Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.878

 8 Temmuz 2011 - Fincanın İçindekiler


  • BU PAZAR DENİZ'E KAÇALIM-2 ... Seyfullah Çalışkan
  • DEMOKRAT OLMAK… ... Hamdi Topçuoğlu
  • An'kara ... Sarahatun Demir
  • BAĞGURT ... Mehmet Önder
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-21 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • başka şair ... Fırat Sasaoğlu
  • SEVGİ ŞEHRİ ŞEHİR REHBERİ ... Müşerref Özdaş
  • MAGDİ ... Bertan Onaran
  • Özgürlüğümün İlk Adımına… ... Ayşenur Özsaraç
  • Büyüklere Masallar, Küçükleri Kim Sallarsa Sallar ... Ahmet Şeşen


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Çok üzgünüm çok!..


    Merhabalar,

    Sarı ile lacivertin solduğu şu günlerde hiç yazasım yok. Dalgasını geçenlere bile cevap veresim kalmadı. Olan biteni anlamaya çalışıyorum ama beceremiyorum. Şimdi yargılandığı yasa çıksın diye uğraşanların, eğer yaptılarsa, bu denli salak olacaklarına ihtimal vermiyorum ama basında yazılıp çizlenlere bakılırsa hepsi akıl fukarasıymış. Bahis uğruna maç satanları bile anlayabilirim ancak, zaten kenetlenmiş, aslanlar gibi oynayan bu takımın yoluna dinamit döşemeyi anlamam mümkün değil. Suçlu olan cezalandırılsın ama üç beş dangalağın işgüzarlığının faturasını Fenerbahçe'ye kesmeye de kimsenin hakkı yok. Hiç yorulup ağzınızı da bozmayın. Gerekirse küme düşer, ardından küllerimizden yeniden doğmayı da biliriz biz.

    ...

    Usta, takım arkadaşlarını açıkladı sağolsun. Görünen o ki, şark cephesinde yeni birşey yok, herşey aynen devam edecek. Yalnız, bir adam var ki, arada kaynayıp gitmesine gönlüm razı değil. İslami referansları devlet yönetimine getirmeye hevesli, onbeş yıl önce söylediklerinin de herdaim arkasında olduğunu defalarca yineleyen, profesör olmak için yazı arakladığı sabit, belediyeden torpilli Ömer Dinçer'in Milli Eğitim Bakanı olmasını es geçmemek lazım. Recep Bey'imizin kankası bu zatın her hareketi dikkatlice incelenmeli, arkasında durduğu fikirleri okullarda ne kadar hayata geçireceği iyi takip edilmeli.

    ...

    2 yıl 10 ay sonra aklı başına gelen adalet sonunda gerekeni yaptı. Delilleri karartacakları şüphesiyle 3 yıldır tutuklu olanların aksine, ortada delil melil bırakmasınlar diye 2 yıl 10 ay dışarıda serbest bırakılan deniz feneri ağaları sonunda gözaltına alındı. Delil yetersizliğinden salıverilirlerse hiç şaşırmam, uyuyalım diye anlatılan masallara da hiç inanmam. Haydi kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      BU PAZAR DENİZ'E KAÇALIM-2

    İnsan dediğin kocaman bir derya... Dibini boylamak zor, içini görebilmek mümkün değil. Ne zoru vardı bilmem. Yirmili yaşlarında bir kız sabahın sekizinde yalpalayarak sahilde dolanıyordu. Elinde parlak tenekeden yüksel alkollü bir bira kutusu gezdiriyordu. Yazlıkların olduğu taraftan bir köpek ve bir adam aynı anda çıkıp sahile geldiler. Sahibinin etrafında daireler çizerek dolaşın köpek kıza doğru yürüdü. Kız hiç tınmadı. Köpeğe bir şeyler söyledi. Köpek durakladı. Geri dönüp sahibinin yanına koştu. Kız köpekle konuşmak, onu sevmek, oynamak istiyordu. Kızın etrafında birkaç tur atan hayvan sonunda ona yaklaşmaya cesaret etti. Kız dalgaların kıyıya attığı küçük bir ağaç dalını kumsala doğru fırlattı. Köpek ağaç parçasını bakışlarıyla izledi ama peşinden koşmadı. Oyun hiç başlamadan sona erdi. Gün batarken içenlere alışkındım ama sabahın köründe biraz tuhaf kaçıyordu. Herkesin yaptığı gibi işin kolayına kaçtım. "Mutlaka sevgilisinden ayrılmıştır," dedim. "Mutlaka gönül meselesidir."

    O sabah Asiye'nin ablasının aklı karıştı. Genç nişanlılar parkta veya düğünde buluştuklarında bir masanın etrafında yenilip içilir, eve dönülürdü. Ama denizde bu iş nasıl olacaktı? Nasıl bu gençlere dur, otur denilecekti? Sonuçta deniz ıslak, ilişkiler cıvık olacaktı. Gitti eşinin kulağına aklından geçenleri fısıldadı. "Boş ver," dedi enişte, "ilişme çocuklara. Biz nasıl şakalaşıyorsak onlarda öyle... Bahadır iyi çocuktur. Korkma kardeşini yemez. Nasılsa evlenmeyecekler mi?"

    Asiye ablasının verdiği mayoyu daha yola çıkmadan önce elbisesinin altına giymişti. Aynada kendine bakmıştı. Ama her tarafı ortaya çıkıyordu. Böyle denize giremem diye düşündü. Herkes ona bakardı, utanırdı. Güneş yükselip gölgeler bile ısınmaya başladığında Enişte, abla ve iki nişanlı genç kumsala yürüdü. Havlularını kuma serdiler. Erkekler üstlerini çıkarıp şortlarıyla kumlara oturdular. Asiye ve ablası çıkaramadı. Kan ter içinde kalıncaya kadar öylece oturdular. Zaman geçtikçe kumsal pazar yeri gibi kalabalıklaştı. Kadınların bazıları elbiseleriyle, bazıları vücutlarını hatta başlarını bile kapatan haşemalarla, bazıları da küçücük bikinileriyle oturdular.

    O sabah hiç kimse akşamın çok güzel olacağını bilemezdi. Deniz sabahın ilk saatlerindeki durgunluğunu hafif esen bir rüzgârla yitirdi. Küçük küçük oynamaya başladı. Öğleyin dalgalar büyüdü ve köpük köpük kumsala koşup serildiler. Akşama kadar dalgalar kumu, kumlar denizi okşadılar. Nasıl oldu, neden oldu kimse anlayamadı? İkindi sonrası rüzgar birden şıp diye kesildi. Dalgalar küçülmeye başladı. Sahilin denizle seviştiği yerde uzun uzun otlar gibi yosunlar birikti. Yazlıklarda görevli bir adam onları tırmıkla toplayıp el arabasın koyup götürdü. Gün akşama yaklaşırken dalgalar sert çizgileri yumuşadı. Beyaz köpükler duruldular. Birbiri ardına kayıp gelen mavi sular artık aceleci davranmıyorlardı. Deniz sanki taa güneşe kadar gitti. Oradan kırmızılar, turuncular, sarılar alıp çizgi çizgi kumsala taşıdılar. Sahil bütün renkleri içti. Yeniden getirdiler, bir daha ve yeniden. Şiir desem değil, şarkılar bile sönük kalır. Dünyadaki bütün sevdaları damıtsan bu kadar güzel bir resim yapamazsın.

    Enişte ve bahadır denize yürüdüler. Önce serin sulardan irkildiler. Bele kadar girdikten sonra bütün bedenlerini suya bırakıverdiler. Tuzlu su burunlarına ağızlarına doldu. Tükürdüler, boğazlarını temizlemek için öğürdüler. Dere yüzüşüyle biraz debelendiler. Ellerini suyun içinden çekip top ayak çırptılar. Başlarını soktular, nefeslerini tutup beklediler. Ama hiç zevk alamadılar. Kızlar kenarda bu işin tadının çıkmayacağı çok belliydi. Hadi siz de gelin dediler. Abla kardeş iki kız zaten çağrılacaklarını bilip bekliyorlardı. Ama hemen zıplayıp ayağa kalkmadılar. "Biz yüzme bilmiyoruz. Siz ikiniz yüzün. Biz daha sonra geliriz," deyip nazlandılar. Enişte sudan çıkıp eşinin elinden tuttu. Onu biraz zorlayarak, biraz dil döküp nazlayarak denize soktu. Kız, "Soğuk ama," dedi. "Deniz çok soğuk. Eşi, " İyi işte serinlersin biraz," dedi. "Kumların üzerinde patates gibi pişeceksin yoksa. "

    Bahadır Asiye'nin elinden tutamadı. "Hadi gelsene kız. Deniz çok güzel,"dedi. Yuttuğu suların tuzundan boğazı yanıyor gibiydi. Abla kardeş nazlanarak önce denize ayaklarını soktular. Sonra çok soğuk deyip görü döner gibi yaptılar. Kızlar nazlandılar, erkekler yalvardılar. Adım adım, naz naz iki kız denize girdiler. Onlar da bellerine kadar girip suyun içini çömeldiler. Bir dalga geldi. Asiye'yi testi gibi devirdi. Her tarafı ıslandı. Yeniden ayağa kalkıncaya kadar sular onun da ağzına, burnuna doldu. Gözleri yandı. Bahadır onun elinden tutup yeniden ayağa kalkmasını sağladı. Gülüştüler. Su savaşı yaptılar. Herkes birbirini ıslatmaya başladı. Erkekler kızlarla baş edemeyip denize atladılar. Kızların ellerinden tuttular. Kendileri bilmedikleri halde onlara yüzme öğretmeye çalıştılar. Ellerini böyle yap. Ayaklarını şöyle çırp diye talimatlar verdiler. Kızlar suyun üstünde kalamadılar. Her defasında cup diye dibe indiler. Genç kızın mayo üstüne giydiği elbise ıslanıp bütün vücuduna yapışıyordu. Yürümesini de, kalkmasını da zorlaştırıyordu. Ayrıca çok ağır oluyordu. Üstelik her yan da görünüyordu.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      DEMOKRAT OLMAK…

    Şimdilerde hangi televizyon kanalını açsam, konu CHP.

    Seçim öncesi CHP'ye iki dakika zaman ayırmayan kanallar, şimdi menemen bardağı gibi dizdikleri "malumatfuruş" lara CHP'yi konuşturuyorlar. Dinime söven bari Müslüman olsa!

    Hazretler, CHP'nin derdine düşmüşler. Parti eriyecek, vah vah! Millet benim oyumu aldın, niye çalışmıyorsun diyecek, tuh tuh tuh! Bu boykot, Cumhuriyeti kuran partiye yakışmıyor mu canım? Bu ülkede demokrasinin temellerini atan CHP'nin parlamentoya girmemesi olacak şey mi efendim?

    Yetmiyor; aba altından sopa göstermeler başlıyor. Tükürdüğünüzü yalatacaaaaz! Ara seçime gideriiiiz! Size üç gün daha müsaade. Sayıyoruuuuz: 3… 2…

    Hani CHP meclise girip yemin etse, bu zevatın ne söyleyeceğini hepimiz biliyoruz: Bunlaaar, sabah başka, akşam başka söylerrrr! Bunlar yalancıııı… Yürüyen yalan, yok yokk uçan yalan…

    Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık…

    İşin garibi, seçim arifesinde 10 üst düzey politikacısını komploculara kurban veren, bir milletvekili de yemin edebilmek için zat-ı şahanelerden izin bekleyen MHP de bu koroya katılmış durumda.

    Bize göre bugün mecliste görev yapma hakkını almış olan 551 milletvekili, nasıl halk iradesinin ürünüyse (AKP'nin 327.sini saymıyorum. Geçmişte olduğu gibi bu kez de o milletvekilliği boş kalmalıydı.) tutuklu milletvekilleri de halk iradesinin ürünüdür.

    "Başka aday mı bulamadınız!" diyen başbakan demokrat; ama zamanında "Başka başkan adayı mı bulamadınız!" demeyen Baykal, demokrat değil? Tuzlayalım sizin demokrasinizi kokmasın e mi?

    Naylon faturadan hüküm giyen mecliste, rüşvetten yakalanan başbakanın koltuğunun altında. Ama hâlâ ne ile suçlandığını bilmeyen bilim adamı, asker, gazeteci milletvekili seçilse de kalsın içerde…

    Ben, rüşvetten, naylon faturadan yargılananların milletvekili seçilmelerine, söz söylemem. Yasalara göre milletvekili olmasına engel bir durum olmadığı için adaylığını koymuş, halk da seçmiştir. Hatta onların bakan yapılmasını da "Bakan yapanın anlayışı." diye değerlendiririm. Ama o kişilerin milletvekili engellenenler için aday mı bulamadınız demelerini hazmedemem.

    Diyeceklerdir ki o oylar, partilerine verilmişti, kendilerine değil.

    Peki, bağımsız adaylık koyan, seçim propagandası yapmasına izin verilmediği halde şahsına verilen oylarla seçilenler için ne diyeceklerdir?

    Onlar, artık milletin vekilidir. Bu bakımdan tutuklu olan, yalnız onlar değil, onlara oy veren halkın da iradesidir.

    Onların milletvekilliklerine itirazınız mı var? Suç işlediklerine mi inanıyorsunuz? Yeterince oyunuz var. Mecliste milletvekilliklerini düşürür, gerekirse yüce divanda da yargılatırsınız. Ama bir milletvekili olarak, halkın seçtiği bir milletvekilinin engellenmesi karşısında sessiz kalamazsınız.

    CHP ilk kez bu seçimde, 1980 den beri yürütülen "İnsansız Kalkınma Modeli" karşısına "insan odaklı kalkınma" modeliyle çıkmıştır.

    Başarılı olup olmadığı tartışılabilir. Unutmayalım ki 30 yılda oluşan zihniyetleri değiştirmek kolay değildir. Siz ömrü boyunca ot yemiş birine, üç günde et yeme alışkanlığı kazandırabilir misiniz?

    CHP yemin etmeyerek milletvekillerinin değil, onlara oy veren insanların hak mücadelesini vermektedir. Bu mücadele, mecliste bir koltuk daha kapma hırsının değil, halkın oylarına sahip çıkma onurunun ürünüdür ve insan odaklı politikanın bir gereğidir.

    Bir milletvekilinin kendisine oy verenlerin hakkına sahip çıkmasından doğal ne olabilir? Bence acınacak durumda olanlar, bu mücadeleyi desteklemeyen, dahası iktidar şakşakçılığıyla köstekleyenlerdir.

    Eğer bir gün, "Başka aday mı bulamadılar" diyenlerin başına benzer şeyler gelirse onları da sonuna dek destekleyeceğimizi herkes bilmelidir. Çünkü biz demokratız. Bizim demokrasi anlayışımızın ilerisi gerisi, iktidara ya da muhalefete göreliği yok.

    Yalnız kendisine verilen değil, her oya sonuna dek sahip çıkmak edilen yeminden daha kutsal bir davranıştır. Bizler geçmişte verdiğimiz oylara sahip çıkmayarak, meclisi darbecilere teslim edenleri unutmadık. Şimdi bireysel çıkarlarını bir yana bırakarak, verdiğimiz oylara sahip çıkanları onurumuz olarak alkışlıyoruz.

    KAYIĞIN RUHU

    Aksona Mehmet, önceki akşam, Mandalin'de, Mavi Boncuk'unun 50.ci yaşını kutladı. Bu anlamlı günde kimi dostlarla ayaküstü sohbet etme fırsatı bulduk.

    Birçokları kayığın yaşı mı kutlanır diyecek, hatta Aksona'yı sıra dışı bulacaktır.

    Keşke hepimiz, kayığımızın, arabamızın, ağaçlarımızın, evimizin yaşını kutlayabilsek. Çünkü böyle günler, bizi geçmişin mutlu günleriyle yediden buluşturup geleceğe daha bir umutla bakmamızı sağlıyor.

    Keşke Aksona gibi sıra dışılıklarımız olsa. Çünkü o, denizi salt ekmek kapısı olarak görmez. Deniz, onun için insanı eğiten, olgunlaştıran bir bilgedir. Hal böyle olunca kayığın 50 yaşını kutlamasından doğal ne olabilir ki. Dile kolay… Elli yıl birlikte ne acılar, sevinçler yaşandı; ne büyük tehlikeler göğüslendi kim bilir?

    Birçoğumuz Vasconcelos'un Kayığım Rozinha adlı romanını okumuş, Kayıkçı ile kayık ilişkisinden büyülenmiştir. Hayallerini oyuncaklarıyla paylaşan çocuk, sırlarını kayıkla paylaşan ihtiyar adam.

    Ben gidersem sazım sen kal dünyada
    Gizli sırlarımı aşikar etme
    Lal olsun dillerin söyleme yada
    Garip bülbül gibi ah ü zar etme.


    diyen Aşık Veysel de kayığına 50 yıl kutlaması yapan Aksona da aynı sevda damarının adamlarıdır.

    Ben, eşyalarımızın da ruhu olduğuna inanan biriyim. Onların bizi anladığını düşünürüm. Bizim onların dilinden anlamamış olmamız, onların dilsiz olduğu anlamına gelmemeli.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      An'kara

    An'ı karartanların sayıca çoku yarattığı şehrin adıdır Ankara
    Adından mütevellit bir soğuk da yaşanır Ocak Aralık aylarının dışında
    Çirkindir
    Gaf doludur
    Güzeldir
    Umut yoludur
    Basit kafiyeler dizdirir adına
    Yürürsün
    Ama tünel uzundur
    Işık da yoktur
    An'karasını genele dağıtır inatçı kollarıyla
    ...
    Makyajını bavulunu hazırladıktan sonra yapması gereken
    Çünkü, toparlanan anılara armağan eden yaşını
    Dağıtan göz makyajını toy bir kadındır Ankara
    Anı kara olan çok adamlar ve kadınlar yaşıyor, yürüyor sokaklarında
    Karanlığı fazla anları aydınlatmanın tam zamanı dediler
    An'karayı o gün başkent ilan ettiler
    Ve aynı gün öğrendi kadın bavulunu topladıktan biraz sonra yapması gerekirdi makyajını
    Aynı güne tekamül eder artık kimseye armağan da vermiyor yaşını
    ...

    Sarahatun Demir
    sarahatundemirycc@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,008,008,008,008,008,008,008,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      BAĞGURT

    Yüzü bugüne kadar hiç bu denli mutsuz, bu denli asık görülmemişti Mestan amcanın. O sürekli tebessüm yok olmuş, yüz asılmış, dudaklar bükülmüş, buğday ten morarmış, hatta kararmaya yüz tutmuştu. Kötü haberi en önce o almıştı; hiç kimsede bulunmayan gür sesli pilipis radyosundan... Radyosunun sesi köy kahvesindeki televizyondan bile gür, üstelik anlatımı tane taneydi. O gün haberler çiftçinin başına gelecek felaketten bahsediyordu.

    Mestan amca bu halde kahveye geldi. Tek dileği radyodan dinlediği haberin yanlış olması ya da kendisinin yanlış anlamış olmasıydı. Haberin aslı başka bir şey olsun, güzel bir şey olsun, istiyordu. Bağlara bir tür kurtdadandığı, bundan sonra çiftçinin yaşamının zor geçeceği, hatta bu da hafif kalır, yaşamının zehir olacağı haberi yalan olsun, yanlış olsun, istiyordu. Tabi bu durumda devletin, bağgurt zararlısı ile mücadele için yüklü para toplayacağı haberi de asılsız olmuş olacaktı.

    Bu düşüncelerle erkenden kahveye geldi; Antepli Musa ustadan alınan Telefunken televizyonun karşısına kuruldu, beklemeye başladı. Bu arada Musa ustanın çırağı Cüneyt aynı köydendi. Her şeyden değerli köyün tek televizyonunu o açar o kapardı. Televizyonda, yükselticide bir arıza olacak diye ödü kopardı köylünün. Tozunu bile almazlardı; arızalanır diye. Yalnızca Cüneyt'in dokunmasına izin vardı. Cüneyt'le televizyonu o denli bütünleştirmişlerdi ki, bir an yayın kesilmesin, hep bir ağızdan bağırırlardı: "Cüneeeyt kurcala şunu!" Hatta milli maçlarda yenen gölleri bile ondan bilirler "Ne oluyoz Cüneyt!" diye hesap sorarlardı. Bereket versin Mestan amca akıllı dam; ayağa kalkar "Sus ülen! Onna domuz etinnen besleniyo, bizimknlen yidiği ilahna haşıllıması, turpotu gaynatması; ogudar olacak" diye çıkışır, Cüneyt'i kurtarırdı.



    O gün Cüneyt'i yine televizyonun yanına oturttular.
    Ajans başladı:
    - Sayın seyirciler, Bağ - Kur'a üyelik resen teşekkül edecek. Primini ödemeyenlerden icra marifetiyle tahsilat yapılacaktır.
    Mestan amcanın da evden morarmış, hatta kararmış gelen yüzü o an daha da kararmış, umutsuzluğu, mutsuzluğu daha da artmıştı. "Yok" dedi, "Kurda zararlıya bir çare bulamamışlar. Çare yok." Sonra Cüney'e döndü:
    - Kapat oğlum şu cenabeti. Datlı haber yok, yanışımızın haberini veriyor hala.
    Televizyon kapatılıp Mestan amca da susunca bir an sessizlik oldu; ama hemen ardından da bir gürültü koptu. Televizyonun kapatılması herkesi kızdırmıştı, her kafadan bir ses çıkıyordu: "Ne kapattın Cüneyt!", "Neye sıkdın garının nünüğünü!", "Neye söndürdün makineyi!", "Gadeşim ne deye burdun kutuyu!", " Filim başleycadı üle!"
    Ardından Mestan amcanın gür sesi duyuldu:
    - Kesin bakem gürültüyü! Başımızı geleni duymadınız mı? Gursağımıza gircek lokma sayıya girdi. Felaket kapıda. Siz neler yapıyosunuz?
    Kahvedekiler "Ne oldu Mestan emmi ne felaketi?" diye sormaya başladılar. Mestan amca "Ahh ah biz yanmışız" der gibi başını sağa sola salladı:
    - Çocukla dinleyin: Bağlara bi gurt dadanmış ki, demen gitsin. Çaresiz bağla eriyip, çürüyüp çok olcak. Çiftçi bitti. Hastalık Bayındır'dan Durbalı'ya, Tiri'den Ödemiş 'e, ordan ta Keles'e gadar yayılmış. Memlikat yangın yeri!
    Haber bu denli önemli olunca kahvedekilerde bir kıpırdanma oldu; herkes yönünü Mestan Amca'ya döndü. Uzakta oturanlar sandalyelerini sürüye sürüye haberi daha iyi duyabilecekleri bir yere kadar getirdiler. Kimi arkalığına yaslandı, kimileri de sandalyeye ters oturup, arkalığına ellerini üst üste koydu, üstüne de yanaklarını yapıştırıp pusuya yatar gibi dinlemeye koyuldu. Ayaktakilerden toz toprak demeyip yere bağdaş kuranlar oldu.

    Mestan amca çevresini saran meraklıları uzun uzun süzdü. Önemsesinler diye biraz da abartarak anlatmaya başladı:
    - Siz nerde yaşıyosunuz. Okumam yazmam yoktur; emme radyodan televizyondan her bilgiyi alır, öğrenirim. Siz gaste bile okur, okuduğunuzu anlımazsınız.
    Biri çok merak etmiş olacak, ayağa kalktı:
    - De gari emmi, ne oluyo ne bitiyo? Bir de san anlat o zaman; biz anlamazsak gine anlamayalım.
    Mestan amca baktı söz dinleyecekler, başladı:
    - Hah, durun bakeyim şöyle annacımda. Çocukla, arkıdeşla, derdimiz böyük. Ürüne, bağa bahçeye yeni bi tür gurt dadanmış. Bağların kökünü, dalını yaprağını, üzümleri yiyip bitireceği söylenmekte. Uzak memleketlede insanı, yiyecek ekmeğe muhtaç etmiş. Zeytine, buğdaya da dadanırmış. Bu yıl da bizi perişan etcek.
    "Eee dayı?" dedi, yine içlerinden biri, "Nasıl öderiz kredileri, borçları. Ne yer ne içeriz?"
    Oysa Mestan amca daha derliydi. Kötü haberin katmerlisi de arkadan geliyordu:
    - Borcu, krediyi ödeyelim ödeyebilirsek de, dert bununla da bitmeyo. Asıl dert Bağgurt borcu. Devlet bu gurdun verdiği zararlar için para toplucak. Adı da pirim mi dirim mi, öylü bişey, herkese zorunluluk var.
    Dinleyenler arasında bir gürültü, bir homurtu koptu yine. Sandalyeye düz oturanlar uyuşan kıçlarını bir sağa bir sola yatırıp rahatlattılar. Ayaktakiler ağırlık verdikleri ayaklarını, diz çökenler dizlerini, sandalyeye ters oturanlar yanaklarını değiştirip rahatlayınca uğultu biçiminde bir "Yaaaa!" sesi duyuldu.
    Mestan amca devam etti. "Borç rezen yazılcak, ödümeyenlere haciz memuru gitcek!"
    Kalabalıktan bu kez "Abooovvv!" diye bir ses duyuldu. "Abov ya" dedi, Mestan amca. "İşte anladığınız gibi. Hani mecburdu, zorunluydu vız geldi tırıs gitti de, bu "Rezen" lafı beni korkuttu. Üşüdüm, ne yalan söyliyem."
    Herkeste bir panik, bir tedirginlik oluştu. Bu kez de cesurca görünen biri söz aldı:
    - Mıstan efe, dedi; bu bağgurt nasıl cenabet bi gurtsa çaresi vadır elbet. Sonuna gadar savaşırız. Biz hazırız.
    Ama Mestan amca umutsuzdu:
    - Ah yeğenim, heç bi ilaç heç bi zehir kâr etmezmiş. Yer bitirir, dımdızlak bırakımış, ovuları, gırları, dağları.

    ...

    O ana kadar hiç söze karışmayan, yalnızca ne olup bittiğini anlamaya çalışan Kahraman söze karıştı:
    - Amca, dedi, o Bağgurt dediğin, sandığın gibi kurt değil. O bir sosyal güvenlik kuruluşudur. Ödeyeceğiniz primler ilerde yaşamınızın güvencesi olacak.
    Kahraman'ın sözleri hiç mi hiç tatmin etmedi Mestan Amcayı:
    - Sen, dedi. Sosyal mi demiştin. O lafı bi daha et bakem.
    "Sosyal güvenlik" dedi Kahraman.

    Aradığı pası almış, zayıf noktayı yakalamıştı kendince Mestan amca. Zaten çok bilmiş gözüyle baktığı, zıddına giden Kahraman'a karşı saldırıya geçebilirdi. Artık onu mat etmek, anasının ak sütü gibi helal sayılırdı.

    - Ha işte, dedi. Sosyal, yani sosyalizm. O ne biliyor musunuz çocuklar derken çevresindekilere baktı: "Biliriz", "Bilmeyiz", "Ne ki?" yanıtları gibi yanıtlar duyuldu.

    Mestan amca başını bilmiş bilmiş salladı:
    - Susun, dinleyin; işte bu koninizimdir. En baştan anladım. Biliyom, bu gurdu yokardan gönderiyolar, guzeyden. Düşünün bi yol. Adı bile sosyalizm. Önce gurtla bağları gurutacak, aç bırakacak, ondan sonra gelsin sosyal mosyal kominizm. Belli değil miydi çocuklar; arpanın buğdayın kuzeyden kuzeyden kurumasından belli değil miydi? Elhamdülillah foyaları ortaya çıktı.

    Kahraman yine savunmaya çalışıyordu sosyal güvenlik kuruluşunu:
    - Bak amca, bu kurt filan değil, bir kurumdur. "Bağımsız çalışanlar sosyal güvenlik kurumu."

    Mestan amca bunu da duyunca iyice güçlendi:
    - Tabi, aynı benim dediğim. "Bağımsız" ne demek? Bağını Bağgutlarına yidirmişle, bağı galmamış, demek. Yetişin gardeşler, gayri benim bağım yok. Ben aç kaldım. Bağımı, bostanımı koministler yidi bitirdi demek. Üstüne bi de pirim borcu ödeyecez. Malın mülkün tapusunu da öyle alacaklar. Doğru mu Kahraman efendi?

    Artık hiç bir yanıt gelmiyordu.

    Sonunda herkes Mestan amca'ya hak verdi. Doğru söze ne denirdi. Sandalyeye düz oturanlar, ayakta duranlar, yere diz çökenler, bağdaş kuranlar, sandalyeye ters oturanlar hep birlikte aşağılayıcı gözlerle baktılar Kahramanın yüzüne. Usulca "Brejnev'in iti ipini gırmış, oooşşt.." diye fısıldayan bile oldu.

    ...

    O yıl bağlarda hiç kuruma olmadı. Zeytinlerde, armutlarda da olmadı. Pamukta ürün bol, fiyat yüksekti.
    Ancak hiç kimse bağgurt denen şeyin zararlı bir kurt değil, yararlı bir sosyal güvenlik kuruluşu olduğuna inandırılamadı.

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-21

    *- Aşın varsa seninle birlikte kaşık sallayanın çok olur; ama yasın varsa seninle birlikte gözyaşı akıtacak zor bulunur.
    *- İnsan insandan doğduğu için insan değildir; insanı insan yapan eğitimdir.
    *- Söylemediklerimi de anlayacak bir dost arıyorum.
    *- Aklında kötü düşünce barındıran en güzel kadın bile, kısa bir süre sonra çirkin bir cadoloza dönüşür.
    *- Yardım, gönüllü olarak yapılan bir eylem değil; bir insanlık görevidir.
    *- Gerçekten acıyı tatmış olan bir insan, tadına doyum olmayan olgun bir meyve gibidir.
    *- Erdemsizlerin de bir erdemi vardır; etik açısından sorgulansa bile.
    *- Küçük adamları büyük adam yaparsanız, ilk küçülteceği kişinin de siz olacağını peşinen kabul etmelisiniz.
    *- Kelebeğin kısacık bir ömrü var, ama gene de o rengarenk güzelliğini zevkle sergilemekten geri durmuyor.
    *- Mutluluğumu paylaşır mısın, kıskanır mısın? Yalancısın dostum…
    *- Eğer insanlar gölgelerine göre değerlendirilseydi, günün en ileri saatine kadar sokaklar bomboş kalırdı; güneşin batacağı sırada ise sokaklarda iğne atsan yere düşmezdi!
    *- Aşıkın namusu mu; namuslunun aşkı mı?
    *- Bir gurubun varlığını uzun süre devam ettirebilmesi en zayıf üyesini güçlü hale getirmesine bağlıdır. Çünkü bir atasözünde denir ki:"Zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür."
    *- Daha önce gördüğün bir insanla tekrar karşılaştığında, onu giydiği elbiseden değil de suratından mı hatırladın? Evetse, onu insan safına koydun demektir.
    *- Karşındaki her insanın tabii ki aklı, düşüncesi, kişiliği var; ama unutma ki bir de kalbi var.
    *- Bencil bir insanı çekmek zorunda olan bir kişi, ömrünün sonuna kadar sırtında yük taşımaya mahkûm edilmiş bir hamal gibidir.
    *- Her soruyu cevaplandırmak gerekmez. Mesela; baskı mı, sınırsız özgürlük mü? Bu sorunun "kırk katır mı, kırk satır mı?" dan farkı ne?
    *- Çalışmanın hedefi başarı; başarının hedefi de mükemmelliktir.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Fırat Sasaoğlu


    başka şair

    Selim, üstünde bir lambanın yandığı apartman kapısından çıkıp kapının önünde durdu. Montunun iç cebinden çıkardığı sigarasını ağzına götürdü, pantolon cebinden çıkardığı kibriti kesin bir hareketle çakıp, iki eliyle gizlediği ateşi sigarasına doğru yükseltti, kafasını kaldırarak çektiği nefesi dumanlar yüzünü kaplayacak şekilde yavaşça bırakırken yürümeye başladı.

    Doğma büyüme Şehzadebaşı'lıydı. Bir şairin beynine sahip olduğu halde, kafasını bambaşka bir işte; kaçakçılığı yapılması düşünülen herhangi bir malın ne şekilde taşınacağına dair akla hayale gelmez yöntemler icat etmekte kullanırdı. En son, Fil Bahri dedikleri adama ait altı ton kahveyi, Kolombiya'dan İstanbul'a, kuru yük gemisinin kömürlüğüne dökmek suretiyle taşıma fikri onundu. Söylediğine göre gemi aransa bile, aramayı yapanlar, dikkatleri konteynırlarda olacağından kazan dairesine inmezlerdi, inseler bile kömürlerin yanında duran kahveyi karanlık kazan dairesinde ayırt edemez, yanmış kömür kokusu kahve kokusunu bastıracağından burada kahve olduğunu farkedemezlerdi.

    Eserini izlemek için sahile indiğinde, tayfalar çuvallara doldurdukları kahveleri depoya taşıyorlardı. Kenarına kayıklar bağlanmış iskelenin köşesinde durup, şafak vakti yaklaştığından koyu mavi renklerle aydınlanan Haliç gecesine karşı bir sigara yaktı. Gecenin bulutlardan diktiği bezi Galata Kule'siyle minareler arasında gerdirerek Haliç'in üstüne kurduğu çadırın altında, sırtlarında çuvallarla gidip gelen tayfalar eşit mesafelerle yürüyor, ara sıra birbirlerine tek kelimelik sözler söylüyorlardı. Selim, bir kulağı tayfaların uzaktan gelen insan sesinde, diğeri en güzel piyano keman dinletisi olan, su sesinin oluşturduğu altyapının üzerine kayıkları bağlayan halatların gıcırtılarında, uykulu hazlar yaşıyordu. Çuvallar gidip gelirken bulut bezinden çadırın renkleri solmaya başladı, son çuval da indirildikten sonra çadır saydamlaşarak yok oldu, Haliç gri karanlığına gömüldü.

    Akşam, sevkiyat için verdiği fikrin karşılığı olan parayı almaya Fil Bahri'nin yerine gitti. Nedense Kulüp Şikago diye isim verilmiş pavyonda program henüz başlamamıştı. Kabarmış duvar, sigara ve köylü parfümü kokan, boydan boya mor ışıklarla aydınlatılmış kırmızı halılı koridorda ilerlediği sırada, bir adamın hakemliğinde iki kadın, hangisinin assolistten bir önce sahne almayı hak ettiğini tartışıyorlardı. Selim odaya girdiğinde siyah gömlek üzerine beyaz ceket giymiş Fil'i masasının arkasındaki sandalyesine yıkılmış otururken buldu. Fil Bahri, endüstriyel tartılarda değer ifade edebilecek kiloda, patlak gözleri yarı kapalı duran bir adamdı. Konuşmadan önce derin nefes alıp, sözü bittiğinde nefesini aniden bıraktığından, konuşurken; geriye doğru kaykılmak ve öne düşerek sarsılmak şeklinde bir devinim sergilerdi. Selim, Bahri'nin çekmeceden parayı çıkarıp masaya koymasını izlerken, bir haltercinin rekor denemesi yaptığı kaldırışta, halteri yerden kestikten sonra daha yukarı kaldıramayacağının belirtilerini görmeye başlayan seyircilerin iç daralmasını yaşıyordu. Masaya konulan parayı hemen alıp cebine koydu, paranın uzatılma sahnesine dayanamayabilirdi. Bahri, bir şey söylemek için baktı, cebinden mendilini çıkarıp alnını sildi, mendili yerine yerleştirdikten sonra tekrar bakıp öylece kaldı, neden sonra duyulur bir sesle nefes alıp: -Gözümsün, dedi. Selim hasta ziyaretini tamamlamış uzaktan akraba sevinciyle odadan çıktı. Koridordan geçtiği sırada tartışma neticeye bağlanmış, nihayi karar açıklanmıştı: Saçları civciv sarısı olan; müşterilerin konsomatrislerde önemli bir adam izlenimi yaratmaya çalıştıkları birinci bölümde, saçları yumurta sarısı olan; müşterilerin konsomatrislerde zavallı bir adam izlenimi yarattıkları ikinci bölümde sahne alacaktı. Assolistin çıkacağı bölüm, uzun hava veya muhtıra okumasının müşteriler için fark etmeyeceği üçüncü bölümdü.

    Selim mekandan ayrıldığında, ıslanma endişesi yaratmayan toz damlacıklar halinde yapışkan bir yağmur başladı. Bu barlar ve pavyonlar sokağında, yağmur damlacıkları neon lambaların ışığında rengarenk uçuşurken, Selim gözlerini istikametinden ayırmadan keyifle etrafını izliyordu. Şuradaki çocuklar ilk defa pavyona gideceklerdi, ilerdeki fedai kıpırdamadan durursa daha karizmatik görüneceğini düşünüyordu, şu ağlamaklı bakan adam bari bu gece eve yalnız dönmemek için yalvarıyordu... Sürekli suratına yapışan yağmuru silmekten huzursuzlanarak yürüdükçe gözlemleri suçlamalara dönüşüyordu. Diğerlerinden önde yürüyen biri arada arkasını dönerek mekanlar hakkında yüksek sesle bilgi verip biz bu alemlerin çocuğuyuz demek isterken grupta yeni tanıştığı bir kadının olduğunu işaret ediyordu, şu duvar dibinden yürüyen dertli bakışlı adam onu anlamayan toplumu onlardan kendini mahrum bırakarak cezalandırıyordu, böyle yerlere pek gelmedikleri anlaşılan bir grup kadın birlikte geldikleri erkeklerin kapıda duran adamla yaptıkları konuşmanın bitmesini beklerken, talep niteliksizliğinden ötürü kendilerini arzın merkezinde görüyorlardı. Sinekler... Başkalarını anlamaktaki acımasızlığını kendinden asla esirgemeyen Selim, bir kimyagerin, hazırladığı karışımdaki atomların bileşik haline geçmesini istemediğinden renk değiştirmeye başladığını farkettiği karışıma birleşmeyi engelleyecek başka kimyasallar katması gibi, kafasında kendiyle ilgili avuntu duymasını sağlayacak bir inanç oluşmaya başlayacağını farkettiği anda, inancı yaratan düşüncelerin karşılarına hemen başka düşünceler çıkarır, bir an olsun kendini avutmazdı. -Ben de sineğim...

    Galata Köprüsü'ne ulaştığında yağmur dinmişti. Huzursuzluğu azalan Selim, köprünün korkuluklarının ıslak metal parlaklığı yanında dikkat çekmeye tenezzül etmeyerek altta kalmayı tercih eden kaldırımların asfalt parlaklığında yansıyan yüzünü izleyerek evine gitti.

    Ertesi akşam üzeri Beşiktaş sahilinde iki adamla oturmuş, İstanbul'dan yüklenecek malın sevkiyatını konuşuyorlardı. Küçük bir bulut parçasının güneşin önünden geçmesiyle akşam şöyle bir gelip bakmış, sahne sırasının onda olmadığını anlayınca ilerleyen bulutla birlikte çıkıp gitmişti. Konuşmadan sonra, yükleyecekleri gemiye bakmak için Haliç'e gittiğinde, rolünü tamamlayan güneş eğilerek seyirciyi selamlarken yerini bir kaç seçkin yıldızın elinden tutarak sahneye giren akşama bıraktı.

    Yeni bir yöntem bulan Selim için yeni bir gün başlıyordu. Bir sigara yakıp yürümeye başladı...

    Fırat Sasaoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Müşerref Özdaş


    SEVGİ ŞEHRİ ŞEHİR REHBERİ

    Nüfus: Değişken
    Yüzölçümü: Sınırsız

    Coğrafik yapı: Yaz- kış sürekli yağan gözyaşı yağmurları ile ıslanan bereketli topraklara sahiptir.
    Komşuları: Doğusunda Umut Şehri, batısında Hayal Şehri, kuzeyinde Viran Şehir, güneyinde Gözyaşı Vadisi.

    Şehir kuralları: İsteyen istediği zaman girebilir ama çıkamaz.
    Kurallara uymayanlara verilecek cezalar:Aşk hapishanesinde ömür boyu hapis, ağırlaştırılmış sevgi müebbeti, '' Yalanlar '' ve '' Yakalananlar '' durakları arasında tek ayaküstünde sıçrayarak gidip geri dönme cezası.

    Gezilip görülecek yerler:Yeni Gelenler Kıraathanesi, Sevda Tepeleri, Ayrılanlar Meyhanesi, Hüzün Adaları
    Müzeler ve ören yerleri: Önce elmayı, sonra ayvayı yiyenler Uluslar arası Müzesi ve İster severim İster döverim Mesire yerinde tam bir görsel şölen yaşatılmaktadır.
    Kaleler: Şehrin kuzey ve güney tepelerinde yer alan içten ve dıştan fethedilerek korunmaya alınmış iki adet kale mevcuttur. Biri pembe yalanlarla ve biri de tek taş yüzük ile fethedilmiştir. Fethetme tarifini kalenin duvarlarında okumanız mümkündür.
    Mağaralar: Annem bana demişti, Şimdiki aklım olsaydı ve Benden uzak, cehenneme direk ol adlı mağaralar gezilip görülmeye değerdir.
    ( Dikkat: Yahşi hayvan çıkabilir. Evcilleşmeye müsaittirler).

    Yapılabilecek sporlar: Sevgi denizinde surf, Boş yere kürek çekme.
    Yenilebilecek yemekler: Aşk Burger, Aşık Bayıldı, Bloke olmuş beyin sote, Kırgın yürek ızgara, Fazla Naz Aşık Usandırdı.

    Bunları yapmadan dönme: Sevgilinin başının etini ye, yüreğini kanat, kolunu kanadını kır…

    Kalınabilecek yerler: Sevgi geniş bir şehirdir. İlk gireni de son gireni de kabul edip bağrına basar. Ve her biri mutlaka bir iz bırakır.
    Kapasitesi: Mevsime göre değişir. Sıcaklarla birlikte artış gözlenir. Hormonsal iniş çıkışlardan da kapasitenin etkilediği görülmüştür.
    Rezervasyon: Her mevsim her gelene kapısı açıktır bu şehrin. Uzak yoldan gelenler dinlendirilir, doyurulur, sakinleştirilir, hasta ise tedavisi yapılır, yaraları sarılır. Gerekirse 24 saat gözetim altında tutulur.

    Nasıl gidilir? Gece veya gündüz yola çıkılır. Oldukça gizemli ve büyüleyici bir yolculuk yapacağınızdan emin olun. ''Hoş geldin '' durağında binilir genellikle. ''Tanıştığımıza memnun oldum'' ve ''sizi tekrar arayabilir miyim?'' duraklarını geçince '' Tabi ki, neden olmasın.'' durağı görülecektir. Hemen ardından '' Acaba ne zaman arayacak?'' durağına gelince yolun dörtte birini kat etmişsiniz demektir. ''İlk telefon''durağına geldiğinizde yüzünüzde garip bir gülümseme ile yola devam edilir. ''İlk öpücük'' ve ''Galiba beni seviyor'' duraklarını geçince seni seviyorum sapağına ulaşılmış olur. ''Gidilen her yerde hesabın ödenmeye başlaması ve sahiplenilme '' durağına varınca o şehre varabilmek için sabırsızlanılmaya başlanır. ''Seni özlüyorum'' ve ''Uykusuz geceler ''duraklarının ardından yeni bir yol ayrımına varıldığı anlaşılır. Bir süre bu şekilde yol aldıktan sonra karşınıza ''Seni çok seviyorum, Aşkım, Hayatım, Aradım cevap vermedin, Neredeydin?'' durakları gelince yol yorgunluğu çökmeye başlar üstünüze. Bu şehre girmişsiniz de farkına varmamışsınız, ara sokaklarda dolaşıyorsunuz demektir. Hoş geldiniz şehrimize. Umarız iyi vakit geçirirsiniz ve kurallara uygun davranırsınız.

    Uyarı: Tanımadığınız kişilerden yiyecek içecek almayınız, göz göze gelmeyiniz… Şehir yönetimi görebileceğiniz zararlardan sorumlu tutulamaz.
    Not: Şehir dışına doğru çıkılmaya başladığınızı göreceğiniz İlk kavga ve İlk barışma duraklarına bakarak anlayabilirsiniz. Daha ilerilere gitmek tehlikeli ve yasaktır.

    İkinci alternatif: Küçük bir söz üzerine bile yola ani bir kararla çıkılıp, ışık hızı ile uçarak gidilir, yaya dönülebilir.

    Şehrin tarihçesi ve şehir geçmişi: Âdem'in cennetten yeryüzüne kovulmasının ardından bir incir ağacının altında kurulan şehrin kalıntıları şehrin güneyindeki Gözyaşı Vadisine çıkıldığında rahatlıkla görülebilmektedir. Bu vadide hâlâ her mevsim kıpkırmızı elmaları ile dikkati çeken fakat yiyenlerde karın ağrısı yapabilen elma ağaçları yetişmektedir. Elma yiyen genellikle üzerine ayva da yer.

    Şehirde en sık kullanılan atasözleri:
    1)Beynimizin oynadığı bir oyun ve bizim de inanmaya her zaman hazır olduğumuz bir sanrıdır aşk.
    2) Kimi er kişi gerçek sevgili, kimi de '' Sevgili '' kelimesinin başındaki '' S '' harfidir sadece. Başına bir '' E '' yazarsan '' Es '' geçmiş olursun.

    İl Trafik No: -1 den başlayıp + sonsuza kadar tüm rakamlar sırasıyla kullanılır.
    -273'de uzun süre bozulmadan koruma altına alınabilir en kırılgan duygular.

    Müdavimleri: Kaçış planları, firariler, depresyona girenler… Ya benimsin ya toğrağın diyenler…

    Sonsöz: Ben annemin evine gidiyorum.
    Çocukları sana bırakıyorum.
    Benden uzak ol cehenneme direk…

    Önemli uyarılar:
    1. Yangın mevsiminde ateşle yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır.
    2. Yaktığınız ateşi söndürmeden gitmeyiniz.
    3. Ateşe körükle yaklaşmayınız.
    4. 9 ay sonra gelip emanetinizi alınız.

    Tavsiyeler: Uzun süren gönül kırgınlığınız veya durup durup ağlamalarınız varsa tebdili mekânda ferahlık vardır. Şehrimizi ziyaretiniz menfaatiniz icabıdır. Hava değişimi size iyi gelecektir. Bir kere gelin burayı öyle seveceksiniz ki ayrılmak istemeyeceksiniz… Animatörler eşliğinde geçireceğiniz güzel günlerin tadına doyamayacaksınız. Tatili uzatmak isteyeceksiniz. Valiliğimizin özel durumlarda verdiği izine bağlı olarak çıkış yapabilir ve istediğiniz an geri dönebilirsiniz. Anılarınızı fotoğraflamayı unutmayın. İyi tatiller dileriz.

    Müşerref Özdaş


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      MAGDİ

    Sevenleri ona Magdi derdi; Magdalena Rufer olasılık ve gerekliliğin göz kamaştıran ürünlerinden biriydi: görünüşü ruhu kadar ince, pırıl pırıl bir insan güzeli. Ve olasılık bu toprak kökenli İsviçreli kızı Karadeniz'in soylu çocuklarından Sabahattin Eyuboğlu'nun yoluna çıkardı; sarılıştılar, sevgilerini, bilgilerini birbirlerine kattılar, Maçka'da, Bronz Sokağı'nın köşesinde iki güzel çiçek olarak açtılar; çok yıldızlı Karayel dallarını kırana dek çevrelerine bilgi, sevgi, ışık saçtılar.

    Çok yıldızlı Karayel'in savurduğu kimliksiz, kişiliksiz sürüngenlerden biri yüzünde yağcı maskesiyle evlerine sızdı; gizlice seslerini kaydetti, götürüp Karayelci uşaklara verdi; uyduruk bir dâvâ açıldı, içeri atıldılar; Köy Enstitüleri'nde Tonguç'larla, Ruhi Su'larla el ele, can cana köy çocuklarını yüzlerce yılın karanlığından kurtarmaya çalışmış bilge Sabahattin Eyuboğlu'nu üzüntüden öldürüp sevgilisinden ayırdılar.

    Kim bilir ne büyük acılar çekmiştir o soylu ince Magdi?

    Her türlü güzelliğin açtığı yuvalarının yerine Karayel'in para maşalarından bir banka gelip kuruldu, ağaçlar, çiçekler, kediler kurudu. Bir süre göremedim sevgili Magdi'yi; sonra Gümüşsuyu'nda karanlık bir dairede, candaşından kalan anılarla bezenmiş yaşarken buldum; derken o da yoruldu, bu hoyrat dünyadan ayrıldı.

    Maçka'daki sevgi tapnağına gelenlerden küçük bir küme, Ali Uğur, Can Karatay, Levend Yılmaz, Bülent Eryılmaz, Kadir Kıvılcımlı, Sancar Seçkiner el ele vermiş, yaşama sanatının gerçek ustası Magdalena Rufer Eyuboğlu için bir armağan kitap hazırlamışlar; Cem Yayınevi birinci hamur kâğıda, çok değerli fotoğraflar eşliğinde basmış.

    Eyuboğlu ekin yuvasından beslenmiş, yetişmiş, yararlanmış insanların büyük bölümü birer yazıyla katılmışlar bu sevgi güldesteye; ben Güngör Dilmen'in yazısından kısa bir bölümü alayım:

    'Magdi-Babeuf'ten tutturamayınca, bizi furşetldiler.
    Darga- Ne ettiler?
    Magdi (elinde çatal)- Çatalladılar yani. Bir akşam yemeğinde…söz devrimler üstüne. Ben demişim masadaşlardan birine: - Biz de çatallar elimizde (fourchette demişim Fransızca) çıkalım sokağa başlatalım devrimi.
    İnceleniyor makamlarca 'forchette' ne mene bir silah? Elimizde çatal biz başlatıyoruz devrimi! Maçka-Nişantaşı Türkiye'nin en tuzukuru yerinde. Biz o semtte kirada ucun ucun geçinen aydınlar.
    Ben piyano dersleri veriyorum evde, Sabahattin 'Sanat Tarihi' dersleri veriyor üniversitede. Çeviriler yapıyor gece yarılarına değin, Vedat Günyol, Azra Erhat, Mina Urgan'la.
    (Çıkar, piyano sesi.)
    Dalga- Magdi Eyuboğlu bu çalallı devrim girişimiyle yedi ay yedi. .. Sabahattin Eyuboğlu'nun kitaplarının telif hakkını - arada nikah yok ya- koklatmıyor varisleri.
    Magdi Eyuboğlu, yoksulluğun yeşil kartı elinde, Gümüssuyu Zenel Apartmanı'nın bodrum katında, piyano dersleriz veriyor hâlâ…diyecektim.
    …..
    Fiil kipi eskidi bir gecede…Geçmiş zaman oldu.
    Değiştiriyorum tümceyi:
    -'Magdi son günlerine değin piyano dersleri veriyordu.'
    ( Piyano ezgileriyle bir Sabahkin dönencesi iner, müzikle. İstiridye, pina, sünger masmavi bir ışık içinde usulca dönmeye başlar.)'


    Biri sarışın, öbür esmer iki güzel fırıldağın iplerini kesiverdi çok yıldızlı Karayel;aslında kestikleri kendi can damarlarıydı; dünyaya egemen olduklarını sananlar yüzlerce yıldır çok kararlı biçimde yol alıyorlar KÜRESEL HARAKİRİ'ye doğru; hepimizi bu akıldışı burgaca sürükleyerek. Şimdi yaşananlar, 1971'de, 1980'de Anadolu halkına, dolayısıyla dünyaya yaşatılanların kaçınılmaz uzantıları; ve ataerkil pisliğin üstüne eklenen anamalcı kanser temizlenmedikçe sürecek.

    Bertan Onaran
    bertan37@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ayşenur Özsaraç


    Özgürlüğümün İlk Adımına…

    Kendimi bildim bileli büyük bir hevesle beklediğim, beni resmi olarak çocukluktan çıkaran sevgili 18 yaşım. Benim için hep çok uzak göründün. Her zaman sen gelince yanında getireceğin güzel günlerin hayalini kurdum. Hiç beklemiyordum bu kadar çabuk geleceğini. Nerden çıktın ki şimdi, tam da geleceğim için önemli bir sınava hazırlanırken. Haber verseydin keşke bir parti düzenlerdim senin için. Tamam, kızma; ama gelmene sayılı günler kala içimde hiç ummadığım tarzda buruk bir sevinç var. İçim içime sığmayacak, heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibi hissedeceğimi sanardım. Kavuşmamızın benim açımdan böyle dramatik olacağını tahmin etmemiştim. Hayatım birden bire değişecekti hani sen gelince? Severek izlediğim korku filmlerindeki yaş sınırını kaldırman, ehliyet almaya hak kazanmamı sağlaman ve diğer getirdiğin basit detaylar yetmiyor ki bana. Belki de yuvadan uçma vaktimin yaklaşıyor olmasın etkiliyor beni bu kadar. Annemden, babamdan, küçüklükten beri hep beraber olduğum insanlardan ayrılma fikri pek sıcak gelmiyor bu aralar. Evet, biliyorum çoğu zaman başımı alıp gitmeyi ben istedim ama yeni yeni anlıyorum gitmenin o kadar da kolay olmayacağını.

    Biliyor musun, her geçen gün çığlıkları daha da artıyor içimdeki haylaz küçük kızın. İki gözü iki çeşme ağlıyor son günlerde, "Hiçbir yere gitmek istemiyorum."diye. Sen gelince gitmek zorunda mı o?hep saklamaya çalışırdım onu herkesten; ama inan ben de istemiyorum ondan ayrılmayı. Tamam, söz veriyorum. Bundan sonra daha olgun davranacağım, öyle basit şeyler için akıtmayacağım gözyaşlarımı. Kalp kırmamaya da özen göstereceğim, yeter ki karışma o küçüğe, bırak hep kalsın benimle. Neden mi istiyorum bu kadar? O giderse ben de herkes gibi olurum çünkü. Büyüdüm artık biliyorum ama çevremdeki diğer büyükler gibi olmak istemiyorum. Hayattan bezmiş, yorgun, asık suratlı dolaşmama izin vermez o.

    Ah yapma, kıskanma hemen. Senin yerin ben de çok ayrı biliyorsun. O şimdiye kadar hep benim yanımdaydı sense hayatıma yeni giriyorsun. Sen ki benim özgürlüğümün ilk adımı, adını geçtiği her an bana üniversiteli olma arzusu katıyorsun. Sorumluluklarımın arttığını, çocukluğun geride kaldığını, kendi ayaklarım üzerinde durma zamanımın geldiğini hissettiriyorsun. Yaşlanınca "ben gençken" diye başlayan cümleler kurduğumda ilk senden bahsedeceğim. Umarım gidinceye kadar güzel ve deli dolu günler geçiririz beraber. Yaşanacak aşklar, gidilecek konserler ve yakın zamanda " iyi ki doğdun" dedirteceğimiz insanlar bizi bekliyor. Her yaşın bir güzelliği varmış. En güzel yaşım, hayatıma hoş geldin!

    Ayşenur Özsaraç


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Büyüklere Masallar, Küçükleri Kim Sallarsa Sallar

    Malumaliniz muhterem EdiCem ( göbeğinin yağı sıcaklardan eridi herhalde ) arayıp;
    "Lem İhtiyar, biliyorum moralin bozuk ama 1-2 satır karalasan fena mı olur ?"
    diye aba altından sopa gösterince dayanamayıp yine yeniden huzurlarınızda 3-4 kelam, 5-6 selam edeyim diye kuruldum klavyenin karşısına bir naz bir naz. Klavye bana bakar, ben klavyeye, aramız buz gibi soğuk lakin mesafe oldukça yakın, ah şu ellerimi de kımıldatabilsem ya biraz. Parmaklarım tuşlara, beynim ise parmaklara ayaz. "Benden bir şiir bile çıkmayacak galiba bu yaz" diye bir yandan düşünürken diğer yandan moralsiz gücümle; "Haydi be koçum, yazarsın birkaç cümle" diye verdim kendime bir gaz. Ve fakat anlamasam sivrisinek saz, anlasam davuldan vazgeçtim %50 bile az. Rakamların dili olsa dahi, TÜİK'in ( Tekhaneli Üfürük İşleri Konseyi ) verileri alınmıyor mu baz ? Arnavut ciğeri yoksa neye benzer ki tek başına piyaz ? Madem ki aylardan Temmuz; madem ki içine düştüğümüz durumların bestesi Hicaz, öyleyse başlasın mevsimidir caz. Küçükler oyun peşinde zaten hiçbirinin alacağı yok herhangi bir haz; büyükler desen ben diyeyim karikatürlerde kuma kafasını gömmüş devekuşu, sen söyle "Yahu, bunlar düpedüz kaz..!"

    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal, pireler helal, fireler celal peşinde. O dedi Düşler Ülkesi, bu dedi Çadır Tiyatrosu. Meydan boş olunca atışlar sahra, hele bir fırsat geçmeye görsün kime yakışmaz ki az afra biraz da tafra ? Karşı çıkan nasılsa ilan edilmedi mi safra ?
    Çevirdim telefonun tuşlarını, aradım Editorial Cem Efendi'yi :

    "Muhterem, anlat hele; nasıl olacak şu iradenin tecellisi ?"

    - Üzülerek söylüyorum ki; hatta iki gözüm önüme aksın, yalanım varsa biri derhal ortaya çıksın ve iki tokat çaksın. Günlerdir uyku tutmayan gözlerimi dağlıyorum, birileri timsah dese bile ben dokunsalar ağlıyorum. Nah, şuraya yazıyorum; yoksa iradenin tecellisi mutlaka vardır bir tesellisi. İnan yemin etsem başım ağrımaz ama onların da etmesi lazım, en az kırkı en çok da ellisi.. Hay şeyini şeytiğiminin şeysi kaçtı gözüme, sen de mendil var mıydı ?

    "Al mendili mendiliii, sen seversin karanfiliii... Yahu, bu mudur gerisi, hani bunun diline doladığın, yüzdeleri topladığın ilerisi ?"

    - Bak çok net açıklıyorum, hatta altını da çızıktırıyorum : Geçmişte yaptıklarımız adı üstünde berisi, gelecek de yapacaklarımız da sanı üstünde ötesi. Kısacası; budur ötesi, şudur berisi.

    "Çok net oldu Hocam, anladım.. Anladım ki hiç kimse, hiç kimseee sen değil, hiç kimse senin gibi, canımdan öte can değil..."

    - Hah şöyle..! Yok canım o kadar değil, az biraz eğil..!

    Hocam, dilim varmıyor ama bir de şu şike konusunu bir sorayım demiştim ama..

    - Önemli değil ya, herkes soruyor onu da bana şike şike diye.. Ben de düşündüm; elbette pike diye soramazlar dedim hatta.. Kazara sormuş olsalar; hiç tereddüt etmeden "Pike için yorgan yakılmaz" derdim.

    "İyi ki sormamışlar.. Gündemde daha başka neler vardı ?"

    - Pek dişe dokunur birşeyler yoktu. Kendi aramızda öylesine şeyttirmiştik..! Mühim meseleler tabi, yanlış anlaşılmasın, öylesine eften püften değil lütfen.. Usta işi elbette...

    "Doğruya doğru Usta.. Sahi; gurbet ne yana düşer Usta, sıla ne yana ? Hatta; hep merak etmişimdir; hasret hep bana mı düşer Usta ?"

    - Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Hiç unutmam, bir gün dedim ki; "Yahu, ben neden annemin babamın beşiğini tıngır mıngır sallamıyorum ?"

    Buna ben cevap verdim:
    "Ya anneniz düşerse eşikten.. Ya babanız düşerse beşikten ..? En iyisi siz yine anlatın; büyüklere masallar, küçükleri kim sallarsa sallar.. Öyle değil mi ?"

    Çat dedi, telefonu kapattı yüzüme ..! "Sıcaklardan herhalde.." dedim.

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Yoksa Bu Aşk mıydı?

    Kaybetmek için bulduk.
    Açmak için solduk.
    Yok olmak için olduk.
    Köleydik kulduk.

    Bitsin diye sevdik.
    Gitsin diye geldik.
    Yansın diye kovduk.
    Bassın diye yolduk.

    Vardık diye kandık.
    Yola çıktık sandık.
    Yarı iken tamdık.
    Aslında toptan yalandık.

    Yoksa bu aşk mıydı?

    Semih BULGUR

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Duman grisi rengi ve tatlı suratlı bir kedi, karşınızda yalvarır gözlerle durup miyavlamaya başlarsa ne düşünürsünüz? http://www.izlesene.com/video/bu-kedi-ne-anlatmaya-calisiyor/3300847 Bu kedi sadece miyavlamakla kalmıyor, birde patilerini kullanıyor. Filmin sonunda ne olduğunu anlıyorsunuz ama sabırla izlerseniz en kötü ihtimalle yüzünüzde bir tebessüm ya da gülümsemeye sebep olacağına eminim.

    Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi denedim ve flash oyunlarla ilgili kısa bir araştırma yaptım. http://www.freeworldgroup.com/ bu konuda en beğendiğim web sayfası oldu. Özellikle tavsiye ediyorum.

    http://www.msdyt.com/ "Modifiye Suç Değil Yaşam Tarzı" sloganıyla yola çıkan bu web sayfasını gönülden destekliyorum. Hele "Ölümüne şahin, modifiyeli şahin" videosunu kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. Gerek altyazı desteği, müzik kullanımı, röportajlar, görseller adeta bir Aston Martin tanıtım reklamı tadında. Abimiz taverna müziğinden şaşmıyor ve ömrünün yettiğince Şahin'den vazgeçmeyeceğini söylüyor. O bir kuş serisi hayranı. Bu bir tutku. Unutmayalım ki Şahin şöförü olmak bir ayrıcalıktır…

    Fotoğraf çekmeyi sevenler bilirler, başarılı (!) çalışmalar için standart bazı kurallar vardır. Örneğin: fotoğrafta bir kitap, üzerine bir gül ya da kalp deseni oluşturacak bir nesne koyarsanız. Ya da tamamen siyah beyaz bir fotoğrafta sadece bir obje renklidir, özellikle kırmızı olanlar tercih edilir. http://brainz.org/14-horribly-overused-photography-tricks/ bu web sayfasında hem başarılı bir o kadar da klişeleşmiş 14 kuraldan bahsediliyor. Bunları bilmeyen kalmadı artık, hadi bi zahmet siz de öğrenin.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Dünya dönüyor
    Nilüfer









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110708.asp
    ISSN: 1303-8923
    8 Temmuz 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com