|
|
|
Editör'den : Yine uzaktayım!.. |
Merhabalar,
Bu sefer, hesapta iken yok olan sonra birdenbire tekrar gündeme gelen bir iş nedeniyle uzaklardayım. Otel odasından ancak bu kadar yazabiliyorum. Haftaya normal koşullarda birlikte olmak üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan DOĞRU DURUN BİRAZ |
|
Karafatma Meydanı'ndan önceki durakta çoğu zaman yolcu inip binmezdi. Genellikle otobüs o durağı pas geçip giderdi. O gün otobüs sürücüsünün ve yolcuların hiç beklemediği bir şey oldu. Onlarca on, on üç yaşlarında küçük kız birden otobüsün kapılarına yüklendi. Beşi bindi, onu, yirmisi ve daha fazlası… Hepsi birbirinden güzel, birbirinden tatlı, birbirinden neşeli, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır... Otobüsün içindeki kokmaz, bulaşmaz iklim birden bahar oldu. Oldu ama bizim gibi olgun ve dolgunların keyfi kaçtı. Ne güzel de uyukluyorduk. Bunlar nereden çıktı şimdi? Birkaç dakika geçmeden başını sımsıkı iki kat bağlamış, yüzü fondötenle sıvanmış otuzlu yaşlarında bir kadın hemen ortaya atıldı. "Hışşt," dedi. "Doğru durun biraz." Oturduğumuz kotluların etrafındaki serçeler susuverdi. Kızdım ama bir şey diyemedim. Günler geçtiği halde hala sustuğum için pişmanım üstelik.
Doğru durmayın, uslu olmayın kızlar," diyebilmeliydim. Bak biz, siz otobüse binmeden önce yolculuk eden bu muşmulalar topluluğu hepimiz çocukken düzgün durduk. Hep uslu olduk. Her şeyden rahatsız oluveriyoruz. Kuşları sevmiyoruz, ilkbaharı ve hatta çocukları bile. Bu kadarıyla kalsa gene iyi… Birisi yanımıza yaklaşıp adres soracak olsa işkillenir olduk. Yönetenler hepimizi limon gibi sıktılar gıkımız bile çıkmadı. Sıra bize gelince ortalığı velveleye verdik ama kimse tınmadı. Hepimiz ot olduk, odun olduk, yetişkin olduk. Sürekli uslu olduğumuz için en sonunda robot olduk. Adamın biri çıkıp bizi telefonla arıyor. Ben emniyetten komiser kemal diyor. Korkudan altımızı dolduruyoruz. Korkularımızı kullanarak binlerce liramızı dolandırıyor. Kimsin, necisin diyemiyoruz. Bizim gibi olmayın çocuklar. Uslu olmayın ve düzgün durmayın. Üstelik bu ülkede zaten sadece kentlerin bazı semtlerinde çocuk olunabiliyor. Bu kadar şanslıysanız bakın uslu olmayın. Çocuk olun, fıkır fıkır, cıvıl cıvıl, capcanlı…
Hanife kendini vurduğunda daha on beşine bile girmemişti. Teyzesinin oğluna vermişler garibi. Canıma kıyarım daha iyi demiş. Demiş ama kimse inanmamış. Çünkü sözüne inanmak için küçük, evlenmek için büyükmüş. Evde kimse yokken gizlice almış babasının tüfeğini. Dayamış namlusunu karnına.. Ayak parmağıyla da basıvermiş tetiğe. Silah sesini duyanlar koşup bakmışlar. Kız kanlar içinde yatıyormuş. Çekecek çilesi varmış ölmedi. Mucize bu demiş doktorlar. İç organları paramparça oldu ama ölmedi…
Ben Hanife ile ilk karşılaştığımda sekiz belki de dokuz yaşlarındaydı. Kömür karası kıvır kıvır saçları ile çok tatlı bir çocuktu. Üstelik çok iyi bir ablaydı. Erkek kardeşleriyle sürekli ilgilenir onların peşinde koşturup dururdu. Babasının lakabı Kaymakam'dı. Köylüler ona bu yüzden Kaymakamın Kızı derlerdi. Hanife ve birkaç arkadaşı köydeki öteki kızlara benzemiyorlardı. Bütün kızlar on ikisine gelince başını örterdi. Bunlar örtmediler. Sürekli kınandılar, sürekli ayıplandılar, yaşlı kadınların her gün onlarca kez laf sokuşturmalarına bile aldırmadılar. Kaymakam Fehmi, uysal kendi ekmeğinin derdinde gariban bir adamdı. Kızını canından bezdirecek kadar öfkeli, dayakçı bir baba hiç değildi. Sadece köydeki onlarcası gibi yoksuldu. Kendisi ve eşi çok yoksulluk çekmişlerdi. Kızı ekmeği, suyu bol, rahat geçimli bir eve gelin olsun istedi. O da yoksulluk çeksin, aç kalsın kendisi gibi yaşamasın istiyordu. Akrabaları aracılığı ile kendisine iletilen teklife hayır diyemedi. İçinde bulundukları bu durum köydeki diğer evler, insanlar için olağanüstü bir şey de değildi. Birçok genç kız hem de çocuk yaşta böyle evleniyordu.
"İstemiyorum anne, ne olur yapmayın baba," demiş. "Canıma kıyarım yine de gitmem." Çocuklar ciddiye alınır mı hiç? Almamışlar. Üstelik bizim kömür karası saçlı, dik başlı kızın bir de gizliden sevdiği varmış. Sonradan duyuldu… Ünye Devlet Hastanesindeki koğuşunda ziyaret ettiğimde ölüm tehlikesini yeni atlatmıştı. Bana öğretmenimi getir dedi. Aysen öğretmenimi… Azrail'in çemberinden geçmiş bir kıza karşı gelinmezdi. "Tamam," dedim. Getireceğim. Konuşacak mecali de yoktu zaten. Yanında biraz kalıp o bana bakıp sustu, ben de ona bakıp…
Uslu olmayın çocuklar, düzgün durmayın. Büyümek için sakın acele etmeyin. Gülüşmeleriniz, itişmeleriniz, oyunlarınız hiç bitmesin. Bu ülkede sadece çocukların, delilerin ve çok yaşlıların kusuruna bakılmaz. Bu ayrıcalığın tadını çıkarın. Sakın uslu olmayın çocuklar. Sakın çabucak büyüyüp beton suratlı olmayın.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
TANRI' NIN ADALETİNİ SORGULAMAK
"Hayat tezatlarla dolu" deriz çoğu zaman. Kimi kötü insan, "nimet" içinde yüzer... En son hak edecek zalim kişiler, olmadık noktalara gelir, tepelerde oturur... Nice şımarıklar, varlığına varlık katar… Nice iyiler ise ezilir, cefa görür, gibi gözükür...
Evet, "gibi gözükür" diyorum, çünkü bence işin aslı göründüğü gibi değil. Sadece algılama şeklimiz nedeniyle böyle olduğunu sanıyoruz. Yani en büyük hatalarımızdan birini yapıp, "zanna kapılıyoruz!". (En' am 148)
Tanrı önce kişiyi yükseltir, nimetlendirir; evlat, para, mevkii, yetki ve güç verir eline. (Enfal 28) Başı döner kişinin, kibirlenmeye başlar... "Güçlendikçe" azar, "yükseldikçe" şımarır...
Nimetlendikçe azgınlığı artan, hak ettiği için veriliyor sanır... (Kassas 78) Yaptıkları gözüne güzel gelir, daha da azar. (Mümin 37, Neml 24) Halbuki bilmez ki, inişi de muhteşem olacaktır, o "yükselirken" azanın, azdıkça "yükselenin"... Tabii ki her nimetlenme bir ceza alametidir, ya da iyiler nimetlenmez demek değil kastımız.
Onca azgınlığın, şımarıklığın, neden cezasız kaldığına anlam veremeyiz bir türlü. Kötüler bazen ödüllendiriliyor gibi gelir bize... Şaşırırız bu işe; "bu nasıl adalet" deriz, bilir bilmez! Adaletini sorgulama gafletine düşeriz Tanrı' nın. (Tevbe 85) Halbuki bilmeyiz ki, sorun bizim sabırsızlığımızda, cehaletimizde... (Kıyamet 20)
O, kimimize hemen keser cezayı, daha hafif tarafından, kimimize ise, bir süre sonra... (Fatır 45, Tarık 15-17)
Süre uzadıkça "tazminatı" da artar çünkü işin... (Ali İmran 178)
Fazla azan kişinin, cezasının da daha büyük olmasını dilediği içindir o "nimetlenme"... O' nun adaleti de bunu gerektirir bence... (Tevbe 55)
Birinci kattan düşenle, beşinci kattan düşen bir olur mu hiç? Bana öyle geliyor ki Tanrı, bazılarımızın, "beşinci kattan" düşmesi gerektiği için nimetlendiriyor, veriyor, "yükseltiyor", "yükseltiyor"... Biz de sanıyoruz ki... (Muminun 55)
Şimdi diyeceksiniz ki; "hadi o kötü cezasını bulur bulmasına da, ya eziyet ettikleri, canını yaktıkları?"
Zulme uğramak da, nimetlenmek gibi O' nun izniyle olmuyor mu? O izin veriyorsa zulum görmemize; ya biz de bunu hak ediyoruzdur, elimizin ürünüdür çektiklerimiz, o zaman nerede yanlış yapıyoruz diye kendimizi sorgulamalı, düzeltmeliyiz; ya da sınanıyoruzdur ki, o da sabretmemizi gerektirir. (Nur 11, Yunus 44) Tabii "zulum" diye gördüğümüz şey, gerçekten zulüm mü, yoksa nimet mi, o da ayrı konu, üzerinde düşünülmesi gereken...
Fazla "nimetlenmek" korkutur beni! Bunun bir bedeli olacak ödenecek, hesabı var verilecek... (Ali İmran 186, Enfal 28)
Hep isteriz, "Allah' ım bana şunu ver, bunu ver..." dua ederiz... İş, aş, sağlık, evlat, huzur, para, pul, mal, mülk... Kaç kişi, "verdiğin nimetlerin hesabını verebilmeyi nasip et!" diye dua eder acaba?
Bir hikaye vardır. Hayatta sadece bir parça ipten başka hiçbir şeyi olmayan hamalın hikayesi...
Adamın biri çok zenginmiş. Günün birinde ölümcül bir hastalığa yakalanmış. En büyük korkusu, kabre girdiğinde sorgulanmakmış. Hikaye bu ya, haber salmış çevreye, "öldüğüm gün benimle birlikte mezara girip, o gece sabaha kadar yanımda olacak kişiye, tüm mirasımı bırakacağım" demiş. Kimse çıkmamış. Sonra bir hamal gelmiş; hayatta tek varlığı bir parça ipmiş...
"Kaybedecek bir şeyim yok, üstelik bir gece dayanabilirsem, mirasa konarım" diye düşünmüş, kabul etmiş teklifi.
Adam ölmüş, hamal da onunla birlikte kabre konulmuş... Sorgu sual meleği gelmiş yanlarına. Bakmış biri ölü, diğeri sağ. "Bu nasıl olsa ölmüş, öteki sabah olunca gidecek, hamaldan başlayayım sorgulamaya" demiş ve başlamış sorguya... "O ip kimin, nereden buldun, nasıl aldın..." sabaha kadar sorgulanmış hamal. Sabah olmuş, hamalı kabirden çıkartmışlar. Tebrik etmişler, "bütün miras senin" demişler...
"Aman!" demiş hamal; "istemem! Sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim, onca malın mülkün hesabını nasıl vereceğim?"
Geçenlerde bir gönül dostum; "iki kişiyiz ama, dört odalı evde oturuyoruz. Bunun hesabı benden sorulmaz mı?" dediğinde verecek cevap bulamadım. İş öyle derin ve ince ki...
Şimdi düşünüyorum; onca verecek hesabımız varken, sadece "şekilleri" hayata geçirmeyi, "gereğini yapmak olarak" algılamak; Ona da, kurduğu sisteme de hakaret olmuyor mu?
Bir yanda şekillerle örülmüş, geleneklere boğulmuş bir anlayış; diğer tarafta ise, akla ve vicdana hitap eden, kusursuz dengeler üzerine kurulmuş, muhteşem bir sistem... (Kamer 3)
Neresindeyiz?
Kararı siz verin artık...
Meltem Kaynaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-30
*- Hayat, ölümü penceresinden izlediğimiz bir evdir.
*- Ölümle hâlâ dost olamadıysan, bil ki yakında düşman olacaksın.
*- Ölümün elinden kurtarabildiklerin seni "sen" yapan şeylerdir.
*- Yaşamayı gerçekten arzu eden kişi, ölümün yanından ıslık çalarak geçer.
*- Tek başına öleceksin diye hayıflanma, doğarken de tek başına değil miydin?
*- Her an binlerce ölüm ve doğum olur, sen doğarken olduğu gibi ve ölürken olacağı gibi…
*- Ölüden bile intikam almak isteyen alçaklar vardır; ölüden korkan korkaklar olduğu gibi.
*- İnsanların kayıtsız şartsız eşit oldukları tek şey ölümdür. Çünkü dilenciyi de bulur, kralı da.
*- Kendin ve başkaları için daima ölümün hayırlısını dile.
*- Akıllı kişi asla ölümsüzlük istemez. Ölüm bitiş, son gibi algalanırsa da aslında bir yeni başlangıçtır.
*- Pişmansan ateşler içinde yanıyorsun demektir. Çünkü pişmanlık geçmişin cehennemidir.
*- Acıların kazandırdıkları, ödüllerin kazandırdıklarından daha fazladır.
*- En tatlı zevk, en zor elde edilendir.
*- Çektiğimiz acıları unutabiliriz, ama bıraktıkları izleri asla silemeyiz.
*- Sevgiline karşı sevgin ne kadar büyükse, sana çektireceği acı da o kadar büyüktür.
*- Toplum suç işleyeni suçlar; suç işleyen de toplumu.
*- Acı, en iyi öğretmendir.
*- Kusur arıyorsan bil ki kolayca bulacaksın; meziyet arıyorsan işin oldukça zor demektir.
*- Zaman geçiyor diye üzülme; çünkü "zaman geçiyor diye üzülürken" de zaman geçiyor.
*- Affetmeden önce o kişi için "değer mi, değmez mi?" diye düşünme; ama "bana karşı düşmanlık besler mi, beslemez mi?"sorusunu mutlaka sor.
*- Zaman ömrü eksiltir, fakar tecrübeyi artırır.
*- Balı acı, tatlı, lezzetli ya da lezzetsiz yapan arı değil, arının bal topladığı çiçeklerdir.
*- Kötü bir şey olacak diye beklenti içine girip de dert etme, olduğunda zaten yeterince dertleneceksin.
*- Acıdaki tat, zevkde yoktur.
*- "Bana kusurlarımı söyle, beni eleştir" diyen insanların tuzaklarına sakın düşme. Onların dediklerini yaparsan ya bir dost, ya bir arkadaş kaybedersin; ya da yeni bir düşman kazanırsın.
*- Başkalarında olunca kusur, kendimizde olunca meziyet kabul ettiğimiz o kadar çok şey var ki!
*- Yoksula ayıp olan şey, zengine hak olabilir.
*- Her itirafın altında büyük bir ödül beklentisi yatar.
*- Yoksullara yardım et; ama bunda da fazla ileriye gitme.
*- Gülmek için o kadar çok neden varken, hâlâ gülmemekte ısrar edişimizi anlayamıyorum.
*- Açlığın alçaltamadığı bir insanı, alçatabilecek başka hiçbir güç yok demektir.
*- Dünyasını büyütmek her insanın kendi elindedir, yeter ki düşüncelerinin önüne çekilen duvarları aşmasını bilsin.
*- Dünyada barış sağlanmasını gerektiğini savunanların çoğu, gerçekte savaştan yana olanlardır.
*- Dünyayı değiştirmeye çalışmayı bırakın da onu anlamaya ve ona uygun yaşamaya çalışın.
*- Düşüncelerimizdeki dünyanın yıkılması, gerçek dünyanın yıkılmasından daha acıdır.
*- Evren, tüm var olanlarla, sonsuz bir boşluğun toplamından ibarettir; tabii böylesi bir toplama matematik açısından doğruysa!
*- Evrendeki sonsuzluğu, sınırsızlığı kavrayabilen her insan varoluş ile ilgili bir sırrı da keşfetmiş olur. Düşünce ve yaşamına bu sırrı uygulayarak da yeni yeni buluşlar ortaya koyabilir.
*- Dünya sizin görmek istediğiniz gibi bir dünya değildir; o nedenle varolduğu gibi görünen bir dünya algılamaya çalışmalısınız.
*- Patavatsız insan, ham bir meyve gibidir; arif insan ise olgun bir meyve gibidir.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
Tartışma Programı
Abuzittin TIRLAK'dan Başlangıç Notu: Hoooop, Milleeeet! Noluyoz yaaa! Yazıp yazıp gönderiyoz hemşerim, tık yok. Bi allahın kulu da çıksın da desin ki, "Sen deli misin hemşerim ne yazıp duruyon okuyan yok ki, boşuna uğraşma, en iyisi mizah dergilerinin
kapılarını aşındır, belki bir iş çıkarırsın". Yaaaa sanki suya yazıyoz be, herkes kör, herkes sağır, ulan bir Allahın kulu da çıksın desin ki, iyi ettin ya da "sen kim mizah yazısı yazmak kim, iyi halt ettin." Yani tepki almak için illaki ve vallaki Mustafa kardeşim gibi aşk, meşk yazıları mı yazmak gerekiyo yaa hasbinallah. Hooop millet, siz sıcak kafanıza geçmiş vaziyette kim şike kim şaka yapmış ayaklarına takılırken Türkiye bölünüyo be! Haberiniz var mı hooop!
Tam bu satırları yazarkene içerden bir ses "Yemeeek", Bu bizim evde şu demek: Yaşı kemale ermiş moruklar olarak bizim evde üç değil iki posta yemek yenir efendim. Daha doğrusu esas yemek bir postadır. Bu saat 4'lemiş 5'lemiş filan demek. Tam o sırada adını bile anmanın bende öğürtü yarattığı TV kanallarından birinde bir spiker sesi "Asuman Krause yemek yemiiiiiiş de, kiminle!?" Bir tepem attı ki o kadar olur yani. Zaten deliyim, iyice dellendim. Bastım önüme, pardon kalemime gelene fırçayı yani! Ulan bana ne o hatundan, ya da kiminle yemek yediğinden! Sanki bana karışık güneydoğu kebabı ısmarlayacak da! İşte böyle ağabeylerim ve ablalarım siz bu cicili bicili medya tarafından uyutulurken, Apo'ya ev hapsi çıkınca koltuğunuzun altına tavlanızı alıp, iki düz bir ters mars olmaya gidersiniz artık, o da size Mc Burger ile Coca Cola ikram eder, karşılıklı laflarsınız ne güzel di mi "Analar da ağlamasa artık, bütün ölümler kötü, nol'cek bu memleketin hali" Eeee, kusura bakmayın arada böyle fırça da yiyeceksiniz! boşuna demiyoruz "Ailenizin delisi" diye . Hadi bu notu fazla uzattık bana eyvallah, asıl yazıya geçelim gülüm!
- Bitkiler dünyasına hoş geldiniz. Yeni bir "Boş Tartışma Karın Doyurmaz" programı ile daha karşınızdayız! Bendeniz moderatörünüz "Domates" efendim. Bugünkü konumuz hassaten çok önemli olup, elbette baş konuğumuz sayın "Hıyar" efendim. Tabii ki ilk konuğumu anons ettiğimde konumuzu hemen şıp diye anladınız sayın anlamayıcı izleyiciler! Konumuz elbette sayın "Hıyar"a atfedilen, insan dediğimiz garip ve anlaşılmaz yaratığın ölümleri efendim. Sayın "Hıyar" hoş geldiniz.
- Hoş bulmadık sayın Domates!
- Şimdi dilerseniz diğer konuklarımı takdim edeceğim efendim. Hemen sağımda "Hıyar" ile birlikte çoban salatanın vazgeçilmezlerinden olan "Yeşil Biber" var. Kendileri de bugünlerde insanoğlunun kötü icatlarından olan pis bir gaza adını vermiş olmakla çok da iyi anılmamaktadırlar. Evet Yeşil Biber sizde hoş geldiniz.
- Ben de pek hoş bulamadım sayın Domates!
- Şimdi sıra üçüncü ve son konuğuma geldi. Böyle bir tartışma toplantısında malümaliniz olduğu üzre her şeye "Maydanoz" birisinin de bulunması gerekiyor ki üçüncü ve son konuğum tabii ki Maydanoz efendim.
- Ben fena halde hoş buldum sayın Domates
- Evet efendim, tartışmamıza başlayalım bence. Sayın Hıyar bu iş ne iş yani? Ne oldu da hıyar yiyen insan denen garip mahluklar birer birer cansızlaştılar efendim?
- Ah bir bilsem. Bildiğim gadarıyla şöyle olmuş. Gene insan denen bu garip yaratıklardan şeytan gılıklı birileri, bizden birilerini alarak bir laboratuara kapatmışlar önce, sonra da ince ve kalın ameliyatlarla genimiz ile oynamışlar böylece dış görünüşü bakımından aynen biz olup, aslında biz olmayan bir sebze türü çıkmış ortaya!
- Yani GDO'lu Hıyar'dan söz ediyorsunuz! Efendim biz kendilerini asla sebze saymadığımızdan tabii ki programımıza çağırmadık! Yine konu tam anlaşılamadı sayın Hıyar!
- Sabırlı ol, çatlama sayın Domates, suyun akmasın! Anlatıyoruz işte! Neyse bu GDO'lu hıyar görünümlü ama hıyar olmayan, hıyar oğlu hıyar, bir de hormonu iyicene yiyince, ne olduğunu tam sapıtarak, garip ancak ölümcül bir yaratığa dönüşmüş. Çok aldatıcı ve bizler açısından fena halde esef verici bir durumla karşı karşıyayız. Uzaktan bakınca, hatta yakından elleyince bile aynen biz, ama asla biz değil bu sümüklü böcek! İnsan denen garip hayvanlardan kendilerine tüketici denenlerin bu durumu çakozlamalarını ise, tabii ki hiçbir nebabat umamaz!
- Evet galiba konuyu yavaş yavaş anlamaktayız sayın Hıyar! Böyle olunca da siz görünümlü, ama aslında siz olmayan hıyarımsı gariplikleri yiyen insan evlatları dünyalarını değiştirmişler efendim!
- He vallah aynen böyle olmuştur!
- Sayın Yeşil Biber, sizin durumunuz nedir efendim? Yani sizden birileri düşman kuvvetler tarafından ele geçirilerek, çeşitli genetik operasyonlarla sahteleştirilip, ortalığa salınma aşamasına geldiniz mi? Yani anlaşıldığı kadarıyla tüm nebabat türleri böyle vahşi bir saldırıya uğrayacak gibi gözüküyorlar da!
- Evet, sayın Domates. Yani henüz hayır efendim! Şimdi anlaşılan bu manyak insanımsılar sözde verimlilik artışı palavrasıyla bu aslında son derece tehlikeli işe başlamışlar gibi gözüküyor. Biz de listede olmakla birlikte henüz şimdilik sadece hormon denen alçakça uygulama ile karşı karşıyayız efendim. Yani kimilerimiz önce hormonu yiyor, sonra da kahrolası insanımsılar bizi yiyor anlayacağınız!
- Bu durumda sanırsam henüz hayati bir tehlike taşımıyorsunuz sayın Yeşil Biber?
- Eveeet, şimdilik böyle. Herhalde öncelikle patatezz ve siz domates böyle bir tehlike altındasınız. Nereden çıktı şimdi bu diyecek olursanız, geçen gün Pazarda tezgahta alıcı beklerken; şişko, gözlüklü, keçi sakallı -bu arada artık sakalını kesse bence iyi olacak, hiç yakışmıyor!- beyaz saçlı bir insanımsı, sanırsam bu satırların yazarına fotokopi kadar çok benziyordu, hatta gene sanırsam aynen kendileridür, patatezz satan zerzevatçı insanımsı ile dertleşiyordu. Hiç yerli tohum galmamış mış ta, en iyi görünümlü patatesin bile bir yerinden mutlaka bir yeşilimtraklık çıkıyormuş ta falan filan. Patatezzzçi insanımsı da; "Ne yapsın köylü, bu tohum çok pahalı ama bir avuçtan koskoca bir tarla oluyor." diyerekten gendi açısından konuya saplama yapmaktaydı.
- Bu arada sayın domates sıra bana gelmeden ben araya gireyim de efendim, sizlerden de ibreti alem için kalan az sayıdaki orijinal örnekleri müzeye galdırmak üzereymişler. Pazarda pek çok türünüz mevcut ama ne kokunuz galmış ne de tadınız. Salkım salkım saçılmış vaziyettesiniz yani!
- Ah sayın Maydanoz ben de sizi uyuya kaldınız zannetmiştim! Nihayet dayanamayarak lafa maydanoz oldunuz efendim! Evet ne yazık ki, artık domates öldü efendim! Yerine tımaytous doğdu! Yani artık salça bilem olmaz bizden, ancak getçap işte ne yaparsınız! Nasıl olsa insanımsı garip yaratıklarda salçanın ne olduğunu hatırlamıyorlar artık! Varsa yoksa Mc arası getçap yani!
- Peki sayın domates, bu tartışma programına en dertli nebatatlar arasında yer alan patatezz ile garpuzu neden çağırmadınız? Dimi ama efendim yani?
- Çağıracaktık ama onlar o kadar dertli ki, hem yerimiz hem de yenimiz dar gelirdi!. Eveeet, böylece maydanoz da en kısa ve veciz şekilde görüşlerini ifade ettikten kelli süremiz sona erdiğinden hep beraber bizleri katleden şeytan insanımsılarla savaşmak kararlılığımızı ifade ederekten ve atalarımızı gözümüz gibi goruyarak bu şeytan insanımsılara teslim etmeyeceğimize ant içerekten programımızı gapatmak istiyorum sayın izlemeyici izleyiciler, hoşca galınız ve de mücadele ediniz efendüm. Savaşmayana mama yok bilesünüz!
Abuzittin TIRLAK'dan Bitiş Notu: Bu yazının son noktalaması ile iştigal eder iken, bir Pazar günü Birgün gazetesinde bir haber: "Tarla'da çalışan üç işçi Patates'ten zehirlendi!" Nerede olmuş bu iş, Osmaniye/Kadirli'de (Yani eski toprakların bildiği üzere Adana'nın Kadirli ilçesinde) Nasıl olmuş? Yanlarında yemek üzere götürdükleri patatesleri yemişler efendim! E be kardeşim, e be yani! Yanınızda yemek için götürdüğünüz patatesi yememeniz, tarihi eser olarak Müze'ye kaldırmanız gerektiğini bilmezseniz böyle olur tabii! Anneeee, kaçınız, kaçınız "yenipatates" geliyorrrrrr! İmdaaaat yani! Ha, tabanca gurşunu, ha "yenipatates!" O kadar olur yani! Canını kurtarmak isteyen kaçsıııın, İmdaaaat!
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Başlangıç..
Seneler ne kadar da çabuk geçiyor.. Seneler önce bu siteye yazdığımda, hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyada, kilo almış,kendini bırakmış,amacı olmayan ve kendine dallar arayan biriydim.. Hayallerim yoktu,amacım yoktu.. Sonra nasıl olduysa kendime geldim.. Dünyaya döndüm.. Ve artık umut dolu bir insanım..Kendimi aileme adadım.. Ama her şeyden önemlisi,artık ne istediğimi biliyorum..
Her şey çoğumuzun önemsiz dediği, günlük hayatımızın vazgeçilmezleri arasında olan bir rüyayla başladı.. Hani çoğu psikiyatrlar rüyalarımızı yazmamız gerektiğinden bahseder ya.. Ben otuzuma geldim,hala günlük tutan biri olarak,günlüğüme rüyalarımı yazmaya başladım.. Önceleri önemsiz gibi görünen o rüyalar, çocukluğumdan beri tozlu raflara kaldırdığım aşkımı çıkarmaya başladı yavaş yavaş..Bu ASLInda herkesin etrafında kolay rastlayacağı bir hikaye.. İki yaşından beri tanıdığım o insan artık rüyalarımdaydı.. Uzaktık onunla,ama o hep benim rüyalarımda bana aitti.. Kah denizden ürkerek,kah odalardan kaçarak.. Hani uykuya görmek umuduyla yatarsınız ya.. Sabah, ne gördüm, onu gördüm mü diye uyanırsınız ya.. Hah, işte o duygu işte..Tek farkı,uzaktaydı.. Ama ASLInda çok yakındı..
Ben onu çok basit nedenlerden dolayı kaybettim ASLInda.. Bütün okul hayatınız boyunca beklediğiniz insan..Üniversitede yanına gittiğinizde,onun size karşı boş olduğunu gördüğünüzde;işte hayat o zaman başlıyor.. Başlıyormuş.. Okulu bıraktım, başka bir yer kazandım, derken başka biri.. Ha bu arada,ilkokuldan beri mektuplaşmalarınız, bu yeni biriyle birlikte bitiyor.. Hatalar hatalar üzerine..Ve o artık sizden uzakta yaşamaya başlıyor..
Aşk öyle bir şey ki insana cümleler kurduruyor, sahip olduğunuz tek bir fotoğrafa anlamlar yüklettiriyor..Hele hele o fotoğraf 4 ve 5 yaşlarında iki çocuğa aitse.. O fotoğraf küçücük bir kızın duasına dönüşüyor.. Hatta o kadar komik ki hayaller kurdurup,o kendi kurduğunuz hayallere sizi bile inandırıyor.. Hep Allah'tan ilahi bir aşk istemiştim.. Hem bu dünyalık, hem diğer dünyalık.. İşte o aşk,küçücük bir kızın duasında can buluyor.. İşte benim hikayem böyle başlıyor..
Aslı Gültekin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
TÜRK OLUP İNGİLİZ YAZMAK: İSKENDER
Şiiri farklı kılan içerdiği belagattir. Ondaki ahenk, uyum, benzeşim, mecaz ve beliğ ifadeler hatta melodiler insanı kendine çeker.
Belagat dediğimiz bu üstün ifadeler en yoğun şiirde olmakla birlikte nesir denilen metinler içinde söz konusudur. Dilin nesirle belagatinin işlenmesi başta öykü ve roman dediğimiz edebi türleri meyve vermiştir.
Çeviri her ne kadar mükemmel olsa da kesinlikle orijinalin yerini tutamaz. Asıl belagat orijinal metinler için geçerlidir. En üstün belagatli çeviri bir şiir, şairin kendi öz dilinde yazdığı şiirdeki tadı bize vermeyecektir.
Roman, Batı toplumlarının günah çıkarma formatında kendi anadilinde belagatli ifadelerle bir çeşit itiraftır. Dil konusunda Gustave Flaubert, çağdaşı meşhur romancı Balzac'ı kullandığı dilden dolayı eleştirmiştir.
Bu bağlamda Elif Şafak'ın son romanı 'İskender'e baktığımızda nesirde belagatin kullanımı açısından eksiklikler görüyoruz.
Sayın Şafak ve onu takdim edenler çok büyük bir özellikmiş gibi yazarın eserlerini İngilizce olarak yazdığını ve sonrasında Türkçeye çevrildiğini ifade ediyorlar. Yukarda değindiğimiz üzere hiçbir çeviri eser orijinalin yerini tutamaz. Türk olarak İngilizce yazdığı bir eseri Türkçeye çevirmiş olsa bile o her halükarda çeviri bir eserdir. Türk diline ve edebiyatına mal edilemez. Sayın Şafak İngiliz edebiyatı mı yapıyor; Türkçenin anlatım zenginliğini mi ortaya koymaya çalışıyor önce buna karar vermeli. Ki zaten 'İskender'i okuduğunuzda Türkçenin nameli izlerini yeterince bulamıyor belirgin bir eksiklik hissedip çeviri tadını alıyorsunuz. Burada Orhan Pamuk'un romanlarında kullandığı Türkçeyi hatırlamanızı salık veriyorum. Şayet Elif Şafak'a 'İskender'deki Türkçe kullanımından dolayı ödül verilirse elbet şaşırmayacağım. Türkiye gibi bir ülkede böyle bir ödülün verilme olasılığı hem çok yüksek hem de 'hak yerini buldu' anlayışıyla yerinde bulunulacaktır.
Kapak resmini bende eleştiriyor ve kitap içeriğiyle resimler arasında bir alaka göremiyorum. Bu resimler ne açıdan kondu romanın içeriğiyle bir türlü ilinti kuramıyorum.
Belirttiğim üzere dilde çeviri tadı hissediliyor. Türkçenin yoğun bir cümbüşünü bulamıyorsunuz anlatımda. Anlatım zaman zaman sığ ve yoğunluksuz. Üniversitede bir hocamız Avrupa'da roman yazarlığının bir çeşit endüstri haline geldiğinden bahsetmişti. İsim yapmış bir yazar romanın kurgusunu oluşturuyor; bu kurgudaki ayrıntıları ise etrafındaki asistanları yazıp dolduruyor. Sonuçta çok satan endüstriyel ürün bir eser ortaya çıkıyor. 'İskender'de anlatım özellikleri düşünüldüğünde böyle bir benzerlik görebiliyoruz.
Televizyonlarda izlediğimiz dizileri roman boyunca sürekli hatırlıyoruz. Adeta bir dizi film senaryosu olmuş bu roman. Kahramanların yaşadıklarının anlatımında bir dizideki veya izlenmiş bir filmdeki sahneleri sık şekilde hatırlıyorsunuz.
Baştan sona okuduğunuzda romana verilebilecek en son adın 'İskender' olabileceğini anlıyorsunuz. İçerik düşünüldüğünde romanın hak ettiği ad 'Pembe'dir. Böyle bir adın, anlatımdaki pembeliklerle birlikte fazla pembe olabileceğinden kaçınmış olabilir yazar. Güneydoğu kökenli İngiltere'de yaşayan bir kadının dramının anlatıldığı bu eserin hak ettiği isim gerçekte bu kadının yada ikizinin adı olmalıydı. 'İskender' ismi adeta zorlanarak verilmiş. Güneydoğu gerçeği düşünüldüğünde bu yörede İskender isminin kullanılma gerçeği yüzde sıfırdır. Ancak ortaçağ döneminden çıkmış masallardaki cadı karısı tasvirli güneydoğulu yaşlı kadın pembenin oğluna İskender ismini öneriyor. Bu anlatım roman gerçekliğini bozuyor. İskender'in kendini kendi ağzından el yazısı şeklinde anlatması da romanın kurgusal anlatımında doğrusu sırıtıyor. İskender isminin kullanılması ve bu karakterin anlatılması romana adeta zoraki girdirilmiş izlenimi veriyor.
Güneydoğuda doğup büyüyen Pembe'nin anlatımı düşünüldüğünde lise seviyesinde yarım yamalak eğitim almış bir güneydoğulu kadın izlerini hiç göremiyoruz. Pembe olarak anlatılan, gayet çağdaş modern bir kadın görüntüsü veriyor. Güneydoğu inanç ve değerlerini taşıyan ama İngiltere'de yaşayan modern görünümlü kadın tipini maalesef yazar veremiyor.
Romanda bunun benzeri anlatımda ve kurgu bağlantılarında gerçeklik sağlanamıyor. Adem'in evlenmesi tamamen masalsı bir olayla gerçekleşiyor. Bir asker kendi doğum yeri ilde askerlik yapamaz. Ama yazar, Adem'in kardeşine kendi baba memleketinde askerlik yaptırıyor. Hiç tanımadığı insanlarla hemen senli benli yapıyor. Kızlarla tanışıp muhtarın elinden tutarak hemen kız istetiyor. Güneydoğu insanı yardımsever ve misafirperverdir. Ama yabancıya elbet belli bir mesafede davranır. Adem'e yabancı gibi davranılmaması burada ilginç. Yazar acaba kullandıkları ortak dilden dolayı onların hemen kaynaştıklarını düşünerek mi bunu anlatıyor? Bu durumda bu dil ortaklığının da eserde anlatılması gerekiyordu. Aksi durumda ilintisiz ucube bir durum ortaya çıkıyor.
Yazar, azda olsa bazı tarihsel dini anlatımlara giriyor. Yunus isminden hareketle Hz. Yunus peygambere değiniyor. Yazara göre peygamber Yunus peygamberlik görevinden kaçıyor. Oysa gerçek hiçte öyle değil. Hiçbir peygamber görevinden kaçmamıştır. Yunus peygamberin kaçması tüm kapasitesiyle görevini yaptığı halde halkından beklediği karşılığı alamamasından dolayıdır. O, Allah'ı tanımayan inançsız halkına kızmış ve bu haletle halkını terk etmiştir. Ama onun bilmediği, anlattıklarının karşılığını almak değil asıl görevi insanlara Allah'ı anlatmaktır. Peygamberlerin asıl görevleri toplumlarına tüm imkanları kullanarak Allah'ı anlatmalarıdır. Yunus peygamber haddi olmayarak bunun ilerisine geçer. Asıl görevi anlatımına karşılık bekler. Bulamayınca da kendince kızıp halkını terk eder. Bu hata ona bir anda koca denizin ortasında balığın karnında buldurur kendini. Ancak o zaman anlar hatasını ve Allah'a şöyle seslenir: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minezzâlimîn (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum." (Enbiya sûresi 87)
Mekanlardan biri Urfa olunca yazar, Hz. İbrahim'in ateşe atılmasına da değiniyor. Yunus peygamber anlatımında olduğu gibi yanlış ve eksik bilgiler veriyor. Yazarın anlattığı, tavanı doğal olarak delik kutsallık izafe edilen mağara için yöre halkının, Hz. Musa kıssasından esinlenerek uydurduğu bir hikayedir. Doğumu engellenmek isteyen asıl peygamber Hz.Musa ve zalim kral ise Firavun'dur.
Romanda birkaç yerde geçen en büyük dinsel ifade yanlışı, 'Allah' yerine 'Rab' ifadesinin kullanılması. Kuranda ve hadislerde Allah yerine zaman zaman Rab ismi kullanılmıştır. Ancak bu, Rabbim ve Rabbimiz şeklinde ben, biz ve bizim anlamıyla birlikte bir kullanımdır. Yalnızca 'Allah' anlamında 'Rab' ifadesi İncil'de kullanılır ve İncil'in bariz ifade özelliklerinden biridir. Yazar ne hikmetse Allah yerine İncil'deki şekliyle sade 'Rab' ifadesini kullanıyor. Dua eden kişi zannedersiniz ki bir Hıristiyan. Müslüman bir kişi Allah'a İncil'deki ifade gibi 'Rab' diye hitap etmez. İlla diyecekse 'Rabbim' veya 'Rabbimiz' der. Yazar İncil'den çok etkilemiş gibi. İncil ifadesini bırakamıyor.
Baş tarafta romanla ilgili bir çizelge verilmiş. Bu, olayları anlamamıza yardımcı oluyor; güzel olmuş. Ama hemen bize Orhan Pamuk'un 'Kar' romanında sonda verilen çizelgeyi hatırlatıyor. Bir etkileşim ve esinlenme mi var diye ister istemez düşünüyorsunuz.
İskender ismi ve karakteri iğreti ve zorlama olarak dururken İskender dilinden anlatımların sonlarına doğru hayal mi gerçek mi, ne ilintide ortaya çıktığı belirsiz Zişan hayal-gerçek şahsı çıkar ortaya. Zişan diliyle yazar, manevi-ruhsal bir anlamda tasavvufi anlatımlara girer. Böylece romana manevi bir ruhta verilmiş olur. Oysa İskender karakterinde olduğu gibi Zişan karakteri daha da bir zorlamadır. Zoraki ortaya çıkmış bu anlatılanlar arasında okura adeta bunun dilinden nasihat verilmek istenir. Bu, anlatıma zenginlik ve tasavvuf katacağı yere bunları bozar. Pembenin yaşadıkları Zişan'ın söylediklerini gölgede bırakır.
Küçük polisiye kurgularla anlatımın tek düzeliği canlandırılmaya çalışılır. Bu kurgular ve bağlantılar yeterince gerçekçi değildir. Diğer taraftan yazar başta kurguladığı romanında anlatımın tek düzeliğini gidermek için adeta ekleme kurgular geliştirmiştir. Dikkatli bir okuyucu bu tadı alır.
Edebiyatta asıl olan anlatımdır. Dilin bütün güzellik ve zenginliklerini kullanarak bir anlatı ortaya koyuyorsanız ne anlattığınız ikinci planda kalır. Nesirdeki edebi özellik budur. Öz dilinizi tüm harikalığıyla zenginlikler oluşturarak kullanmak.
Bu açıdan sayın Elif Şafak, İngiliz dilinde yazmanın havasına kapılmadan kendi öz dilinde Türkçemizi daha bir zenginleştirerek 'İskender'i yazmış olsaydı hem Türk insanı üzerinde etkili hem de yarınlara kalıcı olurdu.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SEYYAH OLMAK KANIMIZDA VAR
Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği eşsiz güzelliklerle dolu bir yerdir İstanbul. Gezmeyi seviyor, yeni yerler keşfetmekten zevk alıyor ve en önemlisi Dünya'nın gözünün üstünde olduğu bu şehirde yaşıyorsanız ; yaşadığınız yer sizin yaşam tarzınızı yansıtan bir yer olmuştur.
Bir çok kişinin de düşündüğü gibi İstanbul , benim için yaşam tarzım olmaktan öte belki de yaşama sebebim. Nefes almaya başladığım bu şehir, zaman geçtikçe hayatıma yeni anlamlar yükleme görevini de üstlendi.Üniversite eğitimim süresince bu şehire uzak kalmak,ona olan özlemimi kat be kat arttırırken, ona yüklediğim anlamı daha da derinleştirdi. Bursa… Yeşili maviyle birleştiren doğası, bembeyaz zirvesi Uludağ ve bu yazı içinde ayırabilecek kadar az olmayan doğal güzellikleri ve tarihi ile beni kendine bağlamayı başaran bir Osmanlı başkenti idi. Zorluk yaşamadan çok güzel anılarla dolu bir üniversite hayatı yaşadığımı söylemeliyim. Ama eksik bir şeyler hep oldu.İçimde bir yerler de hep İstanbul'da okumanın,yaşamanın,nefes almanın özlemi vardı. Bu iki şehir arasında gidip geldim çoğu zaman. Hem maddi , hem manevi : Bu anlamda bu duygu yoğunluğumu belki de en güzel şu cümle ile anlatabilirim ' İstanbul aşkım, Bursa kaçamağım '
Bu yazıyı yazdığım şu zamanlarda ise artık uzun bir süre İstanbulluyum.Üniversite eğitimimi tamamlamış olmanın mutluluğu, İstanbul 'a kavuşmanın sevinciyle birleşince benden mutlu birinin olamayacağını düşündüğüm bir zaman dilimi içerisindeyim. İstanbul'un tadını çıkarıyor, her santimine yeni anlamlar yüklemeyi başarıyorum.İstanbul aşığı kardeşim ve kuzenim ise bu konuda bana eşlik etmekten büyük bir zevk alıyorlar. Bu amaçla ilk durağımız olan Ortaköy de kendimizi buluyoruz. Tabi Ortaköy'e ulaşıncaya kadar geçtiğimiz her yerin mümkün olduğunca tadını çıkarmakta işin en güzel yanı.Zeytinburnu'ndan bindiğimiz tramvay bizi Kabataş istikametinde bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuğumuz sırasında çat pat İngilizce ile bizden Sultanahmet durağı hakkında bilgi almak isteyen Arap turist çifte, çat pat İngilizcemiz ile bizde yardım etmeye çalışıyor ve Sultanahmet durağında sağ salim inmelerini sağlıyoruz. :
Son durak Kabataş ta iniyor ve Ortaköy istikametini yürüyerek geçirmeyi planlayarak harekete geçiyoruz. Dolmabahçe Sarayı ve Çırağan Sarayı bütün görkemiyle gözümüzün önünde her zaman olduğu gibi bir kez daha bizi kendine hayran bırakıyor, İnönü stadı önünden geçerken ise Beşiktaş aşkım kabarıyor ve fotoğraf çektirmeden oradan ayrılmıyorum. Bu arada fotoğraf çekmeyi ve çekilmeyi çok sevdiğimden bu cümleyi benden sık sık duyacaksınız. Biraz soluklanmak amacıyla Beşiktaş sahilinde mola veriyoruz. Kıyıda ayaklarımızı aşağı doğru uzatıp ' Çekirdeeeeek..çıt,çıt ! Çekirdeeeeeeeeeeeek ! ' diyen amcadan aldığımız çekirdeği çitlemeye başlıyoruz. Bu manzara beraberinde hoş sohbeti de getiriyor ve tabiri caizse zaman dursun istiyoruz. Çekirdeklerimiz bitiyor, fotoğraf çekimlerimizi tamamlıyor ve yürümeye devam ediyoruz.
Ortaköy sahilindeyiz. Halk arasında Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camii ile Boğaziçi köprüsünün oluşturduğu manzara bütün derdi , sıkıntıyı üzerimizden atıyor ve beraberinde huzuru getiriyor. Orada bir süre hiç birimizden ses çıkmıyor. Sonradan farkediyoruz ki kendimizi dinlemek için uygun bir yerdeyiz. El emeği, göz nuru sanatların sergilendiği çarşıda geziniyor,cam sanatını sanatkarından görüyor ve kitaplar arasında bir süre kendimizi kaybediyoruz. Kendimize geldiğimizde ise acıktığımızı farkediyoruz. 'Ortaköy de kumpir yenir ' düşüncesine aykırı davranmamak adına kumpircilerin önünden geçiyoruz. Bütün hepsinin müşteriyi memnun etme, müşteri kazanma amacı ile savurduğu cümleler ise yurdum insanını sevmemiz için önümüze serilmiş bahaneler gibi bir bir dökülüyor ağızlardan. Orada Kumpir yemekten vazgeçmenin söylettiği en kötü cümle ise ' Kızlaaaar evde kalırsınız biliyorsunuz di mi? Sen ! Şallı olan. İnşaAllah evde kalırsın ! ' Bu konuşma çok ama çooook canımızı sıkıyor .
Ayaklarımıza inen kara suları dindirmek için sahilde bir çay bahçesine oturuyor ve günü değerlendiriyoruz. Anlıyoruz ki biz gezmeyi çok seviyoruz. İstanbul da olmayı önemsiyor ve İstanbul da yaşamanın hakkını vermek için elimizden geleni yapmak istiyoruz.Ben,Kardeşim ve kuzenim daha nice İstanbul semt gezilerinde birlikte olmanın tadını çıkaracağız…Bir sonra ki gezi yerimizi de belirliyoruz.Bekle bizi Taksim ! 'Seyyah olmak kanımızda var.'
Nimet Sarı
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ÇİLEK RENGİ (Dr.Jivago'nun ruhundan)
Gecenin kör karanlığında bir baykuşum, suspus olmuş,
Sabrım taşa döküle saatleri sayıyorum.
Hiç görmediğim bir yüzün yokluğu bu, çilek rengi
Hiç bilmediğim ölümlerin yasını tutuyorum…
Küf tutmuş, yırtık pırtık hayallerim; bir tutam.
Birileri arkamdan gülüyor kıkır kıkır.
Top tüfek bir savaş içimde süre gelen,
Kan tutan ellerimi kimseye göstermeden,
Çıkarıp ceplerimden bir sigara yaksam…
Ne zoraki bir kayboluş bu, ne asil bir yanılma,
Ne bir levha, ne pusula,
Benden başka hiçbir şey yok. Önümde duran bu yolda.
İzi sürülmez bir gölgenin şerefine kalkıyor başım,
Ve dilimde aynı lânet,
İçimdeki terörü her seyre daldığımda…
Gecenin zifiri karanlığında bir baykuşum, korkunç.
Canım gergin duran bir sapanın ucunda.
Hiç görmediğim bir suratın kuşkusu bu; çilek rengi.
Merak ediyorum! Birisi savaşıyor mu acaba?
İçimde sürüp giden bu top tüfek cihatta.
Benim adıma !
Hüseyin Derviş
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya'nın hali ortada. Yerküresiyle, atmosferiyle tehlike sinyalleri verip duruyor. Küresel iklim değişikliği bir dert; seller, taşkınlar, buzulların erimesi, kıyıların denizler tarafından yutulması ihtimali, kuraklık... Beslenme başka bir dert; besin bulanlar için GDO'lu ürünler, denetimsiz tarımsal ilaçlama, sakıncalı katkı maddeleri... Bulamayanların sorunu karmaşık değil: Sadece açlık! Enerji savaşları, temiz su savaşları... Yani gidişat iyi değil. En güçlü ya da yoksul olanların büyük çoğunluğu, kendi küçük ya da büyük çıkarını esas alarak, kendini dünyanın merkezine koyarak yaşıyor. Herkesin mazareti var! Müzik; yaygın, eneji dolu, durdurup kendini dinleten ya da arka plana geçip çaktırmadan varolan... Seçtiğimiz parça: "Divane Aşık Gibi" Bilmeyen yok, sevmeyen yok... www.agaclar.net 'ten Fırat Çavaş, doğdukları iller farklı, yaşadıkları mekanlar farklı, zevkleri, yaşama bakış açıları farklı 45 müzisyeni, varolan gerçekleri bir kez daha hatırlatmak için bir araya getirdi: Doğa için çal! Ben bu video'nun http://vimeo.com/6902099 web sayfasındaki kısayolunu sizlerle paylaşıyorum. Hem izlemesi, hem de dinlemesi zevkli ama en önemlisi, anlamı çok büyük bu projeye duyarsız kalmayalım.
Eğer Doğa için çal projesinin ne durumda olduğunu merak ediyorsanız http://www.dogaicincal.com/ web sayfasında projenin son videosunu izleyebilir ve hatta dostlarınızla paylaşabilirsiniz. Tabi bu zamana kadar bu projede neler olmuş? Ben de katılabilirmiyim gibi sorularınıza da cevap bulabilirsiniz. Video'daki süpriz isimleri görmek için sonuna kadar dikkatle izlemenizi tavsiye ediyorum.
http://www.kendinyapsitesi.com/ Kendi işini kendi yapanların web sayfasıdır. Aslında fazla yorum yapmaya gerek yok. Özel projeler, sorular cevaplar ve bilgi paylaşımının bol miktarda olduğu verimli bir paylaşım sitesi diye özetleyebiliriz.
Bu da ramazan imsakiyesi http://www.diyanet.gov.tr/turkish/namazvakti/vakithes_imsakiye.asp
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|