Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.884

 19 Ağustos 2011 - Fincanın İçindekiler


  • KIRLANGIÇ KANATLI YAZI -2 ... Seyfullah Çalışkan
  • 9. BODRUM ULUSLARARASI BALE FESTİVALİ (1) ... Hamdi Topçuoğlu
  • Huzur İsyanda mıdır nedir ?! ... Cansu Soysal
  • İNaNNa ve DAvO ... Hüseyin Derviş
  • tüketim ... Züleyha Özcan
  • İDAMLIK OSMAN ... Mehmet Önder
  • Oruç Baba'dan Aforizmalar-27 ... Ömer Faruk Hüsmüllü
  • Açık, Saçık Oturum ... Abuzittin Tırlak
  • SOMALİ AÇLIKTAN KIRILIRKEN İFTAR YAPMAK… ... Nihat Malkoç


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Somali yıkılacak!..


    Merhabalar,

    Şehit haberlerini aldıkça üzülmüyorum artık. Oraları çoktan geçtim. Ben kahroluyorum. Böylesi çaresizliğe mahkum olmaktan utanç duyuyorum. Elinden birşeyler gelmesi beklenenlerin acizliği karşısında yerin dibine geçiyorum. Birileri açıldıkça diğerlerinin biti iyice kanlanıyor. Hamaset nutuklarının ötesine geçmeyen lanet okumalar, başsağlığı dilemeler, üzüntü duyduklarını söylemeler kesmiyor artık bizi. İkiyüzlülüğe topyekun HAYIR artık.

    Yüzbin kişilik iftar sofrası kurup rekor kırmak isteyen dindar rantiyelerin, Ramazan'da karşılık verilmez diyenlerin, demokratik açılımı sadece taviz vermek olarak algılayanların, şehit verildikçe askeri kifayetsizlikle suçlayan, alayına Hasdal'ı layık görenlerin eseri bu bilanço. Bir ayda 46 şehit. Yeter be yeter.

    Terörden şov çıkmayacağını anlayanlar Somali'ye sarıldılar acilen. Orada durum içler acısı. Yaşananların dinle imanla bir ilgisi yok. Orada bir insanlık dramı yaşanıyor. Çocuklar ölüyor. Yardıma meyletmek için insan olmak yeterli. Peki, yardım için niye Türkiye'de başı İslami çevreler çekiyor? Neden kampanyalar iktidar yakınları tarafından düzenleniyor? Kızılay'ın kampanyası yetmiyor mu? Camilerde kovayla toplanan paralar denetleniyor mu? Haydi ondan geçtim, Tayyip Bey başkanlığında Türk Pop Musikisinin engin gönüllü artizleri, Angelina Jolie, Brad Pitt olmaya neden özeniyor? Maksat yardım etmek olsa bunca şaşaaya ne gerek var. Maksat dostlar alışverişte görsün. İslam Dünyası yeni halifesi kim iyice bir anlasın. Eh yanında da Ajda, Sertap raksetsin, Nihat Doğan engin vecizelerini bizimle paylaşsın. Böyyük Türkiye'nin böyyük ademleri, böyyük yardımı elcağızlarıyla götürüp teslim etsin. Yedi düvel görsün, Tayyip Bey'imize alkış tutsun.

    ...

    Aklımız başka yerdeyken, internet sansür kurulu var gücüyle çalışıyor. BTK başkanını dinledim. Ne güzel konuşuyor adamcağız. Ağzından bal damlıyor. Hiçbirşey değişmeyecekmiş(!?). İsteyen istediği gibi kullanacakmış paketleri. 3 gün sonra test yayınları başlıyor. Mevcut pakete ek, aile ve çocuk paketlerimiz devreye giriyor. Ne var bunda, nasılsa seçme şansım var, ister alırım ister almam derseniz ayvayı ısırdınız demektir. Daha önce anlatmıştım, tekrarlıyayım. 11 tane amca bir araya gelip aile ve çocuk paketlerine girebilecek siteleri saptayacaklar. Belki de saptadılar. Kimdir bu ademler? Dünya görüşleri nedir? Hangi kıstasa göre kısıtlama yapacaklar? Bilen var mı? Yok. Hiç kuşkunuz olmasın, bir sürü yağdanlık ilk günden aile paketine abone olacaktır. Ve eğer sizin bir siteniz varsa, mümkün olduğunca çok kişiye ulaşabilmek adına, aile paketini ürkütmemek için tüm önlemleri almak zorunda kalacaksınız. İşte sansür bu. Faşişt bir uygulama ile insanların özgürlüklerini kullanmasına engel olmak bunun adı. Kimi kimden koruyacağı, kime ne öğreteceği zaman içinde görülecek. Ve işte buraya not düşüyorum, bu garabet karardan bizzat koyanlarca tez zamanda dönülecek.

    ...

    Kahve Molası hafta içinde bir anasını kaybetti. Sevgili yazarımız ve Kahve Molası basılı dergimizin yılmaz emekçisi Ahmet Deniz anacığını cennete uğurladı. Ailemiz adına ona başsağlığı, geride kalanlara sabır diliyorum, nur içinde yatsın. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KIRLANGIÇ KANATLI YAZI -2

    Yavru kırlangıç kapıdan gireli bir saat bile geçmeden evin sevgilisi oluverdi. Bir kere bile elimizden kurtulmaya, uçup çırpınarak kaçmaya kalkışmadı. Tam tersine kayıtsız şartsız teslim olmuş bir hali vardı. Küçücük bedeni ile parmaklarımızın arasına sokulup, başını azıcık kaldırır, etrafına bakıp dururdu. Onu nasıl besleyebileceğimize dair hiçbir fikrimiz yoktu. İlk çözümümüz ona ekmek kırıntıları vermek oldu. Çünkü bizim büyüdüğümüz topraklarda bütün insanların aklına otomatik olarak gelen şey bütün canlıların bizim gibi ekmek yiyeceği düşüncesidir. Elbette kırlangıçlar ekmek yemezdi. Onlar böcek ve sinek ile beslenen canlılardı. Hazır sinek, böcek satan bir dükkan olmadığına göre başka bir çözüm bulmalıydık. Aile meclisince onu kıyma ile besleme kararı aldık. Ama peki kıymayı nasıl yiyecekti. Çünkü ona barınak olarak hazırladığımız ayakkabı kutusu içine bıraktığımız kıyma parçacıkları ile hiç ilgilenmiyordu. Yıllar önce izlediğim Alkadraz Kuşçusu filminde mahkum hücresine yanlışlıkla düşen yavru kuşu kürdan gibi ince bir çubukla besliyordu. Kürdan ucuna takılar küçük kıyma yumaklarını yiyebilirdi. Yavru kırlangıç bu çözümü de beğenmedi. Koca bir gün kendi isteğiyle tek bir lokma bile yemedi. Artık ölecek diye iyice endişelenmeye başladık. Madem ki güzellikle olmuyordu o zaman zor oyunu bozmalıydı. Eşim büyük bir titizlikle yavru kırlangıcın hala sarı ve henüz sertleşmemiş gagasının kenarlarına tırnağını sokarak ağzını zorla açmayı başardı. Biz de küçücük kıyma toplarını dilinin üzerine ve neredeyse gırtlak deliğine kadar sokup bırakıyorduk. Hayvan refleks olarak yutkununca küçük toplar midesine yuvarlanıyordu.

    Bizler yüzlerce çocuk kırlangıç sürüleri gibi Çanakkale iskelesinden kalkan Gökçeada vapuruyla denizden ikinci kez yeni bir göçe başlıyorduk. Martılar boğazın girişine kadar peşimizden uçarak yolculuğumuza eşlik ediyorlardı. Bir yandan evimizi ve annelerimizi özlüyorduk. Öte yandan uçmanın heyecanına kapılıp uzaklara gidiyorduk. Kuzu Limanı'na vardığımızda başka bir ülkeye, başka bir dünyaya varmış oluyorduk. Öğretmenlerimize göre hepimiz haylaz hepimiz yaramazdık. Hayır, biz sadece kanatları yeni çıkmış, ana tüyleri yeni dökülmüş yavru kırlangıçlardık. Bize uçmayı öğretmeye çalışan usta kırlangıçlar çocuk olmanın çoğunu unutmuşlardı.

    Yavru kırlangıç yüzünden çocukluğumdan beri yapmadığım bir işe soyundum. Elime bir parça paket lastiği aldım. Balkondan, pencereden giren sinekleri lastikle avlayıp kutusuna koydum. Ama sineklerle de hiç ilgilenmedi. Kürdan uçuna takıp ağzından içeriye tıktığım sinekleri de geri çıkardı. Birkaç gün zorla ve kıyma ile beslediğimiz kırlangıç yavrusunun yaşama tutunduğunu görünce onu besleyebileceğimize dair umutlarımız çoğaldı. Nasılsa uzun sürmez çok yakında uçup giderdi. Yalnız bizim yavru kırlangıcın uçmak gibi bir derdi yoktu. Hatta kıpırtısızca kutunun içinde yatıyordu. Yabani bir kuş için fazlasına sokulgan ve sıcaktı. Elimize aldığımızda sanki yuvasındaymış gibi huzur içinde yatıyor hatta uykuya bile dalıyordu. Avucumuzdan kutuya inmek istemiyor, bırakmaya çalıştığımızda yeniden elimize tırmanmaya çalışıyordu. Dört, beş gün sonra kürdanın ucuna takılı kıyma parçalarını kendi kendine yemeye başladı. Kutuya elimizi uzattığımızda veya vücuduna dokunduğumuzda ses çıkararak tepki vermeye, kanatlarını çırpmaya başladı. Üstelik verdiğim sinekleri yemeye başladı ve acıktığında kanatlarını çırparak bizden yemek istiyordu. Bu gelişme içimizi umutla doldurdu, evimize bayram sevinci getirdi.

    Kırlangıçların fırtınaları aşabilecek kadar güçlü kanatları bizim de yorulmak bilmeyen bacaklarımız vardı. Gün boyu yemekhane, derslikler, okul bahçesi ve yatakhane arasında koşturup duruyorduk. Üstelik sürekli daha yavaş olmamız istendiği halde bundan vazgeçemiyorduk. Sınıf başkanı etütlerde konuşanları yazıp yazıp nöbetçi öğretmene veriyordu. Bütün korkutmalara rağmen sessiz olmayı beceremiyorduk. Biz, yüzlerce yeni yetme genç yavru kırlangıçlar gibi yuvalarımızdan düşmüştük. Ağlamanın, sızlamanın, yakarmanın zamanı değildi. Hepimiz uçmaya çalışıyorduk. Ekmeğimiz, suyumuz bol yataklarımız yumuşak ve sıcaktı. Hiç kimsenin bunlara aldırdığı yoktu. Çünkü biz uçup gitmek, büyümek ve yeni yaşamlar tanımak istiyorduk.

    Yavru kırlangıç sık sık acıkıyor en fazla da iki küçük parça kıyma yiyebiliyordu. Yemeğinin ardından ona çay kaşığı ile su veriyorduk. Çok aramıştım ama ona su verebilmek için bir damlalık bulamamıştım. Güneşin çekilip gölgelendiği saatlerde balkona bırakıyorduk. Uçan kırlangıçlara seslenerek ben buradayım diyordu. Dört, beş yetişkin kırlangıç balkonun çevresinde uçarak onunla ilgilenmeye çalışıyorlardı. Bizden korktukları için balkona konamıyorlardı. İçlerinden biri balkon kapısının camına çarpacak kadar ona yaklaşmıştı. O diğer kırlangıçları çağırdığında biz balkondan uzaklaşıp gözden uzak bir yerde kalmaya özen gösteriyorduk. Bizimki uzun uzun kanat alıştırmaları yapsa bile uçmaya çabalamıyordu. Yeterince güçlenmediğini ve büyümediğini düşünüp zamanın gelmesini bekliyorduk. İşin tuhaf tarafı zaman içinde biz de ona çok alıştık. Uçup gittiği gün hem ailesine ve akranlarına kavuştuğu için sevinecek hem de arkasından yas tutacağımız gün gibi ortadaydı. Her geçen gün daha evcil bir hayvan gibi davranmaya başlamıştı. Kucağımızda uyuyor, elimizden kutusuna gitmek istemiyordum. Yabani bir kuşun bu kadar sıcak ve cana yakın olabileceğini başkalarından duysam inanmazdım. Acayip şirin ve güzel bir hayvandı. Bütün bedeni, kanatlarının uzunluğu, yassı kavası ve incecik boynu uçmak için tasarlanmış gibiydi. Kanatlarının açıklığı kendi gövdesinin en az dört katı uzunluktaydı. Ayakları kısacık ve pençeliydi. Kirli beyaz renkteki ana tüyleri her geçen gün kayboluyor, bedeni ve sırtı parlak siyah tüylerle kaplanıyordu. Uyurken kafasının kanatlarının altına sokuyor ama bir gözü mutlaka dışarıda kalıyordu.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      9. BODRUM ULUSLARARASI BALE FESTİVALİ (1)

    İSTANBUL MOZAİK

    Babam, ağustosun yarısı yaz, yarısı sonbahar, derdi. Bugün 16 Ağustos. Onun deyişiyle sonbaharın ilk günü. Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım, kapıyı ardına dek açtım. Denizin kokusunu derin derin soludum, kuşların sesini dinledim. Dünle bugün arasında ne fark var, diye sordum kendi kendime.

    Bodrum, şirin bir turizm kasabası değil artık. Burası, binlerce insanın, her gün yüz binlerce insanı eğlendirdiği, dinlendirdiği hatta eğittiği kültür şehri.

    Dün akşam 9. Uluslararası Bodrum Bale Festivali "İstanbul Mozaik" adlı bir gösteriyle başladı. Gösteriden çıktığımızda, vakit gece yarısını geçmiş, babamın deyişiyle yeni bir mevsime girmiştik. Oysa sokaklar, restoranlar, barlar hâlâ dünden kalma bir günü yaşıyordu. Başkan Kocadon'un "Herkes için bir Bodrum vardır. Burada herkes kendi Bodrum'unu yaşar." sözüyle kastettiği şey bu olsa gerek. Kimilerinin günü uğurlarken, kimilerinin yeni güne merhaba demesi de bu gerçeğin bir başka anlatımı değil mi? Keşke dünya, Bodrum olsa.

    Mozaik, farklılıkların bir aradalığını -birliğini değil - anlatan bir sözcük. Mozaikte eklektiklik var. Kozmopolit ortamlar için daha bir uygun sözcük. Mültikültürel toplumlar için geçerli olan iç içelik, etkileşim yok onda. Kimilerince, parçaların bağımsızlığı değerli görülebilir. Ancak kültürel farklılıkların birliğinden söz edeceksek, ben "ebru" sözcüğünü yeğlerim. Anadolu'yu ebruya benzetmem de bundandır. Ebruda, bütünü oluşturan parçalar arasında doğal geçişler vardır. Hem kendine özgü hem ortak…Farklıların birliği dediğimiz şey, bu .

    İstanbul Mozaik 3 bölümden oluşan bir eser.

    2. Senfoni adlı ilk bölümün koreografı Uwe Scholz bir Alman. Eserin müziklerini yapan Robert Schumann da bir Alman. 2. Senfoni'yi 1840'larda bestelemiş. Eseri sahneye koyan Giovanni Di Palma ise bir İtalyan. Her ne kadar Di Palma, bir süre Scholz'un baş dansçısı olarak çalışmış olsa da onun Akdenizli karakterinin esere yansımadığını kim savunabilir.

    Mozaik'in ikinci parçası "Creatures/yaratıklar" olarak adlandırılmış. Koreograf Patric de Bana da Alman. "Yaratıklar"ı Hollanda İntrodans Topluluğu için 1908'de yapmış. 1910'da da İstanbul Devlet Opera ve Balesi için oyunu geliştirmiş.

    Yaratık, yaratılmış canlı varlık, mahlûk anlamında bir sözcük olsa da bize hep bilinmeyen, sıra dışı; hatta korkulması gereken canlıları çağrıştırır. Oyunu izlerken insan ister istemez, sözcüğün anlam alanlarıyla oyun arasında bağ kurmaya çalışıyor.

    Yaratık'ın müziklerini Dem trio, Madjıd Kholadj, Kayhan Kalhor ve Broklin Rider- Dhafer Youssef yapmış. Dem Trio, daha önce zevkle dinlediğim Okan Murat Öztürk , Murat Salim Tokaç ve Cenk Güray'dan oluşan bir grup. Madjid Kholaj ve Kayhan Kalhor da etnik müzik yapan İranlı müzisyenler. Dhafer Youssef' ise sufi müziğin Tunuslu temsilcisi. Doğrusu ben o müziklerde oryantalist bir yaklaşım hissettim. Belki eserin adına uygun; ama ben o mozaik müziği sindiremedim.

    İstanbul Mozaik'in üçüncü bölümü "Mi Favorita" nın koreografı Jose Martinez. O bir İspanyol; ama Fransa'da yetişmiş. Eserin müzikleri, ünlü İtalyan besteci Donizetti'nin. Eser son derece hareketli müzik eşliğinde klasik balenin ünlü eserlerine göz kırpan enstantanelerle dolu. Aslında işin içine mizah da girince Mi Favorita, gösterinin finaline çok da uygun düşüyor.

    Gece başımı yastığa koyunca eserin adı söz gelimi Roma Mozaik ya da Berlin, Paris, hatta Tahran Mozaik olabilir mi diye düşünmüş, hiçbirine yakıştıramamıştım. Sonra, İstanbul artık böylesine kendisine yabancı bir şehir mi, diye sormuş, dilimden savrulan dizelerin peşinde dolaşmıştım bir süre:

    İstanbul, Tevfik Fikret'in "Köhne Bizans'ı, ufuklarını inatçı duman sarmış/ gittikçe artan bir beyaz karanlık içinde kaybolan, bin kocadan artakalan dul bakiresiydi.

    İstanbul, Yahya Kemal'in dünyada bir benzeri olmayan "Hayal Şehir"iydi. "Ömrüm oldukça gönül tahtıma kurul." demesi de bundandı.

    İstanbul, Orhan Veli'nin "Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa; Güvercin dolu avlular" ve doklardan gelen çekiç sesleriyle yaşayan şehriydi.

    Doğrusu, İstanbul Mozaik'te, Yakup Kadri'nin "Sodom ve Gomore"sinden, Attila İlhan'ın "Dersaadette Sabah Ezanları"dan, Kemal Tahir'in "Esir Şehrin İnsanları"ndan da bir şeyler bulamamıştım

    Tam da İstanbulsuzluk dalıma bastığında, Degas'nın hangi tablosunda ölümsüzleşir bu kız diye izlediğim Deniz Zirek kesmişti yolumu. Zühal, Selim, Erhan, Ebru… ve diğerleri ruhlarından bedenlerine çağlayan İstanbul'la yeniden çıkıp gelmişlerdi. "İstanbul biziz. " demişlerdi coşkuyla. Bence de dün gece yalnız bizim ve muhteşem olan İstanbul onlardı, gerisi de mozaik.

    On yıl sonra dünyada, bir bütün olarak "İstanbul Mozaik"adlı bir eserden söz edilir mi bilmem. Ancak bunca farklı ulustan sanatçının bir araya gelerek ortaya koyduğu bir eserin, özellikle yaşadığımız coğrafyanın en gereksindiği bir zamanda "Sevginin anlayışla oluşan çekirdeği"ne sağladığı katkıyı hangimiz görmezlikten gelebiliriz?

    Bugün sözde sonbaharın ilk günü. Oysa Bodrum sokaklarına, çatılara ateş dağı gibi çöken güneş, yazın hükmünün geçerli olduğunu anlatıyor bize. Ne mevsimler ne şehirler ne de insan… hiçbir şey birdenbire değişmiyor; ama bale, değişimlerin en kestirme, en yalın anlatıcısı. Bodrum, bu festivalle sanata olduğu kadar, evrensel barışa da hizmet ediyor.

    ...

    SEMERLİ EŞEKLER

    Bizde, "Semerli eşeğe binen çok olur." diye bir söz vardır.
    Bir dairede işini iyi yapan memur musunuz?
    Borcuna, vergisine sadık bir işadamı mısınız?
    Yasalara harfi harfine uyan bir vatandaş mısınız?
    Öyleyse siz de semerli eşeklerden birisiniz.

    Müdür, iş bilmez, avara memurun işini de size yaptıracak; devlet, vergi kaçakçısı, kayıt dışı ekonomi baronlarının vergisini de size yükleyecek; belediyeniz toplayamadığı suyun, elektrik şirketi kaçak elektriğin bedelini size ödetecektir.

    Ah siz semerli eşekler ah! Her türlü haksızlığı sineye çekmek genlerinize işlemiştir. Sesiniz soluğunuz çıkmaz. Birisi bize "höt!" diyecek diye ödünüz kopar. Acayip yurtseversinizdir de. İşinizi doğru yapmazsanız, bu ülke yıkılır diye düşünürsünüz. Haytalar, iş bilmezler, hırsızlar karşısında sesini çıkarmayan kurum ve kuruluşlar siz eşekleri gördü mü alacağına şahin, vereceğine karga kesiliverirler.

    Bakmayın siz diye yazdığıma. O semerli eşeklerin en kalitelilerinden biri de ben olduğum için sözlerimi böylesine açık söylüyorum.

    Geçenlerde okumuştum. Kaçak elektrik kullanımı Mardin'de %72,66, Şırnak'ta %70.87, Batman'da %66,54, Diyarbakır'da % 65,44, Hakkari'de %64.36'ymış. Bu oranının en az olduğu iller de Muğla %3,43, Çanakkale %3.25, Bilecik % 2.89, Karabük %2.13, Denizli %1.30' muş. Sanayisi bu kadar gelişmiş Denizli'de 1.449.236. 586 kilovat saat elektrik tüketilirken, doğru dürüst sanayisi olamayan Mardin'de 3.139.826.081 kilovat saat elektik tüketiliyormuş. Batı illerinde kaçağın bunca az olması şirketlerin daha verimli çalışması kadar bu bölgedeki halkın sorumluluk bilinciyle de ilişkilidir. Peki, doğu illerindeki bu akıl almaz düzeydeki kaçağın sorumlusu kim? Bu hırsızlama elektriğin bedelini kim ödüyor?

    Biz borcuna sadık müşteriler, elektrik şirketlerinin semerli eşeğiyizdir. Onların ikide bir zam peşinde koşmalarının nedeni beceremedikleri işin bedelini bize yükleme kolaycılığından başka bir şey değildir.

    Hadi biz semerli eşekler, borcumuzu kazara geciktirelim bakalım. O parayı bizden, eninde sonunda hem de kat kat faiziyle nasıl da alırlar değil mi?

    Kimse, elektrik şirketinin alacağını sonuna dek takip etmesinden ve almasından yakındığımı sanmasın. Ben, Muğla'daki %3.43'lük kaçak kullanıma bakarak, benim ilimde elektrik hırsızı az diye gururlanacaklardan değilim. Çünkü bu ilde de toplanamayan her kuruşun da biz semerli eşeklere yüklendiğini iyi biliyorum.

    Kaçak elektrik kullanmak, TCK'nın 142. Maddesine göre nitelikli suçmuş; bedeli de 2-5 yıl arası hapislikmiş. Böylesine ağır bir cezaya çarptırılma olasılığına karşın, insanlar niye kaçak elektrik kullanırlar acaba? Bu insanlar, devletten güçlü müdürler? Yoksa birileri onlara göz mü yummaktadır?

    Bildiğimiz kadarıyla suçluları yakalamayan ya da yakalayamayan, koruyan ve kollayanlar da suç de zincirin bir parçasıdırlar. Dağıtım şirketleri, "Şirket benim, zarar benim, kime ne?" diyemezler. Bu aynı zamanda bir hizmet kusurudur.

    Bir kilovat elektrik üretebilmek için ne bedeller ödediğimizi en çok biz Muğlalılar biliyoruz. Yeri geldiğinde memuruna bir kurşun kalemin hesabın soran devletin, böylesine devasa hırsızlık karşısında eli kolu bağlı oturması biz semerli eşekleri bile isyan ettirir niteliktedir.

    İşletme zararlarını zam yaparak, biz semerli eşeklere yüklemek işin belki en kolay yanı; ama ahlaki olduğunu kimse savunamaz.

    Siz de okumuş ya da duymuşsunuzdur. BDP milletvekilinin biri, şimdi de Kürtleri, devlete vergi vermemeye çağırmış.
    "Devlete vergi verme!"
    "Çocuğunu okula gönderme!"
    "Oğlunu askere gönderme!"
    "Elektrik, su parası verme!"
    " Yetmedi, bir de vergisini veren, oğlunu askere gönderen, elektrik, su parasını aksatmadan ödeyen vatandaşın oğlunu kurşunla."
    - Sen istiyorsun arkadaş?
    - Özerklik…
    - Sen zaten bu devlete karşı görevlerini askıya almışsın. Daha nasıl bir özerklikten söz ediyorsun?

    Yağma Hasan'ın böreği değil bu. Kardeşlik tek taraflı olmaz. Eğer bu devletin çatısı altında birlikte yaşayacaksak herkes devlete karşı sorumluluklarını yerine getirecek. Bu devletin yükünü biz semerli eşekler çekmek zorunda değiliz.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,177,177,177,177,177,177,17
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Cansu Soysal


    Huzur İsyanda mıdır nedir ?!

    Terbiye sınırıymış! Ah bütün sınırları altüst etse şu kadın! Ulan kim ne bilir be sınırı?! Hanginiz bilebilir içimdekileri? Hanginiz şahit yalanlarıma ve hanginiz görebildi zahirimi?! Nabız kollamaktan sıkıldım artık! Süt liman olacak diye herşey; sessizlikte boşa naralar atmaktan, oraya buraya amaçsızca koşup durmaktan bıktım! Havadan aldığım borçlarım da cabası.. Aldığım nefeslerin ne kadarını verebiliyorsam artık; faiz üstüne faiz bindirmiş borçlarıma! Kimsenin olmadığı bir odada yıllarca uyumak istiyorum, kimbilir belki de yaradana yeryüzüne inmeden verdiğim sözü tutup; ebedi uyanmak! Sınırlarımdan çizgilerimden korkularımdan koşarak kaçmak istiyorum! Tren istasyonlarında sarı bir çizgi vardır ya hani; geçmesi tehlikeli.. O sarı çizginin üzerinde kaybolana kadar zıplamak istiyorum!

    Bütün duygularım derilerime vuruyor şuan. O kadar güçlenmişler ki; kelimeleri kışkırtıp cümleler yapmışlar, cümleleri de paragraf.. Deli deli koşuşturuyorlar resmen; aynaya bir baktım da şöyle; resmen deliler bakıyor gözlerimden.. Onlara uymaktan korkuyorum.

    Öyle bir kadın ki bu! Sussa çatlayacak sinesi; konuşsa çatlayacak sineler, dağılacak un ufak ve gene dağıtmamak adına susar bu kadın! Şahit olmak, duymak, görmek, hissetmek istemiyorum artık. Malum da olmasın bu aptal'a artık istemiyorum. Gücüm yok, ,inan ki gardımı yerden kaldırıp da savunma yapacak gücüm, takatim yok! Aldığım her saniye ile içime bir kısmını hapsedebildiğim nefeslerim isyanda! Her şey, heryer göz hapsinde sanki. Sarıp sarmalansam da, konuşsam da sussam da, bağırıp çağırsam da, geberene kadar gülsem de ağlasam da elbet hissedeceğim soğuğu biliyorum.. Hayatımda yutamayacağım kadar büyük lokmalara şahit oldum kahretsin ki!

    Hadi ama artık ya çok uzadı bu iş:

    Toprak! Serpil artık hadi..
    Hava! Bütün borçlarını faiziyle alabilirsin..
    Gırtlağım hadi artık yolu göster ruhuma..
    veee sevgili ruhum çekilebilirsin artık huzurumdan..

    Cansu Soysal


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hüseyin Derviş


    İNaNNa ve DAvO

    Mimari bir güzelliktir, görebilen gözlere hitap ettiği gibi bakan gözlere de hitap eder. Çatallaşan merdiven geçitleri olsun, dalgınlaşan duvar modelleri olsun, zindanlaşan bodrum trabzanları olsun. Hepsinin içinde ayrı şeyler yatar her daim. Legilimens diye bağırası gelir insanın bir yerde, ama yetisi olmadığından dolayı sadece istemekte kalakalır.

    İnanna, sevgilim. Boğuştuğun bir şeylerin var senin, benimle beraber yaşlanıyorsun, aynı ruhlarla dans etmesek de benzer ruhları yakalıyoruz, sen medyum ben kahih, sen azrail ben melek. İnanna, gözlerimdeki ateşin yegane sahibi, sebebi. Bacaklarım yanıyor, bir türlü dur diyemiyoruz hayatın dalgalarına. Yetmiyormuş gibi daha da körüklercesine üstüne üstüne sularla gidiyoruz. Yazılarım özelleşiyor günbegün ve yeni kaderler yazılmak için çırılçıplak önümde. Çocuk gibi, safça, tertemiz, güneşin temsil ettiği sıcaklık ve temizik gibi. Ben o kadar saf değilim sevgilim, ben iyiyi kötünün içinden çekip de yazarım, kötüyü iyinin içinden. Aşkı şeytanın yüreğinden, o vazgeçirme bağlılığından alır da yazarım, ihaneti nerden yazdığımı ise söyleyemem, kainatı yakmış olurum söylersem.

    İnanna, sevgilim.

    Hadi gel, ikimiz beraber Everest’e çıkalım. Kurtların ulumalarını işitirken biz kahkahalara boğulalım, senin güzel sesinden çığ düşsün istiyorum, şarkı söyle istiyorum orada. Sen şarkı söylediğin zaman ben karlar altında kalır inşa edilmiş huzura vururdum başımı ve dinlenirdim bol bol, doya doya. Şarkı söyle de doğa anlasın neden huzura eriştiğimi, söyle çekinme. Ezilmeyiz merak etme, sendeki güneşle bendeki ateş dünyayı eritir biraz kar kütlesi bizim için nefes vermek gibi olur. Sevgilim, yolculuklarını özledim, her gördüğün detayda beni düşünüp benim onu hissettiğim zamanları özledim, gel.

    Hüseyin Derviş


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Züleyha Özcan


    tüketim

    arkadaşlarımla çok sık görüşmek istemememin sebebi
    bir hevessizlik furyasından çok hevesimi kaybetme güdüsü.
    malum günümüz çabuk tüketme dünyası. iktisadın her yanını hatta
    anlayamadığım bazı bölümlerini bile seviyorum da hani şu
    refah ve kalkınmanın, büyümenin en büyük göstergesi olarak "tüketim-i"
    dikkate almasına tav oluyorum.tüketmek, çabucak tüketmek insanda bir yaşama
    amacı bırakmıyor zannımca. tek amacı yemek olan aç birinin yemeği bulduğu yerde
    lezzetinin farkına varmadan çiğnemeden boğazından aşağı indirip sonrada derin
    bir keyif yerine hazımsızlık problemi yaşaması gibi.
    yaşamda herşey çabuk tüketilir oldu, açgözlü bir oburlukla sahip olduğumuz
    tüm değerlerimizi, hislerimizi, isteklerimizi bir anda mideye indiriveriyoruz
    ve arkasında mutluluk yerine acı veren bir hazımsızlık hissi. ne yazıkki acılar mutluluklar
    gibi çabucak tüketilmiyor, hiçbir yara üfleyince geçmiyor. acılar bile bizden daha akıllı
    keyfini çıkara çıkara yavaş yavaş yakıyorlar canımızı.
    ben hayatı kaplumbağa hızında yaşamayı seviyorum. dostlarımla görüşmeden önce
    onları özlemeyi, özledikten sonra görüşmeyi istiyorum. en sevdiğim pastayı yavaş yavaş
    yemeyi, çiğnemeyi tadını alabilmeyi seviyorum. sabırla beklemeyi ve karşılığını
    aldığımda duyduğum o hazzı seviyorum.
    şimdi yağmurlu havaya bakıp düşünüyorum hayat sıkılmaya müthiş
    eğilimli. mutluluk dışarıda başkalarında aranacak bir hissiyat olmasa gerek. eğer öyleyse
    bile bu kişinin kendini kandırması anlamına gelir. sahte olan en kötüsü de başkalarına
    bağımlı olan bir aldatmaca.
    hayatın her dakikasını mutlu geçirmek kadar emek verilen bir diğer şey
    hayatın her dakikasını mutsuz olarak geçirmek.

    Züleyha Özcan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    10 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mehmet Önder

     Kahveci : Mehmet Önder


      İDAMLIK OSMAN

    "Şurası şurası imzalanacak" dedi bayan memur. İmzalayıp geri verdi, beklemeye başladı. Memur kağıda bir sağından, bir solundan baktı; yukardan aşağıya süzdü. Her seferinde sanki kağıdı satın alacakmış da kalitesini beğenmemiş gibi dudaklarını büktü.
    Beklemekten sıkılan Osman yanaklarını çalkalar gibi başını sağa sola sallayıp, "Para!" dedi. Yanıt olumlu değildi. Bayan memur hayır anlamında başını yukarı kaldırıp, alnını kırıştırdı:
    - Bu parayı alamazsınız!
    - Neden?
    - İmzanız uymuyor.
    Her ne kadar "Olur mu benim imzam, ben attım!" diye ısrarcı olduysa da, "Senin imzan olsa benzer bir yanı olur."dan geri adım attıramadı. Direnince de "Beyefendi, lütfen beni polis çağırmak zorunda bırakmayın!" uyarısıyla karşılaştı. Ne şanssızlıktı. Oysa banka cüzdanını yitirmemiş olsaydı sorun olmazdı. Nüfus cüzdanındaki resmin kendisine benzemeyecek kadar eski oluşuydu belki sorunun kaynağı.
    Parasanı alamadığı gibi, bir sürü zorunlu gereksinimden hiçbirini de alamadan geri döndü.

    Osman eve döndüğünde barut fıçısı gibiydi, adeta kavga edecek birini arıyordu. Karısına "Yemek hazır mı?" diye sordu. Karısının adı Sema'ydı. Sema hanım "Pişipgelir!" dedi. Osman buna da kızdı. "Ben pişmiş yemek yerim, pişipgelir yemek yemem!" diye bir azar savurdu.
    Sema hanım "Yine biri kuyruğuna basmış, üstüne varmayayım" dedi içinden. Ama Osman'ın sakinleşeceği yoktu. Yemekten sonra Sema hanım meyva getirdi. Bir portakal soydu. Ona da " Ekşi!" dedi. "Nasıl kadınsın sen; portakalın ekşisini, limonun tatlısını ne yapar eder, bulursun!"
    Hızını alamıyordu; bu kez çocuklara bağırdı: " Banka cüzdanını arayın, kağıt kalem getirin."
    Çocuklar sağa sola koşuşturmaya başladı. Banka cüzdanını yine bulamadılarsa da kağıdı kalemi getirdiler. Osman kağıdı kalemi eline aldı, uzun süre bir şeyler karaladı. İmza denemeleri yapıyordu. Ama imzalarının hiç biri birine benzemediği gibi, hiçbir imza da bankadakine benzemiyordu.

    Osman'ın öyle oturmuş belli bir imzası da yoktu. Oysa çok imza atan biriydi. Genelde işsiz olduğundan, paraya sıkıştıkça tapuya uğrar, miras mallardan birer parça satardı. Bugüne kadar hiç imza sorunu ile karşılaşmamıştı. Gerçi, tapucularla arasında bir ahbaplık da oluşmuştu, nüfus cüzdanını evde unutsa bile "Dairemizce marufumuz" deyip işini yapıyorlar, parasını alıyordu.
    Bir kaç gün imza çalışıp cüzdan aramak için evin altını üstüne getirdikten sonra soluğu yine bankada aldı. Ne yapıp edip almalıydı parasını. Borç gırtlağa dayanmıştı, satacak mal da kalmadı dense yeriydi.

    Bankaya vardı, baktı memur değişmiş. Yine bayan ama, başkası. "Tamam" dedi, "Oldu bu iş." Kendinden emin bayan memura:
    - Hesabımdaki parayı çekeceğim.
    Nüfus cüzdanını uzattı. Bayan memur "İşinizi yapalım" der gibi başını salladı, ardından oturun dinlenin işareti yaptı. Osman umutla, gitti karşıdaki kanepeye oturdu. Bayan memur bazı kağıtlar karıştırdı. Nüfus cüzdanına baktı. Başını kaldırıp Osman'a baktı. İç bölmeye geçti, geri döndü. Osman'a bir kez daha baktı. Bizimki kendisine gösterilen ilgiden hoşnut beklerken, bankanın giriş kapısından içeri üç polis girdi. Onlar da aynı memura yöneldiler. Bir şeyler konuştuktan sonra, bayan memurun işaret etmesiyle Osman'a yöneldiler. İkisi kollarından tuttu, üçüncüsü:
    - Adaletin elinden kurtulacağını mı sandın. Çekirge bir zıplar iki zıplar!
    Osman olanlardan hiçbir şey anlamamıştı. Bayan memura baktı. O da gururla:
    - Geçen gelişinizde sinirlenip erken gitmeseydiniz Fatma hanım yakalatacaktı. Terfi bana kısmetmiş.

    Olaylardan hiç bir şey anlayamayan Osman, gerçeği sonradan öğrenecekti. Polis bir şebekenin peşinde idi; bir dolandırıcılık şebekesinin. Bankanın müşterileri öldürüp evrakları ele geçiriliyor, hesapları boşaltılıyordu. Osman'ın durumu da şebeke elemanlarının durumuna tıpatıp uyuyordu.
    Emniyette, şebekenin öteki elemanlarını, suç ortaklarını açıklaması için epeyce sıkıştırdılar:
    - İtiraf etmen leyhine olur; iyi haldi, nedametti cezan azalır.
    O şaşkın şaşkındı:
    - Neyi itiraf edeyim. Bir şey bilmiyorum ki!
    Şaşkınlığını bilinçli bir taktik sanan polis memuru ısrarcıdır:
    - Öldürüp bankadaki paralarını çektiğiniz kurbanlardan bahset. İtiraf etmezsen cezan hafiflemez.
    Baktı kurtuluş yok, "Bari cezamı öğreneyim" deyip sordu, "İdam!" dediler:
    - Haydi suçu kabul ettim. Ne değişecek?
    Memurlardan biri çok espriliydi. "Değişmez olur mu?" dedi. "Şimdi cezan idam. Suçlarını samimiyetle ikrar edersen, idam ida'ya dönüşür. Haydi bilemedin dam'a. Hatta bilinmeyen başka suçlarını da açıklarsan, daha çok hafifler.
    Bunlar pek aklına yatmadı:
    - Suç arttıkça ceza azalır mıymış hiç, dedi.
    Polis bir yandan da sözde öldürülüp paraları çekilmeye çalışılan Osman'ı arıyordu. Ve hesabın sahibi olan Osman'ın ne ölüsüne ne de dirisine ulaşılabiliyordu. Kuş olup uçmuştu sanki. Emniyette şebekenin üçüncü cinayetinden şüpheleniliyor, olası katilin yakalanmış olmasıyla teselli bulunuyordu.
    İşler iyice sarpa sarınca karısıyla görüşmek istedi. Öyle ya, eninde sonunda gerçek ortaya çıkacaktı. Yalnız karısı görüşmek istemiyordu. Çünkü doğru yanıtı almak için önce soruyu doğru sormak gerekiyordu. Sema hanım'a "Kocan Osman olduğunu iddia eden biri seninle görüşmek istiyor" yerine, "Kocanın katili seninle görüşmek istiyor, görüşmek ister misin?" biçiminde sorulmuş olmalıydı ki:
    - Osman'ımın canına kıyanla dünya ahiret görüşmem. Teneşirlere gelsin, diye karşılık vermişti.

    Osman şaka maka kendini öldürüp banka hesabındaki parayı da almaya çalışmaktan son hızla idam sehpasına doğru gidiyordu.
    Savcıya derdini anlatamadığı gibi, yargıç da samimi bulmamıştı anlattıklarını "Öldürdüğün adam sensin öyle mi? Hıı!" deyip geçmişti.
    Osman ilk duruşmaya kadar tutuklu kaldı. Karısı, çocukları ziyaretine gelmediler. Hem ne işleri vardı babalarının katilinin yanında.
    Derdini kimseye anlatamadı, söylediklerini kimseye inandıramadı. Adı "Şebekeci Katil"di cezaevinde bile. Düşünsenize hem katil, hem şebek elemanı, üstüne üstlük meteliksiz. İlk duruşmaya kadar vaktini "Katil çay getir, şebekeci boşları götür " sesleri arasında geçirdi.

    Duruşma günü adliye binasının önü mahşer yerini andırıyordu. Öldürülenlerin yakınları katile bakmak, banka hesaplarındaki paraları almak için insanları katleden canavarın nasıl bir yaratık olduğunu görmek için toplanmışlardı. Olası bir linç girişimine karşı gerekli önlemler alınmıştı.
    Osman girişte karısını, çocuklarını gördü. "Sema kurtar!" diye yalvardı, çığlıklar attı; ama dinleyen olmadı. Zayıflamış, şakakları çökmüş sakalları da epeyce uzamıştı. Sanki o değildi. Karısı yüzüne kaçamaklı baktı; "Katillere kurbanlarının siması vurulurmuş, tanınsınlar diye. Bu caniye de Osmanımın siması vurulmuş" dedi, içinden. Adliye kapısında ise, azılı katili görmek için akın eden halk salona girmeye uğraşırken, bir yandan da, "Demek cani buymuş? Pek de çirkinmiş", "Çıkışta boynunu koparalım, söndürdüğü ocakların cezasını çeksin", " Şebekenin kalanı ne olacak. Bu dünyada rahat uyuyamayacak mıyız?" bağırışları yankılanıyordu.

    Osman, içerde yargıçları kalabalık görünce, umutlandı. "Birinden biri beni anlar" diye düşündü.
    Mahkeme başkanı:
    - Adın, soyadın?
    - Osman Kaçar.
    - Soyadın kaçar ama, bu kez yakalanmışsın. İşler ters mi gitti?
    - Benim ilgim yok. Ben Osman'ım. Öldürdün dediğiniz Osman benim.
    Mahkeme başkanı savcıyla, üyelerle fıs fıs bir şeyler konuştu. Gereği düşünüldü:
    - Sanığın, öldürüp yerine geçerek paralarını çekmeye çalıştığı kurbanı için, "Öldürülen Osman benim!" gibi akli melekelerinden kuşkuya düşürecek sözler sarfettiği göz önüne alınarak, suç ehliyetini tespiti bakımından adli tıp kurumuna sevkine…

    Mehmet Önder
    av.mehmetonder@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü


    Oruç Baba'dan Aforizmalar-25

    *- Sokaktaki insanın ne düşündüğünü bilmeyen siyasi liderler, yakın bir gelecekte sokaktaki insan olacaklardır.
    *- Fırsat kaçtı diye üzülme, kaçmaz; bir köşeye gizlenir. Aramaya devam et!
    *- İşin büyüğü küçüğü olmaz; işin hakkı ile yapılanı ve yapılmayanı vardır.
    *- Kendini diğer insanlarla kıyaslarsan mutsuz olabilirsin, başkalarını diğer insanlarla kıyaslarsan o kişiyi kaybedebilirsin.
    *- Haksızlıkların artması cesur insan sayısının azaldığını gösterir.
    *- İzini takip ettiğin hayvan ise büyük olup olmadığını dikkate almalısın, ama insan ise seni nereye götüreceğine bakmalısın.
    *- Fakirlerini zenginleştirmeyi düşünmeyen bir toplum, hem ülkesini hem de zenginlerini tehlikeye atıyor demektir.
    *- Yapan için her iş kolaydır; yapamayan içinse her iş zordur.
    *- Dostunla dertleş, oynaş; ama asla yapma alış veriş.
    *- Bugünkü düşmanın dünkü dostun muydu? Öyleyse bugünkü düşmanın yarınki dostun neden olmasın?
    *- Gençlikte dost çoktur; sakın ola ki yaşlanınca da öyle olacak zannetme!..
    *- Övgülerini başkaları için cömertçe harcama, birazı sana da gerekebilir.
    *- Çok bilmiş geçinenlerin yanından hızla uzaklaşınız. Çünkü onlar freni patlamış bir arabaya benzerler.
    *- Bilip de karşındakine anlatamıyorsan, hemencecik kusuru kendinde arama; bir de karşındakine bak.
    *- Akıllı insan, "akıllıyım!" diyerek ortalıklarda dolaşmaz.
    *- Sahip olduğumuz her şeyde geçmişte yaşamış ve halen yaşamakta olan insanların emeği vardır. O nedenle benim olan her şey, aynı zamanda herkesindir.
    *- İnsanı özgürleştiren düşüncedir; köleleştiren de.
    *- Güzelliği çalan bir hırsız onu yok pahasına elden çıkarmaya bakar.
    *- Hayatın bir şiir mi, bir deneme mi, bir öykü mü? Neden roman olmasını istemiyorsun?
    *- Dünyayı benimle paylaşmak istemezsen, benimle yok edeceksin demektir.
    *- Sanatçı, bazen bir sanat eseri yarattığının farkında bile olmayabilir.
    *- Sabır, gerektiğinde en güçlü korunaktır.
    *- Uygar dediğimiz günümüz insanı değil mi doğayı yok eden? Gel de ilkelliği özleme!..
    *- Her büyük iş, çok sayıda küçük işten sonra ortaya çıkar. Her büyük başarıyı getiren de önceki küçük başarılardır.
    *- Etrafındaki duvarları yıkabilirsin; tabii sonra tekrar örmek istemeyeceksen.
    *- Adam düşünmüyor, ama "ben düşüncemden dolayı suçlanıyorum" diyor.
    *- Bu güne kadar, bir toplumdaki tüm insanları mutlu kılacak, memnun edecek bir yönetim, bir düzen, ya da bir ideoloji bulunamamıştır.
    *- Bir sırrı bir başkasına veren kişi, paylaştığı için kendisini rahatlatabilir; ama karşısındaki insana da ağır bir yük yüklediği için büyük bir kötülük etmiş olur. Sırlarını benimle paylaşan insanlardan o yüzden hep kuşku duydum: "Dost mu, değil mi?" diye.
    *- "Öfke baldan tatlıymış", acı baldan olmalı…
    *- Bir toplumda dalkavuklar ne kadar çoğalırsa; sahte kahramanlar da o kadar çoğalır.
    *- Erdemli olmaya en çok özenenler, erdemsiz insanlardır.
    *- Güzel bir yüze sahip olmak mı istiyorsun? Öyleyse güzel düşün!
    *- Diyelim ki çeşitli nedenlerle yarayı deştin, peki üzerine tuz niye ektin?

    Ömer Faruk Hüsmüllü


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    Açık, Saçık Oturum

    Degerli izleyiciler bugünkü "Açmam, açamam söyleyemem derdi mi" programımızın konusu Biber Gazı efendim. Konuğum ünlü bilim insanı Tayyar Yalaka'ya izninizle hoş geldiniz demek istiyorum.
    - Sayın Yalaka, hoş geldiniz efendim!
    - oooş bulduk sayın Üstad Bitaraf
    - Efendim, bugünkü konumuz malumaliniz olduğu üzre "Biber Gazı". Tabiatiylen sizin de bu konudaki engin uzmanlığınıza başvurmak istedik! Efendim ilk sorum şöyle olacak! Biliyorsunuz bazı terörist eğilimli münafık muhalifler tarafından......
    1.seyirci: Hooop, ulan bu ne! Ziya duydun mu oğlum? Herif ne diyor. Anaaa "Terörist eğilimli münafık muhalif" ne demek lan?
    2.seyirci: Ne demek olacak, niye kafa yoruyon ki Hilmi abi. Bilmiyon mu bu adam müneccim, ne derse o! Boş ver gitsin.
    -...... biber gazının ölümcül bir silah olduğu iddia edilmektedir efendim. Sözde "halkın" yani gösterici teröristlerin üzerine sıkılması halinde istenmeyen ölüm olayları olabileceği öne sürülüyor!
    - Aman efendim, ne münasebet! Biber krizi diye bir şey olamaz yani, bu tür krizler her daim kalp krizidir, bir de şey.......yani astım krizi de olabilir haliylen! Bu tür şeyleri öne sürmek yerine bisiklet sürsünler bence, sağlığa yararlıdır!!! Keh, keh keh, esprük yapdım.
    Efendüm, biber gazı son derece zararsız, sadece üzerlerine bir sıkım attığımız nümayişçi, daşcı veletlerin hareket kabiliyetine engel olmaktan gayrı bir niyeti bulunmayan bir savunma aracıdır efendim. Kendilerü güzel kokulu ve cicidir.
    Biraccık göz yaşartır ki, eh olacak o kadar! O da yanan gözlere limon sıkılarak geçirilir netekim. Güzel, güzel bagırıp çagırdınız da sözünüze mi limon sıktık, degelmi efendim.
    - Yani size göre biber gazı asla biberli, acı bir gaz değil. Peki o halde adı neden biber gazı efendüm, değil mi ama!
    - Sayın Bitaraf beni çok fena sıkıştırıyorsunuz yani efendim. Elbette zaman zaman hafiften acımtrak bir tad bulunabilir kendilerinde! Ancak bu sorun teşkil etmemelidir. Yani ne de olsa gendüleri bir toplumsal düzen sağlama aracı olarak dünyamızda bulunmaktadırlar degel mi? Yani dogri düzgün oturdunuz da gö....zünüze biber gazı mı sıktık ama kardeşim!
    - Anlıyorum sayın Yalaka, anlaşılan bütün sorun terörist eğilimli münafık muhaliflerin (önemli not: Patenti bana aittir, herkesler tarafından gelişigüzel ve ortalıkta kullanılamaz copyright: Abuzittin Tırlak yani!) şiddete eğilimli bir takım davranışlar içine girmeleri.
    - Tabii ki kardeşim. Yani degerli devlet böyyüklerimizi üzmenin, gırmanın, kederlendirmenin ne alemi var! Protesto, nümayiş filan....Bırakın bu işleri yaaa...Allasen gidin piknik yapın gardeşim yaa! Yaav bunlar genç zıpırlar, şinci bunlar Nevzat Tandoğan'ı falan da bilmezler.
    - Tandoğan!? ..... O da nereden çıktı sayın Yalaka, ne alaka!
    - Bak gördünmü, sen bilem bilmiyon! Tandoğan eskinin Angara Valisi. Mohterem bir zat demişgene "Vatan kurtarılacaksa, onu da biz gurtarırık....Size ne oluyo soytarılar...." Yani tam olarak da böyle dememiş de olabilir, anca mealen söylediklerinin günümüz toplumsal düzeni sağlama diline çevrilmesi birazcık böööle bişi oluyor!
    - Peki geçen günlerin birinde bir nümayiş sırasında oradaki polis şefinin herkesler tarafından duyulan "gazlayın lan, ne duruyorsunuz, gazlayın!" şeklinde ki bangır bangır bangırtıları konusuna da bir açıklık getirseniz sayın Yalaka!
    - Tabii, tabii. Ben de bu soruyu sormayı unuttunuz sanmıştım! Efendim, bütün vatandaşlarımız, her birimiz samimi ve dürüst olmalıyız bittabi! Burada sayın şefimiz açıkça söylüyor, söylüyor ama kime ne söylüyor? Buna bakmak lazım gelir! Yani, emniyet kuvvetlerimizi getiren araçların şöförlerine, "gazlayın!" demek, yani artık göz önünden tüyün, araçları emniyetli bir yere sürün demek olmuyor mu efendim! Yani gaz pedalına basmak anlamında gazlamak! Yani ne deseydi, yanlış anlaşılırım diye "pedallayın" diyecekti de sürücü görevliler salak salak kendisine mi bakacaktı! Değil mi ama efendim, yani zamanımız doldu sanırsam bize de bu stüdyodan gazlamak düşüyor, keh keh keh.... çok esprikümdür şahsen!

    - Yani efendim Sayın Yalaka'nın söylediklerini şöyle özetlemek gerekir ki, biber gazı diye bir sorunumuz yok! Bütün sorun, eski demokrasinin "haklar" başlığında takılıp kalmış günümüz gericilerinin "İleri Demokrasi"yi hala kavrayamamaları nedeniyle, toplu nümayiş gibi ilkel ve banal birtakım yöntemler kullanmak istemelerinden doğuyor. Programımı kapatırken ben de sayın Yalaka'ya canı gönülden katılarak tekrarlıyorum. Gidin piknik yapın kardeşim, yok mu başka işiniz allasen!

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    M.Nihat Malkoç

     Kahveci : M.Nihat Malkoç


      SOMALİ AÇLIKTAN KIRILIRKEN İFTAR YAPMAK…

    Yaşadığımız zaman içerisinde idrak etmekte olduğumuz ramazan, cömertlik ve yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kulluk şuuruyla oruç tutan müminler, ömür boyu zorunlu yarı aç yarı tok yaşamak mecburiyetinde kalan fakirleri ve kimsesizleri daha iyi anlarlar.

    Gönülleri şen eden mübarek ramazan ayı, şefkat ve merhameti çağrıştırıyor. Doğu Afrika'nın açlık ve kuraklıkla kırıldığı, yanıp kavrulduğu bu zor günlerde bizler onlar için neler yapabiliyoruz? Oruç tutan müminlerin, düşkünleri koruyup gözettiği bir ayın gölgesinde serinliyoruz. Biz Müslümanlar, açlığa mahkûm bu insanların ellerinden tutabiliyor muyuz?

    Ramazan deyince aklımızı iftar sofraları geliyor. Ramazanda sivil toplum örgütleri, dernekler, vakıflar ve belediyeler fakir zengin ayrımı yapmadan halka iftar sofraları hazırlarlar. Böylece ramazanın ruhuna uygun yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir.

    Bir de zenginlikte ve şatafatta yarışılan iftar sofraları vardır. Bu sofraların konukları da sanıldığı gibi fakirler değil, kendini soylulardan sayan zenginlerdir. Oysa gereğinden fazla lüks ve şatafatlı sofralar, gösteriş, riya, israf ramazanın ruhuyla ve oruç ibadetiyle bağdaşmaz. İslam, ölçülü olmayı gerektirir. Gün boyu aç kalan müminin, akşam ezanıyla birlikte çektiği açlığın acısını çıkartırcasına tıka basa doyması hem dinen, hem de tıbben uygun değildir.

    Ramazan ne kilo verme, ne de kilo alma ayıdır. Ramazan, fiyatları artırıp köşeyi dönme ayı da değildir. Ramazan köşe bucak dilenerek insanların merhamet duygularını sömürme ayı da olmamalıdır. On bir ayın sultanı ramazan; ruhu manevî kirlerden arındırma, tefekkür ve muhasebe ayıdır. Allah'ın bize verdiği nihayetsiz nimetleri düşünerek şükretmek, doğuşumuzdan itibaren, aldığımız son nefese kadar yaşadığımız kulluk sürecini gözden geçirmek ayıdır. Ramazanda zengin iftar sofraları kurmada değil, kullukta yarışmalıyız.

    Oruç bir ibadettir. Oruçla birlikte ruhumuzu temizleriz. Daha az yer, daha çok tasadduk ederiz. Zekâtlarımızı hesaplayarak onları gerçek sahiplerine ulaştırır, malımızı kirlerden temizleriz. Sadaka vererek belalardan emin oluruz. Yetimleri düşünür, onların ellerinden tutarız. Böylece fakirle zengin arasında sevgi ve dayanışma köprüleri kurulur.

    Bugün Müslümanlar ve tüm insanlar açlıktan 29 bin çocuğun öldüğü Somali'ye karşı merhamet imtihanından geçiyor. Bugün açlığın pençesinde ölüm kalım savaşı veren Somali bir zamanlar kendi kendine yeten müreffeh bir ülkeydi. Batı, kirli elleriyle bu toprakları da sömürdü. Köylü halkı şehirlere doldurdular, böylelikle üretim azaldı. Somali 19. yüzyılda Avrupalı sömürgecilerin uğrağı oldu. 20. yüzyılda İngiltere ile İtalya arasında paylaşıldı. 2. Dünya Savası sonrası bağımsızlığını kazandıysa da darbeler ve iç çekişmelerden kurtulamadı.

    Kurulduğundan beri huzur yüzü görmeyen Somali, 1977'de ABD nüfuzuna girdi. 1991'de diktatör Barre'nin devrilmesinden sonra ülkedeki otorite boşluğu doldurulamadı. O günden bugüne iç karışıklıklar ve çatışmalar dinmedi. Bu çatışmalarda bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Son yıllarda deniz korsanlarının saldırılarıyla dünyada adını duyurdu. Ülkedeki radikal "Eşşebab" örgütü, ülkedeki karışıklık ve çatışma ortamını daha ha azdırıyor. Bu örgüt uluslararası yardım çalışmalarına da engel olarak yardımları köstekliyor.

    Son zamanlarda Somali'de bir trajedi yaşanıyor. Rahmet ve mağfiret ayı olan bu ramazanda bizler Somali'deki kardeşlerimize elimizden geldiğince destek vermeliyiz. Çoluk çocuğumuzla sofralarımıza oturduğumuzda Somali'de iftar yapamayanları da düşünmeliyiz. Peygamber Efendimizin dediği gibi "Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!"(Buhari)

    Bazı yardımseverler, yardımların Somali'ye ulaş(tırıla)mayacağından endişe ederek yardım yapmaktan vazgeçiyor. Dürüstlüğünden şüphe etmediğimiz ciddi yardım kuruluşlarına yaptığınız yardımlar mutlaka yerine ulaştırılmaktadır. Farz-ı muhal yardımınız yerine ulaştırılmasa da, sizin sevabınızdan bir şey eksilmez; vebal yardımları ulaştırmayanlarındır.

    M.Nihat Malkoç
    mnm61mnm@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Mehmet Hamurkaroğlu


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Kilitler

    Kilitler, kilitler.
    Anlamsız kilitler..
    Zorlarsın elindeki anahtarlarla, açılmaz..
    Bütün gücünle itersin kapatılmış,
    Demir kapıları
    Yerlerinden bir parça kıpırdamaz.
    Kilitler kilitler...
    Kuleler arka arkaya sıralanmış.
    Ellerinde zincirler,
    Bileklerin acıyana kadar çekersin,
    Çekiştirirsin,
    Ancak işler kemiğine kadar.
    Keserek boydan boya ruhunu.. zincirler.
    Kilitler, kilitler... arka arkaya sıralanmış.
    Acımasız, aşılmaz, geçilmez kilitler...
    Gün ışığıyla yıkanmış
    Yüzyılların acısıyla kapıya yapışmış kilitler
    Kapının önünde bir çocuk
    Ellerinde ışıktan yelpazeler
    İnatçı, dirençli kilitler
    Korkmuş çocuk pijamalarıyla kapıların önünde
    Aşılmaz kuleler,
    Yıkılmış, altında paslı madenler
    Ve kilitler ve kilitler
    Şairler bekler başında mızraklarıyla
    Savunmak için ellerindeki son kaleyi
    Kilitler
    Korkunç isli, pis kilitler
    Boyar çocukların ellerini pas lekeleriyle
    Gün doğumundan korkan, korkak kilitler
    Geçit vermez
    Puslu gökyüzünün altında
    Nemli yok olmaya mahkum dirençli kilitler
    Albatroslar uçar üzerlerinde
    Korkunç lanetli çığlıklarıyla
    Kilitler
    Boz, kırmızı, korkunç kilitler
    Ruhumun deryasında
    Sinop'ta
    Diyarbekir'de
    Ve
    Ustalarımın ellerinde kilitler
    Kilitler kilitler..
    Kirletmişler gökyüzünün mavisini
    Yarınını şairin
    Kıvrımlarla asi
    Aşılmaz, geçilmez
    Issızlıkla, ıssızlıkta güçlü kilitler

    Özge Yıldız

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.

    Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.

    http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.

    Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Alta Gracia
    Oscar Harris









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20110819.asp
    ISSN: 1303-8923
    19 Ağustos 2011 - ©2002/23-kmarsiv.com