|
|
|
Editör'den : RECEP FOR DUMMIES!.. |
Merhabalar,
Adamı anlamakta güçlük çekenler veya "Bu kadar da sıradan olamaz mutlaka önemli birşey diyordur." diyenler için hazırladım bu yeni kitabı. Sözüm meclisten dışarı, istemeyen üstüne de alınmasın. Hoş, siz alınmasanız da o sizi aptal yerine koyuyor zaten. Her eve lazım bir kültür hazinesi bu kitap. Bize "Acemiler için..." diye çevrilen ama aslı "Aptallar için..." olan bir başucu kitabı. Öyle ya, koskoca memleketimin koskoca padibaşbakanı, bu denli boş, ipe sapa gelmez, sokak jargonuyla konuşmaz ki. Birşey diyorsa mutlaka o buzdağının su üstünde görünen kısmıdır. Dağ denizin altında, anafikir benim kitabın içindedir. İnanmayan alır okur, cevheri keşfeder, üstüne bir bardak soğuk su içer.
Sadece muhalefeti kötüleyerek yaptığı seçim konuşmalarında kendini usta, kalanları acemi ilan etmeyi becerebilen bir yüce insandır Recep Bey. Son vecizesi "Yürüyen yalan". Kime söylüyor? Kemal Bey'e. Yürüyen yalan görmek isteyen Kemal Bey'e baksınmış. Kendisi sabahları aynaya bakıyordur mutlaka. Ne görüyor bir anlatsa ya bize. İşte benim kitap onun söyleyemediklerini, görüp te dile getiremediklerini anlatıyor. Hala hayallere inananlar, hala bu adamın eteğini öpmeye çalışanlar için.
...
Recep Bey seçim meydanlarında gürleye dursun, Kütahya'da, Eskişehir'de halk yürekleri ağızlarında bekliyor. Siyanür havuzları ha yıkıldı ha yıkılacak diye ecel terleri döküyor. Hükümet savunmada, medya suskun. Neden? Çünkü malı satan hükümet, alan da medya patronları. Hükümet yoğurdum ekşi demiyor, maden sahibi kuyu kazıp yeni havuz yapıyor. Siyanür havuzlarının kazılan çukurla olmayacağını kimse söylemiyor, söyleyenlerin sesi kesiliyor. İşi bilenler bölgeye sokulmuyor. Dip izolasyonunun bile aylar alması gereken bir havuz, 3 günde şipşak yapılmaya çalışılıyor. Dipten toprağa geçecek siyanürün memleketin içine edeceği saklanıyor. Ne acıdır ki, gümüş madenlerinde çalışan yöre insanı da olan bitene seyirci kalıyor. İşsiz kalma korkusu, ölüm korkusuna baskın çıkıyor. Dua edelim, yenisi yapılmadan son duvar çökmesin, mutlak ölüm daha da yakınlaşmasın.
...
YGS sınavlarının başına gelenlere acı acı gülmekten başka birşey gelmiyor elden. Gene işi bilenler dinlenmiyor, eksik bilgiyle hukuki kararlar alınıyor, olan bir milyon yediyüzbin öğrenciye oluyor. Puanı düşük gelenin itirazı ile puanı yükseliyor, peki aynı yanlışlıkla puanı yüksek gelenlere ne oluyor? Onlar da sessiz kalıp yüzlerce arkadaşının üstüne basıyor. Böylesi bir rezalet varken, başbakan özür bekliyor, işin başındaki tekstilci zat yapıştığı koltukla bütünleşiyor. Yuh olsun size.
Sizler de benim gibi bu olanları haketmediğimizi düşüyorsanız, gelin oyunuzu şu bizi salak yerine koyanlara vermeyin. Kime verirseniz verin ama bu heriflere zırnık koklatmayın. Sakın ola, atı alan Üsküdar'ı geçti diye de düşünmeyin. At Üsküdar'ı geçse bu adamlar bu kadar agresif, bu kadar sinirli olurlar mı? Kasetlerden medet umar haldeler, var mı ötesi? Haydi kalın sağlıcakla. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan BOŞ İŞLERİN ADAMIYIM |
|
Bizim oralarda söylenen meşhur bir söz vardır. Zamanını gereksiz işlerle tüketenler insanlar için söylenir. Aylak adam… şaklarını teraziye vururmuş. Birkaç gündür bu sözün anlam çemberi içinde dolanıp duruyorum. Deli danalar gibi koşturup gün akşama erdiğinde bakıyorum incir çekirdeği hala boş. Uçan giden zamana mı yansam? Öğleden beri bir türlü yakamı bırakmayan baş ağrısına mı isyan etsem, kararsızım. On kadar kamu misafirhanesine telefon ettim. Hepsi de ipe un serdi. Yarısı tarihlerde doluyuz, diğer yarısı da tadilata gireceğiz dedi. Çocuklar yaramaz olurmuş. Gürültü, patırtı yaparlarmış. Kimse istemiyor. Hoplamadan, zıplamadan, koşmadan, gülüşmeden çocuk olunur mu sanki? Büyüyünce onlar da bizim gibi uslanırlar. Hatta kalas olurlar. Azıcık sabrediverin. Kış uykusundan uyanamayan devlet babanın değerli görevlileri uyanın artık. Mayıs geldi. Dal coştu, yaprak düzüldü. Gölyaka'ya leylekler geleli bir ay oldu.
İncir çekirdeklerim yarım, günlerim teyyare... Boş işlerin adamıyım ben boş. Bir balona üfleyin önce. İpimi bırakıverin, bulutlara gideyim. Yada tebeşir tozu doldurulmuş bir pofuduk olayım. Bastırıp çekin kulaklarımdan. Sokaklar hapşırık dolup taşsın. Ya da boş bir duvar olayım o zaman. Kireç badanalı. Üzerime kömür karası çizgilerle çöpten adamlar çizilsin. Gelip gecene bakıp dursunlar öylesine.
Ben boş işlerin adamıyım. Gereksiz kovalamacaların yorgunu… Otoparktaki kırçıllı kedi de öyle. Başım kurşun kadar ağırdı ve yürüyordum. Ok gibi fırlayıp önümden geçti. Sonra bir otomobilin altına gizlendi. Parkın beton ile çevrilmiş birkaç karışlık çimenliğinde kargalar vardı. Gözleri mavi halkalı karakargalar. Çimenlerin arasında yiyecek arıyorlardı. Kuşları gören kedi iyice belini kırdı. Kendini küçülttü, gövdesini yere yapıştırdı. Ama kuyruğu bir saniye bile durmuyor ki. Kıvrım kıvrım kıpır kıpır… Kuşlar yılan gibi kıvrılıp duran kuyruğu görüp havalandılar. Uzak parklara, şehrin öteki tarafındaki bahçelere uçtular. Kırçıllı kedinin hevesi kursağında kaldı. Bir süre yerinde bekledi. Kuşlar geri gelir diye umuyordu belki. Sonra çekip gitti.
Ben boş işlerin adamıyım. Birkaç gün önce Orhangazi'de ilçe girişindeki trafik ışıklarında bir adam gördüm. Esmer, göbekli ve iri bir adam... Lambaların direğinin saplandığı beton bir bloğun üzerinde oturuyordu. Daha önce dikkatimi çekmemişti. Meğer bu adam yıllardır burada gün boyu öylece otururmuş. Yaz demeden, kış demeden o trafik lambasının beton kenarında öylece heykel gibi oturan bir adam olur mu? Bal gibi olur. "Yağmurda ne yapıyor," dedim. Yoldan az içerdeki dükkânın sundurması altında bekliyormuş. Görmesem şaka yapıyorlar sanacaktım. "Neden oturuyor?" diye sordum. "Bilmiyoruz oturuyor işte. Yoldan gelip geçen arabaları sayıyordur." Ben de boş işlerle uğraşıyorum. Yakında beni bu adamın yanına çırak verirlerse hiç şaşmam.
Yol, yolculuk ve araba takıntısı olan çok insan var. Bütün illerin plakalarını ezbere bilen, gün boyu trenlerle aynı güzergahı gidip gelen bir sürü insanla karşılaştım. Üstelik hepsi kafa adamlar. Ekmek isteyen yok, su isteyen yok. Kimse onlardan bir şey beklemiyor. Onlar da kafalarına göre takılıyorlar. Oh ne güzel. Manisa Demirci'de seksenli yıllarda böyle bir adam vardı. Yolda rastgele durdurduğu bir arabaya biner. Beş on kilometre gittikten sonra arabayı durdurup inerdi. Hiçbir yere gitmezdi. Gün boyu Demirci İle Salihli arasındaki yolda bir ileri bir geri dolanıp dururdu. Onu bütün araba sahipleri tanırdı. Ve kesinlikle ondan para istemezlerdi. Diyelim ki bir arabaya el kaldırdı ama şoför aldırmadı. Basıp geçti. İşte bu çok kötü… Çünkü onu arabasına almayan şoförün başına mutlaka bir şey gelirdi. O durduğu arabanın bereketi, uğuruydu. Benim gibi boş işlerle uğraşmıyordu. Onun bir görevi vardı. Ayağının uğuruyla bindiği arabalar kazadan beladan korunur, kaskoya bile gerek kalmıyordu. Pejmürde göründüğüne sakın aldanmayın. O adam modern zamanlardın yol tanrısıydı.
Ben boş işlerin adamıyım. Boş ve küçük işleri en iyi ben yaparım. Heykelin arka sokaklarındaki çay ocaklarına oturur, gelip geçenleri izlerim. Sizin görmediğiniz, bakmayı akıl bile etmediğiniz ayrıntıları görürüm. Görmekle kalmam hatta bazen yazarım. Küçük çocukların onda yedisinin annesi tarafından sürüklenircesine götürüldüğünü bilir misiniz? Yaşlılar hariç yoldan geçen her on kadından neredeyse sekizinin ince topuklu ayakkabı giydiğini. Her on gençten dördünün saçlarının jöleli olduğunu, üçünün dudak altı sakalı bıraktığını. Sürekli şikâyet edildiği halde lise öğrenci neredeyse hepsinin otobüslerde, trenlerde kendisinden büyüklere yer verdiğini. Orta yaşlı insanların daha çok sigara içtiğini veya sakız çiğnediğini. Öğleden sonra otobüslerin ve sokakların pasta börek günlerine giden kadınlara kaldığını... Ve bu kadınların çoğunun çantasında konuk evlerinde giymek için özel ayakkabılar taşıdığını bilir misiniz? Elbette bilmezsiniz. Çünkü bu işler benden sorulur. Boş işlerin adamıyım vesselam. Kükürtlü Caddesi'ndeki çınarın gölgesinden bile önemsizim.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BİR KÜLTÜR ŞEHRİ: BODRUM |
|
Günlerdir bir koşuşturmaca içindeyim. Her izlediğim bir kültür sanat etkinliğinden mutlulukla ayrılırken, kaçırdığım etkinlik için hayıflanıyorum. Keşke ikiye üçe bölünsem de her biri hayat bağlarımızı daha da güçlendiren bu etkinlikleri kaçırmasam.
Geçen hafta içinde BOSAV'ın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa düzenlediği su altı zenginliklerimizle ilgili sempozyumu izledim. Her konuşmacı beynimin bir köşesine bilgilerini mıhladı. Tanrı, bizlere öylesine cömert davranmış ki ömrümüzün her anını onun bize sunduğu değerleri korumak için çalışsak yetmez.
Sualtındaki antik kentlerden, batıklara, mağaralara deniz canlılarına…çok ama çok zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Ama neden bu değerlerimizi insanımızın bilgisine hizmetine sunmada yeterince duyarlı değiliz? Neden bireysel ve günlük çıkarlarımız için gelecek kuşakların haklarını tarumar ediyoruz? Sorunları bilmeden çözüm getiremeyiz elbette. Ancak bilip de çaresiz olmak acı.
Dün bir fırsatını bulup Muğla Üniversitesi Rektörü Sayın Mansur Harmandar'la Teksas Üniversitesi'nin tek kelimeyle mükemmel diyebileceğimiz Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsünü (İNA) gezerken bir yandan sevindik, bir yandan beynimizi burgaçlayan sorulara yanıt aradık.
Üç gündür Otel Salmakis'te 2. Uluslararası Bodrum Sempozyumu devam ediyor. Ege Üniversitesi'nin düzenlediği sempozyumda Azerbaycan'dan Fransa'ya birçok bilim adamı ve yazar, bildiriler sundu- sunuyor. Her biri birbirinden değerli bu bildirileri dinleyebilmek için koşturmaktan yorulduk. Bu tür etkinliklerin kitapları mutlaka yayımlanmalı. 1. Sempozyum'un bildiri kitabı "1522-20007 Osmanlılardan Günümüze Her Yönüyle Bodrum" u karıştırıyorum. Kitabı Ortakent - Yahşi Belediyesi bastırmış. Bu sempozyumun da ana sponsorlarından olan Bodrum Belediyesi Başkanı Mehmet Kocadon, o sempozyumun da sponsoruymuş. Yerel yöneticiliğin salt yol kanalizasyon işleriyle ilgilenmek olmadığının örnek bir göstergesi.
Az sonra Bodrum Ticaret Odası'nda, doktorasını Edinburgh Üniversitesinde yapan " The Great Seljuqs: A History" adlı eseri İngiltere'nin en saygın akademik yayınevlerinden Routledge tarafından yayınlanan tarihçi Dr. Aziz Başan'ın "Selçukluların Mirası- Yerleşik Düzene Geçiş" konulu konferansını izleyeceğim.
Bu pazar akşamı Gümüşlük'te Cemal Süreya'nın şiiri konuşulacak.
Haluk Elbe Sanat Galerisi'inde, Nurol Kültür Merkezi'nde, Dibekli Han'da resim ve fotoğraf sergilerinin birini izleyemeden bir başkasının açıldığını duyunca eksik kaldığımı hissediyorum.
21 Mayıs'ta Muğla Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 60 kişiyle Bodrum'a çıkartma yapacak. Ticaret Odası konferans salonunda saat 10'da başlayacak etkinlikte türkülerinden manilerine, masallarına, seyirlik oyunlarına "Bodrum Türk Halk Kültürü" dinleyicilere tanıtılacak.
***
Dünyanın gözde şehirleri belli özellikleriyle gündemdeki yerlerini korurlar. İstanbul, boğazıyla benzersizdir. Budapeşte Tuna'sıyla, Bursa Uludağ'ıyla, Bakü Hazar'ıyla, Bergen fiyortlarıyla doğayla bütünleşirler.
Bodrum'a en eskiler ebedi meltemler ülkesi dermiş. Gökova'nın birbirine ulanan eşsiz koylarının kapısını açan odur. İnsan, mavinin, ruhları uçuran renk olduğunu ancak burada anlar.
Bazı ürünler vardır; adları şehirleriyle ikiz kardeş gibidir: Aydın inciriyle, Manisa üzümüyle, Amasya elmasıyla özdeşleşmiş şehirlerdir. O ürünleri, o şehirlerin adlarının yanından kaldırdığınızda şehirler yarım kalır.
Mandalina elbette yalnızca Bodrum'da yetişmez. Ama Bodrum mandalinasının başka yerlerde yetişmediği de bir gerçektir. O, hissedene baharda koku, güzde tattır.
Kimi yapılar vardır; şehrin ününe ün katar. Adını duyduğumuzda bulunduğu şehri de anımsarız. Eyfel Kulesi denince Paris'in; Özgürlük Heykeli denince Newyork'un, Tac Mahal denince Akra'nın akla gelmesi bundandır.
Bodrum, dünyanın yedi harikasından biri Moseleum'un şehridir. Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesiyle belleği güçlü bir dünya markasıdır.
Kimi ünlüler vardır; şehirleri, onların adlarıyla sanat ve bilim dünyasında yıldızlaşır: Milet Tales'le, İstanköy Hipokrat'la yıldızlaşan antik kentlerdir. Boudelaire, Victor Hugo Paris'i,Yahya Kemal İstanbul'u, Yaşar Kemal, Orhan Kemal Adana'yı, Mevlana Konya'yı yıldızlaştıran insanlardır.
Heredot, Artemisia, Mausalos, Halikarnas Balıkçısı, Neyzen Tevfik… Hepsi Bodrum topraklarından dünyaya ışık saçmış insanlardır. Bodrum'un, üreten akıl, aşka meyyal kalp olması onlardan gelir. Coşkusu lodostur; sevgisi güneşli yağmur.
Ben Anadolu'ya ebru derim. Bu ebrunun en özgün köşelerinden biri kuşkusuz Bodrum'dur.
Kimi şehirler kendilerine kimlik biçerler. Ben turizm şehriyim, ben sanayi şehriyim, ben kongreler şehriyim… Ama bir şehrin kendisine kültür şehri diyebilmesi zordur. Çünkü bir şehrin kültür şehri olabilmesi için doğa, tarih, özgün yapı, insan kaynağı gibi birçok değere sahip olması gerekir. "Bodrum, bir kültür şehridir." dememiz de bundandır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu Cannes Film Festivali |
|
"Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse."
Bahar çiçekleri açmaya başlayıp, mügeler ellerden ele dolaşmayı bırakınca üstünden kışlık giysisini çıkartıp her tarafına sinema afişleri dolduran bir şehre dönüşür Cannes. Kemal Burkay'ın bu şiirindeki gibi İklim değişir, Akdeniz olur… gülümsetir sinema.
Bu sene 64. düzenlenecek Cannes Film Festivali yine Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Çekimi bir sır gibi saklanan "Bir Zamanlar Anadolu'da" isimli Nuri Bilge Ceylan filmi festivalde kendini göstermeye hazırlanıyor. Bugüne kadar çektiği her filmle festivallerden ödülle dönmüş Nuri Bilge Ceylan'ı zorlu rakipler beklese de, aldığı ödülünü "Tutkuyla sevdiği, yalnız ve güzel ülkesine" adayan yönetmenin yeni filmiyle de ödülsüz dönmeyeceğini hissediyorum. Yaptığı filmler Türkiye'de gişe başarısı yakalmasa da, uluslarası sinema dünyasında beğenilen ve değer verilen yönetmen gerek adıyla gerekse konusuyla yine taaa Anadolu'nun tam içinden bir filmle izleyeci karşısına çıkacak. Bugüne kara çektiği tüm filmlerde ve fotoğraf karelerinde memleket sevgisinin ne kadar tutkuyla olduğunu bir kez daha vurgulayan Nuri Bilge Ceylan'ın filmi festivalin son Cumartesi günü 21 Mayıs'da kırmızı halıdan içeri alacak konuklarını.
Bu yılki 20 milyon avroluk bütçesiyle ekonomik anlamda da ses getirmeyi planlayan festival boyunca binlerce film gösterime girecek. Festivalin film gösterimleri dışında, yine bu tarihler arasında olan ve tüm sinema dünyasını buluşturan "Sinema Pazarı"nda kurulacak Türk Standı ile Türk sineması dünya gazetecilerine, yapımcılarına ve sinema çalışanlarına tanıtılma imkanı bulacak. Meraklı sinemaseverler kırmızı halıda hayranı oldukları oyuncu ve yönetmenlerle buluşmayı beklerken sinema sektörü çalışanları 15 bin metrekarelik alanda kurulu olan pazarda yüzlerce ülkenin binlerce filmiyle buluşmak için büyük bir yarışa girecek.
Festival bizim bildiğimiz ve hep bahsedilen Yarışma kısmından ibaret değil elbette. Çeşitli alt başlıklarda dünyanın değişik ülkelerinden yüzlerce film gerek gazeteciler, gerek sinema çalışanları ve gerekse sinemaya tutkulu izleyicilerle buluşturulacak bu iki hafta içinde.
Bu sene Türk Sineması için başka önemli bir gösterim ise Lütfi Akad'ın 1966 yılında çektiği "Hudutların Kanunu" adlı filminin "Cannes'nın Klasikleri" bölümünde gösterilecek olması. Bu film Dünya Sinema Fonu üyeleri arasında yer alan Fatih Akın'ın çabalarıyla restore edilmiş haliyle gösterime girecek.
Ayrıca Kısa Filmler Köşesinde Türkiye'den genç yeteneklerin filmleri de gösterilecek.
Woody Allen'ın " Midnight in Paris" filmiyle açılışı yapılan festivale yine yağmurun gölgesi düşebilir.
Zira artık bir Mayıs klasiği haline gelen bahar yağmurları festival için en şık giysisini giymiş kadın ve erkekleri ıslatmayı çok seviyor. Cumartesi günü hazırlıklar devam ediyordu ve şehir kırmızı halılara bürünmemişti. Ama festival havası beni sarmaya başlamıştı. Festivalin " Quinzaine des Realisateurs" ve "La semanine de la Critique" bölümlerinde yer alan filmlerden izlemeye çalışacağım, izlediklerimi ve burada yaşanan festival ortamını sizlere aktarabilmek umuduyla sinema hayallerine dalmaya gidiyorum.
Murathan Mungan'ın bu şiiri ile de yazıdan yaşama dönmeye.
"parçasından anladığımız filmler
parçasından anladığımız bütünler
parçasından anladığımız hayat
yaşanmaz, geçiştirilir
şimdiki zaman parçalar
gelecek hafta, pek yakında
bizi bekleyen asıl önümüzdeki zamanlar "
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı DEDİM DEDİ |
|
Dedim: Merhaba, günaydın!
Dedi: Hello, hay!
Dedim: Vay! Yabancı dilin yıldızlı on, pek iyi!
Dedi: Nereden anladın?
Dedim: Selamına bile girmiş baksana.
Dedi: Herıld yani!
Dedim: Hava bugün çok güzel. Yaşasın!
Dedi: Çok sevindim buna. Oley!
Dedim: Sen böyle mi sevinmeye başladın?
Dedi: Dersime çok çalıştım. Böyle laflara alıştım.
Dedim: Aferin! Bugün ne yapacaksın?
Dedi: Biraz dolaşıp stres atacağım.
Dedim. Sakın yere atma o dediğin şeyi, çevreyi kirletirsin. Zaten dilimizi kirletiyorsun. Gençlere kötü örnek oluyorsun.
Dedi: Vallahi temizim. Bugün duş aldım.
Dedim: Biraz da bilinç alsaydın bari.
Dedi: Almak deyince aklıma geldi. Bir plazaya gideceğim. Fiyatlarda damping yapmışlar, süper indirimler var. Bu avantajı kaçırmak istemiyorum. Kendime birkaç tişört, blucin alacağım.
Dedim: Saçlarına ne oldu böyle?
Dedi: Kuaförümle vizyon değişikliği yaptık. Demin söylemeyi unuttum. Önce bir patiseriye gideceğim. Brunç edeceğim. Peynir, zeytin, margarin, reçel, yumurta, börek yiyeceğim. Yanında da limitsiz çay içeceğim.
Dedim: Simitsiz çayı ben de sevmem.
Dedi: Simiti de nereden çıkardın? Limitsiz dedim ben.
Dedim: Bu dil yozlaşmasından kurtulmak için cankurtaran simidi gerekiyor.
Dedi: Ben maçları çok severim. Yakında start veriliyor. Fikstüre bakacağım. Bizim takım deplasmana gidiyor. Skor ne olursa olsun üzülmeyeceğim. Nasıl olsa rakip takımla aramızda dokuz puan var.
Dedim: Tazesi varken ne yapacaksın bayatı?
Dedi: Onu da nereden çıkardın?
Dedim: Demin maçlara kart veriliyor dedin ya.
Dedi: Kart değil start dedim. Senin böyle şeylerden haberin yok.
Dedim: İyi ki yok. Zıvanadan çıkardım sonra.
Dedi: Ben de yanında biraz daha durursam depresyona gireceğim. Mantalitemi, motivasyonumu bozuyorsun. Performansım düşüyor.
Dedim: Sadece performansın düşse iyi ya. Daha nelerin düşüyor da görmüyorsun, anlamıyorsun. Senin bozduklarının yanında benimkiler devede kulak kalıyor. Neyse, konuyu değiştirelim biraz. Boynundaki kolye gerçek mi?
Dedi: Hayır. İmitasyon.
Dedim: Aynen senin gibi.
Dedi: Ajitasyon yapma.
Dedim: Sen de fabrikasyon konuşmalar yapma.
Dedi: Ben gidiyorum. Yanında biraz daha durursam karizmam çizilecek. Başka söyleyeceğin bir şey yoktur herhalde. Okey mi?
Dedim: Okey değil, dama, tavla!
Dedi: Hadi bay!
Dedim: Hay şaşkın hay!
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Münker ve Nekir |
|
...
Cumalardan uyandı
Hayrını da şerrini de güne sakladı
Secdeye koymadı başını
Taşa
Bazı da duvara
...
Tuttuğum
Bıraktığım
Bozduğum
Hiç başlamadığım her orucun günahını bir gavur aşkının üzerimdeki lanetiyle ilişkilendiriyorlar
Dini en çok ramazan aylarında ananlar
Kendi dini dışında kalanları dışlamayı müslümanlık sayarlar
...
Gavura aşık olursan üç harflilerin musallatlığından kendini sakın diyorlar
Adını anamadıkları cinlerden en çok kendileri korkuyorlar
...
Aramızdaki bu hürmetli aşkı yanlış tanımladı cin korkakları
Gavur aşkı değiliz biz
Seninle aramızdaki sadece mezhep farkı
...
Sarahatun Demir sarahatundemirycc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder HALİM İLE HELGA |
|
Aynı köyden olmamıza rağmen tanışmazdık. Rastlantı sonucu aynı işyerinde çalışmaya başlayınca çok iyi arkadaş olduk.
Halim; çok çalışkan, sorumluluk sahibi, hiç bir işte tedbiri elden bırakmayan biri. Öyle ki, sabah işe geç kalırım diye akşamdan yarım saat bir saat fazla çalışır, ertesi gün yapacağı işleri azaltır. Çantasından iğne ipliği, bir paket bisküviyi eksik etmez. Yıl oniki ay yanında şemsiye bulundurur, nüfus cüzdanı gibi.
Düzenli çalışmanın ödülü olarak fabrikanın verdiği bir haftalık tatil ikimize çıkınca arkadaşlığımızı daha da pekiştirme şansı doğdu. Bir hafta tatil. Bir kuruş masrafı yok. Yol parası bile fabrikadan. Koskocaman da tatil sitesiymiş. Ye iç, gez toz. Gel keyfim gel.
…
İlk gün akşama doğru vardık siteye. Tam da yemek saatine rastlamışız. Koca bir salona girdik, ortada büyük bir yemek bahçesi. Yüz kırk çeşit yiyecek, içecek. Yemekler, salatalar, tatlılar, içecekler, ne isterseniz; sıcak soğuk.
Bizim Halim tedbirli çocuk dedim ya "Mehmet abi sen dur, ben önce işi sağlama alayım" dedi kayboldu. Bir kaç dakika sonra, elinde kucak dolusu ekmekle döndü. Tam yedi tane "Bunlar ne?" dedim. Tedbirmiş. Bunun gecesi varmış, sabahı varmış." Sağdan soldan görüp ayıplamasınlar, diye altısını geri götürdüm.
Yoldan geldik ya, doymayacakmış gibiyiz. Tepeleme yiyecek, içecek doldurduk. Ye babam ye. Ama, yesek ne olacak, çoğu kaldı. Bir tanecik ekmeğin bile yarısını yiyemedik. Biz çayımızı içerken görevli çocuklar, çöp torbalarına boşaltı boşaltıverdiler güzelim yemekleri, tatlıları. Açık mutfak, açık israf.
…
İlk gün geç gidince fark etmemişiz; ortalıkta her ülkeden insan varmış. Çoğu Avrupalı; sarışın sürüsü neredeyse. Yalnız, bizden pek kimse yok. İnsan kendisini yabancı hissediyor.
Halim, bu kadar sarışına ilgisiz kalınmaz dercesine bir kızla bakışmaya başladı. Sağa döndü sola döndü, olmayacak, kalktı gitti kızın çevresinde bir dolaştı, geri döndü:
- Yahu, kız Alman. Şanssızlığı görüyor musun?
- Ne olmuş Alman olmuşsa?
Ne olmuşu yokmuş oysa; bizim Halim ortaokulda, lisede yıllarca İngilizce okumuş. Gerçi "Çocuk koştu koştu koştu, denize düştü boğuldu" anlamına geldiğini söylediği "The baby is dıgı dıgı dığı, clup glu glu glu" dışında dört başı mamur tümce kuramıyormuş ama, yine de en az elli altmış sözcük varmış aklında. Kız İngiliz olsa bunlarla bile iş tamammış. Üzüldü, "Şimdi, ne işe yaradı bu yabancı dil bilmek!" dedi durdu.
Aslında böyle durumlarda umutsuzluğa düşmemek gerek, her şeyin bir çaresi bulunur; "Sen de Türkçe'yi Almanca'laştırırsın olur, biter" dedim; durdu bir düşündü. Aklına yatmış olmalı, soluğu yine kızın yanında aldı. Adını öğrenmiş, Helga'ymış. Halim, "Var memleket neresi olmaklayn?" diye de Almanca bir soru sormuş. Kız yetenekli, gelir gelmez Türkçeyi sökmüş; "Ben olmak var Bavyeralı" demiş.
- Sen kendini tanıtmadın mı? dedim.
Tanıtmış; "Ben de Bayındırlı'yım, Furunlu Köyü'ndenim" demiş. İlini söylemeyi akıl edememiş heceyandan.
Ben yine de içimden; "Güzeel" diye geçirirken, duymuş gibi:
- Güzel de, dedi, kız bir soru sordu, şaşırdım kaldım: "Kimlerden olmak var sen, Furunlu?" diyor. Tanıtmaya çalıştım. Tanımış gibi başını salladı. Ecnebi kızı, nerden bildi ki? Bu kız çok bilgili galiba, bizim köyü bile bildikten sonra. Alamancayı biraz daha geliştirsem, neler anlatacak kimbilir.
Gerçekten Alman kızı Helga'nın Halim'e "Furunlu'dan kimlerdensin?" diye sorması şaşırtıcı.
- Halim, dedim. Söylerlerdi de inanmazdım. Bu batılılar var ya bizi uzaydan izliyorlar. Kent kent, köy köy, ev ev. Sor, annenin kızlık soyadını da bilsin. Sor, kaybettiğini sandığın eski nüfus cüzdanının hangi ceket cebinde olduğunu bilsin.
- O kadar da bilir mi abi?
- Durum ortada! Bence bu kız ajan, vazgeç en iyisi.
Meğer ateş bacayı sarmış, sözlerim hiç hoşuna gitmedi. Yüzünü kararttı:
- Her güzelin bir kusuru vardır abi ya!
…
Bizim oğlan kızın akıllı ve yetenekli olduğunu gördükçe daha bir bağlandı. Tutturdu evlenme teklif edeceğim, diye. İki gönül bir olunca samanlık seyran olur, derler ya, koşa koşa yine kızın yanına gitti.
Dönüşte heyecanı bir kat daha artmıştı.
- Nasıl geçti? dedim, harikaymış.
Kıza evlenme teklif etmiş, kız da kabul etmiş. Yalnız işi biraz daha ileri
götürmüş, ailesinin kabul etmesi için, müslüman olması gerektiğini söylemiş. Kız bunu da çok olumlu karşılamış; "Ben var müslüman olmak, türban takmak. Bunu siyasal simge yapmak" demiş.
- Nasıl abi, dedi. Şu kültürün zenginliğini, şu imanın gürlüğünü görüyor musun?
- Gördüm de, dedim. Ilımlı İslam dememiş, mahalle baskısından bahsetmemiş. Bu haliyl eksik.
Halim iyice gönlünü kaptırdı ya, artık her şeyini savunuyor. Hatta Helga'ya, imam gelince hazır olsun diye kelimeyi şahadet getirmeyi öğretmeye kalkışmış iki dedirtmemiş, fatiha suresini okumaya kalkışmış, ağzından alıp okuyuvermiş.
- Akıl küpü, dedi, akıl küpü. Bir kez söyle, öğreniyor. Hatta, öğretmeden bile biliyor.
…
Baktım Halim telefona sarılmış, babasını arıyor:
- Bubaa, tez anamı, Hatça yengemi al gel!
Kızı bir kez de anasına, babasına gösterecek.
- Ananı babanı anladık da, Hatça yengeyi niye çağırdın?
- Bizim sülalede böyle işleri o bilir. Akıllıdır, beceriklidir Helga gibidir. Üstelik herkesi tanır.
…
Ertesi gün öğleye doğru misafirler geldi. Halim bir koşu Helga'yı buldu; hep birlikte çay bahçesindeyiz. Halim babasını, annesini, Hatça yengeyi tanıttı. Helga hepsine gülücükler dağıtarak memnuniyetini belli etti. Sıra bana gelip "Bu da ağabeyim olmak" deyince, Halim'in yüzüne dikkatle bakıp "Ben seni evin tek oğlu bilmek var!" deyince, Halim hemen düzeltti, "Abi gibi sevdiğim arkadaşım olmak."
Konuklar Helga'yı çok sevdiler. Ama o sırada orta yaşlı bir bayan masamıza yaklaşıp Helga'ya:
- Sana kafileden ayrılma demedim mi Ha Cer! diye bağırıp uzaklaştı gitti.
Doğal olarak akli dengesi yerinde olmayan biri olduğunu düşündük. Ne demekti o öyle, yabancı turisti azarlayıp, üstelik de ne anlama geldiği belli olmayan "Ha Cer!" diye hakaret etmek. "Helga" dese, neyse.
Bu arada Hatça yenge de Helga'ya dikkatli dikkatli bakıp, sormaz mı:
- Gı sen bizim Bıdık Mısdıva'nın okuyan gızı Hacer demisin?
Helga bu soru üzerine ne denli yetenekli olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkçe'yi tam öğrenmiş; hem de Furunlu Köyü ağzıyla Hatça yengeyi yanıtladı:
- Ha oyum Hatça yenge. Köyledi ne va ne yok?
Mehmet Önder av.mehmetonder@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar İnsan nasıl çirkinleşir ? |
|
Çok beğendiğim bir artist vardır. Adı Charlize Theron.
" Monster " filminde çirkinleşti ve Oscar kazandı.
Ben de ona özendim... Belki çirkinleşirsem ben de birşeyler kazanırım fikri bir saplantı oldu bende. Ve sonunda başardım !
Fakat bu başarım pek de GÖNÜLLÜ olmadı.
Şimdi size anlatacağım ve çirkinleşmeme neden olan olayı bir enformasyon
olarak kabul etmenizi rica ediyorum. Ola ki bir gün işinize yararsa, bana
müteşekkir bile olursunuz.
Burada anlatacağımın hemen hemen benzerini birkaç sağlık müdürlüğüne
yolladım.
Ben, Nadya ALPKONLAR. Antalya'da yaşamaktayım.
Emekliyim - SSKlıyım...
15 gün evvel İstanbul'da iken hastalandım, acılarım vardı.... Alnımda, evvela sivilce zannettiğim, sonraları kızarıp şişmeye başladığında çıban olabileceğini düşündüğüm şişlikler acı vermeye başladığında, 22.04.2011 tarihinde bir arkadaşım, onun iş yerine yakın olduğu için, beni ACIBADEM-Kadıköy Hastanesinin ACİL servisine bırakıp gitti. Orada kayıt yapılırken SSKlı olduğumu söyledim...
Bir doktor geldi, beklediğim bölümün perdesini aralayıp baktı, 10 saniye içinde ZONA deyip gitti. Sonra Dermatoloji doktoru, Dr. Nilüfer Akgün geldi, muayene edip bir reçete yazdı. Bu reçeteyi devlet hastanelerinden birini yazdırmam gerektiğini, çünkü bu hastanenin özel olduğunu söyledi. Ben de oradan Göztepe Hastanesine gittim, reçeteyi yazdırdım. ilaçlarımı aldım,tedavime başladım... ( 7 tabletlik bir ilaç vardı, 160.- TL. idi. Ayrıca ağrı ilacı, B vitamini, pansıman için bir su, yaraları kurutmak için solüsyon v.s. )
Bu arada sağ gözüm de şişmeye başladı. Doktoru arayıp durumu söyledim. Derhal bir göz doktoruna gitmemi, tehlikeli olabileceğini söyledi. Korkudan hemen taksiye atladık oğlumla,
Pazar günü olmasına rağmen Etiler'deki Dünya GÖZ HASTANEsine gittik.
Onlara da söyledim SSKlı olduğumu. Bana ancak küçük bir indirip yaptılar, 110.- liramı aldılar... Doktor hanım iyice ve çok dikkatli muayene etti gözümü. O da tehlikeli olabileceğini, gözün iç ve arka tarafı ZONA saldırısına maruz kalırsa KÖR bile edebileceğini söyledi.
3-4 gün devamlı kontrol edin, ağrı hissettiğiniz zaman derhal gelin, size, günde 4 kez alacağınız daha etkili bir ilaç yazacağım, dedi... ( Ben de içimden, hadi burdan yakın, dedim)
Korkulu 4 gün geçirdim, şişlik yavaş yavaş inmeye başladı. Perşembe tekrar gittiğimde artık hastalığı atlattığımı söylediğinde dünyalar benim oldu. Kontrol için para almadılar...
02.05.2011 tarihinde tekrar ACIBADEM'e KONTROLe gittim... Oradaki bayan geçen sefer para ödemediğimi söyledi ve benden 2 doktor parası olarak 400.- TL. istedi. Tabii ben bir şok geçirdim... hatta ağlamaklı oldum...
" Ben Antalya'da da özel hastanelere gidiyorum, 8-10.- TL. ödüyorum... ACİLe de gittiğimde hiç para ödenmiyor..." dedim.
" Bizim SSK ile anlaşmamız yok, doktor ücretlerimiz de bu kadardır "...dedi.
"Beni ikaz etmeniz gerekirdi, ben bu yüksek doktor paralarını ödemek mecburiyetinde değilim, başka bir hastaneye giderdim.." dedim.
Bunun üzerine şefine gitti, geldi, " size indirim yaptık, 278.- TL. ödeyeceksiniz " dedi...
Bu arada doktor geldi, kısa bir muayeneden sonra iyileşmek üzere olduğumu söyledi. Ben de ona, benden 2 doktor parası istediklerini söyledim... Ben ona söylerim, 1 doktor parası alırlar sizden, dedi. Söyledi de...
Ama bu arada o bayan gitti, yerine başka bir bayan geldi... ( sinirli, aksi, amir edasıyla ) bana 660.- TL.lik bir hesap çıkardı...
O anda bayılmadığıma hala hayret ediyorum...
" Deminki bayan 278.- TL. ödenecek diyordu " dedim...
" Bu ikinci gelişiniz, onun için 660.- TL. ödeyeceksiniz " dedi...
" Bugün kontrole geldim " dedim.
" On gün sonra gelmeniz gerekiyordu " dedi... halbuki onuncu gün gitmiştim kontrole... Pazartesi idi...
Ben bu parayı ödeyemem, beni uyarmanız lazımdı, dedim.
Birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra 266.- TL. indirilen bir teklif etti...
ben bunu da ödeyemem, dedim. ( O an bu durumu şikayet etmeye karar verdim )
Beni dakikalarca orada beklettiler, suçlu muamelesi yaptılar, sonunda bir BORÇ SENEDİ imzalattılar... Bir de fatura kestiler... Borç senedinin ödeme vadesi, 09.05.2011...
Ben Perşembe Antalya'ya döndüm.
( Ben burada mağdurum, bu kadar paryı ödemem gerekli mi?
Bilseydim başka bir hastaneye giderdim...
Bana yardımcı olmanızı, bilgilendirmenizi rica ediyorum...
Bir yaptırımla bir daha böyle bir durum hasıl olmasını önleyebilirsiniz...
En azından beni baştan ikaz edebilirlerdi. Veya bir tabela duvara asıp SSK ile
anlaşmalarının olmadığını yazabilirlerdi. ) gibi son çırpınışlarım da havada asılı kaldı !
Birkaç yere daha telefon ettim, netice çıkmadı. Ödemek zorunda kaldım...
Ama hırsımı alamadım. Facebook'da ACIBADEM-KADIKÖY HASTANESİ diye bir sayfa düzenledim, sağa sola dağıttım... Derdimi anlattım...
Belki de diyeceksiniz ki : SEN APTALLIĞINA DOYMA !
DOYMADIM ZATEN...
Ya ilk söylediklerinede kartımı verseydim, parayı çekselerdi ne yapardım...
Herhalde mahkemelerde sürünürken tekrar ZONA saldırısına uğrardım.
Efendim, bir de küçük bir bilgi vereyim:
Suçiçeği hastalığını geçirenler virüs öldü diye hiç sevinmesinler... ÖLMÜYORMUŞ !
VÜCUDUN BİR YERİNDE, GENELDE SİNİR UÇLARINIDA PUSUYA YATIYORMUŞ.
Dahası bu ZONA denilen müsibet hastalığa da yataklık ediyormuş. Yani aynı virüsü ZONA da kullanıyor, herhangi bir stres durumunda bulduğu en zayıf yere saldırıyormuş.
Bu da demek oluyor ki benim en zayıf yerim başımmış :(((
Buna da şükredelim, bazılarının sırtında, göğsünde, hatta tüm vücutta da olabiliyormuş.
Ucuz attlattım sayılır.
Allah hepinize SAĞLIKLI günler göstersin.
Nadya Alpkonlar nadyaalpkonlar@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Kes biiir, yağlı olsun Usta ! |
|
Pek sevilir şu "Döner" memleketimizde. Hoş artık, onun girmediği memleket de kalmadı ya ! Başta; Almaturkya ve Avusturkya olmak üzere dünyanın hemen hemen her yerinde görebilirsiniz döneri. Garson-Usta arası iletişim protokoluna göre;
"Kes biiir ..!"
şeklinde ifade edilen dönerin,
"Bak koçum, şöyle ortaya yanar döner birşeyler getirsene !"
dendiği zaman kastedilen döner ile yakından uzaktan hiçbir hısımlığı mevcut değildir. Bizim dönerin semazenliği sadece kesilene kadar olup, ortaya servis edildiğinde kuzudan farkı kalmaz.
Bazen anlamakta güçlük çektiğim konu; "Yağlı ve/veya Yağsız olsun Usta !"
diye yapılan eklentidir. Döndürülerek pişirilmeye çalışılan bu döner; nasıl hem yağlı hem de yağsız olur hiç bilememişimdir. Usta'ya sipariş; yağlı da gelebilir yağsız da ama günümüz şartlarında "yağlı" olmanın daha kazançlı olduğu görülmüştür. Bu nedenle de;
"Kes biiir, yağlı olsun Usta !" başlığının günümüz medyağsı açısıdan daha uygun olacağına karar verdim.
Sözkonusu bu medyağtik tipler;
"Kes biiir !" siparişini duyar duymaz bodozlamasına dalarlar konuya en "Yağlı" tarafından. Aman efendim, bal damlar dillerinden, şerbet akar kalemlerinden,
"Yağlı olsun Usta !" niyetine.
Böyle semirirler elbette; hem butuna hem etine. A'dan, B'den, hatta her ikisinden fan-fin-fon ismiyle her nasılsa hazırdır kaynak. Eh, bundan iyisi ballı kaymak. Sen de fonla, sen de besle; gör bak nasıl konuşup yazacaklar abesle. Karşı çıkmaya,
"Atma kardeşim..!"
demeye kalksan, hemen karşına dikilirler en yüksek sesle. Üstelik; konuyu ortaya atan sahibinden daha da büyük hevesle. İster besleme, ister besle..
Gerçeğin hiç de öyle olmadığı araştırılıp getirilince dile; işin "Yağlı" tarafı iflas etmiştir bile. Ve fakat "Döner" kısmına mutlaka yatay geçiş yapılmıştır bir vesile ile. Devir nasılsa iletişim, öyleyse açıklarsın;
"Olur mu canım, ben değiştim..!". Olmadı;
"Onlar eskidendi", yani;
"Eskiden yazıldı, söylendi". Bir de ağdalı ağdalı;
"Siz hala dönemeyenlerden misiniz ?"
diye eklersin. Yeni bir konu çıksın diye bir köşede beklersin. Biraz şekerleme, arada bir eskilerden temcit pilavı birkaç tekerleme. Ne uslanma, ne arlanma, yüz kızarmasında vazgeçtik, nerede 1 gram terleme ? Senindir meydan, yerindir medyan. Bir kere kapmışsan gıcık, yok öyle kıyısından köşesinden azıcık, yazdıkça yazacaksın vıcık vıcık..
Tarih mi ? 7 sülalesine kadar Al'larsın..
Kimya mı ? Hücre çekirdeğine kadar Pul'larsın..
Coğrafya mı ? Onu oraya, bunu buraya Bağ'larsın..
Geometri mi ? Buraları henüz okumadık diye Ağ'larsın..
Fizik mi ? Bakma kurallara, inanmasan bile Fal'larsın...
Biyoloji mi ? Ağzın laf yapıp dilin yalıyor, Bal'larsın..
Sosyal mi ? Hızını alamayıp önüne geleni Sol'larsın
İngilizce mi ? En zorundan desturlayıp gavura Yol'larsın..
Matematik mi ? En kolayından şavulladığın gibi Sal'larsın...
Öyleyse; "Kes biiir, yağlı olsun Usta !"
Siparişi boşver, sen ne düşünüyorsun bu hususta ?
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-13
*- Hep kendimizi arar dururuz, bulduğumuzda ise hayal kırıklığına uğrarız. Çünkü hayalimizde yarattığımız kendimiz ile, bulunan arasında dağlar kadar fark vardır.
*- Kendimizi değiştirmemiz zor geldiği için başkalarını değiştirmeye kalkarız.
*- Kusurlarını söyleyenlere kızacağın yerde onları dinle! Saydıkları kusurlar arasında iftira varsa, konuşmasının sonunda onları yüzüne vurursun.
*- Başkalarının kusurlarıyla kendi kusurlarımızı örttüğümüzü sanırız.
*- Sabır, iyilik doğurur.
*- İyi'nin en iyi tanımını yapan, en iyi insan demek değildir.
*- Bağışta bulunan birçok insan, bu yaptıklarının karşılığını ya bu dünyada iken ya da öteki dünyada fazlasıyla alacağı umudundadır.
*- İyi konuşanı değil, iyi dinleyeni alkışlamak gerekir.
*- Yarayı iyileştirenlerden birisi ilaç ise, diğeri de zamandır.
*- İnsanları, hayvanları ve doğayı sevin sevebildiğiniz kadar; nasılsa sevgi parasız...
*- Yıllarca süren bir zaman sürecinde kurulan sevgi kalesi, nasıl olur da nefret tarafından bir anda yıkılabilir?
*- Gam gönlün ateşidir, mutluluk ise suyu.
*- Ruhu özgür olan bir insan, mutluluğu mutlaka yakalar. Ruhsal özgürlük ise ihtiraslarımızı kontrol etmekle sağlanır.
*- Değişmenin farkına varabilenler, yalnızca değişenlerdir.
*- Ne yap et; ama duygularınla aklını çatıştırma.
*- Karşındaki insanın düşüncesi seni öfkelendiriyorsa, dur ve düşün; "Acaba nerede hata yaptım." diye.
*- Başkalarının bize vurdukları zincir, bizim kendimize vurduklarımızın yanında ne ki!
*- Eskiden kurtlu meyve beğenilmezdi, şimdi ise aranır oldu. Neden? Yaratıcının kurdu meyve içine koymasında bir hikmet yok muydu? Doğayı doğal işleyişine bırakalım. Bilelim ki doğaya yapılacak müdahale, insanoğluna kısa vadede yarar sağlasa bile, uzun vadede zararlı olacaktır.
*- Deli ve dahinin benzeşen tarafları benzeşmeyen taraflarından daha çoktur; ama buna rağmen aynı şey değildirler.
*- Çöplükte her eşineni horoz, her horozlananı da yiğit zannetme.
*- Bir fırsatı kaçırdıysan, üzülme; bil ki bir başkası önüne çıkmak üzeredir.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
AVRUPA'YA AÇILAN İLK PENCERE
Okullarda istisnasız tüm tarih derslerinde Lale Devri'nin "zevk-ü sefa, abartılı bir eğlence devri" olduğu anlatılır. Dolayısıyla bu zevki sefaya düşkünlük koca bir devletin çöküşünü başlatmıştır.
Üstat Necip Fazıl'ın meşhur ifadesi vardır: "İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe! Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?".
Maalesef tarihi gerçekler bazen bize tek taraflı, yanlı ve hatta eksik olarak anlatılmıştır. İyi bir okumayla bu eksiklikler fark edilecektir.
'Lale Devri' olarak adlandırılan bu devir, sosyal, toplumsal ve kültürel oluşumlarda tarihimizin çok kritik bir dönemidir. "Zevk-ü sefa ve eğlence" suçlaması görüntüden kaynaklanan yanlış bir suçlamadır. Elbet haklılık payı vardır ancak hiçbir zaman abartılacak kadar değildir.
Devrin Osmanlı yönetici ve aydınları Avrupa'yı tam zamanında ve doğru noktada yakalamışlardı.
1700'lerin başındaki Avrupa, rönesans ve reform hareketlerinin doğal sonucu aydınlanma çağını yaşıyordu. Hala ortaçağ kalıntıları, anlayışları vardı Avrupa'da. Kilise etkisini devam ettirmeye çalışıyordu. Leibniz felsefede yeni bir çığır açmıştı. Newton fiziğin temellerini atmıştı.
Sanayi devrimi henüz gerçekleşmemişti. Üretim geliştirilmiş mekanik düzeneklerle devam ediyordu. Deniz aşırı seyahatlerle Avrupa, dünyaya açılmıştı. Doymak bilmeyen ve merhametsiz bir anlayışla Avrupalı denizciler Asya ve Afrika'nın maddi değerlerini ülkelerine taşıyorlardı. Bu maddi biriktirmeler Avrupa'yı zenginleştirecek daha fazlasını edinme kapital anlayışı sonunda sanayi devrimini doğuracaktı.
Osmanlı yöneticileri o eski ihtişamlı günlerin geride kaldığını çok iyi görmüşlerdi. Meydanlarda "Allah Allah" sesleriyle çil yavrusu gibi dağıtılan Gavurlar, artık kendilerinden güçlü ve üstün durumdaydılar. Güçlenen bu Avrupa'yı artık görmek, tanımak hatta onlardan örnek almak gerektiğini Lale Devri yöneticileri doğru idrak etmişlerdi. Bu amaçla ilk defa Avrupa'ya elçi olarak Yirmisekiz Çelebi Mehmet gönderilecekti. Bu gönderilişin asıl amacı Avrupa'yı görmek ve tanımak, neyi nasıl yaptıklarını öğrenmekti. Yirmisekiz Çelebi Mehmet, deniz yoluyla gittiği Fransa'yı yaklaşık bir yıl gezip inceledi. Görüp tespit ettiği önemli ayrıntıları yazıp 'sefaretname' adıyla dönüşte Padişaha sundu. Bu bizim ilk resmi Avrupa incelememizdir.
Avrupa'yı yakalama adına Osmanlı yönetimi, Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in anlatımlarını dikkate alarak özellikle İstanbul'da geniş bir imar faaliyetine başladı. Amaç şehri güzelleştirmek, Allah'ın verdiği nimetleri görünür hale getirip Osmanlı insanına sunmaktı.
Osmanlılar aydınlanma çağı Avrupasını da çok iyi görmüşlerdi. Gelişimin eğitim ve bilimle mümkün olabileceği anlaşılmıştı. Sultan Üçüncü Ahmet, bir taraftan imar yapılar yaptırırken bir taraftan da zengin kütüphaneler kuruyordu. Topkapı sarayına devrin sanat anlayışının yansıtıldığı büyük bir kütüphane yaptırmıştır. Sanat ve estetik harikası çeşmeler ve yapılar inşa ettirmiştir.
Matbaa ilk defa Avrupa'dan yüzlerce yıl sonra Osmanlıya Lale Devrinde girmiştir. Dönemin aydınları matbaanın gerekliliğini ve Osmanlı için zorunluluğunu çok iyi kavramışlardı. Matbaanın ülkeye girmesi aydınlanma yolunun açılmasıydı.
Matbaanın kazandırdığı ivme ve devletin imar yönündeki faaliyetleri topluma bir rahatlama getirmiş bunun sonucu bilimsel çalışmalarda hız kazanmıştı. Bu dönemde ilk defa Türkçeye doğu ve batıdan önemli eserler tercüme edilmişti. Matbaayla birlikte dönemin en önemli ve geleceğimizi şekillendirici faaliyeti Sultan Üçüncü Ahmet'in tercüme heyetini kurması ve bu heyetin ayrım gözetmeden yaptığı bu tercümelerdir.
Doyumsuz kapital anlayışlı Avrupa'nın, Asya ve Afrika'nın tüm kaynaklarını artezyenlemesi Osmanlıyı bir yerde mali sıkıntılara sokacaktı. Zamanın Osmanlı yönetici ve aydınları muhtemelen bunu da çözeceklerdi. Ama henüz başlangıçtaki küçük maddi sıkıntılar yeni yapılanmayı kabullenmeyen devletin ikinci bir kademesinde tahammülsüzlüğü doğurdu. 'Dine bi-gayri', 'zevk-ü sefaya düşkünlük' bir zamanların 'irtica' suçlaması benzeri yaftayla bizim Rönesanssımız maalesef başlamadan bitirildi.
Evet Avrupa'yı tam zamanında yakalamıştık. Hızlı bir rönesans ve reform harekeleri benzeri bir oluşumla hemen aydınlanma çağına girebilirdik. Eğer bunu başarmış olsaydık bugün Avrupa'yla at başı gidecektik.
Niye mi? Çünkü devletin Üçüncü Selim'den çok önceleri yakaladığı lale devri programı mutlaka bunu sonuç verecekti. Yapılanlar sadece imar faaliyetleri değildi. Teknik yapılaşmaya da gidilmiş cam ve çini fabrikaları kurulmuştu. Matbaanın ortaya çıkardığı kitaplar kütüphaneleri doğururken tercüme faaliyetleri yeni bilimsel gelişmeleri beraberinde getirecekti. Kaldı ki Avrupa'nın henüz bilmediği 'çiçek aşısı' Lale Devri İstanbul'unda uygulanmıştı.
Yunus Emre'nin dediği gibi: "Bu dünyada bir tek şeye yanar içim, göynür özüm; Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi".
Tarihimizde ben hep yarım bırakılan bu milleti yüceltecek projelere ve yetişmiş insanların ortadan kaldırılmasına acırım. Acımak ne ki Yunus gibi "yanar özüm, göynür gözüm".
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ÇIKMIŞ YÜCESİNE ZAMANIN
Çıkmış yücesine zamanın
Kavruk Ömer
Kavruk Ömer'in göğsünde
Toprağın yüreği
Alnında evlek evlek çizgiler
Büyür elleri ayakları düşlerle
Büyür sabrı
Üvey ana değildir zaman der
Düşünür umutla sevgiyle
Geçen yılları
Ak okullar ışır tepelerde
Yüreğinde küçük öğrencilerin
Yeni gökler boyar taptaze mavilerle
Sürülmüş tarlalar genişler
Ömürsüzdür masal hayvanı
Güç anlaşılır büyük ve iyi işler
Bir halk şafağında
Büyür çağlara doğru
Tohumlar bir daha bir daha
Gücünü katar toprağa
Pencereleri fesleğenli
Ak evlere dolar güneş
Bir mutluluğa erer köyler.
Mehmet BAŞARAN
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Çocuklarınızı bilgisayar başından kaldıramıyorsanız en iyi yöntem onları doğru yönlendirmektir. Bu sefer özellikle küçük çocukların bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik bir web sayfası tavsiye edeceğim http://www.hellokids.com/ Sayfalarda resim çizmekten boyama yapmaya birçok aktivite mevcut. Aslında web sayfası ingilizce ama çocukların bile anlayacağı bir şekilde hazırlandığı için siz velilerin yönlendirme konusunda bir sıkıntı yaşamayacağınıza inanıyorum.
Böyle İngilizce sayfalar tavsiye ederek biz velileri zor durumda bırakıyorsunuz diyenler için bir de Türkçe web sayfası tavsiye edelim http://www.cocukca.com/ Oyunlar, boyama sayfaları ve çocuklar için eğlenceli diğer örnekleri rahatlıkla kullanabilirsiniz.
Teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmek için http://www.teknoportal.gen.tr/ sitesini deneyebilirsiniz. Her türlü teknolojik yeniliği takip eden bu portal sayesinde birçok konuda kapsamlı bilgiye ulaşabileceksiniz. Ayrıca bilişim teknolojisiyle ilgili birçok konu da ana başlıklar altında toparlanarak paylaşılmış. Özetle söylemek gerekirse: bu web sayfasında kısa ve öz bilgilerle, kafanız karışmadan teknolojiyi yakından takip edebilirsiniz.
Diyelim ki her şeyi merak eden ve sürekli soran birisinden bıktınız ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz ya da aslında meraklı olan kişi sizsiniz ve kaynak bulmakta zorlanıyorsunuz. İşte size sağlam bir kaynak http://www.bilgimotoru.com/ O kadar çok sorunun cevabını sayfalarına eklemişler ki maşallah diyorum. Merakını gidermek isteyen arkadaşlar önden buyursun.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|