|
|
|
Editör'den : İyi Bayramlar!.. |
Merhabalar,
Birkaç satır karalamadan önce haber sitelerini dolanırım. Son dakika manşeti: "Gene yerde bırakmadı." Bravo. Tayyip Bey, G20 zirvesinde yerini belirlemek için konulan Türk Bayrağını yerinden söküp cebine koymuş. Adet haline getirdi. Baktı medya pek ilgili, her seferinde tekrarlıyor. Güzel yerde bırakmasın ama önce 29 Ekim'de sallanacak bayraklara engel olmasın. O bayrağa anlam yükleyen Cumhuriyet'i kutlamayı bu memlekete çok görmesin. Velhasıl, bayrağı yerden kaldırmak marifet değil, marifet onu hakettiği mertebeye çıkarmakta.
...
Ekim ayını gurbet ellerde geçirdim. Aranızda oralarda yaşayan, sıkça gidip gelenleriniz var biliyorum. Onlar da bana hak vereceklerdir. Memlekete gelince bir hüzün kaplıyor insanı. Görünüşte pek farkımız kalmadı çok şükür. Hayıflanacak, imrenilecek mal mülk kalmadı bile denebilir. Amma velakin, birşey var ki, işte onu daha çok arayacak ve kıskanacağız. İnsana verilen önem. En önde her zaman insanın olduğunu hissediyorsunuz oralarda. Herşey insan için düzenlenmiş. Devlet izleyici, yol gösterici olmuş, uzaktan denetlemekle yetiniyor. İnsanlar kendilerine verilen önemin öylesine farkındalar ki, öne geçmek için birbirlerini yemiyorlar. Kuralların onlara eziyet çektirmek için değil, aksine huzurla yaşamaları için var olduğuna inanıyorlar.
Birkaç kere ezilme tehlikesi geçirdim ama bir sorun nerede, bisikletlilere ayrılmış yolda. Çünkü benden başka orada yürümenin tehlikeli ve yasak olduğunu bilmeyen yok. İnsanların huzuru şehrin huzuru oluyor, sizi de içine alıyor. Kırmızı ışıkta arabalar durunca sanki hayat duruyor, ne bir klakson ne bir motor gürültüsü. Birkaç saniye bile yetiyor insana. Sonra dönüp geliyorsun memlekete, ilk gördüğün Van'da yağmalanan yardım kamyonları, parayla satılan çadırlar ve 13 yaşında "Kendi rızasıyla" fuhuş yaptığı yargıtayca onanan çocuk. İşte o zaman insan anlıyor nerede olduğunu ve hayıflanıyor, lanet okuyor kaderine. İnsanın zerre kadar değerinin olmadığı, varsa yoksa devletin çıkarları, üst düzey rant kavgasının yaşandığı bir koca memleket bizimkisi. Kızlığına helal gelmesin diye ters ilşki kurmalarını "Hafifletici neden" sayabilecek kadar aşağılık bir adalet sistemiyle yürü(mü)yor artık bu gemi. Muhalif olup dört yıldır suçunu bilmeden içeride çürüyenlerle, iktidardan yana hırsız olup onbeş günde salıverilenlerin birlikte aynı hukuktan medet umdukları bir garip memleket artık burası.
Şehitler dedik, Deprem dedik, milletçe üzüldük, kahrolduk. Oysa unutup atlamamaız gereken çok önemli konular da olmalı gündemimizde. Bunların unutulmasına, örtbas edilmesine seyirci kalmamalıyız. Gelin o unutmamamız gereken konuları tekrar bir hatırlayalım:
1- Deniz Feneri sanıklarının güle oynaya serbest kalmaları...
2- İçişleri bakanının köstebek olduğuna dair iddia...
3- Deniz Fenerine misilleme diye CHP’nin Alman Vakıfları aracılığıyla pekakaya para aktardığını iddia eden başbakanın mesnetsiz “çamur at izi kalsın” taktiği...
4- Kaddafi’yi öldürüp şeriat ilan eden Libya’lılara bavulla aktarılan 380 Milyon dolar...
5- Kıbrıs’taki doğalgaz aramalarına en sert tepkiyi vereceğini söyleyen ama hiçbirşey yapmayan iktidarın içiboş yiğitliği...
6- İsrail’in güvenliğini(!?) sağlamak üzere memleketime kurulacak olan ABD radar üssü...
7- Asgari ücrete ve emekli maaşlarına yapılan bit kadar zammı...
8- Ve aklıma gelmeyen daha bir sürü önemli konu.
Uyumayalım ve unutmayalım. İyi bayramlar efendim, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SİVRİSİNEK KONÇERTOSU 1 |
|
Cennetten kaçmak ister mi insan? İstermiş işte bilemediniz. Lise öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen bir ankette gençlerin çoğunun (yüzde yetmiş gibi bir oranı) başka bir ülkeye gitmek, ömürlerinin geri kalanını başka bir ülkede geçirmek istedikleri sonucu çıktı. Şairin "Yedi iklim, dört kıta" diye tanımladığı cennet ülkem insanların kimyasını bozuyor. Akıl sağlığını olumsuz etkiliyor, gencecik insanların yaşam heveslerini kurutuyor. Bu acı gerçeği görmezden gelmek kolay. Benim ülkem bu yöntemler konusunda tonlarca uzmana sahiptir. Örneğin bu anket özellikle seçilmiş, kasıtlı bir araya getirilmiş gençlere uygulanmıştır denilebilir. Gençlerin milli ve manevi değerlerden yoksun yetiştirildiğini, eğitim sisteminin kötü olduğunu da söyleyebiliriz. Bunlar da yetmezse gençlere vatan sevgisi aşılanamıyor. Elbette böyle sonuçlar çıkabilir diyebiliriz. Ceplerimiz her zaman tıka basa bahanelerle doludur nasılsa… Alakasız gerekçeler yaratıp sorunun kendisinden ilgiyi kolayca uzaklaştırabiliriz.
Yakın zamanda yaşadıklarım beynimin bardağını taşıran son damlanın da düşmesine neden oldu. Çivim çıktı, ayarım bozuldu. Bir kendime baktım, bir aynaya… Bir gariplik var bende. Beklenmedik olaylar karşısında ŞAŞKINA DÖNME tepkimi yitirmişim. Karşılaştığım, gördüğüm baktığım hiçbir olay beni hayretler içinde bırakmıyor artık. En sıra dışı olaylar bile olağan geliyor. On üç yaşında bir kızcağız kendi isteğiyle yirmiden fazla erkekle birlikte olabilir örneğin. Hem de kendi rızasıyla. Bütün dünya onu biyolojik olarak çocuk görebilir. Bilimsel olarak da kabul gören anlayış bu olabilir. O benim ülkem için yetişkindir. Çünkü benim ülkemde onun yaşında evlendirilen bir sürü çocuk var. Her dört kız çocuğundan biri on sekiz yaşın altında evlendirilmiyor mu bu ülkede? Konferanslarda, açık oturumlarda salya sümük yapılan ateşli konuşmaları, süslü cümleleri bir yere bırakalım. Çocuk yaşta anne olan kızları ihbar eden doktorlar neden susuverdiler. Bir yıldır çocuk yaşta anne olan kimse yok mu? Birden fazla karısı olan bir sürü büyük adam, parlamenter var bu ülkede. Gerçeğimize bakıp ikiyüzlü davranmaya mecburuz biz. Çok eşliliğe evet, küçük yaşta evliliğe evet diyorsam o zaman on üç yaşındaki bir çocuğu yetişkin olarak görülmesinde ne yanlışlık olabilir ki?
Başbakanımız bir parmak şaklatır, bir okus pokus yapar anında değişiverir her şey. Bir de bakarsın ki onlarca uzman televizyonlara akın edivermiş. Kaddafi diktatör, Suriye düşman… Mübarek kanlı katile dönüşüverir bir gecede. Irak'a demokrasi gelir. Milyonların ölmesinin zerre kadar bile önemi yoktur. Kürt açılımı birden uçup gider. Yeni bir okus pokus oluncaya kadar kimsenin ağzını bıçak açmaz. Çünkü artık televizyonlardaki hazır kıta askerlerine yeni gündemler verilmiştir. Bir tek kişi olsun, kel başa ilaç için tek bir kişi çıkıp farklı bir şey söyleyemez. Demokrasimize Everest'te zirve yaptıranlar bu durumu hiç kanıksamazlar.
Suriye ile iyi komşuluk ve ticari ilişkilerimizde tam bahar havası yakalamışken her şey birden bire tepe taklak oluverdi. Suriye insan hakları ihlalleri yapıyormuş. Kendi halkının demokratik taleplerini görmezden geliyormuş. Ve bu bir insanlık sorunuymuş. Vay efendim Esat bunu nasıl yaparmış? Dönüp kendi demokrasimizdeki sorunları görmezken, başkasının gözündeki çöpe takılıvermişiz. Üstelik Kuveyt, Suudi Arabistan ve öteki Arap yarımadası ülkelerinde demokrasi sanki kavağa çıkmış. Ne zaman bütün dünyayı hizaya çekmeye karar verdik? Biz kim oluyoruz? Tek bir kişi çıkıp bunları sormuyor. Aklımı oynatacağım.
Demokrasi aşkıyla kalbi çarpan Tunus'ta seçimleri İslamcı, muhafazakâr bir parti kazanmış. Al buradan yak. Egemenlik kayıtsız ve şartsız Allah'ındır. Halkın egemenliği diye bir şey yoktur. Allah ne buyurursa öyle olur diyen bir anlayış seçimi, temsili ne yapsın. Allah'ı en iyi anlayan dini kadrolar İslami esaslara göre ülkeyi gül gibi yönetirler. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu... Teokratik demokrasi diye yeni bir kavram peydahlandı da benimi haberim yok.
Deprem de ölen öldü, kalan sağlar bizimdir. Şimdi gündem kentsel dönüşüm. Depreme dayanıksız binaları yıkıp yeni konutlar yapacağız. Yasal bir düzenlemeyle istimlâk hızlanacak ve kolaylaşacak. Peki devlet baba ve yerel yönetimler canın isteği gibi istimlâk işlemleri yapabilme yetkisine sahip olacaksa bireyin hakları ne olacak. Mülk edinmek bireylerin temel insan haklarından değil mi? Böyle bir yasal düzenleme kentsel dönüşüm adı altında garibanların elindeki değerli arazilerin talanına ve birilerine peşkeş çekmeye uygun hale gelmez mi?
Bu yaz İzmir'in Şemikler Semtine yolum düştü. Yıllardır gittiğim Fikri Altay Mahallesini bulamadım. Sokaklar kazılmış, her yer inşaat halindeydi. Sordum soruşturdum bu ne hal? Kentsel dönüşüm uygulanıyor dediler.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BERENİS'İN SAÇI |
|
O bir kraliçeydi. Adı: Berenis.
Güzeldi elbet…
Saçları, bal köpüğü bir tutam yıldız.
Kocası Ptolemy,
Uygarlıkların beşiği Mısır'dan yönetirdi
Magrib'i, Akdeniz'i, Ege'yi, Filistin'i …
Bir gün savaşa karar verince Ptolemy,
Yüreğine ateş dağı çöktü Berenis'in.
Suriye, Mezopotamya, Asur…
Çöl, kum ve sıcak…
Savaş bu, gidip de dönmemek
Gelip de görmemek var değil mi?
Uyku uçup gitti gözlerinden.
Dedi ki bir gece,
Eğer zaferle dönerse seferden sevdiğim adam,
Afrodit'e adayacağım
Tüm kadınların kıskandığı saçımın her telini.
Ptolemy savaşırken uzaklarda
Aklı hep eşindeydi Berenis'in.
Gördüğü her kötü rüyayı iyiye yordu.
Bilicilerden geleceği sordu günler boyu.
Ve yine böyle kâbus dolu bir günde,
Çıkageldi ulaklar,
Yelkenleri Akdeniz rüzgârlarıyla şişmiş tekneleriyle.
Berenis gözlerini yumdu,
Bir daha adadı saçlarını mutlu bir haber için.
Müjdeler olsun!.. dedi,
Karaya ilk adım atan ulak
Efendimiz Ptolemy…
Gerisini duymak bile istemedi Berenis.
Koşup odasına, dibinden kesti saçlarını,
Bir mermer kutuya koyup bıraktı tapınağa.
Büyük şölenlerle karşılandı Ptolemy.
Ama saçsız görünce sevgilisini
Aklı başından gitti.
Öyle bir sitemle baktı ki
Berenis eğip başını
Duyulur duyulmaz bir sesle
Senin uğruna
Afrodit'e adadım saçımı, dedi
Ptolemy, sevindi.
Berenis en değerli
Armağanını kendisi için tanrılara sunduğundan
Üzüldü sonra…
Sevgilisi böyle saçsız kaldığından.
Gidelim, dedi…Görelim tapınakta
Afrodit'e sunulan sevdiğimin adağını.
O da ne?
Ne mermer kutu vardı yerinde ne Berenis'in saçı.
Kükredi Ptolemy…
Koşuştu görevliler bir o yana, bir bu yana.
Bulamadı kimse bir tel.
Gelip boyun eğdiler.
Boynumuz saç telinden incedir dediler.
İster vur, ister sürgünlere gönder bizi.
Ptolemy kılıcını çektiği an,
Durun, dedi, biliciler bilicisi Samsatlı Conon.
Hele bir yıldızlara bakalım!
Kaldırıp başlarını
Engin derinlerine baktılar gece mavisinin.
Bakın, bakın!
Görüyor musunuz sizde?
Bir takımyıldız!
Şaşırdı herkes.
Bukle bukle, yıldız yıldız gülümsüyordu
Sonsuz karanlıkta Berenis'in saçları
Dedi ki bilgeler:
Bu dilek Tanrı katında kabul olmuştur.
De Coma Berenices, dedi
Gökbilimciler bu takımyıldızın adına.
Bin yıllar sonra, dedim ki ben de
Ey canı için tanrısına can adayan!
Bir kez de sen bak gökyüzüne!
Kendin için başka canları adayacağına,
Berenis gibi sen de
Kendinden bir parça adasan Tanrı'na.
Duyarlılıklarınızın Işığında Bir Bayram Dileğiyle .
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Acaba girmeli mi ithal Dana'ya ? |
|
Geçen sene bayağı direnmişti şu hırçın Uruguay'lı Angus'lar. Acemi kasapların bıçağına karşı tekme kafa girişmişti hayvancağızlar. Aslında; bizim Lugano'dan da belli değil miydi bunların tekmeye bile kafa koyduğu ? Bu kez yumuşak başlı diye; Limuzin, Chevrolet, Hereford ve Simental gibi danalar getirmişler Meksika'dan ve Macaristan'dan. Araba markası gibi olmalarına karşın koyun gibilermiş baksana. Öyleyse; dandini dandini dasdana, aman danalar dalmasın acemi Kasap Usta'na...
Acaba girmeli mi ithal Dana'ya ?
"Koyun gibiyse, sorun yok.." demişlerdir. "Öyle hırçın olmayacak, kendi rızasıyla olacak, olmazsa biz tekme tokat dalarız icabında" demişlerdir. Mardin'de 26 kişi birden günlerce 13 yaşındaki süt kuzusuna girişmediler mi ? Hiç de öyle kurbanlık danaya saldıran acemi kasap gibi de değil. Kapı gibi mahkeme kararı bile aldılar; "Rızasıyla birlikte oldu" diye...
Sadece; "Uzun yoldan geldikleri için yorgun ve stresli" oluyormuş bu ithal danalar. Uzman kişiler; getirildikten sonra 1,5 ay dinlendirilmeleri gerektiğini aksi halde etlerinin 3-5 gün içinde kararacağını söylüyorlarmış. Hatta o kadar hassaslarmış ki; ahırdaki yerleri bile değiştirildiğinde bu durumu beğenmeyip 3 gün yem yemiyorlarmış. Hani nerede; "Kendi rızasıyla" birlikte olduğu onaylanan 13 yaşındaki süt kuzusunun stresi ? Hiç olmazsa; 26 adet rızanın yorgunluğu olmaz mı ? Duymuş olsa da yerli ancak yumuşak huylu babalar ve analar, şu 26 kasabın her birine en az 26'şar sene verilmediğini iyi ki duymadı ithal ve fakat hırçın mı hırçın danalar...
Acaba girmeli mi ithal Dana'ya ?
"Koyun gibiyse, sorun yok.." demişlerdir eminim. Vur ensesine tokmağı, kap ağzından lokmayı. Her yıl olduğu gibi muntazam; kışa girerken elektriğe %10, doğalgaza %12 zam. Yılbaşına da birşey kalmadı, bunlar iyi günlerimiz. Ufaktan ufaktan ÖTV'yi gıdıklamalar, Emlak-Çevre Temizliği'ne inceden ayarlar, bilumum harçlar ve damgalara okşamalar, MTV'yi ellemeler. Kısaca; yeni yıl için hazırlanıyordur güncellemeler...
"Koyun gibiyse, sorun yok.." demişlerdir kuşkusuz. Memur'a 2 sekiz, Emekli'ye 1 ondokuz, İşçi'ye 3 yirmi, elde kaldı 1 otuz. Koyun olunca haliyle topyekün tokuz. Arada sırada hırçınlaşsak bile yumuşak huylu bir millet değil miyiz ? Direkten dönse de yıkılmadı gitti umudu vatandaşımızın, çatlamadık yeri kalmadı gitti şu sabır taşımızın, tutulacak çetelesi kalmadı artık "Yine kaç şehidimiz kurban oldu ?" diye dökülen gözyaşımızın...
Acaba girmeli mi ithal Dana'ya ?
Bağımsızlık ve Cumhuriyet'ini kutlayamayan milletin; ister yumuşak başlı, ister hırçın olsun, kendisi de tüm bayramları da "Kurban" edilmiş değil midir ?
Öyleyse; yazının başlığındaki sorunun cevabı olsa olsa şudur :
2011'de kolayca girişmek var iken yerli Cumhuriyet Ana'ya,
Aceleye ne gerek var, olmadı seneye gireriz ithal Dana'ya...
Hüzün dolu bu Kurban Bayramı, çocukların bayram neşesi eksilmesin diye kutlu olsun...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Ayrıkotu : Banu Özgüç Ağır bir yazı |
|
Hayatla ilgili anlayamadığım çok şey var. Üstelik ben çocukken büyüyünce herşeyi anlıyacağımı düşünürdüm.Üniversiteye başladığım onyedili yaşlarda herşeyi bildiğime ve dünyayı keşfetmeye hazır olduğuma emindim. Okuldan mezun olup da artık hayallerimi gerçekleştirme zamanım gelince aslında gerçek hayatın hiç de hayal dünyamdaki gibi olmadığını keşfetmeye başladım ve geldi hayal kırıklıkları…
Aslında hiçbir şey bilmediğimi anlamak çok acı oldu inanın. Sonra isyankar yıllarım, hayata başkaldırma çabalarım. Yirmili yaşlarımın sonundaki popo üstü oturuşumu şu anlarda hatırlamak çok eğlenceli. O zaman tabii ki değildi.
Eminim benim gibi bir çok insan aynı şeyleri yaşamıştır. Ben hala kendimi yirmibeş sanırken eşimin hatırlatmasıyla otuzdördüme girmeye günler kaldığı dank etti fena şekilde.
Eee ne oldu şimdi?Hala hiç birşey anlamamış durumdayım. Üstelik zamanın bu kadar çabuk geçebilmesi beni dehşete sokuyor. İşyerindeki onyedilik stajyerlerimizin aralarında birşey tartışırken "Ne o? 30 yaşında teyzem gibi "demesi ve diğerinin "Şişşşştt Banu Hanım 30 yaşında" diyerek karşısındakini susturması diyaloğunu duyduğum günden beri hala duyduklarımı sindirememişken şimdi "otuzbeş" e bu kadar yaklaşmakta nereden çıktı ?
Zaman kişisel gelişim kitapları okuma zamanıdır. Hepsi AN'I YAŞA demekte üç aşağı beş yukarı. Bu kadar zor olduğunu bilmezdim.O kadar alışkınım ki hep ileriye yönelik plan yapmaya. Nereden bilebilirdim emekliliğimde yaşayacağım bahçeli ev hayallerine bu kadar yaklaşacağımı ve de o bahçeli eve maddi olarak ulaşmaya bu kadar uzak olacağımı:
Netice itibariyle artık doğumgünlerimin benim için önemi ölüme yakınlaşmak bir adım daha.İşte yazımın ağırlığı da burada başlasa gerek.Malum ölüm girdiği heryeri ağırlaştırmıyor mu? Bir bilsem sonradan geri döneceğimi belki daha kolay olacak,bu sefer de ee geri dönüyorsak eğer şu yaşıdıklarımızın ne önemi var sarmalına girmekte zavallı yetersiz beynim.Hemen kendimi toparlayıp mantığımı çalıştırmaya başladığımda da ölümden sonrasını kapkara görmekte ve aynı iç ses "Neden?" diye sormaya devam etmekte.
Susturamıyorum ki içimdeki soru kadını. Sürekli soruyor cevap veremediğim soruları. Sonuç öyle sorup duruyo, ben o bunalımdan bu bunalıma doğru koşuyorum, baktım ki dibe yaklaşıyorum bir yaşama içgüdüsüyle bir sıçrama sonra bir aman sendecilik başlıyor.
Hiçbir zaman bardağın dolu tarafını gören biri olmadım, keşke olsaydım. Dolayısıyla kendimi kandırmak daha kolay geliyor.
Yaşım yirmibeş işte kime ne!
Banu Özgüç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Seher Keçe Türker |
YALAN DÜNYADAN MEHMET EMİN KEÇE DE GEÇTİ
Bu gün takvim 25 Ekim Salı gününü gösteriyor. Sessizce yağmur yağıyor; Mehmet Emin gibi… Bizlere beş yıl üç ayını ayıran Mehmet Emin bir hafta önce Allah'ın izniyle annesi Zeynep Hanımın şefkat, sevgi dolu sıcacık kucağında göçmenliğine son verip babası Güven Bey'in kolları arasında daimi evine yerleşti.
Sevgili yeğenim Mehmet Emin bu yıllarda isteklerinden, acılarından, sevinçlerinden söz etmeden öylece yattı. Ağrılarından, kasılmalarından şikâyetçi de olmadı. Vakur olduğu kadar kendinden emin mağrur bir duruşu vardı; konuşmadan o kadar çok şeyi bir arada ifade ediyordu ki anlatılası değil… Ailemizin, özellikle anne, baba ve kardeşlerinin vermesi gereken sınavın sorusuydu Mehmet Emin…
Ve Allah dünyayı yarattı, dünyayı gerekli olan her şeyle donattı ve insanı yarattı. İnsanlar dünyaya geldiklerinde karşılaştıkları diğer insanlarla kendileri arasında gözle görülebilen farklılıkların olduğunu gördüler; hatta buna insanlar arasındaki eşitsizlik bile diyebildiler. İnsanları; değişik ten ve göz renklerinde, çeşitli boyda, kiloda, göz, yüz şeklinde kısaca yapısal farklılıklar içinde görerek hüküm verebildiler. Allah, bize göre eşit olmayan durumları özellikle var etmişti. İnsanlar bazen acıyı, bazen tatlıyı, bazen burukluğu, bazen sevinci zincirin halkaları gibi iç içe yaşarlar. Allah dünya düzenini denge üzerine kurmuştur. İnsanların aynı işi yapmaları, aynı yoksulluk ya da zenginlikte olmaları, aynı şeylerden hoşlanmaları, aynı zekâ düzeyinde bulunmaları imkânsızdır. Yoksulun zenginden, hastanın sağlıklıdan doğal bir alacağı vardır. Önemli olan dengenin korunması için borçlu olanların vermesi gerekenlere sadık kalarak zamanında yerine getirebilmesidir.
Engelli olduğu doğmadan önce fark edilen çocuklarında da yaşama hakkı vardır. Bu hakkı vermek borçtur, dünya sınavının bir sorusudur. Mehmet Emin'in anne ve babası bu sınavı başarı ile geçmiştir.
Her varoluşun, olayın, nedeni ve gereği vardır; dünyanın dengesini bu oluşumlar korur. Mehmet Emin, görevini tamamladı; hepimize dersini verdi ve alacaklı olarak gitti. Eğer ona hak ettiklerini verebildiysek ne mutlu. Dualarımla yanlarındayım; Allah; annesinin, babasının ve ablaları Şeyma, Sena, Mihriban canı gönülden, birbirleriyle yarışarak ettikleri hizmeti, gösterdikleri şefkat ve sevgiyi, akıttıkları gözyaşlarını kabul ve hayırlara vesile etsin. ÂMİN Şimdi kulaklarımızda abisi Emir'in; "Emin hastanede, gelecek" sözleri yankılanıyor.
Mehmet Emin, kısa hayatında dünyada derin izler bırakarak gitti. Allah; onu ailesine emanet olarak verirken sevgisine bal kattı, ender gülüşünden sevinç ışığı, nur yansıttı. Bana göre; Onun evdeki varlığında bir şey vardı; neydi o derseniz; hissedilen ama kelimelere dökülemeyen manevi bir şeydi, duyguydu… Aileye hem hareket hem de sakinlik getirmişti. Aslında Mehmet Emin, ne sesten, ne sessizlikten, ne ışıktan, ne karanlıktan, ne açlıktan ne tokluktan dertliydi. Onun derdi şefkatti, sevgiydi, dokunmak, sıcaklığı hissetmekti. Kucakta özellikle ablalarının kucağında olmayı istiyordu. Biz böyle algılıyorduk. Mehmet Emin, belki de duadaydı hepsine…
Bu yaz evime gelen en değerli misafirdi Mehmet Emin. Gelişine o kadar memnun oldum ki dünyaları bağışlarsalar o duyguyu hissedemezdim.(Bu sözler bir söylem, laf sadece, dünyalar senin olsa ne fark eder ki her şeyin yalan olduğu bu âlemde…) Onun koltukta, salıncakta, kucakta öylece yatması evde ılık gökkuşağı renginde bir hava estiriyordu. Sanki ince tüller arasında salına salına evde birileri dolaşıyordu.
Ağlamazdı; ama hepimizin gözü üstündeydi. Annesi ne istediğini, ne yapması gerektiğini bilirdi. Hiçbir zaman "niye" demeden, isyan etmeden emanetlerine ailece sahip çıktılar, baktılar. Allah sabırlarının selametini verir inşallah. ÂMİN… Bir hadisten söz edelim;
"Resülullah(sav) buyurdular ki: Müslüman bir kulun çocuğu ölünce, Allah-u Teâla meleklerine;
-Kulumun çocuğunu aldınız öyle mi?" diye sorar. Melekler;
-Evet, cevabını verirler. Yüce Allah:
-Demek onun gönül meyvesini aldınız ha? Diye buyurur. Melekler;
-Evet" derler. Mevla-i Zülcelal;
-Peki kulum ne söyledi? Diye sorar; Melekler;
-Sana hamd etti ve ; "İnna lillah ve inna ileyhi raciun"(Şüphesiz biz Allah'ınız ve O'na döneceğiz) dedi." cevabını verirler.
Bunun üzerine Allah-u Teâla;
- (O halde) kulum için cennette bir köşk inşa edin ve ona ; "Hamd Köşkü" adını koyun." buyurur. Tirmizi, Riyaz'üs-Salihin, (3,1395)
Bu gün ve her zaman güneşin altın tozları sizleri bulutsuz gökyüzü ile kucaklasın.
Seher Keçe Türker
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Ömer Faruk Hüsmüllü |
Oruç Baba'dan Aforizmalar-36
* Sevgili için dökülen gözyaşları, ona karşı duyduğumuz sevginin can suyudur.
* Bilgisizleri gidecekleri yere kadar götürmek senin görevin değildir; onlara sadece gidecekleri yolu göster.
* Acıdan kaçtıkça, o bizi kovalar. Galiba en iyisi acı ile dost olmayı denemek!
* Acılarımı bölüşemezsin, sadece bölüştüğünü zannedersin.
* Hayat her insana birçok fırsat bahşetmiştir. Değerlendiremeyenler kaderi, feleği suçlamaktan vazgeçin. O hayatı yaşayan kader ya da felek değil, sizsiniz.
* İnsan ömrü biter ama, karşılıksız aşklar kolay kolay bitmezler.
* Suratsız kişinin elinden su içilmez, ahlâksız kişinin nutukları dinlenmez, harama el uzatanın sofrasına oturulmaz, hainin sadakatını güvenilmez.
* Zaman acıları azaltır, ama tamamen yok edemez, silemez. Bazen yüreğimizde bir sızı duyarız, işte o geçmişte yaşadığımız bir acının silinmeyen izidir.
* Sevgiden yoksun bir hayatı, nasıl yaşanmış sayarız!..
* Gözyaşı sonuçtur. Sebebi ise çoktur: Acı çekmek, kendine acındırmak, bir isteğini yaptıramamak, aşık olmak, değer verilen bir şeyi veya kişiyi kaybetmek, rol yapmak gibi… O nedenle kolayca ağlayan kişilere hep kuşku ile baktım. Her ağlayanı duygulu ve samimi olarak kabul etmedim.
* Aşk dağın zirvesindeki kar gibidir. Karı zirveden alıp aşağıya indirirsen erir; aşkı zirveden indirirsen biter, ölür.
* Tok musun? Öyleyse etrafındaki tokların sayısını artırmak için çalış.
* Gülen bir yüzle, tatlı bir sözle sonu cinayetle bitebilecek olayları bile engelleyebilirsin.
* Sevdiğin yanında ise hiç korkma, dünyaya bile kafa tut!
* Aşçı sensen etrafın iştahlı insanlarla dolacaktır.
* Başkalarında kusur ararken gösterdiğimiz beceriyi, kendimizde kusur ararken nedense gösteremeyiz.
* Mutsuz musunuz? Önce düşüncelerinizi kontrol ediniz, sonra da düşüncelerinizi değiştiriniz. Yaptınız mı? Mutluluk işte hemen yanı başınızda.
* Kusurumuzu bulana kızarız, kusurumuzu arayandan kaçarız, kusurumuzu yüzümüze söyleyenden nefret ederiz. Öyle ya biz, kusurla dolu kusursuz bir varlığız!
* Basitlik küçümsenir, ama gene de sen her işe en basidinden başla. Anlaşılmaz olmak marifet değildir, anlaşılır ol ki etrafına bir şeyler verebilesin. En güzel sözler en yalın olanlar değil mi? En çok tutulan yazarlar basit gibi görünen konuları ustaca işleyerek okuyucunun kalbine taht kuranlar değil mi?
* Sevgine karşı sevgi bekliyorsan, hissettiğin o duyguyu bir kez daha kontrol et. Çünkü "sevgi" olması biraz şüpheli.
* Kaybedilen her kumar, kaybedilecek olan bir başka kumarın tetikleyicisidir.
* Hiç sevmedinse, hiç aşık olmadınsa, evrene hayranlık duymadınsa benim de seninle işim olmaz. Böylesi bir arkadaş, bir dost bana yaramaz.
* Affeden zafer kazanır, affedilen ise acıya gömülür.
* Kişinin kusurlarını ona hissttirmeden kapatabiliyor musun? Yoksa yüzüne vura vura onu kusurlarından arındırdığını mı zannediyorsun?
* Arada durakların olmadığı yolculuk, son yolculuktur.
* Kanatlanmış uçuyor musun? Unutma, seni uçuran aslında kanatların değil, rüzgâr yani mutluluktur. Böyle olduğunu mutluluk rüzgârı kesilip yere çakıldığında anlarsın; yere çakıldığında hissettiğine de "mutsuzluk" denir.
* Ayna bir şeyi olduğu gibi değil, gördüğümüz gibi yansıtır. Aynalar yalan söylemez derler, ancak doğru söylediklerine de pek rastlanmaz.
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak |
TOPTAN ÇALIŞMAK VARKEN PAREKENDE İŞ YAPMAK DA NEYİN NESÜDÜR?
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Aşağıdaki yazı katiyen bizim güzel gezegenimiz ile ilgili olmayıp, Uranüs isimli bir gezegenin, ismi lazım olmayan önemsiz bir ülkesinde geçmektedir. Hani gene de bir haberdar edeyim dedim. Ayrıcana tüh yine kısa oldu bir yazı daha kederlendiğimi de belirtmek isterim. Amma velakin ne yaparsınız, bazen de kısa oluveriyor yazılarım.
- Değerli kardeşlerim, yani aziz tarikatdaşlarım. Sabırlı olunuz yani, Ben size söylememiş miydim. Bir kere sarı öküzü verdiler mi, iş tamamdır yani diye. Bu meşhur fıkrayı bir kere daha anlattırmayınız bana şimdi, değil mi efendim. İşte sonucu görüyorsunuz. Sabırlı olacaksınız, hedefe ulaşana kadar sakin ve içten pazarlıklıyız unuttunuz mu? İcabında durumları kimselere çaktırmıyoruz. Ne yaptık.... darbe ile yattık,,, darbe ile kalktık. Böyle olunca da ne oldu. Karşı taraf " a be ne oluyoruz" oldu! Sonunda ne oldu, elbette darbe darbe diye diye bir darbe oldu..... yani oldu da ne darbesi oldu değil mi efendim! Sonuca bakınız reca ederim.
- Tamam da gözel başganım. Yani şinci efendim ne bu böyle parti parti asker tutukla, yani işleri zorlaştırmanın ne anlamı var degel mi? Yani madem ki profesyonel ordu kuracağız dedik. Değiştirelim anasını satıyım Uranüs Ceza kanununu, koyalım bir madde, mesela şu tarihten şu tarihe kadar ister deniz, ister kara ve hava olsun harp okullarından mezun olmuş olmak suçtur diyelim olsun bitsin ya......
Bir de çok az maç yapılmakla kelaynak kuşuna dönmüş şu Olimpiyat stadını Olimpiyat Ceza Evi yaptık mı, üstünü de kapatarak......
- Hatta bence üstünü gapatmayak, çok iyi rüzgar alıoo orası değil mi arkadaşlarım ya, Oraya attığımız askerlerin çoğu zatürreye yakalanarak telef olduklarından kelli maksat hasıl olmuş olur zaten.
- Bence bu konuda acele etmeyelim. Hanamerikanya'dan ithal edeceğimiz yeni Genel Kurmay Başkanını bekleyelim yani derim, bakalım nasıl yeni bir paralı askerler ordusu kuracakmış bize önce bir görelim.
- Bence bu iş biraz yaş gibi. Subaylar paralı olsun ama, askerler Mehmet ossun bence daha ekonomik olur. Hatta bence askerliği 24 aya çıkaralım.... yok ulan o kadarı da az olur bence 36 ay ossun. Nasıl ossa memlekette Mehmet bol gardeşim yaa.... Tepe tepe kullan icabında....Seçimde askerliğin indirilmesine oy vermediğine göre millet de bu işe razı demektir nassolsa.
- Ama ben bu durumdan kıllanmaktayım Recai, ya ileride bir araya gelerek kendi aralarında örgütlenip asker darbesi yaparak gözel iktidarımızı elimizden almaya galgarlarsa. Bu arada Hanamerikanya'dan gereken güvenceleri yeteri kadar aldığımıza da emin müsünüz yani?
- Yaaa sayın vekilim yaaa.....Anlaşılan bu darbe sözünü o kadar çok tekrarlamışık ki, senin kafan bulanmış ya....Galibam sen her Allahın günü "Daimi Bertaraf" gazetesini okumadan güne başlamıyon kanımca......Heç düşünme sayın vekilim yaa, gumandan olmadan darbe olduğu nerede görülmüş, galibam bir tek Zimbabwe'de görülmüştü
- Değerli arkadaşlarım siz heç gafa yormayınız. Morineyza tipi bir oluşumla evvel Allah, sonra Hanamerikanya yani. Bir de profesyonel ordu işini kotararak, onları da polis ile entegre ettik mi her bi şey tamam demektir. Kutsal Uranüs Birliği böyle sağlanır yani.
Abuzittin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Şâir-Yazar : Alkım Saygın Aristoteles'in Politika'sına Giriş |
|
Aristoteles'e göre devlet, iyi bir amaçla kurulmuş bir topluluktur. Toplulukların en üstünü, en yüksek iyiyi amaçlayanıdır. Devlet adamı ile kral, aile reisi ve efendi arasında, yalnızca bir "nicelik" farkı yoktur, aynı zamanda nitelik farkı da vardır. Bu nitelik farkını anlamak için, tıpkı bir biyolog gibi, devletin doğal gelişimine bakmak gerekir. Nasıl ki, doğada dişi ile erkek, kendi doğal yapıları nedeniyle bir araya geliyorsa, yöneten ile yönetilenin birleşmesi de bunun kadar doğaldır. Amaç, ortak güvenliği sağlamaktır. (Aristoteles; Politika, Remzi Kitapevi, İstanbul, Aralık 2010:7-9)
Kişi yaşamında gereken şeyleri önceden zekâsıyla gören bir kimse, yönetici ve efendidir. Yaşamını yalnızca beden gücüyle sürdüren bir kimse ise doğaca köledir. Efendi ve köleler, çıkar yönünden birleşirler. Kimi insanları efendi olarak yaratan doğa, kimi insanları ise köle olarak yaratmıştır ve insanlar, doğanın bu düzenini kabûl ederek kendi konumlarına rızâ göstermelidir. Kadınlar ise köle değildir. Barbarlar kadınları köle saymış olsa da Helenler, kadınları kölelerden ayırmıştır. Efendinin köleden üstün olması gibi, köle kavimler olan barbarlara karşı da Helenler üstündür. (2010:8-9)
Erkek ile kadının, efendi ile kölenin ilk birleşmesiyle aile doğar. Aile, insanın günlük gereksinmelerini karşılamak içindir. Ailelerin birleşmesiyle köyler oluşur; köyler, bir aile kolonisidir. Helen köyleri, birleşmeden önce krallıkla yönetilirdi. Ailenin en yaşlı yöneticisi, aile reisi olduğu gibi, bu reislerin en yaşlısı da koloninin yöneticisi olurdu. Köylerin birbirine yetecek biçimde eklemlenmesiyle ise polis (devlet) ortaya çıktı. Devletin kaynağı, hayâtın çıplak ihtiyaçlarıdır ve devlet, mutlu bir hayat gerçekleştirebilmek için zorunludur. Her varlığın doğal yapısında, yarâdilışının yönelmiş olduğu bir nihâî amaç vardır. (2010:9-10)
Aristoteles'e göre kendi kendisine yeter olmak, her varlığın doğal amacı ve aynı zamanda da o varlık için en iyi olandır. Devlet, doğanın bir yaratığı ve insan da doğası itibâriyle politik bir hayvandır. Devletin bir parçası olmayan bir kimse ise devletin ya üzerinde (savaşçı ruhlu bir kimse), ya da altındadır (hayvan ruhlu bir kimse). İnsan, diğer hayvanlardan farklı bir hayvandır ve haz ile acıyı yalnızca deneyimlemekle kalmaz, bunu başkalarına da anlatabilir; bunu sağlayacak bir dile sâhiptir. Kezâ insan, doğru ile yanlışı da görüp başkalarına anlatabilir ve bu özellikleriyle insanlar, biraraya gelme ve bilinçli bir örgüt kurma özelliği kazanmış olurlar. (2010:10-2)
Devlet, aile ve bireyden önce gelir; bütünün parçalarından dâimâ önce gelmesi gibi, bedeni kaldırdığımızda da geriye ayak veya kolun kalmaması gibi. Nitekim eşyâyı belirleyen, onun yaptığı/yapacağı iştir ve niteliğini kaybedince, eşyâyı aynı biçimde tanımlayamayız. Birey, tek başına kaldığında, kendi kendisine yetemez; devletin varlığından bağımsız bir birey vâroluşu da olanaklı değildir. Yalnızca hayvanlar ve tanrılar, bir toplum içinde yaşamaya ihtiyaç duymazlar. Doğa, tüm insanları birlikte yaşamaya zorlar ve adâlet, tüm insanları birleştiren temel bağdır. Adâlet, neyin doğru olduğunun tâyinidir ve toplumsal düzen, ancak adâletin sağlanmasıyla gerçekleşir. (2010:12-4)
Devlette bâzı insanların hükmetmesi, bâzılarının da itaat etmesi, yalnızca gerekli değil, aynı zamanda faydalıdır da. Doğa, iki şeyden birini hâkim, birini tâbî olarak yaratmıştır. Kötü tabiatta olanlarda beden, ruha hâkimdir. İnsanda ruhun bedene hükmetmesi gibi, devlette de yüksektekilerin aşağıdakilere hükmetmesi, gerekli ve faydalıdır. Aşağıdakilerin yukarıdakilere hükmetmesi ise zararlıdır. İnsanlar arasında en aşağıda olan kesim, yalnızca beden gücüyle çalışan kesimdir. Doğa, bu kesimleri doğal olarak köle yaratmıştır ve efendilerinin hükmü altında olmak, onlar için de doğal olarak iyidir. Devlet, yalnızca yaşamak için değil, mutlu yaşamak için de kurulmuştur. (2010:15-7)
Eğer yaşamak tek amaç olsaydı, köleler ve hayvanların kurduğu topluluklar da devlet olurdu. Üstelik, devlet yalnızca, adâletsizliğe karşı korunma ve güven için kurulmuş bir ittifak ya da ticâret için kurulmuş bir birlik de değildir. Devlette önemli olan, erdemin gerçekleşmesidir ve devlette ilk düşünülecek şey erdemdir. Bu olmadan yapılacak bir birleşme, askerî birleşme ya da bir yer birliği olur. İnsanlar arasındaki birliğin sâdece haksızlığa ve tecâvüze karşı yapılmış bir birlikten ibâret olması ve birbirleriyle olan ilişkilerinin hiçbir etkileşim içermemesi, bu tür bir birliği devlet olarak görmeyi olanaksız hâle getirir. (2010:31-3)
Ortak bir alanı paylaşmak, kötülük işlemeye engel olmak, ortak alışverişlerde bulunmak, vb. de devletin gerekleridir; ama devlet olmak, aslâ bunlara indirgenemez. Devlet olmayı sağlayan birleşme, ailelere ve onların nesillerine tam ve kendine yeter bir hayâtın mutluluğunu veren bir birleşmedir ve temel olarak, aynı yerde yaşayan ve birbirleriyle evlenen insanların ortak yaşamasından doğar. Örneğin müşterek kurbanlar, eğlenceler, vb. bu birleşmeden doğar. Devletin amacı olan mutlu hayat, bunlarla sağlanır ve kurulan dostluklarla pekişir. Devlet, tam ve kendine yeter bir hayat amacıyla aile ve köylerin meydana getirdiği bir topluluktur ve insanların erdeme uygun yaşayabilmelerini sağlar. (2010:33-5)
Dolayısıyla bir kimse, sâdece bir yerde oturduğu için vatandaş değildir. O yerde, yabancılar ve köleler de oturabilir. Devlet vatandaşlardan oluşan bir bileşim olsa da vatandaşlık tanımı, her devlette farklı olabilir ve demokraside vatandaş olan bir kimse, oligarşide vatandaş sayılmayabilir. Vatandaş, adâleti îfâ eden ve yönetimde söz sâhibi olan bir kimsedir. Farklı devletlerle ilgili farklı içerikleri olsa da her hükümet şekline uygun bir vatandaşlık târifi yapılabilir. Bâzı hükümet şekillerinde halk, devletin kurucu bir parçası değildir ve vatandaş meclisleri yoktur. Vatandaş, devlet işlerinde otoritesi olan kimsedir ve devlet, kendi kendisine yeten vatandaşlar bütünüdür. (2010:32-3)
Devletin varlığı için ihtiyaç duyulan herkesi vatandaş saymak doğru olmaz. En iyi yönetim şeklinde zanaatkarlar ve köleler, vatandaş olarak kabûl edilmeyecektir. Vatandaş târifi, geçimini temin için çalışan kimseler hakkında doğru olmaz. Devletin yasası (politeia), devletin düzenlenmesidir; yönetme yetkisi ise devletin hâkim sınıflarındadır. Demokraside hâkim sınıf halktır, oligarşide ise azınlıkta kalan bir gruptur. Demokrasilerde, vatandaşlar arasında tam eşitlik sağlandığı zaman devlet işlerinin her vatandaş tarafından sırayla yerine getireceği düşünülür. Oysa, devlet işlerinden elde edilen büyük menfaatler nedeniyle kimse, bulundukları konumları terk etmek istemez ve herkes, kendi çıkarlarının peşinden koşar. (2010:34-6, 69-73)
Aristoteles'e göre, genelin iyiliğini amaçlayan hükümet şekilleri ise adâlet esâsına dayanan hükümet şeklidir ve gerçek hükümet şekilleri de bunlardır. Yöneticiler, tüm toplumun iyiliğini düşünmelidir. Bir kişinin hükmettiği hükümet şekilleri içinde genelin iyiliğini gözetene krallık, birden fazla ve az sayıda kimselerin idâre ettiği hükümete ise aristokrasi denir. Toplumun çıkarlarını gözeterek devleti halkın yönettiği hükümet şekli ise cumhuriyettir. Bunlardan farklı olarak, krallığın bozulmuş şekli tiranlık, aristokrasinin bozulmuş şekli oligarşi, cumhuriyetin bozulmuş şekli ise demokrasidir. (2010:43-5)
Tiranlık, yalnızca hükümdârın çıkarlarını gözetir; oligarşi ise yalnızca zenginlerin. Demokrasi ise fakirlerin çıkarlarını gözetir. Bu hükümet şekillerinden hiçbiri, genelin çıkarlarını gözetmez. Hâkim sınıfın sayısı ise rastlantısal bir durumdur. İnsanların servetlerinden dolayı hâkim sınıf oldukları yerde ister azınlık, ister çoğunluk olsunlar, hükümet şekli oligarşidir. Bu üç bozuk yönetim şeklinden farklı olarak krallık, doğru bir yönetim şeklidir ve dört temel biçimde karşımıza çıkar; kahramanlık çağındaki monarşiler, seçilmişlerin ülkelerindeki monarşiler, barbarların monarşileri ve Lakedaimonialıların monarşileri. (2010:44-6, 98-105)
Diğer taraftan, bir de mutlak monarşi vardır ve bu monarşilerde krallar, seçilmiş olup olmamalarına, uyruklarıyla olan ilişkilerine, savaş durumlarındaki poziyonlarına, yasalara bağlılıklarına ve krallığın babadan oğla geçip geçmemesine bağlı olarak tiranlardan ayrılır. Lakedaimonialıların monarşileri ise anayasal monarşidir ve savaş dönemlerinde, seçimle alınan yetki kullanımları da görülür. Bir tür ordu komutanlığıdır bu ve savaş dönemlerinde yetkileri sınırsızdır. Ancak kralların, örneğin adam öldürme yetkileri yoktur. Barbarların monarşilerinde ise egemenlik, babadan oğla geçer ve tüm yurttaşlar, köle ruhlu kimselerdir. Bu yönüyle barbar krallar, tiranlarınkine benzer nitelikler sergiler. (2010:52-5)
Nitekim, ikisinde de yurttaşlar, koşulsuz bir itaat içindedir ve itaat etmeyi, en yüksek değer olarak kutsarlar. Aristokrasi ise krallıktan daha iyidir. Çünkü, tek kişinin yanılması ve kendi çıkarı için genelin çıkarlarını ihlâl etmesi daha kolaydır. Çoğunluğu oluşturan insanlar, tek insan kadar erdemli olabilir. Herkese sırayla hem idâre etme, hem de idâre edilme fırsatını vermek ise daha doğrudur. Sıranın bir düzene konması, bir kânunu icrâ ettirir ve kânunun hâkimiyeti, tek kişinin hâkimiyetinden daha iyidir. Kânunun hâkimiyetini istemek, bir yerde Tanrı'nın hâkimiyetini istemektir. Kânun yerine tek bir kişinin hâkimiyetini istemek ise hayvanlığın hâkimiyetine yol açar. (2010:76-80)
Dahası ihtiraslar, insanların en iyisini bile sapık yollara sürükleyebilir; kânun ise ihtiraslardan kurtulmuş akıl demektir. İnsanlar, adâlet için tarafsız olanı bulmak zorundadırlar. Kânun terbiyesi almış her devlet adamı, iyi hüküm verir. Kânunlarda, teferruat yoktur; hakkın sağlanması için devlet adamı, kânun terbiyesinden geçmiş erdemli bir yönetici olmalıdır. Etrâfındaki kimseler de faziletli olmalıdır. Hür vatandaşlar olarak yönetilmeye râzı olanlar için aristokrasi, savaşçı bir toplum için de cumhuriyet, en uygun yönetim şeklidir. Devlete ilişkin olarak, hangi devletin hangi şartlara uygun olduğunu bilmek yeterli olmaz. En iyi devletin hangisi olduğunu da bilmek gerekir. (2010:74-80)
Cumhuriyet (politeia) ise yasalı hükümettir ve oligarşi ile demokrasinin bir karışımıdır. İyi bir hükümetin, iki temel şartı vardır. Bunlardan ilki, vatandaşların kânunlara gerçekten boyun eğmesidir. Diğeri ise boyun eğilen kânunların gerçekten de iyi olmasıdır. Vatandaşlar, iyi kânunlara olduğu gibi, kötü kânunlara da boyun eğebilirler ve bu durumda, devlette erdemi korumanın bir olanağı kalmaz. Cumhuriyette, zenginler ile fakirlerin bir karışımı vardır. Oligarşide, yönetime katılmak için yüksek bir servet şartı aranır; demokrasilerde ise meclis üyelerinin, mülkiyet sâhibi olmaları şartı yoktur. Cumhuriyette, devlet makamlarını seçimle dağıtmak ve mülkiyet şartını kaldırmak, oligarşi ile demokrasinin ortasını bulmak demeye gelecektir. (2010:90-3)
Aristoteles'e göre demokrasi, herhangi bir bakımdan eşit olan insanların, mutlak olarak eşit oldukları fikrine dayanır. Bu yönüyle özgürlük, tüm insanlar arasında mutlak anlamda eşit olarak paylaştırılabilir. Demokrasinin de dört türü olduğu görülmektedir. Birincisinde, görevlere getirilmek, mülkiyet ölçüsüne bağlanır ve belirli bir mülkiyet tutarının altına inilirse, seçilme hakkını kaybeder. İkincisinde, doğuştan bir engeli olmadıkça tüm yurttaşların seçilme hakları vardır ve kânunlar, her şeyden üstün tutulur. Üçüncüsünde de herkesin seçilme hakkı olmakla birlikte, yurttaş olma koşulu aranır ve yasalar yine üstün tutulur. Dördüncüsünde ise egemen olan yasalar değil, halkın kendisidir. (2010:183-4)
Aristoteles'e göre bu demokrasi türlerinden en iyisi birincisidir. Bu demokrasi, çiftçilerin ağır bastığı tarımsal demokrasi olarak da adlandırılabilir. Yönetim, bilge kişilerin elindedir ve halkın rolü, yönetime katılmaktan ziyade, denetim noktasında esastır. Seçilme hakkının mülkiyete bağlanması, deneyimsiz kişilerin yönetime gelmesini engeller. Fakat, seçme hakkı olduğu için yönetilenler, en azından seçimlere katılmak bakımından yönetime katılmış olurlar. Sistemin başarısı, çiftçilerin yoksul denemeyecek kadar çok, zengin denemeyecek kadar az servet sâhibi olmalarına bağlanır. Devlet işlerine ancak servet sâhibi kişilerin getirilmesi, bu işlerin kişisel bir rant kapısı hâline gelmesine engel olur ve çiftçiler de devlet işleriyle değil, kendi işleriyle ilgilenerek kazanç sağlama çabasına girerler. (2010:184-6)
Aristoteles, demokrasinin bu en iyi türü olarak gördüğü tarımsal demokrasinin üstün taraflarından birini de iktidârda bulunanların kendi çıkarları için değil, genelin çıkarları ve genelin iyiliği için çalışmalarında bulur ve halkın denetleme imkanına sâhip olmasının, kânunlara bağlılığı sağladığına inanır. Kânunlara bağlılık, aynı zamanda da kânunların iyi yapılmasını gerektirir ve bu da devletin devâmını, huzur ve refâhını sağlar. Böylelikle Aristoteles, en iyi yönetim şeklinin, en iyi adamların kânunlarına dayanan yönetimi ile yurttaşların bu yönetime liyâkatleri doğrultusunda katılmalarının sağlanması arasında bir ortanın bulunmasıyla gerçekleşeceğini savunur. (2010:187-90)
Diğer yönetim şekillerinin iyi yanlarını alarak bir araya getiren karma bir anayasanın uygulanmasıyla sağlanacak yönetim ise en iyi yönetim şeklidir. Politeia'da, yöneten ile yönetilen ayrımı, sâdece özgürlük veya servetten hareketle değil, yönetme ve yönetilme işlerinin kânunlarla düzenlenmesi ve kânunlar karşısında tüm yurttaşların kendi haklarından eşit olarak yararlanmasını sağladığı için de en iyi yönetim şeklidir. Ancak cumhuriyet yönetiminde mutluluk gerçekleştirilebilir. Mutluluk, hiçbir engel olmaksızın erdeme uygun hayattır. Erdem ise iki uç arasında orta olmaktır. Devlette, üç sınıf vatandaş vardır; çok zenginler, çok fakirler ve orta gelirliler. (2010:112-5)
Orta olmak en iyi durum olduğu için, cumhuriyeti de yine orta gelirliler ayakta tutacaktır. Çünkü, ancak orta gelirliler, en fazla akılla hareket ederler. Orta sınıf, iki zıt sınıf arasında terâziyi düzenler ve birinden diğerinin tek başına hâkim olmasını engeller. Orta sınıfı güçlü olan devletlerde, ekonomik ve sosyal çatışmalar da önlenir ve sosyal denge sağlanır. Güçlü devletlerde, orta sınıf da güçlü olur; zayıf devletlerde ise zayıf. Orta sınıfı olmayan devletlerde, çatışmalar doğar ve bu devletlerin yıkılması da daha kolay hâle gelir. Farklı yönetim şekillerinin doğmasına izin veren de aslında, bir devlette orta sınıfın konumudur; orta sınıfın olmadığı bir devlette ya demokrasi, ya da oligarşi ortaya çıkar. (2010:130-1)
Siyasî unsurları birbirine karıştırmak bakımından bir devlet ne kadar güçlü bir irâde sergilerse, o kadar uzun ömürlü olur ve erdeme tam uygunluğu sağlar. Demokrasilerde ise tüm halk, haklar ve özgürlükler bakımından eşit kabûl edilir ve eşit oy hakkına sâhiptir. Özgürlüklerin temel ilkesi olarak da herkesin sırayla hem hükmetmesi, hem de hükmedilmesidir. Demokrasilerde en yüksek değer, erdemde eşit olma değil, sayı eşitliğidir. Bunun içindir ki, devlet işlerinde çoğunluğun irâdesi esas alınır ve bunun doğru olduğuna inanılır. Oysa fakirler, sayıca çoktur ve erdem eşitliğinin yerine sayı eşitliğinin geçmesiyle demokrasi, fakirlerin iktidârı hâline gelir diğer kesimlerin çıkarları korunmaz. (2010:90-2)
Aristoteles'e göre devlet, eşit olanlara eşit, eşit olmayanlara eşit olmayan haklar verdiği zaman âdil bir devlet olur. İnsanlar, doğal yetenekleri ve yapıları itibâriyle farklı özelliklere sâhiptir ve hepsine eşit muamele talep etmek haksızlık olur. Oligarşilerde vatandaşlık hakları, mükliyetle orantılı bir eşitliğe dayanır ve yönetimi elinde bulunduran kesim, kendi zenginliklerini arttırmaya çalışır. Aristokrasilerde ise en iyi vatandaşların yönetimi esastır ve memuriyetler, erdemlerle orantılı bir biçimde dağıtılır. Demokrasi ve cumhuriyette ise memuriyet, vatandaşlar arasında kurâyla dağıtılır ve görev dağılımında eşitlik gözetilir; vatandaş olarak kabûl edilen herkesin eşit hakları korunur. (2010:114-20)
İmdi, Aristoteles'in bu incelemesi onur, servet, yoksulluk ve özgürlük arasındaki ilişkilere büyük bir önem atfeder ve erdemli olmayı araştırma esâsı üzerine kuruludur. Rejimler arasındaki farkın bir nicelik değil, nitelik farkı olduğu kabûlü de bununla ilgilidir. Adâletin ahlâkî ve sosyal bir erdem olması ve bu erdemin de belirli bir toplum yaşamında gerçekleşecek olması, etik ile polis ve politika arasında güçlü ilişkiler kurar. Aynı şekilde, birey için iyi olan ile polis için iyi olan da aslında, bir ve aynıdır ve ruhun erdeme tam uygun etkinliği, mutluluğu getireceği gibi, polisin de huzur ve güvenliğini sağlar ve kendi kendisine yeter bir kent-yaşamını olanaklı kılar. (2010:89-94)
Başka deyişle Aristoteles, siyasî rejimleri sınıflandırırken, yalnızca yönetimin kimin elinde olduğuna ve yönetenlerin niceliğine bakmaz, aynı zamanda da kent-devleti içinde servetin nasıl dağıtıldığına bakar. Oligarşi, servet sâhibi olanların yönetimini ifâde eder; demokrasi ise mülksüzlerin yönetimidir. Aristoteles, her iki yönetim biçimini de doğru görmez ve yurttaşların tümünün çıkarlarını gözetmeyen bir yönetimin âdil olmayacağı sonucuna ulaşır. Yoksulluk veya zenginlik, bir değer değil, bir olgudur ve her ikisi de âdil bir yönetimin gereklerini gözetemez; âdil bir yönetim, devlet işlerinde adâletin sağlanıp sağlanamamasıyla ilgilidir. (2010:94-102)
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
9 Haziran
Daha az önce öldüm şu köşede
Hani var ya..
Dönen Topağacı'na ince zarif bir kıvrımla
Az önce, çok değil..
Atarken kalbim, birden bire vazgeçti hayatı pompalamayı damarlarıma
Topağacı'nda kaldı yaşanmış dolu
Bir ömür
Ayak izleriyle ve sesleriyle serseri çığlıkların.
İsmimdeki aylak Z dolaşmaktan vazgeçti alfabenin içinde
Kıvrıldı asırlık çitlembik ağacının altına
İnanamadım
Silinirken hayat gözlerimin önünden
İnce bir esintiye dönüşürken tenimi yakan rüzgar
Elimi uzatıp tutmak istedim
Yetmedi, yetmedi çabam..
Yas tutarken Sarman başımda
Bir anda siliniverdi arnavut kaldırımlarından.
Kocaman bir ömrü sana adanmış
Ve bir evreni
Atışlarını kalbimin
Nefesimi
Ruhumu
Adımlarımın seslerini
Kırmızı uçan balonumu
ve
SENİ..
Bıraktım Topağacı'nın kıvrımlı dallarına..
Mutlu yaşa.
Özge YILDIZ
Yazdırmak için tıklayınız.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bir at nasıl şarkı söyler? Ya peki dört at nasıl şarkı söyler? http://www.horse-games.org/Singing_Horses.htm Hem kısa yolunu verdiğim türden animasyonlar hem de birbirinden eğlenceli oyunlar için bu web sayfasını tavsiye ediyorum.
Uzun zamandı reklam olmasın diye vermek istemediğim ama keyif aldığım bir web sayfasını sizinle paylaşacağım. http://www.acunn.com/ Haber, Tv, Spor ve Eğlence konu başlıklarıyla web sayfası dört kategoriye ayrılmış. İlk bakışta her yerde rastlayabileceğiniz bilgileri içeren bir web sayfası gibi görünse de. Aslında bazı detaylar ile kendini farklı kılan ve takipçilerini zamanla farkını gösteren bir web sayfası. Özellikle tavsiye ediyorum.
Bir Kadın Fenomeni adıyla hazırlanmış olan web sayfası http://birkadinfenomeni.com/ Aslında bu web sayfasını birkaç kelimede anlatmak isterdim ama sanırım birkaç kelime yetersiz kalacak. Siz en iyisi bir tıkla yolculuğa başlayın. Bazen keyif bazen de şaşkınlıkla gezindiğin bu site, aynı anda birçok farklı duyguyu yaşamama neden oldu. Editör arkadaşa teşekkür ediyorum.
Yıldızlı geceleri anlatan en güzel tablo ve en güzel şarkı http://www.vangoghgallery.com/painting/starrynightlyrics.html Starry, starry night. Paint your palette blue and grey, Look out on a summer's day, With eyes that know the darkness in my soul. Shadows on the hills, Sketch the trees and the daffodils, Catch the breeze and the winter chills, In colors on the snowy linen land.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
Yukarı
|
|
|
|
|
|