğiniz online bir uygulama tavsiye ediyorum. Diyelim ki bir mp3'ünüz var ve sadece 8.sn ile 21.sn arasını kullanmak istiyorsunuz. Öncelikle http://cutmp3.net/ web sayfasına giriyorsunuz. Open mp3 kısmından istediğiniz parçayı yüklüyorsunuz. Başlangıç ve bitiş noktalarını belirleyip isterseniz parçanın son durumunu dinliyorsunuz. Cut tuşuna bastığınızda hazırladığınız parçayı bilgisayarınıza kaydedip, dilediğiniz ortamda kullanabiliyorsunuz. Gördüğünüz gibi bu uygulamayı kullanabilmek için uzman olmaya gerek yok. İyi eğlenceler.
Türkçe ya da altyazılı film indirmek ve seyretmek için http://www.htfilmindir.com/ web sayfasını kullanabilirsiniz. Sağlam bir arşive sahip olan bu yapıda onlarca ve hatta yüzlerce film var. Detaylı anlatmaya gerek yok, her açıklama bu web sayfasında anlatılıyor.
Her türlü film, müzik, resim, oyun ve daha fazlası için orta seviye bir kaynak http://www.somurgen.com/ . Birkaç inceleme yaptım, gerçekten çok faydalı bilgiler ve sağlam kaynak dokümanlar mevcut. Hatta dil ya da program öğretimiyle ilgili kaynaklar bile var.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|