Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.866

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Nisan 2011 - Fincanın İçindekiler


  • DALDIR KAŞIĞI YAHNİYE, SORMA ETİNİ BAHRİ'YE -1 ... Seyfullah Çalışkan
  • AYAKLARININ ALTINI ÖPMEK ... Hamdi Topçuoğlu
  • Kıyıda 3 ... Yıldız Sırma
  • Mesleklere göre ilan-ı aşk ... Erhan Tığlı
  • Amin Maalouf ... Neslihan Minel
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-10 ... Ömer Faruk Hüsmüllü


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : İşgüzarlığın daniskası!..


    Merhabalar,

    Son dört günde memleketin başına gelenlere bir bakın hele. YSK'ın işgüzarlığı, bürokrasinin engel tanımaz hantallığı ve tabi iktidarın "ileri demokrasi" anlayışı bir araya geldi, güney doğu savaş yerine döndü, 1 genç öldü, velhasıl itibarımız iki paralık oldu. Kargaşaya teşne, işsiz güçsüz, amaçsız bir sürü poşulu genç, ellerinde havai fişek tüfeği(!?) terör estirdiler. Ne uğruna? Bir kocaman hiç. Yargı kurumları arasındaki iletişimsizlik, koskoca YSK'nın bilgi almadaki gafleti, gereksiz ve anlamsız bir gerginliğe sebep oldu. Gene asıl gündemi kaçırdık, gene dönen dolapları görmezden geldik, olmasa da olur bir haftayı daha geride bıraktık.

    Oysa, hiç te yabana atılmayacak garabetler yaşıyor Türkiye. İleri demokrasinin göstergesi olsa gerek, başbakanı protesto eden gençler hala içeride yargılanmayı bekliyor, geçen sene ölümüne direnen, en yasal hakkını kullanan Tekel işçileri 1 yıl sonra mahkemeye veriliyor, Kars'taki anıt kesilip biçiliyor, bunu protesto eden Atatürkçü sanatçı aydın, bir meczup tarafından bıçaklanıyor, adam "ölüyorum, yardım edin" derken ahali arabasına atlayıp kaçıyor. İyi şeyler olmuyor bu memlekette, aşırı bir yönetim zafiyeti geçiriyor bu güzelim ülke.

    Ama herşeyin ötesinde, bu memleketin padişah fiyakasındaki başbakanı, sadece gelecekleriyle oynayanları protesto ediyorlar diye, gençleri, karşılarına 5-10 bin genç koymakla tehdit edebiliyor. 23 Nisan'da "Artık başbakansın, ister asar ister kesersin." diyen bu adamdan zaten farklı bir davranış beklemek abesle iştigal olur, onu biliyoruz ama buna sessiz kalan yığınları anlamak mümkün olmuyor bir türlü. Ve tüm bu gerilime neden olan ÖSeYeMe başkanı, akademik kariyerine hırsızlıkla başladığı ortaya çıktığı halde hala koltuğuna yapışmış oturuyor ve bir padişah kulu da kalkıp "Çektir git ulan" demiyor. Diyenler ya coplanıyor ya da kafaları eziliyor.

    Gelin bu adamlara seçimde hakkettiklerini verelim. Alternatifsizlikle kendini kandıranların artık kaçacak deliği kalmadı. İyi hazırlanan, işe nereden başlayacağını bilen bir muhalefet var artık. Bunu görmezden gelmenin anlamı da yok. Akıllı olun, tekrar yanlış yapmayın. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      DALDIR KAŞIĞI YAHNİYE, SORMA ETİNİ BAHRİ'YE -1

    Gazetelerde hileli gıdalar ve insan sağlığına zararlı katkı maddeleri ile ilgili haber okumadığımız gün yoktur. Yapan da biz, satanda, tüketende… Yazılanlara bakılırsa aldığımız et ürünlerinde et dışında her şey varmış. Üzerinde dana eti yazılan sucuk ve salam ve sosis gibi ürünlerde sakatat, domuz, at, eşek eti kullanılıyormuş. Sakatat ve yağlar bir tarafa dünyada birçok ülkede at ve domuz eti tüketiliyor. Sağlık ve hijyen kurallarına uygun kesilip hazırlandığı zaman kimse bu hayvanların etini yediği için hastalıktan kırılmıyor. Biz inançlarımız gereği bu hayvanların etini yemeyi bırakın, yenilebileceği düşüncesine bile tiksinerek bakıyoruz. Keşke yediklerimizin içinde sadece at, eşek ve domuz eti olsa. Sağlıklı olsa, temiz olsa ve bilmeden dana eti niyetine tüketsek. Dünden razı olacağız…

    Yıllarca yurt dışında yaşamış bir ağabeyimiz var. Sohbeti tatlı, keçisakallı, macera dolu birikimli biri işte... Bu tiplerden mutlaka siz çevrenizde de bir iki tanıdığınız vardır. Mutlaka sürekli briç oynadıkları bir ekipleri vardır. Hepsi zamanın mektepli, diplomalı, yabancı dil bilen okumuş çocukları. Olgun abimizin briç yanında avcılık merakı da var. Neyse en iyisi olan biteni onun kendi ağzından anlatayım.

    Geçen sene Aralık ayında bir hafta sonu Çakıroğlu'na bıldırcına gittim. Bıldırcını bırak çulluk bile rast gelmedi. Av hevesi sadece köpeğin işine yaradı. Hayvan açık havada kıra, bayıra vurdu kendini. Keyiften geberecek. Hayvancağız aniden önümden yüz, yüz elli metre ilerde zınk diye durdu. Sarkık kulaklarını olabildiğince havaya dikti. Defneliğin kıyısına koşup havlayama başladı. Ne olup bittiğini ben de anlamadım. Hayvan defneliğe doğru koşup havlayarak saldırıyor, inleyerek geri kaçıyordu. Yaklaşınca bir de baktım sık defne kümesinin içinde bir domuz var. Beni görünce domuz çalıların arasından çıkıp bayırdan yukarı doğru koşmaya başladı. Arka arkaya nişan alıp iki tane çaktım. Burnu üstü yere çakılıp yuvarlanmaya başladım.

    Önce niye vurdum ki bu hayvanı diye düşündüm. Tarlada ekinimiz yok, mısırımız yok. Şimdi Almanya'da olsam veya İsveç'te bu domuz dünyanın parası eder. Hem organik, hem yabani… Oysa şimdi ben burada bırakıp gideceğim leşi günlerce etrafı kokutacak. Domuzun orasına, burasına bakıp incelerken aklıma şeytanca bir fikir geldi. Yurt dışındayken arkadaşlar kuzu eti diye bana defalarca domuz yedirip sonra da alay etmişlerdi. Üstelik yağlı kısımları atılırsa etinin tadı kuzu etine de benziyordu. Bıçağımı çıkarıp hayvanın ön ve arka bacaklarını kestim. Köydeki eve gittim. Kestiğim bacakların derilerini yüzdüm. Etlerini kemiklerden ayırdım. Yağlı kısımlarını kesip attım. Bir tencereye doldurup soğanlı, patatesli, havuçlu güzel bir yahni kaynattım. Hem de az buz değil. Kocaman bir tencere… Yeme de yanında yat.

    Ardından Sinop'a bir telefon patlattım. "Uşaklar koşun gelin. Köyde ziyafet var. Sadece ekmek alın. Başka bir şey lazım değil. Yok, içeriz, uçarız diyorsanız sizin bileceğiniz iş. Mutfağımızın geçici bir ekonomik arızadan dolayı içki servisini bir süreliğine durdurmuştur," dedim. Bir saate kalmadan çıkıp geldiler. Hem nevaleyi de oldukça çeşitlisinden düzmüşler.

    Icığını cıcığını sormasalar ben de yalan söylemek zorunda kalmayacaktım. Ekmek buldun mu yanaş, dayak gördün mü sıvış. Oğlan için adağım vardı. Okulu bitirsin bir koç keseceğim demiştim. Daha önümüzde üniversite var ama adak adaktır. Kesmek lazım. İşte o koçu bu tün kestirdim. Birazını fakir fukaraya dağıttım. Geri kalanı da size ayırdım. Bir ikisi gak guk etti ama sesini kestim. Neymiş efendim ben dindar değilmişim. Adak adamak kim ben kimmişim? Oturduk sofraya hep beraber giriştik yahniye. Kaşıkların biri batıp, öteki çıkıyor. Bir tabak, iki tabak derken tencerenin dibi göründü. Bir de işin uzmanları var. Bu koç daha bir yaşına yeni girmiş. Yem ile değil kırda, bayırda kekik ile beslenmiş. Eti misler gibi kokuyormuş. Sanki illa ukalalık etmeliyiz. Her şeyden anlamalıyız. Yahni kaşıklandı, şaraplar, biralar, rakılar hafif hafif bünyede yol bulmaya başladı. Sofra toplandı, tatlı bir sohbet başladı. Zaten keyfimiz de yerinde. "Arkadaşlar, dedim. "Üzgünüm, yediğinizi ne kuzu ne de koçtu. Çakıroğlu'nda öğleye yakın bir domuz vurdum. Ziyan olmasına gönlüm elvermedi. Getirip eve pişirdim. Sonra da sizi çağırdım."

    - Yalan valla yalan, bizimle kafa buluyor.
    - Doğrudur oğlum, ben anlamıştım zaten.
    - Şaka dimi be Olgun abi. Hadi şaka de…
    - Yalan söylüyor. Bir bakışta ne eti olduğunu şıp diye anlarım.
    - Yapar ulan bu gâvur, valla yapar…
    - Ne olursa olsun. Et güzeldi. Ellerine sağlık. Ben takmam aga,
    - Domuz olsa ne yazar. Önemli olan niyet... Biz onu koç diye yedik.

    "Şaka şaka…" dedim. Hepsinin rengi geldi. Ama öte yandan içlerine de kurt düştü bir kere.
    Artık fayda çıkmaz. Kurcalayıp dururlar. Adım gibi biliyorum. Birisi atladı hemen;
    - Bunun kemikleri nerde?
    - Köpeklere verdim, nerede olacak köpeklerin karnında.
    - Derisi nerde?
    - Koçu kesen köylüye verdim. Derisini, ciğerlerini, kalbini ve böbreklerini o aldı.
    - Yalan di mi, ne olursun doğruyu söyle. Yediğimiz domuzun etiydi di mi?

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      AYAKLARININ ALTINI ÖPMEK

    Ankara Mamak Belediyesi'nin Ak Partili Başkanvekili Eşref Karaçör, Necmettin Erbakan için verdiği vefat ilanına, "Ayaklarını öpmekten haz aldığım değerli hocam" diye yazdırmış. Kimi gazeteler de bunu haber yapmışlar.

    Eminim statükocu, cumhuriyetçi, seçkinci, ulusalcı diye nitelenenler, yukarıdaki ilana eleştirel yaklaşmışlardır. Onlar, halktan ve tarihten kopuk olmasalar, Karaçör'ü küçümserler miydi hiç? Oysa "Ayak öpmek", bu toplumun kültür kodlarından biridir.

    Şeyh Galip bir beyitinde,
    "İçip içip kendi elinden onun
    Duramayıp öpmüşüm ayağını onun"

    der. Şeyh Galip'in Mevlevi olduğunun bilenler, bu ayak öpmede bir kötülük aramazlar. Çünkü burada ayağı öpülen bir kul değildir. Bunu bilmeyenler, onu ayak fetişisti olarak da görebilirler. Gerçi bu kültürde beşeri arzuların, Allah'a ulaşma arzusuyla kılıflanması da az değildir; ama koskoca Şeyh Galip'ten de kuşkulanacak değiliz ya!

    Bizim kültürümüzde ayak öpmek, ayağına ya da ayağının tozuna yüz sürmek biçiminde de dile getirilebilir.
    Fuzuli, Su Kasidesi'nde:
    "Ayağının toprağına ulaşayım diye ömürler boyu durmadan,
    Başını taştan taşa vurup başıboş gezer su ."
    der. Burada su, peygambere ulaşmak için çırpınan Fuzuli'den başka biri değildir.

    Bakî, "Muhteşem Yüzyıl"da es geçilmiş muhteşem bir şiir sesidir. O, şairlerin sultanıdır; ama onu nedense şeyhülislam yapmamışlardır.
    Değerini musalla taşında bilip Ey Bakî!
    Durup karşına el bağlasın dostlar, saf saf

    dizeleriyle kendisini şeyhülislam yapmayanlara veryansın eden Baki'nin,

    "Yüz sürmek ister ayağına biçare aşıklar amma
    Sıra mı gelir kimseye eteğinin ucundan"

    dizelerini, Allah- peygamber aşkı kılıfına sokmamız olanaksızdır. Çünkü sevgilinin eteğinden, zavallı aşıklara sıra gelmemektedir. Demek ki, adam aklını öpmekle bozmuşsa bırakın hatunların başının açık olmasını, etekler topukları örtse bile haz almanın bir yolunu bulabiliyor.

    Çocukluğumdan anımsadığım bir İstanbul türküsü vardır:
    Arabaya taş koydum imanım
    Ben bu yola baş koydum

    Bir yola baş koymak, ilkeli ve tutarlı olmayı gerektirir. Divan şiirinin bir başka ustası Necati Bey'in

    " Necâti, (sevgili) sana el vermişken ayağına baş koy."

    dizesini okur okumaz, işte Karaçor'un söylemek istediği bu diye düşünürüz. Çünkü "El vermek- el almak"; usta- çırak, pir-mürit ilişkisinde önemlidir. Müridin, pirin gözüne girebilmesi için ayağına baş koyması, ayağının tozu, türabı olmak istemesinden doğal ne olabilir? Gerçi Necati Bey, ikinci dizede:

    " Ki, cihanın baştan çıkarıcısı servi boylu yürümek ister."

    diyerek düşlerimizi altüst ediverir; ama olsun. Sevgilisine, eşine ayaklarını yıkatan on binlerce erkeğe göre bir erkeğin duygularını böyle açıklaması ayıp olsa da liberal dostlarımız: "Efendim, baş onun değil mi? İster yola koyar, ister ayağa. Bu gibi tercihlere bireysel haklar olarak bakalım." diyerek onlara demokrasi kursu verebilirler. Hatta "akıl bir kez ayağa düşerse, başın hükmü kalmaz" sözünün anlamını çok iyi bilseler de Taşlıcalı Yahya Bey'in,

    Öpeyim mübarek elini, düşeyim ayağına
    Bir muradım var, eğer ona imkân var ise

    dizelerini okuyunca buradaki muradın Sultan Murat olmadığını anlayabilirler mi bilmem.

    İnsanlar şeyhlerinin, sevgililerinin istedikleri yerlerinden öpebilir. Bu kişisel ilişkilere kimsenin sözü olamaz. Ne var ki ayakları öpülen kişi politikacıysa orada; "Hele dur, bakalım!" demek, bizim de hakkımızdır. Çünkü politikacı ile seçmen arasındaki bağ, salt kendilerini değil, diğer seçmenleri de ilgilendirir. Seçmen sandıkta oyunu kullanırken şeyhim, ağam, paşam, hocam, kocam, babam böyle istiyor, diyerek değil, ben böyle istiyorum diyerek oyunu kullanmalıdır.

    Ağasının, şeyhinin, cemaat liderinin ayaklarını yalayanların oylarıyla benim oyum niceliksel olarak eşit olsa da niteliksel olarak eşit değildir. Türkiye, ayakçı seçmelerin, nitelikli seçmene dönüştüremediği sürece gerçek demokrasiden söz edemez. Getirmeye çalıştıkları abur cuburları "İleri Demokrasi" diye yutturmaya çalışanların, bunu yutmayanları demokrasi düşmanı ilan etmeleri bile savımızın doğruluğunu kanıtlar.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Yıldız Sırma

     Kahveci : Yıldız Sırma


      Kıyıda 3

    Sabah uyandığımda, etrafı kabaca temizledim. Dört bir yana yayılmış saçları - Allah'ım ne çok saçlarım dökülüyordu böyle!- ve toz yumaklarını elektrikli süpürgenin en yüksek devrinde perdelere varıncaya kadar, her yeri hınçla vakumladım. Akşam için şirketten kızlarla Beyloğlu'nda buluşmak üzere program yapmıştık. Genellikle Pazar günleri tamamen kendimize ayırıp, ağda, kaş-bıyık temizliği, manikür gibi işlere vakit harcıyorduk - malum genç iş kadınlarıydık ve en azından günün çoğunu geçirdiğimiz camdan binalara girip çıkan diğer kadınlarla boy ölçüşebilmek için biraz bakım şarttı tabii- günün geri kalan kısmın da ise, buluşmuyorsak eğer televizyon karşısında tembellik yaparak geçiriyoduk. En azından benimki çok uzun süredir böyleydi. Ama işte, pazar akşamlarının pazartesiyi hatırlatması sebebiyle kendine özgü bir gerginliği vardı. Okuldayken, pazartesi yapılacak dersleri ya da sınavları düşünür, sabah kahvaltı bile edemezdim. Babamla annemin gergin suskunluğu, o suskunluk içinde yapılan kahvaltılar, gün ışımadan okul için kaldırılmam yetmiyormuş gibi. Sonra haşlanmış yumurtanın iğrenç kokusu…Yıllar sonra, yine pazartesi yapılacak işleri düşünüp kendi kendime sinirleniyordum. İşte bu yüzden, biraz eğlenmek iyi gelebilirdi. Zaten koca bir yazı; izinler tatiller derken birlikte bir şey yapamadan geçirmiştik.

    Akşam olduğunda duşumu alıp giysilerimi değiştirdim. Geceyle ilgili olarak pek bir beklentim yoktu, ama iyi bir 'parçaya' denk gelirsem, kaçırmaya da niyetim yoktu. Hafif bir makyaj yapıp sokağa çıktım. Kabataş'da bir çatı katında yaşıyordum. Daha önce, bekar bir bayanın yaşayabileceği sıkıntıların pek çoğunu yaşamış ve dört kere taşınmış biri olarak, artık ev aramaktan bıkmıştım ki, emlakçı bu çatı katını gösterdi. Dört katlı bir binanın en üst katında, oldukça küçük ama sevimli stüdyo bir daireydi. Binada asansör yoktu ama az da olsa denizi gören küçük bir terası vardı ve bu kadarı bile, karar vermem için yeterli olmuştu. Böylece; dar sokaklardan oluşan ve yer yer kağir evlere rastlayabileceğiniz, aşağısı deniz, yukarısı Taksim olan bu mahalleye taşınmış oldum. Tek sorun, ana caddeye doğru yokuşu çıkmak zorunda kalmamdı, ha bir de maaşın yarısını kiraya veriyordum tabii. O bir şey değildi de, şu yokuş tırmanma işi, özellikle kötü havalarda ciddi sıkıntı oluyordu.

    Düne göre daha sert bir havada vardı dışarıda. Meydana çıktığımda, hınca hınç dolu bir cadde, sesler ve renkler içinde akıyordu. Haftanın yedi günü, yirmidört saat akan meşhur İstiklal Caddesi'ydi burası. Evim yakın olduğu için, buraya herkesten önce gelmem kaçınılmazdı. Saate baktım, randevularına her zaman erken giden biri olarak, iki kere erken gelmiş olacaktım yani. Kızlarla daha önce konuştuğumuz gibi; önce sıklıkla gittiğimiz bir kafede bir şeyler atıştıracak sonra da sürekli takıldığımız barlardan birine gidecektik.

    İstiklal caddesinin kendine özgü; din-dil-ırk-cinsel tercih-giyim-kuşam farkı gözetmeyen kalabalığı içinde biraz ilerleyip ilk sağa döndüm. Ana caddeye çok yakın, daha çok entellerin gittiği, derli toplu bir yerdi Cafe Tropic.

    Adı kafe olsa da, alkollu-alkolsuz içeceklerin yanı sıra, isteyene içinde hani şu snack denilen atıştırmalık lezzetlerin de sunulduğu bir yerdi. Bu saatlerde genellikle dolmaya başlıyor, gece yarılarına kadar da açık kalıyordu. Garsona bir capuccino dedim uzaktan bir el işaretiyle. Sık sık gördüğü için tanıyordu artık. Cam kenarındaki bir masaya yerleştim ve caddeden geçenleri izlemeye başladım. Kızlar gelene kadar biraz oyalanacaktım işte. İkinci sigaramı içiyordum ki, Selma'yı gördüm. Daha doğrusu, önce duydum. Kahkahalar içinde kapıdan girdi.

    Aramızda Selma tarzı dediğimiz, allı morlu frapan giysileri içinde bana yaklaşıyordu. Bende çok zevksiz ya da komik duracak pekçok şey, itiraf etmeliyim ki ona yakışıyordu.

    Gözlerim bir an Ece'yi aradı, bu gece gelmeyecekti galiba. Muhtemelen evde kariyer planları yapıyordu. Kendi küçük, hırsları büyük insanlardandı. Bu tür insanların pek çoğu gibi onun da, ileri de bizim gibi hırsları olmayan ya da en ufak engelde hırsı geldiği deliğe geri kaçan insanların tersine, daha iyi bir yere geleceğini düşünüyordum.

    Selma ve Reyhan, yanlarında iki kızla birlikte bulunduğum masaya yaklaşırlarken neşeli olduğunu umduğum bir sesle sordum:
    "Hey, siz nerede buluştunuz da bu saate kaldınız? Valla biraz daha erken gelirsiniz diye umuyordum,"
    "E ne yapalım, biz senin gibi buralarda oturmuyoruz şekerim, hepimize uyan bir yerde buluşmamız bile zor oldu zaten,"dedi Selma.

    Gülmeye başladık. Grubun diğer üyelerini selamladım sırayla. Reyhan, muhasebe bölümündeydi, diğer iki kızı da okuldan mı ne pek anlamadım bir yerlerden tanıyorlarmış işte. Hep birlikte daha büyük bir masaya geçtik. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve ben de anlayabildiklerimle idare ediyordum. Gecenin devamı için enerji gerekecekti, biz de masaya birkaç lezzetli meze tabağı söyledik. İçkilerimiz eşliğinde tabakları çatallarken, her zaman olduğu gibi konuşma konusu ofistekiler ve bir türlü yapılamayan, aksayan işler ya da müdürlerimizle ilgiliydi. Ofisteki insanlarla Mars'ta dahi buluşsanız, konuşma konusu yine de ofis oluyordu.

    Kısa bir sürede, herkes ortak bir ruh halini az da olsa yakalamaya başlamıştı. Bendeyse, bir manik depresifin nedensiz keyfi vardı sanki. Sonuçta biraz rahatlamak ve eğlenmek istiyordunuz, kasacak ne vardı ki? Şunun şurasında daha kaç zaman böyle geceleri çıkıp barlara takılabilecektik ki? Ya da bu işlerden zevk alacaktık?

    Olgunluk yaşları kenardan kenardan göz kırpıyordu hepimize ve ilk gençlik korosunun 'gencim güzelim' nakaratı geride kalmaya başlamıştı artık. Sadece kapanışı yapmadan, biraz cila cekmeye çalışıyorduk işte. En çok da ben. Diğerleri benden birkaç yaş küçüktü. Yani biraz daha vakitleri vardı. Sadece Selma ile yaşıttık. Evet şu koca ağız Selma. Her zaman gülen ve güldüren Selma. Aidiyet duygusunu, tamamıyla arkadaşlıkta bulan Selma. Benim hiçbir kişiye, kuruma, topluluğa aidiyet duygun olamadı. Birlik beraberlik duygusu her zaman sadece kenarda durup seyrettiğim şeylerden biriydi, içinde olduğum bir şey değil. Dolayısıyla eleştirmek adına yaptığım her çıkış, ihanet olarak algılanmaya adaydı zaten. Bütün okul yıllarım; ayrıksı, uyumsuz ya da cins olarak geçmişti. Ya da şimdi ki deyimle kıl...Ama işte insandık sonuçta ve gerçekten içine giremediğimiz gruplarla bile olsa, ortak bir şeyler yapabiliyor ya da mış gibi yapabiliyorduk.

    Yaklaşık iki saat sonra, oldukça gevşemiş ve az da olsa doymuş olarak kafeden çıktık. Zira dolu bir mideyle, gecelere akmak akıllıca olmadığı gibi, aç karnına da yapılacak şey değildi. Eh artık hazırdık yani. Biz beş kız; neşeyle bu kalabalık caddede yürürken, daha bir güçlü hissediyorduk kendimizi. Özellikle Reyhan'nın peşine takıp getirdiği kızlardan yaşam enerjisi fışkırıyordu adeta. Erkek arkadaşları yokmuş anlattıklarına göre. Ama günü birlik birilerine takılmakta da bir sakınca görmüyorlardı anladığım kadarıyla.

    Güle konuşa İstiklal'de yürürken düşünüyordum. Bu şehirde, ülkenin her yanında olduğu gibi özellikle geceler; hala erkeklerin egemenliği altındaydı ve sayıca ne kadar çok isek, onlardan zarar görme riskimiz de o derece azdı sanki. Kapkacın ve tacizin henüz belirmeye başladığı bu saatlerde; arka sokaklara fazla girmeden, daha önce gittiğimiz bir bara gitmek üzere, Tünel'e doğru ilerledik. Biraz aşağıda, sola döndük. Bar; yüz metre kadar ötedeydi. Büyüklü küçüklü gruplar bizim gibi caddeyi arşınlıyordu. Girişte, pek çok barda olduğu gibi, içeride sadece bir içki içmenizi sağlayan bir fiş satın almak zorundaydınız. Fazladan içeceğiniz her içki için ayrıca ödeme yapmanız gerekiyordu. Fişimizi alıp içeri girdi. Yarı aydınlatılmış ortamı, yoğun bir sigara dumanı sarmıştı. Barın önündeki tabureler dışında oturulacak yeri olmayan bir mekandı burası ve tabureler de çoktan kapılmıştı.

    "Biraz erken kalkalım demiştim size, yerler kapılmış çoktan!" dedi Selma.

    Bu durumda, gece yarılarına kadar ayakta kalmamız işten bile değildi. Üstelik ayaktayken de; birilerinin dans etmek için kenara köşeye bıraktığı içkilere dikkat etmek gerekiyordu. Yine de burayı seviyorduk. Kıvamını bulduğunda, ayakta kalanlar gelişigüzel iki yana sallanır, dans eder, ya da bulabildiği bir duvara kaykılıp etrafı seyrederdi. En iyi ihmalle; dans etmek için taburesini geçici olarak terk etmiş birinin yerine oturup biraz dinlenebilirdiniz. Üstelik bazı geceler canlı müzik de yapılıyordu.

    Şanşımıza bu gece nostalji gecesiymiş, tipik bir 'oldies the goldies' gecesi yani.

    Banttan hepimizi okul yıllarına götüren pop ve rock parçaları çalmaya başlamıştı bile. Ayakta kalmak umurumuzda değildi. Yaş ortalamasının üzerindeydik biraz galiba. Ama hep beraber müziğin ritmine uyarak dans ediyorduk. Tabi buna dans denilirse. Bir elimizde içkilerimiz öne arkaya yaylanıp duruyorduk. Kızlar birileriyle tanışmışlardı bile. Ben pek girişken değildim bu durumlarda. Benim yerime kızlar o işi hallediyor, bana göre biri varsa benim de işimi kolaylaştırmış oluyorlardı. İtiraf edeyim ki, biraz hazırcıydım. Tanıştıklara tiplere şöyle bir baktım, doğrusu fena değillerdi. Oldukça uzun boylu, ela gözlü birini gözüme kestirdim. Reyhan'ın arkadaşlarından Çiğdem, şu şarışın olanı, o da aynı kişiyi gözüne kestirmiş görünüyordu. Hatta benden hızlı davranıp çocuğu ablukaya bile almıştı. Kalabalıktan faydalanıp, sanki itilivermişim gibi tam aralarına daldım.

    "Ah pardon, çok kalabalık değil mi?," dedim sevimli olduğunu umdumduğum bir ifadeyle
    " N'aabersiniz?"

    Çiğdem biraz bozuldu, ama renk vermedi. Bense doğrudan hedefimin gözlerinin derinliklerine bakıyordum ve tüm çekiciliğimle -nedense kendimde bulduğum bütün kusurlara rağmen hala çekici olabildiğimi de sanıyordum doğrusu, o ha yani!- gülümsedim. Bir gülümseme bazen bu işleri o kadar kolaylaştırabiliyordu ki. Gerçekten de dikkatini çekmiştim. Gürültüde birbirimizi pek duyamıyorduk ama anladığım kadarıyla üniversidede işletme yüksek lisansı yapıyormuş. Demek ki, yaşı benden bir hayli küçüktü. Aslında yaşıtım da olsa, yaşını göstermeyecek bebek yüzlü tiplerdendi. Önemli değil diye düşündüm. Hatta daha bile iyiydi! Sonuçta buraya hayatımızın aşkını bulmaya değil -ayrıca bardan kaldırdığın hiçkimse hayatının aşkı olamazdı değil mi ya- biraz eğlenmeye gelmemiş miydik? Böyle bir çıtırı yemeden neden geceyi bitirecektim ki? Çiğdem'e sırtımı dönüp sohbetin dışında bırakmayı başarmıştım. Sanırım bu durum, bebek yüzlünün de hoşuna gitmişti. Kızlar tarafından paylaşılamayan Kazanova gibi sırıtıyordu. Gözucuyla Çiğdem'ya baktım. Bir karış suratla, diğerlerinin yanına yönelmişti bile.

    Ben de sırıttım bir an. Yaşasın kötülük!

    Hızlanan müziğin etkisiyle biz de daha hızlı tepinmeye başlamıştık. Yaptığımıza tam da dans denemezdi aslında. Birbirimizin dans ediş tarzını ya da yeni moda dans figürlerini taklit edip gülmekten ibaretti bütün yaptığımız.

    Derken işte, Elvis, o muhteşem sesiyle you don't have to say you love me'yi söylemeye başladı. Saatler ilerliyor ve her bir kadehde biraz daha jöle kıvamına yaklaşıyorduk. Flörtgen havamdaysam, uçan kaçan kurtulamazdı pek. Habire kıkırdayıp dans ediyordum. O ise neşeyle beni seyrediyordu. Bir gecelik aşk yaşama planlarınız varsa, biraz içkiyle gevşemek şarttı. Böyle, gevşemeden halvet olacak kadar kavaşe değildim henüz…Yani öyle sanıyordum?? Neyse, o anda ne olduğuma tam karar verememiştim.

    Bir ara kulağıma eğildi.

    "Adımı söylemeyi unuttum galiba, adım Ercan"

    Gülümsedim. Ne fark ederdi ki?

    Yıldız Sırma


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      Mesleklere göre ilan-ı aşk

    Ayakkabıcı:
    ah sevdiceğim sensiz hayat bana bir numara küçük geldi, kalbimi vurdu, su toplattı hop hop hoplattı, canım yanıyor ne olur dön...

    Bilgisayarcı:
    açtım kapadım kendimi; yine de düzelemedim sensiz... printerım ol, yaz beni yarım yârim...

    Kabzımal:
    mevsimlik sebzeler geldi, hormonsuz domates geldi, kütür kütür hıyar geldi, sen gelmez oldun...

    Terzi:
    beli sıkıyorsa sevdanın, don lastiği gibi süneyim sana... Paçalarını kısaltma sevdiğim, servi boylum al yazmalım benim...

    Müzisyen:
    kalbimin sol anahtarı, yarımlık notam, bu porte var ya... Sana feda olsun

    Kasap:
    senin o bakışların yârim, iki kere çekilmiş kıyma gibi lap diye yapıştırır tezgâha beni... Sinirlerim ayıklanır sesini duyunca... Ben seninim artık, ister inegöl köfte yap beni ister cızbız...

    Minibüsçü:
    stepnemi kaybettim sen benden gittin gideli...

    Avukat:
    itiraz ediyorum sayın aşkım... böğrüm müvekkil misali yanmakta sana tutulalı.....

    Manav:
    Domates yanaklım... Patlıcan dudaklım... Enginar kılıklım... 3 kilosu bir milyonluk bir aşk değil benimki...

    Milletvekili:
    bizim kasabaya yapılacak köprünün inşaatına başladık...15 sene sonra... beni öyle değiştirdin ki vadettiklerimi yapmaya başladım...

    Doktor:
    öksür sevdiğim, ciğer filmin pırıl pırıl, gönlünce öksür sevdiğim... hapşır sevdiğim grip aşısı gibi senin aşkın, beni mikroplardan korur sevdiğim

    Haber Spikeri:
    iyi aksamlar... Evdeki telefondan bildiriyorum. Dün aksam beynime ulasan sinyale göre, sana aşığım ve seni çok seviyorum. Bir dahaki konuşmamıza kadar hoşça kal!

    Çiftçi:
    buğday başağı gibi sarı saçların, rüzgârda mağrur boynunu büker güzeller güzeli... gel de aşık olma...

    Benzinci:
    sulandırılmış mazot gibi motoru bozan adamlardan değilim ben... Petrol rafinerisine döndüm seni seveli...

    Bodyguard:
    seni çok pis döverim, benim asabımı bozma... Seviyoruz dedik ya... Şimdi kaybol...

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    Amin Maalouf

    Hiçbir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar
    Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar.
    Onlardan değilsen eğer, sanki kafir derler
    Onlara aldırma Hayyam, yoluna devam et.
    Ömer Hayyam


    Amin Maalouf Doğunun limanlarıyla tanıştım Amin Maalouf la.
    Ardından; Yolların Başlangıcı, Tanios Kayası şimdi de Semerkant.
    Hepsi de birbirinden ilginç konuları olan, aykırı, gizemli öyküleri barındıran başarılı kurgular.
    Doğunun Limanlıları kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum. Üç, dört, belki de beş. Her seferinde satırların altlarını defalarca çizmiştim. Hele o hastane ortamın anlattığı bölümler yok mu? Çok düşünmüş, hayal etmekte zorlanmıştım.
    İnsan bu kadar mı güzel, keskin cümleler kullanır…
    Şimdi de elimde Semerkant var. Bu da okunma sırasını bekleyen, kitaplarımdan biriydi. Tozlu rafın arasından, bana bakıyordu uzun zamandır.
    Geçen hafta bir fırsatını bulup bunu da okudum. Ömer Hayyam'ın rubaileriyle süslenmiş olan kitaba; Semerkant'dan çok Ömer Hayyam denilmesi bence daha uygundu. Onun hayatından esinlenerek yazılan kitap, bana Elif Şafak'ın, Aşk'ını anımsattı. Orada da Mevlana ile Şems'in konuşmaları tarih süreci içinde anlatılıyordu. Bu da olaya mistik bir hava katıyordu.
    Aşk'dan çok kitaba Mevlana, ya da Mevlana ile Şems denebilirdi.
    Aşk denince daha çok, Danıelle Steel'in vb. yazarların kitapları çağrışıyor. Pembe kapaklı, içi boş kitapları.
    Oysa gerek Aşk, gerekse Semerkant içi dolu, o dönemi yansıtan, başarılı kurgularla da, anlatımı iyice kuvvetlendirilmiş, ansiklopedik değeri olan, kaynak kitaplar...
    Bu arada yayınevinin, kitapla bağlantısının, doğru orantılı olduğu da tartışılmaz bir konu.
    Hani derler ya; "Bir şeyin kalitesini anlamıyorsanız, fiyatına bakın." Ben bunu şöyle değiştiriyorum. "Bir kitabın değerini anlamıyorsanız, yayınevine bakın."
    Semarkant'ın "Yapı Kredi"den çıkması da kalitesini gösteriyor zaten.
    İkinci bir olay; Fransız eserde, iyi çevirmenlerin olmaması. Öyle yapıtlar var ki, yanlış bir çevirmenin eline düştüğü için mavf olmup gitmişler…
    Bir yazar esere nasıl can verirse; kötü bir çevirmende öyle öldürür.
    Semerkant, bu konuda da şanslı bir kitap, Esin Talu Çelikkan tarafından çevrildiği için.
    Belki bazılarına garip gelecek ama ben yazarın olduğu kadar, çevirmenin hayatına da dikkat eder, daha önceki başarılarını incelerim.
    Esin Talu Çelikkan'ın Victor Hugo'dan 1793'ü, Sarah Bernhardt'ın Anıları çevirmesi; bunlar başarısını gösteren güzel çalışmalar.
    Yaşayan, kaliteli, nadir yazarlardan biri olan Amin Maalouf'un eserleri, gerek iyi bir yayınevinden çıkması, gerekse iyi bir çevrilmen tarafından çevrilmesi nedeniyle, okunmaya değer başyapıtlar.

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-10

    *- Bir kenara söylediklerini, bir kenara da söylemediklerini yaz. Pişmanlık duydukların daha çok hangi tarafta yer alıyor?
    *- Çocuklarınıza yaşamayı öğrettiniz mi? Öğretti iseniz bilmem hangi fizik formulünü öğretmekten daha iyi bir iş yapmış oldunuz.
    *- Beklediklerimizin çoğu umduğumuz şekilde gerçekleşmez, ama biz gene de beklemeye devam ederiz.
    *-İnsanoğlu hayvanlara yaptığı haksızlıkların günahını nasıl ödeyecek?
    *- Her savaş bir ideal uğruna yapılır, bir başka ideal uğruna da bitirilir.
    *- Korku yalanın hammadesidir; yalan da yanlışın.
    *- Dogmaların hakim olduğu yerden, mantık kovulmuş demektir.
    *- Bilim ve bilimsellik adına işlenen cinayetlerin hesabını kim verecek?
    *- Kendimi bilirsem, her şeyi bilirim.
    *- Senin mutluluğun başkasının acısı ise, durup hiç olmazsa bir kez düşünmelisin. Tabii vicdan sahibi isen!
    *- Aklımızdan geçenler suç sayılsaydı, dünyadaki hapishanelerde bir tek kişilik bile boş yer kalmazdı.
    *- Dalgalı olması denizin suçu değildir.
    *- Bulunan her şey yeni bir arayışın ilk başlangıcıdır. Aradın, aradın bir şeyler buldun. "Tamam işte aradığım bu!" dediğin anda başka bir konunun başlangıcında olduğunu gördün. Hadi bakalım şimdi de yeniden arayış, arayış… Belki de sonsuza kadar arayış…
    *- Felsefe'nin en sevdiğim tarafı "varlık"ı bir bütün halinde ele alıp açıklamaya çalışmasıdır. Bilimlerin "varlık"ı parçalayarak açıklamaya çalışmasına karşılık Felsefe bütüncü bir görüş sergilemektedir. O yüzden teferruata saplanıp kalmak Felsefe'nin işi olamaz.
    *- Sorgulamaktan vaz geçti isen, boynuna taktığın kölelik halkası hayırlı olsun!
    *- Sevgiden boşalan yeri vahşi doğa kanunları doldurur. O yüzden birbirlerine karşı sevgilerini yitiren insanların bulunduğu toplumlarda boğazlaşmalar başlar.
    *- Varlık nedir? Var olan her şeydir, değil mi? Peki var olmayan nedir? İşte bu soru yanlıştır ve tabii ki cevabı da yoktur. Çünkü "var olmayan" diye bir şey olamaz.
    *- Her şey vardır ve de her şey var olarak kalacaktır. Yokluk insan zihninin uydurduğu kocaman bir yalandır.
    *- Ekiln iyilik tohumlarının yeşermesi yıllar alırken, kötülük tohumları dakikalar içerisinde bile yeşerebilir.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Öylesine

    Uzun, gri bir yol yalnızlığında büyüdüm
    Yapış yapış birikti zaman hafızamda
    Ardımda akıp giden çizgiler birikti
    Yağmurun söylediği şarkıyı duyardı içimdeki çocuk
    Öykünürdü ıslanmaya
    Düşünür, sevişir, marihuana içer
    Dünyaya bakardık dumanımızın içinden
    Ayıplanırdık

    Bu sessizlik gece kardeşliğidir parıldayan gözlerin
    Uzakta bir deniz köpürür anlarsın
    Yüzünün neden eridiğini
    Neden sustuğunu gölgelerle bir

    Yürürken parmaklarım seslere takılırdı
    Hayalet şarkılar duyardım, fısıltılar…
    Çocuk ağlamaları duyardım
    Ölseler cennetlik;
    Öldüler, yağmur geldi ağızlarından

    Bir şiir yazdım içimdeki sarmaşığa
    Güzel kadınlar geçti kelimeler gibi aklımdan
    Teni tenime karışmış; haşarı, acemi
    Giden gidene birileriydi hep kâğıt kalbimden
    Her giden bir renk götürdü yanında
    O renk ağladım

    Mustafa Gökhan Tosun

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Çocuklarınızı bilgisayar başından kaldıramıyorsanız en iyi yöntem onları doğru yönlendirmektir. Bu sefer özellikle küçük çocukların bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik bir web sayfası tavsiye edeceğim http://www.hellokids.com/ Sayfalarda resim çizmekten boyama yapmaya birçok aktivite mevcut. Aslında web sayfası ingilizce ama çocukların bile anlayacağı bir şekilde hazırlandığı için siz velilerin yönlendirme konusunda bir sıkıntı yaşamayacağınıza inanıyorum.

    Böyle İngilizce sayfalar tavsiye ederek biz velileri zor durumda bırakıyorsunuz diyenler için bir de Türkçe web sayfası tavsiye edelim http://www.cocukca.com/ Oyunlar, boyama sayfaları ve çocuklar için eğlenceli diğer örnekleri rahatlıkla kullanabilirsiniz.

    Teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmek için http://www.teknoportal.gen.tr/ sitesini deneyebilirsiniz. Her türlü teknolojik yeniliği takip eden bu portal sayesinde birçok konuda kapsamlı bilgiye ulaşabileceksiniz. Ayrıca bilişim teknolojisiyle ilgili birçok konu da ana başlıklar altında toparlanarak paylaşılmış. Özetle söylemek gerekirse: bu web sayfasında kısa ve öz bilgilerle, kafanız karışmadan teknolojiyi yakından takip edebilirsiniz.

    Diyelim ki her şeyi merak eden ve sürekli soran birisinden bıktınız ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz ya da aslında meraklı olan kişi sizsiniz ve kaynak bulmakta zorlanıyorsunuz. İşte size sağlam bir kaynak http://www.bilgimotoru.com/ O kadar çok sorunun cevabını sayfalarına eklemişler ki maşallah diyorum. Merakını gidermek isteyen arkadaşlar önden buyursun.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Hold Me Now - Johnny Logan









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110422.asp
    ISSN: 1303-8923
    22 Nisan 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com