Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 10 Sayı: 1.903

 13 Ocak 2012 - Fincanın İçindekiler


  • YAZMAYA DEĞER BİR ŞEY YOK ... Seyfullah Çalışkan
  • HERKESİN PAZARI KENDİNE ... Hamdi Topçuoğlu
  • UZAKLARDA VE DAĞLARDA KAYAN ÇİZGİLER ... Müşerref Özdaş
  • Ölmezden Geliyorum ... Sarahatun Demir
  • Victor Hugo ... Neslihan Minel
  • YOMALİ’LİNİN CANI CAN, YURDUM İNSANININ PATLICAN ... Abuzittin Tırlak
  • Kant ve Levinas Etiğinde Özgürlük Kavramı Üzerine I ... Alkım Saygın
  • DİZİSİNE BAK TOPLUMUNU ANLA ... Hasan Tülüceoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, İşe Yarar Kısayollar, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Keyif onun değil mi?!..


    Fezlekeden sonra şakülü şaşan yalakalar ne diyeceklerini şaşırdılar. "Kılıçdaroğlu keyfini çıkarıyor, abarttıkça abartıyor." diyeni de var, "İyi olmadı bu fezleke." diyeni de. Sesini duyuramayan muhalefetin arada sırada çıkan sesine bile tahammül edemeyenlerin işgüzarlığıyla kırılan potun da cezasını Kılıçdaroğlu'na yüklüyorlar ya helal olsun. Keyfini çıkarıyormuş, yapmayın yahu. Padişah efendimiz, seçimden az önce, 27 Nisan da bir geceyarısı, işgüzar bir Genelkurmay Başkanı'nın internete muhtıra koymasına mal bulmuş mağribi gibi sarılıp, keyfini değil, sıkıp posasını çıkarmadı mı? Takındığı mağdur ama gururlu genç edasıyla ağlaya ağlaya yüzde 47 oy almadı mı? Dolmabahçe'de mezara kadar gidecek bir görüşme yapıp, kendine muhtıra verip emekli olan genelkurmay başkanına bilahare şeref madalyası vermedi mi? Zırhlı Audi tahsis etmedi mi? Şu anda, internet sitesi açtığı ya da kapattırmadığı için teröristbaşı ilan edilen Başbuğ, tutuklu yargılanırken, resmi muhtıracı Büyükanıt emekliliğinin tadını çıkarmıyor mu? Kılıçdaroğlu keyfini çıkarıyormuş. Az bile yapıyor az.

    Fezlekenin ardından CHP grubunun takındığı tavrı alkışlamak gerek. Hadi bakalım o işgüzar savcı tüm CHP vekilleri için de birer fezleke çıkarsın görelim. Fezleke demişken, bunu sakın ola ciddiye falan alıp hüzünlendiğimi sanmayın. Şu anda Meclis'te 500 kadar fezleke varmış. Bazıları da pek ilginç. Hatırlatmak için yazalım şuraya istersenizŞ:

    Recep Tayyip Erdoğan: "Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, suçu ve suçluyu övmek ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek."

    İdris Naim Şahin: "Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, ihaleye fesat karıştırmak."

    Veysel Eroğlu ve Ömer Dinçer: İhtilasen nitelikli zimmet, sahte belge düzenlemek, 4208 sayılı kanuna muhalefet ve ihaleye fesat karıştırmak."


    Kılıçdaroğlu ise mahkemeye "tiyatro" demiş. Keşke tiyatro kadar ciddi bir iş yapsalar.

    İyice içine kapanan TSK'dan da bir ses çıktı sonunda. Özel Paşa'ya "onbaşı" dediler diye pek kızdılar. Demirtaş'ı mahkemeye bile verdiler, helalı hoş olsun. Selefine "terörist" demeleri içlerine sinmiş ama "onbaşı" rütbesinden pek gocunmuşlar demek ki. Hey gidi koca Dünya hey.

    ...

    Pazartesi akşamı maçın ardından ligtv'ye takıldım birkaç dakika. Futbol eskisi vekilin Pierre Cardin sponsorluğunda ahkam kesişine ancak birkaç dakika dayanabildim çünkü. Bu ne pişkinliktir anlamak mümkün değil. Adamın arkası öylesine sağlam ki, kimseyi taktığı yok. Bu memlekette doktorlara, "İki yerde birden doktorluk yapamazsın, ya hastahane ya muayenehane." denilirken. Seçilip, bizim kesemizden yedi ceddine yetecek imtiyaz sağlayan bir futbol eskisi, hem Meclis'te vekillik yapıp maaş alıyor hem de televizyonda yorumculuk yapıp dünyalığını topluyor. Yoksa burası Patagonya mı yahu?

    ...

    Diyanet İşleri ile Milli Eğitim elele vermiş, çocuklarımızı terbiye etmeye and içmişler. Şubat tatilini boş geçirmesinler diye öğrenciler için Umre turları düzenlemek için ne kadar mesai harcamışlardır kimbilir. Disneyland'a gidip moralman çökecek gençleri mânen diriltecek formülü pek güzel bulmuşlar doğrusu. Hırsızlık yaparak profesör olan bakanımız ise 19 Mayıs'ı okulların içinde kutlayarak gençlerimizi romatizma, grip, bronşit, tecavüz, Atatürk(!?) gibi hastalıklardan korumayı düşünmüş, sağolsun varolsun. 23 Nisan'ı da Kutlu Doğum haftasına denk getirip yırttıkları için ellerinde fazla birşey kalmadı artık. Şimdi harıl harıl 29 Ekim'i ve 10.yıl Marşını nasıl alt edeceklerini düşünüyorlardır herhalde. Merak etmeyin yakında kokusu çıkar, bulurlar elbet bir zihnisinir procesi. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      YAZMAYA DEĞER BİR ŞEY YOK

    Sanki sabahtan beri yağmur çiseliyor. Ahmakıslatan bile bu kadar ince yağmaz. Kar taneleri son anda çözülüp su zerreciklerine mi dönüyor yoksa? Tam olarak anlayamıyorum. Bodur ardıçların dallarında yavaş yavaş irileşip sonra da toprağa düşen damlalardan birini yakalayıp parmağımın ucuna alıyorum. Parmağımın ucu buz kesiyor. O su damlası en az kış kadar, ocak ayı kadar soğuk… Çisenti bir yana hafif esen rüzgâr insanın kulaklarını donduruyor. Aynaya bakmaya hiç gerek yok. Yanaklarımın kıpkırmızı, burnumun pancar gibi olduğundan adım gibi eminim. Yine de çıkmıştım işte sokağa. İki gündür evin içinde hapis kalmak canıma tak etmişti işte.

    Kediler değil ama köpekler soğuk havayı severmiş. Bal gibi de yalan. Sokaklarda kedi köpek bir yana her zaman gördüğüm saksağanlar bile yok. Yirmi numaralı otobüs son duraktan biraz önce kalktı. Köşe başındaki bakkaldan bir ekmek alıp köprünün demir korkuluğunun üzerinden dereye attım. Suya düşen ekmeğin sesi bütün ördekleri ve birkaç kazı harekete geçirdi. Hepsi paldur küldür suya atlayıp köprünün altına geldiler. Kazlardan biri fırlayıp suyun üzerinde yürür gibi uçarak hepsini geride bıraktı. Ben demir korkuluklara dokunmaya korkarken onlar neşe içinde suya atılan ekmek parçalarını kapıştılar. Ördekler ekmek bittikten sonra biraz daha köprü altında oyalandılar. Yukarıdan düşün bir şey olmadığına iyice emin olduktan sonra geldikleri gibi derenin kıyısındaki söğüt ağacının yanından çıkıp tüylerini temizlemeye başladılar.

    Ayaklarım üşümeye başlayınca Orhaneli yoluna doğru biraz yürüdüm. Yerler çamur olmasa yamaçlara çamlığa doğru çıkmayı da istiyordum. Yolun karşısına geçip geçmemekte bir süre kararsız kaldım. Bulunduğum yerden köyün üstündeki yamaçlar, dereye uzanan bahçeler görünüyordu. Kışın griliğinde bile keyif verecek kadar güzeldi. Bir aşağı bir yukarı derken köy çabucak bitiverdi. Otobüs durağına geri döndüm.

    Benden önce gelen iki kişi sanki birbiriyle yarış eder gibi telefonla konuşuyorlardı. İkisi de birbirlerinden uzaklaşmak için durağın zıt köşelerine doğru biraz uzaklaşmışlardı. Telefonla konuşanlardan biri uzun boylu, engelli gibi duran erkek otuzlu yaşlarında olmalıydı. Öteki ise elliyi çoktan geçmiş bir köylü kadınıydı. İstemesem bile onların her konuştuğunu harfiyen dinlemek zorundaydım. Biraz sonra on dört on beş yaşlarında sakalları yeni terleyen bir genç geldi. Kulaklığını takıp müzik dinlemeye başladı. Teflonla konuşan kadın birisine oğlunun işi ile ilgili konulardan söz ediyordu. Erkek ise ihtimal ki arkadaşlarından birisiyle öylesine laflıyordu. Belinin üst yapısında belirgin derecede bir duruş bozukluğu vardı. Kambur değildi ama eğilmeden de yürüyemiyordu. Başında seçim zamanlarından kalma MHP amblemli ve yazılı bir şapka vardı. Jilet gibi ütülü pantolonu, gıcır gıcır boyalı ayakkabıları kirli paltosuyla bir zıtlık oluşturuyordu. Otobüse bindikten sonra da bu adamın sürekli telefonları çaldı. Ve gariban görünüşlü bu gencin iki ayrı cep telefonu vardı. Sanki bana dertmiş gibi elimde olmadan “Bu kadar faturayı nasıl ödüyor?” diye düşünmekten kendimi alamadım.

    Otobüsten Uludağı’ın karla kaplı yamaçları görünüyordu. Beyaz örtü Tophane’nin, Maksem’in, ağaçlarla kaplı kısımlarına kadar inmişti. Kentin sokaklarının bu gece ayaza keseceği gün gibi aşikârdı. Bütün eziyetine rağmen karda yürümeyi, ayakkabıların karda yürürken çıkardığı sesi duyabilmeyi istiyordum. Sabah uyardığımda bütün kentin sokaklarının bembeyaz olmasını diledim. Sokağın başında amansız bir kartopu savaşının ortasında kalmayı da... Kar olmadan üşümektense kar yağsın da üşüyelim daha iyi.

    Otobüsten indiğimde neredeyse hava kararıyordu. Sokağın başındaki emlakçının kapısından bir gurup erkek çıktı. Bir kaçı eski bir minibüse, üç kişi ise kırmızı ir otomobile bindi. Ben yanlarından geçtikten az sonra binenler arabadan indiler ve ansızın birbirlerine giriverdiler. Oysa az önce ne kavgadan eser vardı ne de gergin bir hava… İçlerindeki en yaşlı ve kirli beyaz sakalları upuzun olan adam inşaattan bir tahta kaptı. Otuz yaşlarında bir gence vurmaya başladı. Birileri araya girerken, birileri kavgaya girdi. Beyaz minibüse hızla giren adamlardan biri can telaşıyla gaza basıp gitti. Uzun sakallı adamın vurduğu genç elini bile kaldırmıyordu. Kaçmıyordu ve öfkelenmiyordu. Sadece “Ayıp oluyor ama, çok ayıp,”diyordu. Birkaç kişi araya girdi. Uzun sakallı adamı sakinleştirmeye çalıştı. Adamın öfkesi dinmek bilmiyordu. Vurdu, vurdu, vurdu… Yoruluncaya, nefesi sıkışıncaya kadar vurdu. Kollarının dermanı kesilince vazgeçti ve olduğu çöküp oturdu. Sırtına onlarca kez tahta ile vurulmuş genç adam. “Keşke böyle olmasaydı. Çok ayıp oldu,” dedikten sonra yürüyüp gitti. Kendisini uzakta bekleyen beyaz minibüse binip arkadaşıyla birlikte akşamın içinde kayboldular.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


       HERKESİN PAZARI KENDİNE

    “Pazar günleri kişi dinlenir. Daha doğrusu dinlenmek, eğlenmek için ayrılan bir gündür pazar. Ona sonradan cumartesi de eklendi, oldu iki gün. Kutsal kitaplara göre Tanrı altı gün çalışmış evreni yaratırken, bir gün de dinlenmiş. Ordan geliyor bu haftada bir gün dinlenme günü. İnsanlar az bulmuşlar bir günü, çıkarıvermişler ikiye.”

    Oktay Akbal, böyle başlamış yıllar önce “Pazarı Duymak” başlıklı yazısına. Gerçekten herkesin pazarı böyle midir?

    “Yılı On üç Ay Olan Köy” başlıklı bir yazı yazmıştım. “Hadi ya!” demişti kimi kentli dostlarım. Öyle ya onlar, bir önceki yılın tütünü damları terk etmeden yeni ürün için tohum çimlendirme çalışmalarının başladığını nerden bilsin? Onların gözünde köylü “Ağustos Böceği ile Karınca” öyküsündeki karıncadır. Yazın üç dört ay çalışır sekiz dokuz ay bunu keyifle yer. Filmlerden öyle görmüş, köy romanlarından öyle okumuşlardır köylüleri. Bu, başka yerler için doğru olabilir belki; ama bizim köylülerimiz için yanlıştır. Ege köylüsünün işi bitmez. Yıl yetmez ona. İş ovada bitse, dağlarda başlar. Belki de insanımız kafasını işten güçten kaldırmaya fırsat bulamadığı için ne tarikatlar kök salmıştır buralarda ne de ayağı yere basmayan siyasi fikirler.

    Bazı sözcükler, bazı yörelerin ruhunu daha iyi yansıtır. “Verimlilik”, “bolluk” ve “refah” sözcükleri de Ege’nin ruhu gibidirler. Bölgede birçok ilçenin kendisini tanıtırken “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar.” diye övmesi boşuna değildir. Doğa burada doğurgandır; ancak bu doğurganlık Egelinin emeğiyle, alın teriyle anlamlanır.

    Geçen pazar Bodrum Yarımadası’nda şaşırtan bir bahar güzelliği vardı. Bağlar bahçeler yeşilini giyinmiş.Ama sindire sindire yaşanması gereken güzellikleri, göz alımı bile yaşayamadık. Gün çabuk döndü. Düştük İzmir yoluna. Neredeyse gözümüzün gördüğü her zeytinlikte insanlar var. Sırıkçılar uzun sırıkları dallar arasında gezdirirken, bedenleri virgül olmuş toplayıcılar taneleri topluyor.

    “Soframda iki kara zeytin
    Biri benim dağlarımdan
    Öteki karşı yakadan
    Ayırt edemez kimse
    Hangisi benim,
    Hangisi Apostol’un.”


    Zeytin barışın simgesi. Olimpiyat şampiyonlarını taçlandıran, Hazreti Nuh’a tufanın yıkıcılığına karşı yaşamın direncini anlatan, bin yıllarca kandillerde yanıp karanlıkları aydınlatan, sağlıklı yaşamın ilk meyvesi o.

    Gümüşi dantellerle örülü yamaçlardan geçerek Bafa’ya uzanıyoruz. Traktörler zeytin taşıyor yağhanelere. Köy, prina kokuyor. Arabanın penceresini açıyorum, daha da dolsun ciğerlerime diye.

    Bu yörenin ünlü bilginlerindendir Thales. Onu okullarda hep adıyla anılan bağıntı nedeniyle öğretiriz. Onun için söylenen felsefeyi tanrılardan insana indiren, yaşamın içine sokan adam değerlendirmesini pek bilmeyiz.

    Yine böyle zeytin yıllarından biri olmalı. Thales, o yıl zeytinin çok olacağını anlamış ve Bafalılara gelin yağhaneleri sayısını arttıralım. Hep birlikte çok para kazanalım, demiş. Kimseler inanmamış ona. Sen Zeus musun ki böyle karar veriyorsun, demişler. Bakmış ki halkı uyaramayacak, Girit’ten Rodos’tan zeytin eziciler, yağcılar getirtmiş ve çok para kazanmış.

    Şimdilerde de zeytincinin iyi para kazandığını söylemek olanaklı mı acaba? Keşke evet diyebilsek. Biliyoruz ki her şeyde olduğu gibi zeytinin “eder”ini de “değer”i belirlemiyor.

    Akşam olmak üzere. Bafa Gölü, kıpırtısız. Binlerce kara meke üşütmeyen kışın tadını çıkarıyor. Bu gece dolunay var mı acaba? Selena, Beşparmak dağlarından Çoban Endmiyon’un koynuna süzülecek mi? Zeytin dağlarından salkım saçak zeytinciler süzülüp iniyor göl boyu uzayıp giden yola. Ne kara mekeleri, ne tirşe yeşille mavinin sarmaş dolaş olması umurlarında. Çoban Edmiyon’un kavalını duymadıklarına, Selena’nın en güzel ışıklarının Bafa gölüne düşürdüğünü bilmediklerine de bahse girerim. Kadınlı erkekli sarıp sarmalamışlar bedenlerini. Türbana peçeye inandıklarından değil. Traktör bekliyorlar. Kışın güneşine aldanmamaları gerektiğini iyi biliyorlar. Römorkta üşümek, zeytin dibinde üşümeye benzemez. Bu günlerde hastalanmak, işçiysen gündelikten olmak, mal sahibiysen ürünü dalda bırakmak demek.

    Söke Ovası bitmeden kararıveriyor ortalık. Alışveriş merkezleri ışıklar içinde, önleri tıklım tıklım. Zeytinci, bedenini üşütmeyecek bir hırkayı kaç kilo zeytin karşılığı alabilirdi ki buralardan? Radyo kanallarının birinde bir sunucu, İstanbul’un bilmem ne sokağındaki kapkaçı haber olarak veriyor. Şu İstanbul’un ıvırını zıvırını bile ana haber olarak Anadolu’ya anlatan medyaya şaşıyorum. Bafa dağlarındaki zeytinciyi neden ilgilendirsin ki İstanbul’daki kapkaç, fuhuş, köprü trafiği?

    Sahi bugün günlerden pazar mıydı? Tanrı dinlenmiş midir bugün? Sorular çok, yanıtlar daha çok. Herkesin pazarı kendine. İnsan haz alarak yaşayabildiği her anı kazanılmış bir zafer bilmeli.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Müşerref Özdaş


    UZAKLARDA VE DAĞLARDA KAYAN ÇİZGİLER

    1.Kontrolsüz sevgi ve hormonlar

    26 Mayıs tarihli bir haber, bundan birkaç gün önce gündeme yerleşen ve çokça konuşulup eleştirilen Sibel Üresin’i ve söylemlerini anımsamama neden olmuştu. Haber şöyleydi: ‘’Hizmetçisinden olan gayrimeşru çocuğu yüzünden 25 yıllık karısı Maria Shriver’den ayrılan Terminatör filmlerinin unutulmaz yıldızı Arnold Schwarzenegger’in 18 metresi ve 3 gayrimeşru çocuğu olduğu ortaya çıkmıştı. Terminatörün 18 sevgilisinden biri olan Gigi Goyette’nin arkadaşı Sun Gazetesi’ne konuştu: “Arnold, sevişirken Gigi’yi hastanelik etti. Gigi hastaneye gidince çok utandı.” Küçük Ev dizisinin oyuncularından Goyette, Terminatör’le 1989’da birlikte olduklarını itiraf etmişti.’’

    Avusturya(Germen) kökenli A.B.D vatandaşı, sporcu, sinema oyuncusu, iş adamı ve siyasetçi olan Arnold Schwarzenegger’in biten evliliğinden de 4 çocuğu oldu bilinmektedir. 2003-2010 yılları arasında A.B.D'nin California Eyaleti Valisi seçilen bu azman eski valinin hormon takviyesi mi yaptığını yoksa bir çeşit tıbbi hastalığa mı sahip olduğunu bilemiyorum. Belki de birden gündeme pat diye oturan ve sık sık da o günkü söylemleriyle yeniden masaya yatırılacak olan S.Üresin gibi A. Schwarzenegger de hatalı üretimlerin sonucu çizgiden kayma gösteriyorlardır.

    Bir şey daha dikkatimi çekiyor ki yukarıda okuduğum haberden sonra. Hastaneye gittiğinde çok utanan Gigi nedense bir adamın belki de 18. metresi olmaktan hiç utanmamış…

    Biz son birkaç günden beri bir erkeğin 4 kadın alabilmesine karşı çıkmaya devam edelim elin azmanı sayıyı 18’e ulaştırıp skorda tavan yapmış görünüyor. Ne diyordu Fatih ve Eyüp belediyesinin muhafazakâr aile danışmanı Sibel Üresin: "Zengin, kariyerli, parası olan ve cinsel gücü fazla olan erkek çok eşliliği seçebiliyor. Erkek daha cilveli, daha çok gülen, cinsel anlamda kendisini mutlu eden kadına koşuyor. Erkek olsam, çok eşli olurdum." Hiçbir kadın fakir bir adamın ikinci karısı olmaz.’’

    Bu durumda A. Schwarzenegger’in bu kriterlerle uyumlu olduğunu söyleyebiliriz hatta fazlasının olduğunu da… Eski sporcu olduğu için güç desen onda, işadamı, sinemacı ve siyasetçi olduğu için de para desen yine onda… Ayrıca kuralları bozmuyor, gerekirse sebepsiz de dövüp hastanelik edebiliyor S.Üresin’in uygun bulduğu gibi ( bu konuda da aynen sözlemiş olduğu sözler şöyle: "Dayak ve aldatma bana göre boşanma sebebi değil. Türkiye`deki kadınların yüzde 80`i dilinden dayak yiyor.) Eeee… naspın adamcağız dillerini tutamayana haddini bildiriyor demek ki… Hem seviyor hem dövüyor. ‘’Kontrolsüz sevgi sevgi değildir, hayvanlıktır ‘’ demek uygun düşer mi düşmez mi bu konuda siz karar verin.

    2. Yoğuşmalı özgürlük

    27 Mayıs 2011 tarihli değişik kaynaklardaki haberlerde, internette şöyle bir haber okumuştum :
    ‘’ PKK'lı terörist Sara E. ifadesinde terörist başı Abdullah Öcalan'ın Şam'daki Yoğunlaşma Evi'nde kadınlara zorla tecavüz ettiğini açıkladı. "Abdullah Öcalan'ın 'Sizleri özgürleştiriyorum' diyerek tecavüz ettiği kadınlardan bazıları ya intihar etti ya da bir fırsatını bulup örgütten kaçtı"…

    Haberin devamında sadece Öcalan’ın değil diğer bazı bölük komutanlarının hatta Öcalan’ın şoförünün bile kamplardaki kadınlara tecavüz etmiş olduğu görülüyor. Mağdur konumuna düşen ‘’ Güya haklı davaları için ‘’ dağlara çıkmış olan kadın örgüt mensuplarını belki nasıl bir kapana kısıldıklarını görmüşlerse de çok geç kalmışlar ve işin içinden değişik sebeplerden, korkulardan ( itiraz edenlere, şikâyette bulunanlara ajan muamelesi yapılması nedeniyle) dolayı çıkamamışlar ve maşa olmaya devam etmişler, ettirilmişlerdir.

    İfade veren tecavüze uğrayan Sara E. Şöyle devam ediyor:
    "Mahabat (kod) Sima Abkhezr, Kuzey Irak'a geçiş yaparken Parmaksız Zeki (kod) Şemdin Sakık buna tecavüz etmiş. O da durumu Öcalan'a şikâyet ediyor. Ama Öcalan büyük tepki gösteriyor. Diyor ki, 'sen nasıl komutanına böyle bir iftirada bulunursun? Sen ajan mısın? Yoksa birilerimi seni örgütledi?' Sonra 'bana masaj yap' diyor. Ve ardından defalarca tecavüz ediyor."

    Yoğur beni yoğunlaştırayım seni… Bakış açısı ne kadar geniş İmralı’daki ‘’ Mümtaz şahsiyet’in ‘’ !!! … Peki ya şimdi yerim dar dediği yerde her türlü konforu sağlanan bu garip ve masaja meraklı yaratığa kim masaj yapıyor ya da tersten sorayım, kimi yoğunlaştırıp özgürlüğüne kavuşturuyor? Bu iş için tayin edilen vahşi güzeller var mı?

    Devam edelim ilginç özgürleştirme yöntemine, medyaya yansıdığı kadarıyla:
    ‘’ Öcalan'ın "Yoğunlaşma Evi"nde kadın militanlara tecavüz ettiğini 2006'da örgütten kaçan Ayten Ç.'de dile getirmişti. "Dilar" ve "Leyla" kod adlı Ayten Ç. İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde verdiği ifadede Şam'daki "Yoğunlaşma Evi"nde Öcalan'ın kadın militanlara tecavüz ettiğini söylemişti. Ayten Ç. bir gazeteye verdiği röportajda da tecavüzler hakkında şunları anlatmıştı: "Yoğunlaştırma Evi'ne bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, "çöl güzeli" kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. Apo bir gün beni masaja çağırdı. Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum" dedi. Titrediğimi görünce kovdu beni. Akşam yine çağırdı. Bu kez çözümsüzdüm. Bekâretimi aldı..."

    ...

    Okudukça tanımsız kalmaya başlıyorum… Dağlar dengelerini ve genlerini bozmuş anlaşılan örgüt mensubu erkeklerin. Belki amipler gibi amitoz bölünmeyle çoğalamadıkları için evlerinden koparıp dağa çektikleri bu kızlarla nesillerini sürdürmeye ve davalarına yeni, çekirdekten yetiştirmeyi kafaya koydukları elemanlar yetiştirmeye çalışıyorlar? Köyünden aile ocağından belki de cehaletlerinin, ateşli, idealist gençliklerinin kurbanı olarak, vaatlerde bulunularak, kandırılarak, beyinleri yıkanarak taraflarına çekip ellerine silah verdikleri kızları düşürdükleri tuzaklara umarız başka genç kızlar düşmez, düşürülmez. Dağlarda, çöllerde, aynı vatan topraklarını birlikte paylaştığımız, bizim gibi bir ananın evladı olan bu kızların solmaması dileğimdir.

    Müşerref Özdaş


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Ölmezden Geliyorum

    Ne zaman oldu bilmiyorum.

    Ben tarihlerin akılda tutulması konusunda hep başarısız olmuş biriyim. Senin aklında mı başlangıcı olmayan bu hikâyenin yıl dönümü; sanmıyorum….

    Yürüdüğüm sokakların herhangi birinde “şu anda rastlaşabilme” ihtimalim.. Ya da oturduğum bir kafeye hesapsız gelebilme potansiyelin.. Bir kitapçıda uzak iki raf arkasından göz göze gelebilme gafletimiz.… Yabancılık hissinin alenen yaşanabilme hali. Acıtırdı. İncitirdi. Üşütürdü. Ama biraz dindirmez miydi bunların olabilirliği olsaydı eğer, hasreti. Hasretimi…

    Ne zamandı bilmiyorum. Ekim miydi. Kasım mı.
    Uzağız. Çok. Ne kadar yalnızsın hesaplayamıyorum. Kalabalıklar içindeki yalnızlıkların ortasındaysan, o beter bişey ama, iyi biliyorum.
    Ne çok anlatacaklarım kaldı. Zamana teğet, yüzüne ıska. Hangi aydı. Ekim miydi, Kasım mı…


    Dağlardan bakan…
    İki dağ arasındaki o ucu olmayan yol yokuşundan aşağı koşan
    Tavşan
    Ve
    Kaplumbağa

    Diyorum ki bazen
    Tavşan çok hızlıysa
    Kaplumbağa da fazla yavaş
    Yani bulunabilseydi bir Kaplumbağa ve Tavşan arası canlı
    Olabilirdi
    ….

    Biliyor musun bilim de ilim de bizden sonra
    Bir Tavşan koşuşu mesafesinde gelişti.
    .
    Ve kaplumbağa yine o kadar üşen’geçti ki
    Görmezden geldi hepsini


    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Neslihan Minel


    Victor Hugo

    Od’lar ve Balad’lar Victor Hugo’nun ilk şiirleri. Bu şiirler 1828 yılında, son şeklini almıştır.
    Od’lar ve Balad’ların ardından; “Sonbahar Yaprakları” yayımlanmıştır.
    Kral yanlısı ve Katolik inancının, ağır bastığı bu kitaplar, dönemin şairleri Chateaubriand ve Lamartine’ nin dikkatini çekmiştir. (Lamartine, Mehmet Akif’inde, en çok sevdiği, takdir ettiği şairdir.)
    Bu şiirlerinden sonra, Victor Hugo kendisi kabul etmese de, romantizmin öncüsü kabul edilmiştir.
    Hugo, dikta karşıtı olmasından dolayı, Napolleon tarafından başına ödül konulan şairlerdendir. Bu yüzden, on sekiz yılını sürgünde geçirmiştir.
    Her şairin hayatında olduğu gibi en verimli yılları, bu yıllar olmuştur Hugo’nun; Suçlar ve Seyirler, bu yıllarda yazılan kitaplarıdır. (Nazım Hikmet, Mehmet Akif de sürgünde yazmıştır, en güzel eserlerini.)
    Şairin, iyi yazması, mistisizmle tanışması, özel hayatında ki acılara rastlamıştır. Gerek eşiyle olan anlaşmazlıkları, gerekse iki çocuğunu kaybedip, torunlarıyla beraber yaşamaya başlaması, onu daha da duygusallaştırmıştır.
    Bir şiirinde; “aklım başımdan yitip gitti çoktan, açıl ey mezarım!” diyen şairinin, ne kadar mutsuz olduğu, çaresizliği ortadadır.
    Bu da acı çeken, mutsuz olan insan, daha iyi yazar, tezini doğrulamaktadır.
    “Ben, sonsuzluğa eriştim derinliklerinde” diyen; Daha önceden, Notre Dame’nin Kamburu ve Sefiller’iyle tanığımız Hugo’nun şiirleri, tartışılmaz en güzel şiirlerdir.

    Neslihan Minel
    neslihancaa@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Ailenizin Delisi : Abuzittin Tırlak


    YOMALİ’LİNİN CANI CAN, YURDUM İNSANININ PATLICAN

    Önemli Not: İşbu yazı 2011 yılı Kurban bayramından hemen önceki günlerde yazılmıştır.

    Benim candan aziz okurcumlarım, tepem fena halde atık bulunuyor şu anda. Ben Yankaramın yağmurları ile dalga geçerken, gökten yağmur yerine yaşamını kaybetmiş insanlar, şehitler yağıyor.

    Ama yurdum insanının ezeli ve ebedi lideri Uranüs’ün Arfika denen en zengin! kıtasının Yomali denen ülkesinde, aç ve açıkta kalan insanları kurtarmakla meşgul!

    Eh, efendim dinen mübarek kabul edilen aylarda olduğumuz için, ülkemizde aç ve açıkta kalanları iftar çadırları ile kurtarmakla meşgul olduğumuzdan, halen maalesef sıfırlanamayan Visam’daki deprem çadırlarına gereken ilgi ve alakayı da göstermeyi unutuyoruz haliylen, Bu arada bir de Buriye’den gelenler var ister istemez onlara da ilgi ve alaka gerekmekte.
    E o arada bu kadar işin ortasında kutsal bilinen aydan bil istifade Ülkemizin burnunun dibindeki en yakın komşumuz Yomali’de aç ve açıkta kalanlarla ilgilenicez haliylen değil mi?
    Güzel yurdumda insanların tümü sırtı tok ve karnı pek vaziyette, hiç öyle sorunlarımız falan da yok. Terör mü? Canım teröristler Kilimli’de ikamete mecbur tutuluyorlar ya, üstelik tahliye olmak isteyenlere de fena çakıyoruz ha! Ne tahliyesi kardeşim ya otur oturduğun yerde attırma tepemizin tasını, bulursun kendini tek kişilik hücrede o kadar yani! Var mı başka bir terör konusu. Haddi zatında ufak tefek eylemlerde bazı asker kayıpları olmaktadır ama işte o kadar da olacak haliylen. Daha tam olarak anlaşamamış bulunmaktayız, bölgesel özerklik falan filan dalgaları, hele şu Meclis bir açılsın, Babayasa açılımı ortaya bir saçılsın, genel af gündeme bir gelsin, al gözüm seyreyle Salih! Bak o zaman bütün mapus damları nasıl boşalacak. En başta en önemli konumuz Futboldaki şaka ve şike olaylarından tutuklu olanlar, haliylen tutuksuz yargılanacaklar bittabi. Sonacıma Ergenekon Terör Örgütünden ve teferruatı bilimum davalardan yargılanmakta olup ta çok da tehlike arz etmeyen teröristleri, hani şöyle dışarıda çok da fazla efelenecek hali kalmamış olanları dışarıya salıcan tabii. Mesela bu bağlamda tüm tutuklu gazetecileri bırakıvericen, e haliyle milletvekili seçilmiş olanlara da bi kıyak yapcaz artık.

    Bu arada Babo nolcek diye soranları duyuyor gibiyim Canım onu da sormayın artık o en başta “oley, herkes serbest kalıyor” gürültüleri arasında sessiz sedasız ev hapsine paşa paşa yollanacak zati.

    Arkasından bir de “bölgesel özerklik” bombası patladı mı, ortalık süt liman ağabeycim. Şimdiye kadar şehit olanlarda dişlerini sıkıp, bi üç beş aycık daha hayatta kalsalardı ama di mi kardeşim. Biz napalım yani? Kandil mandil demeyin yani bana şimdi. Daha kaç ay önce seçim oldu yaaa. Asıl meselenin kandil değil Ampul olduğunu yüzde kaçla işbaşına gelerek ispatlamadık mı icabında? Değil mi ama efendim yaa..

    Bu arada bir de baktım ki, özel ve güzel medyamız (yandaş ve Candaş demeyin ama, ayıp oluyo kardeşim alınıyolar yaaa!) boy boy Yomali haberleri ile dolu, kahraman pilotlar “pistteki köpekleri ezmemek” için bütün yolcuların canını tehlikeye atarak, acayip bir atraksiyon çekmişler ki o kadar olur yani.

    Dönüşte kesin hava yolu kahramanlık (bence süper şaşkınlık!) madalyası filan alırlar artık. Tüm uçak külliyen mevta olsaydı ben görürdüm bu kahramanların halini! Bu arada aman dönüşe dikkat, ilgili Gamu kuruluşu yetkililerini buradan uyarıyorum, bakın söylemedi demeyin bu uçak hava limanına inişe geçtiğinde sakın ola ki, pistte öküz möküz bulunmasın yani. Valla durum tehlikeli, bu pilotlar direk dış hatlar terminalinden içeri dalarlar da, maazallah pek çok Niyazi yurttaşımız Bayramı göremez yani!

    Bu arada bazı şargıcılarda uçaktaymış iyi mi, abla ve ağabeylerinden iyi öğrenmişler valla “yetmez ama evet, tak koluna sepet” ne de olsa. Devir “yağ çekme” devri, “ ne kadar yağ, o kadar iş” icabında! İsimlerini o saniye dinlenecek şarkıcılar listemden silip attım kardeşim. Yetti ama yaaa! Kim dinlerse dinlesin sizi, benim midem kaldırmıyo bu kadar yağlı kerevizi!

    Hani bu arada birden kafama taş düştü yaaa! Aklıma geldi, biz bu güzel ağabeylerimiz ve ablalarımızı Yakkari’nin köylerinde hiç görmedik sanırsam. Hatta gene sanırsam Mazyıl abi bile konu olarak Yakkari’de geçen o güzelim filmlerini, başka mekanlarda çekmişti.

    Bu arada bir başka köşede bir başka haber daha! Haydaaa, bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü deme kız Baldız. Bayramın ikinci günü daaa! Dersimli Kılıç Bey’de Yomaliye gidecekmiş. Aslı giderde sureti durur mu?

    Ulan, “stepne” “yedek lastik” dedikçe yemediğim küfür kalmadı. İçinizdekiler arasında Cumhuriyet spor forması giymiş gibi gözüken Okyanus ötesi sporun as oyuncuları var, dikkat edin dedik, kimse inanmadı! Paracıkları cukkalayıp seçim sonuçlarının açıklandığı 11.dakikada hem sözde hem de özde çöken bilgisayar programlarını ben yapmıştım değil mi? Ahan da alın işte size ispatı. Ne demek oluyo şimdi bu “Sen giden de, ben senden geri kalır mıyım?” ayakları.

    Kılıç efendi, kılıç efendi bu iş MYK BYK ile filan olmuyo yani, önce kendi kafanın içindeki MYK tümden istifa edecek, oraya yeni bir MYK bulacaksın ki, Cumhuriyet cephesine, Mustafa Kemal cephesine gelesin yani.

    Amma velakin bunun için bir de terörist ilan edilerek Kilimli’de ikamete mecbur tutulmayı da göze alman gerekiyo haliylen. Eeeee, karşında Orentenegon, MİA, YİT, YOSSAD filan bilumum iyi niyetli anti terörist Uranüs üstü örgütler bulunuyo icabında.

    Yaa dostlar işte durum bu ahvalde. Bu arada tepem hakketen çok atık, sinir katsayılarım acayip bir şekilde tepelerde. Evde herkesler benden bıktı, ne bu surat ya, şebelek gibi dolaşma ortalarda deniyor ima yoluyla ve de gözlerime bakarak yani! Nedeni de daha önce anlattığım kendi başımdaki Alanya kaynaklı (Ne tesadüfse bu isim, çok ama çoook uzak bir Gezegendeki bir sahil kasabası ile aynı, tesadüf işte!) “Abuzittini safa yatırma, mangırları cepten yürütme” durumları.

    Yaaa işte böyle en kısa zamanda yeniden görüşürük, umarım yani.
    Hepiniz kalınız sağlıcakla, kalınız ki Yomali’deki insancıklar gibi Kandil yardımına muhtaç kalmayasınız yani.

    Abuzittin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Alkım Saygın

     Şâir-Yazar : Alkım Saygın


      Kant ve Levinas Etiğinde Özgürlük Kavramı Üzerine I

    Özgürlük nice şâirin, nice filozofun, nice fikir adamının, vb. aklını başından almış büyülü bir sözcük; hakkında sayısız şiir yazılmış, sayısız tez üretilmiş, sayısız söylem geliştirilmiş, sayısız siyasî mücâdele verilmiş, vb. benzersiz bir nosyon; uğrunda nice bedel ödenmiş, nice gözyaşı dökülmüş, nice acılara katlanılmış, vb. yüksek bir değer; yalnızca belirli birtakım özelliklere sâhip kişilerin gerçekleştirebileceği düşünülmüş ve başka her şeye anlam katacağına inanılmış biricik olanaktır. Dolayısıyla özgürlük kavramı, ne yalnızca Felsefe’nin, siyâsetin, hukukun ve diğer alanların bir kavramıdır, ne de bu kavram hakkında târih boyunca söylenmedik pek fazla bir şey yok gibidir.

    Özgürlük hakkında “kalem oynatmak”, yazının ilk îcât edildiği dönemlere kadar geri gitmektedir. Bilinen ilk yazılı belgeler, ticâret kayıtlarıdır ve bu kayıtlar bile, özgürlüğün ne kadar değişik veçheleri olduğunu göstermektedir. Ne var ki insanlık, dünyâtârihsel ilerlemesi içinde bugün itibâriyle çok daha güçlü olanaklara sâhipken, özgürlük taleplerinin de giderek artması düşündürücüdür. Bu ilerleme, sanki on dokuzuncu yüzyıl filozoflarının iddiâ ettiğinin aksine, özgürlüğün gelişimine doğru değil de özgürlükten giderek daha güçlü bir kopmaya doğru gerçekleşmektedir ki, çeşitli toplum kesimlerinin özgürlük talepleri de her geçen gün artmakta ve buna koşut olarak, özgürlükten duyulan şikâyetlere de her geçen gün bir yenisi eklenmektedir.

    Peki özgürlük talepleri, niçin her geçen gün artmaktadır? Özgürlüğe yönelik bu ilginin kaynağı nedir? Özgürlüğün başka her şeye anlam katacak olması ya da katacağı bu anlam nedir? Özgürlüğün değeri nedir? Özgürlüğü başka değerlerden daha değerli hâle getiren unsur(lar) ne(ler)dir? İnsan(lar), niçin özgür olmak ister(ler)? Özgürlüğün insan doğasında bir karşılığı var mıdır? Daha da önemlisi, özgürlük nedir? İnsan özgürlüğünün koşulları nelerdir? Özgürlük kavramını gerek Felsefe’de, gerek siyâsette, gerek hukukta, gerekse de diğer alanlarda bu kadar tartışılan bir kavram hâline getiren unsur(lar) ne(ler)dir?

    Diğer taraftan, insanlık târihi boyunca hemen her dönem, çok büyük savaşlar meydana gelmiş ve kitlesel felâketler yaşanmıştır. Ancak, yakın dönemdekilerden farklı olarak bunlardan hiçbirisi, “özgürlük” adına yapılmamıştır. “Özgürlük söylemi”, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde emperyalizmin yakın dönemlerdeki temel retoriklerinden biri olmuş ve insanlık vicdânında eşi benzeri görülmedik yaraların açılmasına neden olmuştur. Söz gelişi, Hitler ve Alman emperyalizmi, “ârî ırkın tüm dünyâya özgürlük getireceği”ni iddiâ etmiş ve bu amaç doğrultusunda milyonlarca Yahudi’nin katledilmesinde hiçbir sakınca görmemiştir. Bush ve Amerikan emperyalizmi ise “Irak’a özgürlük”(!) amacıyla, Ortadoğu’da türlü insanlık suçlarının işlenmesinde hiçbir sakınca görmemiştir.

    Özgürlük, belki de bu kadar çok istenilen/istenilmesi gereken bir şey değildir. Ama, tüm bunların açığa çıkartılabilmesi için, öncelikle özgürlüğün ne olduğuna bakmak gerekir. İnsanlık târihi boyunca gelmiş geçmiş bütün özgürlük mücâdeleleri ise “güçlü olan”, “egemen olan”, vb. karşısında yapılmıştır. Özgürlük kavramının siyasî ve hukukî niteliği, bu mücâdelelere bağlı olarak yasama organları tarafından belirlenmiş, yürütme organları tarafından gerçekleştirilmiş, yargı organları tarafından da denetlenmiş ve ihlâller karşısında, kânunla öngörülen müdahâleler gerçekleştirilerek adâletin sağlanmasına çalışılmıştır.

    Adâleti, soyut bir idea olmaktan çıkartıp somut gerçekliğe dönüştüren pozitif adâlet, siyâset ve hukuk kurumlarına özgürlüğü korumak ve gerçekleştirmek konusunda verilen yetkinin ürünü olmuştur. Bu mücâdeleler, özgürlüğün tanımı ve içeriğinden çok, sınırlarıyla ilgili olarak gerçekleştirilmiş ve bu konuda pek çok “ilke”, “kural”, “yasa”, vb. dile getirilmiştir. Bunlar da özgürlüğün gerçekleştirilmesini daha da zora sokmuş ve özgürlüğün türlü çatışmalara konu olmasını engelleyememiştir. Felsefe târihine baktığımızda ise örneğin Kant etiği, bütünüyle insan özgürlüğüne dayanır ve özgürlüğün siyasî, hukukî ya da diğer veçhelerini hareket noktası olarak almaz.

    Kant etiği, a priori yollarla bilgisine vardığı insan özgürlüğünü, bu veçhelerden bağımsız olarak koruma çabasını yansıtır ve özgürlüğün diğer veçhelerinin de bu çabadan türetilmesi gerekliliğini, insandaki “ussal öz”le ilişkilendirir. Kant’a göre insan, Kendi’sinin dışında başka bir güç tarafından belirlenmeme olanağına sâhiptir ve bu olanak, onun özgürlüğünü belirler. Kant’a göre insan, özgür bir varlık olduğu için ve ona bu özgürlüğü Kendi’si sağladığı için, eylemlerinden sorumlu tutulması da kaçınılmazdır ve insanın Kendi’sine karşı sorumluluğu, başkalarına karşı sorumluluğuyla özdeştir. (Waldenfels, 1995:39-40)

    Kant etiği, başka her şeyi, bu Kendi’nin özgürlüğünden; kişinin Kendi’sine karşı sorumluluğundan türetmeye çalışır ve Kant toplum, hukuk, devlet, vb. teorilerini, bu özgürlük ve sorumluluğu gerçekleştirmenin ve korumanın olanaklı koşullarını dikkate alarak geliştirir. Kant etiğinde bu Kendi ise araştırılmaz; Kendi’nin kaynağı, oluşumu, belirlenimleri üzerine düşünülmez. Kant etiğinde Kendi, “yalıtılmış bir özne” olarak, hiçbir zaman bir görünüş (fenomen) olamayan, düşünülür dünyâda kendisiyle özdeş kalan bir “varlık” olarak tasarlanır. Hem bu yalnızca, Kant etiğine özgü bir durum da değildir. Platon’dan Hegel’e kadar uzanan; hattâ, Nietzsche ve Heidegger’in de dâhil edilebileceği Batı metafiziği, bu Kendi’yi her defâsında mutlaklaştırır.

    Batı metafiziği, “Kendi’ni bil!” ilkesiyle başlar ve insan özgürlüğünü de buradan türetmeye çalışır. Buna karşılık, Levinas etiğinin özgürlük kavramına yönelik tutum ve söylemi ise aslında, en temelde bu noktanın eleştirisi üzerine kuruludur. (Hutchens, 2004:14) Levinas etiği, “Kendi’nin özgürlüğü”nü, “ilk özgürlük” olarak görür ve bunu, gerçek bir “özgürlük” olarak değerlendirmez. Kendi’nin Ben hâline gelmesinde duyumsayacağı “etik öznelilik”ini ise “zor özgürlük” olarak değerlendirir ve bunun, Öteki’yle kurulacak etik ilişki içinde “Öteki’ye karşı sorumluluk” olarak ortaya çıkacağını savunur. (Levinas, 2003:145-6)

    Batı metafiziği, özellikle de Nietzsche’den bu yana, kendi paradigmaları konusunda ciddî birtakım altüst oluşlar yaşamaktadır. Fakat Nietzsche bile, Batı metafiziğinin dayanağı olan doğruluk ve hakîkat anlayışının soy kütüğünü çıkartıp bu paradigmaları “çekiçle yıkma”ya ve “Felsefe’ye yeni bir görev” yüklemeye çalıştığı hâlde, sonunda Batı metafiziğinin vazgeçemediği Kendi-merkezlilikten kurtulamamış ve “üstinsan öğretisi”ni, “kendi Kendi’sinin tanrısı olan; Kendi’si tanrı olan insan” anlayışı doğrultusunda şekillendirmiştir. Nietzsche’nin de bir şekilde eklemlendiği Batı metafiziğindeki Kendi-merkezli söylemler ise Felsefe’nin özellikle de toplumsal alanda çok ciddî felâketlere yol açmasına katkı sağlamıştır. (Vattimo, 1988:165-8)

    Faşizm meselâ, homojen bir ırkın egemenliği söylemidir; homojen bir Kendi’ler topluluğudur. Nasyonal sosyalizm ise Kendi-olmayan her şeyin değerden düşürüldüğü ve yaşama haklarının ellerinden alındığı bir ekonomi ve siyâset doktrinidir ve tüm bunlar, Batı metafiziğindeki Kendi-merkezliliğin şu ya da bu şekilde etkisiyle şekillendirilmiştir. Levinas’ın da belirttiği gibi, “Aynı ya da Ben, politik ve teknik bir yazgıya bağlanarak çeşitliliğin ve kendisini engelleyen Ben-olmayan’ın üstesinden gelir. Devlet ve homojen Devlet’in kaynaklandığı ve taçlandırdığı endüstrî toplumu, bu anlamda felsefî sürece âittir. Ama, Devlet’i kuran ve ayakta tutan Savaş ve Yönetim; yâni hiyerarşi, saflığını korumak zorunda oldukları Aynı’yı yabancılaştırırlar; şiddeti ortadan kaldırmak için, yine şiddete başvurmak gerekir.” (Levinas, 2003:119)

    Batı metafiziğindeki bu Kendi-merkezliliği Nietzsche bile sürdürmüş olsa da kendisinden sonraki dönemde ve özellikle de İkinci Dünyâ Savaşı sırasında yaşanan insanlık trajedilerinden sonra kendi kültürel kökenlerini sorgulamaya başlayan Avrupa’da çeşitli düşünürler, büyük oranda Nietzsche’nin Platonculuk, Hıristiyanlık ve modernizm eleştirilerinden hareketle, Batı metafiziğindeki bu Kendi-merkezliliği yıkmaya çalışmışlardır. (Arslan, 2002:8-9) Bunu ise Kendi-merkezliliğin karşısında, Öteki’nin yaşama hakkını savunarak ve Öteki’ye saygıdan türetilecek yeni bir etikle yapmak istemişlerdir.

    Bu düşünürler, “insan hakları”, “özgürlük”, “demokrasi”, vb. kavram ve değerlere duyulan şüphelerin arttığı bir dönemde, berâberinde “kavramsal düşünme biçimi”ne de yönelik ciddî eleştiriler getirmişler ve etik alanında tâ Aristoteles’ten beri süregelmekte olan kavramsal çözümlemeleri bir tarafa bırakarak “ilişki”, “doğrudan görme”, “hissetme”, vb. mefhumlarla etiğe yönelmişlerdir. Hâl böyle olunca, özgürlük kavramı da Batı metafiziğinde incelendiğinden bütünüyle farklı bir yöntem ve tavırla ele alınmaya başlanmıştır. Bu düşünürlerde ise özne ve öznelilik kavramları, bu yöntem ve tavır içinde başka birtakım sorunları gündeme getirmiş ve özgürlük kavramı, öznenin/özneliliğin yitimiyle sonuçlanacak bir içerik kazanmaya başlamıştır.

    Bu düşünürler için “özne”, “vârolmanın bir kipi”dir ve “kipler arasında geçişe olanak tanımak” adına özneye ilişkin hiçbir kalıcı değer, duygu ya da düşünceye olanak tanınmayınca özne, kendisini bütünüyle kaybeder. Kant ve Levinas etiğinde ise özgürlük kavramı, “etik temeller”e dayalı olarak “olması gerekenler” üzerinden ele alınır. Kant etiğinde özgürlük, aklın genel yasa koyuculuğu içinde, Kendi’nin sınırsız egemenliğine dönüşmüştür. Levinas etiğinde ise özgürlük, Öteki’yle karşılaşma ânında akıl ve bilincin devre dışı kaldığı yollu kabûl nedeniyle Öteki’ye –hem de bu Öteki’nin ne olduğunu bilmeden– Ben’in koşulsuz teslîmiyeti olarak ele alınır. Özgürlüğün otonomi ya da yâderklik olarak görülmesi ise Öteki karşısında Kendi’nin ya da Ben karşısında Öteki’nin kaynak olarak görülmesinin sonucudur.

    Ne var ki, Ben ve Öteki arasındaki farklılıkların kaynağı, maddî-toplumsal ilişkilerdir ve bu tür bir kaynak düşüncesi, özgürlük kavramını otonomi/yâderklik ikilemine düşmekten kurtarır. Kant etiğinde özgürlük, kaynak olarak kabûl edilen Kendi’nin, Kendi’nde ve Kendi’si için istediklerini Öteki’ye dayatmasına yol açmıştır. Levinas etiğinde ise özgürlük, Ben’in Öteki’ye karşı sorumlulukları hakkında onu Öteki karşısında yalnız ve çâresiz bırakmıştır. Kant ve Levinas etiğinde özgürlük, kaynak düşüncesi ve akıl ve bilinç çözümlemelerindeki sorunlardan dolayı, Öteki’yle etik ilişkinin kaybına yol açmıştır. Ancak, etik temelli bir özgürlük kavramı ortaya koymada bu iki etiğin eleştirisi, önemli birtakım hareket noktaları sunmaktadır.

    Kant etiği, kişinin Kendi’siyle kurduğu etik ilişkiye bağlı olarak gerçekleştireceği özgürlüğüyle, başkalarıyla da etik ilişki kurabileceği varsayımına dayanır ve bu ilişkinin değerini ve niteliğini, ilişkinin “saflığı”; “ussal öze uygunluğu” belirler. Kant’ın etik öznesi ya da özgür kişisi, farklı kimlikleri içinde bu “ussal öz”ü yakalamayı ahlâkî/etik ödev olarak kabûllenir. Levinas etiği ise kişinin Kendi’siyle etik ilişki kuramayacağı, kişinin Kendi’siyle olan ilişkisinden ancak bencilliğin ekonomisini türetebileceği; bunun ise kişiyi varlık çemberine çakılı bırakacağı varsayımı üzerine kuruludur ve etik ilişki, Ben ve Öteki arasındaki ilişkide konumlandırılır; Ben’in özgürlüğü ya da etik özneliliği, Öteki’ye yâderkliği içinde aranır.

    İmdi, Paul Davies’ın da belirttiği gibi, Kant ve Levinas etiğinde etik öznenin özneliliği, özgürlük kavramına ilişkin olarak bütünüyle zıt iki farklı kavramsallaştırma içinde incelenir (Davies, 2002:164, 167) ve bu farklılığın temel nedeni olarak kaynak düşüncesi dikkat çekmektedir. Kant etiğinde özgür kişi, kendi kaynağını Kendi’sinden alan otonom bir kişidir; Levinas etiğinde ise özgür kişi, kendi kaynağını Kendi’sinin dışından alan yâderk bir kişidir; ancak, her iki etik de Batı metafiziğindeki kaynak düşüncesini sürdürmüştür. Bu kaynak düşüncesi, maddî-toplumsal ilişkiler hakkında bir kaynaklığa dayanmaz. Bu iki etik, Kendi’nin ve Öteki’nin kendilerini belirleyen özellik ve olanaklarını kendilerine içkin kabûl ederek onları mutlaklaştırır.

    Alkım Saygın


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    DİZİSİNE BAK TOPLUMUNU ANLA

    İlahiyat fakültesinde Din Psikolojisi hocamız sayın Ali Murat Daryal, bir dersinde “rakı içmek mi, viski içmek mi daha günah?” diye sorduğunda herkes şaşıp kalmıştı. Bildiğimiz ve öğretildiği üzere sarhoşluk veren tüm içeceklerin bir damlası bile haramdı; yani günahtı. Günahı işlemenin azlığı yada çokluğu olur muydu?

    Evet aslında olurdu. Rakı ve benzeri içkiler salt bir kültüre ait değildi. Ancak viski Batı, Hıristiyan kültürünün bir içkisiydi. O kültürü yansıtan özel ritüelleri vardı. İçki içmenin günahlığı yanında birde Hıristiyanlara benzeme günahı işlenmiş oluyordu. Zira Peygamber Efendimiz, “kim bir kavme benzerse o da onlardandır” buyurmuştu. Hıristiyanlara özenti ve hayranlıkla onlar gibi olmak anlamında yaptığımız davranışlar, Müslümanlıktan ayrılmayı sonuç verecekti. O gün olmasa bile zamanla hocamız Ali Murat Daryal’ın ne demek istediğini çok iyi anlayacaktım.

    Günün her saatinde medyanın kültürel bombardımanına uğradığımız bugün, yerli dizilerin tavan yapması üzerine sayın hocam Daryal benzeri bir yaklaşımla, bu yerli dizilerin yabancı dizi ve filmlerden daha çok manevi kültürümüze zarar verdiğini söylüyorum.

    Elbette ki yetişkinliğimde Dallas ve benzeri diziler bizim fikrimizi, zihnimizi, ahlakımızı, en çokta davranışlarımızı etkiledi. Ama şunu biliyorduk ki, bu izlediklerimiz, yabancılardı ve onları anlatıyordu. Etkilenmekle ve özenmekle birlikte sonuçta izlediğimiz kahramanlar bizden birileri değildi. Yabancı film ve diziler izlerken en azından böyle bir farkındalığa sahiptik.

    Zamanında yabancı pembe diziler yanında pirim yapmayan yerli diziler, gün geldi devran değişti tavan yaptı. Salt baskıcı düzene karşı başkaldıran Köroğlu misali tüfek icat oldu mertlik bozuldu.

    Tarihi, dini, manevi, kültürel, bizi biz kılan değerlerimiz yerli dizi ve filmlerle alttan alta, gizliden ve işmamla biz farkında olmadan yıkılmaya başlandı. Hoş ya bu yıkım ve saldırı başlangıçtan beri vardı. Roman ve tiyatro ile başladı. Sinemanın keşfiyle Yeşilçam oluşumuyla artan dozda devam etti. Halit Ziya’nın ‘Mai ve Siyah’ romanı o günün Müslüman gençliğini Batı hayranlığı yönünde hem de ne etkilemişti. Bu yetmemişti. Yüzyıl kadar sonra dizilerde ete kemiğe büründürülerek gençliğin daha derinlerine enjekte edildi. Yeşilçam filmlerinin hiçbirinde içkiye tutku ve özentiyi sahnelemeyen sinema göremezsiniz. O ilk dönem bazı filmler ve pek nadir kardelen çiçeği gibi yapılmış milli sinemalar dışında.

    Merhum Yücel Çakmaklı’nın filmleriyle, Mesut Uçakan’ın Yalnız Değilsiniz filmi ve Hekimoğlu İsmail’in eseri Minyeli Abdullah ile dini, manevi ve milli kültürümüz adına ümitlendik. Sahi bu kulvarda film dünyası niye devam etmedi yada ettirilmedi?

    28 Şubat kabusu sürecinde dini değerlere öncelik veren bir partinin iktidara gelmesi bu topluma biraz nefes aldırıp rahatlatmıştı. Bu noktayı eleştiri için değil farkındalık olarak özellikle belirtiyorum: Medyanın tarihi, dini, manevi ve kültürel değerlerimize olan bombardımanı maalesef artan bir oranda devam ediyor. Tarihi değerlerimize saldırı olarak gördüğüm Muhteşem Yüzyıl, sayın Fethullah Gülen Hocaefendi’nin geç gelen açıklamasına rağmen hala devam ediyor. Muhtemelen benzer özellikli farklı isimlerde tarihi diziler devam edecek.
    Japonlar, kendi teknolojilerini kurmalarına rağmen Batı dünyası gibi kültürlerini bu ürünlere yansıtamadıkları için eleştirilir. Kendinden bir şey katıp kendilik haline getiremediğin bir teknoloji ürünü elbette ki, ilk çıktığı yer Batı kültürüne hizmet edecektir.

    Peygamberimiz, Müslümanlık kültürü oluşturma babında bir Yahudi gibi traş olan ashabına Yahudiler gibi traş olmamayı tenbih etmiştir. Yukarda belirttiğimiz gibi “‘Men teşebbehe bi-kavmin fe-hüve minhüm” (kim bir kavme benzerse o da onlardandır) hadisi, (Ebû Davud, Libas, 4; Müsned, 2/50) sahih hadislerden ve tüm asırlardaki tüm Müslümanları bağlayıcı hükmü olan önemli bir hadistir.

    Viski ve şampanya, içki içmenin günahlığı yanında bir kültüre özentiyi beraberinde getiriyorsa; yerli diziler, benzerleri yabancı dizilerden daha etkin, içten, alttan ve samimi anlamda tarihi, dini, manevi değer ve kültürlerimizi daha çok tahrip edip zarar veriyor.

    Osmanlı son döneminden bu yana, eğitim ve medya yoluyla yavaş yavaş etkili bir kültürel erozyon yaşıyoruz. Fuad Paşa misali, ne güçlü ve bereketli kültür ve değerlerimiz varmış ki yüzyıldır dışardan yapılan aşındırmalara; son dönem içerden kendi elimizle yaptığımız kültürel yozlaştırmalara rağmen hala kendilindiğimizi, tarihi, dini manevi değer ve kültürümüzü kaybedemedik.

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,506,506,506,506,506,50
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

    Yukarı


     


     Tadımlık Şiirler


    Bilmiyorum

    Masum bakışlım;
    Çetin yüreklim;
    Bir şeyler oluyor cebren!
    iki mısra dökülüyor sana doğru
    Meylimi bilmiyorum...

    Etmek ve olmak arasındaki farkın;
    Mutlulukta mesela
    Bencil bir yönü vardır,
    Kalbe yakın.

    Nasıl desem
    Bu sıralar hazzındayım aşkın
    Tavında dövüyorum satırlarımı
    Yorgun düşlüm, inatçı ruhum;
    İçimden bir ses gelir benim
    Şahit olurum ilkin,
    Sonra tutuklu
    Bileklerimde gümüşten bir şiir.

    Bilirsin çehrem,
    Siluetim, pastel suretim;
    Görmek ve bilmek arasındaki farkın;
    Mesela karanlıkta
    Mutlu eden bir yanı vardır
    Bilirsin...

    ve bilirsin
    Çiğdem sökmek gibidir aşk;
    Bir heyecanla koşarken
    Dağların eteklerinde,
    Unuttuğun bir tada doymak...
    Ama inan bir çiğdem
    yerinde daha güzel tadından!
    Ve inan meylimi bilmiyorum.
    Biraz susadım,
    Yalnızlığımdan içiyorum...

    Fatih Ünver

    Yazdırmak için tıklayınız.

    Yukarı


     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

    Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"

    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "Olimpos Öyküleri
    Mavi Mağara
    Sedef Özkan"
    İyi Kalpli Seri Katil
    Semih Bulgur
    "İyi Kalpli Seri Katil"
    80'lerde çocuk olmak
    Hazırlayan: Kadir Aydemir
    "80'lerde çocuk olmak
    Viking Gemisi ile kıyı kıyı İSTANBUL
    Şebnem Çağlayan"
    Temiraga Demir - Buğu
    Temiraga Demir
    "BUĞU"


    Sedef Özkan
    "Aynı Yaprakta Olmak"
    Zabit Londra da
    Semih Bulgur
    "Zabit Londra'da"
      Kesin Bir şeyler Olacak
    Tarkan İkizler
    "Kesin bir şeyler olacak!"


    Yukarı


     


    Akın Ceylan

     İşe Yarar Kısayollar


      Şef Garson : Akın Ceylan

    Bir at nasıl şarkı söyler? Ya peki dört at nasıl şarkı söyler? http://www.horse-games.org/Singing_Horses.htm Hem kısa yolunu verdiğim türden animasyonlar hem de birbirinden eğlenceli oyunlar için bu web sayfasını tavsiye ediyorum.

    Uzun zamandı reklam olmasın diye vermek istemediğim ama keyif aldığım bir web sayfasını sizinle paylaşacağım. http://www.acunn.com/ Haber, Tv, Spor ve Eğlence konu başlıklarıyla web sayfası dört kategoriye ayrılmış. İlk bakışta her yerde rastlayabileceğiniz bilgileri içeren bir web sayfası gibi görünse de. Aslında bazı detaylar ile kendini farklı kılan ve takipçilerini zamanla farkını gösteren bir web sayfası. Özellikle tavsiye ediyorum.

    Bir Kadın Fenomeni adıyla hazırlanmış olan web sayfası http://birkadinfenomeni.com/ Aslında bu web sayfasını birkaç kelimede anlatmak isterdim ama sanırım birkaç kelime yetersiz kalacak. Siz en iyisi bir tıkla yolculuğa başlayın. Bazen keyif bazen de şaşkınlıkla gezindiğin bu site, aynı anda birçok farklı duyguyu yaşamama neden oldu. Editör arkadaşa teşekkür ediyorum.

    Yıldızlı geceleri anlatan en güzel tablo ve en güzel şarkı http://www.vangoghgallery.com/painting/starrynightlyrics.html Starry, starry night. Paint your palette blue and grey, Look out on a summer's day, With eyes that know the darkness in my soul. Shadows on the hills, Sketch the trees and the daffodils, Catch the breeze and the winter chills, In colors on the snowy linen land.

    Yukarı


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Kahve Molası Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.28.5039 / Windows / 7.21 MB
    http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.1.7 / 20 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 9.20 (2010-11-18) for Windows / 1.068 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

    Yukarı


     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-23©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Epitaph - King Crimson









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20120113.asp
    ISSN: 1303-8923
    13 Ocak 2012 - ©2002/23-kmarsiv.com