|
|
|
Editör'den : Vakit kalmadı!.. |
Merhabalar,
Ve hoşçakalın. Ev taşıyorum, yorgunum, sıcaktan nefret ediyorum. Saat üçü çeyrek geçiyor. Artık yatıp uyuma vakti. Haftaya umarım görüşürüz.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇİFTE KAVRULMUŞ CAN SIKINTISI (2) |
|
Şairin dediği gibi sıcaktı işte. "Neredeyse sıcaktan doğuracaktı toprak. Sapı kanlı kör bir bıçaktı Sıcak." Umutla öğlen sonrasına kadar bekledim. Biraz esiverse şöyle ılgıt ılgıt… Çınarların yaprakları dönüverse sağa sola. Nerdeee? Coğrafya derslerinde bizi kandıran öğretmene rahmet... Hani dağdan ovaya, ovadan dağa eserdi bu mübarek. Tık yok. Öğleye doğru kaldırımlar iyice kavrulunca kediler, köpekler bile gölgeden çıkmıyor. Kırlangıçlar ikindiye kadar uçmuyor. Su gibi ter içindeyim. Şimdi buzlu sularla kıyı kıyıya dolu bir havuz olsa bahçede. Cup diye atlasam içine, üşüsem hatta tir tir tiresem. Ne güzel olur. Sıcak bir başına koymuyor adama ama, illa da bu can sıkıntısı.
Can sıkıntısının nerelere varabileceğini anlatabilmek kolay değil. Kasabanın kilometrelerce dışına çıkıp kanal boyunda sapan ile kurbağa taşlamaya gitmeyenler beni nasıl anlayabilir? Siz hiç güpegündüz, üstelik öğlen vakti biberlere saldıran bir gurup çocuk gördünüz mü? Ben gördüm. Süs biberlerinin en kırmızılarını seçip saydılar. Renklerinin kırmızı olması yetmez. İlla hepsi de aynı boyda olacak. Ekmek yok, tuz yok. Sokak çeşmesi başına oturup sonra da biber yeme yarışması yaptılar. Pehlivan Tahir'in Mümin üçüncü, Delibaş Gültekin ikinci, Mustafa Ustanın Erdoğan birinci. En azından yedişer sekizer biberi öylece çatur çutur yediler. Su içmek serbest bereket . Daya çeşmeye ağzını kana kana iç. Su biberin yangınını azaltmıyor ki zaten. Terten sırılsıklam olup "yakmadı kine yakmadı demek" hiç kolay olmasa gerek.
Can sıkıntısı insanları çok yaratıcı yapıyor. Her gün yeni bir rekabet alanı bulmakta hiç zorluk çekilmiyor. Başka bir çocuk gurubu da Gençlik Kulübü'nün önündeki çeşmede başına oturup su içme yarışması düzenlediler. Herkes eline yedigün şişelerini almış. Ha babam iç, de babam iç… Dokuz şişe su içen yarışmayı kazandı. Göbeği hamile kadın gibi çıkıverdi. Ödülü ne peki? Hiçbir şey? Biraz gaz versen bütün çocuklar can sıkıntısından dipsiz kuyulara atlayacak. Biber yarışmasının sonuçlarının neye mal olduğunu bilmiyorum. Ama su içme yarışmasını kazanan çocuk yarım saatte bir tenhalara sıvışıp işemek zorunda kaldı.
Bu gün hangi çocuk böyle bir şey yapar bilmiyorum. Araba lastiği, yanlış duymadınız eski bir araba lastiği alabilmek için Sülo'ların benzin istasyona kadar giderdik. Nerden baksan iki kilometre gidişi iki kilometre dönüşü var. Eğer yoldan geçen birisi lastiğini değiştirip atmışsa ne ala. Genellikle eli boş dönerdik. Böylesine bir azmin elinden ne kurtulabilir? Elbette zamanla hepimizin birer eski otomobil lastiği oldu. Lastikleri ne mi yapacaktık? Sokak sokak çevirerek dolaşacağız. Toprak yolda araba gibi iz bırakır giderdik. Sonra o ize bakıp sanki otomobilimiz varmış gibi mutlu olurduk. Kendi çocuklarıma para versem böyle bir oyunu oynamazlar. Düşünsenize bir yolda sekiz tane lastik izi var. Ve hiç biri dümdüz gitmiyor. Kimisi birbirinin içinden geçmiş, kimisi yolun dışına çıkıp tarlalara doğru gitmiş. Bunu ilk kez gören aklını oynatabilir. Bu nasıl araba abi böyle? Bu yoldan nasıl bir araba geçmiş olabilir? Hadi kolaysa düşün de çık içinden. Çember de çevirirdik ama araba lastiği daha havalı bir şeydi.
Bütün acayiplikler böyle yaz sıcaklarında yaşanırdı. Kasabadaki bütün İbo'lar, bütün Hasan'lar can sıkıntısından balataları sıyırmıştı. Tatali etliye sütlüye karışmazdı ama çatlak İbo'nun bıçağı vardı. Sürekli kendi kendine söylenerek, telaşlı telaşlı yanımızdan geçip giderdi. Kimse ilişmese, takılan olmasa o da kimseye bir şey demeyecek ama ne mümkün? İnsanlar can sıkıntısının elinde çaresizlik içinde kıvranırken onun yoluna gitmesine izin verirler mi? İlla biri çıkar ıslık çalar, hıştlar, pıştlar küfürü yerdi. Birileri numaradan araya girer onu sakinleştirmeye çalışırken bir başkası da yanan ateşe gaz dökmeyi sürdürürdü. Bunu spor olsun, eğlence olsun diye yaparlardı. Azıcık eğlenelim, gülelim diye… Can sıkıntısından kızlar hep yazın kocaya kaçardı. Sevdiğime vermediler diye kendini zehirleyenlerde hep aynı zamanlara denk gelir. Vermeseler ne olacak sanki? Niye kendini öldürüyorsun? Sen de al nüfus cüzdanın kaç git. Benim bütün tanıdıkların bu yaz sıcaklarında evlenmiştir. Bu sıcaklar insanda akıl mı bırakır? Nereden bileceğim, elbette kendimden biliyorum.
O kasabada yıllar içinde her şey değişti. Sokaklar, kaldırımlar değişti. Akasyalar, dut ağaçları ve çamlar kocaman ağaç oldular. Belediye başkanları değişti. Binalar, insanlar değişti. Yeni okul hatta sağlık ocağı bile yapıldı. Tütün, kavun, karpuz, domates tarlalarını yerini hep zeytinlikler ve bağlar aldı. Çocuklar büyüdü hatta orta yaşlı insanlara dönüştüler. Ama can sıkıntısı öylece kırk sene önceki haliyle duruyor. Benim hala karşıki dağın ardında bir umudum var. Bir gün gelecek teknoloji çok ilerleyip bunun çaresini bulacak. Kasabanın üzerinden yangın uçağı gibi bir aletle süt beyaz bir sıvı püskürtecekler. Sıcak aynı kalacak ama can sıkıntısı şıp diye kesilecek. O gün ilk kez Kopuğun kahvesindeki yaşlı adamlar birbirlerine bakıp domino taşlarını ellerinden fırlatıp atacaklar. "Altmış senedir aynı oyunu aynı arkadaşlarla oynayıp duruyoruz. Yeter yahu, yeter… Bu kadar da olmaz ki,"diyecekler. Başka bir eğlence bulmalı?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu D-MARİN KONSERLERİNİ İZLERKEN (3) |
|
ADA YA DA FAZIL SAY
İnsan, ömründe bir kez bile olsun adaları seyretmek için Turgutreis'e gelmeli. Önde Çataladalar, Tülüce, Topanada,Yassıada, arkada Kos, Pserimos, Kalimnos… Halikarnas Balıkcısı'nın öyküsünü anlattığı Gülen Ada, bunlardan bir olmalı; ama hangisi? Ya o, "Can Kurtaran Anırtı" öyküsünde anlattığı fırtınalı bir günde ansızın önüne çıkıveren adamlara "Thelete Gala kumbare?" ( Süt ister misiniz babalıklar?" diyen 8 yaşlarındaki Rum kızı bu adaların hangisinde yaşar ki?
Ada, tarih boyunca özgürlüğün de tutsaklığın da simgesi olmuş. Thomas More'dan, Bacon'a mutlu adalar edebiyata konu olurken, Robinson'la ada, yalnızlığın simgesi oluvermiş. "On altıncı yüzyılda, bir ressam ne zaman bir dünya haritası çizecek olsa, karısı hemen, 'Sevgilim şuraya bir ada koyuver, yalnız benim olsun!' dermiş. Ressam da bu isteği uysallıkla yerine getirirmiş." ( Akşit Göktürk, Edebiyatta Ada, Sinan Yayıları, 1973)
Bence her sanatçı aslında bir ada. Sanatçının, tutsaklığı da özgürlüğü de kendi içinde. Yaşadığı zaman ve coğrafyadan beslenmesine karşın, onlara başkaldırması, öncülüğü, kırılganlıkları… her şey onun varlık nedeni.
Bu yılki festivalin final sanatçısı Fazıl Say. O, daha şimdiden klasik müzik adaları arasında özgün bir ada. Böyle dolunaylı bir akşamda adalar denizinin dudağında onu dinlemek tanımsız bir haz.
Konser öncesi İnternette Fazıl Say'ın çalışma odasının videosunu izlemiştim. Konserde onun parmaklarının piyanonun tuşlarında kusursuz gezinişini izlerken bu kusursuzluğun kaynağını düşünüyorum. O, bir üstün yetenek ve gecesini gündüzüne katan büyük bir emekçi. Büyük sanatçı olmak için, bunun ikisinin de bir bedende bir araya gelmesi gerek. Peki, yeterli mi? Bu sorunun yanıtı, konser öncesi izlediğim o çalışma odasındaki piyanosunun üstündeki Beethoven, Nazım Hikmet ve Einstein'in büstleriyle Aşık Veysel'in fotoğrafında saklıydı. Bir sanatçının başka büyük adaları bilmeden, özümlemeden kendi adasını doğurma ve büyütme şansı yok.
Fazıl Say, konserin ikinci bölümünde sahnede değildi; ama Şef Gürer Aykal yönetiminde Borusan Filarmoni Orkestrası onun İstanbul Senfonisi'ni seslendirdi. Eser yedi bölümden oluşuyor. Fazıl Say bu bölümlere Nostalji, Tarikat, Sultan Ahmet Camii, Hoş Giyimli Kızlar Adalar Vapurunda, Haydarpaşa Garı'ndan Anadolu'ya Gidenler Üzerine ve Final adlarını vermiş. Her bölümü beni alıp kendi çevreninde dolaştırdı. Zaman zaman bizim renklerimiz, bizim tadımız, kokumuz da olduğundan mı böylesine etkilendim diye düşündüm. Ama severek dinlediğimiz hangi dev sanatçı yerel tat, koku ve renklerden esinlenmemiş ki! Önemli olan yerelde evrenseli yakalayabilmek değil mi?
İstanbul Senfonisi'nin başka orkestralar tarafından seslendirilme olanağı nedir, bilemem; çünkü klasik batı müziğini böylesine iyi kavramış Burcu Karadağ (ney), Hakan Güngör (kanun), Aykut Köselerli ( kudüm -bendir) ustalarını bulmak her orkestranın harcı değil.
Konser sonrası binlerce müziksever, Fazıl Say'ı ayakta alkışlarken, onun geçen yıl İnternete düşen "Siz kazandınız." adlı mektubunu anımsadım. Siyasi duruşunu beğenmeyen yalelliciler, göbekçiler, tepside erkek oynatan ahlak ahkamcıları… internet sitelerinde ona ağızlarına geleni söylemekten çekinmemişlerdi. Fazıl Say, gavur müziği yapan biriydi onlar için. Üstelik solcuydu da…
Fazıl Say, o mektubunda, gidiyorum, demişti.
Daha önce Nazım'ı göndermiştik. Sabahattin Ali'yi sınırda öldürtmüş, Orhan Pamuk'u memleketle ilgili görüş beyan etti diye aforoz etmiştik. Ömründe bir kez olsun bir şiir, bir roman okumayan, bir tabloyu izlemeyen, bir senfonik eser dinlemeyenlerin Fazıl Say'ın da gitmesini istemelerinden doğal ne olabilirdi ki!
Sanatçıların, ruh göçü olmaz. Tensel göçü ise yalnız ölümedir. Çünkü onlar, her ada gibi kendi coğrafyasının ürünüdürler. Başka coğrafyalarda kendilerini yeniden var etmeleri olanaksızdır. Konstantinos Kavafis'in:
"Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de." demesi de bundandır.
Fazıl Say, ışıltılı bir ada, bizim adamız. Bu ulusun adı, gelecekte Fazıl Saylara git diyenlerle değil, Fazıl Saylarla yaşayacaktır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YOL
Gidip de dönemeyenlerin, gelip de göremeyenlerin acısını her ne kadar anlamaya çalışsak da kişisel olarak yaşamadıkça anlamanın ne kadar zor olabileceğini tahmin edersiniz.
Yollar vardır birleştiren, yollar vardır ayıran...
Çıkılan yollardan yarıda bırakıp geri de dönülebilir bazen. Bir telefon, sıkışan bir trafik, birkaç dakikacık geç kalma, bir aracı kaçırma bazen hayat da kurtarır. Gitmeyi planladığımız yere varamamak henüz zamanı gelmediğini de gösterir. Doğru zaman değildir o an, doğru koşullar yoktur henüz.
Sizin planlarınız değil evrenin şaşmaz planları ve dengesi işlemdedir.
İşlem merkezine müdahaleniz söz konusu değildir.
Kelebek etkisini duymuşsunuzdur, işte bu da böyle bir etkidir. Sizin oraya, o dakika değil, başka bir yere başka bir dakika gitmeniz gerekmektedir bekli de, yani KADERinize... Belki de taaa ezelden belirlenmiş hedefinize…
Yoldan çıkma, yolda ol..
Müşerref Özdaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran YAĞMUR SUYU SATIŞA ÇIKARSA |
|
Üretime, yeniden üretime aldırmayan; eline ne geçerse satıp para kazanmaya bakan uluslar arası çetenin, Bolivya'da Evo Morales'i işbaşına getiren su savaşlarına yol açtığını anımsarsanız.
Eski bir sömürgeci torunu, İspanyol İciar Bollain; tıpkı soylu öncülleri José Marti ya da Fidel Castro gibi, insan kanı emerek beslenmeyi elinin tersiyle itmiş; İspanya ve Günel Amerika tarihini yeniden ele almaya karar vermiş. Ünlü yönetmen Ken Loach'un usta öykü yazarı Paul Laverty ile el ele, kafa kafaya vermiş, bence son yılların en çarpıcı filmini, Yağmuru Bile'yi çekmiş.
Çok başarılı bir anlatım yolu saptamışlar önce; bütün dünyaya büyük kâşif olarak sunulan yağmacı, kıyımcı Kristof Kolomb'un Güney Amerika'ya gelişini; güzelim yerlileri kandırışını; önce iyilikle, sonra kılıç zoruyla altın toplayıp gözü doymaz efendisine göndermeye gidişini anlatan bir film çekecekler; bunun için halktan ucuza oyuncu adayı kapatmak üzere bir çağrıda bulunuyorlar: bizde 100 kişilik çöpçülük için 1000- 10 000 kişinin başvurmasını anımsatan uzun bir kuyruk oluşuyor; ister istemez aralarından göz kararıyla seçim yapıyorlar: derken, gerçek anlamda Güney Amerika yerlilerine benzeyen bir adamla güzel kızı seçilemeyenler arasında kalınca çıngar çıkıyor.
Anamalcı düzensizlik, biliyorsunuz, olumsuzu bile satmak ister: bu huysuz adama filmde önemli bir rol veriyorlar; çarpıcı, büyüleyici koşutluk o zaman başlıyor: filmde böyle önemli bir rol kapan o sıradan Bolivyalı, Demokritos'un ünlü olasılık-gereklilik ikilisinin yardımıyla, içeçek suları bile ellerinden alınmak istenen halkın, köylülerin giriştikleri ölüm-kalım savaşında gerçek bir öndere dönüşüyor.
Filme bir katman daha eklemeyi bilmiş öykü yazarıyla yönetmen hanım: oyuncuların iç dünyaları, çelişkileri, zayıflıkları, erdemleri.
Çekim öyküsünün hazırlanmasında büyük payı bulunan, Kolomb zamanında yaşanan insanlıkdışı işlere karşı çıkan; dünyayı inandığı İsa'ya yakışan düzen ve törelere kavuşturmak üzere silahlı zorbalara sözle karşı durmaya çalışan din adamının dramı; başroldeki oyuncunun, derdinden içip ezberleyeceği metni unutuşu; kendisi milyonlar alırken zavallı yerlilerin boğazı tokluğundan daha azına çalıştırılması; filmde yönetmeni canlandıran gencin, kendilerini büyük bir sevinçle karşılayan yetkiliden, filmin çekimini, dolayısıyla sırtı sağlamların kazancını tehlikeye atan su savaşında direnişçilere anlayış göstermesini istemesi; onun da, büyük bir pişkinlikle ve açık sözlülükle: iyi ama, siz de önemsiz oyunculara benim halka verdiğim kadar para veriyorsunuz, deyişini gösterişsizce, en doğal biçimde filme yerleştirmek çok, ama çok büyük ustalık, duyarlılık.
Filmin sonunda, her şeyi parayla yapabileceğini, bütün sorunları çözüp herkesi satın alabileceğini sanan gösterişli, kendinden emin, kararlı yapımcının; hapislere düşen, işkenceye uğrayan, sonunda kaçıp ayaklanan halkın önüne düşen yerlinin ağır yaralanan kızını kurtarması için ondan yardım istemeye gelen eşi karşısındaki kararsızlığı; filmi çekenlerle birlikte havaalanına gitmeye hazırlanırken: iyi ama, o senin arkadaşın sözü üzerine titreyip kendine gelişi; gerçek bir savaş alanına dönmüş kentte küçük kız arayışları; bulup hekimlerin güvenilir ellerine teslim edişleri; öbürleriyle gitmeyip yapımcı dostunu beklemek üzere küçük bir tepeye çöken yönetmenin kederi, yalnızlığı, güçsüzlüğü…
Sözün kısası, İciar Bollain'le Paul Laverty¸ küresel yozlaşmanın her şeyi silip süpürdüğü dünyamızda insana yakışan asıl değerleri çok acı, şiirsel bir dille anlatmayı başarmışlar.
Bu başyapıta hiçbir yarışmada ödül vermemiş, verememişler; Sinema Günleri'nde bizim bile haberimiz olmamış; nitelikli sinemaların birer birer kapanıp tarihe karıştığı kentimizde, kahraman bir sinema, nasıl oluyorsa, gösterime sokmuş onu; sokmuş da ne olmuş? Bizim gittiğimiz gün, salonda topu topu on kişiydik.
Bilmem ne sululuğu değil çünkü film; dünyamızın gerçek sorunları, acı çeken milyarlar var içinde. Kentinize kazara bir haftalığına gelirse, bari siz kaçırmayın.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-24
*- Her yerde aşk! Köşe başlarında, televizyonlarda, şarkılarda, kırlarda, evlerde… her yerde; kısacası işportaya düşmüş bir aşk; ama ne yazık ki gerçek alıcısı yok. Aşk da düzene uymuş, piyasa kuralları geçerli. Yani arz-talep meselesi.
*- Aşk, çok basittir, öğrenmesi kolaydır, diploma filan da gerektirmez. İşte o yüzdendir ki herkes tarafından bilinir.
*- Alışkanlık aşkı öldürürmüş; peki aşk alışkanlığı ne yapar?
*- Aşk bazı insanlarda bir şeylerden kaçış olarak başlar; ama gene aynı kişilerde kaçılan şeye dönüş ile biter.
*- Seven kadın bağışlar, ama asla unutmaz. Zaten, unutsaydı seven bir kadın olamazdı.
*- İşte gene güneş batıyor. Sıradan bir şey; ama gün batımına bir de aşık gözüyle bak!
*- Her aşık yaşadığı aşkın "son aşkı" olduğunu düşünür. Bazen son'lara da "son" ekleyeceğimiz nedense aklımıza bile gelmez.
*- Neden hep aşık aşağıda aşk da zirvededir. Tersi mümkün değil mi?
*- "Bizimki geçek aşktır.", "Gerçek aşk şöyledir", "Yok gerçek aşk böyledir." Allah aşkına bu aşk denilen şeyin bir de sahtesi mi var da gerçeğine bu kadar çok vurgu yapılıyor?
*- Aşk, aklı aciz bıraktı!
*- Şüphe ve ihanet; aşk ile karşılaşmamak için kaçıyorlar, lakin nereye kadar?
*- Aşk, kalbe sevgi pompalayan bir emme-basma tulumbadır.
*- Aşkların büyük/küçük diye derecelendirilmesine karşı çıkıyorum. Yok böyle bir şey! Aşk, aşktır.
*- Aşktan şikayet eden aşkı bilmeyendir.
*- Aşk, en kaba insanları bile yontabilen bir araçtır.
*- Aşkı başlatan ya sözdür, ya gözdür, ya tendir, ya da dildir.
*- Aşk motorunun yakıtı çabadır, emektir. Yakıt kalitesiz ya da az ise motor tekler; bitince ise stop eder.
*- Aşkın kapısı iki tanedir. Birisi hem giriş hem de çıkış içindir; diğerinde ise sadece çıkış vardır.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
LALE DEVRİ'NİN DEMOKRAT HAVASI
İlmi çalışmalar, bilimsel inkişaflar hep toplumların hür ve demokrat ortamlara kavuştuğu dönemlerde gelişip neşvü nema bulmuştur.
Avrupayı bugünkü seviyeye getiren, toplumun üzerine bir kabus gibi çöken ortaçağ kilise baskısından kurtulmasıdır. Bu dayatmacı ve zorlayıcı anti demokrat baskının kalkması elbet kolay olmamıştır. Meydanlarda nice insanlar yakılmış, giyotinlerde yüzlerce kafa kopartılmıştır.
Demokrasinin hakim olduğu Antik Yunan'da günümüz biliminin temellerini kuran bilginler yaşamıştır. O gün Aristo her ne kadar bazı açılarda dömeokratik yönetimi eleştirsede şayet böyle bir ortamda yaşamamış olsaydı bildiğimiz Aristo olamayacaktı.
Antik Yunan eserlerinin Arapça!ya tercümesi sonrası yetişen Farabi, İbn-i Sina, Biruni, İbn-i Rüşt gibi isimlerde o dönem İslam dünyasının özgürlükçü ortamında yetişmişlerdi. Keza dini ilimlerin birer ilim dalı olarak ortaya çıkması İslam toplumundaki hoşgörü ve özgürlükçü yaklaşımın bir sonucuydu.
Bu bağlamda Lale devri kısa süren ancak tarihimizin çok önemli dönümlerinden biridir. Sürekli savaşçı ve asker ağırlıklı toplum Nevşehirli İbrahim paşanın sadrazamlığıyla barışçıl ve durağan bir yapıya dönüştürülmek istenmiştir. Toprak kaybının kendine dönecek olumsuz sonuçlarına rağmen Pasarofça anlaşmasını imzalayarak savaşsıl toplum ortamını barışsal ve huzurlu bir topluma geçirmeye çalışmıştır. Böyle bir ortama ogün Osmanlı toplumunun ihtiyacı vardı. Çünkü kendini değerlendirip özeleştiri yapması ve ilerleyip güçlenen Avrupayı doğru algılamasının tam zamanıydı. Bunun için topluma ferah ve güzel bir ortam sağlayacak olan sanatsal imar faaliyetleri başlatıldı. Buna başat kütüphaneler kuruldu, doğu ve batıdan tercümeler yapıldı. Bu tercümeler Cumhuriyet döneminde Hasan Ali Yücel'in girişimleriyle yapılan doğu ve batı klasikleriyle birlikte tarihimizin en önemli sosyo-kültürel girişimidir.
Hedeflenen antiaksiyonel ve düşünsel ve içsel sosyal yapı yavaş yavaş oluşmaktaydı. Matbaanın ülkeye getirilmesi ve devamında kütüphanelerin açılmasıyla toplum, bilim ve kültüre yönlendirilmişti. Siyasi kuralların belli kurallarda netleşmesiyle padişahın tahttan edilme endişesinin bulunmaması toplum üzerindeki siyasal baskıyı da kaldırmıştı. İsteyenin eğitim görmesine, araştırma yapmasına düşünceler üretmesine açık bir siyasal ortam oluşmuştu. Bizce Lale devri tarihimizin en demokratik dönemiydi. Belki toplumumuz hiçbir zaman bu kadar hoşgörülü ve demokratik bir ortama kavuşmadı.
Lale devrinin demokratik sosyo-kültürüel yapısı şayet devam etseydi henüz işin başındaki Avrupa'yı yakalamamız doğal bir sonuç olacaktı. Muhtemelen ikinci İbn-i Sina'ların, Farabi'lerin yetişmesine ortam hazırlanmış olacak ve bugün Avrupa'nın konumunda biz olacaktık.
Ancak mevcut toplum yapımız ve kabul edilmesede sürekli bizi gözetleyen Avrupa'nın hiçbir zaman farkında olamadığımız ve olamayacağımız müdahaleleriyle milletin önünü açacak Lale devri ortamı maalesef benzerlerini çok yaşadığımız tertipleme bir isyanla sonuçsuz kalacaktı. Hemde çok uzun bir süre benzer girişimlere kimse cesaret edemeyecekti. Toplum statükocu atıl ve bağnaz yapısına kendiliğinden razı olacaktı.
Demokratik ortamdan uzaklaşmamız, grup olarak birilerini hep kazandırdı ancak toplum olarak bizi hep gerilere götürdü. Hak ve adalet adına ortaya çıkan Patrona Halil, bu millete en büyük kötülüğü yaptığını elbette bilmeyecekti. Asıl hak ve adalet, matbaaların kurulması, kütühanelerin açılması, sarayların yapılması ve masum eğlencelerin devamı sonrasında ortaya çıkacaktı.
"İnsaf, İnsaf" sözü benzeri "ah biraz demokrasi" diyorum. Şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz şey demokratik toplum ortamıdır. Bırakın dileyen dilediğini yapsın söylesin yazsın etsin. Korkmayın zülfüyare dokunmayacaklardır. Dokunurlarsa siz ne güne duruyorsunuz.!
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Midemde uçuşan kelebekler..
Sevgilim beni terk edeli bilmiyorum kaç ay oldu. Aynalara küstüm saçımı toplamak, makyaj yapmak için bile bir sebep bulamıyorum. Canım işe gitmek istemiyor hatta her sabah nerdeyse on - on beş dakika ne bahane bulsam da işe gitmesem diye düşünüyorum. Bütün enerjimle yoğunlaşmama rağmen doğru dürüst beslenmeyip yemek yemeğe de küstüğüm için bir fikir bile bulamayıp yine kendimi işimin başında buluyorum.
İş yerinde vakit geçiremiyorum evde sıkılıyorum nereye gitsem derdim benimle geliyor, içimde büyüyor sanki nefes aldırmıyor. Hatta öyle bir haldeyim ki sanki dünyanın en büyük yükünü ben taşıyorum.
En sonunda böyle olmayacağına karar verdim ve kendimi bakıma aldım önce kuaför saç bakımı cilt bakımı ardından güzel bir alışveriş… Evet bunlar biraz iyi geldi ama tam olarak aradığımın bu olmadığına karar verdim. Çivi çiviyi söker mantığıyla attım kendimi arkadaşlarımın yanına. Arkadaşımın arkadaşı, onu beğenmedim, bundan hoşlanmadım derken hoop çıktı karşıma biri. Hem de öyle biri ki sanki tam aradığım kişi. Muhabbeti sıkmıyor, tavırları yormuyor, öncekini hatırlatmıyor. Böyle sanki midemde kelebekler uçuşuyor. Şimdilik her şey yolunda ama biliyorum ki bu döngü hep böyle devam edecek. Biz yine uzayan ilişkilerin azalan ilgilerin kurbanı olacağız.
Yine de bile bile bu sefer ki farklı olur diye başlıyoruz. Yine de bile bile aynı umutları yeniden besliyoruz. Çünkü biz aşksız yapamıyoruz. Biz kadınların zayıf noktası da bu olsa gerek. Bize güzel heyecanlar yaşatan her erkeğe sıkı sıkı bağlanıyoruz sanki hiç gitmeyecek gibi. İlişkinin her evresinde o kelebekler uçuşmaya devam ediyor sanki hep baharmış gibi.
Betül Sürücü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AĞLATIR
Hazırlıksız yakalanmak değil de
Gerçekten utanmak ağlatır
Yarınları değil sadece geçmiş
günleri düşünmek ağlatır
Değişik insanlar değil de
Çok sesli korolar ağlatır
Genelde bizden küçükler değil
Hep daha yaşlılar ağlatır.
Koşmaya başlayan değil de
Hiç bitiş çizgisine varamayan ağlatır
Kendi kendine geliştirenler değil
Üretmeden sorgulayanlar ağlatır.
Herkesi beğenenler değil de
Hiç beğenilmeyenler ağlatır.
Bir bahar esintisinde kırılan ağaç
dalı değil
Gök gürültüsünden korkan çocuk
ağlatır.
Beni, senin gelip geçtiğin şehirlere
hep senden sonra varmak ağlatır.
Beni, solgun kentlerde sensiz dolaşmak
ağlatır.
Beni, yokluğunda vurdumduymaz yüreklerde
soluklanmak ağlatır.
Beni, sevgimi sorgulayan arsız soruların ağlatır.
Cenk Bölük
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.
Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.
http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.
Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|