|
|
|
Editör'den : Oldu da bitti maaşallah!.. |
Merhabalar,
Lafı dolandırmayalım, boyumuzun ölçüsünü aldık. Memleketin yarısı benim gibi bakmıyormuş olaya onu iyice anladım. İlk verdiğim oy 82 Anayasasına "HAYIR" olmuştu, yüzde sekizle azınlıktaydım, son seçimde de azınlıkta kaldım. Yani benim için durum değişmedi. Ama 82'nin darbe Anayasasına "EVET" diye mührü basanlar şimdilerde darbe karşıtlığı ile anılır oldular, bu da işin traji komik tarafı.
Tahmin ediyordum ama bu kadarını da beklemiyordum. Demokrasi diye bağıranların, kişi hak ve özgürlüklerinden dem vuranların, geçinemiyoruz diye feryat edenlerin, hayvancılık, tarım bitti diye ağıt yakanların, bayramda ithal koyun kurban edenlerin, nükleer santrale hayır diyenlerin, kadro bekleyenlerin, emeklilerin, gelecek korkusuyla, iş bulamam endişesiyle geleceğe şüpheyle bakan gençlerin, taş, beton ve asfaltla övünen bu iktidarın arkasında durmayacağını düşünüyordum, yanılmışım.
Medyada çıkan, "Seçmen mesaj verdi." safsatalarına da gülüp geçmekteyim. Amma ince düşünürmüş benim vatandaşım oyunu kullanırken diye kahkahalar atmaktayım. İnce düşünüp oy atmak için ince fikir sahibi olmak gerek. İyiyle kötüyü, hakla hukuku inceden ayırt etmek gerek. Yüzde elli oy, öncelikleri farklı olanlar tarafından gayet kalın bir şekilde sandığa atıldı, bunu bilir bunu söylerim. Memleketin yarısının, değişecek Anayasanın içeriğiyle, yazdıkları söyledikleri için içeri alınanlarla, parasız eğitim istediği için 16 aydır hapis yatan gençle, hakları için yürüyenlerin yediği dayakla, sıkılan gazla hiç ilgilerinin olmadığı, varsa yoksa taş, tuğla, beton istediği ortaya çıktı. Üstüne biraz da azar, küfür işitince demek ki hoşlarına gitti ve iş bitti. Tebrik ederiz, elimizden de ancak bu kadarı gelir.
Balkonda söyleyip ardından unuttuklarına aşina olduğumuz için son konuşmasını da kaale almadım kusura bakmasın. Ama işsiz kalırsa sahneye çıkıp şarkı söyleyebilir, hakkını teslim ederim.
CHP ise başka bir fasıl. Ama ben bu tartışmaların, seçim sonrası güreşlerin olmasını hep sağlıklı bulmuşumdur. Genel başkana el pençe divan durmuş, etek öpenlere, sonuçları değerlendirip hesap soranları bin kere yeğlerim. Bir kere Kılıçdaroğlu'nun performansı tartışılmaz. Bu zamanda, bu çalışmaya, bu sonuç, sol tandanslı bir parti için büyük başarıdır. Parti hem oyunu hem de vekil sayısını artırmıştır. Yüzde otuzlar teleffuz edilince başarısız gibi görünen yüzde yirmialtı, Bay Baykal'ın rüyasında bile göremeyeceği kadar kendisine uzaktır. Yeni CHP çizgisi doğrudur ama potansiyel seçmen yanlış yerde aranmıştır. CHP sağdan oy alabileceğini düşünerek yanılgıya düşmüştür. Kendini merkez sağda hisseden bir seçmenin CHP'ye oy vereceğini düşünerek yatırım yapmak yanlış olmuştur. Kısa sürede alınan yol başarılıdır. Dersler çıkarılarak bir sonraki seçime şimdiden hazırlanılmalıdır. Yeni Meclis, uzlaşmak zorunda olan iktidar ve güçlü bir CHP muhalefetiyle en az hata yapabilecek kıvamdadır. Bu durum iyi değerlendirilmelidir.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan BEŞEVLER'DEN ÜÇEVLER'E (2) |
|
İnsanlar zaman içinde yaşadıkları mekânlara göre şekillenmiş alışkanlıklarla örülürler. Yeni eviniz eskisinden güzel bile olsa ilk başlarda mutsuz olursunuz. Eski alışkanlıklarınızı ararsınız ve sürdürmek istersiniz. Yatak odanızın rengine alışamazsınız örneğin. Tıraş olduğunuz lavobaya, koltukların televizyona uzaklığına, kitaplıkların veya bilgisayarın yerini yadırgayıp durursunuz. Birkaç hafta içinde yeni alışkanlıklar edinir ve yine evin içindeki yaşamınızı otomatiğe bağlarsınız. Taşınmak ayrıca içimizde derin bir yere dokunur ve bizi huzursuz eder. Bir yere ait olma isteğim sürekli hırpalandığı için mutsuz olurum. Daha ne kadar, daha nereye kadar taşınıp duracağım? Herkes böylemidir bilmem ama ben artık bir köyde yaşamayı istiyorum. İnsanlar birbirinin huyunu suyunu bilsin, çat kapı birbirine gidebilsin, birbirimizden ödünç bir bardak şeker veya çay alabilelim, sokakta karşılaşanlar selamsız sabahsız geçmesin. Bütün rekabetlerimize, kıskançlıklarımıza rağmen insanlar azıcık da birbirlerine mecbur olsunlar.
Zaman zaman en son taşındığım evin sokağından geçiyorum. Kiralık tabelası hala penceresinde asılı duruyor. İçimde saçma sapan bir merak var. Boş mu duruyor? Yoksa birileri taşınmış mı? Anlamaya çalışıyorum. Acaba orada bizden sonra kim oturacak? Onlar da bizim gibi baca girişi olmayan aspiratörden yakınacaklar mı? Daracık balkonda her akşam çay içecekler mi? Üst katta yorulmak bilmeden gün boyu koşup duran küçük Ata'dan usanacaklar mı? Pencere kıyısına birkaç saksı çiçek koyacaklar mı? Merakımın yersizliği kadar bu soruların yanıtlarına da uzak olacağım.
Emlakçılar evleri pazarlarken gün boyu güneş içinde, aydınlık ve ferah demeyi kesinlikle unutmazlar. Kira bedeli ne kadar yüksek olursa olsun onların lügatine göre hep kelepirdir. Evi tutmaya karar vermeden de kesinlikle kaparo ve emlakçı bedelinden söz etmezler. Bazı eksiklerin kira bedelinden düşülerek yaptırılacağını da söylerler. Bu sadece ev sahibiniz devreye girinceye kadar geçerlidir. Ve nedense ev sahiplerimin çoğu elli yaşın üzerinde bir kadındır. Siz ne söylerseniz söyleyin o sadece bildiğini okur. Pazarlık her zaman "işinize gelirse" gibi bir cümle ile sona erer. Esas derdi bir an önce bir çatı bulup sığınmak olan kiracı pazarlığın tartışmasız her zaman kaybeden tarafı olmaya mecburdur.
Yeni bir eve taşınmanın ilk aşaması ağır kolileri evin bölümleri içersine rastgele bırakmakla başlar. Eşyaların yerleştirilmesi ve yeni bir düzen kurulması bir aydan fazla zaman alır. Evin eksiklerinin tamamlanması için gerekli süre bir insan ömrüne sığdırılamayacak kadar uzundur. Perdelerden başlayarak zamanla donunuza kadar her şeyi değiştirirsiniz. Bir taraftan yerleşirken bir taraftan acil olarak yapılması gereken işler çıkar. Sadece bir dolap kapağını taktırmak veya çamaşır makinesi bağlatmak için bile bir hafta usta gelecek diye beklersiniz. Telefon faturanız kocaman bir balon olup şişer ve ay sonunda patlar. Bütün koşuşturmacalara rağmen bir arpa boyu yol alamamak sizi çileden çıkarır. Kendinizi görünmez adam gibi hissedersiniz. Temizlik için birileri bulmaya mecbursunuzdur. Temizlik uzmanı kadınların ileri sürdüğü şartlar devlet memurlarının sosyal haklarından elli kere daha fazladır. Şunu yaparım, buna karışmam pazarlığı bittikten sonra kadın işine başlar. Eğer ona yardım etmek gibi bir hataya düşerseniz kimin patron olup çıktığına kendiniz de şaşarsınız. Genelde konu şöyle bir cümleyle özetlenmektedir. " Temizliğe kadın çağırdım ama bütün işi ben yaptım. Hala ona neden para ödediğimi anlamış değilim."
Yeni ev, yeni komşular demektir. Şimdilerde eskisi kadar boğucu olmasa bile bütün apartman sakinleri yeni taşınanları merak eder. Kimsiniz, necisiniz, ne iş yaparsınız, kaç çocuğunuz var? Onlar ne yapıyor? Ben yeni taşındığım apartmandaki komşularımı gözlemlerime dayanarak ikiye ayırırım. Taşınmamdan rahatsız olanlar ve tepkisiz olanlar. Eşyalar taşınırken nedense illa biri çıkıp "Asansörü kullanmayın, duvarları veya mermerleri çizmeyin, ayaklarınızı paspasa silmeden çıkmayın," gibisinden uyarılar yapar. Bu kişi apartman yönetici olsa öpüp başımın üstüne koyacağım. Sorumluluk bilinci işte ne güzel diyeceğim. Nerde? Bu kişi illa asık suratlı altmış yaşlarında bir erkektir. Yeni gelen kiracıları karşılama komitesi başkanıdır. Mutlaka her apartmanda bir tane vardır. Bu tipler beni her zaman hayal kırıklığına uğratmıştır. Şimdiye kadar karşılaştıklarımın hepsi titiz görünümlerinin ardında merdivenlere sigara izmariti atma ve taş zemine balgam tükürme şampiyonları çıkmıştır. Diyelim ki yeni kiracının arabası vardır ve onu bahçede bir yere çekecektir. Araba park alanları yazılı bir tabela olmasa bile tapuludur. Birçok komşum "Benim yerime niye arabanı bırakıyorsun, kardeşim?" kavgası yapmıştır. En uygun çözüm için mutlaka bir gün bir gece beklemelisiniz. Hem gündüz hem gece park yerlerini gözetlemelisiniz. Bu süre içinde arabanızın bahçe kapısı dışında kalmasında yarar vardır. Diyelim ki yeni taşındınız ve boş bulduğunuz yere arabanızı çektiniz. Ve çok şanslıydınız ve o kişi kavga etmeyi hiç sevmeyen birisi çıktı. Karar vermek için acele etmeyin. Kavga çıkmamışsa mutlaka arabanız çizilmiştir. Çarşıda bazı dükkân sahipleri de böyle yapar.
Taşınmaya bir erkeğin veya kadının penceresinden baktığınızda iki ayrı resim görürsünüz. Genellikle erkekler bir yere postu serip ömür boyu orada yaşamayı isterler. Kadın ise daha güzel bir sokak, daha iyi bir sosyal çevre ve daha yaşanabilir ama az pahallı bir eve taşınmak ister. Akıllı kadınlar " bu evden artık taşınmalıyız " diyerek konuya bodoslama girmezler. Her gün yumuşak yumuşak evin ne kadar kötü olduğunu kapıdan bacadan ince ince işlerler. Haftalar içinde bu konunun erkeğin beyninde öncelikli sıraya çıkmasını sağlarlar. Bardağı taşıran son damla bazen bir musluğun bozulması veya elektrik sigortasının atması gibi sıradan bir problem olur. Artık taşınmaya karar vermişsinizdir ve işin birinci aşaması tamamlanmıştır. İkinci aşama daha sancılıdır. Sokak sokak gezdiğiniz evlerin hiç birini eşiniz beğenmemiştir. Eğer yanlışlık olmuş ve içlerinden birini beğenmişse mutlaka kirası yüksektir. Hiç canınızı sıkmayın. Çünkü size bütçe planlaması konusunda da gerekli çözüm önerilerini sunacaktır. O sizden önce bütün seçenekleri iğneden ipliğe düşünmüştür. Kamyon kapıya geldiğinde film kadın açısından bir kez daha değişik bir mecraya akmaya başlayacaktır. Daha yeni evin içine tek bir koli bile indirmeden eşiniz yeni evin eksiklerinden ve kusurlarından bahsetmeye başlayacaktır. Sizi bilmem ama ben yaşamım boyunca eşimi gerçekten mutlu edecek bir eve taşınmaya başaramadım. Üzerinden yıllar geçtikten sonra o evimiz, o sokak, oradaki insanlar güzeldi dediğini duydum. Bir sonuç çıkarmak gerekirse bir kadın için en rahat, en yaşanılası, en güzel ev ya anılardaki evdir. Ya da babasınınki…
Taşınmak ile ilgili bir yazı yazmak benim yaratıcılığımın bir ürünü değildir. Ben yine ve yeniden taşındım. Yaşadıklarım başka insanlara ulaşırsa belki bir yararı dokunur diye düşünüyorum. Ayrıca son günlerde zihnimi bunun kadar meşgul eden başka bir konu da yok. Fikir, zikir ilişkisi işte. Ayı on türkü söylemiş. Onu da armut üstüne…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu TÜRKÜLER VE SEÇİM |
|
Bu seçimlerin en güzel yanı türkülerin, şarkıların sokakları, meydanları inletmesiydi. Bu türkülerin seçmen tercihlerine etkisi olmuş mudur, olduysa bunun oranı nedir, şu anketçiler, seçmenlere bir soru da bu konuda sorsalar nasıl olurdu ki?
"Ayşe teyze oyunu verirken hangi türküsü etkiledi sizi?"
"Bir ıslık da sen çaaal/ Bir ıslık da seeen"
"Aynı yoldan geçmişiz bizz/ Aynı bağın gülüyüz biz/ Haydi bi daha bidaha bidaha
"Çiftçi umutsuz/ Dur de !/Esnaf mutsuz/Dur de!/ Emekli çaresiz/ Dur de!/ Gençler işsiz/ Dur de!"
***
Bir şey olup bittikten sonra eleştiri yapanlardan hiç hazzetmem. Tekerlek kırılmış, yağmur dinmiştir ya hemen yol gösterme veya kepenek asmaya başlarlar. Seçim akşamı hangi TV kanalını açsam menemen bardağı gibi dizilmiş bu zatları görünce "Yine mi?" dedim. Bereket versin Haber Türk'ün biryantinlisi seçim sonuçların açıklanmasına uzunca bir zaman varken pis pis sırıtarak "Büyük sürprizler var." demesiyle durumu anlayıp TV'yi kapattım. You Tube'dan türküler dinlemeye başladım.
Türkülerle az çok ilgilenenler Hisarlı Ahmet'i bilirler. Kütahya - Afyon dolaylarında gezek adı verilen sıra eğlencelerinde çala söyleye geliştirdiği tarzıyla bize çok değerli türküleri miras bırakmıştır. Onun türkülerinden sevmediğim yok gibidir; ancak bazı türküleri vardır ki ansızın dilime dolanıverirler.
Kütahya'nın pınarları akışır,
Devriyeler kol kol olmuş bakışır.
Asalı'ya çuha şalvar yakışır.
…
Gar mı yağdı Kütahya'nın dağına
Ateş düştü ciğerimin bağına
Gül donatmış şalvarının ağına
Kayırma sevgilim gün böyle kalmaz
Yanar ciğerimin ateşi sönmez.
Türküden türküye geçsem de seçimleri aklımdan atamıyorum.
Bu öyle bir propaganda dönemiydi ki, namert, alçak, şerefsiz, yürüyen yalan… gibi aşağılayıcı nice sıfat, meydanlarda liderden lidere uçtu.
Çünkü onlar bu toplumda en basit aşağılamaların bile bu sözcüklerle yapıldığını iyi biliyorlardı.
Bu öyle bir propaganda dönemiydi ki tehditler, iftiralar havada uçuşmuştu.
Çünkü satın alanların, satın alınma bedelleri olduğunu onlar çok iyi biliyorlardı.
Bu öyle bir propaganda dönemiydi ki cilalanmış hayaller, ütopyalar bol keseden dağıtılmıştı.
Çünkü aç insanları, sahte ya da gerçek cennet vaatleriyle kandırmak, gerçekleri unutturmanın en kestirme yolu olduğunu onlar çok iyi biliyorlardı
Kendi payıma yorulmuştum.
12 milyon işsiz, 9 milyon emekli, ürettiği malın parası, gübre ve mazot parasını karşılamayan köylü, anguşlara mağlup olmuş besici, çocuğu aç yatan milyonlarca ana… Basılmamış kitap yüzünden tutuklanan yazarlar, gazeteciler ve ileri demokrasi adına tehdidi ensesinde hisseden Atatürkçüler kararlarını sandığa yansıtmışlardı işte.
Ben kendimi aman gülün dibinde buldum
Kuru kuru sevdaymış sarardım soldum
Sevda bir düş imiş aman kendime yordum
Ay karanlık gece vurdular beni…
Yarin çevresiyle sardılar beni.
…
Ah Hisarlı Ahmet Ah! Türkülerin, yüreğime tonlarca hüzün yükleyip beni benden alıp gidiyor.
Ve akşamın karanlığı çökerken beynimdeki sisler hızla dağılıyor. Bir yalıyar başındayım. Aşağılarda dalgalar arasında bir vapur, kayalara çara çarpa batıyor.
Dönüp iyice kanıksadığım yeni Türkiye haritasına bir daha bakıyorum. Doğudan batıya neredeyse tüm iller sarıya boyanmış. Ege ve Trakya'nın kimi yerleri kırmızı, kimi yerleri sarı.
İçerden sesleniyorlar:
"Mehmet Amca TV'de"
"Kim?..."
" Aksona.."
TV karşısına geçiyorum. Sevgili dostum, süngerciliğin simge ismi, coşkuyla denizi, denizciliği anlatıyor.
" Uygarlaşmanın yolu denizden geçer, biz geleceğe güvenle bakmak istiyorsak denize sırtımızı değil, yönümüzü dönmek zorundayız."
Bizim deniz türkülerimizin, iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olması neyin ifadesidir ki?
Aksona telefon ediyor. İlk teknesi "Mavi Boncuk" için Sadun Boro'nun da katılacağı 50.yıl kutlaması yapacağını söylüyor.
Bir tekneyle geçen 50 yıl. Dile kolay. Kim bilir ne acılar, ne sevinçler yaşadı o tekneyle. Ben teknelerin ruhu olduğuna inanıyorum.
Aksona'ya "15 Haziran, Sadun Bey'in, Kısmet'le Dünya turunu tamamlayarak İstanbul'a döndüğü gündür." diyorum. Ağustos 1965'te dünya denizlerine açılan Sadun Boro, bundan 43 yıl önce bugün, dünya turunu tamamlamıştı. Aradan geçen bunca zamanda, sanırım yalnızca bir denizcimiz daha, Osman Atasoy bunu başarabilmişti.
Sahi, yarıştığımızı iddia ettiğimiz diğer ülkelerin ekonomilerinde, kültüründe denizin yeri ne acaba?
Bir partinin, bir ilde oyların %70'ini %80'ini alması hangi sosyal, kültürel, ekonomik ve ideolojik yapılanmaların ürünüdür? Bu ülkede, seçim haritasının aynı renkte olmasını kim, hangi demokrasi kalitesiyle açıklayabilir bize?
"Deniz, insanı terbiye eder; İnsana sağduyuyu, hoşgörüyü, sabrı öğretir. Deniz insanı geleceğe aklıyla bakar. Bu yüzden dünyanın en demokrat, paylaşımcı insanları deniz insanlarıdır. Dünya demokrasisinin beşiğinin Ege olması boşuna değildir."
Aksona, dalından kopardığı bir limonu koklarken gözüm AKP Simav'ı 'salladı' haberine takılıyor: 19 Mayıs'ta 5.9' luk depremin olduğu Kütahya'nın Simav ilçesinde AK Parti yüzde 61 oy alarak rakiplerine fark atmış.
Demek ki, deprem sonrası devlet nerde diye ağlaşanlar, yalancıktan ağlaşıyormuş. Demek ki siyanür tehlikesi hikâyeymiş. Demek ki Kütahya'da işsizlik yokmuş, demek kii…
Peki ben niye hâlâ Hisarlı Ahmet'in acılı türküleri dinlemeye devam ediyorum?
Oğlum, Muğla'da seçim sandıklarının tamamının açıldığını ve milletvekili dağılımının 3-2- 1 olduğunu söylüyor.
Partilerin adları mı?
Ne önemi var?
Yerel yönetimlerin özerkliği demokratikleşmenin bir gereğiyse eğer, Muğlalının bunu çoktan hak ettiğini düşünüyor ve Muğlalı olmakla bir daha gururlanıyorum.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
KIRIK TEBEŞİR : Ömer Akşahan 12 HAZİRAN'IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ |
|
Her seçim yeni toplumsal beklentileri de beraberinde getiriyor.
12 Haziran'da gerçekleşen genel seçimi diğerlerinden ayıran belirgin farklar var.
Her şeyden önce Meclis'e giren partiler açısından bu seçimin mağlubu yok! Çünkü her parti istediği sonuçları elde etmiş görünüyor. Ancak seçimin baraj mağlupları kadar galiplerinin de seçimde neyi nasıl yaptıkları ve nasıl bir sonuç elde ettikleri irdelenecektir.
Seçmen iradesinin % 90'ının TBMM'de temsil ediliyor olması demokrasi açısından olumlu bir durum. Buna karşılık, AKP'nin % 10 barajını kullanmasının bir anlamı kalmadı.
İllerin çıkaracağı milletvekili sayılarının nüfusa göre saptanmasıyla bir haksızlığın önüne geçildi. Böylece temsilde adalet bir ölçüde gerçekleşti.
Bu seçim, Ecevit, Erbakan ve Yazıcıoğlu'nu simge olarak kullanan partileri yok varsayılacak düzeye indirdi. Ölüden medet ummanın kimseye rant sağlamayacağı ortaya çıktı.
CHP, bir önceki seçime göre % 5 oy artırdığı gibi temsilde adaletle milletvekili sayısını da artırdı. Ancak bu, muhalifleri susturmaya yetti mi? Elbette ki, hayır!
MHP'nin kaset şantajları altında yürüttüğü kampanyada konunun AKP'ye fatura edilmesiyle mağdurdan yana tavır koyan seçmenin tercihi ile Meclis'te yerini aldı.
Emek, Özgürlük ve Demokrasi Blok'un şimdilik 36 bağımsızla Meclis'e girmesi, BDP ve PKK'nın önceki döneme göre daha ciddi bir ağırlığı olacağını bize gösterdi.
AKP'nin yeni anayasa için öngördüğü 330 milletvekilini bulamaması partilerarası uzlaşma kapısını araladı aralamasına ya, zaman ne tür pazarlıklara sahne olacak onu kestirmek için suların durulması gerek.
Cumhuriyet'in manşete taşıdığı söylemle anlatacak olursak, "Padişah Tayyip'in üçüncü dönemi"nin oldukça ilginç olaylara gebe.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, her ne kadar 135 milletvekilini başarı olarak görse de listelerde kendilerine yer bulamayan eski milletvekilleri ve eski il yöneticileri çoktan isyan bayrağı açtı. Örneğin, Yalova'dan tekrar milletvekili seçilen Muharrem İnce'nin "İrlandalıların partiden uzaklaştırılmaları için mücadele edeceğim" demesini anlamakta zorluk çeksem de; seçimde Kılıçdaroğlu'nun neden yalnız bırakıldığını çok iyi anladım.
CHP, Türkiye haritasını dört yıl sonra kırmızıya nasıl boyarız hesapları yapadursun; bana göre yeni CHP'nin kitlelerce nasıl algılandığı öncelikle tartışılmalı. Bu yapılırken de partinin tavandan tabana değin yenilenmesi, performansı yeterli olmayan örgütlerin yerine yenilerinin getirilmesi de ele alınacak konular arasında olmalı.
Sakin yapısıyla tanınan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na CHP İzmir adaylarıyla Havagazı Fabrikasında yapılan toplantıda yan yana oturduğu Mehmet Ali Susam'a hitaben, "Manyak!", "Seni aday yapanın Allah cezasını versin!" dedirtecek kadar aralarında ne yaşandı bilinmese de, ciddi bir sıkıntı olmalı ki, İzmir'den 20 milletvekili bekleyen CHP'yi hüsrana uğrattı.
CHP genel merkezi aday belirleme sürecini iyi yönetemedi. Eğer İzmir ve Antalya gibi illerde tüm parti üyelerinin katılımıyla milletvekili aday listeleri belirlenebilseydi, örneğin Aydın'da sağlanan başarı diğer illerde de elde edilebilirdi.
Ancak hangi partiden olursa olsun, sanırım bu işin cevherinde var, partide görev alanların pek çoğu birçok olayı kendi parti gözlüğüyle değerlendirdiğinden, bir adım ötesini göremiyorlar.
Yeni Meclisin öncelikle ele alması gereken konulardan biri de, seçim barajı ki, makul düzeye çekilmesiyle diğer partilerin önü açılabilsin. Böylece istikrar masalının da önüne geçilmiş olur.
Yeni Meclis kadın milletvekili sayısıyla farkını ortaya koyacak. 74 kadın milletvekili, bu alanda uğraş verenlerin yetmez ama evet diyebileceği bir rakam gibi görünüyor. Dileriz gelecekte bu sayı en az iki katına çıkar.
CHP'nin seçim döneminde dile getirdiği 'raporlar ve vaatler' için nasıl bir çalışma yöntemi izleneceğine yönelik açıklamalarını da, -kurultay hastalığından arınmaya vakit kalırsa- merakla bekleyeceğiz.
Bir çift sözüm de Deniz Baykal'a: Siz, önce Antalya'nın hesabını bir verin, sonra da kalkın CHP'nin başarısızlığını (!) dilinize dolayın. İnsanda, seçimin hemen ardından konuşması için biraz insaf, merhamet çeşmesinden su içmesi gerekmez mi?
Son bir dileğim: Yeni Meclis umarım eskiyi aratmaz!
Ömer Akşahan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : İlknur Odabaşı Cevdet'in okul günlüğü. |
|
Sokak kapısından içeri girdi annesi söyleniyordu oğlum toparlanıyoruz yine tayinimiz çıkmış
Annecim tayin ne demek?
Oğlum biliyorsun baban devlet memuru. Devlet baba nerede gerek görürse nerede ihtiyaç varsa memurlarına orada görev verir çocuğum.
Sen dünya da yoktun henüz yeni evliydik Tunceli de görevliydik 60 ihtilali oldu baban acil olarak göreve çağrıldı büyük bir endişe ile ne olup biteceğini merak ediyorduk , ihtilal sonrası ortalık sakinleşti sonrasında 63 te dayın bu vatana asker olarak hizmet aşkı ile Harp okulu öğrencisiydi ve komutanları tutuklandı sorgusuz sualsiz tüm öğrenciler kendilerini demirparmaklıklar arkasında buldular geciken adalet ne kadar yerini bulur ki sonra onlara bir takım haklar tanındı ve asker olmak dayının içinde ukde bambaşka bir meslek seçmek durumunda kaldı.
Sonrasında İzmir e gittik daha sonra Nevşehir işte sen daha 6 yaşındasın biz dördüncü tayin için eşyalarımızı topluyoruz , ama bu kez lojman varmış.
Annecim lojman ne demek?
Oğulcum Devlet baba görev verirken memurunun rahatı ve güveni için ona kalacak evini verir bu zamana kadar lojmanda kalmadık hiç bu bölgede gerekli görmüşler lojman veriyorlar.
O gün Cevdet gidecekleri yeri hayal etti durdu.
Kamyon yola koyulmuştu kendileri ayrı bir araçla hareket ettiler , o dönemlerde telefon olanağı olmadığı için ilgili tüm konular yazışmalar üzerinden tebliğ ediliyordu, yazı da öncelikle şehir girişindeki sağlık ocağına gidilerek aşı olunmasını aksi takdirde bölge de yaygın olan hastalıklardan birine maruz kalınabileceğini ifade ediyordu.
Lojmana kolay yerleşilmişti.
Cevdet lojmanın bahçesinde akranı olabilecek çocuklar gördü, onlar da merakla yeni arkadaşlarını bekliyorlardı.
Bu çocuklar Nevşehir de ki çocuklar gibi konuşmuyorlardı elleriyle gel işareti yapmaları ve misketleri ile onu oyuna davet etmeleri yetmişti bile hemen kaynaşmışlardı .
Cevdet hala çözemedi neden bu çocuklar farklı kelimeler kullanıyorlardı, olsun yine de onların gülen yüzleri ile hoş bir gün geçirmişti.
Bir kaç ay sonra okul dönemi geldi babası Mardin den okul çantası kalem ,silgi ,sarı saman kağıdı defter, resim defteri getirmişti .
Çok sevinçliydi okul başlamıştı, sınıfta konuşacağı kimse yoktu diğer çocuklar yaramazlık yapıp gülüşüyorlardı keyifleri yerindeydi.
Sınıfın diğer ucunda kendisi gibi sessiz bir kız çocuğu daha vardı bu sessizlik işe yaradı ona doğru seslendi bunlar çok yaramaz değil mi ?
Kız evet dediğinde sevinçle yerinden zıpladı kendisi ile aynı dilden konuşan birini bulmuştu .
Sonra ki günler bir araya gelip bazen kız oyunu sek sek bazen misket oynuyorlardı.
Okul dan hiç bir şey anlamıyorlardı çünkü öğretmenler tüm zamanlarını diğer çocuklara ayırıyorlardı , bir şeyleri farkettiğinde anlaşılıyordu ki bu çocuklar okumaya hazır olduklarında onlarda harflerle ve cümlelerle tanışacaklardı.
Okul çok sıkıcıydı, her halde öğretmenlerde farkındaydı zaman zaman aralarında çok güzel sesi olan çocuklara acıklı türküler söyletiyorlardı . Cevdet hiç bir şey anlamıyordu.
Akşam eve geldiğinde elindeki kitapların resimlerine bakarak hayaller kuruyordu.
Duyduğu bildiği bir şey vardı ki İstanbul denilen güzel mi güzel bir şehir varmış orada her şey çok güzelmiş insanlar zengin ve mutluymuş.
Burada okulda anladığı kadarıyla çok arkadaşının babasının bacakları yokmuş mayın denilen bir şey varmış ki onları çok üzüyormuş bir arkadaşının annesi Jandarma helikopteri yetişmese kardeşini dünyaya getiremeyecek hem anne hem de bebek ölecekmiş.
Günler aylar böyle geçti.
Bir gün eve geldiğinde . Annesi Cevdet biliyormusun yine tayinimiz çıktı dedi bil bakalım nereye.
İstanbul.
Şimdi Cevdet o güzel şehirde kendini bekleyen yeniliklere yeni arkadaşlara çok sevindi. Babası ona bisiklet sözü verdi. Bisiklet İstanbul çok mutluydu.
İstanbul ve deniz her şey o kadar güzeldi ki. Çok güzel arabalar, hele vapurlar ne güzel di uzak uzak denizlere gidiyorlardı.
Okullar açılmıştı Cevdet bu kez kendi aksanlı dili ile arkadaşlarından farklı konuşuyordu.
Öğretmen tahtaya kaldırdığında matematik sorusu sormuştu henüz gazete başlıklarını bile okumakta güçlük çeken bir çocuk için çarpma bölme de ne olaydı ki çarpım tablosu mu o da ne?
Öğretmen sık sık onun konuşmasını düzeltiyordu öyle söylenmez bu kelime doğrusu bu , Cevdet çok yorulmuştu kafası karmakarışıktı.
Cevdet çok ağladı İstanbul hiç te güzel değildi.
Çok çirkindi İstanbul.
İlknur Odabaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Önder NİKAH TANIKLIĞI |
|
Anlayamadığım şu; otobüsler işi ivedi olanlar binince niçin hızlarını azaltırlar? Bak bu kez de yolcu indirdi, kalkmıyor. Yeni yolcu var mı diye sağı solu gözlüyor. Bütün yolcuyu kendisi taşıyacak, yalnız kendisi kazanacak. Bıraksa, belki daha evinin kapısından bile çıkmamış olanları sıradaki alsa olmaz mı? Bırakmıyor.
Ah Hayri ah; az yol da değil. Bari düğün yapsaydın, beklenirdik. Nikahlar saatlidir, kıyar geçerler. Bayındır'dan kalk, ta İzmir Fuarı'na. Üstelik şöför de benzinden tasarruf ediyor; gitsin mi, gitmesin mi.
Dünyada yetişemem ben bu nikaha. Ah Hayri kardeşim, okul arkadaşım, benden başka nikah tanığı yok muydu koca kentte? En yakın arkadaşı ben mişim de, daha yakını yokmuş da.
Aslında onurlu bir görev. Şimdi bu ince düşünceye karşı "Yetişemedim, otobüs yavaş geldi" desem, yakışmaz. O da boynunu büküp"Seni candan bildim, beni insan katarına katmadın. Eşe dosta rezil ettin" demez mi? Haklı da şimdi. Keşke akşamdan gidip bir yakınımda kalsaymışım.
…
Bu arada ağır aksak gidiyoruz. Bu böyle olmayacak, bari şöförü uyarayım, dedim; onun da yanıtı hazırmış:
- Burası böyle abi. Çırpı yolcusu bol. Acelen varsa Arslanlar üzeriden giden otobüse bineydin.
Adam kestirdi attı. Görüyor musunuz? Hani sakınan göze çöp batar, derler ya. Ben nerden bileyim, İzmir otobüsü deyince daldım. Öteki araba olsa Torbalı'yı geçmiştim.
…
Saati de evde unutmuşum. Saat soracak biri var mı, diye bakınırken, üç koltuk ötedeki yaşlıca adamın yelek cebinden sarkan sarıca kösteğin otobüsün devinimine uygun, sağa sola usul ulus sallanmakta olduğunu gördüm. "Abi, saat kaç?" Adam da ehlikeyf mi ehlikeyf. Sanki, otobüsün gidişindeki ahesteliğe uyum sağlamaya çalışıyor. Elini yelek cebine götürüp saati çıkarması şöyle böyle on dakika sürdü. Sonra insafa geldi, kapağı öteki elinin başparmağı ile itinayla açtı:
- Eski saate göre on iki buçuğu beş geçiyor.
Ne diyor bu adam; öyle saat mi olurmuş? Bari yeni saati söyleseydin. Şimdi eski saat ilerde miydi geride miydi, diye yüz kişiye sorsan iki kişi zor bilir. Bu durumda ben geç kaldım mı, kalmadım mı?
…
Otobüs bir durakta daha durdu, bir teyze ile yanında yüklü bir genç bayan. Genç olanı sağa sola tutunarak araca binmeye çalışırken, yaşlıcası şöförden ricada bulundu:
- Evladım, kızımın doğumu yakın; biraz yavaş gidersen.
Şöför, biri böyle bir ricada bulunsa, diye dört gözle bekliyormuş. İyice
yavaşladı. Artık gidelim, gitmeyelim arası ilerliyoruz.
Bundan sonra yetişebileceğimi sanmıyorum. Demek ki bu nikah tanıklığı bana kısmet değilmiş.
…
Bir buçuk saatlik yolu, sanırım iki buçuk saatte tamamladık. Ya da, acelemden bana öyle geldi. Bindiğim kent içi otobüsün de trafiğe takılması, üstüne tuz biber ekti. Nikah salonuna vardığımda ortalık hala ana baba günüydü. Hiç bir yakınını tanımadığım için Hayri'yi aradım, ortalıkta görünmüyordu. Her şey olup bitmiş olmalıydı.
…
Bulup özür dilemek işe yarar mı, bilmiyorum? Tarif ettiği işyerine gidip ev adresini alayım, dedim. İşyerine vardığımda şaşırıp kaldım, kendisi oradaydı ve üstü başı yağ içinde çalışıyordu.
Efendim, son anda akıllarını başlarına toplamışlarmış; bu devirde evlenmek akıl karı mıymış? Ya bir de çocukları olursa, onu nasıl bir ülke beklemekteymiş?
"Birlik olur, bu zor günleri geçirirdiniz" dedim. Kolay mı koca ülkeyi kurtarmak, der gibi elini salladı, "Hayııır!" anlamına kaşlarını kaldırdı. İndireceğe de benzemiyordu.
Mehmet Önder av.mehmetonder@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran ÜÇ USTA |
|
Demokritos bu ara bize çok cömert davrandı, art arda üç yaşama sanatı ustasıyla tanıştırdı.
Ustaların ilkini Bakırköy Devlet Hastanesi'nde tanıdık; Sevil'in ilaçları için raporu yenilemeye gittiğimizde, hekimi beklerken, elinde alet çantası dolaşan biri dikkatimi çekmişti; bir ara koluma yapıştı, "ben seni tanıyorum, ama nerden?"diye sordu; ben şaşkın bakarken ekledi: "Ulusal Kanal'da program yaptın mı?" Evet, deyince, çekip bir köşeye oturttu, yanımıza çöktü, başladı anlatmaya.
Adı Hasan Kelemli; orada aklınıza ne gelirse yapıyormuş, su, elektrik, bahçe, çiçek. Daha kurulduğu zaman TİP'ne üye olmuş; olmuş, hemen başı derde girmiş elbet. Savunmanları arasında bir ara bütün ilericileri savunan sevgili Gülçin Çaylıgil de var. Buna bağlı olarak, aklınıza kim gelirse tanıyor, biliyor; İlhan Selçuk'un yazılarını, kitaplarını okumuş elbet; dahası, "Yüzbaşı Selahattin"den örnekler veriyor yanına yöresine. Zaten şiirsel bir dille konuşuyor, ayrıca birçok şiiri ezbere biliyor, konuşmasına katıyor. Öylesine bir ışık kaynağı ki, Sevil'in hekimi onun çalıştığı bölümün başı; ona sevgisi, saygısı büyük: çalışma masasının arkasındaki bellek tahtasına düzenli olarak sevdiği şiirleri, dörtlükleri yazıyormuş; yeterince durduğuna inanınca, yerlerine yenilerini.
Sevil'le ağzımız bir karış açık, sevinç ve şaşkınlık içinde dinliyoruz; bir ara soruyor Sevil: "Hasan Bey,nereden biliyorsunuz bütün bunları?" Duraksama yok, yanıt ânında geliyor: "Ta Orta Asya'dan, Şaman atalarımdan!"
Kuşkusuz öyle; bir ara, Mustafa Kemâl'den söz ediyoruz elbet; "Aleviler olmasa, Kurtuluş Savaşı zor başlar, belki kazanılamazdı" diyorum; Hasancım da hemen Atatürk'ün Hacı Bayram'a gelişini, sevgiyle karşılanmasını, eldeki birikimin inançla verilişini anımsatıyor.
Evet, Şaman bilgeliğini alnının akıyla sürdürüyor Hasan Kelemli.
*
Onunla tanıştığım hafta, geçen yıl gözlerimden aldırdığım perdenin denetimi için Göz Hastaneleri'nden birine gittim; incelemelerden sonra, bana bakan hekimin çalışma arkadaşlarıyla öğle yemeğine çıktık; sağdan soldan, çocuklarından , eğitimlerinden söz ettik; haklı olarak yakındılar. Sıkıntılarını dile getirdiler; bir çözüm, çıkış yolu var mı diye sordular; ben de: "Evet, Küba çözüm yolunu bulmuş; 50 yıllık amansız acımasız ABD kuşatmasına karşın, binlerce yıllık düşü gerçekleştirmiş, ülkelerindeki yaşamı cennete çevirmişler" dedim; ve yöntemi de anımsattım: "Sovyetler Birliği'nin yanına bile yaklaşamadığı şeyi başarmış, kesin eşitliği, dayanışmayı sağlamış; ayrıcalığın her türlüsüne son vermişler; temel gereksinmeler karşılandıktan sonra, Fidel ayda 50 dolar harçlık alıyor, hekim de 30".
Asla inanmadı hekim kardeşlerimiz; "iyi ama yarışı kaldırırsanız, ilerleme nasıl sağlanır?"diye direttiler; Hasan Kelemli belki ilkokuldan sonrasını okumamıştı; bu insanların hepsi yüksek öğrenim görmüş, üstelik tıp okumuştu. Ama çoluk çocuk derdi, geçim sıkıntısı, amansız çalışma koşulları artık kitap ya da gazete okumalarına izin vermiyor besbelli; ben bir yıldız değilim elbet, ama 1964'ten beri yazı dünyasına emek veriyorum; ne bir kitabımı görmüşler, ne bir yazıma rastlamışlar, ne de Hasan gibi Ulusal Kanal'ı dinlemişler.
Oysa o küçücük Küba'da 12 Milyon insan yaşıyor; İstanbul'dan az yani; 2008'de son gidişimizde, o yıl 700 000 kitap basıldığını okumuştuk; hem öyle Red Kid falan değil, adam gibi kitaplar.
Köy Enstitüleri'nde okutulan köylü kızlarla oğlanlar da yerli yabancı bütün büyük ustaları okuyor; ayrıca halk oyunu, müzik öğreniyor, mutlaka birer çalgı çalıyorlardı. Binlerce yıllık ataerkil pisliği başka türlü temizleyemezsiniz çünkü beyinlerden.
*
Yurdumuzu ancak emekli olduktan sonra gezip tanımaya başladık; nicedir Doğu Anadolu'ya gitmeyi tasarlıyorduk; bu Mayıs'ta başardık. Mayıs'ın son haftası gidecek, 4 gece 5 günde Erzurum-Kars-Van'ı dolaşıp gelecektik; oralara gezi düzenleyen kuruluş da pek çıkmıyor; bir tanesi yapıyordu, Mart'ta yer ayırttık; ama 24 Mayıs'ta aradılar, yeterli sayıda insan çıkmamıştı, bir hafta sonraya kaldık. O gün de gideceğimize pek emin değildik, ama sağolsun, 9 kişicik bulabilmişler, geziyi yaptılar.
1 Haziran sabahı Erzurum'a uçtuk; kılavuz olarak Barış Algül düştü önümüze; işini seven, coşkuyla yerine getiren bir delikanlı.
Erzurum'da ilkin beş evin birleştirilmesiyle oluşturulmuş Erzurum Evi'ne gittik; inanılmaz bir kahvaltı getirdi Erzurumlu kardeşlerimiz bize; yöredeki eski evlerden, eski yaşama biçimini yansıtan sayısız araç gereçle, anıyla bezenmiş evlerde, Erzurum türküleri eşliğinde ilk mutluluğu tattık.
Sonra Barış bizi Çifte Minareli Medrese'ye, Üç Kümbetler'e, Taşhan'a, Yakutiye Medresesi'ne götürdü. Çobandere Köprüsü'nde durduk, resim çektik; İlkokulu bitirdiğim Sarıkamış'ın dışından geçerken, 90 şehit verdiğimiz Palandöken dağlarındaki anıta uğradıktan sonra Kars'a ulaştık.
Hava yağışlıydı, Kars Kalesit'ni 12 Havariler Kilisesi'ni sabaha bırakıp otelimize indik; ben uzandım; Sevil'le Nilgün kenti dolaşmaya çıktılar; lise öğrenci Fatih Demirci ile arkadaşı onlar gönüllü kılavuzluk yapmış, bir güzel gezdirmişler. Rusların Kars'a çok düzgün sokaklar, hâlâ sapasağlam duran taş evler bırakmışlar; zaten kentin yerleşim yeri de öbür kentlerinki kadar dağlık değil; dolayısıyla baharda yemyeşil, insanı dinlendiren bir kent Kars. Kılavuz oğlanlar Sevil'le Nilgün'ü, eski bir dostumuzun, İrfan Çebi'nin akrabası bir peynirciye götürmüşler; 10'ar liraya kocaman tekerler almışlar - bir de İstanbul'daki peynir fiyatlarını düşünün.
Ertesi gün ünlü Ani Harabeleri'ni görmeye gittik ilkin; geniş bir alanda, kocaman bir kentin kalıntıları. Anadolu'daki sayısız uygarlıktan birinin görkemli anıları.
Sonra Arpaçay'ı izleyerek Iğdır ovasına indik; ünlü Ağrı Dağı yörenin tamam ortasında karlı başıyla oturuyordu.
Doğu Beyazıt da aynı ılıman ovada biliyorsunuz; tepenin birine kurulmuş İshak Paşa Sarayı'nı gezdik; bakım ve onarımdaydı, her katını, her odasını dolaşamadık, ama dolaştıklarımız yetti: o sırada güzelim Anadolu insanı nasıl yaşıyordu bilemem, ama bu saradakiler iyi sefa sürmüş doğrusu.
Geceyi Doğu Beyazıt'ta geçirdik.
Ertesi gün, sevgili Mustafa'nın minibüsüyle, Van Gölü'nün kıyısını izleyerek, başladık tırmanmaya; Tendürek Dağı'na götüren ünlü Tendürek Geçidi'ne çıktık; ardından, Muradiye Şelalesi'ne ulaştık; gerçekten gürül gürül akan, çarpıcı bir şelale. Biz gezerken, öğretim yılını tamamlayan çevre okullardan gezmeye getirilen kızlarla oğlanları görmek ayrı bir sevinçti elbet.
Ahlat'da ünlü Selçuk Mezarları'nı gördükten sonra, Nemrut Dağı'nın Van'a bakan kesimindeki yanardağ ağzı gölüne çıktık; bir yanda yanardağ ağzı gölü, aşağıda Van gölü, müthiş çarpıcıydı kuşkusuz.
Gevaş'a uğrayıp Van'a ulaştık akşam.
4. Gün Urartu'ların başkentinin bulunduğu Çavuştepe'ye gittik; yaşama sanatının ikinci ustası, Mehmet Kuşman bizi orada bekliyordu.
Mehmet Kuşman'ın öyküsü başlı başına bir masal, destan: 1960 yılında, askerliğini yaparken, izne geldiğinde o tepede kazıların başlamak üzere olduğunu işitiyor; o günlerde arkeolog bilinmediği için, mühendisler geldi deniyor; gelip ellerini öpüyor; ne yapacaklarını soruyor; "burayı kazacağız, ama işçi yok, onun için başlayamıyoruz"yanıtını alıyor; "peki hocam, başlamak için kaç işçi gerek?"; "on olsa yeter". Hemen dayılarının köyüne koşuyor, o günlerde tarlada çalışmanın karşılığı 6 lira, bu işçilere 2,5 verecekler; on kişiyi kandırıyor, kazı başlıyor, ama topu topu 4 hafta sürüyor.
Askerlik bitince yeniden geliyor; öyle titiz ve sorumlu ki, kazı başkanı, onun yerine dilekçe verip Mehmet'i oraya bekçi yaptırıyor; kazılar sürüyor, bulgular çıkıyor, aralarında yazıtlar da var. Bir gün bakıyor, hoca kara kara düşünüyor; "ne düşünüyorsunuz hocam?" diye soruyor; "bak bu yazıklar çıkıyor, ama okuyamıyoruz", diyor başkan.
Sonra Ankara'ya telefon ediliyor, bir uzman gelip okuyor. Mehmet'in merakı biter mi? Bir süre sonra, ""peki hocam, ben çalışsam bu yazıyı okuyamaz mıyım?" diye soruyor; adam gülüp yolluyor bu zavallıyı.
Derken kazılara ara veriliyor; Mehmet durur mu; hemen Van kalesine koşup bulunan yazıtlarla eski Asur yazılarını karşılaştırmaya, bakıp bakıp öykünmeye koyuluyor. Dahası, kalkıp kendi kesesinden İran'a, Ermenistan'a, Suriye'ye gidip yazının izini sürüyor.
Ancak yine istediği ilerleme yok; ne yapsın? Derken, biri çıkıyor, İstanbul'a kitaplığa git, orada bir Urartu belgesi var, ona başvur diyor; söz dinliyor. Ve İstanbul'dan, 300 Urartu sözcüğünü çözmüş olarak dönüyor.
"300 sözcüğü elde edince, sorun çözüldü, ama bu iş tam 23 yılımı aldı" diyor sevinçle el çırparak.
Sonra başta Ankara, çeşitli yerlere, hattâ ABD'ye çağrılış; Amerikalılardan gelen öğretmenlik önerisi, yılda 2/3 öğrenci yetiştir, yeter sözü; ama o yurdunu bırakamamış; 2005'te emekli olduktan sonra, gönüllü olarak bekçilik yapıyor Çavuştepe'de.
O arada, emekli aylığı çocuklarını okutmaya yetmez elbet; yöredeki püskürük taşları alıp üstüne Urartu yazıları işleyip takılar, biblolar yapmaya girişiyor.
Boynunda böyle yazılı bir madalyon vardı; Sevil aynısını aldı; ama taşın delinip bir zincir geçirilmesi gerekiyor; kim yapacak? Burada da imdada, gezi arkadaşlarımızdan, Almanya'da öğretmenlik yaptıktan sonra karı koca emekliye ayrılmış; şimdi artık yazlarını yurdumuzu gezerek geçiren Nusret- Nermin Yapıcıoğlu'nun Türkiye kitabı yetişti; kitapta Van'ın ünlü gümüş işleyicisi Metin Atasoy'u buldu Sevil.
Metin Bey de üçüncü Ustamız oldu; dükkânı çok ince gümüş takılarla dolu; ama asıl güzellik onun beyninde: işini iyi biliyor, yürekten seviyor; dolayısıyla gerçek bir uzman olmuş eski yapıtlar konusunda. O kadar ki, hani şu Ergenekon masalının ilk halkası sevgili Yücel Aşkın'a kılavuzluk, danışmanlık yapıyormuş yıllardır; dolayısıyla, Sayın Aşkın'la birlikte o da gözaltına alınmış; bütün zorlamalara karşın sonunda aklanmış elbet.
Yazık ki uzun süre dostluk edemedik onunla; ama gerek gösterdiği konukseverlik, gerek söylediği tek bir şey kim olduğunu, köklerinin nerelere uzandığını göstermeye yetti; "köylüler buldukları nesneleri ilkin bana getirirler, bir idol getirdiklerinde, bir küp altın bulmuş kadar sevinirim" dedi.
Son gün, söylenceye uyarak Van'da kahvaltı ettik elbet; gerçi Erzurum'dakinin yanında epey sönüktü, ama olsun, bu geziye o sofrayla son verdik.
Kısacası, güzelim yurdumuzun o köşesini gezip görmek büyük kazançtı; doğa zaten sıra dışı; ama insanlar da öyle. Yüzlerce, binlerce yıl yüzüstü bırakılmış bu soylu insanlar, her kentte, ayrı niteliklerle bizi insan olmanın tadını bir kez daha tattırdılar; hele bir de azgın Batılıların saldırısından kurtulabilseler, bakın nasıl gösterirlerdi bütün dünyaya soyluluklarını!
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-18
*- Ne kadar büyük olursa olsun, her yangını başlatan ufacık bir ateştir.
*- Kendi aklını kullan, ama başkalarının aklını da göz ardı etme.
*- Dostlarından da düşmanlarından da zekanı gizle. Çünkü anlarlarsa dostun düşman, düşmanın da dost olmak isteyebilir. Oysa dost-düşmandan da düşman-dosttan da sana yarar gelmez.
*- Konuşmak için konuşma, çünkü hemen fark edilirsin ve aptal damgası yersin.
*- Herkesin üzerinde anlaştığı bir görüşten kuşku duy; çünkü yanlış olma ihtimali çok yüksektir.
*- Başını eğemediğin kişi senin kölen değildir.
*- Her fırsatta düşüncene yeni bir düşünce aşıla ki kocaman bir bilgi ağacın olsun.
*- Şimdiki zor anların kararı, geleceğin zaferi olabilir.
*- Başkalarının akılsızlığını senin yolunu aydınlatan bir ışık olarak kullan.
*- Yapraklarından daha fazla meyveleri olan ağaçların, dalları bir gün mutlaka kırılır.
*- Deniz, fırtınasız olsaydı deniz sayılır mıydı?
*- Başarının değiştirmediği insana az rastlanır; değiştirdikleri ise her taraftadır.
*- En çok korkulması gereken şey, bir ömür boyu bir şeyin peşinden koşup da o şeyi elde etmektir.
*- Gideceğin yeri kimseye söyleme. Yanılıp da söylersen senden önce oraya varanlar olduğunu gördüğünde de şaşırma.
*- Her savaşın sonunda zafer ya da yenilen bir taraf yoktur. Birçok savaşta, ne yenen ne de yenilen bellidir; ama her iki taraf da zafer kazanmakla övünebilir.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Semih Bulgur FAKİRLER KAPİTALİZMİ SEVDİ (Son Yazı) |
|
Doğum günüm olan 12 Haziranın, ülkemiz için de kutlu bir gün olmasını dilemiştim. Sonuç her neyse hayırlısı olsun.
Sonuç şu; 50 yıldan fazladır yoksulluğun ve işsizliğin yüksek olduğu ülkemizde halkçı, eşitlikçi, sosyal söylem iktidar olamıyor. Sebeplerini uzmanları açıklasın ama görülen o ki fakirler kapitalizmi seviyor. Bir de neyi sevdiklerini bilseydiler!
Dar gelirli veya hiç gelirli vatandaş kar odaklı, kapitalist, liberal söylemi desteklerken, entelektüel patronlar ve aristokrat halkçılar sosyal ve insan odaklı söylemi destekliyor. Hadi çık işin içinden!
Sadece bir örnek; gelişmiş ülkelerde insanlar ayda 3-4 kitap okurken Türkiye'de bu sayı yılda bir bile değil.
Yani Türkiye gelişmiş bir ülke değil! Fakat her yanda parlatılan, cilalanan resme bakarsanız Türkiye uçtu, lider ülke, şampiyon, küçük Amerika… Neyse çok şükür ki cumhuriyetimiz, devletimiz varda Kuzey Afrika'da, Ortadoğu'da ki gibi Müslüman müslümanın kanını içmiyor.
Bence, son dönemde uygulanan politikalar günü kurtarma, balon şişirme ve şov üzerine kurgulanmıştır.
Gerçek hayata, insana, üretime ve teknolojiye yatırım yapılmıyor. Eğer bu konular yerine, halkın yollarına karanfiller dökülmeye ve şovlarla gerçekler örtülmeye devam edilirse, şişen balon ya bir iğneyle ya da kendi basıncıyla patlayacak.
Sona bir büyük kriz daha!!! Ve halkımız iki bardak acı çay içecek, gülerken gidişine iktidarların…
Evet, ben halkçıyım ama bu, halkı çok sevdiğimden değil benim de hakkım yendiği için…
Semih Bulgur www.semihbulgur.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Servan Altıkanat |
KORKULARIMIZ....
Seksen küsür senelik cumhuriyet tarihimizde halen bazı korkularımızı yenememiş durumdayız.Halen, papağan gibi aynı korkuları salmakla mükellef grupların, tuzağına düşüyoruz. O korku kıskacından dışarıya kafamızı çıkartmaya her çalıştığımızda; bir şeylere yeltenir gibi oluyoruz; fakat çok geçmeden o korku tüccarları meydanlarda sistemli bir şekilde belirince, kabuğumuza dönmek zorunda kalıyoruz. Ne hayalimizdeki demokrasiyi gerçekleştirme fırsatını yakalayabiliyoruz ne de var olan durumumuzu iyileştirebiliyoruz… O tuzağa düştüğümüz her dakikada, bir yıl geriye gidiyoruz.80 küsür senedir, bir ileri bir geri rejim tartışmaları altında ezilip, büzüldük… Temcit pilavı gibi sürekli piyasaya sürülen hamaset senaryolarından etkileniyor; bu pilavı kusacağımız yerde içselleştirmeye başlıyoruz..
O yüzdendir ki, devlet olarak kabuğumuza çekilmiş durumdayız.Evet dostlar, 80 küsür senedir birileri 'şeriat tellallığı' yaptı ve hala da yapıyor.Onlara göre rejimimiz hala tehlikede. Onlara göre Erdoğan, Humeyni gibi Türkiye'de devrim yapacak.. Onlara göre, yakında okul-üniversite yerine tekke ve zaviyeler faaliyete geçecek.. Onlara göre, başörtülü olmayanlar yakında ülkemizde hor gürülür duruma düşecek.. Onlara göre, onlara göre….Bu ''onlara göre'ler'' var ya, sabahlara kadar saysanız bitmez.Çünkü bu argümanların sahipleri çok hayalperest..
Bir diğer korkumuza gelelim….Bir diğer korkumuzda 80 küsür yıldır aynı hızla süregülen 'bölünme edebiyatı daha doğrusu paranoyası'…. Bir kesime göre Türkiye bölündü, bölünecek...O kesime göre 21. Yüzyılın Türkiye'sinde, Güneydoğu bölgemiz cetvelle kesilip ayrıştırılacak..O kesime göre Sevr, hayata geçecek..Yine o kesime göre, Kürtler Kürdistan'ı kuracak…O kesime göre, o kesime göre…. Gördüğünüz gibi '' o kesime göre'lerin''de sonu gelmiyor…Çünkü onlarda çok hayalperest.Onlarda 'şeriat tellallığı' yapanlarla aynı yolu paylaşıyor..Bir taraf vapurla karşıya geçiyor, diğer taraf feribotla..Aynı amaç, aynı idea : 'KORKU SALMAK'…..
Sevgili dostlar; bizi kabuğumuza mahkum edenleri tanımladıktan sonra şimdi de özeleştiri zamanı… Yani bizlerde de suç yok değil… Bizde 80 küsür senedir bazı girişimleri kulak arkası edemedik..Bir bebek bile aynı melodiyi ikinci kez dinlediğinde, o müzikten ilk defa ki kadar korkmuyor.. 5 yaşlarında ki bir çocuğa aynı şakayı defalarca yapın, ilkine güldüğü kadar diğer tekrarlara gülmüyor.. Ama gelin görün ki; bizler, bazı korkuları hala aynı tepkilerle kucaklıyor ve bağrımıza yerleştiriyoruz..Daha doğrusu o tezgahlara, kayıtsız kalmayı beceremiyoruz..
Bu zaafımız yüzünden, ülke bilinmez bir boşluğa sürükleniyor.. Bu zaafımız yüzünden, üniversiteye başörtülü giden öğrenciyi 'rejim tehlikesi' olarak görüyoruz…Bu zaafımız yüzünden, kürt sorununa el atan herkesi bölünmeyle suçluyoruz...Bu zaafımız, bu zaafımız…Korkularımız zaaflarımızı, zaaflarımız da korkularımızı besliyor....
Ben yine de o bayat korkuları piyasaya süren, bizim bu zaaflarımızdan yararlanmak isteyen korku tüccarlarına sesleniyorum:
-Bizler bölünmüyoruz aksine bütünleşiyoruz….Bizler muhafazakarlaşmıyoruz aksine demokratikleşiyoruz..Bizler, bir yerlere falan kaymıyoruz aksine genleşiyoruz….. Biliyorum canınızı sıktım ama durum malesef böyle……..!!
Servan Altıkanat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SEVMEK NEDİR?
Kadıköy her zaman ki gibi cıvıl cıvıl, bir öğle sıcağını yaşıyordu. Sokaklar, telaşlı ayak sesleriyle dopdoluydu.
Rıtımın cümbüşü ile Bahariye'nin gösterişi hiç bitmeyecek gibiydi...
Bir bankta oturup, kırmzı tramvayın geçişini izlemek, dönerci önlerinde dolaşan, kedilerin bekleyişi, alışveriş poşetleriyle dolaşan kadınların sevinci...
Hepsinde de, farklı bir renk vardı, yaşanası...
Burada, bir süre insanları izledikten sonra, Süreyya Operası'nın yolunu tutuyorum. Bugün saat dörtte "Sevmek Nedir" var, Yalçın Tura'nın yazdığı.
Türk Müziğine, 5 Senfoni, 5 Konçerto, 3 Opera ve toplamda 80'i aşkın yapıtıyla büyük katkı yapan, Yalçın Tura, "Keşanlı Ali Destanı", "Dönüş", "Dağınık Yatak", "Bir Yudum Sevgi", "Sen de Gitme", "Aşk-ı Memnu", "Kuruluş" gibi unutulmaz film müzikleri ve "Hasretinle Yandı Gönlüm", "İstanbul Türküsü", "Sevmek Nedir" gibi şarkıları da bestelemiştir. İki Altın Portakal ve çeşitli ödüllerin sahibi bestecinin, şimdi Kadıköy-Süreyya Operası'nda "Sevmek Nedir" adlı eseri konser formunda seslendirilecekti.
Dört olmadan, açılan kapının önünde, kocaman bir kuyruk vardı, bakımlı, hanımefendilerin dizildiği. Her yaştan izleyiciye hitap eden eserin, müpdelası çoğunlukla yaşlılardı. Bu beni, hem sevindirdi, hem de bir o kadar düşündürdü. Bu insanlar, zor yürümelerine karşın, düzgün giyinip, kaliteli bir eser izleyeceğinin sevinciyle, buraya kadar gelmişlerdi.
Acaba gençler, şimdi neredeydiler? hangi internet köşesinde oyun oynamakta, ya da hangi markanın peşinde koşup, ruhlarında ki büyük boşluğu, doyurmaya çalışmaktaydı.
Ve neden, ülkemiz de sahaflar, konser salonları, kütüphaneler bomboştu da; internet kafeler, mağazalar dopdoluydu??
Süreyya Operası'nın kırmızı halı üzerindeki, mavi sol anahtarlarına basa basa, j-5 nolu koltuğuna ulaştım. İçerinin yavaş yavaş dolmasıyla beraber, tavandaki, eli meşaleli, meleklerin yüzüde gülüyordu.
Burada ki tavan, halı desenli, meleklerle bezenmişti. Bu da demek oluyordu ki; Türk motifi ile batının resminin birleşmesi.
Cemal Reşit Rey'in Deli Dolu, Lüküs Hayat, Bir İstanbul Masalı gibi eserleride, bu birleşmeye, canlı örnekler değil miydi?
Orkestra şefliğini, Elşad Bagırov'un yaptığı esere, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu eşlik etti. Tam bir buçuk saat süren konserin konusu, Türk Film'lerinkini andırıyordu; tesadüfler, aldatmalar, eli çocuklu kalan bir kadın, zengin kız, fakir oğlan aşkı vb. daha bir çok konu...
Benim en çok hoşuma giden, Hande Soner'in son parçasıydı. Sesi kadar, kendisi de güzel olan sanatçı, bitişi çok iyi yapmıştı. Ve en son söz, bütün oyunu açıklıyordu.
"Sevmek hayatın ta kendisidir."
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
İstanbul Kedileri
Doğuştan şanslı, İstanbul kedileri,
Yalıda gezer, apartman dairelerinde,
Yemekleri önlerinde, günleri keyifte,
çöp karıştırmayı bilmezler
Islanmaz tüyleri kış günlerinde
Cam kenarında, nispet yaparlar sokak kedilerine.
Sokak kedileri ise İstanbul fatihleri,
Semtin sokağına göre değişir kaderleri
Karıştırıp çöp kovasını,
Bulurlarsa az etli balık kemiği
Bayram yapar, çağırırlar diğerlerini.
Mobilyacının kedisi "aslan cimbom"
Boynu benzer aslan yelesine
Uzun bıyıkları, koca pençeleri,
Yakalar tahta bitlerini, böcekleri,
Takımı benimsemiş, maç seyreder köşesinde,
Çok sevdiği sahibi ile.
Bakkalın çırağı olmuş "topal siyam"
Başka kedileri uzak tutar bakkaldan.
Karnını doyurmak için yer salam.
Ev kedisi iken kaçmış cani sahibinden
Ayağına gelmiş sahibinin attığı kırık şemsiye,
O günden sonra kalmış topal.
Tavukçunun kedisi "ödlek nuri"
Korkutur onu, dükkana gelen her müşteri
Kapı önü boş olduğunda,
Yaklaşır dükkana sinsi sinsi,
Bir parça ciğer yeter ona
İstemez camda dönen kızarmış piliçleri
Balık satan manavcının kedisi
Tezgah altında saklanan "kör mestan"
Bir gözü kör, tüyleri siyah
Bakışı korkutunca ona derler "şeytan mestan".
Balıkları korur, gün bitene kadar
Ödülü olur hamsi, sahibi manavcıdan.
Başıboş dolaşır, yersizdir "sarı kız"
Sokaklarda gezer, cilveli yürüyüşü,
Bakımlı tüyleri ile zengin sahip arar,
Mart ayında olur sokakların neşesi.
"Naniş" terkedilmiş Van kedisi,
Derdine ağlar hep dolunay geceleri,
Evlerin çatılarında gezer,
Özler memleketini,
olacak şair, yazmayı bilse,
gururundan yardım istemez,
doyurur onu sokak çöpleri.
Çin lokantasının kedisi "şaşı tombuş"
Duyunca lokantanın tabak seslerini
Kuyruğu havada, bekler soslu kemikleri,
Kimse ile paylaşmaz önündeki yemeği,
Camdan seyreder Çinli misafirleri,
Seyrettikçe olmuş gözleri şaşı-Çinli.
İstanbul kedisidir, "kuyruksuz tırmık"
Gece dolaşır, serseri sokak kedisi,
Küçükken koparmışlar kuyruğunu
Acısından kudurmuş, kızmış insanlara
Onu görenler gülmesin kuyruksuzluğuna
Saldırır size, öfkesini kusar,
Yüzünüz döner çizgili pijamaya.
Aramızda yaşarlar İstanbul kedileri,
Şanslı şanssız doğarlar bu şehirde,
Onları görünce selam verin,
Çünkü onlar bizden birileri…
Nevriye Hamitoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Duman grisi rengi ve tatlı suratlı bir kedi, karşınızda yalvarır gözlerle durup miyavlamaya başlarsa ne düşünürsünüz? http://www.izlesene.com/video/bu-kedi-ne-anlatmaya-calisiyor/3300847 Bu kedi sadece miyavlamakla kalmıyor, birde patilerini kullanıyor. Filmin sonunda ne olduğunu anlıyorsunuz ama sabırla izlerseniz en kötü ihtimalle yüzünüzde bir tebessüm ya da gülümsemeye sebep olacağına eminim.
Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi denedim ve flash oyunlarla ilgili kısa bir araştırma yaptım. http://www.freeworldgroup.com/ bu konuda en beğendiğim web sayfası oldu. Özellikle tavsiye ediyorum.
http://www.msdyt.com/ "Modifiye Suç Değil Yaşam Tarzı" sloganıyla yola çıkan bu web sayfasını gönülden destekliyorum. Hele "Ölümüne şahin, modifiyeli şahin" videosunu kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. Gerek altyazı desteği, müzik kullanımı, röportajlar, görseller adeta bir Aston Martin tanıtım reklamı tadında. Abimiz taverna müziğinden şaşmıyor ve ömrünün yettiğince Şahin'den vazgeçmeyeceğini söylüyor. O bir kuş serisi hayranı. Bu bir tutku. Unutmayalım ki Şahin şöförü olmak bir ayrıcalıktır…
Fotoğraf çekmeyi sevenler bilirler, başarılı (!) çalışmalar için standart bazı kurallar vardır. Örneğin: fotoğrafta bir kitap, üzerine bir gül ya da kalp deseni oluşturacak bir nesne koyarsanız. Ya da tamamen siyah beyaz bir fotoğrafta sadece bir obje renklidir, özellikle kırmızı olanlar tercih edilir. http://brainz.org/14-horribly-overused-photography-tricks/ bu web sayfasında hem başarılı bir o kadar da klişeleşmiş 14 kuraldan bahsediliyor. Bunları bilmeyen kalmadı artık, hadi bi zahmet siz de öğrenin.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|