|
|
|
Editör'den : Nilüfer mi olsam pirinç mi?!.. |
Merhabalar,
Etrafta sürüp giden saçmalıklarla yakın ilişkimi askıya aldım artık. Bu aralar su içinde nilüfer olasım var. Erkekmiş dişiymiş umurumda değil. İki ayağım ya da köküm, her ne haltsa, suda olsun, su da serin olsun, bana yeter. Nem oranı yüzde bilmemkaç diyorlar, desinler, ben kendi oranıma bakarım. Benim kütlemin yüzde doksanı su şu sıralar. Tahta yesem suyunu bulup gözeneklerimden dışarı fışkırtabiliyorum. "Gitsene kardeşim tatile, denize falan, ne demeye ağlıyorsun" desenize, haydi deyin cesaretiniz varsa. Karşılığında bir çuval laf işitmeyi göze alırsanız deyin, durmayın. Ben de istiyorum kızgın kumlardan serin sulara atlamayı. Ben de istiyorum efil efil rüzgarda yatıp uyumayı. Ama nafile, beni diktiler buraya bekçi, canım sıkılmasın diye de yığdılar önüme çuval çuval patatesi. Bir evden alıp diğerine, diğerinden alıp berikine taşıyıp duruyorum. Sırtımda çuval, elimde çaput mendilim, yürüken foş foş eden ayakkabımla çok mutluyuz, elbette geriden.
Bazen içim geçiyor bayılıyorum. Rüyamda Recep Bey'i Rum'lara giydirirken görüyorum, kıs kıs gülüyorum, hayırdır inşallah. Ha bir de bizim takımdaşlar tribünü bırakıp sahaya dalmış, çimleri suluyorlarmış zahir. Ramazan'a az kala AKP'li vekiller yeni yeni ibadet şekilleri icat eder olmuşlar, Recep Bey'e dokunuyorlarmış, töbe töbe. Anlayacağınız bir tuhafım şu sıralar. Nilüfer olasım var ama yazasım hiç yok. Nefret ediyorum sıcaktan, bataklıkta pirinç tanesi bile olmak istiyorum, haydi hayırlısı. Salonun yarısını havuz yaptım, atlamaya gidiyorum şimdi, esenkalın siz.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇİFTE KAVRULMUŞ CAN SIKINTISI (1) |
|
Sıcak, insanı canından bezdiren acayip bir sıcak... Kaç gündür uyku uyunmuyor. Komedyenin dediği gibi, öyle sıcak ki donun götüne yapışır. Temmuz ortasının böylesini bilmez değilim. Ben Gediz Ovasında büyümüşüm. Bu havalarda bağda, pamukta çalışmışım. Bağışıklımızı yitirdik besbelli. Artık zor geliyor. Sokağa çıkmak, işe gitmek istemiyorum. O kadar bezmişim yani. Ova gavur damı gibi yanarken, ikindi üzeri eserdi azıcık. Nefes alırdık. "Bu gün daha serin," derdik. "Dünkü gibi değildi." Akşam haberleri izlerken bakardık ki kırk iki derece olmuş. "Televizyon işkembeden atıyor, bizden daha iyi mi bilecek?"
Esas felaket sadece sıcak değildi. Resmi tamamlamak için yanına bir de can sıkıntısı eklemek gerekirdi. Benim büyüdüğüm o küçük kasabada sıcaklar eylül ayı sonuyla çekip giderdi. Ama can sıkıntısı tam dört mevsim sürerdi. Bence insanlar hastalıklardan falan değil can sıkıntısından ölürdü. Ölüm gelmiş cana, hastalık bahane oluverirdi. Sabahın serininden, akşamın alaca karanlığına kadar yediden yetmişe herkes tarlada çalışırdı. Üzüm fiyatları, pamuk borsası hep aynı terane... Bu sene tütün başfiyatları çok güzel derlerdi. Ama o fiyattan sadece üç beş kişi tütün satabilir, tünücülerin her sene olduğu gibi yine hevesi kursağında kalırdı. Herkes köpek gibi çalışmasına rağmen hiç kimse zengin olamıyordu. Aç mezarı yoktu ama can sıkıntısına da çare bulunamıyordu.
Kasabanın üzerine çökmüş öyle yoğun bir can sıkıntısı vardı ki anlatmaya kelimeler yetmez. Kepiç evlerin yorgun duvarlarının, ağaçların, bağ evlerinin, caddelerin, kedi ve köpeklerin, kuşların, Ayıtlı Dere'deki yavru balıkların hatta kurbağaların bile canı sıkılıyordu. Piston'un çocukları ve Behçet'in düğünlerde çıkardığı kavgalar sürekli yinelenen sohbet konularındandı. Belki sırf bu yüzden, sürekli gündemde kalmak için bu gençler her düğünde sudan bir bahane uydurup kavga çıkarıyorlardı. Can sıkıntısının kalın örtüsünü biraz azaltabilmek için her şey abartılarak anlatılırdı. Örneğin;
"-Asağalda Fındıkların Davut bir yılan görmüş. Motorun arka tekerleğinden kalınmış… koyayım.
- Tartmadım ama salkımın tanesi beş okka çeker.
- Traktörle bir topukladım. Polis bile yakalayamadı. En az yetmiş kilometre hız yapmışımdır.
- Kıza "ne haber yavrum" dedim. Hemen mayıştı, yemin billa dibi düştü. Yürümesi yalpalamaya başladı.
- Geçen gün iki parti maça kızı oynadık. Masada elli altı çay olmuş. Gelen içmiş, giden içmiş a… koyayım. Pavyon hesabı sanki…
- Tarlarnın bu ucundan suyu saldım. Beş dakikada ta öbür başına gitti. Yarım saatte suladık koca tarlayı … koyayım.
- Kanala bir balık girmiş, sepetle topladık. Çuvalları bile dolduranlar vardı a.. koyayım."
A… koyayım işini anlamadığınızın farkındayım. Bu her cümlenin sonunda mutlaka yinelenen
yüklem gibidir. Yapısında bu öğe eksik olan cümle o sıcak ve can sıkıntısından yaprak bile kımıldamayan kasabada anlamı yarım bırakır. İlla olacak yani. Bu duruma ilk baştan kulaklarınız tepki veriyor. Alışılmadık bir tını sizi sürekli rahatsız ediyor. Bir iki hafta içinde aldırmaz hale geliyorsunuz. Bir ayı geçirirseniz alışkanlık yaratıyor, cümle içinde bunu arayıp duruyorsunuz.
Can sıkıntısı bütün dünyayı dolaşıp gelip bizim kasabaya yerleşmiş gibiydi. İnsanlar can sıkıntısından evleniyor, can sıkıntısından çocuk yapıyor ve yine can sıkıntısından ölüyorlardı. Tanıdığım herkes bu kasabadan uzaklara gitmek, bambaşka bir hayata başlamak istiyordu. Terzi Sali'nin başı da sırf bu yüzden belayı girmişti. Kız belki on altısına bile gelmemişti. Ufacık, tefecik çok tatlı bir lise öğrencisiydi. Akşamları gizli gizli konuşmalar, karanlık köşelerde buluşmalar. Olacağı da buydu zaten. Kandırmışlar kızcağızı… Köpekler gibi aşığım sana… Seni evimin kraliçesi yapıcam. Saraylarda yaşatıcam. ( Kasabadaki bütün sarayların kerpiç olduğunu bilmezlermiş gibi) Kim bilir daha ne teraneler. İşi dudak tiryakiliğinden biraz ileri götürünce, yani hüp diye içine çekince kızcağız hamile kalıvermiş. Ali de vardı, Hüseyin, Kemal, Rıza, Halil de derken isim listesini uzattıkça uzattılar. Yani kız kim vurduya gitsin. Devlet baba böyle ucuz numaraları yer mi? O zamanlar DNA testi yoktu ama kan testi vardı. Kız Sali'den hamile diye söylentisi bütün ovayı tutuvermişti. Mahkemelere gidilip gelindi sırf can sıkıntısından. Sali o zamanlar üstelik nişanlı galiba bir de üstüne üstlük. Başka bir yerde olsa namus, şeref, itibar, onur gibi lafların arkasına gizlenip tinkasından vururlardı gençlerin bir ikisini. Bereket öyle şeyler olmadı. Kızı uzak yerlere verdiler, kaybettiler. Bir de adını çıkardılar, yazıktır. "Kırklık". Kırk liraya bu işi önüne gelenle yapıyordu diye. Evlenme vadiyle kandırmadık, kendi isteğiyle birlikte olduk ayağına… Kimse uzun boylu yatmadı içerde. Olan kızcağıza oldu. Bütün yaşananların tek bir suçlusu vardı, elbette can sıkıntısı..
Belediyeler sinek ilacı sıkmayı icat etmeden önce tezekler tutuşturulup yaz akşamları kadınlar sohbet için köşe başlarında toplaşırlardı. Özellikle at tokalağının dumanına sivrisinek hiç yaklaşmazmış. Evlerin pencerelerine saksı saksı fesleğenler dizilirdi. Sinekler fesleğen kokusundan kaçarlarmış. Bu yöntemlerin çok fazla işe yaradığını düşünmüyorum. Öyle veya böyle beni çıtır çıtır yerlerdi. Can sıkıntısının yanında sivrisinek vızıltısı da eklenince yaz tam gelmiş olurdu. Şap kola, şap bacağa, şap surata, şap omzuna vurup sinek avlamaya çalışmak da can sıkıntısını azaltmazdı. İnsanlara bir hareketlilik getirse de can sıkıntısı bünyede çivi gibi çakılı olduktan sonra ne değişir?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu D-MARİN KONSERLERİNİ İZLERKEN (2) |
|
LUKİANOS'UN DÜŞÜ
Samsatlı Lukianos'u okumamış olanlar, Ay yolculuğunu ilk hayal edenin Jules Verne olduğunu sanır. Oysa Lukianos, insanların sonsuz deniz diye bellediği bir çağda, Atlas Okyanusu'na açılır. Dev dalgalar onu ve arkadaşlarını gökyüzüne fırlatınca kendisini Ay'da, Ay kralıyla Güneş kralının savaşının tam ortasında buluverir. ( Samsatlı Lukianos, Seçme Yazılar, K kitaplığı,2002)
Derler ki Lukianos, o hikâyesinde Homeros'un Odissea'sını gırgıra almış. Odisseus'un denizi işte yanı başımızda. Ay deseniz, neredeyse Dolunay.
Pırıl pırıl bir Bodrum gecesinde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'ndan Liszt ve Mahler'in müziklerini dinlerken bir Odiseus'un kayığında, sirenelerle buluşuyor, bir Lukianos'a eşlik ediyorum.
Düş mü istiyorsunuz, alın size düş. Serüven mi istiyorsunuz, hangi düş serüvensizdir ki? Düşlerimiz olmasa, yaratıcı yanımızı nasıl mahmuzlarız, nasıl kurtuluruz sıradan, tekdüze yaşamlardan? Sanat, bizi düşlerle mutluluğa, sevince; güzele, doğruya taşıyan düş atı. Onun sayesinde ruhlarımızı arıttığımızı hangi sanatsever reddedebilir ki?
Bu geceki şef, Ferenc Gabor . Piyanoda da başka bir Macar, Endre Hegedüs var. Orkestra da şef de oldukça iyi. Ama bu akşam benim kulağım fagotta. Şef, sopasını ona doğru kaldırdığında daha bir dikkat kesiliyorum. Çünkü bu gece o, çocukluk arkadaşım Rafet'in( Kazıl) nefesiyle ezgileniyor. Ne yazık ki ben, arkadaşımı sahnede ilk kez izleyebiliyorum.
1950'li yıllardayız. Bizim çıkmaz sokağın başında Rafetlerin evi var. Babası ilkokulu bitirmiş miydi bilmem; ama görsel ve mantıksal zekası olağanüstü biriydi. Daha önce hiç görmediği bir makinenin arızasını bulur, gerekirse kendisi bir parça üretir, makineyi onarırdı.
O yıllarda Milas - Muğla karayolu köyümüzün içinden geçerdi; ama sokaklarında kaya, taş, topraktan yürümek bile zordu. Hüseyin Amca, bir jeep almıştı. Biz jeepe hayran hayran bakan çocuklara, "Çocuklar, bu yoldaki taşları kahvelere kadar toplarsanız sizi bununla gezdiririm." deyivermişti.
Kaç çocuktuk bilmiyorum. Yoldaki taşları yalap şalap topladık. "Haydin bakalım!" dedi. Hepimiz jeepe doluştuk. Hüseyin Amca, bizi Leyne yolu sapağına dek götürüp getirdi. Bu diğer çocuklar gibi benim de motorlu taşıta ilk binişimdi.
O zamanlar evlerde radyo da yoktu. Ancak Rafetlerde bir gramofon ve üç beş taş plak vardı. Rafet'in, gramofonun hunisini çıkarıp balkondan şarkı söylediğini anımsar gibiyim. Hüseyin Amca, Rafet'in müziğe ilgisini buralardan mı keşfetti, bilmem. Ona sefer tasından bir keman yapmıştı. Rafet onu çalar mıydı yoksa tıngırdatır mıydı anımsamıyorum. İlkokul bitti. Ben Isparta'ya öğretmen okuluna gittim, o da İstanbul'a, konservatuara gitti. Ara yıl tatilinde onlarda buluşmuştuk.
"Ben, fagot çalıyorum." dedi.
"Fagot?"
Bir çantayı açtı, içinden çıkan parçaları birleştirdi. Fagot buydu demek. Üfledi, bu ses neye benziyordu ki ? Biz öğretmen okulunda mandolin, flüt, keman ve piyanoyla haşır neşir olmaya başlamıştık; ama fagotu ne görmüş ne de dinlemiştim.
Bir süre sonra Hüseyin Amcalar, Aydın'a taşındı. Rafet'le birkaç yılda bir görüşür olduk. İkimiz de yolumuza başarıyla devam ettik.
Rafet'le Konser öncesi ve arası, kuliste lafladık. Oğlu Ömür'ü anlattı:
"Ömür, dünya çapında fagot sanatçısı olma yolunda hızla ilerliyormuş.2. Yarışmada Dünya birincisi olmuş. Almanya'da Götingen Senfoni Orkestrasında çalışıyormuş. Eşi de Alman'mış."
" İşte başarılı bir bayrak yarışı." dedim ona.
Konserin ikinci bölümünde Tünde Szaboki'den Lizst, Burak Bilgili'den de Mahler anıları dinledik. Bir ara sevgili öğrencim İzmir Devlet Operası sanatçılarından Yunus Kırılmış'ı anımsadım.
Yunus'u öğretmenliğimin ilk yılında Manisa Köprübaşı'nda tanımıştım. Çok güzel saz çalıyordu. Sesi de Ruhi Su'yu andırıyordu. Ama kardeşi Hasibe'nin ender rastlanan berrak güçlü bir sesi vardı. İkisini de konservatuara göndermek için çok uğraştım. Aile, Yunus'a engel çıkarmadı; ama kız kısmının öyle bir okulda ne işi var deyip Hasibe'ye izin vermedi. Yunus gittikten birkaç ay sonra döndü, nedenini öğrendiğimde şaşırmadım.
"Onlar, hep varlıklı şehir çocukları. Bir ben köylüyüm. Onların hepsi özel şan dersleri almış. Ben bugüne dek sadece türkü çalıp söyledim."
Gelenekselin değerini kavrayamayanların evrensel değerleri de hazmedemeyecekleri Tanzimat'tan bu yana nice romana konu olmuştu. Yunus'un uyumunun zor olacağını ben de biliyordum.
Günlerce konuştum onunla. " Köylüyüz; belki bilgimiz görgümüz az; ama içten ve doğalız. Ezgilerimiz aryalar gibi dünyaca ünlü sanatçıların ürünleri değil; ama halkımızın sesi, "ana sütü gibi tertemiz." dedim ona. Ondan, o okula dönmesini, halkın sesini evrensel müzikle buluşturmasını, istedim. Yunus, kırmadı beni. Opera sanatçısı oldu. Şimdi sazıyla türküleri evrensel müzikle buluşturma çabasını sürdürüyor.
O gece Burak Bilgili'yi dinlerken Yunus'u aramamın tam gerekçesini de bir gün sonra Fazıl Say'ı dinlerken buldum. İstanbul Senfonisi yüzlerce kez dinlesem bıkmayacağım bir yapıt.
Bence her sanatçı, bir başka "ay" yolcusu. Bizler, bazen izleyici, bazen dinleyici, bazen de okur olarak onların ay yolculuğu serüvenlerinden bir şeyler kapabildiğimiz oranda daha iyi insan olma şansı yakalıyoruz.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : İlknur Odabaşı LAMİA ile BEYAZ MARTI |
|
Sıkıntılı bir gün geçirmişti bir an önce eve dönüp biraz dinlenmek istiyordu.
En azından sabahın erken saatlerine kadar , amirinin taraflı davranışları, iş ortamının gerginliklerine ara vermiş olacaktı.
Servis hareket etti birkaç iş arkadaşı sanki ev ödevi yaparcasına , kitap ayracı koydukları sayfaları açarak okumaya koyuldular. Bir kaçı da boş gözlerle trafikteki arabaları takip ediyordu, bir müddet sonra , şekerleme uykuya geçenlerde oldu.
Her defasında köprü üzerinden geçerken , evlerin pencerelerin içine sızıp insanların hayatlarını irdeliyordu. Bazen tonton bir dede ile nineyi koltuklarında buluyordu. Duvarda siyah beyaz bir fotoğraf ta , güpür dantelli duvak, mor renkli rujla boyanmış kiraz dudaklı , perma saçlı gelin, kaytan bıyıklı zayıfça bir damat.
Komodinin üzerinde torunların , yakınlarının renkli fotoğrafları.
Oradan çıkıp yeni evli bir çiftin mutfağına gidiyordu , yeni gelin akşama gelecek kayınvalideye kendini daha bir sevdirmek için marifetlerini döktürüyordu, tatlıları bir önceki günden hazırlamış oluyordu.
Yalnız gençler evinden uzakta okumaya gelen çocuk yaştaki genç kızları , yaşı geçkin yalnızları birbir ziyaret ediyordu.
Yalılar hüzün veriyordu , nerede ilk sahipleri nerede o neşeli sofralar diye düşünüyordu.
Çocukluğunda okuduğu Kemalettin Tuğcu'nun Üvey Baba hikayesinde ve , Reşat Nuri Güntekin' in romanında geçen Lamia figürleri aklına geliyordu haksızlığa uğrayan hep yanlış anlaşılıp mutsuz olan gözü yaşlı Lamialar.
Her iş dönüşü yeni bir eve , farklı bir hayata konuk oluyordu. Ne hayatlar ne insanlar keşke herkes mutlu olsa diye geçiriyordu içinden.
Akşam bir ara Beyaz Martı ile konuşsam acaba oğlu Amerika 'dan döndü mü , ne kadar yalnız bir adam ne iyi bir insan benim akıl hocam oldu iyi ki var diye düşündü. Onun önerileri olmasa iş ortamının stresinden zor kurtulurum diye geçirdi içinden.
Ama son zamanlarda internetten insan ilişkileri de sıkıntılıydı. Eski dostlar birer birer yok olmuşlardı ilk zamanlar tüm dünyadan arkadaş edinmek, yabancı dilini geliştirmek fikri zamanla pek tutmadı , ya da kullanıcıların artmasıyla meydan daha farklı amaçlı insanlara mı kalmıştı?
Sonuçta birkaç değerli dost ona sıkıntılı anlarında yetiyordu.
İyi Akşamlar , nasılsın ? Beyaz martı diye sordu , Selam iyiyim dedi , Sen ? Bir dakika bekler misin ?
''Beyefendi buyurun söylemek istediğiniz bir şey mi var ?. Sizle dostça sohbet etmek isterim hayat yorgunu bir insanım.''
Kusura bakma Beyaz Martı araya her zamanki ''doktorlardan'' biri girdi biliyorsun burada herkes doktor,. diyerek gülümsedi , ezberlediğim birkaç tıp sorusundan sonra birden yok olurlar çoğu .
Hanımlar da pek meraklı olmasın dedi Beyaz martı yarı şaka , bence hanımlar meraklı değil kendilerini bir zamanlar heves ettikleri meslekte hissetmek iyi geliyor olmalı diye cevap verdi.
Hangi banka bu ara uygun kredi veriyor bilirsin sen bir ara yazarsan sevinirim. Tamam dedi Beyaz martı.
Sonra İyi akşamlar diyerek kapattılar.
Bu akşam 68 kuşağının yaşadıklarını anlatan diziyi kaçırmayayım dedi , dizinin politik yönü kadar insanların saf ve içten duruşları çıkarsız aşklar ne güzelmiş diye geçirdi içinden.
Ertesi gün birkaç e maile baktı en azından 7 arkadaşınıza gönderin mutluluğu yakalayın türünden e mailleri okumadan sildi.
İyi akşamlar hanımefendi kötü bir tecrübe mi yaşadınız neden cevap vermiyorsunuz?. Haklısınız güvenilir değil bu ortam en iyisi size tel numaramı ayrıca sicilli iş kartımın faksını göndereyim. Faks numaranızı vermek istemiyorsanız kameradan tüm belgelerimi gösterebilirim.
Beyefendi neden bu kadar ısrar ediyorsunuz ?
Sadece dürüst dostlukların varlığını ispatlamak istiyorum hepsi bu.
Üstelikte ihanete uğramış biri olarak manevi destekten başka talebim yok, eşim tarafından aldatıldım . Beyefendi maalesef eski sadakat yok güven yok ne yapabilirim sizin için.
Ve günler süren sohbetler sonucu.
Beyaz martı seninle bir sırrımı paylaşmak istiyorum . Buradan biri ile tanıştım.
Dinlerim anlat bakalım. Seninle sohbet ederken birisi araya girmişti hatırladın mı ?
Evet ne oldu seni etkilemiş anlaşılan. Etkilendim doğrusu ama tanışmadan olmaz değil mi ?
Doğru ama dikkatli ol sen güzel yürekli bir insansın çok kalabalık bir ortamda güvenilir bir ortamda tanışabilirsin .
Günler sonra
Beyaz martıya bir not bıraktı
Ne olur sana danışacağım bir konu var acil.
Beyaz martı bu şahısla tanıştım yolda iken telefonun şarjı bitmişti benim telefonumu kullanmak zorunda kaldı. Ve o sırada ona sık sık telefon geldi ne de olsa çevre sahibi biri, daha sonra tatil günü olması nedeniyle bankalar kapalı idi, araba bakımı için para gerekli oldu verdim.
Çok üzüldüm arabayı almaya gittiğinde arbede olmuş , telefonu düşürmüş başkası cevap verdi . Kötü şeyler düşünüyordum ki beni aradı çok özür diledi.
Parayı ve telefonu en kısa zamanda vereceğini söyledi.
Dinle beni ben bu durumdan pek hoşlanmadım açıkçası bekle ve dikkatli ol lütfen.
Birkaç gün sonra .
Beyaz martı telefonlara sekreteri çıkıyor kendisi sürekli meşgul.
İşte bu değerli dost , korktuğumu söylemek zorundayım . Çünkü dolandırıldın. Nasıl mı ?
Buradan tanıdığım pek çok hanım arkadaşım, tarif ettiğin özelliklere sahip , aynı kişi tarafından benzer bir şekilde dolandırılmış.
Üstelik bu şahıs insanların güvenini kazanmak üzerine kurulu bir yol takip ederek , prestijli hanımları seçerek çevrelerine rezil etmekle tehdit ediyormuş,. bekle gör sana da aynısını yapacak.
Ayrıca bazı hanımlar da beylere benzer davranışlarda bulunuyor muş. Ama hiç korkma . Hemen git adalete , kanunlara sığın ve güven . Lütfen bunu yap. Hadi cesur arkadaşım tüm hanımlar adına bunu yap.
Beyaz martı haklısın, tehditlere başladı. Ama en çok saf yerine konulmak onurumu kırdı.
Hayır değerli dost sen sadece güzel yüreklisin, Dünyayı ve insanları kendi kalbinin çerçevesinde biliyorsun., Aklı başında hiçbir dostun kötü bir şey düşünmeyecektir ,diğerleri de zaten dostun değildir, kendine güven Dünya iyilik ve güzelliklerin dünyası olmalı sakın
üzülme , sakın incinme. Onursuz biri nasıl senin gururunu incitebilir, bu kadar zayıf olma.
Kendine iyi bak , Görüşmek üzere.
Sağol değerli dost , Beyaz martı iyi ki varsın.
İlknur Odabaşı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Arama Motorları Akla Zarar mı? |
|
Aşağıdaki satırlarda okuyacağınız makalede vermeye çalıştığım mesajla bilgisayar başında yaşadığım durum çelişiyor olsa da, hedeflediğim bir konuyu araştırırken kendimi başka bir araştırmanın sonuçlarını incelerken buldum: "arama motorlarının insan hafızası üzerindeki etkileri"
İnternet icad olup, kütüphaneler dolusu veri, bilgi, belge sayısal olarak önümüze yığılınca, haliyle bu yığın içindeki aramaları gerçekleştirmek için de "arama motoru" denen teknoloji üretildi. Bir parmak hareketiyle, üstelik aradığımız "şeyi" tam olarak bilemesek bile, birkaç kelime ile başladığımız arama yolculukları, motorun tavsiyeleri ile karşımıza çıkan listeden "İşte! Tam da aradığım buymuş" diyeceğimiz "akıllı motorlara" kadar geldi.
Neler aramıyoruz ki!
Bir top model'in göğüs-kalça oranından, eski sınıf arkadaşlarımız "Ne yapıyormuş acaba?" sorgusuna, Başbakan'ın kahvaltıda ne yediğinden, Avagadro Sayısı'nın Borsa Endeksi üzerindeki etkisine kadar aklımıza gelen her şeyi...
Eskiden "okuyarak ve öğrenerek" hafızamıza depoladığımız bilgiye, ihtiyaç duyduğumuzda, anımsama yoluyla yeniden ulaşabiliyorduk. Okuyorduk, öğreniyorduk ve bu yolla bilginin kendisini hafızada depoluyorduk, gerektiğinde oradan çağırıp kullanıyorduk ve sonra yine saklamaya devam ediyorduk.
Internet teknolojileri ve özellikle bu yazının konusu olan arama motorları ile başlayan bilgiye erişim süreci, bilginin insan hafızasında saklanma ve ulaşma yöntemlerini de etkiliyor. Günümüzde cevabını bilmediğimiz bir soru ile karşılaşırsak, yukarıdaki önce öğrenme sonra depolama ve ardından da anımsama işini artık arama motorlarına havale etmiş durumdayız. Onlar bu işi bizim için belki daha hızlı ve zahmetsiz yapıyor. Aman DİKKAT! Arama motorları bu işi yaparken beynimize düşen görev değişiyor: Artık hafızalarımızda bilgiyi saklamak yerine sadece o bilgiye ulaşabileceğimiz endeksleri saklıyoruz. Ben bu görev değişimini beynin bazı fonksiyonlarını "dış kaynak" kullanarak "taşeronlaştırmak" diye adlandıracağım. Bu süreç, günlük hayatımızda daha çok işi, daha hızlı gerçekleştirmek açısından sanki daha çekiciymiş gibi gözükse de, sürekli yapılan bu doldur-boşalt işleminin etkilerinin bilinmezliğinin bir sonucu olarak her "dış kaynak" kullanımında ortaya çıkan temel sorun burada da karşımıza çıkıyor: Bağımlılık! Yani o arama motoru elinin altında olmazsa ne yapacağını bilmeyen, dımdızlak kalmış bir beyniniz olabilir.
Beyinlerimiz, "Internet'in hafızasına" artık bir aile bireyinin, meslektaşımızın veya bir arkadaşımızın hafızasına güvenirmişcesine güveniyor. Aradığımız bilgiyi hatırlamak yerine, o bilgiye ulaşacağımız yeri, endeksi, bağlantıyı, kısaca bilginin saklandığı yeri hatırlıyoruz ve o bilgiye ulaşınca onu beynimize transfer ederek "öğrenmek" yerine, kullanıyoruz, tüketiyoruz ve ihtiyaç duyduğumuzda yeniden gidip ilgili yerden yeniden "transfer ediyoruz".
Harvard Üniversitesi'nde bir araştırma yapılmış. Denek olarak seçilen lisans öğrencilerine, "Devekuşunun gözü, beynininden büyüktür" benzeri, cevabı "doğru-yanlış" olan bir dizi soru yöneltilmiş. Sorularla beraber öğrencilere bazı anahtar kelimeler, farklı renk ve fontlarla gösterilmiş. İnternet'i, örneğin Google veya Yahoo'yu, çağrıştıran renk ve fontlar kullanıldığında, öğrencilerden gelen cevapların daha yavaş olduğu ölçülmüş ki bu da cevabı düşünürken akıllarından arama motorunu geçirdikleri olarak yorumlanmış.
Bulgular ve gündelik yaşamdaki kullanım örüntüsü gösteriyor ki, beynimizin öğrenme stratejileri değişim içinde. Birçok insan "Yeniden hatırlamam gerektiğinde bakmam gereken yeri biliyorsam o bilgiyi niye aklımda tutayım ki!" demese de, gündelik koşullar buna zorluyor. Google ve benzeri teknolojiler beynimizin bazı fonksiyonlarının "makineleşmiş dış kaynaklara taşeronlaştırılmasını" hızlandırıyor.
Bir bilimkurgu olan Stanley Kubrick'in "2001: A Space Odyssey" adlı sinema filmindeki HAL adlı bilgisayar bir hayal ürünüydü ama günümüzde IBM'in Watson adını verdiği akıllı bilgisayar bir gerçeğin yansıması.
İnsan beyninin fonksiyonlarını "taşeronlaştırmak", beynin kullanım kapasitesini artıracak mı, yoksa tembelleştirecek mi bunu zaman ilerledikçe göreceğiz.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Zeynep Şebnem Çağlayan Anadolu Efsaneleri İçinde Bir Öykü; SARIKIZ |
|
Mitolojide İda'da doğar Zeus
Efsane der ki, güzellik yarışmasında birinci olunca Aphrodit
Lanetini Hera ve Athena'dan alır Paris ile Troia
Efsaneden doğar yine
Kazdağının zirve noktası Sarıkız
Adını ilkçağlarda yaşayan İda Dağı, günümüzde Kazdağı olarak bilinir. Bu yüce dağ, bir çok efsaneye tanık olmuş, insanoğlunun tanrılar ve tanrıçalar inancına sahip olduğu dönemlerden günümüze kadar rivayetle gelmiştir. Anadolu Türk geleneğinde Kazdağı oldukça büyük önem taşır. Ve kazlar da... Uygurlarda kaz ev hayvanı olarak görülürken, Yakutlarda kutsal bir hayvandır. Şamanizm'de şamanların ruhundan yardım aldıkları hayvan yine kazlardır. Dede Korkut hikayelerinde genç kızların, kadınların kaza benzetilmesi sıklıkla geçmektedir. Kazdağı, kaz suyu gibi bilinenler tüm bunları doğrulamaktadır. Bu sayımızda, Kazdağı efsanelerinden birini hatta unutulmayanını, Alevi efsanesinde anlatılan Sarıkız adıyla bilinen bir kaz çobanının yaşam öyküsünü, hep birlikte hatırlayalım istedim.
Sarıkız; çoban olan babasıyla birlikte yaşadığı köyünde ona yardım eder, babasının onun için aldığı kazları güder, böylece baba kız geçinip giderlermiş. Hem kendisi, hem de yüreği çok güzel olan bu genç kız, herkese yardım etmeyi pek severmiş. Ama gel gelelim, onun bu insani nitelikleri dosttan çok düşman kazandırır olmuş kendisine. Söylentiler, dedikodular almış yürümüş... Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, kötü yola düştüğü iftiralarıyla öldürülmesini isteyenler dahi olmuş. Bu duruma çok üzülen Sarıkızın babası ne yapacağını bilememiş önceleri. Sonunda yıkıcı baskılardan bunalan baba, çağırmış yanına güzel kızını, beraberinde bir kazla, odun kesme bahanesiyle çıkmışlar Kazdağlarına... Bir ara, Sarıkız dağda oyalanırken bırakmış biricik kızını, gizlice kaçmış oralardan baba. Bizim Sarıkız ne yapsın? Dağın zirvesinde, kazlarıyla birlikte insansız yaşamına sabırla devam etmiş.
Dağda kalan hiç kimse tek bir gün dahi yaşayamazmış aslında, ama o günden sonra dağın doruklarında her gece bir ışığın yandığını gören ova halkı, inanamayıp çok şaşırır olmuşlar bu duruma. Geçen uzun zamanın ardından vicdanıyla yanıp tutuşan baba, artık dayanamamış bu azaba, karar vermiş çıkmış dağlara kızını aramaya. Gün boyu aramış durmuş biricik kızını, lakin bulamamış. Hava kararmış, gece çökünce dağlara yolunu kaybedivermiş. Karanlıkta çaresizlik içinde ne yapacağını bilemezken, karşısında bir ışık belirmiş. Işığı takip eden baba, dağın zirvesine geldiğinde gördüğüne inanamamış, ışık o anda Sarıkız oluvermiş. Sarılmışlar, hasret gidermişler baba kız... Abdest almak isteyen adamcağız, iyi yürekli kızından su istemiş. Eren kız kolunu uzattığı gibi Kazdağı'nın doruklarından körfeze, denizden doldurduğu bir tas suyu getirmiş babasına vermiş. Biricik kızının elinde suyu görünce, af dileyip durmuş baba...
Rivayetler, her ikisinin de ayrı yerlerde yaşamlarına veda ettiğini söyler.
Sarıkız ile beraberindeki kazlarından dolayı bu dağlara Kazdağları, babasının yattığı tepeye Babatepe denilmiş.
Anadolu Efsaneleri içinde yaşanan bu öykü, köyünde iftiralara kurban edilmek istenen iyi yürekli kaz kızın, ihtiyacı olanlara el uzatan, yol gösteren eren kızın, bizim Sarıkız'ın öyküsüdür. O zamandan bu güne, nesilden nesile aktarıla durur bizlere... İyi ki de anlatılır.
Efsanelerden doğan, karanlığa ışık tutan,
Kazdağı'nın zirve noktası Sarıkız'ın anısına...
Zeynep Şebnem Çağlayan zsebnemc@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-23
*- Zevkleri hor görüp de zevk peşinde koşan o kadar çok insan tanıyorum ki…
*- Geçmişteki acılarımız gelecekteki acılarımız için bize bağışıklık kazandırmamışsa, demek ki yaşananlardan ders almasını becerememişiz.
*- Sevdiğini dilinle zehirlersen, cesedini de gözyaşınla yıkarsın.
*- Her suçta hepimizin az-çok mutlaka bir payı vardır.
*- Hazine peşinde koşanlar çoğunlukla kendi hazinelerini kaybederler.
*- Kusurunu yüzüne vurduğun her insan potansiyel bir düşman demektir.
*- Affet ki gerçek acının ne olduğunu anlasın.
*- Üzüntünü büyütmeye çalışma; zaten her üzüntü yeterince büyüktür.
*- Acılar hayatın heykeltraşlarıdır. Çekiç darbeleri nasıl ki kayayı yontarsa, acılar da insanı yontar ve mükemmelleştirir.
*- Kral olup da dilenci olmak isteyenler mi; dilenci olup da kral olmak isteyenler mi daha çoktur?
*- Acıların, üzüntülerin, sevinçlerin gerçekten de bölüşülebilmesi mümkün mü?
*- Sağlık çok kolay harcanan, ama çok zor kazanılan bir değerdir.
*- Büyük bir aşk, büyük bir sevgi mi istiyorsun? O zaman büyük acılara katlanabilme gücünün olup olmadığını da iyice düşünmelisin.
*- Güzellik kusuru kapatabilir, ama kusurun güzelliği kapatabildiği görülmüş müdür?
*- Kılıcın zaptedemediği kaleleri, ekmek zaptedebilir.
*- Kusurumuzu söyleyen bir insana karşı, hemen onun kusurunu bulup savunmaya geçmek, en büyük kusurdur.
*- Neşe de anlıktır, üzüntü de. Dert etme, nasıl olsa ikisi de geçip gidecek.
*- Yoksul insanların durumları nedeniyle utanç duymaları gerektiğini söylemek, büyük bir utanmazlıktır.
*- Olumsuzluklar karşısında "kader" deyip geçiyor musun, bununla da yetinmeyip bazen kaderin başına "kötü" sıfatını da ekliyor musun? Sen aptalsan, sen tembelsen, sen zayıfsan, sen yeteneksizsen bunda kaderin suçu ne?
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ZAİDE
Bugün Topkapı Sarayı'nda Mozart'ın Zaide adlı iki perdelik operası vardı. Akşam serinliğinin, martı kanatlarına değdiği vakitte, ben de Gülhane'nin yolunu tuttum. Arnavut kaldırımlarına takıla takıla Topkapı'nın bahçesine ulaştım. Burada hiç ummadığım değişik renklerden oluşan bir kalabalık vardı. Kimisi, özel bir yere gitmenin şıklığıyla gelmiş, kimisi de iş çıkışında uğramış gibiydi.
Topkapı Sarayı, Aya İrini'yle beraber misafirlere "hoş geldiniz" diyordu.
Saat 21:00 da Antalya Devlet Opera Balesi'nin gösterisi güçlü bir gong sesiyle başladı. Ardından sahneyi alan dansçı, erkek sanatçılar, kırmızı kıyafetleriyle nefis bir dans gösterisi sundular.
Zaide'de ki ana karakterler; Zaide; Soprano, Gomatz; Tenör, Sultan Soliman; tenör….
Olay; Zaide'nin zenginliği, sultanlığı red edip, bir köleyi seçmesidir. Bunu sonuncunda ceza alması ya da idamı istenmektedir. Ama oyunun sonu gelmez. Mozart'ın bunu neden yarım bıraktığı da bilinmez. Mozart'ın bir Türk kızına aşkı sonucu, böyle bir oyunu yazdığı söyleniyor. Ama ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Rengârenk kıyafetlerle, çeşitli Osmanlı motiflerinin iç içe olduğu şarkılı opera, martı ve havaiyi fişek sesleri arasında, iki saat sürdü...
İki saatin sonunda insanlarda; iyi ki de geldik, der gibi bir memnuniyet havası vardı.
Akşam serinliğinin, yerini kedi miyavlamalarına bıraktığı, bir Salı günü de böylece bitmişti.
Ve İstanbul, sanatı kucaklamanın sevinciyle geceye merhaba diyordu…
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Uğruna Tercih Ettiğiniz Şeye Değdi Mi?
İnsanız doğamızda var terk etme dürtüsü… Hiçbir sorun yokken hatta her şey yolundayken bile yapabiliyoruz bunu. Peki diyelim terk edip gittiniz sevdiğinizi, hazır mısınız bununla yüzleşmeye?
İyice ölçüp tarttınız mı her şeyi?
Uzun uzun düşündünüz mü üstünde?
O insanın hayallerini, umutlarını bir kenara bırakın…
Ona verdiğiniz sözleri... belki de ona seni hiç bırakmam, bırakamam dediğinizi bir kenara bırakın...
Kendinize şöyle bir bakın... Evet evet kendinize
Daha mı mutlusunuz?
Daha mı çok gülüyorsunuz?
Daha mı sosyalsiniz?
Daha mı çok geziyorsunuz?
Daha mı çok arkadaşınız var?
Daha mı çok paranız var?
Daha mı rahat yaşıyorsunuz?
Ben cevap vereyim sizin yerinize hepsine - HAYIR! -
Hiç mutlu değilsiniz, hiç rahat değilsiniz, hatta hiç huzurlu değilsiniz.
Neden mi? İşte burası biraz uzun…
Çünkü kollarınızı güvenle açtığınız o insan artık yok. Kendinden çok sizi düşünen, gece yatağına yattığında sizin koynunuzda uyuduğunu düşleyen. Arada arayıp seni çok özledim diyen o insan yok.
Belki yemeğinizi bölüştünüz onunla belki cebinizde ki paranızı. Belki kendinize bile almaya kıyamadığınız vitrindeki o ayakkabıyı ona aldınız ya da o size. Hiç düşündünüz mü nelerden vazgeçtiniz onun için ya da o sizin için. İlk öpüştüğünüz günü hatırlıyor musunuz? Onu ilk gördüğünüz günü, ilk buluştuğunuz günü…? Hiç uykusuz kalıp beklediniz mi gittiği yerden evine sağ salim dönsün diye hiç uzun kocaman korkutucu zamanlar girdi mi araya? Birlikte bunları aşmayı başarabildiniz mi, başka neler başardınız, neler aştınız birlikte?
Başta böyle düşünmemiştiniz değil mi? Dışarı çıkacaktınız arkadaşlarınızla kaçamaklar, çapkınlıklar, flörtler.. Daha çok zaman ayıracaktınız kendinize belki ailenize. Şimdi gittiğiniz yerlere sığamıyorsunuz değil mi? Her şey onunla daha eğlenceliydi belki. Mutlu olduğunuzda, hüzünlü bir şarkı da sevdiği yemeği yerken hep o geliyor değil mi aklınıza…
Siz ona alışmıştınız hatta her şeyden çok ona alışmıştınız. Sigaradan, alkolden çok ona, O da size alışmıştı daha da kötüsü terk edilirken kırıldı kalbi, mutlu olamasın dedi. Belki diliyle söylemedi ya da kalbi istemedi ama Tanrı O'nun gözyaşlarını gördü.
Şimdi düşünün bakalım nasıl yaşarsınız böyle?
Bir de hesaplaşın kendinizle uğruna tercih ettiğiniz şeye değdi mi diye?
Betül Sürücü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
İyi Kalpli Seri Katil
Doğum sancısı gibi çığlık çığlığa
Yeni doğmuş gibi hıçkıra hıçkıra.
Acısı bile güzeldi aşkın
Eğer tanımasaydım,
Göz kapaklarında sakladığın
Kapkara güneşi.
Olmasaydı beynim, bedenim
Şu koku, şu meltemi
Deli dolu sözlerini
Kızdığım çocukluk hallerini
Tanımasaydım seni
Yeni doğmuş gibi,
Başka bir dünya gibi
Seni severken,
Derin mavilere uzanmış denizi
Ufukla sınırlanan hayal gücünü
İçinde bulutları eriten gökyüzünü
Ve hepsini taşıyan dağları severdim.
Biz, umutsuz aşkların
İyi kalpli seri katili
Artık gönülde yer yok
Bir ileri bir geri
Seni de unuturum eskiler gibi
Seni unuturum herkes gibi.
Semih BULGUR
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Duman grisi rengi ve tatlı suratlı bir kedi, karşınızda yalvarır gözlerle durup miyavlamaya başlarsa ne düşünürsünüz? http://www.izlesene.com/video/bu-kedi-ne-anlatmaya-calisiyor/3300847 Bu kedi sadece miyavlamakla kalmıyor, birde patilerini kullanıyor. Filmin sonunda ne olduğunu anlıyorsunuz ama sabırla izlerseniz en kötü ihtimalle yüzünüzde bir tebessüm ya da gülümsemeye sebep olacağına eminim.
Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi denedim ve flash oyunlarla ilgili kısa bir araştırma yaptım. http://www.freeworldgroup.com/ bu konuda en beğendiğim web sayfası oldu. Özellikle tavsiye ediyorum.
http://www.msdyt.com/ "Modifiye Suç Değil Yaşam Tarzı" sloganıyla yola çıkan bu web sayfasını gönülden destekliyorum. Hele "Ölümüne şahin, modifiyeli şahin" videosunu kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. Gerek altyazı desteği, müzik kullanımı, röportajlar, görseller adeta bir Aston Martin tanıtım reklamı tadında. Abimiz taverna müziğinden şaşmıyor ve ömrünün yettiğince Şahin'den vazgeçmeyeceğini söylüyor. O bir kuş serisi hayranı. Bu bir tutku. Unutmayalım ki Şahin şöförü olmak bir ayrıcalıktır…
Fotoğraf çekmeyi sevenler bilirler, başarılı (!) çalışmalar için standart bazı kurallar vardır. Örneğin: fotoğrafta bir kitap, üzerine bir gül ya da kalp deseni oluşturacak bir nesne koyarsanız. Ya da tamamen siyah beyaz bir fotoğrafta sadece bir obje renklidir, özellikle kırmızı olanlar tercih edilir. http://brainz.org/14-horribly-overused-photography-tricks/ bu web sayfasında hem başarılı bir o kadar da klişeleşmiş 14 kuraldan bahsediliyor. Bunları bilmeyen kalmadı artık, hadi bi zahmet siz de öğrenin.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|