|
|
|
Editör'den : Cumhuriyete sarılmalı!.. |
Merhabalar,
Ekim ayında "leyleği havada gördüm" lafı kşfayetsiz kalır benim için. Gene uzaklardayım ama dönüyorum artık. Memleketimin acı üstüne acı yaşadığı, yöneticilerin aymazlıklarının doruğa çıktığı pespaye günlerde olaya uzaktan bakmak bana yaramadı. Konsantrasyonum bozuldu. Duygularımı daha açık ifade etmek isterdim ama vakitsizlikten beceremedim. Umarım acısını ileride çıkarırız.
Van Depremi ile ilgili hissettiklerimi aşağıda arkadaşlarım öyle güzel dile getirmişler ki, üstüne ekleyecek çok lafım yok. Ben sadece, düştüğü yeri yakan ateşin tez zamanda sönmesini en azından közlenmesini diliyorum. Yakınlarını kaybedenlere ve bu acıyı gerçekten yüreğinde hissedenlere, Yunus için gözyaşı dökenlere, başsağlığı, geride kalanlara sabır diliyorum. Tabi ki tüm yönetenlere "El insaf artık" demeyi ihmal etmiyorum.
Her geçen gün daha bir sıkı sarılmamız gerektiği ortaya çıkan Cumhuriyet'imizin 88. yılı tüm memleketimin insanlarına kutlu olsun. Esenkalın efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan GECENİN TEPESİ ATMASIN |
|
O gece deli bir sağanak başladı. Sonbahar için zaman erkendi. Gürgenler tepeden tırnağa yaprak, dağların dorukları yemyeşil çayırlarla kaplıydı. Elmalar kızarmıştı kızarmasına ama henüz ayvalar sararmaya bile başlamamıştı. Yağmur bindirmeden az önce gök çatladı. Yıldırımın yaladığı orman ürperdi. " Yaşı yetmişe yeni erişmiş Mustafa Amca kuzinenin başından kalktı. Sürgülü pencereyi yukarı kaldırıp karanlığa baktı. Yakına düştü, belki de bizim sokağa… Samanlıklar yanmasa bari." Korktuğunu gizlemek için torunlarına gülümseyerek baktı. Çocuklar oyunu kesmiş, oldukları yerde dona kalmışlardı. Gökyüzü bir daha patlayınca elektrikler kesildi. Emine Nine ocağın başında her zaman hazır tutulan gaz lambası yaktı. Karanlık oda solgun bir ışıkla aydınlandı. Titreyerek yanan fitilden çıkan aydınlık odaya bir sürü gölge doldurdu. Sonra gök yeniden gürledi. Mavi bir ışık fındık bahçelerini, mısır tarlalarını aydınlattı. Göz açıp kapayıncaya kadar çekip gitti.
O gece sabaha kadar bütün ormanı ve dağları şimşekler yaladı. Yıldırımlar sabaha kadar derenin derin vadisini dövdüler. Çocuklar evin içinde saklanacak delik aradılar. Yaşlılar durmadan dualar mırıldandılar. Bütün köy, hatta çevre köylerdekiler bile sabaha kadar gözlerini kırpmadılar. Her yıldırım ötekinden daha yakına düşüyordu. Hayvanlar bile korktular. Ahırlarda sabaha kadar tepinip durdular. Günün ilk ışıklarıyla yıldırımlar uzak yerlere çekip gittiler. Yağmur kesintisiz olarak öğlene kadar yağdı. Bütün köylüler sabah çıkıp bahçeleri, evlerinin etrafını dolaştılar. Onca yıldırıma rağmen tek bir dal kırılmamıştı. Yağmur sadece kabuğu çatlamış cevizleri ve kestanelerin birazını dökmüştü. Kara İsmail'in torunu; "Ben hiç korkmadım," dedi. Öteki çocuklarda aynısını tekrarladı. Oysa bütün gece karyolanın altına saklanmıştı. Az kalsın altına kaçıracaktı.
O gece Çerkezler Mahalle'sinde Habibe Gelin'in sancısı tuttu. Kocası gurbete, Kayseri'ye inşatlarda çalışmaya gitmişti. Yaşlı kayın pederi telaşla evden çıktı. Yağmur daha bahçe kapısından uzaklaşmadan onu sırılsıklam yapıverdi. Asıl sorun ıslanmak değil, şimşek yalayan patikalarda yürümekti. Şimşek çaktığında her yer gündüz gibi aydınlanıyor ama sonra yerini zifiri bir karanlık kaplıyordu. Patikayı bulmak, dikenli tellere takılmadan yürüyebilmek çok güçtü. Şimdi bu havada fındık bahçeleri arasındaki daracık patikaları izleyerek en az iki kilometre yürümek zorundaydı. Evine en yakın minibüs sahibi Aflu Mahallesi'nde oturan Yakup'tu. Düşe kalka, çaresizce yürüdü. Derenin üzerinde köprü olsun diye uzatılmış ağaçlar sele kapılıp gitmediği için şanslıydı. Dereyi geçip yokuşa doğru yöneldiğinde en yakın evlerin kepekleri havlamaya başladı. Hiç ara vermeden çakan yıldırımlardan korkan köpekler evlerinin önünden uzaklaşmıyorlardı. Bu zifiri karanlıkta onlarla uğraşmak zorunda kalmadığı için kendini bir kere daha şanslı gördü. Sağanak yağmur, hiç susmayan gök gürültüsü ve köpeklerin saldırılarını atlatıp Yakup'un sokağına geldiğinde minibüsün kapının önünde olmadığını gördü.
Avluyu geçip eski tahta kapıyı yumrukladı. Evin içinden ayak sesleri geldi. Kapının tahta aralıklarında fersiz gaz lambası ışığının oynaştığını gördü. Kapıyı Yukup'un karısı açtı. "Hayırdır Çerkez amca," diyerek onu içeri buyur etti. Yakup bu akşam kasabadan gelmemişti. Habibe Gelin'in hastaneye götürülmesine imkân yoktu. Adamın sırılsıklam ve bitkin halini gören kadın komşulara haber uçurdu. Yarım saat içinde ebelik yapacak kadınlar ve bazı komşular sicim gibi yağmurun altında dağın yamacındaki mahalleye doğru yola düştüler. Zerre kadar aklı olan birisi Yıldırımların ormanı, dereleri dövdüğü bu havada ve bu zifiri karanlıkta altın paralara boğsalar bile evinden çıkmazdı. O gece sabaha karşı, yıldırımların susmasından az önce Habibe Gelin bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını Tufan koydular.
O gece pos bıyıklı Sarı Bahri'nin kapısının önünden geçen sokak kocaman bir dere oldu. Boz bulanık sular bahçe çitinin çakılı olduğu tümseği aşıp bahçeye akmaya başladı. Karı, koca ve üç çocuk evimizi su basacak diye kendilerini dışarıya attılar. Yağmurun ve birkaç dakika arayla başlarının üzerinde yarılan göğün altında sulara atladılar. Çapa, kazma, kürek, bel ellerine ne geçirdiyseler suyun yönünü değiştirmek için çabaladılar. Defalarca düştüler, kaydılar, yuvarlandılar ama vazgeçmediler. İki saat içinde dereye dönüşen sokağın akıntısını fındıklığın içine çevirdiler. İşleri bitince buhar çıkan bedenlerini doğrulttular. Tam o anda bütün köyü kocaman bir ışık yaladı. Hep birlikte içeri kaçtılar. Onlar tam iki saattir çakan şimşeklerden korkmayı unuttuklarını anımsadılar. Sönen kuzineyi yeniden tutuşturdular. Islak giysilerini değiştirdiler. Isınan bedenleri gevşedi. Oturdukları divanlarda yıldırımların öfkesine aldırmadan uyuyakaldılar. Kendilerine geldiklerinde yıldırımlar susmuş ama hala yağmur yağıyordu. Saatler günün öğlene yaklaştığını söylüyordu. "Eyvah," dedi kadın. "Eyvah, ahırdakiler hep aç kaldı, yazık…"
...
AKLIM DEPREMDE KALDI
Van sallandı, Erciş ve köyleri yerle bir oldu. Acılar ve ölümler beynimize demir bir mızrak gibi saplandı. Televizyonların karşısında çakılıp kaldık. Üstelik şanslıydık, deprem bize çok uzaktı. Benim yaşadığım kentte bu şiddette bir deprem olsa daha çok insan telef olacaktı. Bunu bütün uzmanlar ve benim gibi bu kentte yaşayanların hepsi biliyor. Yerel televizyon kanalı sokaklarda dolaşıp insanların korkularını paraya çevirmek isteyenlere canla başla hizmet eden sorular soruyor. "Evinizi deprem sigortası yaptırdınız mı? Eviniz depreme dayanıklı mı?" diyor. Sanki deprem sigortası yaptırırsak ölmeyecekmişiz gibi bir hava yaratıyor. İnsanlar evlerinin depreme dayanıklı olup olmadığını bilemiyorlar. Zaten muhabir de soruyu özellikle muhataplarına değil onlara soruyor. Ölsek de kalsak da hep biz suçlu oluyoruz.
Deprem haberini duyar duymaz televizyonlara koşuyorum. İlk haberlerde Van'da çok az sayıda bina hasar gördü, henüz can kaybı haberi gelmedi deniyor. Bu kadar şiddetli bir depremde hiç kimsenin zarar görmemesine çocuklar gibi seviniyorum. Ertesi gün bütün haberler değişiyor. Erciş'in yarısı haritadan silindi, köyler yerle bir oldu diyorlar. Başka türlü olmasının mümkün olmadığını bilmeme rağmen İnanmak istemiyorum. Kanal kanal dolaşarak depremin boyutlarını anlamaya çalışıyorum. Ama inatla ve ısrarla bütün televizyonlar çöken bir binanın önünden başka yere ayrılmıyorlar. Kentin içinde dolaşmıyor, Erciş'e veya köylere gitmeye çabalamıyorlar. O enkazın altından sağ, yaralı ve ölü olarak çıkarılanları izlemeye mecbur oluyoruz. Birden tablo kararmaya başlıyor: Ölü sayısı yüz, iki yüz, üç yüz derken dört yüzün üzerine çıkıyor. Yaralı sayısı da binin çok üzerine ulaşıyor.
Vatandaşın bilgi edinmek için televizyondan başka kaynağı olmamasına rağmen televizyonlar inadına habercilik yapmıyor. Haber kuşaklarında ne idüğü belirsiz uzmanlar tereden tepeden gün boyu gereksiz laf salatası üretmeyi sürdürüyor. Bütün programlar kaldırılıyor. Günlerce içi bol bol reklam kuşağı ile sulandırılmış haber yayınları izliyoruz. Oysa sadece tek bir bina görebiliyoruz. Etrafında karınca kadar çok insan var. Üç gündür aç, susuz, uykusuz çalışan insanlar ekrana fon ediliyor. Köylere yine ihtiyaç malzemeleri ulaştırılamıyor. Çadırlar ve yardım malzemeleri kapışılıyor. Birileri gözyaşları içersinde yakınlarının cansız bedenlerinin enkazdan çıkarılmasını beklerken, kim olduğu, nereden geldiği bilinemeyen insanlar yardım kamyonlarının önünü kesip yağmalıyor. Devlet baba Kızılay'ı sınıfta bırakıyor. Böylece kendisi lekesiz ve tertemiz kalıyor. Hiçbir kusur ve sorumluk hükümete ve iktidara yapışamıyor.
Birkaç gazeteci eski acıları da anımsatarak bu karmaşanın içinde en akıllı en doğru sözleri yazıyor. Ama kimse okumuyor, kimse duymuyor. Kimse görmüyor. Deprem değil insanları rüşvet öldürdü diyor. Bu binaları denetleyenler, imar izni verenler, ruhsatları onaylar, mimari ve mühendislik denetimini yapanlar bütün yasaları ve yönetmelikleri görmezden geldiler. Günah keçisi veli Göçer veya Salih ÖLMEZ'ler yaratıp kurtulmasınlar. Kusurlu olanların hepsi yargılansın. İnsanların ölümlerine neden olanlar, bu binaları inşa edenler çoktan zengin olup sırça saraylarına taşındılar. Şimdi onların hepsinin hatırlı dostları ve tepe mevkilerde koruyucuları var. Fasulyeden açık oturumlarla ömür tüketeceğimize bu ölümlerden ve acılardan sorumlu olanlar hesap versin.
Van depreminde ilk kez dikkatimi çeken başka bir konu daha var. Enkaz kurtarma çalışmalarına katılan bazı kuruluşlar özellikle parlatılmaya çalışılıyor. İHH ve sağlıkçılardan oluşan bir başka yardım gurubu ön plana çıkarılırken öteki insanların emekleri ve özverileri yok sayılmaya, gizlenmeye çalışılıyor. Bir taraftan dar günde birlik çağrısı yapılırken, öte yandan bizim yardım kuruluşumuz ve ötekiler gibi bir fiili durum yaratılmaya çaba harcanıyor. Televizyon kanalları bazı kuruluşların adından bile söz etmiyor. Örneğin ben Haberlerde Van Valisini hiç görmedim. BDP'li belediye görevlilerinden veya partilerinden birini de… Ve ne yapara yapsın sürekli Kızılay sınıfta kalıyor. Yardım kamyonları yağmalanıyor ve nedense önlem alınamıyor.
İnsanları deprem değil binalar öldürüyor. Rüşvet çarkı ve adam kayırmacılık öldürüyor. Yoksul köylüler kerpiç binalarda, kentlerdekiler de malzemeden çalınmış ve hatalı mühendislik ile inşa edilmiş binalarda ölüyor. Yoksulluk köylülerin suçu, çürük binalarda kiracı olmak da kentli orta sınıfın günahı gibi görülüyor. Devlet binalarının, öğrenci yurdunun yerle bir olmasını kimse konuşmuyor. İhaleleri kimin verdiği, kimin aldığı aracıların ne kadar komisyon almış olabileceğinden hiç söz edilmiyor. İnsanlarımıza yaşananlar kader diye yutturuluyor. Kader kurbanlarına yardım yine yüreği merhametli olan diğer insanlara bırakılıyor. Oysa devlet insanını başkasının merhametine mahkûm edemez. Başkasının merhameti yerine kendisi sarmalar, korur, barındırır. Büyük illerden birinin belediye başkanı televizyonlara çıkmış. Şu kadar yardım topladık diyor. İnsanların acılarından hala rant, siyasi güç sağlıyor. Onlarca televizyon kanalı aynı anda ama özellikle aktif olarak izleyicinin televizyon başında bulunmadığı bir saatte ortak yardım kampanyası düzenliyor. Madem babalarının hayrına yapıyorlar. Neden reklam kuşağı girip duruyorlar? Televizyon yayınına canlı bağlanan bir iş adamı " Benden bir milyon lira," diyor. Acayip cömert, acayip sevecen ve babacan işte… Ne güzel. Aklıma hep aynı soru takılıyor. Bu bağış vergiden düşülebiliyor mu? O adamın sahip olduğu işletmelerinde asgari ücretle ve taşeron firmadan sağlanmış çalışan insanlar var mı? Varsa eğer neden onlara da cömert davranmıyor?
Bu gün büyük gazetelerin birinin internet sitesinde bir süreliğine bir haber yer aldı. "Salih ÖLMEZ, Erciş Ölür ," yazıyordu. Yıkılan binalardan bazılarının müteahhitliğini yapan Salih Ölmez dört dönüm bahçe içinde yer alan villasının önüne Kızılay çadırı kurmuş. Villasın depremde zarar görmemiş. Ama korkuyorlarmış işte, ondan kurmuşlar. Korkmak kınanacak bir şey değil, çok insanca bir duygu. Ama ihtiyacı olmadığı halde o çadırı nerden bulmuş? Kim vermiş? Çadır, villa falan bir yana Salih Ölmez Veli Göçer mi yapılmak isteniyor? Salih Ölmez suçluysa yıkılan binaların hesabını versin. Ama diğer sorumlular da sakın bir yere kaçmasın.
Ölümlere ve acılara bakınca hep aynı hissi yaşıyorum. Bu sefer de yırttık. Bize de çıkabilirdi. Şanslıydık, deprem uzakta oldu. Şu anda benim yaşadığım kentte aynı şiddette bir deprem olsa Van'dakinden daha fazla can kaybı yaşanırdı. İnsanlarımızı deprem öldürmedi. Binalar, ağaçlar, dereler, denizler ve rüzgârlar da öldürmedi. Acıları kader gibi algılamamızı sağlayan basın kuruluşları ve politika bombardımanı, hırsızlığın ve vurgunun her türlüsün olağan sayan ve bunu yaygınlaştıran anlayış (hap yap para kap) öldürdü. Elbette içimi acıtan bir gerçek var. "İnsanlar hak ettiği biçimde yönetilirler. "
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu MORCA |
|
Güneş suya, toprağa; dala yaprağa zıpkın gibi işlemiyor artık. Deniz, berrak bir gökyüzü altında yol yol gümüşi beyazdan, cam göbeğine, safire hareleniyor. Yamaçlar, birkaç gün önce yağan yağmurlarla yunup yıkanmanın yeğniliğini yaşıyor. Orak Adaları, yüzerek gidebilecekmişim gibi duruyor. Galiba, sonbahar insanda mesafe duygusunu azaltıyor.
Sağımıza denizi alarak patikada yürüyoruz. Kadir (Vargı), Bodrum Kupası 23. Ahşap Yat Yarışlarından söz ediyor. 55 yarış teknesi saymış. Diğerleriyle birlikte seksenden fazla yat varmış sularda. "Deniz insanla daha güzel." diyor.
Akşamki ödül töreninde karşılaştığım bayan Amsterdam'dan yarışmak için geldiğini söylemişti. Turizmi çeşitlendirmek bu olsa gerek.
Patika, tam bir keçiyolu: Kayalardan seke seke yürürken durup ardıç tohumları topluyoruz. Ardıç kuşuyla ardıç ağacının yaşamsal ilişkisini konuşuyoruz: Ardıç kuşu soyunu sürdürebilmek için ardıç ağacına, ardıç ağacı da ardıç kuşuna muhtaç. Aslında kim kime muhtaç değil ki!
Bunca güzellik içinde hiçbirimizin tadı tuzu yok. Güneydoğudan gelen şehit haberleri ve ardından başlayan intikam naraları belli ki hepimizi sersemletmiş. Bizi bir arada tutan en değerli duyguyu, yani "bir coğrafyayı paylaşma, bir arada yaşama duygusu" nu yitirmemizden korkuyorum. Ne tesadüf ki tam da bu günlerde PKK'nın askerlerimizi kuş gibi avlama, konvoyları havaya uçurma videoları birbiri ardına sosyal medyaya servis edilmeye başlanıyor. İzleyenlere öfkelerini bastırabilmeleri için derviş sabrı gerek. Bu videoları izleyenlerin Sosyal medyadaki notları daha bir ürkünçleşiyor. Her yerde kin, nefret, intikam naraları atılıyor. "Barış", şimdi, hem de en çok gereksinim duyduğumuz bir zamanda en zor dillendirilebilecek sözcük oluveriyor.
Başarıyorlar diye korkuyorum. Bu ebruyu parçalıyorlar emperyalizm nihai hedefine bu coğrafyada da ulaşacak…
Onu, bir çalı dibinde görür görmez heyecanlanıyorum. Güz çiğdemlerini bilmez miyim hiç? Ama böylesini ilk kez görüyorum. Morca. Yaprakları açık mor hareli. Durup iyice bakıyorum. Kuru, cılız ot ve çürümüş çalı yaprakları arasında alımlı mı alımlı. İşte Türkiye diye mırıldanıyorum. Bu çiçeğe kim göz koymaz, kim sahip olmak istemez ki? Bir yaz boyu tek bir yağmur damlası bile görmeden kendini saklayan ve ilk güz yağmuruyla birlikte serpiliveren güzellik. Bu toprakların insanı da öyle değil mi? Yaşama sıkı sıkıya bağlı; ama kanaatkar…
***
Adnan Binyazar Anadolu insanı için "Ağıt Toplumu" der. Bugünleri yaşayıp da bu tanımlamaya karşı çıkabilen var mıdır bilmiyorum.
Bu coğrafya ne denli alımlıysa, o kadar da belalısı var. Sel, çığ, kuraklık, yangın, deprem… İçimizi karartan onca sıkıntının üstüne bu deprem tuz biber ekiyor. Birden denizin mavisi, dağların albenisi kayıp gidiyor beynimden.
Bir televizyonu açıyorum, bir bilgisayarı. Yetmiyor, kesmiyor… Yabancı ajanslara kulak veriyorum. Menemen bardakları, yine masa başına dizilmiş, 6.6' dan 7.3'e, tahmin açık arttırması yapıyorlar. Daha 4 ay önce seçim sonuçlarını yarım saatte veren medya, şimdi sadece Van'dan bir binanın görüntüleri yayımlayarak vakit geçiriyor.
Depremin merkez üssü Erciş'miş. Halk şiirinin büyük ustalarından biri Emrah'ın güzel bağlar yurdu Erciş. Dilimin ucuna yine yanık bir türkü dolanıyor:
"Yüz bin mihnet ile bir bağ yetirdim
Yemedim meyvesin el aldı gitti
Ağlar gözyaşımı ceyhun eyledim
Çalkandı dünyayı sel aldı gitti"
Şimdi kimler bu dizelerin anlamını yürek kökünde hissetmeyecek ki? Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Lazı…
Dili, ha Kürtçe olmuş, ha Arapça, ha Türkçe…
Dini, ha Müslüman olmuş, ha Hıristiyan, ha Yahudi…
Ha kentli olmuş, ha kasabalı, ha köylü…
Asl'olan bu coğrafyada acıyı, sevinci bir lokma aşı, bir yudum suyu paylaşır gibi paylaşabilmek değil mi?
Bu yurt deyin ki güz çiğdemidir: morca.
Bu yurt deyin ki ebruli bahçedir. İç içe kaynaşmış rengahenk.
Ercişli Emrah gibi "Hoyrat, dost bağından gül alıp gitti" dememek için bu yurdun çalılar arasında bir morca olduğunu aklımıza iyice sokup yaşadıklarımızdan ders almamız gerek.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen "Van" Minute... |
|
Bir dakika bile sürmedi Van'ın başına çökenler.. Onca ağıt ve gözyaşı dökenler... Hepsi çok acı, sevindirici bebek haberi sanki hüzünlü milletin ufacık bir ilacı. Bir tarafta yürekleri darmadağın etmiş iken Çukurca'nın hain acısı, bir dakika bile süremeden tükeniverdi binlerce umudun bacası. Bir dakika sürmeden sönüverdi ocaklar kısacası...
Türk Kızılayı'nın internet sitesinin 25.10.2011 tarihli açıklamasında;
"Türk Kızılayı, depremin üzerinden 48 saat geçmeden 20.000 çadırı afet bölgesine göndererek tarihinin en büyük afet sevkiyatını gerçekleştirmiştir"
deniyor.
"Van" Minute...
Çok güzel de ne gerek var "...tarihinin en büyük afet sevkiyatını..." gibi allamaya pullamaya ? Nispet mi yapacaksın magarazzi basınında yazı yazdığını ve/veya haber yaptığını sanan dallamaya ? Oysa; bir üst paragrafta;
Sevk edilen çadır sayısı : 20.371
Dağıtılabilen çadır sayısı : 12.891
diye açıklanmış.
"Van" Minute...
"Eee, nerede aradaki farkı oluşturan 7.480 çadır ?" diye sormazlar mı ? Süsleme Sanatı'ndan örnekler verileceğine bunlara dikkat etmek daha önemli değil mi ? Muhtemelen; 3 çadırkent kurulmuş, bu fark çadırkenti oluşturan çadırların toplam sayısından gelebilir. Bunu belirtmek daha iyi olmaz mı ? Şimdi o dallama basının sallama adamları;
"Şok, şok, şok !.. 7.480 çadırı nasıl hiç ettiler ? Azz sonraaa ..!" diye haber yapmazlar mı ?
"Van" Minute...
Ya da;
Dağıtılabilemeyen çadır sayısı : 7.480
diye ekleyiverilseydi bari en kolayından..
"Van" Minute...
"Zor" tabi "Dağıtılabilemeyen..." demek..! Oysa; "...tarihinin en büyük afet sevkiyatını..." diyebilmek de "Zor" gelmeliydi.
Aynı tarihli açıklamanın sonlarında da;
"Ayrıca Türk Kızılayı'nın yardım malzemeleri; her afette ortaya çıkan bazı kişiler tarafından yağmalamaya çalışılmıştır"
diye belirtilmiş.
"Van" Minute...
Eee, "Yağmalanmış mı, yağmalanmamış mı ?". Bunu açıklayabilmek de "Zor" mu ? En azından belli ki yağmalamaya çalışılmış ve fakat şöyle mi yazılsaydı;
Yağmalanabilen çadır sayısı : 3.000
Yağmalanabilemeyen çadır sayısı : 4.480
daha iyi olurdu acaba ?
Çadırların çoğunu da kurtarmış olurduk hiç olmazsa..!
"Van" Minute....
Deprem bölgesi.......... Salla gitsin, gerekirse fay hattına yat..
İnşaatların kalitesi...... Boşver, önemli olan fiyat..
Denetim.................... Araba satacağım diye kır kolonu kaldır at..
İmar-İskan işleri........ Boşver Abi, kaç para bu ruhsat ..?
Belediyeler................ Kadroları doldur, işler heyhat..
Ticaret...................... Adı üstünde; al takke ver külah, al-sat..
İnsanlar.................... Nasılsa; ölümlü değil mi hayat..?
"Van" Minute...
Van'ın başına çökenler, Minute bile sürmedi...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Ayrıkotu : Banu Özgüç TEKNOLOJİK OLMALI MI OLMAMALI MI? |
|
Sanırım ben teknolojik değilim. Teknolojiyi sevmediğimden değil, kullanmayı beceremiyorum. Klasik sorun yani. Yabancı hissediyorum kendimi. Yeni bir alet gördüğümde direniyorum, onu inceleyip kurcalamak bana atomu parçalara bölmekle aynı zorlukta gibi geliyor.
Yanlış anlaşılma olmasın, kapasitemin olmamasından bahsetmiyorum. Eğer istersem öğrenirim çünkü. Benim ki bilinçaltımın direnci. Sanki öğrenir ve kullanırsam sevdiğim şeyler bana küsecek.
Misal kitap,gazete okumak;illaki sayfalara dokunmam lazım. İnternetten gazete okumayı bir türlü beceremiyorum. Ana sayfa ve yazarlardan öte gidemiyorum. Oysa ben eskiden bir gazete elime aldığımda bir saat bırakmazdım, bir işti benim için.
Bir de facebook gerçeğim var ki bir dönem eşim kendime getirene kadar çok fenaydım çok. Bir de yeni sistem bir telefon edindikten sonra o çocuklarının ailelerinin çarşaf çarşaf fotoğraflarını sergileyenlere burun kıvırıp teşhircilikle suçlayan ben, en son gittiğimiz tatilde mis gibi denizzz sakinmi sakin kumsalda sereserpe yatıp misler gibi kitap okuyan eski benin yerini elinde telefon çarşaf çarşaf ben neredeyim, bakın ne kadar eğleniyorum, bakın benim oğlum çook şirin diyen teşhircinin ta kendisi olmuşum.
Oysa facebook benim için ne kadar masumane başlamıştı. Gurbette olan ailem torunlarının büyümesini kaçırmasınlar. Sonunda bizim beyden veto geldi ben de ona küsüp facebook girişimi dondurdum,nasıl silineceğini bilemiyorum da.
Oğlumun sosyal bir çocuk olmasını mümkün olduğunca geç teknolojiyle tanışmasını, buna karşılık sokaklarda özgürce haytalık yaparak büyümesini istiyorum. Ama bir yandan da öyle bir nesil geliyor ki! Sayfa çevirmeye alışkın parmaklarımla iphone'nu kullanamayan ben minicik çocukların bu becerisini karşısında şapka çıkarıyorum.O zaman kendi doğrularımı uygulamak adına oğlumun geri kalmasına sebep olma korkusuna kapılıyor yüreğim.
Kısaca her zaman ki çelişki bendeki ,teknoloji hayatımızın ne kadarını kaplamalı sizce?
Banu Özgüç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-35
* Sakin bir gönüle giren aşk, orada en şiddetli fırtınalar yaratır.
* Yaptığın her gönül, cennete çıkan merdivenin bir basamağıdır.
* Her an evrende sayısız değişme meydana geliyor. Değişen de tekrar tekrar değişiyor. Belki de değişme, son değişme ile bitecektir. Kıyamet dedikleri bu mu acaba?
* Mutsuzluk günümüz insanları için sıradan bir olay olarak kabul edilmeye başlandı. Bu, insanlığın geleceği açısından en büyük tehdittir.
* Her şeyin hayırlısını mı diliyorsun? Öyle olması için hayırlısıyla çalış.
* Zihin öylesine bir güce sahip ki, iyi kullanılırsa en tehlikeli hastalıkların bile üstesinden gelebilir.
* Mutluluk aranıp da bulunmaz, kendiliğinden de gelip bizi bulmaz. Mutlu olmak için kişinin samimi ve ciddi bir uğraş sergilemesi gerekir.
* Aldatıldın diye üzülme; gelecekteki aldatılma ihtimallerine karşı bu olayı bir sigorta olarak kabul et.
* Eğer beni aynı kişi ikinci kez aldatıyorsa, bana "dünyanın en aptal kişisi" sıfatını verebilirsiniz.
* Aşık, aşkın açtığı yarasının kapanmasını hiç istemez. Çünkü aşk yarası onun kalbinde ölünceye kadar taşıyacağı madalyasıdır.
* Överken dikkatli ol, kötülerken de; severken ölçülü ol, nefret ederken de.
* Bir anlık zevk ya da mutluluk için bir ömrü feda edenlere ne demeli, doğrusu bilemiyorum!
* Devamlı şikayet edenler, yerli yersiz eleştirenler diğer insanlar tarafından sevilmezler; ama gene de bunlardan çekinilir.
* Kuşku, aşk bombasının pimidir ve mutlaka bir şekilde çekilir.
* Tanrım, beni adaletin ayaklar altına alındığı bir toplumdan uzak tut.
* Gerçekten cennete gitmek istiyor musun? Öyleyse daima adil ol.
* Kendi özgürlüğünün sınırlarını bilinçli bir şekilde çizen insan, gerçekten özgür olan insandır.
* Başkaları için kötülük dileyenler, en çok kötülükle karşılaşacak olanlardır. İyilikde de öyle.
* Aşkı algılayacak, yaşayacak ve yaşatacak büyük bir ruh gerek.
* Parasının gücü ile herkesi satın alabileceğini düşünen bir kişinin, köle pazarında dolaşan aptal bir efendiden farkı ne?
* İyi bir insanın yaptığı yanlış bizi neden hayrete düşürüyor? O bir melek değil ki; sadece iyi bir insan…
* Güzellik sadece görülmez; duyulur, tadılır, koklanır ve dokunulur.
* Aşk deniz gibidir. Bazen oldukça sakindir, bazen hafif dalgalıdır, bazen ise gemileri batıracak kadar şiddetlidir.
* En büyük tehlike umudu tükenmiş insanlardan gelir.
* Görmeyen bir göze göstermeye, duymayan bir kulağa duyurmaya, anlamayan bir kafaya anlatmaya boşuna uğraşıp da zamanını kaybetme. Bırak kör, sağır ve beyinsiz kalsın…
* Çocuklarımızdan öğrendiklerimiz, anamızdan babamızdan öğrendiklerimizden daha çoktur.
* Aşk varsa çirkinlik yoktur, kötülük yoktur ve bazen de mantık yoktur.
* Yeter ki iste, aşk hemencecik karşına çıkıverir.
* Sevdiğinde yara açana ben, sevgili diyemem.
* Haksızlığı ve adaletsizliği tercih edenlere en büyük dersi gene hak ve adalet verecektir.
* Sevgi ve şiddet; ateşle barut gibidir. Temas ettiklerinde mutlaka bir şeyleri yok ederler.
* Yalnızlık aşkın nedenidir; ama tek nedeni değildir.
* Başkalarının mutluluğunu alkışlayanlar, kendi mutluluğunuz için neler yapıyorsunuz?
* Sevginin ışığının aydınlatmadığı insanları görmekte de güçlük çekeriz.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
BİR EKONOMiK KONSEY TOPLANTISI İLERİ VİTESLE GERİ, GERİ VİTESLE İLERİ GİTMEK İÇİN NE YAPMAK GEREKİR?
- Değerli gatılımcı kardeşlerim hepinüz hoş geldiniz hoşlar getirdiniz. Ancak biraz da yenilir yutulur ve kabul edilir rakamlar getirseydiniz iyi olacaktı yani. Bendeniz gara gara düşünmeyecektim haliylen.
- Noldi ki sayın Başkanım neden kederlendiniz şimdi.
- Hayır herkes tam salak olsa kederlenmeyeceğim de milletin çoğunluğunu kandıramayız diye korkmaktayım. Yani kardeşim büyüme süper, ama cari açık tehlikeli boyutta değil. Buna mukabil ithalatımız çok artmış, ihracatımız da süper ama ithalattan az artmış buna rağmen cari açık küçülmüş, ekonomi büyürken enflasyon habire düşüyor. Bu arada büyüme var ama üretim artışı istatistiklerinde ancak ufak bir kıpırdanma gözüküyor. Bütün bunlar nasıl oluyor. Yaşadığımız ülke Ayda falan mı arkadaşlarım. Yani tamam istatistik yalan söyleme bilimi filan denir de, bu işi de biraz fazla abartmamış mıyık yani?
- Amaaaan sende be başkan, düşündüğün şeye bak. Bizim yalaka basın işin kandırık çekme kısmını nasıl olsa halleder. Baksana bu günkü başlıklara maşallah fotokopi gibi "Teğet Bile geçemez" hey aslanlarım benim be.....Yav, bunnarın ayrı ayrı isimleri olmasına gerek var mı yav! Hepsini tek gazete yapsak diyorum....
- Senin kafan basmaz Recai. O zaman satışlar düşer oluuuuum ya...Millet bunları ayrı gazeteler sanıp alaraktan satışları biraz çok oluyor haliylen. Hatta içlerinde kendilerini "solcu" zannettirenler bile var!
- Hemiiii Şu Bertaraf'mı ne onu diyon demi Başganım........
- Bak kafan nasıl da çalışmaya başladı Recai.....Aman dikkat et fazla çalışmasın....Sonra münafık muhalif olmaya falan kalkarsın no'lur nol'maz.......Zaten öyle bilimsel milimsel takılacak münafık profesörlere yazabilecekleri dükkan bırakmadık ki, seslerinden soluklarından kimin haberi olacak oğlum ya?
- Ehem ehem, birkaç gazete var ama onları da halk zaten okumuyor. Fazla ciddi buluyor. Sayfalarında cıbıldak garı resmi heç olmadığındandır sanırsam.
- Ulan böyle giderse Keynes, Ricardo filan derken dünyanın son büyük ekonomi dehası da bizden çıkacak anlaşılan.
-Tabii Başganım. Ben adını bile buldum mesela, adı HAYPES olabilir. Ne de olsa hem Keynes hem de Hayek'i filan anımsatıyor biraz. Teorisinin adı da belli "Geri Geri Giderek İlerlemek" Mesela en önemli teorik varsayımlarından biri de şu olacak: Bir ülkede halk ne kadar çok aç kalırsa, ekonomik durum o kadar iyi demektir. Ne kadar açlık o kadar money yani anlayacağınız.
- Öhö öhö bu arada Maliyeyi temsilen ben benzin ve sigara zamlarının bir hayli geciktiği ve işimizin yavaş yavaş boka sarmakta olduğunu bildirmek istiyorum efendim. Bir an önce yapalım şu zamları yoksa memur maaşlarını ödemekte zorlanabiliriz haliylen.
- Hoop, hoop. Burada Göbekteki Kamu Bankası dururken halt yeme maliyeci, icabında basarık mani, herkes duruma kani, yani.
- Ciddi olalım beyler böyle yani, mani olmuyor yani, sade soğanla etsiz pişmiyor yahni. Vatandaş da düşünülmeli icabında.
- Bana bak sosyal güvenlikten sorumlu dövlet bakanı, kendini düşünmeyen vatandaşı düşünmek sana mı galdı. İcabunda biraz daha erzak çuvalı dağıtıveririk olur biter kardeşim.
- Netice olarak, bu toplantıyı palavranın ucunu gaçırmamak konusunda ilgililerin dikkatini çekerek bitirmek istiyorum, ülkemizden yeni bir ekonomik deha çıkarma konusuna ise ilerleyen haftalarda değinebiliriz icabında.
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
7.2'LER KADER Mİ?
Teröre verdiğimiz 24 şehidimizin şokunu henüz atlatamamışken bir Pazar ikindi vakti Van'da 7.2'lik deprem şokuna tutulduk.
17 Ağustos 1999 Depremi bu ülkeyi çok sarsmıştı. Devamı birkaç yıl depremle yatıp kalktık. Deprem bilimcilerini tanıdık; deprem gerçekleri ve ayrıntılarını öğrendik. Bir doğal afette komplo teoriler ürettik. Bilimcilerin yönlendirmesiyle 99'dan bugüne hep bir İstanbul depremi bekledik. Bazı deprem bilimcilerinin yakın zamanda işaret ettikleri üzere beklenti, yüksek şiddette doğunun en mamur yeri Van'da gerçekleşti.
99 Depreminden sonra devlet deprem gerçeğini ciddiye alıp ciddi yasalar çıkardı. Yasalar çıkmaya çıktı da 'bir şey olamaz' ve 'yan cebime koy' zihniyetine sahip yüksek kar başarıcı inşaat sektörümüzde ne derece uygulandı tartışılır. Yıllar önce, Adıyaman'da müstakil bir köy ortaokulunda görevliyken devlet tek katlı okul binasına bir ikinci kat yapacaktı. İnşaat denetiminde görevli mühendis yaklaşık 80 km'lik yolu başlangıçta devletin resmi arabasıyla haftada iki üç kez gelip gitmeye başladı. Hatta bir ara müteahhidin yaptığı birkaç sıra duvar örgüsünü yıktırdı. Saf olmakla birlikte içlerinde bazılarının uyanık olup şüpheci düşündüğü Anadolu insanımızın kürt köylüleri, 'mühendis, müteahhitten cebini doldurmasını istiyor' ifadesini dillendirdiler. Ben o zaman 'nasıl olur bir devlet memuru devletin kendine verdiği yetkiyi kanunsuz ve haksız olarak cebini doldurmada kullanır' diye, doğru ama köylüler açısından safça düşünmüş ve buna kesinlikle ihtimal vermemiştim.
Başlangıçta 80 km'lik yolu haftada iki defa kat eden mühendis, yaklaşık altı yedi ay süren inşaat yapım sürecinde bir defa bile gelmedi. Ve köylüler, 'müteahhit, mühendisi görmüş' dediler.
İşte size çıkarılan kanunları uygulayıcılar! Ve ben memuriyetimin henüz dördüncü yılındayken bu ülkenin en fazla bu kadar olabileceğine karar vermiştim.
99 Depreminin günah keçisi kısa sürede bulunmuştu: Veli Göçer. Koca bir Marmara coğrafyasında yıkılan tüm binaları sanki Veli Göçer yapmıştı. Başka hiç müteahhit, mühendis, şirket ve onların yapıp devletin yetkili memurlarının kontrol ettiği bina yoktu.
Elbet Van'da da bir günah keçisi Veli Göçer bulunacaktır. Çürük binalar ona havale edilip diğerleri özellikle rahmetli Özal'ın 'benim memurum işini bilir' dediği yetkili memur, amir ve müdürlerimiz tertemiz aklanıp gün yüzüne çıkacaklardır.
Üst üste bu ülke gerçeklerini gördükten sonra ben 'bu böyle gitmez' diyecek birilerinin artık çıkacağına inanmıyorum.
Japonlar, bizim yaşadığımız deprem sıkıntılarını yıllarca önce aşmış ve 9 şiddetinde depremlere dayanıklı binalar yapmışlar. 11 Mart 2011 dokuz şiddetindeki Japonya depreminde bunu gözlerimizle gördük.
Deprem elbet Allah'ın koyduğu bir kaderdir. Yani Allah, Kuran-ı Kerim'inde ifade ettiği gibi 'biz her şeyi belli bir ölçüye göre yarattık' ayeti (Kamer suresi, 49.ayet) gereği tüm yaratışlarında doğal esaslar, yasalar koymuştur. Deprem, yeryüzünü yaratışta Allah'ın koyduğu bu kanunlardan biridir. Bilimcilerin ifade ettiği gibi deprem esasında insanı öldürmez ama bina öldürür.
Binaları Japonlar gibi çok sağlam yapsanız da bir açıdan depremin Tanrısal ikaz tarafı vardır. Ne kadar tedbir alınsa da deprem sonuçta Allah tarafından gönderilen doğal afettir. Japonlar binaları çok sağlam yaptılar ama İlahi afet ve uyarı bu defa hiç hatırlarına gelmeyen denizden geldi.
Bu anlamda deprem bir kaderdir. Ama bu kaderi alacağımız tedbirlerle, dürüst ve akıllı hareketle kıyametimizle sonuçlandırmaya biliriz.
Allah, 'başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir' buyurmaktadır. (Şura Suresi 30. Ayet)
Yukarda bahsettiğimiz üzere başımıza gelen milli felaketler, hep milli hata ve günahlarımız nedeniyledir.
İfade ettiğim üzere hiç ümidim kalmasa da ben yine bana düşeni söyleyeyim. Bu milli hata kusur ve günahlarımıza 'dur' diyelim artık.
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Gökte Kuşların Kardeşliği, Yerde Kurtların! |
|
Dünyâca
Burda, Hindistan'da, Afrika'da,
Her şey birbirine benzemektedir.
Burda, Hindistan'da, Afrika'da,
Buğdaya karşı sevgi aynı,
Ölüm önünde düşünce bir.
Nece konuşursa konuşsun
Anlaşılır gözlerinden dediği,
Nece konuşursa konuşsun,
Benim duyduğum rüzgârlardır,
Dinlediği.
Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların;
Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Gökte kuşların kardeşliği,
Yerde kurtların.
Fâzıl Hüsnü Dağlarca
Cumhuriyet'le ve değerleriyle kavgalı karşı-devrimci zevâta her baktığımda, Pinokyo'nun dansını görüyorum; ipleri başkalarının elinde, onların yalanlarını anlatıyorlar; hattâ, kendi yalanlarına kendileri de inanıp mutlu oluyorlar; burunları uzuyor ve büyüdüklerini zannedip sevinçten havalarda uçuyorlar. Ama, bu mutlulukları fazla sürmüyor; yalancının mumu çünkü, yatsıya bile kalmadan sönüyor.
Besleme medyada, Somali'ye yardım konusunda büyük bir curcuna yaşandı. İşin aslını astarını bilmesek, hani bizde inanacaktık samîmiyetlerine! Oysa, Deniz Feneri'yle deşifre oldular ve şimdi de Diyânet'i ve Kimse Yok mu?'yu kullanmaya başladılar. Ramazan'da, insanlarımızın dînî-mânevî değerlerini sonuna kadar sömürdüler. Toplanan yardımlar, kendi yandaşlarına akıtıldı; "yeşil sermâye" ve Gülen cemaati, Afrika'ya ihrâcâtlarını arttırdı, haksız kazanç sağladılar.
Amerika'da yaşayan o imam, yaklaşık 25-30 milyar dolarlık bir servete sâhip. Peki, şimdiye kadar mazlum milletler için ne yapmış? Irak Savaşı'nı önlemek için bir irâde sergiledi mi? Niçin ABD'deki senatörleri "satın alarak" ki, bunların her birinin bir fiyatı vardır ve bu bilinmektedir; Irak Savaşı'nı önlemeye çalışmadı? Afganistan için, Libya için niçin lobicilik yapmadı? Filistin'de elli yıldır İsrâil tarafından soykırım uygulanıyor, o imamın bundan haberi yok muydu?
Mesele, "insânî yardım" değil; bu zevât, insanlarımızın dînî-mânevî değerlerini sömürerek kendi rantlarını arttırmanın peşine düştü. Irak Savaşı konusunda Erdoğan'ın ABD'ye nasıl bir amigoluk yaptığı, hâlâ gözlerimizin önünde. TSK'yı Irak'a yollayamadıkları hâlde, Irak'ın kuzeyinde kendilerine türlü alanlarda ekonomik rant elde ettiler. TSK'nın Irak'a girmesi durumunda Erdoğan'ın nasıl bir serveti olacağını hayâl bile edemezdik.
Küresel kapitalist sistem, yakın bir süreçte, târihinin en büyük ekonomik krizini yaşamaya hazırlanıyor. Japon Merkez Bankası şimdiye kadar, dünyâ finans sistemini ayakta tutan yegâne kurumdu; sıfır fâizle borç veriyor ve sıcak para akışını sağlıyordu. Japonya'daki çevre felâketleri, bu durumu değiştirdi ve fâizler yükseldi. Araplar da paralarını yavaş yavaş Avrupa'dan çekmeye başladılar; Arap baharında kimse önünü göremiyor ve olası bir blokaj için tedbirlerini alıyorlar.
Dolayısıyla, küresel kapitalist sistemde yakın bir süreçte, ciddî bir ekonomik kriz ortaya çıkacak ve cemaat, bunun kokusunu önceden aldı. Somali konusunu sömürerek, Afrika'ya ihrâcâtlarını arttırma çabasına giriştiler. Hesapları şu ki İstanbul sermâyesi, Batıyla olan ekonomik ilişkileri nedeniyle, bu krizde ağır bir yara alacak ve ekonomiden silinecek. Kendileri ise bu yardım paraları üzerinden kazanacakları haksız kazançlarla onların gücüne tâlip olacak ve krizden, millî ekonomiyi bütünüyle ele geçirerek çıkmış olacaklar.
Ne var ki, "dînin kapitalistleştirilmesi", kaptitalizmin din hâline getirilmesidir ve Batı emperyalizminin "Türk modeli" olarak tanımladığı "Islamist-led democratic capitalism", Ortadoğu'nun yeni dîni olarak konumlandırılmaktadır. Erdoğan'ın yabancı medyaya verdiği açıklamalarda kullandığı "Management of people, management of science and management of money! If you do those three, you will accomplish your goal!" (İnsan yönetimi, bilgi yönetimi ve para yönetimi! Bu üçünü bir araya getirirseniz, hedeflerinizi gerçekleştireceksiniz!) sözleri, İslâm dîninin küresel kapitalizmin hizmetine nasıl sunulduğunu göstermektedir.
Oysa, alt-yapıda kapitalizm ile üst-yapıda "ılımlı İslâm"ın yerleştirildiği bir toplum, sürekli olarak kendisini inkâr etmek zorundadır. Kapitalizm, emek hırsızlığıdır; İslâm ise bunu yasaklar. "Ilımlı İslâm", İslâm ile kapitalizmi birleştirme çabası değildir, kapitalizmi "İslâmlaştırma" çabası da değildir; bu açıkça, kapitalizmi "İslâm" adı altında yeni bir din hâline getirmektir. Erdoğan inkâr etse bile yukarıdaki açıklamaları, bunun açık bir îtirâfıdır.
Hatırlanacağı üzere, Cumhuriyet'in ilk yıllarında âşar vergisi, devletin tüm gelirinin % 40'ını oluşturuyordu; buna rağmen, milletimizin omzunda bir yük olduğu için kaldırıldı. Kendisini Mustafa Kemal Paşa'yla karşılaştırmaktan yüksünmeyen Erdoğan ise üstelik bir de dalga geçer gibi, memura-emekliye % 2-3 zammı ballandırarak anlatıyor. Siyâsetin kapitalistleşmesi, kapitalizmin siyâset hâline gelmesidir ve bu açıklamalar, Erdoğan'ın Türk milletinin çıkarlarını mı yoksa kapitalist sistemin gereksinmelerini mi düşündüğünü ayırt etmemizi sağlamaktadır.
Mazlum milletler konusunda bize düşen asıl görev, onlara günlük gereksinmeleri konusunda yardımlarda bulunmak değil, onları sömürenlere karşı onların haklarını, hukukunu savunmaktır. Somali'deki insanlık dramının nedeni kuraklık değil, Batı emperyalizmi tarafından bu ülkenin ve diğerlerinin, asırlarca ve hunharca yağmalanması ve doğal kaynakları ile insan gücünün talan edilmesidir. Bu dramın kaynağı Batı emperyalizmi olduğu için, bizim görevimiz de Batı emperyalizmine karşı tüm dünyâ çapında anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir mücâdele vermektir.
Konfüçyus'un meşhur bir sözü vardır: "Prens faziletliyse, kânunlara ihtiyaç yoktur. Prens faziletsizse, kânunların hiçbir yararı yoktur." Aslında, toplumlar ve bireyler de böyledir ve hukuk kurumu, faziletsiz kişilerin elinde değerini yitirir. Son dokuz yıldır, Türkiye'de de hemen her kurumun çivisi çıkmıştır. Kemalist Devrim'e karşı Kürt faşizmi, liberaller, bir kısım sosyalistler, dinciler, vs. güçlü bir ittifak kurmuşlar ve hedef ve amaçlarının birçoğunu gerçekleştirmişlerdir. Hukuk aracılığıyla Kemalistlere yönelik baskı ve zulümlere çanak tutmuşlar, işlerine gelmeyen yargı kararlarını ise "millî irâde" aldatmacasıyla değerden düşürmeye çalışmışlardır.
İmdi, bu ittifâkı bütünüyle tasfiye etmek ve yeniden Kemalizm'e yönelmek zorundayız. Bunun içinse öncelikle, Kemalist güçlerin tek ve güçlü bir partinin çatısı altında birleşmesi ve sonra da diğer toplumsal kesimleri bu çatı altında birleşmeye iknâ etmemiz gerekmektedir. Bizler bu amaç doğrultusunda tek ve güçlü bir çatı altında birleşemediğimiz içindir ki, o imam gibi birileri çıkıp "insânî yardım" adına kendi çıkarlarını koruma ve güçlendirme fırsatı elde edebiliyor. Bu olup bitenleri engelleyemediğimiz için, gökte kuşların kardeşliğine bakıp imreniyoruz; yerde ise kurtların kardeşliğini bozamıyoruz.
"Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların;
Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Gökte kuşların kardeşliği,
Yerde kurtların."
Not: Depremde hayatlarını kaybeden tüm yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı dilerim. Somali için kurdukları bu tezgâh, "depremzedelere yardım" adı altında da kurulacaktır. Milletimiz, bu oyunlar karşısında uyanık olmalıdır.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
SİS
Soluk renkli ilişkiler hakim yanıbaşımda.
Havası yok, tadı yok, albenisi yok.
Sadece göstermelik tüm yaşananlar.
Herkes kendi derdinde, herkes kendisi peşinde.
Ölmüş bitmiş tüm heyecanlar, tükenmiş tüm sevgiler
Gülümseme yok yanaklarda, kahkaha yok dudakların arasında
Hüzün kaplamış kalpleri, gözyaşı sarmış çift gözleri
Donmuş tüm duygular, kaybolmuş tüm yaşananlar.
Azarlama , aşağılama sarmış insanları,
İyi niyet yok olmuş, çıkarlar at koşturur olmuş beyinlerde,
Nerede kaldı mutluluklar, nerede kaldı paylaşımlar
Duman rengi olmuş gökyüzü , nefes almaz olmuş tüm ruhlar.
Hilal İlgin
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bir at nasıl şarkı söyler? Ya peki dört at nasıl şarkı söyler? http://www.horse-games.org/Singing_Horses.htm Hem kısa yolunu verdiğim türden animasyonlar hem de birbirinden eğlenceli oyunlar için bu web sayfasını tavsiye ediyorum.
Uzun zamandı reklam olmasın diye vermek istemediğim ama keyif aldığım bir web sayfasını sizinle paylaşacağım. http://www.acunn.com/ Haber, Tv, Spor ve Eğlence konu başlıklarıyla web sayfası dört kategoriye ayrılmış. İlk bakışta her yerde rastlayabileceğiniz bilgileri içeren bir web sayfası gibi görünse de. Aslında bazı detaylar ile kendini farklı kılan ve takipçilerini zamanla farkını gösteren bir web sayfası. Özellikle tavsiye ediyorum.
Bir Kadın Fenomeni adıyla hazırlanmış olan web sayfası http://birkadinfenomeni.com/ Aslında bu web sayfasını birkaç kelimede anlatmak isterdim ama sanırım birkaç kelime yetersiz kalacak. Siz en iyisi bir tıkla yolculuğa başlayın. Bazen keyif bazen de şaşkınlıkla gezindiğin bu site, aynı anda birçok farklı duyguyu yaşamama neden oldu. Editör arkadaşa teşekkür ediyorum.
Yıldızlı geceleri anlatan en güzel tablo ve en güzel şarkı http://www.vangoghgallery.com/painting/starrynightlyrics.html Starry, starry night. Paint your palette blue and grey, Look out on a summer's day, With eyes that know the darkness in my soul. Shadows on the hills, Sketch the trees and the daffodils, Catch the breeze and the winter chills, In colors on the snowy linen land.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|