Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.883

 12 Ağustos 2011 - Fincanın İçindekiler


  • KIRLANGIÇ KANATLI YAZI -1 ... Seyfullah Çalışkan
  • İKİ HABER, BİR YAZI ... Hamdi Topçuoğlu
  • "KIR-MAK" TAN "KIRGIN" ... Hilal Bayram
  • İKİNCİ KANAL ... Mehmet Önder
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-26 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • Saaaayın Seçmenlerimmmm! ... Abuzittin Tırlak


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Kütahyalı Alçı'dan Maymun Biblosu!..


    Merhabalar,

    Yıllar önce Cem Özer Avşar kızı için "Medya Maymunu" demişti de yer yerinden oynamıştı. Hatta bu maymunluk magazin literatürüne bile geçti. İşte geçen gün üç ilahiyat profesörünün yanında bir yeni türemiş ulemayı görünce bu sıfat aklıma geldi, medya maymunu. Hani Ramazan geldi hoş geldi diyerek, hergün her yerde yapılan dini sohbetlerden birinin ev sahibiydi yeni maymunumuz. Okyanus ötesinden yürü ya kulum denilen bu yeni yetme fikir adamı(!?) "Cinsel ilşki ile oruç açılır mı?" benzeri akil(!?) sorulara cevap arıyordu. Lüleburgazlı mı Kütahyalı mı, her ne ise, bu zat-ı muhterem aynı zamanda üç ayrı televizyonda saatler süren program yapıyor. Sağa sola giydirmekten vakit bulduğunda, bir ara evlendiği saygıdeğer eşi de onu aratmayacak meziyetlere sahip. Hani şu "Gayrimüslimlere getto" tezinin dişi destekçisi. Velhasıl aile boyu bir maymunluktur gidiyor. İşin kötüsü daha epeyce gençler, yani daha uzun yıllar başımızı ağrıtacak potansiyele sahipler.

    Bugün Silivri'de önemli bir karar verilecek. Tutuklu vekiller tahliyelerini isteyecekler. Buna verilecek cevap yalanıp yutulacak tükürüğün de hacmini belirleyecek.

    Birleştirile birleştirile içinden çıkılmaz hale getirilen davada yaşanan son tutuklama skandalı jeneriklikti ama hakettiği ilgiyi maalesef yeterince görmedi. Delilleri karartacaklar, kaçma şüphesi var, böyyük suç işlediler, gibi gerekçelerle hakkında tutuklama kararı verilen bir Orgeneral, adliyeye tutuklanmak üzere sabahın köründe geliyor, bir miktar bekledikten sonra savcı, hakim meşgul diyerek, gidin öğleden sonra tekrar gelin deniyor. Adamcağız gidip 2 saat sonra geliyor suratına tutuklama emri okunuyor ve cezaevinin yolunu tutuyor. Böylesi garabetlerin yaşandığı bir davanın hayırlara vesile olacağını düşünen varsa beri gelsin.

    Tayyip Beyin Suriye'ye "gönderdiği" bakanımız dönüşünde "Sadece Türkiye'nin rahatsızlığını bildirdik." dedi. Yahu bizim ne rahatsızlığımız olacak ki bildirsin. Kankamız değil mi Esad? Ensesine vurup lokmasını almaz mıyız? Biz ABD'nin kuklası mıyız, telgraf memuru mu? Ne mesajı götürecek mişiz? Bunu söyleyen namerttir, dibi yanmış tavadır, yosun tutmuş sürahidir. Hıh. Kalın bari sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KIRLANGIÇ KANATLI YAZI -1

    Yarı uykulu bedenimi balkona taşıdığımda sabahın serini henüz sokaklarda oyalanıyordu. Henüz güneş sadece binaların yüksek pencerelerinden yansıyordu. Gölgeler upuzun, gölgeler serin ve taptaze sabahla doluydu. Dört veya beş kırlangıç karşımızdaki inşaatın sıvasız duvarlarının önüne inip kalkıyorlardı. Yerde toza toprağa bulanmış yavru bir kırlangıç vardı. Küçük olmasına rağmen onun sesi ötekileri bastırıyor, telaşla çırpınıyordu. Suat, Ali Osman, Mehmet ve ben yuvasından zamansız uçmuş birer kırlangıç yavrusuyduk. Hem uçmayı istiyorduk, hem de evimizi ve annelerimizi. Kasabanın evleri, sokakları, asfaltı ve dut ağaçları bizdin uzaklaştıkça ağlamamak için kendimizi zor tutardık. Saatlerce kimsenin ağzını bıçak açmazdı. Yanlışlıkla içimizden birisi birkaç kırık dökük kelime söylese zırıl zırıl ağlardık. Bize ağlamak yakışmazdı. Hepimiz eşek kadar delikanlılardık. Bunun kocaman bir yalan olduğunu bilirdik. Ama inanmasak ayıp olur, büyümek isteyen yanımıza ters gelirdi. Susardık. Birbirilerine az önce darılmış delikanlılar gibi birbirimizin gözlerimizden kaçardık. Dağları, yol kenarlarındaki akasyaları, ovadaki uçsuz bucaksız anızları boş gözlerle süzerek yola devam ederdik.

    Dört, beş kadar kırlangıç aralıksız olarak yavrunun yanına işçiler gelinceye kadar sürekli inip kalktılar. Ortalıkta insanlar dolaşmaya başlayınca yavrudan uzaklaşmak zorunda kaldılar. Yavru kırlangıç daha sonra yaklaşık elli yaşlarında bir ustanın dikkatini çekti. Adam onu eline aldı. Her zaman iş elbiselerini bıraktıkları, üstlerini giydikleri tahta barakaya götürdü. Anne kırlangıç ve ötekiler etrafta uçarak yavru kırlangıcı aradılar. Yavrularını göremeyince gökyüzünün maviliklerinde kaybolup gittiler. İşçiler çok geçmeden inşaatın değişik bölümlerine dağılıp çalışmaya başladılar. Kırlangıç yavrusunu eline alan usta getirip kuşu aldığı yere bıraktı. Yavru kuş inşaat artıkları içinde kendine küçücük bir yer bulup gizlendi. Küçücük kara bir nokta oldu. Sabahki telaşından ve yaygarasından eser bile kalmamıştı. Mutlaka çok yorgun ve umutsuzdu…

    İzmir otobüs terminalinin akşam telaşı sona erdikten sonra saatler gece yarısına yaklaşırken otobüsümüze binerdik. Kimsenin aldırmadığı, uykusuz bedenlerin tükendiği saatlerde yollara düşerdik. Otobüsümüz Edremit"te mola verirdi. Lokantacı oradan oraya koştursa bile kimsenin canı bir şey yemek istemezdi. Birkaç kişi, sayısı çok çok bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda yolcu işkembe çorbası içerdi. Sonra gecenin sabaha doğru akan saatlerde kıvrım kıvrım dolambaçlı Ezine yollarını çıkardık. Biz üç arkadaş hiç uyumazdık. Daha yolun başında içimize kocaman bir hüzün çökerdi. Gitmeden hatta varmadan evimizi özlerdik. Geberesiye çalıştığımız üzüm bağlarını, kasabamızın toz topak içindeki sokaklarını ve ilada arkadaşlarımızı özlerdik. Oysa yolun sonunda bizi üç, beş değil yüzlerce arkadaş beklerdi. Onlardan vazgeçemesek bile geride bıraktıklarımızı özlerdik. Gecenin en soğuk, sabahın en karanlık saatlerinde yolculuğumuzun birinci ayağı sona ererdi. Hüzün ve uykusuzluğun harmanlandığı bedenlerimiz tükenir, valizlerimizi bile taşımakta zorlanırdık. Yolculuğumuzun ikinci ve son bölümü için tam on, on bir saat beklememiz gerekirdi. Öylece kendimizi sokaklarda bulurduk. Ne gidecek bir yerimiz ne de sığınılacak bir çatı altımız vardı. İşte o saatlerde biz yuvasından düşmüş küçük kırlangıçlar oluverirdik.

    Yavru kırlangıç eğer orada gizlenmeye devam ederse kedilere ziyafet olacak diye acıdım. Onu güvenli bir yere bırakırsam annesi beslemeye devam eder, o da diğer kırlangıçlar gibi bir iki gün içinde uçmayı öğrenip gidebilir diye düşündüm. Onu hem insanlardan, hem kedilerden hem de güneşten korumalıydım. Çatıdaki yuvaların altında böyle bir yer vardı. İki kez alıp ırlattım ama o sokağa doğru uçmakta kararlıydı. Geri dönüp aynı yere düştü. Sonra en korunaklı bir yere keldi elimle bıraktım. Evime döndüm. Ben yeniden balkona dönünceye kadar çoktan aşağıya atlamıştı. Yavru kırlangıç besbelli benim çözümlerimi beğenmiyordu. Bir iki saate kalmaz kediler onu mutlaka bulunurdu. Bizim küçük afacan da kedilere yem olmakta kararlı gibi görünüyordu. İçim elvermedi. Tekrar aşağıya indim. Onu alıp eve getirdim. Evdekilere de "gözünüz aydın, artık besleyeceğimiz bir yavru kırlangıcımız var." dedim. İtiraz eden olmadı, hatta sevindiler. Bizi şimdi zorlu bir sınav bekliyordu. Acaba bu küçük kuşu besleyip yuvadan uçuracak kadar büyütmeye başarabilecek miydik? Çocukluğumda bunu birkaç kez denemiş ama hiç başarılı olamamıştım. Çünkü yabani kuşlar tavuk civcivleri gibi elden beslenmeye razı olmuyor ve genelde açlıktan ölüyorlardı.

    Biz o gün feribot saati yaklaştığında yüzlerce çocuk yuvasından erken düşmüş kırlangıç yavruları gibi iskelede buluşurduk. Kalabalıklar insanın hüzünlenmesine izin vermez. Hep birlikte cıvıldamaya başlayınca geri kalanlar için içimizde biriken hüznü bohçalarımıza saklar dolaba kaldırırdık. Mutlaka onun bir zamanı gelirdi. Ve özlemlerimizi göz yaşları içinde hatırlardık. Ağlamak ayıptır. Bu nedenle bunu ya tenha zamanlarımıza yada yatakhanede herkes uyuduktan sonra yapardık.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      İKİ HABER, BİR YAZI

    Haber 1. 'Tahammül mü, Hoş Görmek mi?"

    "…daha büyük sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa -engellemek veya ıslah etmek maksadıyla- müdahale etmekle yükümlüdür. Çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslüman'ın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin adına ben ısrarla "hoşgörü" değil, "tahammül" diyorum. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak)

    Haber 2. Türk Karşıtı Afiş

    Almanya'nın Milliyetçi Demokratik Partisi, eyalet meclisi seçim kampanyası afişlerinde 'memleketinize iyi yolculuklar' yazdı.

    Milliyet'in haberine göre, Parti bir videoda da, ezan sesi eşliğinde başörtülü kadınlar ve Türk bayrağı göstererek, "Kendi mahallemizde yabancı olduk. Buna ne kadar tahammül edeceğiz" diyor.

    Yazı: HOŞGÖRÜDEN ŞİDDETE

    "Hoş, Farsça bir sözcük. Göze uygun, güzel anlamında dilimize yerleşmiş. Tek başına kullanıldığı gibi başka sözcüklerle de birleşerek kullanılıyor: Hoş /ab>hoşaf, hoşnut, hoşsohbet, hoşgörü; hoşça bakmak, hoşça görmek, hoş görmek... Bir şeyi olumlu bakış açısıyla değerlendirmek, ondan olumlu/güzel sonuçlar çıkarmak anlamında söylenen sözcükler bunlar.

    Cemal Süreya, "Hoşgörü Hoşgörü" adlı denemesinde "... Nedir hoşgörü?" diye sorar ve arkasından da bir şairden çok, filozof edasıyla ekler: "Anlayışlı davranmak mı? Özürlü bulmak mı? Bağışlamak mı? Katlanmak mı? İşi çekimserliğe vurmak mı? Hiçbiri değil. Daha doğrusu bunların hiçbiri olmamalı. Hoşgörüyü bir özgürlük araştırması, bilinçli bir seçme işi olarak görmek gerekir."

    Cemal Süreya' nın dileğine katılmamak olanaksız. Ne var ki bu, ha deyince kazanılacak bir değer değil.

    "İsa'ya biri bir tokat atmış. O da öteki yüzünü çevirmiş tokatlasın diye." Hoşgörü, bu yönüyle bağışlayıcı bir kimlik tutumudur. Çünkü bağışlamak, bağışlayan Tanrının elçisine yakışır. Ancak böyle bir hoşgörüyü günlük yaşamda kaçımız benimseyebiliriz? Üstelik, akıl ve mantık süzgecinden geçmeyen, nedeni sorgulanmayan hoşgörü, hoşgörüden çok "boşgörü" değil midir?

    Mevlana: "İster Mecusi, ister Putperest, ne olursan ol, yine gel..." derken farklı inançlara bakış açısını da ortaya koyar: Burada da hoşgörü vardır. Ancak bu İsa'nın hoşgörüsünden farklıdır. Burada bağışlama yoktur. Mevlana, kendi dininden olmayanları dergâhına çağırırken aynı zamanda onlardan inançtaşlık da beklemektedir. Çünkü arkadan söylenen "Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir." sözü İslam'daki tövbeyi anımsatmaktadır. Zaten Mevlana, "Tövbeni yüz kere bozmuş olsan bile, yine gel!" diyerek bunu açıkça da ifade etmektedir. Şimdi durup düşünelim, buradaki hoşgörü, " Siz, siz olarak geliniz!" anlayışının ürünü müdür?

    Dilerseniz bir de Yunus'taki hoşgörüyü değerlendirelim:

    Elif okuduk ötürü pazar eyledik götürü
    Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü


    derken Yunus, yaratılmışı hoş görmektedir. Çünkü o, yaratanın bir eseridir.

    Yetmiş iki millete kurban ol aşık isen
    Ki aşıklar safında tamam olasın sadık


    derken de aynı duyarlılığı görürüz. Yetmiş iki millet, yeryüzü halkları demektir. Tanrı sevgisinin en sadık kişisi olabilmek için din, dil, ırk; zengin, yoksul ayrımı yapmadan tüm insanları sevebilmek gereklidir. Düşüncenin kaynağı ne olursa olsun Yunus'un hoşgörüsü bana göre daha insancıldır. Çünkü onda "öteki"ni "kendimizleştirme" çabası yoktur.

    Hoşgörü sevginin kardeşi. Hiç sevmediğimiz birine hoşgörülü davranır mıyız? Öylelerinin küçücük bir olumsuzluğu bile diken gibi batıverir yüreğimize. Ya sevdiklerimiz? Onlar kana kana kullanırlar hoşgörümüzü. Küçük hatalarını hoş göreceğimizi bilirler. Belki bir daha aynı hataları yapmamak için daha titiz davranırlar. Ancak bu hoşgörü pınarından yararlanarak bildiğini okumayı alışkanlık haline getirenlerimiz de pek çoktur. Onların beklediği, hoşgörü değil göz yumma, görmezlikten gelme, merhamet dilenme gibi duygulardır. Hoşgörü, ne denli insancılsa; hoşgörüye sığınma, hoşgörü dilenme de insancıllığın o denli istismarıdır.

    Hoşgörü, bir kişinin kendi değer yargılarına göre yanlış olan şeyleri anlayabilme duygusu. Öznenin iyi bulduğu şeyler için hoşgörüye gereksinim yok. Hoşgörü, olumluluklar karşısında değil, olumsuzluklar karşısında harekete geçiyor. Örneğin oyun içinde hata yapan bir sporcunun hatası için antrenöründen hoşgörü bekleyebiliriz. Ama başarılı hareketler yapan bir oyuncu için böyle bir beklentimiz söz konusu değildir.

    Hoşgörü, aklımızın bir ürünü. Kişi, olgunluğu oranında hoşgörülü olabilir. Her şeyi eleştiren, her olaya kızan, insanın hatalarıyla var olduğunun bilincinde olmayanların hoşgörülü olmalarına hiç olanak var mı? Çünkü onlara göre dünyada tek mükemmel yaratık var: Kendileri. "Kuşların, balıkların hoşgörüsü duygusu yokmuş." varsın olmasın, onların, hor görü ürünü dışlamacılık, ayrımcılık, eritmecilik kavgaları ya da savaşları yok.

    Hoşgörü için çıkış noktamı en iyi anlatan sözcelerdendir Şeyh Galip'in dizeleri:

    Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
    Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

    (Kendine hoşça bak ; çünkü evrenin özü sensin
    Tüm yaratılmışların gözbebeği yaratılmış sensin)

    Hoşça bakmayı öğrenmeye kişi kendi dışındakilerden değil, kendisinden başlamalı. Kendisini bilmeli, kavramalı ki kendi dışındakini bilebilsin. Acaba hoşgörüde kendimize karşı cömert ya da cimri miyiz?

    Sağlıklı bir hoşgörüden söz edebilmemiz için en önce özgür akla gereksinimimiz var. Cemal Süreya' nın "Hoşgörüyü bir özgürlük araştırması, bilinçli bir seçme işi olarak görmek gerekir." sözü bu gerçeğin anlatımı. Özgür aklın olmadığı yerde hoşgörü, bilinçli bir seçimin ürünü değil, göz yumma, görmezlikten gelme, adam kayırma, adam sendecilik, taraf tutma gibi marazi tutumların kılıfı. Zamanla şiddeti besleyen kaynağa bile dönüşüyor bu tür hoşgörü. Hatta orada da durmuyor. Dönüp bin bir emek oluşturduğumuz bilinç ürünü hoşgörü kalelerimizi bile sarsıyor.

    Gelin biz yine de Mahatma Gandi gibi: "Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir" diyelim ve şiddetin ilacının, yine özgür aklın yaratacağı hoşgörü iklimi olduğunu asla unutmayalım.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,758,758,758,758,758,758,758,758,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hilal Bayram


    "KIR-MAK" TAN "KIRGIN"

    "Koptu gitti içimdeki tüm tutunmuşluklarım. Bir çırpıda! En zayıfıymışsın içlerinde. Camdan bir heykel gibi, tek darbede tuzla buz olan, her bir parçasını gönlüme saplayan… "

    İlerlerken taşlık yolda dönüp bakamadım arkama. Delici bakışların tüm keskinliğiyle sırtımda... Kendi ayaklarımın çıkardığı ses büyüyor beynimde, balyoz etkisi… Hissettiğim o bakışların etkisi daha büyük! Bir zamanlar aşkla bakan, aşk dolu… Vedalar hep böyledir değil mi? Acıtır… Film karesi gibi: yağmur çiseler, kız arkasını döner ve gider, erkek önce seyreder, sonra koşar kızı yakalar ve bir daha bırakmaz. Ama bu bir film değil! Erkek önce seyreder, sonra seyreder, seyreder…

    Sen, benim yıllardır unuttuğum heyecanımdın. Sana inanmak istedim, inanmayı seçtim. Yeni bir kırıklığın davetiyesini yazmaya başladım tüm benliğimle hem de koşar adım. Mutluluk sandığım her yaşanmışlık davetiyeme bir harf olarak geri dönecekmiş, bilmeden adımlarımı hızlandırdım. Yüreğimdeki binlerce odaya bir davetiye… Her odanın kapısı daha da sıkı kilitlendi bu defa. Asma kilitler… Ancak hepsinin içinde bir oda var ki, artık bana bile kapalı. İçi… Yüreğimdeki o oda çok dağınık… Bir karmaşa hâkim, gürültü… Kırılan kalbimin sesi kulaklarımı sağır etmek için seferber olmuş adeta. Oda dağınık, ruhum dağınık, yeni kilitler daha da kuvvetli…

    Benim gönlüm sessiz sedasız sevmiş seni, hissettirmeden bana. İlk kez orada sevmişim, hani, hani bana sıkıca ilk sarıldığın o an… Kokunu olanca kuvvetiyle içime çektiğim ilk an. Sessizdik!

    O huzur dolu sessizliğin yerini şimdi bir karmaşa, yönü belli olmayan gürültü aldı. Beynimdeki uğultudan kalbime ulaşamıyorum, hissedemiyorum içindeki duyguları ya da kaçıyor benden köşe bucak, saklanıyor onun bu kadar kırılmasına izin verdiğim için. Bu ayrımı yapamıyorum şu an. Senin sesini, yüzünün her bir kıvrımını da kalbime hapsetmiştim, sonsuza kadar benim olsun diye. Kalbim benden uzak, kalbim benden kaçan bir kaçak! Yüzün silinmiş gözümden. Sesin mi? Unutalı çok olmuş! Kalbim pılısını pırtısını toplamış, bana hiçbir şey bırakmamış. Tek his o sarılma, o sıcaklık… Onu da tenim hatırlıyor, ben değil.

    Ben ilerlemeye devam ettim, ayağımda taşların sesi kalbimin gürültüsüne karışan… Sen izlemeye devam ettin. Her bakışın bir ok! Duramadım, durduramadın. Bir tek sıcaklığını aldım senden, bir tek o kaldı yanımda, bana… Sen de hoşça kal!

    "Bir kırgınlık var gönlümde, kolumu kaldıracak halim yok. Suskunluk evresi bu korkma! Artık çıkmaz sesim, sormam soruları! Peki, neden bu telaş? Sakin ol, istediğini veriyorum sana. Bu değil miydi istediğin? Değil miydi? Sanmıyorum… Suskunluk evresindeyim ben, her coşkuyu sana bırakıyorum; başkalarıyla paylaştığın, beni içine katmadığın, kendime yer bulamadığım… Şşş, sessizlik! Of, İçimdeki kadın çok gürültücü!"

    Hilal Bayram


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,389,389,389,389,389,389,389,389,38
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      İKİNCİ KANAL

    "Elektrik ampulünü Ediz Hun bulmadı" denince yüzü asıldı, odadakilerin yüzlerine sıradan baktı. Biri çıksın da "Şaka şaka bal gibi de o buldu" desin diye bekledi; adeta gözleri ile yalvardı. Odadakiler Nuh dediler ama, peygamber dememekte dirençli davrandılar. Hatta, başlarını sağa sola sallayıp değil, demeye getirdiler.
    "Ben bunu bir yerlerde okumuştum, siz yanılıyorsunuz" diyecek oldu, demedi. Karşısındakiler buna pabuç bırakacak cinsten değildi. Sert kayaya çarpmıştı.
    Sustu, düşüncelere daldı. Alışılmış hallerinden değildi ama, uzun süre hiç konuşmadı. Belki ilk kez düşünüyordu, bu denli derin.
    Odadakilerden yaşlıcası:
    - Cemile, dedi, o senin dediğin kişi Türk mü, ecnebi mi?
    İçinden "Türk " dedi yalnızca.
    Yaşlıca adam, devam etti:
    - Benim aklımda elektrik ampulünü bulan kişi ecnebidir,diye kalmış da.

    Birkaç gün sonra, Cemile hanım bizde. Yine televizyonun sol yanındaki tekli koltukta, ikinci bir televizyon gibi.
    Bizim oğlan Sadri Alışık'ı yeni keşfetmiş can kulağı ile dinliyor. O gün Turist Ömer Afrikada'yı izleyecek. Ama, Cemile teyzesinin televizyonun hemen yanıbaşına oturup, özellikle de sesiyle yarışmasından rahatsız. İzlenecek filmin de özlemle bekleniyor olması ortamı iyice germekte. Nitekim film başlayıp onun anlattıklarından, sesi duyulmamaya başlayınca, oğlum televizyonun sesini iyice yükseltti. Bu kez sesi duyulmayacak endişesi ile o daha yüksekten konuşmaya başladı. Karşılıklı yarıştan hiçbir şey anlaşılmaz hale geldi. Cemile hanım bir yandan bağırıyor, televizyon bir yandan. Bir an ses savaşını yitirdiğini düşünüp ayağa kalktı, çevik bir bilek hareketi ile kumandayı kaptı, önce sesini kıstı, ardından bir kanalın teleteksini açıp borsayı buldu. Bir yandan bir şeylere bakıyor, bir yandan da oğlumu paylıyor:
    - Sen o filmi izleyecek kadar aptal mısın?
    Oğlumun yüzü bir hoş oldu. Bir annesine baktı, bir bana baktı. "İmdaaat!" diye bağıracak neredeyse. Dayanamadı da:
    - Bu borsa ne işe yarıyor Cemile teyze?
    - Çok işe yarıyooor. Memleket onun çevresinde dönüyor.
    - Ben dönmesem olmaz mı?
    Cemile hanım başını sağa sola salladı "Olmaaaz!" yaptı.
    Çaresiz beklendi, onun, borsadan ne bakacaksa bakmasını. Bakacağına baktıktan sonra yine anlatmaya başladı. Bu kez oğlum kumandayı kaptığı gibi, filmi açtı. Sesini de iyice yükseltti. Ama Cemile hanım altta kalır mı? O daha bir üst perdeden yayına devam…
    Oğlum bazı denemeler yapıyor. Önce cihazın sesini iyice azaltıp, sonra birden yükseltiveriyor. Ama, Cemile teyzesi hiç mi hiç hata yapmıyor; televizyonun sesine anında uyum sağlıyor. Sesini anında azaltıp çoğaltıyor. Tabi kendininkini az bir yüksek tutuyor ki, doyulmaz sohbeti heba olup gitmesin. Kadın adeta süper elektronik sistem, dediklerinden..

    Anlattıklarından anladığım şu; kocası yeni bir tarla almış. O tarlada gezerken yılan görmüş. Sokacak diye çok korkmuş. Elindeki sopayı hazırlamış, ha vurdu ha vuracak, yılan birden süzülüp gitmiş. Vurmaya gerek kalmamış.
    İki ses arasında bocalayan oğlumun bana soruyor:
    - Turist Ömer'e yılan mı sokacakmış?
    "Yok oğlum, Cemile teyzenin kocası yılan görmüş" diyeceğim. Oğlum, sözüm bitmeden "Cemile teyzeye mi yılan sokmuş?" Kulağına eğilip, "Buna sokacak yılan daha anasından doğmamıştır" dedim, o da onayladı.
    - Haklısın, yılan bundan korkar.

    Film bitip televizyonun sesi kısılınca Cemile hanım rahatladı:
    - Dünya varmış, bir sohbet edemedik ağız tadıyla şöyle.

    Saatler gece yarısını geçince gözler mahmurlaşıyor. Sabah da erken kalkılacak. Televizyonu tümüyle kapatıp, o da anlasın, diye "Geceyarısını geçtik, komşuları da rahatsız etmemek gerek" dedim; hiç oralı değil. Hazır televizyonlar kapanıp, bir onunki kalmışken devam ediyor. "Şunu duydun mu, bunu duydun mu?" diye diye, dinlesek bir şey kazandırmayacak, hatta dinlemesek daha karlı çıkacağımız şeyleri durmaksızın anlatıyor. Sanki ona "Filan dükkandan aldığın ayakkabıyı beğeninceye kadar kaç dükkan gezdin, kaç yüz ayakkabı denedin, birinciden sonuncuya kadar hepsini tek tek anlat. Hatta ayağın ayakkabıya sığmayınca, kerata isteyişindeki, her anlatışında kendini yerden yere attığın o soğuk espriyi bir daha yap" demişiz gibi, soluk almadan anlatıyor:
    - Heey çocuklar! bu dükkanda deyyus yok mu? dedim.
    Hepsinin yüzü bir hoş olmuş.
    Ne demişmiş dükkandaki cingöz çırak:
    - Deyyus kalmadı yenge, pezoluktan emekli bir kerata var, iş görür mü?

    Bir ara oturduğum yerde uyuyup uyanmışım. Sabah iki suları. Teyzemiz hisse senedi alıp satıyor. Bu arada hanıma da soruyor:
    - Sen neler alıyorsun, yatırımlarını nereye yapıyorsun?
    Hanım şaşkın, dönüp bana bakıyor, ne yanıt versem buna diye. Uydur bir şey gibi hareket edince, dile geliyor:
    - Benim hiç param olmaz. Gerektiği zaman alırım. Bizde öyle şeyleri babası bilir.
    Bu arada Cemile, bizim hanımın yanıtını hiç mi hiç beğenmiyor, "Ohoo sen yanmışsın" der gibi elini sallıyor. Benim uyukladığımı da görüp ders veriyor:
    - Bu domuzlara güven olmaz. At kenara, at kenara. Sen kardeşini dinle!
    Hanım sessiz, bir şey demiyor.

    Uyuyormuşum da uyanıvermişim gibi gözlerimi ovuşturdum.
    Sanki bize silah zoruyla saçmalıklarını dinlettiği gün dünmüş de, bugün burada bulunması sürprizmiş gibi davranıyorum. Sonra bir an gözgöze geliyoruz:
    - Tavuk bey uyandılar.
    Kırkbeşinci ya sabrımı çekip, kendimi savunuyorum, suçlu gibi:
    - Yok, öyle dalıvermişim.

    Belki eşini çocuklarını anımsatırsam, "Çok geç olmuş" der, kalkar gider diye düşündüm:
    - Çoluk çocuğu niye getirmediniz Cemile hanım?
    Sorar mısın sen bu soruyu! Bu saatte eşini çağırmak aklına geldi:
    - Köşede uyuklayıp duracağına çağırsana kardeşini. Hadi, telefon et.
    Ben "Kontürüm yok" deyip kurtulmaya çalışırken, o "Ben ararım" deyip ev telefonuna koştu. Yaptığı telefon konuşmasından hoşnut olmasa gerek homurdana homurdana geri döndü:
    - Manyak sensin!
    Biz merakla yüzüne bakıyoruz, o devam ediyor:
    - Bu saatte niye uyandırmışım. Sabaha karşı eve misafir çağıracak siz manyak mısınız mış.
    - Manyak biz mi oluyormuşuz? Demişim, şaşkınlıkla.
    Gerçekten de bizmişim, hatta benmişim. Açıklıyor:
    - Zaten"Herif" dedi. Ama hatanı kabul et kardeşim; bu saatte insan çağırmak!

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,338,338,338,338,338,338,338,33
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-25

    *- Dost bulmak değil, dost kalabilmek zordur.
    *- Yeter ki düşmanım olmasın; dostum olsa da olur olmasa da…
    *- Karşındaki insana bir şeyler anlatmak istiyorsan, bırak önce o anlatacaklarını bitirsin. Aksi takdirde seni dinlermiş gibi yapar, ama söylediklerinden bir şey anlamaz.
    *- "Bugün düne göre nasılım?" sorusunun cevabını vermeden yarından umutlu olamazsın.
    *- Zeki insan, aptallar arasında bir kaktüs gibidir.
    *- Kötüler zaferlerini; iyi, saf, dürüst insanlara borçludurlar.
    *- Bir insanın kaderi; davranışlarıyla, evrensel kuralların kesiştiği yerdir.
    *- Hak etmeyeni övme, suçluyu suçlama, kötüyü kötüleme, başarısızı küçük görme, kimseden şikayetçi olma, yalancının yalanını yüzüne vurma, fakiri aşağılama ki "insan oldum" diyebilesin.
    *- Bile bile kötü ile arkadaşlık eden kişi ya avanaktır ya da melektir.
    *- Rüzgârla konuşmayı hiç denedin mi? Bir dene. İnsana en çok benzeyen doğa olayı rüzgârdır. O da insan gibi; sessizdir, sakindir, biraz acelecidir, azıcık kızgındır, bazen de öfkeden kudurmuş gibidir…
    *- Bir insana, bir hayvana, hatta bir eşyaya hangi niyetle bakarsan öyle görürsün.
    *- Dilencinin arsızı, sadaka vereni utandırır; yalancının arsızı cümle alemi kandırır.
    *- Kötü söz söylemeden önce dilini ısır, kötü söz duymak istemiyorsan kulağını kapat.
    *- Her mihnet bir kişilik özelliğimizin yok olmasına yol açar.
    *- Düşündüklerini söylersen iyi edersin; ama bazı düşündüklerini söylemezsen çok daha iyi edersin.
    *- Eğri yola girdiğini farketti isen, düz yolu bulabilme şansın da var demektir.
    *- Eleştirmeyi marifet sayanlar, eleştirilecek hiçbir işi yapmamaya da özen gösterirler.
    *- Erdemli sandığın kişi erdemsiz miymiş, büyük adam zannettiğin ufacık bir insan mıymış? Üzülme. Çürükler ayıklandıktan sonra sağlamların kıymeti daha iyi anlaşılır.
    *- İnsaf bekleme; insaflı olmaya zorla.
    *- Bir topluma kötülük tohumları mı ekmek istiyorsun? İşlenen suçların cezasız kalmasını sağla.
    *- Özgür insan ne pahasına olursa olsun gerçek peşinde koşar, köle ise gerçekten kolayca vaz geçer.
    *- Soğanın cücüğünü yerken zevk almayan bir insanın mutlu olma şansı çok az. İşte benim mutluluk testim bu!
    *- Gül dikeninden şikayet etmiyor da, sen niye sevdiğinden şikayetçisin?
    *- Doğada sanat da, sanat eseri de yoktur. Onları var kılan yaratıcılık yeteneğine sahip olan insandır.
    *- Duymak istemedikleri karşısında gözlerini kapatan, görmek istemedikleri karşısında kulaklarını kapatan bir insan; acaba söylemek istemedikleri karşısında neresini kapatacaktır?...
    *- Kapı önünde bekletilen insan, arenadaki kızgın boğa gibidir.
    *- Aynaya baktığında, her defasında gördüğün gerçekten sen misin?
    *- Bir toplumda iftira çoğaldıysa, adalet mutlaka azalmıştır.
    *- İnancın sadece olumlu yanları yoktur; inanç nedeniyle ne kadar çok kötülük ve haksızlık yapılmış, ne kadar çok insan öldürülmüştür!
    *- Şimdi vicdanını rahatlatmak mı istyorsun? Öyleyse önceden vicdanını rahatsız edecek bir şey yapmış olmalısın.
    *- İyi bir davulcu, hangi kapı önünde mani okuyacağını bilir.
    *- İyilik lûtuf değildir, mecburiyettir.
    *- Karanlık ışığı görünce kaçar; kötülük de iyiliği.
    *- Kurtarılan değil, kurtaran olmalısın.
    *- Koyunla yaşayan melemeyi, kurtla yaşayan ulumayı, yılanla yaşayan sürünmeyi öğrenir.
    *- Yaşlanmaktan en çok korkanlar, yapacak çok işi olanlardır.
    *- Hayat bir kitaptır. Kimisi baştan bir iki sayfa okuyup bırakır, kimisi en sonuna bir göz atar; kimisi ise sabırla baştan sona kadar okur.
    *- Gerçekten yaşamını değiştirmek istiyor musun? Öyleyse değişik bir şeyler yap!
    *- Sevgi kalesinin düşmanlarını uzaklarda arama, çoğunlukla onlar yakınındadır ve kale surlarının arkasında pusuda beklemektedirler.
    *- Bu gün; kaç kişinin gönlünü aldın, kaç kişiden özür diledin, kaç kişiye teşekkür ettin, kaç kişiyi takdir ettin, kaç kişiyi affettin, kaç kişiyi alkışladın, kaç kişiyi öptün, kaç kişiye yardım ettin, kaç kişiye "seni seviyorum" dedin, kaç kişinin elini sıktın, kaç kişiye gülümsedin, kaç kişiye selam verdin? Hiç mi, ya da hatırlamıyor musun? Öyleyse hemen şimdi başla. Mesela bir dostunu ara ve onu ne kadar çok sevdiğini söyle. Vakit çok mu geç, rahatsız etmekten mi çekiniyorsun? Kuruntuyu bırak ve hemen ara. Belki şaşıracak, ama inan çok da memnun olacak…
    *- Yoksulluk da zenginlik de ; mutluluk da mutsuzluk da zihindedir. Başka bir yerde arama.
    *- Mercimek çorbasına kaşık sallayan gariban, lüks lokantada tıkınan zengini mutlu sanır. Halbuki gariban biraz sonra derin bir uykuya dalarken, o zenginin mide ağrısından uykuları kaçacaktır.
    *- Sahipken hiç tükenmeyeceğini sandığımız, ama gerçekte ise en çabuk tükenen şey mutluluktur.

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,757,757,757,757,757,757,757,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    Saaaayın Seçmenlerimmmm!

    Şükür bizleri bir kez daha kavuşturan kutsal seçim günlerine! Yine karşılaştık! Her zaman olduğu gibi bu seçimde de sözlerime sizleri öperek başlamam mukadderdir!
    Sizlerrr, öpülmekten gına getirmedikçe ve dahi yeterrrr artık demedikçe, bu kulunuz sizleri öpmekten elbette bıkmayacaktır!
    Bütün mesele nedir? Bittabi sandığa atılması gereken oylardır. Ülkemizde en önemli konu ne şu, ne de bu! Bilmece, bildirmece, dil üstünden kaydırmaca bilin baham bu ne!
    Bittabi istikrar sayın seçmenlerim! Filhakika sizler kavun ve de karpuz seçmekte bir türlü gösteremediğiniz üstün başarıyı, bizleri seçmekte her daim göstermektesiniz. Bundan zerre kadar kuşkum yoktur.
    Muhalefetin hain saldırı ve kötü emellerine karşı istikrar..... Aaaaa unuttum ne demekti yahu bu istikrar!?
    - Ulan Recai çabuk hatırlat, ne dicektik sıra İstikrara gelince?
    - Eeeee sayın Başkanum, yani birazcık şey gibi oluooor. Hah, buldum her sene Fenerin şampiyon olması gibi mesela! Ne demişti Aziz Başkan "saha içinde de şampiyonuz, saha dışında da şampiyonuz!"
    - Recai gene senin kafana bi yumruk yerleştirmek gerekiyo anlaşılan, karıştırma seçim meydanlarında şu Feneri meneri oğlum. Bütün ülkeyi Fenerli yapamadıh daha!
    Hah buldum!
    Sayın seçmenlerim istikraaaar, hep aynı yemeğe gaşık sallamak gibidür mesela! Siz hep makarnaya talim edünüz! Bırak gardaşım baklava, böreği! İstikrar açısından onuda yiyenler bulunur elbet.
    Mesela istikrar en güzelinden istatistik demektir! Şinci biz ne yaptık! Enflasyonu düşürdük. Bir daha başını kaldırabiliyor mu, canavar! Haddine mi düşmüş yani kardaşım!
    Bu arada benzin fiyatlarını da istikrara kavuşturduk hassaten! O da bilooorsunuz hep aynı seviyede durmaktadır.
    Böylece ne olmuş oluyor? Dünyanın en pahalı benzini ilen en düşük enflasyon mucizesi gerçekleşmiş olooor! Bu mucizeyi Hamerika bilem gerçekleştirememiştir bugüne kadar!
    Bu başarımızı gısganan münafıkların yalanlarına gatiyen gapılmayınız.
    Aziz Uranüslüler, biliniz ki dogri söyleyen tek parti bizim partidir. Başka partilere sakın ola ki aldanmayasız!
    Sizlerin de şu an gözleri ile gördügünüz gibi, bizim her şeyimiz şeffaf ve açıktır. Hayde bismillah, dağıtın çocuklar şu maharna, erzağ kolilerini!
    Şimdi aziiiiiz Uranüslüler, zaman zaman seçim otobüsümüze taş atanlar olmuştur! Bunlar hain, alçak ve müfreti ve hatta doğal olarak terörist kimselerdir. Her kim ki bize taş atar, gönderileceği yer bellidir.
    Muhalefete taş atanlar ise yürekli vatan evlatlarıdır. Hatta, öyle ki en çok kafa yaran kardeşimizin en muhterem bir insan olduğu elbette su götürmez! Demek ki nedir? Atılan daş, yenen başın kime hizmet etmekte olduğu möhemdir. Ne demişti eski başbakanlardan bir zat: "Bizim için kurşun atan da, yiyen de şerefli vatan evladıdır." Neden? Gayet basiiit! Çünkü atılan ve yenenler ister daş, ister gurşun olsun bizim içindir!
    O halde sizler daşları atınız ki, bizler de guşları tutalım! Degel mi datlım?
    Eveeet sayın Uranüslüler! O halde hep birlikte.... No stop, go ahead!!!
    Tabiatıynan bilmeniz gereken şudur: Her şey, bize göre ikiye bölünecektir. Bizim tarafımızda olanlar iyi, güzel, datlı, bal tutarak parmak yalayanlardan olacahtır. Karşımızda olanlar, kötü, müfteri, hain, dangalak, namussuz, alçah hatta ve hatta terörist dımahtır!
    Bizden yana olan sinemacı, tiyatarocu, şargıcı ve de türkücüler sanatçı, bizden yana olmayanlar ise müsveddedir. Sakın yanış anlamayasız, bunlar zanaatçı müsveddesi degüldür. Bittabi şarkıcı, türkücü, oyuncu müsveddelerüdür.
    İlerleyen günlerde düzenleyecegümüz böyyük Uranüs eğlencesine hepiciğiniz şindiden davetlüsünüz!
    Hepücüğünüze hem hayırlı ve hemi de partimiz için evetli günler dilemekteyim.

    Eyvallah, aziz seçmenlerim!

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,338,338,338,338,338,338,338,33
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Halil Önceler


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Bana Seni Seviyorum Deme

    Kaybetmek gerek kazanmanın değerini bilmek için
    Kazanmak gerek kaybettiklerini anlamak için
    Yorulman gerek ne kadar uzaklaştığını anlaman için
    Geri dönmen gerek uzaklaşırken ne kaybettiğini anlaman için

    Ne kaybettiklerim ne kazandıklarım hiçbiri sen olmadı
    Yerini doldurmadı hiç bir hatıra hiç bir anı
    Ne silebildim ne karalayabildim adını
    Yinede aklım gidişini değil gelişini unutmadı

    Kim ne derse desin kötü söylesinler arkandan
    İnsanın ağzından çıkan kelimelerdir ya değeri
    Ben sana değer biçecek kelimeyi daha bulamadım
    İçimde kopan fırtınaya hiç bir kelimeyle ben seni anlatamadım

    Suskunluğum hissizliğimden değil
    Ben senin adını hiçbir kelimeyle yakıştıramadım
    Mutluluk dedim olmadı hüzün dedim olmadı
    Aşk dedim sen aşktan daha temizsin
    Sustum ne sen beni anladın ne ben seni

    Ben sana kelime bulamadım
    Sen bana dünyanda ufak bir köşe
    Ben sana sıfat bulamadım
    Sen bana lügatinden bir kelime

    Bana seni seviyorum deme

    Nuray Şahin

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.

    Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.

    http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.

    Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Alta Gracia
    Oscar Harris









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110812.asp
    ISSN: 1303-8923
    12 Ağustos 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com