|
|
|
Editör'den : İyisinizdir umarım!.. |
Merhabalar,
Hiç hesapta olmayan üç günlük bir hızlı seferden yeni döndüm. Anlıyacağınız yorgunluk dizboyu. Keçi boynuzu tadlı yazı yazmak yerine susmayı tercih ediyorum. Bir dahaki sefere görüşmek umuduyla kendinize iyi bakın. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan TRAFİK KAZASI BAYRAMINDAN KURTULANLARA UZUN ÖMÜRLER DİLİYORUM |
|
Kurban kazalı bayramdır derler. Kolay değil tabi, dana kaçar, mahalleli kovalar. Hayvan bıçağın altında can havliyle debelenir. Elin kayar, bıçak raydan çıkar. Görülmez kaza işte, bıçak bir yerine saplanıverir. Son yıllarda şeker (ramazan) bayramına da bir haller oldu. Kazalı bayram olma unvanını ele geçirmek için adeta kurban bayramı ile yarışıyor. Dokuz günlük bayram tatili haberi televizyonlara düşünce nasıl da sevinmiştik oysa… İsteyen gidip büyüklerinin elini öpsün, hayır duasını alsın. İsteyen sahillere koşup dinlensin. Ama kazın bacağı artık böyle değil. Artık yedi yaşındaki çocuklar bile gerçeğin farkında. Dokuz günlük bayram tatili, karayollarında Azrail'in tahsilâta çıkacağı anlamına geliyor. Tatil haberini sevinçle duyuran televizyon kanalları daha ilk günden başlayarak ölümleri ve yaralı kurtulanların dökümlerini birkaç fotoğrafla olağan bir şeymiş gibi yayımlamaya başlıyor. Kadına yönelik şiddet olaylarını (ki bu duyarlılığı kutluyorum) ballandıra ballandıra kınayan tarzını bir yere bırakıp onlarca can kaybını alışılmış klişelerle yaşamlarımıza harmanlıyor.
Yüz almış iki kişi öldü ve dokuz yüzün üzerinde yaralı var. Kimsenin umurunda bile değil. Kazaların yüzde doksanı zaten sürücü hatalarından kaynaklanıyormuş. Ölümler basit bir istatistik olup gelecek bayrama kadar unutuluyor. Sayılar her yıl daha çok artıyormuş. Bu da olağanmış üstelik. Çünkü daha çok araç trafiğe çıkınca ölümlerin artması kaçınılmazmış. İsteyen bunu olağan veya sıradan bir şeymiş gibi algılayabilir. Kimsenin keyfinin kâhyası değilim. Sayım döküm cetvellerine işlenip unutulmaya terk edilen bu yüz altmış iki can benim içimi acıtıyor. Otomobili yapan, yolları ve uzun viyadükleri inşa eden insan bir çözüm yolu üretip can kayıplarının da önüne geçebilir. Karayollarının istatistiklerinin canı cehenneme… Hükümetler her zaman maliyetini yüksek gördükleri çözümlerden kaçarlar. Eğitim ve sağlık ve diğer sosyal hizmetlerinden kaytarmaya çalıştıkları gibi… Karayolları ile öğünüp duran devlet baba bütün ülkede kesintisiz yüz kilometre bile gidilemediğini bal gibi de biliyor. Otoyollar da dahil bütün karayollarında şantiyeler var. Birden yol tek şeride iniyor ve zemin bozuluveriyor.
Yöneticilerimiz zeki insanlar, bundan zerrece kuşkum yok. Zemin bozuksa "Bozuk satıh" tabelası koyup sorumluluklarını yerine getiriyorlar. Bozuk satıh, sert viraj, kaygan zemin, dik tırmanış, daralan yol tabelalarını koydun mu işlem tamam. Bir de koyup iş bittikten sonra unuttukları tabelalar var. Biraz kafa karıştırsa bile fazla tabela göz çıkarmıyor. Sadece yanlış işaretleme can alıyor. Sorunu çözmek yerine tabela koydun mu yetiyor. Yaz başında ülkemizde koşulan bir bisiklet yarışında yabancı sporculara sordular. Parkuru nasıl buldun. Güzergâh çok güzel ama yol zemini çok kötü dedi. Uluslar arası yarışma düzenleyecek, parkur olarak belirlenecek yolumuz bile yok. Bu ülkenin motorlu taşıt vergisi ödeyen bir vatandaşı olarak soruyorum. Kırk ayrı tür asfalt zemini nasıl elde edebiliyorsunuz? Hala araştırma geliştirme aşamasında mıyız? Neden bizim asfalt zeminleriniz üç beş kilometrede bir değişiyor. Neden yol yapım çalışmalarını sürdüren inşaat firmaları daha bitiremedikleri yolları ağır malzeme dolu kamyonlarıyla kendileri bozuyor. Bir yandan yaparken öte yandan bozdukları yolların parasını geri mi ödüyorlar?
Yüzlerce ölümle ve bine yakın yaralıyla geçen dokuz günlük bayram tatili olağan gibi sunan basına ve bunu normalmiş gibi algılayan insanlardan gelecek yaşama dair umutlarımın yeşermesi mümkün değil. Futbol takımı için sokaklara dökülen, gösteri yapan kalabalıklar komşularının ölümüne tınmıyor. Trafik kazasına kurban verdiklerimize sanki ölümü çoktan hak etmişler gibi davranıyoruz. Ve sonra nerede o eski bayramlar şarkılarını söylüyoruz. Ölümlere aldırmayan insanlardan yaşlıları ve çocukları mutlu etmelerini istiyoruz. Merhametli ve sevgi dolu olmalarını bekliyoruz. Eğer yüreklerimiz çöllere dönmüş, bütün insani duyarlıklarımız silinip gitmişse saygı, sevgi, hoşgörü söylemleri de boş laf olmaktan öteye gidemez.
Tamam, trafik kazalarına yaklaşımım bilimsel olmaktan uzak. Kabul ediyorum. Trafik kazaları sadece yollardan kaynaklanmıyor. Elbette hava koşulları, araçların teknolojisinin yollara uygunluğu, hava koşulları gibi başka önemli faktörler de var. Ama ne olur eğitim demeyin. Bilişsel düzeyde azımsanmayacak bir birikime sahibiz. Sadece daha çok uzlaşı ve paylaşmaya gönüllük yaratmalıyız. Kendisine yol vermeyen aracın sürücüsünü öldüren insanların hepsi eğitimsiz mi? Yollar, araçlar, kurallar insanımızı korumayı hedef almalı. Ben işimi yaptım, gönül rahatlığı içinde uyuyorum palavraları görüldüğü gibi durumu kurtarmaya yetmiyor.
Ölümler içimizi acıtmalı ve gündemimiz olarak kalmalı. Bayrak tatillerinde yitirdiğimiz canlar sigaranın zararlarını konu alandan daha çok medya desteğini arkasına almalı. İnsan kayıplarımıza rakamlar ve kuru istatistikler olarak bakmamalıyız. İnsanları ve yaşamı daha çok sevmeliyiz. Dünyayı sevmek kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…
Not. Düşüncelerimi başkalarına öğüt veren ve öneriler şeklinde dile getirmenin bana yakışmadığının bilincindeyim. Ölümler ve toplumsal aldırmazlığımız beni incittiği için aklımdan böyle sert ifadeler boşalıverdi. Sussam içim kapkara kalacaktı. Bunun için özür diliyorum. Saygılarımla….
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu 9. BODRUM BALE FESTİVALİ (4) |
|
MEVLANA'NIN ÇAĞRISI
Kimi doğa görünümleri vardır; yaşadıkça belleğinizdedir. Kimi olaylar vardır; hayatınıza sürekli yön verirler. Kimi eserler vardır; ne zaman türünde bir başka eseri okusanız, dinleseniz ya da izleseniz hep onunla kıyaslarsınız; o, mihenk taşınızdır sizin. Geçen yılki festivalde izlediğimiz Zorba, bu yıl izlediğimiz Ben, Don Kişot da benim mihenk taşlarımdan.
Kabul etmek gerekir ki, "Zorba" ve "Ben, Don Kişot"un arkasında dünyaca bilinen iki roman var. Zorba'nın müzikleri Mikis Theodorakis'e, Ben, Don Kişot'un müzikleri de Ludvig Minkus gibi bale müziğinin çok önemli bir ustasına ait. Üstelik bu eserler yıllardır birçok büyük kumpanyalar tarafından oynana oynana iyice pişmiş.
Geçen yıl izlediğimiz "Barbaros" gibi, Mevlana'nın Çağrısı da etiyle kemiğiyle bizim. Her ikisi de bizim dünya tarihine mirasımız iki devin hikâyesi. Onlara karşı yaklaşımımızın öznel olması kaçınılmaz.
Mevlana'nın Çağrısı'ndan çıkar çıkmaz oyun boyunca biriktirdiğim onca sorumun yanıtını bulacakmışım gibi rıhtımda durdum; uzun uzun gökyüzüne baktım. Gösterinin son sahnesinde iri birkaç damlayla bizleri selamlayan bulutlardan hiç eser kalmamıştı.
- Coşkulu muyum?
- Hayır.
- Mutlu muyum?
- Bilmiyorum.
- Ama beni içten kavrayan, sorular içinde olduğum kesin.
Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
(Dinle neyden kim hikâyet etmede/ Ayrılıklardan şikayet etmede )
Mevlana Mesnevi'sine yüzyıllar önce bu dizelerle başlamıştı. Benim oyun sonunda hâlâ onlara takılı kalmamın bir nedeni olmalı diye düşünüyorum.
"Dinle!"
Bu günlerde, bu sözcüğe suları bir türlü durulmayan Ortadoğu coğrafyasının ne çok gereksinimi var. Oysa herkes tutkularını daha da keskinleştirmenin peşinde. Bunun da kılıfı hazır: halkın çıkarı.
Keşke "Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün!"sözünün derinliğinden ürkseler.
Ey dilinde hırsının ateşini ölçeren
Uyup Mevlana'nın sesine
Pişsen ve yanabilsen.
Keşke bu coğrafyanın tarihi, savaş kahramanlarının tarihi olmaktan kurtulabilse.
Ey ölümsüzlüğü, kefen biçmede arayan
"Nerede Firavun, İskender, Cengiz…
Memleketler alanlar, dünyayı ele geçirenler?
Nerede binlerce insanın kanlarını döken zalimler?"
Keşke toplumlar, bitmek bilmeyen tehdit, boyun eğdirme, fitne politikalarının kısırdöngüsünde geri kalmışlığa nasıl mahkum edildiklerini kavrayabilse…
Ey topuna tüfeğine tutsak
Söyle insanlara hizmetin nedir senin?
Aklını başına al da, git;
"Senden önce gelen insanlar
nice akarsular, nice bahçeler
terk edip gittiler!" *
Hayret ki, Mevlana gibi dünyanın en büyük hümanistini yetiştirmiş bir coğrafyada her gün yeni bir savaşın borazanı çalıyor,
Gerçek şu ki, dünya bilim ve sanatında söz sahibi olamayanların, siyaset ve ekonomi arenasında figüran olmaktan öte değerleri yok.
Bir bale yapıtının güzelliği, tüm öğelerinin işlevlerini yerine getirmesiyle olanaklı. Bunun için de esere emek veren herkesin müthiş bir algı uyumu gerekiyor. Bu gereklilik "Mevlana'nın Çağrısı" gibi oyunlarda daha da önem kazanıyor. Çünkü Mevlana, son derece derin ve girift bir kişilik. O, bir söz ustası. İnancını, felsefesini hayata geçirmedeki en önemli aracı söz. Böylesine güçlü bir söz ustasını yalnızca beden diliyle anlatmak için ne bir deneyimli libretto yazarı olmak, ne başarılı bir müzisyen, ne usta dansçı olmak, ne de dünya bale sanatını çok iyi kavramış bir koreograf olmak yeterli.
"Mevlana'nın Çağrısı" nın librettosu Şefik Kahramankaptan'a ait. O, opera, bale ve klasik müzik dünyasının çok yakından tanıdığı biri. Yıllardan beri gazete ve dergilerde sanat yazıları yazdığı gibi 1998 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi'nce uygulan "Uçarcasına" balesinin librettosunun da yazarı. O, "Uçarcasına"yı, Cumhuriyetimizin 75 yıllık öyküsünü, köyden kente göçeden bir ailenin kızının yaşamına koşut olarak anlatan", "Türk bestecilerinin senfonik müziklerinin derlenmesiyle hazırlanan ilk konulu Türk neo-klasik balesi" olarak değerlendiriyor. Kahramankaptan'ın uygulanmış ve uygulanmayı bekleyen Çağrı, Saygun Emre, Şahmeran, Aspendos-Yüzyılların Aşkı, Ak Güvercin Gibi, Bir Yaz Gecesi Rüyası / Güncel Bir Sahne Masalı, Batı Yakası Hikayesi / Güncel libretto, Hansel ile Gretel / Güncel libretto… gibi birçok bale ve opera eseri de var.
Müzik, balenin yumurta ikizi. Can Atilla, çok başarılı eserlere hayat vermiş 1969 doğumlu bir müzisyen. "Mevlana'nın Çağrısı" nın ruhumuzun derinlerinde kendisine özel bir sayfa açmasında onun müziklerinin çok ama çok özel bir yeri var.
Kimileri bu dünyaya dans etmek için geliyor. Ziya Azazi de o kişilerden biri. Ancak tasavvufu bilmeden semayı, semayı bilmeden de Azazi'nin dansını anlamak kolay olmasa gerek. Çünkü onun her hareketinde, her dönüşünde varlık -yokluk, doğum- ölüm, birlik - ikilik gibi tasavvufun temel kavramlarını görmek mümkün.
Erdal Atabek'in "Müzik Seni Çağırıyor" adlı kitabında okumuş ve bir yerlere not etmiştim.
"Ustalaşma ya da ustalık kazanma, her alanda önemli bir süreç. Yetenek- Ortam- Çalışma üçlüsünün ucunda kazanılan bir üst nitelik.
Ustalık kazanma; 'bir alanda kazanılmış beceriyi başkalarına da öğretebilme düzeyi" olarak tanımlanabilir.'
Ustalık düzeyini de birbirinden farklı düzeyler olarak tanımlamak gerekiyor.
En yaygın ustalık 'Beceri düzeyinde ustalık'tır. Sonra 'Zihinsel Düzeyde Ustalık' gelir. En üst düzeyde de 'Tasarım Düzeyinde Ustalık' yer alır."
Mehmet Balkan, gençliğinde çok iyi bir dansçıymış. Ama her iyi dansçının iyi bir koreograf olmasını beklememek gerek. Çünkü iyi bir dansçının sahip olması gereken nitelikler ile iyi bir koreografın sahip olması gereken nitelikler aynı değil. Kültürel birikim ve yaratıcı zeka koreografın olmazsa olmazları. Üstelik bu kültürel birikim salt baleyle de sınırlı değil. İyi bir koreograf, edebiyattan felsefeye; tarihten güncel değerlere her alanda birikimli olmalı. Mevlana'nın Çağrısı, Mehmet Balkan'ın tasarım düzeyinde ustalığının iyi bir örneğidir, demek, hak tesliminden öte bir şey değildir.
Mevlana'nın Çağrısı, "pişen" ve " yanma"ya aday bir oyun. Onun, konusu, müzikleri ve koreografisiyle Türk balesinin dünya balesine armağanı olduğunu söylemek bir kehanet değildir.
* Divan-ı Kebir, 1872. gazel 'den
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran RUHİ SU'YU ANALIM |
|
Sevgili Ruhi Su, 20 Eylül 1885'de dönmüştü evren anamızın bağrına.
Stefan Zweig'ın ünlü sözünü doğrulamak üzere, tam da "yıldızın parladığı an"da doğduğu çok açıktı; ama değil yalnız Anadolu için, bütün insanlık tarihi açısından çok parlak başka bir yıldızın, Mustafa Kemâl Atatürk'ün yurdumuzu karanlıktan çıkarıp ışıttığı dönemde doğup yetişmemiş olsaydı, sayısız benzeri gibi, belirdiği yerde sönüp giderdi.
Yıldızın en parlak olduğu, başka bir deyişle evresel yaşam enerjisini en yoğun biçimde kendinde topladığı için, eşi az bulunur sesinin dışında, toplumsal, yazınsal, şiirsel, mantıksal sezgileri ona göreydi. Ele alıp yeniden yorumladığı ya da yarattığı türkülerde bu nitelikler çok açık görülür; Türkçe'nin en doğru kullanımı, bütün seslerin eksiksiz, tam ölçüsünde çıkarılması, türkünün yaratıldığı günlerdeki toplumsal-düşünsel koşulların yansıtılması, ya da onlara yeni anlamlar, yeni çağrışımlar yüklenmesinde sözün tam anlamında öncü bir ustaydı. Hepimizin bildiği bir atasözünde yarattığı şu marş-türküye bakın:
Dinleyin arkadaşlar
Bir atasözümüz var
Biri yer biri bakar
Kıyamet ondan kopar
Kıyamet dedikleri
Ha koptu ha kopacak
Yoksuldan halktan yana
Bir dünya kurulacak
Görmüşler ileriyi
Atalarımız demek
Herkese yeter dünya
Herkese yeter ekmek.
Büyük Usta'nın ne denli alçakgönüllü bir ozan olduğu, yazık ki, yaşarken görülemedi; o kadar ki, Florya kıyalarında tanıdığım, Ruhi Bey'le tanıştırdığım, yakın çevresine götürdüğüm, en sevdiği insanlardan Gönül ailesinin bir kızıyla evlenen bir arkadaşım, bana bana kalırsa, büyük ölçüde onunla yaptığı, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan konuşmalarla üne kavuştuğu hâlde; hazırladığı Şairler Yazarlar Sözlüğü'ne neden Ruhi Su'yu almadığını sorduğumda: iyi ama, o yalnız türkü yorumcusu, ozan değil ki…diyebilmişti.
Neyse ki, ölümüne yakın, sevgili Cevat Çapan bu yaraya azıcık merhem sürdü; Adam Yayınları'nda, titiz bir dostumuzun ömür boyu süren emeğini değerlendirip şiirlerini ve konuşmalarını"Ezgili Yürek"te topladı. Gelin oradan birkaç şiirini anımsayalım.
NİNNİ
Seninki bende kilitli
Benimki sende kilitli
Anahtarlarını atalım suya
İster bir altın inek içsin
İster şehirlerden geçsin su
Kilitler varınca uykuya
Yaz gelsin çözsün
Kış gelsin sarsın
Rüzgâr geçen günleri koparsın
Bir de takvim asalım kapıya.
Varlık, 15 Haziran 1940.
GELDİK
Hepimiz bir yerlerdeydik
Başka bir yere geldik
Kırmadan incitmeden
Maymundan insana geldik
Bakmayın siz bu bencil
Bu hayvansal kavgaya
Değişen dünyanın içinde
İnsana biz yeni geldik.
Cumhuriyet,5 Mart 1977.
EZGİLİ YÜREK
Hangi taşı kaldırsam
Anamla babam
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim
Süt dolu bir torbayla
Şöylece çıkageldim
Kimi elimi verdimse
Döndürüp yüzümü baktımsa
Kör pınara su geldi
Ben şakıyıp durdukça öyle
Gülün kokusu geldi
Bunalıp da kalmışa
Acılarla yüklü
Dargın yüreklere
Yetiştim geldim
İyi ki geldim.
Cumhuriyet, 23 Temmuz 1977.
GÖRÜNEN
Almanya'da topraklar
Aynı bizimki gibi
Ağaçları görgüsüz cahil
Ne Beethoven'i bilen var ne Spartakistlerí
Nerde dünya durdukça duran
Çınarlar bizimki gibi
Bir adam gördüm Frankfurt'ta
Noel ağıcının dibinde
Kasketini açmıştı gözleri yerde
Yoksulluğun utancı aynı bizimki gibi
Memleketim diye kucakladı işçilerimiz bizi
Biri ağladı usul usul boynumda durdu
Uykuda kaymış da sanki yüzleri
Bıyıkları aynı bizimki gibi
Ellerim ayaklarım gibi buldum
Hiçbir şeye şaşmadım da
Neden takılıp kaldı aklım
Bizim bebeleri Almanya'da
Adları kalmış ancak
Söylenen bizimki gibi.
Cumhuriyet, 17 Aralık 1977.
IRMAK
Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben öldüren benden
Bunca analar ağlayıp durur da
Akıp gider gelinciklerden
Kör müdür sağır mıdır bu ırmak
Ölen ben öldüren benden
Her yerde böyle olmuş bu
Önce taşa ağaca söyletmiş halk
Sonunda sabahın bir yerinden
Uyanıp kalkmış ayağa halk
Ölen ben öldüren benden
Sanat Emeği, 1978.
Yıldızların arasına dönmezden önce, yaralı, yorgun sesiyle banda okumuştu bu şiirleri Ustamız; Sıdıka Abla, aynı biçimde, üstelik aynı hastalıktan gurbet illerde can veren biricik öğrencisi Sümeyra Çakır'ın söylediği yanık bir türkünün ardından aynı addaki cd'e yayınladı onları; alıp dinlemelisiniz.
Bertan Onaran bertan37@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş CACIK ! |
|
Neler oldu neler!
Genel kurmay sitesinden
27 Nisan 2007 e-muhtırası kaldırıldı
Abdullah Gül'e " Cumhurbaşkanı" değil
" Cumhurbaşkanım" dediler.
Hatta üzüntülerini dile getirip,
" Sizi üzdük "diyerek,özür dilediler.
Galiba yola geldiler (!)
Kim mi?
Kim olacak TSK…
Hepsi paşa paşa dizildiler!
*
Yeni genel kurmay başkanı
Hükümet için
Çok " Özel" biri oldu!
Org.Necdet Özel'den söz ediyorum
Göreve gelir gelmez,
"Özel "işler yaptı!
İlk olarak,
YAŞ toplantısında oturma düzeni değişti
Önceden genel kurmay başkanı ile
Başbakan Yanyana otururlardı
Bu YAŞ ise
Erdoğan " Tek başına" oturdu.
Ve
30 Ağustos zafer bayramında
"Kabul etme "görevi de değiştirildi
Kabulleri,
Genel kurmay başkanı değil,
" Başkomutan" sıfatıyla Abdullah Gül
kabul etti.
Yani Asker aradan çıkartıldı iyice
Türkiye sivilleştirildi!
*
Ve halkta değişti !
Önceden şehit verdikleri evlatları için
" Vatan sağolsun"derlerdi.
Şimdi ise
" Vatana hakkımızı helal etmiyoruz"diyorlar
Bunu niye yapıyorlar?
Çünkü
Ordusuna güvenmiyorlar artık
Bakıyorlar ki
Kuvvet komutanları hapiste
" Bişey yapmasaydı
Hapse atmazlardı "deyip,
Mahkemeden önce ilk kararı veriyorlar
Ne yapacaklardı?
Ne yani
Don kişot mu olsunlar bu saatten sonra
*
30 Ağustos zafer bayramı mesajında
Ne dedi genel kurmay başkanı?
" Halkımız şuna emin olmalıdır ki
TSK'nın mayası sağlamdır.
Biz inanın ve güvenin "
Ne diyelim ki
Bu maya tutarsa yoğurt olur!
O yoğurttan da
İyi bir cacık yapılır!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-29
*- Güzelliğin farkına varabilmek yetenek ister.
*- Gerçek iyilik, yerinde ve zamanında yapılan iyiliktir.
*- Düşmanın güçlü diye korkma, üzülme; çünkü böylesi bir düşmanı yendiğinde ancak övünç duyabilirsin.
*- Sadece senin bildiğin, asla hiç kimse ile paylaşmayacağın sırların varsa, ağırlığının arttığını anlarsın.
*- Problemler çözülmek için vardır. Zaten çözüldükten sonra da, problem olmaktan çıkarlar.
*- Cömert kişi cömertlik yaptığının farkında bile değildir.
*- Bir zorluğun üstesinden gelmek, bir başka zorluğun daha üstesinden gelme ihtimalini oldukça güçlendirmektedir.
*- Gözyaşlarını kendine acındırmak için döküyorsan; bil ki bunda bazen başarılısın, bazen de değilsin.
*- "Biter mi?" diye düşünme. Hele bir başla. Başlamak bitirmeye götürebilir, ama başlamazsan bitme ihtimali sıfırdır.
*- Dilleriyle anlaşamayıp da gözleri ile anlaşan insanlar gördüm, ama gözleriyle anlaşamayıp da dilleriyle anlaşanlara hiç rastlamadım.
*- Bazen ölen bir insanı modern tıp imkanlarını kullanarak doktorlar diriltebilir, ama ölen bir aşkı dirilten asla olamaz.
*- En güzel şeylerden bir tanesi boş kafestir, çünkü özgürlüğü çağrıştırır.
*- Duygulu insanlarla konuşurken, bir gül bahçesindeki gibi davranmalısın.
*- "Düşüncelerinden hayatının sonuna kadar bir milim bile sapmadı, hiç değişmedi" diyene sorarlar: "Hangi aptaldan söz ediyorsun?" diye.
*- Kazançlarımızın önemli bir kısmı başkalarının hatalarından gelir.
*- Bilgi, sadece almaya hazır kişilere verilir.
*- Seni sevenleri tabii ki sev, ama asıl mesele seni sevmeyenleri de sevebilmektedir. İşte bunu yapabiliyorsan bir "gönül adamı" oldun demektir.
*- Sevginin asıl koruduğu zannetmeyin ki sevilendir; sevendir. Seviyorsan bil ki, çok büyük bir savunma silahına da sahipsin.
*- Sevgini verdikten sonra bir beklenti içinde misin, değil misin? Beklenti içinde isen, sevgini bir kez daha kontrol et! Çünkü sevdim zannedip yanılmış olabilirsin.
*- Korku ile sevgi hiçbir zaman biraraya gelmediler.
*- Sevdiğini bekleyen kişi, en sabırsız insandır.
*- Sevgi öldürülmüş. Cinayet zanlıları: öfke, korku, bencillik ve yalanmış.
*- Umutsuz insanın mutlu olma şansı da yoktur.
*- Adaletsiz yönetici, adalete vereceği hesabın korkusuyla yaşar.
*- Mutluluk anlatılamaz; yaşanır. O nedenle mutlu olduklarını anlatan insanlara hep kuşku ile baktım.
*- Tutkundan vazgeç, gamını dağıt ki yaşadığının farkına varabilesin.
*- Kral mı olmak istiyorsun? Demek ki mutsuzluğu tercih ettin.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
Meteliğe Gurşun Atan Ben!
"Eeee, anladık ya kardeşim, Nihat Genç kadar uzun yazma ama bu kadar da kısa olmaz ki" diyen kıymatlı okurcumlarım, biliniz ki, bu yazı inşallah ve de maşallah bu kadar kısa olan ikinci ve dahi son yazı olacak umudundayım. Bir aksilik olmaz ise bundan sonrakiler normal uzunluklarına avdet edeceklerdir efendim.
Haaa, bir de ilgisiz ilgililere çok önemli not: Efendim aşağıdaki yazı bir MİZAH yazısıdır. Bunun bilinmesini önemle istirham ederim. Aşağıdaki satırları ciddiye alarak, gayri ciddi bir yaklaşım ile ve fakat ciddi suçlamalarla bana "gel,gel" yapmayınız lütfen, olur mu?
Aziz ilgililer, ekonomik grizin azizliğine uğrayan ben, fena halde cep delik cepken delik kalmadı cepte metelik vaziyetlerindeyim, bildiririm efendim.
Bu arada duydum ki, münhal "gizli tanık" gadroları boş bulunmaktaymış ve de ücretleri de gayetle iyiymiş! BTÖ mü CTÖ mü her ne hal ise, bayide başlık araklarken bir gazete de gördüm, bir kamusal yarar teşkilatı bulunmaktaymış da, galibam bu işlere de onlar bakmaktaymış.
Dolayısıyla efeeem! Ben bu işe talibem! Bana belletilecekleri çoh güzel ezbere okurem. İlkokul üçte bir Malazkirt şiiri okumuşem, herkes o kadar hislenmişdir ki, hüngür hüngür ağlamışlardı. O kadar olur yani!
Bu durumda cebime konacak törkiş liranın ne kadar olacağı, hassaten hislenme derecemi doğrudan etkileyecektir. Bu durumu da filhakıka arz etmek istemekteyim.
İlgililer tarafından münasip görülecek her türli konu ile ilgili olarak, her şekilde gizli tanıklık yapmak istemekteyim.
Hiç gitmediğim yerlerde bulunmuş olmaktan, ilk defa gördüğüm gişilerle daha önce 5-10 gez karşılaşıp hasbihaller etmiş olmaktan da ziyadesiyle memnun ve mutlu olacağımın da bilinmesini önemle arz etmekteyimdir bu arada! Aynı anda birden fazla yerde bulunmakta benim kadar yetenekli bir başka biri olamaz yani. Bir yandan İstanbul'da ince takipteyken, diğer taraftan kırsalda eylem hazırlığı içinde de bulunabilmekteyim, bizzat, şahsen, kendim yani. Kabak gafalı birileri birden eski ilkokul öğretmenim oluverir icabında, birlikte terör örgütü kurmaya kalkmış da olabilirük! Her türlü fotograftan adam teşhisinde üstüme yoktur ağabeycim. Siz yeter ki suçları önceden bana doğru olarak servis ediniz.
Tek maksadım garnımı doyurmak, bu arada ülkeme de hizmet etmiş olmaktır. Ayrıcana hamerikan dizilerinde olduğu gibi tanıklıktan sonra yüzümün degiştirilmesine de gerek bulunmayacaktır.
Nasıl olsa dediklerimi daha sonra hatırlamayacağımdan, ileride bir sorunla garşılacağımı da zannetmemekteyim. Sayın savcılar ne derse o yani, odur yani dogri olan. Söylemişsem söylemişim demektir, yapmışsam yapmışım demektir. Akıllı bir adam olarak, her şeyin dogrisini büyüklerim bilir yani. O kadar!
Yes Sir! No problem!. Everyeting is oolrayt! Okeeeey!
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
DARISI ÖBÜR BAYRAMA
Ramazan geldi, geliyor derken, hepsi geldi geçti; hatta bayram bile bitti.
Büyük bir kalabalığı ağırladı yine İstanbul. Sultanahmet, Eyüp Sultan, Eminönü'nü hepsi çok doluydu. Boş olan, tatile kaçmış, ara sokaklardı.
Hem boşluğu, hem de doluluğu, son haddine kadar yaşadı İstanbul.
Sabahın erken saatlerinde, dışarı çıkanlar, terk edilmiş sokaklarla karşılaştılar. Özellikle Bahariye bayramın ikinci günü, tenhaydı. Bolca resimler çektim, yalnız sokaklarda...
Aynı günün öğleden sonrasında ise, Taksim Meydanı tıkış tıkıştı. İğne atsan yere düşme derler ya, aynen öyle. İstiklal her zaman ki gizemi ile kucaklamıştı insanları. Döner, kokoreç, kokuları ile sokak satıcılarının çığlıkları vardı etrafta. Yüzükler, küpeler, çantacılar vb...
Hepsi de albeni, derecesine bağırıyordu.
Beyoğlu'nda ki en güzel yer, saklı cennet; Cezayir sokak.
Orada ki mistik hava, sessizlik, saklanmışlık harika. Sabah kahvaltısı için, okumak için, dinlenmek için ideal bir yer.
Oradan çıkıp Galata Kulesine doğru yürüyorum. Kalabalık aynı, sınırsız.
Bugün mağazalar da benim uğrak yerim. İndirim var çünkü. Sezon sonu ve bayram indirimleri birleşince %70'lere varıyor bu oran. Alıyorum bir şeyler ama gözüm doymuyor. Daha fazlası, daha fazlası, insanoğlu işte…
Tramvaya biniyorum, bu sefer ki durağım; Sultanahmet.
İçerisi çok kalabalık, balık istif, klima bozuk, o kadar sıcak ki, bir kese eksik.
Kurtulurcasına iniyorum, durakta. Kalabalık mahşeri. Zaten, bütün Ramazanı, kalabalıkla ağırladı Sultanahmet.
Ağaç diplerinde oturanları, eli mısırlı çocukları, macun satıcılarını, izledikten sonra işte bu bayram diyorum kendi kendi kendime. Herkes cıvıl cıvıl, unutulmuş bütün dertler, bir süreliğine de olsa.
Arife günü Eyüp Sultan'da da görmüştüm aynı neşeyi. İnsanlar bir olmuş, beraber açıyordu oruçlarını. Kimi yerde, kimi masada. Ama kalpleri, hep aynı coşkuyla atıyordu.
Fesane alanı dopdoluydu, bizim kültürümüze ait ne varsa, hepsi de vardı. Uzun stantların önünde, herkes gibi ben de saatlerce oyalanmıştım.
En güzel etkinliklerden biri de konserlerdi. Her akşam farklı bir grubun etkinliği oluyordu. Bu akşam; sanat müziği ile Mehteran Konseri vardı. Ben Mehteran olan, bölüme yetişmiştim. Çocuklar önde, ben arkada, coşkuyla izlemiştik konseri…
Sultanahmet'in bu kalabalığına karşı, Ayasofya her zaman ki gibi yalnızdı yine. Bahçesi bomboş, pembesi solgundu. Üzülürüm hep, onun bu yalnızlığına…
Gülhane Parkı'na doğru, yokuş aşağı yürüdüm, kalabalıkları yararak. Akşam serinliğinden olacak ki, daha da kalabalıktı bu cadde. Gülhane'nin orası daha da beterdi. İçeri zor girdim. Herkes çocuğunu, uzaktan gelen yakının kaptığı gibi getirmişti buraya. Esnaf sesi geliyordu uzaktan. Çocuklar sayesinde günün hasılatı iyiydi.
Bu bayramda da, beni rahatsız eden tek şey, temizlik; boş pet şişeleriyle, kağıtlarla, poşetle dolmuştu her taraf.
Neden olur bu, çok merak etmişimdir. Eğitimsizlik desen, okul önleri de öğle. Bazı şeylerin yapılması için, eğitimden önce, ağır müeyyideler lazım sanırım.
Bayramın birinci günü, büyük adadaydık. Her şey çok güzeldi. Orada ki sakinliği, sadece atların sesleri bozuyordu. Tıkır tıkır gelen faytonlarla.
Adada ki peyzaj çok güzeldi. Kimi çiçeklerle, kimi ağaçlarla, kimi rüzgar gülleriyle süslemişti evlerini.
Orada ki kirlilik ise, Aya Yorgi'ye kadar çıkan, boş su şişesiydi. Dağın tepesine kadar atmışlardı.
O güzelim orman manzarasını, bozan şeyler; atık şişe ve at pisliği kokusuydu.
Atların bir sürü rengi vardı burada. Hatta eşekler bile vardı. Atların çıkamadığı yerlere, onlarla çıkılıyordu. Biz genç olduğumuzdan olacak ki, onlara ihtiyaç duymadan, vapurdan Aya Yorgi'ye kadar yürümüştük. Tabii bu arada, bolca resim çekip, temiz havadan faydalanmayı da unutmadık.
Sanki ayrı bir ülkeydi adalar; Çevresi, yeşili, yaşam tarzıyla...
Bisikletle gezenler, bahçede ki sardunyalar, atlar, gizemli turistler, ansızın karşınıza çıkan köpekler, ekmek kapmaya çalışan martılar….
Bir gün Taksim, bir gün Bahariye derken, bir bayramda böyle gelip geçti işte…
Darısı öbür bayrama…
Neslihan Minel neslihancaa@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mehmet Sağlam NASA, UFO, UZAYLILAR |
|
Uzaydaki diğer canlıların bizimle ilişki kurması veya bizim onlarla iletişim kurmayı başarmamız üç farklı durum oluşturacaktır: a- yararlı, b- yararsız, c- zararlı (beneficial, neutral or harmful)...
Evrenin yaşı 14,6 milyar yıl olarak hesaplanıyor bazı kuramcılar tarafından. Fakat bir yıldızın veya yıldızdan kopan bir gezegenin soğuduktan sonra üzerinde canlıların yaşamasına olanak sağlayacak kadar elverişli hâle gelmesi yaklaşık 5 milyar yıllık bir zaman içinde gerçekleşiyor. Öyleyse uzaydaki ilk canlılar 9,4 milyar yıl önce ortaya çıkmış olmalılar. Bunlara "Birinci Kuşak Canlılar" deniyor.
Aynı mantığa göre, 10 milyarıncı yılda ortaya çıkanlara da "İkinci Kuşak Canlılar" deniyor.
Güneş 5 milyar yıl önce var olduğuna ve dünya Güneş'ten 4,5 milyar yıl önce koptuğuna göre, biz insanlar "Üçüncü Kuşak Canlılar" sınıfına ait sayılıyoruz. Yani uzaydaki en genç ve dolayısıyla en geri veya en az gelişmiş canlılar sınıfındayız. Bu da demek oluyor ki birinci kuşak uzaylılar bizden 10 milyar yıl, ikinci kuşaksa 5 milyar yıl daha ilerideler...
Eğer o canlılardan biri veya bazıları dünyayı gözetim altında tutuyor ve neler yaptığımızı, nasıl bir gelişme veya gerileme gösterdiğimizi gözlüyorlarsa; o zaman atmosferimizdeki kötüye gidişe bakarak, bizi "kendi kendini yok etmeye aday bir uygarlık" olarak niteleyebilir ve bunu önlemek için de ciddi ve etkili önlemler alabilirler.
Evet, böyle düşünüyor NASA ve Pennsilvanya Devlet Üniversitesi'ndeki bazı bilim insanları... Ve uzaydaki diğer uygarlıkların bizi korumak veya cezalandırmak için girişecekleri bir tanışma veya çatışma durumuna şimdiden hazırlıklı olmak gerektiğine dikkat çekmek istiyor NASA elemanı Shawn Domagal-Goldman.
Yararları: İngilizcede kısaca ETI "Extraterrestrial Intelligence" olarak ifade edilen dünya dışı zekâ ile kurulacak bir işbirliği, pek çok sorunumuzu çözmeye ve özellikle açlık, yoksulluk ve bulaşıcı hastalıklar ile mücadele etmeye yardımcı olabilir; evren ve diğer konulardaki bilgimizi birdenbire çok büyük oranda geliştirmemizi sağlayabilir. Hatta bunlardan bazılarını ele geçirip iyice inceledikten sonra elde edeceğimiz yeni bilgiler bize binlerce yıllık bir çağ atlayışı dahi sağlayabilir.
Zararları: Bilerek veya bilmeyerek insanlara ve dünyaya zarar verebilirler. Bizi öldürmek ve yemek gibi bir niyetleri olabileceği gibi, bazı salgın hastalıklara da neden olabilirler. Eğer, dünyada bazı deneyler yapmaya ve dünyayı bir lâboratuvar olarak kullanmaya kalkışırlarsa, ekosisteme ve okyanuslara tamiri olanaksız zararlar verebilirler. O nedenle, dünyadan uzaya yollanan mesajlarda bizim DNA yapımız ve biyolojimiz hakkında hiçbir bilgi sızdırılmamalıdır; aksi hâlde o bilgiler ışığında, bizleri yok edecek biyolojik silahlar üretebilirler.
Mehmet Sağlam mehmetttsaglam@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
-FRANSOLA-
Yanlış yoldasındır bu saatte bilirim.
Arkan aydınlıktır, önün karanlık…
Nerdesin kimdesindir bilemem,
Belki yanılgıdasındır bir anlık.
Fakat bu saatte yanlış yoldasındır.
Devrimci ruhun ortadadır.
Kadehin masamda yarım kalmıştır.
Tüm odaya yayılmıştır parfümünün kokusu.
Yürütme, yasamda yarım kalmıştır.
Bir kutu makyaja bürünmüş,
Gece gözüyle güzel görünmüşsündür.
Bir kırmızı Fransız arabası üstünedir,
Diğeri altında...
Fakat bu saatte yanlış yoldasındır.
Muhtemelen anahtarın da kapında…
Büyük göğüslerini tutan elbisen dolabında asılıdır.
Bir de erkek vardır yanında, Fransız asıllıdır!
Zayıf güçsüz bir kolda,
Eminim ki sen soldasındır.
Ama bu saatte yanlış yoldasındır.
Bir de kırmızı Bordeaux açmışsındır ,
Boşalan kadehin üstüne.
En sevdiğin şarkı devrim yapmıştır.
Bir derse daha geç kalmışsındır.
Alarmın masamda çılgınca çalmaktadır.
Uykumun kalan yarısını da o almaktadır.
Ben aynı nehirde bir daha yıkanmaya çalışırken
Senin gözlerin uykuya dalmaktadır.
Belki hiç sabah olmamıştır o gece.
Üniversiteli bir genç hala adını bağırmaktadır.
Sen makyajını tazelerken gün ağarmaktadır.
Ve sen bu saatte yanlış yoldasındır.
Arkan aydınlıktır önün karanlık.
Belki yanılgıdasındır bir anlık.
Aldığın mektupları uçak yapmışsındır.
Belki tanrı diye ona tapmışsındır!
Adın bir kez daha karalanmıştır.
Banyoda kapın aralanmıştır.
Üstelik saçın hala köpüklüdür.
Bir erkek çalmıştır kapını hem de günah yüklüdür.
Kızılay'dan Galatasaray'a bir kadın yanaşmıştır.
Beyoğlu'da, Nevizâde'de ortalık karışmıştır.
Tüm sözlerin kulak arkasında,
Ruj izlerin genç üniversiteli parkasında,
Bütün kadınlığın bir polis arkasındadır!
Bu saatte yanlış yoldasındır.
Belki parada puldasındır.
Ama bilirim ki o sağda, sen soldasındır.
Bir şişe şaraba kanmışsındır,
Ve kadınlığına ithaf bir çift söze.
Başkaları nafile ülfetine doyamazken,
Farzını bile yasak etmişsindir bu saatte bize!
Muhsin Gültekin
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.
Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.
http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.
Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|